Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bu gece benim işim tamamdır!..</label>

İbn-i Hafîf hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. 371 (m. 983) senesinde vefât etti. Allahü teâlâya çok ibâdet ederdi. Bazan bir rekatte onbin İhlâs-ı şerîf okurdu. Genellikle sabahtan akşama kadar bin rekat namaz kılardı, çok sadaka dağıtırdı. Bazan halkın yanına çıkacak elbisesi kalmazdı. Her sene kırk defa riyâzete çekilirdi. Vefât ettiği sene de kırk defa riyâzete çekilmiş, bunların sonuncusunda vefât etmişti... ÖNCE İTİKÂDINI DÜZELT!İbn-i Hafif hazretleri buyurdu ki:
Akıllı olan insan, önce itikâdını düzeltir ve Rabbine ulaşmaya hazırlanır. Niyetini hâlis yapar, işlerini temiz kılar. İbâdetini güzel yapar ve âhiret azığı toplar. Kendisinin başıboş yaratılmadığını bilir...
Sâlih bir insana en zararlı şey, nefsine kolaylık göstermesidir.
Takvâ, seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmandır.
Tevekkül; olan şey ile yetinmek ve olmayan şeye râzı olmaktır.
Îmân, Allahü teâlânın gayba âit bildirdiği bütün şeyleri, kalbin tasdîk etmesidir.
Riyâzet, nefsi hizmetle kırıp, Allahü teâlâya ibâdette gevşeklik göstermesine mâni olmaktır.
Kul, ancak dünyâdan yüz çevirmekle Allahü teâlâya ulaşır.

RENGİN NİYE DEĞİŞTİ?
İbn-i Hafif bir gün şöyle bir hadise anlattı:
Horasanlı bir genç, hacılara yoldaşlık ediyordu. Şirâza geldiği zaman hasta oldu. Yanımızda sâlih bir zât ile hanımı vardı. O genci, bakmaları için onların evine gönderdim. O zât, bir gün ansızın geldi. Rengi değişmiş idi. Bana Allahü teâlâ ecrini yükseltsin. O genç vefât etti deyince, ben ona, Senin rengin niye böyle değişti? diye sordum. Genç dün gece bize, benim yanımdan ayrılmayınız. Bu gece benim işim tamamdır dedi. Ben de evde bulunan yakınıma Gecenin ilk yarısı sen başında bekle, gecenin ikinci yarısı ben bekleyeyim dedim. Nöbet sırası bana geldiğinde seher vaktine kadar gencin durumunu kontrol ettim. Bir ara uyuya kalmışım. Aniden bir ses, Uyuyor musun? Halbuki Allahü teâlâ senin evine, akıl almaz şeyler göndermiştir dedi. Titreyerek uyandım. Evimde birtakım sesler ve muazzam nûrânî bir aydınlık vardı. O genç, son nefesini vermek üzere idi. Elini ayağını uzattım. Genç rûhunu teslim etti diye anlattı. Bunun üzerine o zâta Bunları kimseye söyleme dedim ve sonra techîz ve defin işleriyle uğraştık.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Yahyâ bin Maîn</label>
Yahyâ bin Maîn, meşhûr hadîs âlimidir. 158 (m. 775) senesinde doğup, 233 (m. 847) târihinde 75 yaşında vefât etti. Rivayet ettiği hadis-i şerîfler, muteber kitaplarda yer almaktadır. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: GERİYE GÜNAHLAR KALIR!Mal, helâlden de olsa, haramdan da olsa mutlaka gider. Fakat, haramdan elde edilmiş ise, geriye günahları kalır.
Allahü teâlâdan korkan takvâ sahipleri için, korkulacak bir şey yoktur. Çünkü, onların yemeleri ve içmeleri hep güzel, temiz ve helâldir.
Biz, uzun bir hayat yaşamayı arzu ediyoruz. Halbuki, günlerimiz, nefeslerimizle, göz açıp kapamalarımızla akıp gidiyor.
Kişinin alın teri ile, bileğinin kuvveti ile kazanması ve konuşurken, sözünün güzel olması ne güzeldir.
Kitâb-üt-târihinde bildirdiği hadîs-i şeriflerden bazıları:
Ümmü Ferve rivâyet etti. Resûlullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) en fazîletli amel nedir? diye sorulduğunda İlk vaktinde kılınan namazdır buyurdular.
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) rivâyet etti. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Allahü teâlâ şöyle buyurdu: Kibriyâ ridâm, azamet izârım mesâbesindedir. Bu husûsta bana ortaklık etmek isteyenleri Cehenneme atarım.
Abdullah bin Amr (radıyallahü anh) rivâyet etti. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: Babasını râzı eden, Allahü teâlâyı râzı etmiş olur. Babasını râzı etmeyen, Allahü teâlâyı râzı etmemiş olur.
Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) bildirdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: Kâfir bile olsa, mazlûmun âhından sakınınız. Çünkü, onun âhı için, Allahü teâlânın katında perde yoktur.

SİZ YOLUNUZA DEVAM EDİN!
Yahyâ bin Maîn Medîne-i münevvere üzerinden hacca gidip gelirdi. Son haccında, dönüşte yine Medîne-i münevvereye uğramış, burada iki veya üç gün kaldıktan sonra yola çıkmışlardı. Bir konak ileride, arkadaşlarıyla berâber kalıp, geceyi burada geçirdiler. Yahyâ bin Maîn gece rüyâsında, gizliden gelen bir ses işitti: Ey Ebû Zekeriyyâ! Benim civarımı terk edip de mi gidiyorsun? diyordu. Sabah olunca, Yahyâ bin Maîn arkadaşlarına: Siz yolunuza devam ediniz. Ben Medîne-i münevvereye dönüyorum dedi. Medîne-i münevvereye varınca, üç gün sonra vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırlı velî Ali bin Şihâb</label>

Ali bin Şihâb, evliyânın büyüklerindendir. 891 (m. 1486) senesinde vefât etti. Seyyid idi. Kerâmet ve hârikulâde hâller sâhibi olup, feyz ve nûrları her tarafa yayıldı. Vera sâhibi idi. ELİNE GEÇENİ DAĞITIRDI
Şüphelilerden çok sakınırdı. Birine bir şey satıp da alacağı parada şüpheye düştüğünde, o parayı almaz, müşterinin istediği şeyi ona verir, ihtiyâcını karşılar, Al, dilediğin gibi kullan, bizden yana helâl olsun derdi. Müşteri malı alır, bunu kendisini sevdiği için yapıyor zannederdi...
Ali bin Şihâb, çocuklara ders okuturdu. Bu sebeble, ne onlardan, ne de babalarından hiçbir şey almadı. Kıtlık zamânı günlerce aç kaldığı hâlde, kimseden bir şey kabûl etmedi. Kendisine getirilen hediyeleri, dul ve yetimlere dağıttı. Dergâhının duvarına asılı bir heybesi vardı. Fazla gelen ekmek parçalarını oraya koyardı. O sepet her gün dolardı. Yanında yüz kadar talebesi vardı. O ekmekleri, küçük sepetler içerisinde akşam talebeleri ile şehre gönderir, oranın fakîrlerine dağıttırırdı...
Muhammed en-Nâmûlî şöyle anlatır: İbrâhîm el-Matlûbî, talebeleri ile birlikte, incir mevsiminde inciri bol bir yere geldiler. Oranın halkı, kendilerine misâfir olmalarını, bol bol incir ikrâm etmek istediklerini söylediler. Talebeler de incir yemek arzusunda idiler, İbrâhîm el-Matlûbî; Biz inciri Ali bin Şihâbın beldesinde yiyeceğiz deyip, orada kalmadı ve yola koyuldular. Talebelerin aklına, incir yetişmeyen bir yerde nasıl incir yenir düşüncesi geldi. Nihâyet Ali bin Şihâbın beldesine geldiler. Ali bin Şihâb gelenleri karşılayıp, içeriye buyur etti ve önlerine, içinde incirin en güzeli olan büyük bir sepet koydu. Talebeler hocalarından, daha önce içlerinden geçen düşünce sebebiyle özür dilediler ve tövbe ettiler.

KABRİNİ AÇIP BAKTILAR!..
Oğlu şöyle anlatır: Babam vefât ederken; Helâl lokma ile beslenen bedeni toprak çürütmez buyurdu. Onun bu sözüne bazı kimseler itirâz edip, bu durumun Peygamberlere ve şehîdlere mahsûs olduğunu söylediler. Bir müddet sonra babam vefât etti. Aradan yirmi bir sene geçti. Babamın söylediği söze yine itirâz edenler oldu. Sözünün doğru olup olmadığını anlamak için, gidip kabrini açtılar. Onu, ilk gün koydukları gibi bembeyaz bir kefen içinde buldular. İnkârcılar tövbe ve istiğfâr edip, Allahü teâlâdan af dilediler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İlk şeyhülislâm Molla Fenârî</label>

Molla Fenârî hazretleri Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmıdır. İsmi Muhammed olup, babasının adı Hamzadır. Nisbeleri Rûmî ve Fenârî, lakabı Şemsüddîndir. 1350 (H.751) senesinde Fener köyünde doğdu. Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı Fenârî nisbetiyle meşhur oldu. ALTI SENE BU GÖREVDE BULUNDU1424 (H.828) yılında Sultan İkinci Murâd Hân, bu zatı ilk şeyhülislâm olarak tâyin etti. Bu vazifeyi, adâlet ve hak üzere altı sene yaptı. Devletin mühim işlerinde, sultanlar ve devlet adamları kendisiyle istişâre ederek, ilminden ve isâbetli görüşlerinden istifâde etmişlerdi. Molla Fenârî, ders okutmasının yanı sıra, fetvâ işlerini ve Bursa kadılığını da birlikte yürütürdü...
Büyük İslâm âlimi Mevlânâ Şemseddîn Fenârînin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Sultanın vezîri olan Hacı İvâz Paşa bir konuda Molla Fenârîye kızmıştı. Gözleri görmez olunca, laf olsun diye; Dilerim ki, o âmâ ihtiyârın namazını ben kıldırayım demişti. Bu söz Molla Fenârînin kulağına ulaşınca; O kimse câhildir. Cenâze namazını kıldırmayı beceremez. Cenâb-ı Hakkın kapısından ümîdim şudur ki, bana hemen şifâ buyurup, onu âmâ eyleye ve ben onun namazını edâ edeyim dedi...
Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz; Tâhâ sûresini tefsîr eyle! diye buyurunca; Yüksek huzûrunuzda, Kurân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor demişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek ağzının suyu ile ıslattıktan sonra gözlerinin üzerine koydu. Molla Fenârî uyanınca, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Pamukları saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etti...

VEZİR GÖZLERİ GÖRMEZ OLDU!..
Tam o günlerde, vezîr Hacı İvâz Paşa gözleri görmez oldu. Vezir bir süre sonra vefât etti ve cenâze namazını Molla Fenârî kıldırdı...
Molla Fenârî hazretleri, 1431 (H.834) senesi receb ayında Bursada vefât etti. Kabri, Bursada Keşîş Dağı eteğinde, Maksem adı verilen Bursanın en yüksek semtinde yaptırdığı mescidin yanındadır. Câminin yanında bir de medresesi vardır. Ayrıca birçok hayır işleri de gerçekleştirmişti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gerdanlığın hikâyesi...</label>
Kâdî Ebu Bekr hazretleri Şafii mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Evliyanın büyüklerinden olan bu zatın nasihatleri meşhurdur. Buyurdu ki:BEŞ VAKİT NAMAZ FARZ OLDU
Âdem aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz vardı. Hepsinin kıldığı, bir araya toplanarak bize farz edildi. Namaz kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, îmânın şartıdır. Namaz, duâ demektir. Dînin emrettiği, bildiğimiz ibâdete, namaz salat ismi verilmiştir. Mükellef olan yâni âkil ve bâliğ olan her Müslümanın, her gün beş vakit namazı kılması Farz-ı ayndır. Farz olduğu, Kurân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir. Mîrâc gecesinde, beş vakit namaz emrolundu...
Bu mübarek zat, Şamda kendi başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:
Hac esnasında Kâbeyi tavaf ederken, inci bir gerdanlık buldum. Bir saat sonra, Harem-i Şerifte bir adamın o gerdanlığı aradığını duydum. Ben de o gerdanlığı ona teslim ettim. Bana çok teşekkürler etti, fakat bunun karşılığını veremediği için mahcup olduğunu söyledi. Adama, bunu sadece Allah rızası için yaptığımı söyledim. Bunun üzerine Kâbe önünde, şöyle dua etti:
Ya Rabbi, onun ve benim günahlarımı bağışla! Bana onun iyiliğine karşılık verme imkânı ver!
Vedalaşıp ayrıldık. Bir zaman sonra Mısıra, oradan da Mağribe gitmiştim. Orada büyük toprak sahiplerinden biri, arazi kiralarını toplama işini bana havale etti. Kısa bir zaman sonra da bütün ihtiyaçlarımı üstlenerek beni kızıyla evlendirdi. Ertesi gün, kızının takındığı ziynetleri arasında bir zamanlar Mekkede bulduğum gerdanlığı gördüm. Buna çok şaşırdım. Kafam bu işe takılmış, dalgın bir haldeydim. Kayınpederim dalgınlığımı görünce sebebini sordu. Dedim ki:
Kızının gerdanlığını düşünüyorum. Yıllar önce hac sırasında Harem-i Şerifte aynısını bulmuştum.

DUALARIM KABUL OLDU
Vay! Demek seneler önce Kâbe-i Muazzamada kaybolan gerdanlığı bana getiren sendin. Ne güzel haber! O zaman Ya Rabbi, onun ve benim günahlarımı bağışla! Bana onun iyiliğine karşılık verme imkanı ver! diye dua etmiştim. Dualarım kabul oldu ve Allahü teâlâ, o iyiliğin karşılığını sana ödemeyi bana nasib etti. Öyleyse günahlarımızı da affetmiştir. Şimdi malımı ve evladımı sana teslim etmiş bulunuyorum. Eminim ki ecelim de yaklaştı... Sonra servetine beni vâris yapan vasiyetini hazırladı. Çok geçmeden de vefat etti...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Yûsuf bin Yahyâ</label>
Yûsuf bin Yahyâ, Şâfiî mezhebinin en büyük âlimlerinden ve İmâm-ı Şâfiînin en kıymetli arkadaşlarındandır. İsmi Yûsuf bin Yahyâ el-Mısrî olup, lakâbı Ebû Yakûb el-Buveytîdir. 231 (m. 845)de Bağdâdda Receb ayında şehîd edildi... HER DEVİRDE HASETÇİ VARDIR!İmâm-ı Şâfiîden hadîs-i şerîf öğrenen Ebû Yakûb el-Buveytî aynı zamanda İmâm-ı Şâfiînin fıkhını da en iyi şekilde yine ondan öğrenmiştir. İmâm-ı Şâfiînin hastalığı sırasında, onun ilim halkasında kimin ders vereceği husûsunda, Buveytî ile İbn-i Abdülhakem arasında fikir ayrılığı görüldü. Bu haber İmâm-ı Şâfiîye ulaşınca; meclîsinde ilim öğretme hakkının Buveytîye âit olduğunu söyledi.
İmâm-ı Şâfiînin vefâtından sonra, onun yerine geçen ve bu vazîfesini gâyet güzel yapıp birçok âlim yetiştiren, devlet adamlarının da itimâdını kazanan Buveytîyi çekemeyen hased eden kimseler, onu Iraktaki İbn-i Ebî Dâvûda mektûb yazıp şikâyet ettiler. İbn-i Ebî Dâvûd da Mısır vâlisine mektûb yazıp, Buveytîyi imtihan etmesini istedi. O da imtihan etti ve herhangi bir cevap yazmadı. Çünkü onun Buveytî hakkındaki görüşü iyiydi. Bunun üzerine vâli Buveytîye, Benimle senin aranda bir şey mi oldu? diye sordu. Buveytî: Bana yüzbin kimse uyuyor dedi. Başka bir cevap vermeden oradan ayrıldı. Bu sözüyle neyi kasdettiği anlaşılamadı. Bu şikâyetler çoğalınca, boynuna ve ayaklarına zincirler vurularak, Mısırdan Bağdâda götürüldü. Asıl mesele ise, Kurân-ı kerîmin mahlûk olup olmaması meselesi idi. O zaman Kurân-ı kerîmin mahlûk olduğu yanlış inancına sâhib olan Mutezile fırkasında olan kimseler, her yere hâkim idiler. Buveytî ise Kurân-ı kerîmin mahlûk olmadığını, Allah kelâmı olduğunu beyân ediyor, Ehl-i sünnet itikâdını yayıyordu...

ZİNDANDA ŞEHİT EDİLDİ
Buveytî hazretleri, zindanda zincirlere bağlanmış olduğu hâlde vefât edip, Allahü teâlâya kavuştu. Hocası, büyük âlim ve velî olan İmâm-ı Şâfiî, onun bu hâlde vefât edeceğini, vefâtından önce kerâmeten bunu haber vermişti.
Rebî diyor ki: Ben, Müzenî ve Buveytî, İmâm-ı Şâfiînin huzûrunda idik. İmâm-ı Şâfiî bana Sen hadîs-i şerîf aramak yolunda öleceksin, Buveytîye Sen zincirler içinde öleceksin, Müzenîye de Bu adam ise, şeytan onunla münâzara etse yenilirdi buyurdu. Hakîkaten de daha sonra, aynen İmâm-ı Şâfiînin buyurduğu, gibi oldu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhülislâm Vassaf-zâde</label>
Vassaf-zâde Mehmed Esad Efendi, Osmanlı âlimlerinden ve seksenikinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. Şeyhülislâm Vassaf Abdullah Efendinin oğludur. 1119 (m. 1707) senesinde doğdu. 1192 (m. 1778) senesinde İstanbulda vefât etti. Eyyûb Sultan civarında, babasının kabrinin yanına defnedildi. GÜZEL YAZI YAZARDI...Küçük yaşından itibâren babasından ve zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl eden Vassaf-zâde, birçok âlimin derslerini dinledi. Molla Refi Mustafa Efendiden hüsn-ü hat (güzel yazı) dersi aldı, talik stilinde güzel yazı yazmayı öğrendi. İlimde akranlarından üstün olduğundan kısa zamanda meşhûr oldu. 24 yaşındayken 1143 (m. 1730) senesinde müderris oldu. Birçok medresede müderrislik yapıp ilim öğretti. 1164 (m. 1750) senesinde Galata mevleviyyetine (kadılığına) getirildi. 1168 (m. 1754) senesinde babasıyla birlikte bir müddet vazîfeli olarak Bursaya gönderildi. Daha sonra İstanbula dönüp, Mekke-i mükerreme pâyesiyle taltîf edildi. Bu pâyeye nail olduktan sonra 11 yıl müddetle İstanbul pâyesinde kaldı. 1182 (m. 1768) senesinde Anadolu, 1186 (m. 1772) senesinde Rumeli kadıaskerliğine getirildi. Şeyhülislâm Mehmed Emîn Efendi vazîfeden ayrıldıktan sonra 1190 (m. 1776) senesinde Birinci Abdülhamîd Hân tarafından şeyhülislâmlığa getirildi...
Bir sene sekiz ay bu makamda kaldıktan sonra ihtiyârlığı ve hastalığı sebebiyle vazîfeden ayrılan Vassaf-zâde, Emîrgândaki evinde istirahata çekildi. Hastalığının tedâvisiyle meşgûl oldu. 1192 (m. 1778) senesinde kendi evinden oğlunun evine hava değişimi için nakledildi. Orada hastalığının tedâvisi yapılmaktayken, aynı sene içinde Receb ayının üçüncü günü sabah namazı vaktinde Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti.

HOŞ GELDİN HOCAMIN OĞLU
Silk-üd-dürer adlı eserin müellifi Murâdî şöyle anlatır: 1192 (m. 1778) senesinde İstanbula geldiğimde o şeyhülislâm idi. Şam kadısı Mehmed Emîn Efendiyle beraber onun ziyâretine gittik. Beni görünce ayağa kalktı, Hoş geldin hocamın oğlu! Deden hocam Şeyh Murâd-ı Münzâvî Efendi ile görüştüm, elini öptüm, onu ziyâret ile şereflendim. 1132 (m. 1719) senesinde vefât edince, cenâzesi yıkanırken hazır bulundum. Onun bedeninden daha beyaz bir beden görmedim dedi. O sırada meclisde Anadolu kadıaskeri İshak bin Murâd Molla vardı. O da dedemi medhetti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhülislâm Behâî Efendi</label>
Mehmed Behâî Efendi, Osmanlı âlimlerinden ve otuzikinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. Şeyhülislâm Hoca Sadeddîn Efendinin torunu ve Rumeli Kadıaskeri Abdülazîz Efendinin oğludur. Nesebi, Yavuz Sultan Selîm Hân döneminin tanınmış şahsiyetlerinden Hasan Cana ulaşmaktadır. Azîzzâde veya Behâî Efendi diye bilinir. ŞÖHRETİ ÇABUK YAYILDIBehâî Efendi 1004 (m. 1595) senesinde doğdu. 1064 (m. 1654) senesinde İstanbulda vefât etti. Fâtih Câmii bahçesinde defnedildi...
Çocukluğundan itibâren ilim öğrenmeye başlayan Behâî Efendi, zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Şeyhülislâm Abdürrahîm Efendiden ilim öğrendi. Kısa müddet içinde şöhreti her tarafa yayıldı...
Behâî Efendi, amcası Şeyhülislâm Esad Efendiden de ilim öğrenip, yanında mülâzım (stajyer) olarak vazîfe yaptı. Amcasıyla birlikte Türkçe şiirler yazmaya başladı. Bir rubâî (şiir) yazıp, Şeyhülislâm Yahyâ Efendiye takdim etti ve bir mahlas (şâir için özel isim) koymasını istedi. Yahyâ Efendi de Behâî mahlasını yazdı...
Behâî Efendi, İstanbulda Şehzâde Medresesi müderrisliğinde vazîfe yaparken, Sultan Dördüncü Murâd Hâna bir kasîde yazıp takdim etti. Sultan da ona iltifât gösterip, kadılık ve kadıaskerlik vazifeleri verdi. Daha sonra da Abdürrahîm Efendinin yerine şeyhülislâmlık makâmına getirdi. Bir yıl dokuz ay 15 gün bu yüksek makamda kaldıktan sonra, 1061 (m. 1651) senesinde şeyhülislâmlık vazîfesinden alındı. Daha sonra 1062 (m. 1652) senesinde tekrar şeyhülislâmlığa getirildi. Bu yüksek vazîfeye devam ederken, boğmaca hastalığına tutularak üç gün içinde vefât etti.

KURTULMAYA ÇARE YOK!
Nakledilir ki: Behâî Efendinin vefâtından yirmi gün kadar önce, meczûb bir derviş olan Hüseyin Efendi, Şeyhülislâmın huzûruna varıp; Efendim, ölümünüz yaklaştı. Kurtulmaya çâre yok dedi. Behâî Efendi; Dedem, bunun çâresi nedir? diye sordu. Derviş; Bunun çâresi yoktur dedikten sonra oradan ayrıldı. Behâî Efendi o gece rüyâsında, evinin karşısındaki bahçede bulunurken, kendisine çıplak, beyaz bir ipeğe sarılı vaziyette oturması emredildi. Uyandığı zaman kâhyalarından birine üçyüz Osmanlı altın lirası vererek, fakir fukaraya dağıtılmasını emretti. Bu hâdiseden bir müddet sonra Şeyhülislâm Behâî Efendi hastalandı ve vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fahreddîn Acemî ve Vezîr Mahmûd Paşa</label>
Fâtih Sultan Mehmed Hân zamânında, Hurûfîliğe mensûb bazı sapık kimseler Fâtihin hizmetine girdiler. Fâtih, ilme ve ilim adamlarına değer verir, onları sarayında korurdu. Âlimlere hürmet eder ve onlara geniş imkânlar sağlardı, işte bundan istifâde etmek isteyen Hurûfî bozuk itikâdındaki bazı kimseler, yaldızlı sözler ve hîlelerle sultânın gözüne girdiler... BAZILARI ANADOLUYA KAÇTI
(Hurufilik, İranda Fadlullah Tebrîzînin kurduğu bozuk bir yoldur. Aslen Esterâbâd şehrindendir. Karâmitâ adlı sapık bir fırkanın üyesiydi. Fadlullah Hurûfî, 796 (m. 1393) senesinde Timûr Hânın oğlu Mîrân Şah tarafından öldürüldü ve adamları dağıtıldı. Bunlardan bazı kimseler Anadoluya kaçtılar. Tekkelere sığındılar. Kendilerini gizleyerek, câhilleri aldatmaya başladılar.)
Bu Hurûfîler, Fâtihin sarayında bir müddet rahat bir şekilde yaşadılar. Ancak içyüzlerini gizliyorlardı. Bu adamların bozuk yolda olduklarını, Vezîr Mahmûd Paşa anlamıştı. Durumu Şeyhülislam Fahreddîn Acemîye anlattı...
Fahreddîn Acemî ile Mahmûd Paşa anlaştılar. Mahmûd Paşa, evinde bir davet tertîb etti. Davete, Hurûfîler de çağırıldı. Fahreddîn Acemî de perde arkasına saklanmış, onları dinliyordu. Sohbet ilerleyince, Mahmûd Paşa, Hurûfîleri çok sevdiğini söyledi. Vezîri kendilerinden zanneden bu kimseler de, bütün sapıklıklarını ve küfürlerini açıkladılar. Hattâ, Allahü teâlâ (hâşâ) Fadlullaha hulûl etmiştir dediler...

CEZÂLARI İNFAZ EDİLDİ...
Bunu duyan Fahreddîn Acemî, daha fazla dayanamadı. Hemen ortaya çıkarak, bu sapıkların üzerine atıldı. Hurûfîler kaçarak, saraya sığındılar. Fahreddîn Acemî de peşlerinden koştu. Sarayda bunları yakaladı. Hâdiseden haberi olmayan Fâtih Sultan Mehmed Han, Şeyhülislâma karşı edebinden hiç sesini çıkarmadı. Fahreddîn Acemî, bu işi burada hâlletmek istiyordu. Hemen câmiye gitti, halkı çağırdı. Çok kalabalık toplandı...
Fahreddîn Acemî hazretleri minbere çıkıp, bu kimselerin sapık ve dinsiz olduklarını isbât etti. Bunların kötü yolda olduklarını ve hemen idâm edilmeleri lâzım geldiğini söyledi. Mahkeme kurulup, idâm edilmelerine karar verildi. Halkın ibret alıp, böyle sapıklara fırsat vermemeleri için, büyük bir kalabalık önünde cezâları infâz edildi.
Bütün hurûfîler yakalanıp idâm edilerek, Osmanlı toprakları bu sapıklardan temizlendi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Zeynelâbidîn Ayderûsî</label>
Zeynelâbidîn Ayderûsî, Yemenin büyük velilerindendir. 1576 (H.984) senesinde Yemenin Terim şehrinde doğdu. 1631 (H.1041) Senesinde aynı yerde vefât etti. İlim ve fazîlet sâhibi asîl bir âileye mensûbdur. Tefsîr, fıkıh ve hadîs ilimleri ile diğer aklî ve naklî ilimleri öğrenen Zeynelâbidîn Ayderûsî, ilimde yüksek derece sâhibi oldu. Babasının sohbetlerinde bulunarak tasavvuf yolunda da ilerledi... O, BİR GÖNÜL SULTANI İDİ...Zeynelâbidîn Ayderûsî, babasının vefâtından sonra yerine geçip vazîfesini devâm ettirdi. Müslümanlara maddî ve mânevî her türlü yardımı yaparak gönüllerini kazandı. Kendini insanların hizmetine adadı. Bilhassa sıkıntılı ve ihtiyaç sâhibi kimselere çok yardım etti. Birçok hâdise ve fitnelerle karşılaştı. Onun üstünlüğünü kabûl etmeyip karşı çıkanlar oldu. Yüksek ahlâk sâhibi bir zât olduğu için, kendisine karşı çıkanlara ve kötülük yapanlara sabretti. Hattâ onların kötülüklerine karşı iyilik ve ihsânlarda bulundu. Kendisini söz ve hareketleriyle inciten kimselere hediyeler göndererek onların hak ve hakîkati öğrenmelerine vesîle oldu.
Zeynelâbidîn Ayderûsî, zamânının devlet adamları ve sultanlarıyla iyi geçinir, onlara nasîhat ederdi. Sultan, seyyidlerin işlerini yürütme vazîfesini ona havâle etmişti.
Bu mübarek zat, tıb ilmiyle de uğraştı. İnsanların rûhen ve bedenen sağlam olmaları için çalıştı. Çeşitli sanat ve fenlerde de bilgi sâhibi olup, her sanatın ve fennin erbâbına mesleğiyle ilgili bilgiler verdi... Peygamber efendimizi medheden bir kasîde yazdı. Zamânın ileri gelenlerine birçok mektuplar ve risâleler yazarak nasîhat etti. Sultana gelen mektuplara cevaplar yazdı. Zeydiyye imâmlarından Hasan bin Kâsım, Yemeni istilâ ettiği zaman Hadramût Sultanına ve ileri gelenlerine mektup göndererek kendisine itâat etmelerini istedi. Zeynelâbidîn Ayderûsî, Zeydiyye imâmına cevâbî mektup yazdı ve ona nasîhatte bulundu.

HÂLİNDEN HİÇ ŞİKÂYET ETMEDİ
Ömrünün son zamanlarında hastalanan Zeynelâbidîn Ayderûsî bir ara iyileşti. İnsanlar onun hastalığına üzülmüşlerdi. İyileşince sevindiler. Daha sonra kendisinde meydana gelen idrar yolu rahatsızlığı gün geçtikçe arttı. Fakat o, hâlinden hiç şikâyet etmedi. 1631 (H.1041) senesi Cemâziyelâhir ayının sonunda bir pazar günü vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ömer bin Sa'îd el-Hemedânî</label>
Ömer bin Saîd el-Hemedânî hazretleri, fıkıh ilminde derin âlim ve evliyâlık yolunda tam ve yüksek bir velî idi. Birçok ilmi ve bu ilimlere uygun amel etmeyi kendisinde toplamıştı... HOCASININ CENAZESİNE YETİŞTİ!..
Hocası Muhammed bin Ömer hazretleri bir gece vakti vefât etti. Bu sırada Ömer bin Saîd hazretleri hocasının bulunduğu köyden çok uzak bir köyde bulunuyordu. Hocasının vefât ettiğini anladı ve talebelerinden bir kısmını yanına alarak derhal yola çıktı ve defnine yetişti. Orada bulunanlar, Ömer bin Saîdin birdenbire gelmesine çok hayret ettiler. Çünkü o hocasının vefât ettiğini bilmiyordu ve kendisine bir haberci de gönderilmemişti...
Rivâyet edilir ki, bir kimse, o zamanda bulunan büyük âlimlerden birine gelerek dedi ki: Efendim! Rüyâmda çok büyük bir nûr gördüm. O nûr, Taker Dağı eteğinden yükseldi. Gittikçe yükseliyordu. Ben hayretle seyrediyordum. O nûr nihâyet semâya kadar yükseldi. Semâ yarıldı (açıldı) ve o nûr semâdan içeri girip kayboldu. Bu rüyânın hikmeti ve tabiri nasıldır? Bunları dikkatle dinleyen o büyük âlim, o kimseye buyurdu ki: Bu, Taker Dağı eteğinde bulunan çok büyük bir âlimin vefât edeceğine alâmettir. Hattâ o âlim vefât edince, yerler bile sarsılır.
Taker Dağı, o muhitte bulunan en yüksek dağ idi ve Ömer bin Saîd hazretlerinin köyü bu dağın eteğinde bulunuyordu.

O GÜN ZELZELE OLDU...
Hakîkaten de, Ömer bin Saîd hazretlerinin vefât ettiği gün yer sarsıntısı oldu. O civarda bulunanlardan Yahudilerin en âlimi olan ve Tevratı en iyi bilen kimse olarak tanınan bir kimse, o gün Müslümanlardan bir kimseyi görüp ona; Bu büyük zelzele, sizin âlimlerinizin büyüklerinden birinin vefâtına alâmettir dedi. O Müslüman kimse hayret edip araştırmaya başladı. Nihâyet Ömer bin Saîd hazretlerinin o gün vefât ettiğini öğrendi. Türbesi, yüksek zâtların bulunduğu bir kabristanda olup, hiçbir kimse uygunsuz bir hâlde o türbeye yaklaşamamaktadır. Hattâ Ömer bin Saîd hazretlerinin köyü ve o köyde sakin olanlar, o köyde bulunanlar, her türlü korkulacak hâllerden emîndirler. O köye sığınmış olan birine bir kimse bir kötülük yapmak istese, o kimseye bir zarar veremeyeceği gibi, kendisi de derhâl bir belâ ile cezalandırılır. Bu ve benzeri hâller çok defa görülüp tecrübe edilmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük velî Seyyid Ali</label>
Seyyid Ali bin Yahyâ, evliyânın büyüklerindendir. 459 (m. 1067) senesinde Basrada doğdu. 519 (m. 1125) senesinde Bağdadda vefât etti... Seyyid ebül-Hasen hazretleri henüz bir yaşında iken, muhterem babaları Seyyid Yahyâ vefât etti. Basranın eşrafından olan akrabaları onu zâhirî ve bâtınî ilimde yetiştirdiler. Kâmil ve mükemmil bir velî oldu... FİTNE ATEŞİNİ SÖNDÜRDÜ...
Seyyid Ali bin Yahyâ, Karyetük Hasen beldesinde büyük bir dergâh yaptırdı ve ilim öğretmekle meşgûl oldu.
519 (m. 1125)da Vâsıtıyye denilen bölgede, Ehl-i sünnet düşmanları büyük bir fitne ve fesâd meydana getirdi. Halk, bundan çok rahatsız oldu. Durumu gidip, Seyyid Ali Ebül-Hasen el-Hüseynî hazretlerine arz ettiler.
Seyyid Ali hazretleri, derhal o belde halkının yardımına koştu. İlim ve edeb öğretti. Ehl-i sünnet düşmanları olan kimselere hakîkati anlattı. Münâkaşayı kendilerine iş edinmiş Ehl-i sünnet düşmanları, kuvvetli delîller karşısında cevap veremeyip perişan oldular. Fakat azgın ve taşkın bir grup olan münâfıkların boş durmayacağını ve bazı varlık ve mevki sahiplerini kandırıp arkalarına alarak fitnelerine devam edeceklerini, firâsetiyle anlayan Seyyid Ali hazretleri, Bağdada gidip Emîr Mâlik bin el-Mesîb ile görüştü. Hânesinde misâfir oldu. Daha sonra Halîfe Müsterşid Billah Abbasî ile görüşüp, Ehl-i sünnet düşmanlarının, Müslümanların temiz itikâdlarını bozduğunu, azgınlık ve taşkınlık yaptıklarını, zararlarını, teferruatlı bir şekilde ona anlattı.

HALİFE MAZERET BİLDİRDİ!..
Halife Müsterşid, Seyyid Ali hazretlerine gereken hürmet ve saygıyı göstermekle birlikte, bir meseleden dolayı hemen o fesâd grubunun üzerine gidemeyeceğini bildirdi. Mazeret gösterdi. Bu sebeble Seyyid Ali Ebül-Hasen hazretleri, gayet üzüntülü olarak geri döndü. Bir hafta sonra hastalandı ve vefât etti. Cenâze namazı kılınıp, mübârek naaşı, Bağdadda Res-ül-karye mahallesindeki kabrine defnolundu. Üzerine bir kubbe yapıldı. Daha sonra da, yanına bir hânegâh ilâve edildi.
Sultan İkinci Abdülhamîd Hân, bu türbeyi ve yanındaki hânegâhı gayet güzel bir şekilde tamir ettirdi. Müderris tayin edip, buradaki talebe ve hizmetçilerin her türlü yiyecek, içecek, giyecek ve ihtiyâçlarının karşılanması için ferman çıkardı. İlme ve âlime hizmeti sebebiyle, Allahü teâlânın sevdiği kullarının hayır duâsını kazanmış oldu.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri