Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanefî fıkıh âlimi Burhâneddîn Zernücî</label>
Burhâneddîn Zernücî hazretleri, Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Hayâtı ve babasının adı hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. Hidâye kitabının sâhibi Burhâneddîn Merginânînin ve meşhur fıkıh âlimi Kâdı Hânın talebesidir. Fıkıh ilmine dair eserleri vardır. Bunlardan Talîm-ül-müteallim adlı eseri meşhurdur. Bu kitabında buyuruyor ki: HÂFIZAYI KUVVETLENDİRMEK İÇİN...Hâfızayı kuvvetlendiren husûslar: Okuduğunu aklında tutmanın en kuvvetli sebebleri şunlardır: 1. Derse gayretle çalışmak. 2. Derslere devâm etmek. 3. Az yemek yemek. 4. Gece kalkıp namaz kılmak. 5. Kurân-ı kerîm okumak, İslâm âlimlerinden birisi şöyle buyurmuştur: Yüzüne bakarak Kurân-ı kerîmi okumaktan daha çok hâfızayı güçlendiren bir şey yoktur. 6. Kitap okumaya başlarken Besmele çekmek. 7. Kitabı kaldırırken şu duâyı okumak: Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm-il-azîz-il-alîmi adede külli harfin kütibe ve yektübü ebed-el-âbidîne ve dehr-ed-dâhirîne. 8. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi vesellem) çok salevât getirmek. 9. Kötülükleri terk etmek. 10. Misvak kullanmak. 11. Bal şerbeti içmek. 12. Aç karnına, her sabah yirmibir adet siyah üzüm yemek. 13. Balgamı azaltan bütün yiyecekler de hâfızayı kuvvetlendirir.

GÜNAHLARIN ÇOK OLURSA...
Unutkanlığa sebeb olan husûslar: 1. Allahü teâlâya karşı işlenen kötülükler. 2. Günahların çok olması. 3. Düşünce ve üzüntünün çokluğu. 4. Dünyâ işleri ile çok ilgilenmek ve çok meşgûl olmak. Dünyâ işleri ile lüzumundan fazla uğraşmak, insanın sıhhatine zararlıdır. Dünyâ işleri kalbi karartır. Âhiretle ilgili işler ise kalbi nurlandırır ve namaz kılarken tesîrini gösterir. Namazını gönül hoşluğu ile kılar ve kıldığı namazdan lezzet duyar. 5. Ekşi elma yemek. 6. Asılmış olan kimseye bakmak. 7. Kabir taşları üzerindeki yazıları okumak. 8. Yakaladığı biti öldürmeden yere atmak. 9. Ense çukurundan şişe ile kan aldırmak...
Fakirliğe, zenginliğe ve ömrün uzamasına sebep olan husûsları da yarın okuyalım inşallah...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Onun gibiler köpek gibidir</label>
Dün bahsettiğimiz gibi, Belam bin Baura, hep güzel dualar ettiği yere bu sefer; hem de bir peygamberin ordusuna beddua etmek için gidiyordu... Nihayet Husban Dağının tepesine ulaştılar. Ancak, Belam orada ellerini dua için kaldırdığı zaman, dilinden Belka şehri ahalisi aleyhine, Yuşa aleyhisselamı ve İsrailoğulları lehine kelimeler dökülmeye başladı. KORKTUĞUM BAŞIMA GELDİ!Belka ahalisi; Ey Belam! Ne yapıyorsun? Onlara dua, bize beddua ediyorsun! dediler. Belam onlara; Allah tarafından böyle konuşturuluyorum! dedi.
Belam Artık korktuğum başıma geldi, dünyam da ahiretim de mahvoldu. Şimdi duam da kabul olmaz. Bundan sonra Yûşâ ve ordusuna hile ve tuzak kurmaktan başka bir çaremiz de kalmadı... Şimdi en güzel kızlarınızı, kadınlarınızı getiriniz, onları soyunuz ve güzel kokularla cazip hale getiriniz. Ellerine çiçekler vererek onların konakladığı yere gönderiniz. Kendilerine sıkı sıkıya tembih ediniz, sakın ola ki onlara zina teklif eden askerleri reddetmesinler. Şayet bir kişi bu kadınlardan biri ile zina yapacak olursa, onların hepsi helak olacak, durmayın elinizi çabuk tutun...
Belamın dediğini yaptılar ve kadınlarını süsleyip askerlerin arasına saldılar. Askerlerin ileri gelenlerinden çok kuvvetli birisi vardı, kızlardan birisini alıp, Yûşâ aleyhisselama şöyle seslendi: Zannederim, şimdi sen bana bu güzel kadının haram olduğunu söyleyeceksin!
Yûşâ aleyhisselam; Evet, o sana haramdır buyurunca, asker; Vallahi bu konuda seni asla dinlemeyeceğim dedi ve kadını çadırına götürdü. Allahü teâlâ, o anda oraya taun (veba) hastalığı gönderdi. Asker kırılmaya başlamıştı...

DİLİ GÖĞSÜNÜN ÜZERİNE SARKTI!
Askerin içinde çok güçlü ve Yûşâ aleyhisselamın da yakını olan başka birisi vardı. O asi askerin hakkından ancak o gelebilirdi. Hemen onu buldular. O da korkusuzca çadıra girdi ve zina halindeki askeri ve kadını mızrağıyla öldürdü. Taun hastalığının sebep olduğu ölümler de o anda durdu...
Bu sırada Belam bin Bauranın dili ağzından çıkıp göğsü üzerine sarktı. Nefsin ve şeytanın saptırmasıyla, dünya malına ve kadına meylederek yeni hileler peşine düştü ve imansız öldü. Kuran-ı kerimde Araf suresinin 175. ve 176. ayet-i kerimelerinde soluyan köpeğe benzetildi. Onun gibiler köpek gibidir sözü, dillerde darb-ı mesel olarak kaldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İki cihânın bedbahtı Bel'am bin Baura</label>

Musa aleyhisselam vefat ederken yerine Yuşa bin Nun aleyhisselamı halife bıraktı. Allahü teala Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarının başında olduğu halde Arz-ı mevud denilen bölgeye gidip, Eriha ve İlya şehirlerini fethettikten sonra, Belka şehrini kuşattı... KALBİ DÜNYAYA MEYLETTİ!..Belkanın Belak ismindeki zalim hükümdarı, Yuşa aleyhisselama karşı aciz kalıp, İsm-i azam duasını bilen, her duası kabul olan, ilim ve ibadette yüksek, sözlerini yazıp istifade etmek için elinde hokka ve kalem ile yanında iki bin kişi bulunan ve İbrahim aleyhisselamın dinine inanan Belam bin Baura isimli kimseden yardım istedi... Ondan, Yuşa aleyhisselama ve ordusuna karşı beddua etmesini istedi. Belka ahalisi de gelip beddua etmesi için Belam bin Bauraya yalvardılar. Belam, Allahü tealanın peygamberine karşı beddua edemeyeceğini bildirdiyse de, azgın ve imansız Belka ahalisi bedduada bulunması için daha çok ısrar ettiler. Belam bin Bauraya hediyeler getirip birçok dünyalık vaat ettiler. Belam bin Baura: O Allahın peygamberidir, dinimiz onun dini ile aynıdır. Onun yanındakiler de melekler ve müminlerdir. Şayet ben onların aleyhinde dua edersem dünyam da, ahiretim de helâk olur diyerek, önce reddetti. Ama kral ve adamları işin peşini bırakmıyorlardı. O memleketin güzelliği ile dillere destan olmuş bir kadını vardı, onu da Belamın peşine taktılar. Artık her şey Belamın emrinde olacaktı; para, mal, mülk, kralın en yakın adamı olmak, dünyanın en güzel kadını ile evlenmek... Bütün bunlara karşı yapması gereken ise sadece Allahın Peygamberi ve ordusu aleyhine lanet okumak, yani Allaha isyan etmekti!..

HAZİN SON YAKLAŞMIŞTI!..
Şeytan, Belamın aklını çeldi, önce lanet okursun, sonra da tövbe edersin, olur-biter diye vesvese verdi. Zalim hükümdar da beddua etmediği takdirde onu idam edeceğini söyleyerek idam sehpası kurdurdu. Bütün bunlar karşısında Belam bin Bauranın gönlünde dünya malına ve servetine karşı meyil belirdi. Nihayet kadınlı erkekli grup toplanıp, Belamın her zaman dua ettiği tepeye doğru hareket ettiler...
İki cihanda da bedbahd olan Belam bin Bauranın hazin sonunu yarın okuyalım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebü'l-Fadl Defterî Muhammed Bitlisî</label>

Muhammed Bitlisî (Molla Ebül-Fadl Defterî) Osmanlılar zamanında yetişen Hânefî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden olup, meşhûr âlim Molla İdrîs-i Bitlisînin oğludur. 982 (m. 1574)de Şamda vefât etti. PADİŞAH DUASI ALDI...Ebül-Fadl Muhammed Efendi, ilk tahsilini babasının huzûrunda yapıp, dînin temel bilgilerini öğrendi. İstidâdı, kabiliyeti ve şiir söylemekteki mehâreti pek fazla olduğundan, daha küçük yaşta güzel şiirler söylemeye başladı. Sultan Bâyezîd-i Velî için, gayet edîbâne ve beliğ olarak yazdığı bir kasîdesini sultânın huzûrunda okuyarak, hayır duâlarına, ihsân, ikrâm ve iltifâtlarına kavuşmuştu.
Tasavvufta yüksek derecelere kavuşan Ebül-Fadl, Manisa ve Trablusşâm kadılıklarında bulundu. Sultânın yakından tanıdığı ve çocukluk arkadaşı olan Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, bizzat sultânın emir ve ricası ile Ebül-Fadlı kadılıktan alıp, merkeze getirtti. Gayet emîn, güvenilir bir kimse olduğundan, Anadolu defterdârı olarak vazîfelendirildi.
Molla Ebül-Fadl, daha sonra bu vazîfesden alınıp, Serdefter-i defterdârân unvanıyla, bütün defterdârların başkanlığı makamına getirildi. Otuz üç sene gibi uzun bir müddet bu vazîfeyi layıkıyla yürüttü. Tam vazîfesinin erbâbı bir zât idi. Bu vazîfesinden dolayı ona Defterî nisbesi de verilmiştir.
Ebül-Fadl Muhammed Efendi, yaşı ilerleyince emekliye ayrıldı ve İstanbulda Tophânede, denize nâzır bir tepe üzerinde güzel bir ev yaptırdı. Orada ilim âşıklarına dînimizin yüksek bilgilerini yaymaya, anlatmaya devam etti. Daha sonra bahçesine güzel bir câmi ve bir mekteb yaptırdı. Bu câmi, Defterdâr Câmii diye meşhûrdur. Câminin batısında kendisinin defni için bir de türbe yaptırmıştı.

CENNET KOKULARI GELİYOR!..
O günlerde yakınlarından biri, rüyâsında bu türbenin kubbesinin yerinden ayrıldığını ve Şam tarafına doğru gittiğini gördü. Ertesi gün bu rüyâsını Ebül-Fadla anlattı. Bunun üzerine Ebül-Fadl istihâre yaptı. Rüyâdaki işâret üzerine hacca gitmeye niyet etti ve bunun için hazırlıklara başladı. Yakınlarına veda edip yola çıktı. Hac kâfilesi Şama yaklaştığında, Ebül-Fadl; Cennet kokusu gelmeye başladı meşşâma (burnuma)/Aceb yetişti mi kâfilemiz menzil-i Şama? beytini söylemeye başladı. Nihâyet kâfile Şama vardığında vefât eyledi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhülislâm Abdullah Efendi</label>
Yenişehirli Abdullah Efendi, Hânefî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve elliyedinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. Yenişehirde doğdu. 1156 (m. 1744) senesinde İstanbulda vefât etti. Kanlıcada İskenderpaşa Câmii bahçesinde medfûndur. Behcet-ül-fetâvâ adlı fetvâ kitabını yazmıştır... MATBAA HAKKINDAKİ FETVASI...İlk tahsîlini memleketi olan Yenişehirde yaptıktan sonra İstanbula gelen Abdullah Efendi, zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Yapılan imtihanı kazanarak, müderrislik ruûsunu (diplomasını) aldı. Çeşitli medreselerde müderrislik yapıp talebe yetiştirdi. Haleb ve Bursa kadılıklarında bulundu. Anadolu Kadıaskerliğine tayin edildi. 1130 (m. 1718) senesinde şeyhülislâmlık yüksek makâmına getirildi. Bu yüksek vazîfeyi doğruluk ve adâletle yürüttü. Sultan Üçüncü Ahmed Hân ve Dâmâd İbrâhim Paşa ile iyi anlaşıp hizmette bulundu. Pâdişâhın iltifât ve ihsânlarına kavuştu...
Yenişehirli Abdullah Efendi, on üç seneye yakın şeyhülislâmlığı zamanında, doğruluk ve adâletle hareket etti ve zamanındaki birtakım yeni gelişmelere dâir fetvâ verdi. Matbaacılığın Türkiyede kuruluşuyla ilgili verdiği fetvâ ile İbrâhim Müteferrikanın matbaa kurmasına yardım etmişti. Behcet-ül-fetâvâ adlı fetvâ kitabıyla Mirat hâşiyesi vardır.
Yenişehirli Abdullah Efendiye matbaa açmak, kitap basmak hususu sorulduğunda şöyle cevap verdi:

GÜZEL BİR İŞ OLUR
Kitap basma sanatını iyi bilen bir kimse, bir kitabın harflerini ve kelimelerini birer kalıba çıkarıp, buradan kâğıtlara basmakla bu kitapdan az zamanda kolayca çok sayıda kitap elde ediyor. Böylece çok ucuz kitap yazılmasına sebep oluyor. Fâideli bir iş olduğundan dînimiz bu kimsenin bu işi yapmasına izin verir. Kitapda yazılı ilmi bilen birkaç kişi, önce kitabı tashih etmelidir. Tashih ettikten sonra basılırsa, güzel bir iş olur...
Bu fetvâ, dînimizin ilme ve fenne verdiği kıymeti bildirmektedir...
Yenişehirli Abdullah Efendi, hac ibâdetini yerine getirip, sevgili Peygamberimizin mübârek kabrini ziyâret ettikten sonra İstanbula döndü. Hac dönüşünde uzun müddet İstanbul dışındaki çiftliğinde kaldıktan sonra, Kanlıcadaki evinde ikâmete memûr edildi, istirahat edip, ibâdetle meşgûl olduğu sırada vefât etti. Son sözü Yâ erhamerrâhimîn oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Karaman Vâlisi Hemden Paşa</label>
Sene 1514... Osmanlı ordusu İrana doğru ilerlemekte... Ancak karşılarına çıkan bir ordu yok... Sultan Selim Han, Safevî hükümdarı Şâh İsmaile bir mektup gönderdi. Özetle şöyle diyordu: Erzincan dağ ve tepelerine gelmeme rağmen, sende hâlâ hiçbir hareket yok... Ölümden korkanların kılıç kuşanması ve ata binmesi münâsip değildir... Eğer sende bir parça gayret varsa karşıma çık!.. PADİŞAHIN HUZURUNA GİRDİ VE...Bu mektuptan sonra ordu hiçbir karşı hareket görmeden, düşman toprakları üzerinde yoluna devam ediyordu...
Uzun yolculuğa rağmen, düşmanın hâlâ karşılarına çıkmaması, yeniçeriler arasında hoşnutsuzluğa sebep oldu. Aylarca yol yürümekten, seferin zorluklarından, gurbetin uzunluğundan şikâyete başladılar. Rahatlarına düşkün olan bazı vezîrler de, askeri bahâne ederek, Pâdişâhın çok sevdiği Karaman Vâlisi Hemden Paşadan, Pâdişâhı geri dönmeye iknâ etmesini rica ettiler.
Hemden Paşa, Yavuz Sultan Selimin en yakın nedîmi idi. Her husûsta Pâdişâh ile konuşabiliyordu. Bu vezîrlerin ricasını kabûl ederek, Sultan Selimin huzûruna girdi. Askerlerin durumunu anlattı. Padişahım, geri dönmemiz daha uygundur dedi. Bunlar onun son sözleri oldu. Böyle söyleyince, Sultan Selim onu idam ettirdi...
Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemâlî Efendi Pâdişâhım! Hangi hükme dayanarak bu emri verdiniz? diye sorduğunda, Sultan Selim Han şöyle cevap verdi:

OĞLUM SÜLEYMAN BİLE OLSA...
Âyet-i kerîmeye muhalefet ettiği için... Allahü teâlâ, Eshâb-ı Kirâmı medhederek meâlen buyuruyor ki: Onlar kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında gayet merhametlidirler. (Ey Peygamberim! Eshâbının) iş husûsunda fikirlerini al (müşavere et). Müşavereden sonra da bir şeyi yapmaya karar verdin mi, artık Allahü teâlâya güven ve dayan. Gerçekten Allahü teâlâ tevekkül edenleri sever. (Feth-29, Âl-i İmrân-159) Biz bu cihâda çıkarken, vezîrler, âlimler ve komutanlarımızla müşavere ettik. Karar verdik. Allahü teâlâya tevekkül ederek yürüdük... Hemdenin yerinde oğlum Süleymân bile olsa idi, onun da boynunu vurmaktan kıl kadar çekinmezdim...
Hemden Paşanın öldürülmesini ve Sultânın bu sözlerini işiten vezîrler ve yeniçeriler, yaptıkları hatânın büyüklüğünü anladılar... Malum olduğu üzere bu sefer neticesinde Yavuz Sultan Selim Han büyük bir zaferle (Çaldıran) dönmüştür...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tunuslu velî Ahmed Tebâsî</label>
Ahmed Tebâsî, evliyânın büyüklerindendir. Mâlikî mezhebinde idi. 930 (m. 1523) senesinde, Tunus beldelerinden Neferâtta, yüz yaşını geçmiş olduğu hâlde vefât etti... YOLDAN GERİ DÖNDÜ!..Ahmed Tebâsî, büyük âlim velîy-yi kâmil Ahmed bin Mahlûf Şâbînin sohbetinde yetişti. Şâbî, kerâmetler ve hârikalar sâhibi idi. Ebül-Feth Hindî adındaki büyük bir zât, Ebu Midyen hazretlerini ziyâret için yola çıktı. Yolda ona, ağaçların yapraklarında; Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah Şâbî veliyyullah yazılı olduğu gösterildi ve o da Ebû Midyen hazretlerinin yanına gitmekten vazgeçti. Şâbî ile görüştü. Ebül-Feth Hindî, onun yanında manevî derecelere kavuştu. Ahmed Tebâsî de, büyük velî Şâbînin hizmetinde ve sohbetinde bulunması sebebiyle, üstün hâllere ve derecelere kavuştu...
Bu mübarek zat buyurdu ki: Açlığın faydaları husûsunda, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Çok yemek ve içmekle kalbi öldürmeyin. Çünkü kalb, ekine ve tohuma benzer. Su çok olursa çürür.
Yine buyurdu ki: İnsanoğlu, midesinden kötü ve bozuk bir kap doldurmamıştır. İnsana yemek için birkaç lokma yetişir. Bu da sulbünü devam ettirir. Eğer bunu yapamıyorsa, midesinin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini hava ile doldurmalıdır.
Talebelerinden Mesûd Sanhâcî onun hakkında dedi ki: Sevenlerinden biri, yabancı bir kadına baktı. Sonra da onun meclisine gitti. Hocam Tebâsî buyurdu ki: Aramıza gelenlerden birinin, gözleriyle günah işlemiş olduğu anlaşılıyor. Daha sonra o kişi suçunu itirâf etti. Tövbe ve istiğfarda bulundu...

GÜNAHKÂRI HEMEN TANIRDI!..
Ahmed Tebâsî hazretlerinin keşf ve kerâmetleri çok olup, suç ve günah işleyeni derhâl tanırdı. Ayrıca huzûruna gelen kimsenin arzusunu, daha o söylemeden, Allahü teâlânın izniyle bilirdi.
Yine talebesi Mesûd bin Muhammed Sanhâcî anlatır: Bir gece Ebül-Kâsım ismindeki arkadaşımla bir meseleyi müzâkere ettik. Sabah olduğunda da, hocamın huzûruna gittik. Bize dönüp, akşamki meselenin cevâbı şöyledir buyurdu...
Ahmed Tebâsî hazretlerinin vefâtında, sağ yanağına nûrânî bir kalemle; Rahimehullah (Allahü teâlâ rahmet etsin), sol yanağında da Celâl yazılı olduğu görüldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tecvîd ve kırâat üstâdı Muhyiddîn Niksârî</label>
Muhyiddîn Niksârî, Osmanlı devri âlimlerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 901 (m. 1460) senesinde İstanbulda vefât etti. Şeyh Vefâ türbesi yanına defnedildi... PADİŞAH DERSİNE GELİRDİMuhyiddîn Niksârî, küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ezberledi, önce Molla Hüsâmeddîn-i Tokâdîden, sonra Fenârî-zâde Yûsuf Bâli ve Molla Yegândan dînî ve Arabî ilimleri öğrendi. Tecvîd ve kırâatta üstâd oldu. Fen ilimlerini Kâdı-zâde-i Rûmînin talebesi, büyük âlim Molla Fethullah Şirvânîden tahsil etti...
İsfendiyaroğlu İsmâil Bey, Kastamonuda yaptırdığı medreseyi Molla Muhyiddîn Niksârîye verdi. Muhyiddîn Niksârî, bir süre burada ders okuttu. Sultan İkinci Bâyezîd Hân tahta geçince onu İstanbula getirtti...
Bu mübarek zat, cuma günleri tefsîr dersleri verirdi. Bazen Ayasofya Câmiinde, bazen de yeni yaptırılan Sultan Bâyezîd Câmiinde vaaz verdi ve tefsîr de okuttu. Ayasofyadaki tefsîr derslerinde Sultan İkinci Bâyezîd Hân da hâzır bulunurdu.
Bir vaazında buyurdu ki:
Allahü teâlânın rızâsı, dînine bağlı olan ana-babanın rızâsında; Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şeriflerinde buyurdu ki: Cennet, ana-babanın ayağı altındadır. Yanî, sana dînini, îmânını öğreten ananın babanın rızâsındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: Yâ Mûsâ! Ana-babasını razı eden, beni razı etmiş olur. Ana-babasını razı edip bana âsî olan kimseyi dahî iyilerden sayarım. Ana-babasına âsî olan, bana mutî olsa bile, onu fenâlar tarafına ilhâk ederim.
Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızâsını almaya çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al!

DUÂM KABUL OLDU...
Muhyiddîn Niksârî hazretleri, câmide Kurân-ı kerîmin tefsîrini tamamlayınca, talebelerine ve cemâate dönüp şöyle buyurdu: Allahü teâlâdan Kurân-ı kerîmin tefsîrini okutma işini tamamlamam için bana mühlet vermesini niyaz etmiştim. Allahü teâlâya hamdü senalar olsun ki, duâm kabûl oldu, dersimi tamamladım. Şimdi duâm odur ki, ömrüm îmân ile son bulsun. Son nefesimde Kelime-i şehâdeti söyleyerek rûhumu teslim edeyim.
Sonra gönülden duâda bulundu. Orada bulunanlar hep bir ağızdan âmin dediler. Muhyiddîn Niksârî, evine varınca hastalandı ve vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve hadîs âlimi İmâm-ül-Haremeyn</label>
İmâm-ül-Haremeyn Cüveynî, Şafiî mezhebinde meşhur fıkıh ve hadîs, âlimidir. 419 (m. 1028) senesinde Horasanda Nişâbûr şehrinin Cüveyn nahiyesinde doğdu. 478 (m. 1085) de Nişâbûrda vefât etti... İLK DERSİ BABASINDAN ALDICüveynînin ilk hocası, zamanın büyük âlimlerinden olan babası Abdullah bin Yûsuftu. Ondan temel din ve âlet ilimlerini öğrenip, hadîs ve fıkıh ilmini tahsil etti. Ebül-Kâsım Kuşeyri ve daha birçok meşhur âlimden ilim öğrendi. Daha tahsili sırasında yüz cild eseri okuyup mütâlâa etti. O, ilmin her dalında öğrenmesi mümkün olduğu kadar öğrenmiş ve bu hususta çalışmıştır.
İmâm-ül-Haremeyn, henüz yirmi yaşına girmek üzere iken, babası vefât etmiş, kendisi de onun yerine müderris olmuştur. Bir taraftan yüzlerce talebeye ders veriyor, bir taraftan da kendi ilmini arttırmak için Beyhakıyye Medresesine giderek, büyük âlim Ebül-Kâsım Kuşeyrinin derslerine devam ediyordu. Daha sonra oradan ayrılıp; önce Samarraya, sonra da Bağdada giderek, oranın âlimleri ile sohbet etti. Zamanla şöhreti her tarafa yayıldı. Sonra Hicaza giderek, Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverede dört sene kaldı, ilim ve ibâdetle meşgul oldu. Kendisine, İmâm-ül-Haremeyn yanî Mekke ve Medinenin imâmı, Mekke ve Medinenin en büyük âlimi unvânı verildi. Nihayet Alp Arslan Selçuklu devletine sultân olunca, âlimlere çok kıymet veren Nizâm-ül-mülkü vezir tayîn etti. Nizâm-ül-mülkün daveti üzerine İmâm-ül-Haremeyn, Nişâbûra döndü. Nişâbûrdaki Nizamiye Medresesi müderrisliğine getirildi...

AYNI MEDRESEDE OTUZ SENE...
Zamanın hükümdar ve devlet ricalinden büyük hürmet gören İmâm-ül-Haremeyn, o muazzam ilim müessesesinde, otuz sene kadar ilim yaymaya muvaffak oldu. Ders verdiği otuz yıl boyunca, bir kısmı meşhur âlim ve devlet adamı olmak üzere, her gün dersine gelen talebe sayısı üç yüzden aşağı düşmezdi...
İmâm-ül-Haremeyn ömrünün sonuna doğru sarılık hastalığına tutuldu. Bu hastalık sebebiyle bir müddet derslerine ara verdi. Sonra iyileşip ders vermeye devam etti. Bir müddet sonra tekrar hastalanıp, hararet sebebiyle zayıf düştü. Nişâbûra yakın bir köy olan Bestakana tebdîl-i hava için gitti. Burası, havası serin, suyu tatlı bir yerdi ancak hastalıktan kurtulamayıp, orada vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Ebû Abdullah Kureşî</label>
Ebû Abdullah Kureşî hazretleri Hazreti Hasanın soyundan olup Şerîftir. Bu mübarek cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Namaz vakitlerinde hastalığı tamamen yok olur, namazdan sonra tekrar bedeninde görülürdü... BENİ O ZATLA EVLENDİRİR MİSİN?Kureşî hazretlerinin sevdiklerinden bir kimse vardı. Kızı bir gün dedi ki: Babacığım, beni Abdullah Kureşî ile evlendirir misin? Adamcağız şaşırdı. Çünkü, hangi kız cüzzamlı biriyle evlenmeye razı olabilirdi! Hemen Abdullah Kureşînin yanına gitti ve durumu arz etti. O da kabul etti. Kadı hemen nikâhlarını kıydı...
Kızı, Abdullah Kureşînin yanına girmesi için hazırladılar. Herkes evden ayrıldı. Evde yalnız kaldıklarında, Abdullah Kureşî önce banyoya girdi. Çıktığı zaman, uzun boylu ve yakışıklı bir suret almıştı. Üzerinde güzel bir elbise vardı. Kız onu tanımayarak hemen örtündü. Abdullah Kureşî Örtünme, ben senin zevcin Abdullahım deyince kız, Sen o değilsin dedi. Bunun üzerine Abdullah Kureşî Yemîn ederim ki, ben Kureşîyim deyince, kız inandı ve Peki bu ne hâldir? diye sordu. Abdullah Kureşî, Bundan sonra, seninle olduğum zaman böyle kalacağım. Ama başkaları ile beraber olunca, öbür şeklimle (yanî cüzzamlı) olacağım. Fakat bu durumu, ben ölünceye kadar kimseye söyleme dedi. Bunun üzerine kızcağız Kimseye söylemeyeceğime söz veriyorum, istersen benim yanımda dururken de cüzzamlı olarak kalabilirsin dedi. Mübarek, onun kendisiyle ne maksatla evlendiğini anlayarak Allahü teâlâ sana bolca hayırlar ihsân etsin diye duâ etti. Hanımı bu durumu, Abdullah Kureşî hazretleri ölünceye kadar kimseye anlatmadı...

AFİYET VE HASTALIK ELBİSESİ!..
Abdullah Kureşî hazretlerinin, vefâtına yakın gözleri görmez oldu. Hanımının yanına girince cüzzam hastalığından kurtulduğu gibi, gözleri de açılıyordu. Bir gün gözleri açılmış, vücûdu cüzzam hastalığından kurtulmuş bir hâlde, gümüş gibi bembeyaz bir tenle dostlarının yanına girdi. Onlar Abdullah Kureşînin bu hâline çok şaşırdılar ve Bu hâl ne? diye sormaktan kendilerini alamadılar. Bunun üzerine Abdullah Kureşî, Allahü teâlâ bana önce afiyet elbisesini giydirdi. Sonra beni imtihan etmek için hastalık elbisesini giydirdi. Şimdi de gördüğünüz gibi, yine afiyet elbisesini giymiş bulunuyorum diye izah etti. Bunları söyledikten kısa bir zaman sonra vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ba'lebek müftîsi Muhammed Tâcî</label>
Muhammed Tâcî, Hânefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. İlk dersi babasından aldı ve daha sonra birçok âlimden ilim öğrendi. Bu âlimlerin çoğundan icâzet aldı. İlim ve evliyâlıkta yetişip, kemâle geldikten sonra, doğup büyüdüğü Balebek şehrinin müftîsi oldu. FETÂVÂ-İ TÂCÎYYENİN MÜELLİFİKendilerine Ulemâ-i muhakkikîn denilen büyük âlimlerin önde gelenlerinden olan Muhammed Tâcî, ilim ve fazîlette, bulunduğu memlekette zamânının bir tânesi idi... Bu faziletli müftî, her taraftan gelen suâllere cevaplar verirdi. Fetvâlarını toplayarak, Fetâvâ-i Tâcîyye ismindeki fetvâ kitabını telîf etti. Bu eserinde buyuruyor ki:
İmâm-ı azam Ebû Hanîfe İsm-i azamın Allah lafza-i celali olduğunu söylemiştir. Tasavvuf büyüklerinin ve âriflerin ekserisi bunu kabûl eder. Çünkü onlara göre, makam sâhibini, sırf ismi ile zikrin fevkinde bir zikr yoktur. Nitekim Allahü teâlâ, Resûlüne Enâm sûresinin doksanbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyuruyor: Yahudiler, Allahın kadrini gereği gibi tanıyâmadılar. Çünkü; Allah hiçbir insana, hiçbir şey indirmedi dediler. (Vahyi ve kitâpları inkâr ettiler.) Onlara de ki: Mûsânın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de parça parça kâğıtlar hâline koyup (işinize geleni) açıkladığınız; fakat çoğunu gizlediğiniz o kitabı kim indirdi? Sizin bilmediğiniz ve atalarınızın da bilmediği şeyler, size (Peygamber diliyle Kurânda) öğretilmiştir. Ey Resûlüm, sen, Allah (o kitabı indirdi) de. Sonra onları bırak daldıkları batakta oynaya dursunlar...

HİCRETE KARAR VERMİŞTİ Kİ!..
Bu mübarek zat, bulunduğu beldeden ayrılıp, muhâcir olarak Trablusşam taraflarına gitmeye ve orada yerleşmeye niyet etti. Buna karar verdiği gecenin sabahında namazdan sonra Sahîh-i Buhârîden bir kısım okumak için ev halkı ile beraber oturmuşlardı. Henüz okumaya başlamamıştı ki, kapı hafifçe aralandı. Kapının aralığından bir tüfek görüldü. Tüfeğin patlamasıyla, tüfekten çıkan merminin Muhammed Tâcînin kalbine saplanması bir oldu. Mübarek, can havliyle; Yâ Latif diye bağırdı. Böylece son sözü, Esmâ-i hüsnâ denilen, Allahü teâlânın doksandokuz ism-i şerîfinden biri olan bu güzel kelimeyi (ismi) söylemek oldu. Katilinin kim olduğu bulunamadı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük fıkıh âlimi Abdullah Yâfiî</label>

Büyük âlim Abdullah Yâfiî hazretleri, kendisi anlatır: Bir zamanlar ilmi bırakmak ve hep ibâdetle meşgûl olmak istedim. Bu düşüncem, üzüntü hâlini aldı. Bu sırada, o zamana kadar okumadığım bir kitaptan bir yer açtım. Şu beyitler ile karşılaştım: ONDAN YÜZ DÖNDÜRME!
Üzüntülerini at, işini kazâya bırak,
Bazan darlık açılır, bazan dar olur fezâ
Sıkıntının ardından bakarsın gelir rızâ,
Bir hâlle sevinirsin, mâziyi unutturur,
Allah dilediğini yapar, sen Ondan yüz döndürme...
Bunu okuyunca rahatladım. Allahü teâlâ kalbimi ilme karşı genişletti. Bu sebeple Mekke-i mükerremeye gittim. Orada bir müddet ilim öğrendim...
Mekkede yaşayan sâliha hanımlardan birisi, Resûl-i ekremi (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyâsında gördü. Rüyâsını şöyle anlattı: Fahr-i âlem efendimiz, Abdullah Yâfiînin kapısının önünde duruyor idi. Sonra; Ey Yâfiî! Allahü teâlâya karşı sana ben kefîlim buyurdu ve bunu üç sefer tekrarladı. Sonra Resûl-i ekrem, eli ile İmâm-ı Yâfiînin evinin önünü işâret ediyordu. Evin önünde fakîrlerden bir cemâat bulunuyor ve ondan yiyecek bir şey istiyorlardı...

SEN ONU GÖRECEKSİN!
Şeyh Kudât Mecdüddîn-i Şîrâzî şöyle anlatır:
Bir gece rüyâmda Mekke-i mükerremede olduğumu gördüm. Elimde birkaç cüzlük bir hadîs kitabı vardı. Kendi kendime; Mekkede birkaç büyük âlim var, onların yanına gidip bu kitabı okuyayım dedim. O sırada bir ses; O kimselerin Allahü teâlâ katındaki kıymetleri, İmâm-ı Yâfiîden büyük değildir dedi. İçimde bir şüphe uyandı.
Sonra aynı ses; Şam ve Mısırda kadri ve kıymeti ondan daha büyük kimse yoktur dedi. O anda dışarı çıktım. Yoldan geçen birine rüyâmı anlattım. O da; Sen onu göreceksin, güneş gibi olacak ve sonra da vefât edecek dedi. Heyecanla uyandım. Rüyâmın hepsini bir kâğıda yazdım ve tarihi kaydettim. Sonra rüyâmı Kâbede bazı sâlih kimselere anlattım. Onlar bana! İmâm-ı Yâfiî zamânın kutbudur dediler. Kutub olduğu günden yedi gün sonra vefât etti.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri