Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kelâm ve tasavvuf âlimi Muhammed bin Fadl</label>
Muhammed bin Fadl İsferâînî, Tasavvufda derin bir âlim idi. Keşf-ül-esrâr, Beyân-üt-tekal-lüb, Bess-ül-esrâr, Nesâr-ül-kalb ve Usûl adlı eserleri vardır. Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki: EKİLMİŞ YERE EKİN EKİLMEZ!Allahü teâlâya ulaştıran yolda bulunmak istiyorum demek, matlûba eriştirmez. Ondan ve Onun için olan şeylerden başka her şeyden yüz çevirmek ve Ondan başka her şeyden vazgeçmek lâzımdır. Yalnız Ona kavuşturacak şeylere yönelmek lâzımdır ki, bu dâvâsında sâdık olduğu anlaşılsın. Bir kimsenin gönlünde, hem Allahü teâlânın razı olmadığı şeylere muhabbet var, hem de Allahü teâlâya kavuşturan yolda bulunmayı istemek. Bu, o kimsenin sâdık olmadığını gösterir. Eğer sâdık ise, önce o şeylerden boşalması lâzımdır. Çünkü, ekilmiş yere ekin ekilmez ve yazılmış kâğıda tekrar yazı yazılmaz.
Tevekkül; varlığı ve darlığı, Allahü teâlâdan başkasından bilmemektir.
Muhammed bin Fadl İsferâînî, Bağdaddan Horasana giderken hastalandı. Dizanteri hastalığından, garîb ve şehîd olarak Bistamda vefât etti. Bistamda, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin kabri yanına defnedildi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin mescidinde vazîfeli olan zât, rüyâsında Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerini görmüş, Yarın bir kardeşim gelecek, o benim misâfirim olacak buyurmuş. Ertesi gün Muhammed bin Fadl hazretleri hasta olduğu hâlde Bistama geldi. Üç gün hasta olarak orada kaldı ve vefât etti.

BİR MİSAFİRİMİZ GELECEK
Yine Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin tekkesindeki hizmetçi, rüyâsında Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin kablara su doldurduğunu görüp, Efendim müsâade edin ben doldururum deyince, Yarın bir misâfirimiz gelecek, ona ben hizmet etmeyi severim buyurduğunu söylemiştir. Hizmetçi, sabahleyin kalkıp baktım ki, kablar su dolmuştu, sonra Muhammed bin Fadlın cenâzesi getirildi, demiştir.
Bistam hatîbi şöyle anlatmıştır: Muhammed bin Fadlı kabre koymak için kabrine indim. Göğsüm ile kabrin duvarı arasında dört parmak kadar bir mesafe vardı. Kabrin dar olmasına hayret etmiştim. Sonra kabir birdenbire genişledi ve cenâze elimden alınır gibi oldu. Ben kendimden geçtim. Sonra kabirden dışarı çıktım, aklım başımdan gitmişti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Teveccüh ve himmet efendim</label>
İmam-ı Ahmed Rabbani hazretleri, Hindistanda yetişen en büyük veli ve âlim. Silsile-i aliyyenin yirmi üçüncüsüdür. Hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı Müceddid-i elf-i sanidir... Talebelerinden seyyid bir zât şöyle anlatmıştır: TEHLİKELERDEN KORUNMAK İÇİN...İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin birâderi Sürûnç beldesinde idi. Ona bir mektup yazıp huzûruna gelmesini istemişti. Bu mektûbu götürmek için beni vazîfelendirdi. Yola çıkarken selâmetle gitmem için duâ edip Fâtiha okudu ve bana buyurdu ki:
-Yolda Kureyş sûresini çok oku ki, tehlikelerden korunasın. Şayet yolda müşkil bir iş ile karşılaşırsan bizi hatırla!
Gitmek üzere yola çıktım. Yanımda iki kişi daha vardı. Sürûnça iki menzil yolumuz kalmıştı. Fakat önümüzde dehşetli bir çöl vardı. Bu çölde iken bir ara, yanımdakilerden ayrılıp biraz uzağa gittim. Abdest tazeledim ve abdest aldıktan sonra iki rekat namaz kılmak üzere namaza duracaktım. Bu sırada karşıma birdenbire korkunç bir arslan çıkıverdi. Bana doğru yaklaşıyordu. Hemen; Ey hocam! Allahü teâlânın izniyle imdâdıma yetiş, beni bu yırtıcı arslanın pençesinden kurtar! dedim. Daha ben sözümü bitirmeden İmâm-ı Rabbânî hazretleri gözüküverdi. Bana saldırmak üzere olan arslana benden uzaklaşması için eliyle işâret etti. Arslan kaçarak uzaklaşıp gitti...
Bu hâdiseyi yanımda bulunan arkadaşlarım da gördü. Bana; Böyle bir anda imdâdına yetişen bu büyük zât kimdir? dediler. Ben de; İmâm-ı Rabbânî hazretleridir, dedim. Onlar da bu hâdise üzerine, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini çok sevenlerden oldular...

FENÂ VE BEKÂYA KAVUŞTU...
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yüzlerce kerâmeti Zübdet-ül-makâmât, Menâkıb ve Makâmât-ı Ahmediyye-i Saîdiyye ve Hadarât-ül-Kuds gibi onun hakkında yazılan kıymetli kitaplarda kaydedilmiş olup, biri şöyledir:
Mevlânâ Muhammed Yûsuf, zamanının âlimlerinden bir zât idi. Muhammed Bâkî-billah onu tasavvufta yetişmesi, kemâle ermesi için İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetine göndermişti. Mevlânâ Yûsuf henüz kemâle ermeden hastalanmış ve ölümü yaklaşmıştı. İmâm-ı Rabbanî, onu ziyârete gitti. Mevlânâ Yûsuf teveccüh ve himmet istedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, murâkabe ile meşgûl olup, onu Fenâ ve Bekâ makamlarına kavuşturdu. O, bu hasta hâlinde, kalbindeki bu ilerlemeleri görüp, haber verdi. Yolu tamam eyledi ve aynı anda vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İbn-i Makbûl ve Kansu Paşa</label>
İbn-i Makbûl Zeylaî, evliyânın büyüklerindendir. Yemenin Lihye şehrinde doğdu. 1042 (m. 1632) senesinde Lihyede vefât etti. Dedesi Şeyh Ahmed bin Ömer Zeylaînin türbesinin yanına defnedildi... PAŞAYA ŞİKÂYET ETTİLERİbn-i Makbûl Zeylaî, keskin görüş ve fazîlet sâhibi idi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde çok yüksek derecelere kavuştu. Çok kerâmetleri görüldü.
Şöyle anlatılır: Yemende çıkan karışıklıkları bastırmakla görevli Kansu Paşa, Mekkeye gelmişti. İbn-i Makbûl de o sırada Mekke-i mükerremede bulunuyordu. Birisi İbn-i Makbûle iftirâ ederek, Kansu Paşaya şikâyet etti. Lihye ve havâlisinde İbn-i Makbûlün sözü geçerdi. Kansu Paşanın emri ile, İbn-i Makbûl zorla huzûra getirildi. Yanında da bir talebesi vardı. Paşa onları yerlerine oturttu ve birden sustu. Konuşmaya, hareket etmeye gücü kalmadı. Başı eğik vaziyette durdu. Paşanın askerleri de aynı şekilde bekliyorlardı... Nihâyet akşam namazı vakti girince İbn-i Makbûl Zeylaî, Paşaya; Ey Kansu! Kalk, akşam namazını kılalım dedi. Paşa, sanki uykudan uyanıyormuş gibi kalktı. Yaptıklarına pişman olup özür diledi, İbn-i Makbûle dönerek; Efendim bir ihtiyâcınız var mı? Derhal yerine getirelim dedi. İbn-i Makbûl Zeylaî; Hiçbir ihtiyâcım yok dedi. Kalbi incinmişti. Çok celâlli idi. Paşanın yanından çıkınca birlikte geldiği talebesine; Zannediyorum, sen Paşadan korktun deyince talebe; Evet korktum dedi. Bunun üzerine İbn-i Makbûl; Vallahi Paşanın yanına girer girmez bana, o ve askeri hakkında tasarruf yetkisi verildi dedi. Yakında yapacağı bir savaşta Kansu Paşanın yenileceğini söyledi. Çok geçmeden Kansu Paşa ve ordusu, bir savaşta darmadağın olup yenildiler...

BENİM İÇİN ENDİŞE ETME!
Yine şöyle anlatılır: İbn-i Makbûl, Mekke-i mükerremede çok hastalanmıştı. Yanına talebelerinden birisi girdi. Hocasının hâlini görünce çok üzüldü. Artık bu onun ölüm hastalığıdır şeklinde hatırından geçirmişti. Bunun üzerine İbn-i Makbûl talebesine; Benim için endişe etme. Ben Lihyede vefât edeceğim dedi... Bir müddet sonra iyileşen İbn-i Makbûl Lihyeye geldi. Onun gelişi ile Lihye halkı çok sevindiler. Halka; Ben, buraya yakında vefât etmek için geldim dedi. O zaman herkes mahzûn oldu. Nitekim dediği gibi, bir süre sonra vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sadık bir talebe Seyfüddîn Menârî</label>
Seyfüddîn Menârî, Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin en çok sevdiği talebelerinden idi. O da, çok sadık idi, hocası vefât edinceye kadar sohbet ve hizmetinden ayrılmadı... Şâh-ı Nakşibend hazretleri, bu kıymetli talebesine, kendisinden sonra Alâüddîn-i Attâra bağlanmasını işâret etti. O da hocasının vefâtından sonra, Hâce Alâüddînin hizmetine girdi... TASAVVUFTA ESAS...Bu mübarek zatın da, mübarek hocaları gibi kıymetli sohbetleri vardır. Buyurdu ki:
Tasavvufta esas, hazır ve uyanık bir kalb ile devamlı zikirdir. Bunun için zikrin hakîkati, her şeyi unutarak Allahü teâlâyı anmaktır. Yanî her şeyi Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır.
Sâdık talebelerin, şu üç edebe uymaları mecbûriyeti vardır. Hocasına makbûl sayılacak ne hizmet yapsa, bundan dolayı asla gurûra düşmemeli, nefse pay çıkarmamalıdır. Kendisinden makbûl olmayan bir iş zuhur etse, ümitsizliğe düşmemeli, ayrılmayı asla aklına getirmemelidir. Hocasının verdiği emri muhakeme ve münâkaşa etmeden yerine getirmek için canla başla gayret etmelidir.
Resûlullah efendimiz, Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu bildirdi: (Ben kulumun, beni zannına göreyim. Kulum beni anınca, ben onunla beraber olurum. Eğer kulum beni nefsinde anarsa, ben de onu zâtımda anarım. Eğer beni bir cemâat içerisinde anarsa, ben de onu ondan daha hayırlı bir cemâat [melekler] arasında anarım.)

ÇEKTİĞİNİZ BU ACI NEDİR?
Allahü teâlâ Arâf sûresinin ikiyüzbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen; (Allahtan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese dokunduğu zaman, Allahı ve azâbını düşünürler. Bir de hemen bakarsın ki, onlar doğru yolu bulup şeytanın vesvesesini atmışlardır bile) buyuruyor. Yanî müttekîler, kendilerine şeytandan bir şey isâbet edince ve onun vesvesesinin farkına vardıkları zaman, Allahü teâlânın emrini ve yasaklarını hatırlarlar. Doğruyu görüp, şeytanın vesvesesinden uzak kalırlar.
Seyfüddîn Menârî şöyle anlatır:
İlk hocam Hamîdüddîn vefât ederken yanında bulundum. Büyük bir ızdırap içinde idi. Ona dedim ki: Çektiğiniz bu acı ve ızdırap nedir? Tahsil etmeyi bıraktığımızdan dolayı bizleri kötülediğiniz o ilim hazineleriniz nereye gitti? Bunun üzerine; Bizden gönül istiyorlar. Yanî selim kalb istiyorlar. Bizde ise ondan eser yok. Izdırâbım bundandır dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mahşî bin Humeyr Abdürrahmân bin Sâbit</label>
İslam ordusu Tebük Seferine çıkmıştı... Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma, Yarın kuşluk vaktinde Tebüke ulaşacaksınız. Ben gelmeyince kimse elini suya dokunmasın! buyurdu. Mücahidler oraya varınca gördüler ki, suyu gâyet az akan bir çeşme vardı. Suya hiç el sürmediler... BÜTÜN ORDU KANA KANA İÇTİ
Nihayet Resûlullah efendimiz teşrif etti. Çeşmenin suyu ile mübârek ellerini ve yüzünü yıkadı. O ânda çeşmenin suyu çoğaldı ve coşarak akmaya başladı. Bütün ordu istediği kadar su aldı...
Bir konaklama yerinde, Resûlullah efendimizin devesi kayboldu. Münâfıklardan birisi, Muhammed peygamber olduğunu sanır ve size göklerden haber verir. Fekat kendi devesinin nerede olduğunu bilmez dedi. O münâfığın sözlerini Resûlullah efendimize söylediler. Buyurdu ki: Ben ancak Allahü teâlânın bildirdiği şeyleri bilirim. Şu ânda Rabbim bana devemin falan derede yuları bir ağaca sarılmış olduğunu bildirdi buyurdu. Gidip deveyi o vâdîde yuları bir ağaca sarılmış hâlde buldular...
Resûlullah efendimiz Tebük gazâsına çıktığında, münâfıklardan bir grub da orduya katılmıştı. Onlardan biri de Vedia bin Sâbit idi. Bir diğeri ise Eşcadan Mahşî bin Humeyr idi. Münâfıklar kendi aralarında ordunun içinde şöyle konuşuyorlardı: Müslümânlar Benî Asfar ile yapacakları gazâyı diğerleriyle yaptıkları gazâ gibi olacak zannediyorlar! Göreceksiniz yârın Müslümânları nasıl esîr edip iplere dizerler!..
Bu konuşmalar sırasında Mahşî bin Humeyr, Vallahi her birimize yüz değnek vursalar da, yeter ki hakkımızda Kurân âyeti nâzil olmasa dedi.
Onlar böyle konuşurken Resûlullah efendimiz, Ammâr bin Yâser hazretlerine Git ordunun arasında birbiriyle konuşanları bul ve ne konuştuklarını sor. Eğer inkâr ederlerse, siz şöyle şöyle konuştunuz diye söyle buyurdu.

MÜNÂFIKTI, TERTEMİZ MÜMİN OLDU
Ammâr bin Yâser radıyallahü anh gidip, o sözleri onlara söyledi. Bunun üzerine hepsi özür dilediler ve Resûlullah efendimizin huzûruna geldiler. Onlardan Vedia bin Sâbit, Yâ Resûlallah! Biz her türlü söze daldık. Maskaraca boş sözler söyledik dedi.
Mahşî bin Humeyr ise Benim ve babamın ismi bunların arasında anılmasın diyerek afv edilmesini istedi. Afv edildi ve Abdürrahmân ismi verildi. Sonra Allahü teâlâya duâ edip, kimsenin bilmediği tenhâ bir yerde şehîd olmayı diledi. Yemâme savaşında şehîd oldu ve ondan bir dahâ haber alınamadı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Şehîd işte budur! Ben buna şâhidim</label>
Dün bir nebze bahsettiğimiz gibi, müşriklerin elinde esir olan Velîd bin Velîd (radıyallahü anh) Resûlullah Efendimizin duâsı bereketiyle bir fırsatını bulup, Mekkede bağlı bulunduğu hapishaneden kaçıp Medineye geldi. Doğruca Peygamber efendimizin huzuruna vardı... ONLARI KİM KURTARIR?Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz onu bağırlarına bastıktan sonra, hapis arkadaşları Iyaş bin Rebîa ile Selleme bin Hişamın halini sordu. İki arkadaşının şiddetli azâb ve işkenceler altında kıvrandıklarını söyledi...
Resûlullah Efendimiz onların hâline çok üzülüp, kurtarılma çarelerini aradı. Kimin kurtarabileceğini sorunca, senelerce işkence altında kalmasına rağmen, Velîd bin Velîd hazretleri, büyük bir cesâret ve aşkla, Yâ Resûlallah! Onları ben kurtarıp, size getiririm dedi. Tekrar Mekkeye geldi. Mazlûmlar, tavansız bir binada hapisti. Geceleyin, ölümü de göze alarak büyük bir cesâretle duvardan sıyrılıp, onların yanına vardı. İmân etmekten gayri bir suçları olmayan iki mazlûm, müşriklerce bir taşa bağlanıp; Arabistanın çöl havasındaki yakıcı sıcaklığında her türlü zulme uğratılıyordu...
Arkadaşlarını kurtarıp, devesine bindirdi. Kendisi de yayan, yalın ayak Medine-i Münevvereye çok sevdiği Resûlullahın yanına bir an önce varmak için yola çıktı. Onu çölün kavurucu sıcağı yakmıyor da, Resûlullah Efendimize kavuşmak aşkı yakıyordu...

BÜYÜK MÜJDEYE KAVUŞTU...
Medineye aç, susuz, yalın ayak üç günde geldi. Parmakları taşların tahribatından parça parça olmuştu. Velîd bin Velîd hazretleri, kan revan içinde maşuku Resûlullah Efendimizi görünce, aşkından kendinden geçti. Rûhunu oracıkta Hakka teslim etti. Resûlullah Efendimiz bu hâli görünce Eshâb-ı kirâma karşı: Şehîd işte budur. Ben buna şâhidim buyurdu.
Bu müjdenin ardından annesi Lübâbeyi (radıyallahü anha) teselli ederken de Resûlullah Efendimiz şu âyet-i kerîmeyi okudu;
Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. Ey insan! İşte bu senin öteden beri kaçtığın şeydir.
Müslüman olmasıyla müşriklerin dayanılmaz zulümlerine uğrayan Velîd bin Velîd hazretleri, senelerce sıkıntılara katlanarak Resûlullah Efendimizi görmesiyle de rûhunu teslim ederek kavuştuğu nimet, müjde, çok büyüktür...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Velîd bin Velîd (radıyallahü anh)</label>
Velîd bin Velîd, Eshâb-ı kirâmdandır. Medinede h. 8 (m. 629) senesinde vefât etti. Bedir gazâsında müşriklerin safında harbe katıldı. Müşrikler bu harpte yenilince, Onu Abdullah bin Cahş esir aldı. Medine-i Münevvereye getirdi. Kardeşlerinden henüz müşrik olan Hâlid bin Velîd ile Hişam bin Velîd, Onu esâretten kurtarmak üzere Medineye geldiler... KURTULUŞ AKÇESİ OLARAK...
Abdullah bin Cahş (radıyallahü anh) fidye-i necât (kurtuluş akçesi) istedi. Babalarının yüz dinar kıymetindeki kılıcı, zırhı ve miğferi karşılığında anlaştılar...
Kardeşleri, Velîd bin Velîdi esâretten kurtarıp, Mekkeye yola çıktılar. Fakat Velîd, Mekke yolu üzerinde Medineye dört mil mesafedeki Zül-Huleyfede onlardan ayrılıp, Resûlullah Efendimizin yanına döndü. İmân edip, Eshâb-ı kirâmdan oldu...
***
Hazreti Velîd, Müslüman olduktan bir müddet sonra Mekkeye kardeşlerinin yanına gelmişti. O Zaman Hâlid bin Velîd, Madem, Müslüman olacaktın. Kurtuluş fidyesi ödemeden olsaydın? Babamızdan kalan hâtırayı elimizden çıkardın. Niçin böyle yaptın? diye sorunca, ona, Kureyşlilerin esârete dayanamadı da Muhammede tâbi oldu demelerinden korktum cevabını verdi...
Kardeşleri Onu Mahzum oğullarından bazı Müslümanlarla, Iyaş bin Ebî Rebîa ve Selleme bin Hişamın (radıyallahü anh) yanına hapsettiler. İmân ettiği için senelerce hapis yattı. İslâmiyetin azılı düşmanlarından amcası Hişâm ile müşrik akrabalarından çok zulüm ve işkence gördü. Resûlullah Efendimiz müşriklerin zulmüne uğrayan Iyaş bin Ebî Rebîa ile Ebû Selleme bin Hişâm ve kendisi için şöyle duâ ettiler.

HAPİSHANEDEN KAÇTI...
İlâhî! Velîd bin el-Velîdi, Selleme bin Hişâm, Iyaş bin Ebî Rebîayı (küffâr elinde bunalıp) zaif (ve aciz) görülen diğer müminleri kurtar. İlâhî! Mudarı (Kureyş) daha beter (çok kötü) çiğne. Bu yılları Yûsufun yıllarına benzet.
Velîd (radıyallahü anh) Resûlullah Efendimizin duâsı bereketiyle bir fırsatını bulup, bağlı bulunduğu yerden kaçtı. Medine-i Münevvereye gelip, Resûlullah Efendimiz ile buluştu...
Velîd bin Velîd hazretlerinin, Mekkeye tekrar gidip, hapis arkadaşlarını nasıl kurtardığını ve Peygamber efendimiz tarafından övülen şehadetini de yarın anlatalım inşallah...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dil ve gramer âlimi Halil bin Ahmed</label>
Halil bin Ahmed, İslâmiyetten önce, ileri seviyede kullanılan arûzu sistemli bir hâle getirip, İlm-i Arûz denmesine sebeb olmuş bir âlimdir...Halil bin Ahmed ile yine edebiyatçı biri olan Abdullah bin Mukaffâ, bir gece bir araya gelmişlerdi. Sabaha kadar sohbet ettiler. Birbirinden ayrıldıkları zaman Halil bin Ahmede, İbn-i Mukaffâyı nasıl buldun? dediklerinde:
İLMİ AKLINDAN ÇOK BİRİSİ
Onu, ilmi aklından çok birisi olarak gördüm dedi.
Abdullah bin Mukaffâya Onu nasıl bulduğu sorulunca,
Onu, aklı ilminden daha çok birisi olarak gördüm dedi.
Ondan şöyle bir şiir rivâyet edilir. Fakat kendisi için mi yoksa başkası için mi söylediği bildirilmemiştir.
Bana diyorlar ki: Bütün dostların sana yakınlar. Fakat sen yine de üzgünsün. Bu, hayret edilecek bir şey. Ben de onlara, (Kalbler arasında yakınlık olmadıktan sonra, dostlar da, evleri de yakın olsa neye yarar) diye cevap verdim diyor.
Yine ondan şöyle naklederler: Birisine arûz öğretmek için gidip gelirdim. Fakat, anlayışı kıt birisi idi. Bir müddet bu derse devam ettik. Hiçbir şey elde edemedi. Ona bir gün dedim ki, Şu beyti takti yap, yani, münâsip vezne göre onu parçala dedim. Beyt şu idi. İzâ lem testeti şeyen fe dehu ve câvizhu ilâ mâ testetîu. Manası: (Eğer, bir şey elde edemedinse, bunu artık bırak. Gücünün yeteceği, elde edebileceğin bir işi yap) idi. Bu şahıs, benim de yardımımla, bildiği kadar bir şeyler yaptı. Sonra kalkıp gitti. Bir daha bana gelmedi. Fakat ben, anlayış ve zekâsının çok az olmasına rağmen, benim o beyti ona verip, uygun olan arûz kalıbını buna tatbik et dememdeki maksadı anlayıp, bir daha gelmemesine çok hayret ettim. Çünkü ben, o şiirle bu işi yapamıyorsan, anlayamıyorsan, arûz okumayı bırak, demek istemiştim. O da, bu gizli maksadı anlayıp, gelmedi, dedi.

O KADAR DALMIŞTI Kİ...
Vefatı için şöyle anlatılır:
Mescide girmişti. Bir mesele üzerinde düşünüyordu. O kadar dalmıştı ki, artık çevresiyle ilgisi kesilmişti. Bu sırada bir direğe çarptı. Fakat hâlâ farkında değildi. Ancak bir müddet sonra sırtüstü yere düşüp vefat etti. (Bir rivâyete göre vefâtı, arûz bahri ile takti yaparken, olmuştur.)
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Horasan âlimlerinden Ebü'l-Kâsım el-Mukrî</label>
Ebül-Kâsım el-Mukrî, evliyânın büyüklerindendir. Horasan âlimlerinden idi. Yüksek haller sahibi şerefli, himmet sahibi, zamanının bir tanesi idi. 378 yılında Nişâbûrda vefât etti. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: TAKVANIN ASLI İHLASTIRAllahü teâlânın, bir kuluna (îmândan sonra) verdiği nimetlerin en büyüğü takvâdır. Müttekî olan kimse takvâ ile, bütün hayır ve iyilikleri, Allahü teâlâya yaklaşma ve yaklaştırma sebeplerini, yani ibâdetleri ve insanlara doğru yolu göstermeyi kendisinde birleştirir. Takvânın aslı ihlâstır. Hakîkati ise, kendisinden ittika ettiğin (korktuğun) Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirmektir.
Fütüvvet, insanların fazîletlerini, noksanlarıyla beraber kabûl etmektir.
Cömert, ihsân ettiğine muttali olan veya hatırlayan değildir. Cömert verdiğinden utanan, onu az gören, söylemek ve hatırlamaktan sıkılan kimsedir.
Affetmekte kerem şöyledir ki; affettiği kimsenin ayıbını affettikten sonra, bir daha hatırlamamalıdır.
Allahü teâlâya hakkıyla âşık olanların ciğerleri, Onun rızâsından mahrûm kalmak korkusuyla yanıp erir.
Kalbin yaşaması, kendisinde ölüm (ve yokluk) olmayan Allahü teâlâyı devamlı hatırlamasıdır. Güzel yaşamak ise, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, Allahü teâlâ ile beraber olmaktır.

İLMİN EN FAYDALISI....
İlmin en faydalısı, Allahü teâlânın emirlerini ve nehiylerini, vadlerini, vaidlerini (tehditlerini), sevâblarını ve ikablarını (cezalarını) bilmektir. İlimlerin en üstünü de; Allahü teâlâyı, sıfatlarını ve isimlerini bilmektir.
Günahkâr ve fâsık insanlarla bulunmak vahşettir. Onlara rağbet ve muhabbet ahmaklıktır. Onlara yakınlık ise âcizliktir. Onlara itimâd, gevşeklik ve neticesi de kaybetmektir. Allahü teâlâ bir kulunun hayrını dilerse, onun dostluğunu ve yakınlığını kendisi ile ve zikriyle yapar. Yani, o kimse Allahü teâlâya dost olur ve onun zikriyle meşgûl olur. Ona tevekkül eder. O kimsenin, günahkârlara olan düşüncesini zayıflatır ve onlara itimâdını kaldırır.
Ebül-Kâsım el-Mukrî hazretleri vefatından evvel hasta yatağında iken şu şiiri söylemiştir:
Ey Allahım, kurtar beni bu sıkıntıdan/Benim bugün tek ümidim sensin/Ben iyice eridim bu hastalıktan/İlâcım yok, devâm yalnız sensin/İlâcım senin rahmetindir/Şifâm sana kavuşmaktır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasen bin Ali Berbehârî</label>
Hasen bin Ali Berbehârî (Ebû Muhammed) Ehl-i sünnet itikâdının yayılması için çok hizmet eden bir âlimdir. Bidat ve bidat ehline (Peygamber efendimiz zamanında ve Onun dört halîfesi zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan sözleri, yazıları, usûlleri ve işleri ibâdet olarak inananlara, yapanlara ve yaptıranlara) karşı sert tutumu sebebiyle Bağdâddan Basraya sürülmüş, daha sonra tekrar Bağdâda dönmüştür. BİDAT EHLİ AKREP GİBİDİR!..Buyurdu ki: Bidat ehli olanlar, başlarını ve vücûdlarını toprakta gizleyip, kuyruklarını açıkta tutan ve yaklaşanı sokan akrepler gibidirler. İnsanlar arasında gizlenmiştirler, yanlarına yaklaşanı bidate düşürürler, bidat yayarlar.
Ebû Muhammed Berbehârî, evliyânın meşhûrlarından Sehl-i Tüsterînin arkadaşı idi. Ondan şöyle nakletmiştir: Allahü teâlâ dünyâyı yarattı. Dünyâ üzerinde âlimler ve câhiller yarattı. İlmin en faziletlisi, kendisiyle amel edilen ilimdir. İlmin ancak kendisiyle amel olunanı delildir. Amelin doğru olanı hariç, diğer kısmı hebâ olmuştur. Amelin sahih olması için de çok şartlar vardır.
Fudayl bin Iyâd hazretlerinin de şöyle buyurduğunu nakletmiştir: Ehl-i sünnet bir kimseyi görünce, sanki Eshâb-ı kiramdan birini görmüş gibi olurum. Bidat ehli birini gördüğüm zaman da, münâfıklardan birini görmüş gibi olurum.

ÖLÜM ANINDA DUYULAN ÜÇ SÖZ
Muhammed bin Hasen Mukrî şöyle anlatmıştır: Dedem ve ninem bana şöyle anlattılar: Ebû Muhammed Berbehârî ömrünün son günlerinde bir eve çekildi. Bir ay kadar orada kaldı. Sonra vefât etti. Vefât ettiğini görenlerden bir kadın hizmetçisine; git bak cenâzesini yıkamakla kim meşgûl oluyor dedi. Hizmetçi, gördüklerini şöyle anlatmıştır: (Biri gelip, cenâzesini yıkadı. Sonra namazını kıldırdı. Üzerlerinde beyaz ve yeşil elbise olan kalabalık bir cemâat cenâzesinde bulundu. Namaz bitince hiçbiri görünmez oldu.) Vefât ettiği evde defnedildi.
Vefatından evvel yanındakilere son olarak şunları söyledi:
Ölüm ânında üç çeşit söz söylenir: Bazılarına ey Allahın kulu, sana Allahın rızâsını ve cennetini müjdelerim, denir. Bazılarına ey Allahın kulu, sana cezanı çektikten sonra cennete gideceğini müjdelerim denir. Bazılarına da, ey Allahın düşmanı sana Allahü teâlânın gazâbını ve cehennemi bildiririm, denilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehid âlim İbn-ül-Furâdî</label>
Kadı Ebül-Velîd İbn-ül-Furâdî, hadîs, târih, edebiyat, neseb ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimidir. 351 (m. 962) yılında Kurtubada doğdu. 403 (m. 1012) yılında şehîd edildi... LİM İÇİN YOLLARA DÜŞTÜ...Kurtubada ilmin zirveye çıktığı bir zamanda doğan Ebül-Velîd İbn-ül-Furâdî, yüksek din ilimlerine temel olan din ve âlet (yardımcı) ilimlerini öğrendikten sonra, memleketindeki âlimlerin ilminden istifâde etti. Kayrevan ve Mehdiyye gibi Afrikiyye (Tunus) şehirlerine giderek, meşhur âlimlerin derslerine iştirak etti...
Yüz binden fazla hadîs-i şerîfi râvîleriyle birlikte ezberden bilirdi. Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinin inceliklerine vâkıftı. İlim tahsilinden memleketine dönüşünde, Endülüsün doğusunda bir şehir olan Valenciaya kadı tayin edildi. Keskin zekâsı, üstün görüşü, geniş bilgisi ve eşsiz gayretiyle, kendisine gelen dâvâları hemen sonuçlandırır, insanların huzur içinde yaşamalarına çalışırdı. Nasihatleri tesir eder, doğru yola davetine icabet edilirdi...
Bu mübarek zat, hep Allahü teâlâdan, kendisine şehidlik nasîb etmesini isterdi. Zamanında Kurtubada Berberî fitnesi tâbir edilen iç çatışmalar meydana geldi. Kurtuba isyâncıların elinden kurtarıldığı gün, evinde bir Berberi tarafından şehîd edildi. Cenazesi üç gün evinde kaldı. Daha sonra gizlice Mümerre mezarlığına defnedildi.
İbn-ül-Furâdî, kendisi anlatır:
Hac için Mekke-i mükerremeye gittiğim zaman, Kâbe-i muazzamanın örtüsünü öpüp, Allahü teâlâdan bana şehidlik nasîb etmesini diledim. Oradan ayrılınca, öldürülmek korkusu içimi kapladı. Söylediklerimden pişmanlık duydum. Geri dönüp, Allahü teâlâdan dînine hizmet etmem için uzun ömür vermesini ve sonunda şehidlik nasîb etmesini istedim!

ENDÜLÜSTE KADILIK YAPTI
Bu hâdiseden sonra uzun bir zaman geçti. Endülüste senelerce kadılık yaptı. Kurtubanın âsîlerin elinden kurtarıldığı gün şehîd edildi.
Talebelerinden Ebû Muhammed Ali bin Ahmede, onu vefat edenler arasında gören bir kimse şöyle anlattı:
İbn-ül-Furâdî, yaralı bir hâlde, zor duyulur bir sesle Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet gününde yaralarından kan akarak, rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olduğu hâlde gelir. Allahü teâlâ kendi yolunda yaralananları en iyi bilendir buyurduğunu söylüyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasan-ı Basrî ve bir vezirin oğlu</label>
Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden olan Hasan-ı Basrî hazretleri, bir gün arkadaşlarıyla birlikte yolda giderken vezirlerden birinin oğlu ile karşılaşır. Delikanlı, yağız atının üzerine kurulmuş, beraberinde de hizmetçileri, bütün ihtişamıyla yoluna devam etmektedir. Hasan-ı Basrî hazretleri yolun ortasında durarak gence şöyle seslenir: ŞU İKİ SÖZÜ SATMAK İSTİYORUMEy vezir oğlu! Sizler her şeyi mal ve para ile değerlendirirsiniz. Size şu iki sözü satmak istiyorum, alır mısın? Bu sözler sizi aydınlık Allah yoluna sokacaktır. Vezirin genç oğlu, Peki kaça satacaksınız? deyince Hasan-ı Basrî, Birincisini bir, ikincisini de iki gümüş para karşılığında der. Genç de Tamam deyince ilk sözünü söyler:
Ey vezir oğlu! Senin evin var mı? diye sorar. Var cevabını alınca da, Kendin mi yaptırdın, yoksa miras mı kaldı? diye sorar. Delikanlı, kendim yaptırdım diye cevap verir. Ne kadar zaman içinde yaptırdın? sorusuna ise, Epey uzun sürdü karşılığını verir. Neden her imkâna sahip olduğun halde çabuk bitirmedin? deyince de, Binanın taşlarını, ağaçlarını taşıyan hayvanlara acıdığım için fazla yük vurdurtmadım, bu sebeple inşaat gecikti der.
Hasan-ı Basrî hazretleri Ey genç! Mademki başkalarının hayvanlarına acıyarak fazla yük taşıtmaya razı olmuyorsun, neden öz nefsine acımayıp da onu dağlar kadar günah yığını altında eziyorsun? buyurur.
Bu sözler vezirin oğlunun üzerinde büyük tesir yapar. Atından inerek Hasan-ı Basri hazretlerinin ellerine kapanır. Ardından da sabırsızlıkla iki gümüşü hemen vereceğim, şu ikinci sözünü de hemen söyle diye yalvarır.

BÖYLE NEREYE GİDİYORSUN?
Hasan-ı Basrî hazretleri ikinci sözünü söylemek için;
Yola koyulmuş böyle nereye gidiyorsunuz? diye sorar. Devlet reisine, bir memuriyet almak için gidiyorum cevabını alınca, Bak en değerli elbiseni giymiş, en enfes kokuları sürünmüşsün. Neden? Çünkü devlet reisi ve maiyetinde çalışanlara karşı mahcup olmak istemiyorsun. Şimdi sana sormak isterim. Yarın ölüp öbür dünyayı boyladığında omuzlarında taşıdığın bu kadar ağır günahlarınla ve kirli alnınla peygamberler ve gerçek müminler arasında Allaha karşı hesap verirken utanmayacak mısın?..
Vezirin genç oğlu hemen Hasan-ı Basrî hazretlerinin ellerine sarılarak Allah diye bir nâra atar ve oracıkta ruhunu teslim eder...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri