Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük müfessir Muhammed bin Ka'b</label>
Muhammed bin Kab el-Kurazî, Tabiîn devrinin büyüklerindendir. Hicretin 40ıncı (m. 660) senesinde Hazreti Alinin hilâfetinin sonlarında doğdu. Sonra Kûfeye yerleşti. Tekrar Medineye geldi. Muhammed bin Kab, Kurân-ı kerîmin tefsîrinde, birinci tabakayı teşkil eden müfessirlerdendir. OKUR VE GEREĞİNİ YAPARMuhammed bin Kab, bizzat Abdullah İbn-i
Abbâstan ve Abdullah İbn-i Ömerden tefsîr dersi almıştır... Enam sûresi 19uncu Şu Kurân-ı kerîm, sizi ve kime erişirse onları inzar etmem, korkutmam için bana vahy olundu âyet-i kerîmesinin tefsîrinde şöyle buyurdu: Kurân-ı kerîm kime okunuyorsa, Allahü teâlâ kendisiyle konuşuyor gibidir. Bunu böyle kabul eden kimse, Kurân-ı kerîmi efendisinden kölesine yazılmış bir mektûb veya âmirden memura yazılmış bir emir gibi okur. Yani yalnız düzgün okumayı bir vazife saymaz. Belki ne emrettiğini, neler istediğini ve nelerden de menettiğini anlamak için düşünerek okur ve gereğini yapar.
Yine Bekara sûresi 201inci; Ey Rabbimiz, bize dünyâda bir hasene iyilik ver âyet-i kerimesindeki haseneden muradın, (saliha, iyi, temiz bir kadın) olduğunu tefsîr etti. Nitekim Resûl-i Ekrem efendimiz, Sizler şükreden kalbe, zikreden lisana ve âhiret hususunda sizlere yardımcı olacak saliha, mümin bir kadına sahip olmaya çalışın buyurmuştur.
Müminûn sûresi 99-100üncü, Nihayet onlardan her birine ölüm gelip çatınca, tekrar tekrar şöyle diyeceklerdir: Ey Rabbim! Beni dünyâya geri gönder. Tâ ki boşuna harcadığım ömrüm karşılığında iyi amelde, ibâdet ve işlerde bulunayım! âyet-i kerîmelerinin tefsîrinde de, şöyle bildirdi: Allahü teâlâ bu adama: (Ne istiyorsun, neye heves ediyorsun? Servet edinmek, sular akıtıp bağ ve bahçeler yetiştirmek arzusunda mısın?) diye sorar. Adam ise, (Hayır, sâlih, iyi olan işler yapmak isterim) der. Allahü teâlâ, (Hayır ondan artık iş geçti) buyurur.

ENKAZ ALTINDA KALDI...
Muhammed bin Kab 90 (m. 708) senesinde Medine-i Münevverede bir mescidde hadîs-i şerîf okuturken tavanın yıkılması üzerine cemaattan bir kısmı ile beraber enkaz altında kalarak vefât etmişlerdir. Bu sırada okuduğu Hadis-i şerif şu idi: Cehennem ehline bir ağlama hali ârız olur. Gözlerinden kan akıncaya kadar ağlarlar, yüzlerinde yarıklar meydana gelir, öyle ki, gözyaşları ırmaklar gibi olup, üzerlerinde gemiler bile yürütülür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Seyyid-üt-Tâife Cüneyd-i Bağdâdî</label>

Büyük velî Cüneyd-i Bağdâdî Seyyid-üt-Tâife tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatîden öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce velî yetiştirdi. Otuz defâ yaya olarak hacca gitti. Kerâmetleri, nasîhatleri, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu... KİBRE KAPILAN TALEBE!..
Cüneyd-i Bağdâdînin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp, Artık ben kemâle geldim. Sohbete devam etmeme lüzum kalmadı deyip kendi başına bir yere çekildi. Benlik ve gurûrundan dolayı şeytanî bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bağlık-bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yiyordu... Bu hâlini arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdâdîye arz ettiklerinde, mübarek hocaları çok üzüldü ve anlatılan kimsenin yanına gitti. Baktı ki o kimseyi şeytan aldatmış. Ona, Seni bu gece Cennete götürürlerse, Cennete vardığında üç defa (Lâ havle...) oku buyurdu. Hakîkaten o kimseyi rüyâsında Cennete götürdüler. O kimse Cennete vardığında üç defa (Lâ havle...) okudu. Gördüklerini ve kendisinde hâsıl olan şeytanî hâllerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü. Uyandığında gördüklerini hatırladı ve içine düştüğü hatâyı anladı. Çok pişman olup tövbe etti ve Cüneydin elini öptü. Sohbetlere devam edip, talebeler arasındaki yerini aldı...

FİTNECİLERİN İFTİRASINA UĞRADI
Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine iftira ettiler. Uydurma sözlerle halîfeye şikâyette bulundular. İnsanlar onun sözleri ile fitneye düşüyor, karışıklık çıkarıyor dediler...
Halîfenin üçbin altına satın aldığı ve kendisini çok sevdiği çok güzel bir câriyesi vardı. Ona, Kıymetli elbiseler giy, çeşitli mücevheratla süslen, falan yerde
Cüneyd-i Bağdâdînin yanına gidip, yüzünü aç ve Cüneyde (Benim çok malım var, ama kalbim dünyâdan soğudu. Sana geldim ki beni kabûl edesin ve ben de senin yanında ibâdet ve tâatle meşgûl olayım. Senden başkası ile bulunmama kalbim râzı olmuyor) de diye tembîh etti...
Bir hizmetçi ile berâber bu câriyeyi Cüneyd hazretlerinin bulunduğu yere gönderdi. Cariye de bu söylenenleri, daha fazlasıyla hazreti Cüneyde söyledi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri hep önüne bakıyordu. Bir ara başını kaldırıp Allah... diye bir feryâd etti. Onun bu sözüne dayanamayan câriye düşüp o anda can verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İhtiyar şarkıcının halis tövbesi</label>
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, Mesnevîsinde anlatır: Hazret-i Ömerin (radıyallahü anh) halifeliği zamanında bir çalgıcı vardı. Düğünlerde çalgı çalar, şarkı söylerdi. Zaman geçti, yaş ilerledi, çalgıcı ihtiyarladı. Sesi çirkinleştiği için itibardan düştü. Artık bir şey kazanamaz duruma gelmiş, bir dilim ekmeğe muhtaç olmuştu. Bir gün içi yanarak Cenabı Hakka şöyle niyazda bulundu: BUGÜN SENİN MİSAFİRİNİMYâ Rabbi, benim gibi âsi kulundan ihsanını eksik etmedin. Yetmiş yıl, çeşitli günahlar işledim. Ama sen bir gün olsun rızkımı kesmedin. Artık kazancım yok. Bugün senin misafirinim...
O gün mezarlığa gitti ve orada da bir hayli ağladı. Sonra da çalgısını yastık yapıp uyudu. O sırada Halife Hazreti Ömer de uykuya daldı. Rüyasında bir ses duydu:
Ey Ömer! Mezarlıkta has bir kulumuz var. Beytülmaldan 700 dinar götür ve ona de ki: Şimdilik ihtiyaçlarını bununla karşıla. Paran bittiğinde tekrar gel!..
Hazret-i Ömer rüyasında duyduğu sesin heybetiyle uyandı. Hemen mezarlığın yolunu tuttu. Mezarlığın çevresinde döndü dolaştı. Çalgıcı ihtiyardan başka kimseyi göremedi. Rüyasında bildirilen has kulun ihtiyar çalgıcı olabileceğine ihtimal vermiyordu. Aradı, taradı, başka bir kimseye rastlayamadı. Kendi kendine Karanlık içinde nice nurlu gönüller vardır diyerek, ihtiyar çalgıcının yanına gitti. Öksürerek uyandırdı. İhtiyar çalgıcı sıçrayarak doğruldu. Karşısında Emirül-müminini görünce şaşırdı! Hazret-i Ömer:
Benden korkma, Sana Allahü tealadan müjde getirdim. Selam edip, hatırını soruyor. İhtiyaçların için bu parayı vermemi istedi. Bunları harca, bittiğinde bana gel dedi.

YAZIKLAR OLSUN BANA!
Çalgıcı ihtiyar bunları duyunca utancından titreyip ağlamaya başladı. Rabbimle arama perde oldun diyerek çalgısını parçaladı. Rabbine şöyle yalvardı:
Yâ Rabbi! İsyanla geçen ömrüme acı. Bir günümün bile kıymetini bilemedim. Nefesimi şarkılar söyleyerek tükettim. Yazıklar olsun bana. Allahım! Bütün yaptıklarıma tövbe ediyorum...
Bunları söyledikten sonra Allah diye feryad ederek yere düştü ve ruhunu teslim etti. Hazreti Ömer hemen müminlere haber verdi ve onlara dedi ki:
İşte görünüz, hakiki tövbe böyle olur. Cenab-ı Hak hepimize böyle tövbe nasib etsin...
Sonra ihtiyarın cenaze hizmetini görüp namazını kılarak defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mücâhid velîlerden Abdullah bin Gâlib</label>

Büyük velî Abdullah bin Gâlib, Tâbiînden olup, sâde ve basit bir hayât yaşardı. Yüz rekat kuşluk namazı kılar; Biz Allahü teâlâya kulluk için, ibâdet etmek için yaratıldık derdi. Hattâ; Dostlarına ve sana tâbi olanlara çok ibâdet ettiriyorsun, onları sıkıntıya sokuyorsun diyen birine; Onların ibâdet etmekten ne gözleri görmez oldu ne de belleri büküldü! cevabını vermişti... RABBİNİN NİMETLERİNİ SÖYLE!Bâzen yaptığı amelleri insanlara anlatır ve insanları teşvik maksadıyla; Allahü teâlâ bu gece bana şu kadar rekat namaz kılmayı, şöyle zikretmeyi, şunları okumayı nasîb etti... derdi. Bu sözlerini dinleyenlerden bâzıları; Senin gibi bir zât ibâdetleriyle böyle övünür mü? dediklerinde, Kurân-ı kerîmden; Rabbinin nîmetlerini söyle! (Duhâ sûresi: 11) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve; Rabbim üzerimdeki nîmetlerini söylememi emrediyor, sizler ise gizlememi istiyorsunuz dedi.
Kişinin yaptığı ibâdet ve tâatleri başkalarına anlatmasının niyetine göre değişeceğini, hâlis ve riyâsız ise emr-i mârûf, iyiliği bildirmek olacağına işâret ederdi. Ebû Saîd el-Hudrîden rivâyet ettiği; İki huy müminde bir araya gelmez; cimrilik ve kötü ahlâk hadîs-i şerîfini devamlı okurdu...
Abdullah bin Gâlib buyurdu ki:

KILICININ KININI KIRDI VE...
İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder. İkinci olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez. Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur. Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür.
Abdullah bin Gâlib, Zâviye Harbi denilen bir savaşa katılmıştı. Bu sırada oruçlu idi. Düşman saflarına hücum edeceği sırada başına biraz su döktü. Sonra kılıcını sıyırıp kınını kırdı. Bu, şehîd düşünceye kadar savaşacağım mânâsına gelirdi. Düşman saflarına daldı. Savaşa savaşa şehîd düştü. Ölmeden önce şöyle duâ ediyordu:
Allahım arzularımızın düşüklüğünden, kötülüğünden, amellerimizin noksanlığından sana sığınırız.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Terzi Baba'nın hocası Abdullah Mekkî

Abdullah Mekkî Erzincânî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerindendir. Aslen Mekkeli olan Abdullah Efendi, Bağdâdda bulunduğu sırada büyük âlim ve velî, Nakşibendiyye yolunun mürşid-i kâmili Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini tanıdı, sohbetleriyle şereflendi... TALEBESİNİ ERZİNCANA GÖNDERDİTasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevî derecelere kavuşan Abdullah Mekkî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerinin önde gelenlerinden oldu. Hocası ona hilâfet-i mutlaka yâni tam icâzet, diploma verdi ve Erzincana gönderdi...
Abdullah-ı Mekkî, Erzincanı şereflendirince insanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında, Terzi Baba diye bilinen Muhammed Vehbî de vardı. Abdullah Mekkî, Muhammed Vehbî içeri girince ayağa kalktı. Onu dâvet edip yanına oturttu ve Oğlum! Pîr-i âzâm Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî bizi buralara gönderdi. Bize ehline verebileceğimiz bir emâneti verdi. O emânete seni lâyık gördüm. Kabûl edersen onu sana teslim edeyim diye teklifte bulundu.
Muhammed Vehbî, Abdullah Mekkîye gönül huzûru ve teslimiyet ifâde eden bir tavırla; Siz bilirsiniz cevâbını verdi. Abdullah-ı Mekkî; Vereceğim emânet, sana çok faydalar sağlayacak buyurunca, Muhammed Vehbî; Şeyh efendi! Vallâhî dünyâ için Allah demem cevâbını verdi. Bunun üzerine Abdullah Mekkî; Oğlum haydi git! Sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emânet de zâten bu idi buyurarak onun yüksek derecesini işâret etti. Terzi Babaya himmetle nazar ederek emâneti tevdî etti. Terzi Babanın hâli derhâl değişti. Mânevî feyzler deryâsına daldı ve tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlık derecesine kavuştu...

TEKRAR MEKKEYE DÖNDÜ...
Abdullah Mekkî, Terzi Babanın olgunluğa erdiğini görerek, ona hilâfet verdi. Yerine Terzi Babayı bıraktıktan sonra Erzincandan ayrılarak Mekke-i mükerremeye gitti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri hac ibâdetini yerine getirmek için gidişinde onun misâfiri oldu. Abdullah-ı Mekkîye iltifât edip; Bu defâ hacca seni ziyâret için geldim buyurdu.
Uzun seneler Mekke-i mükerremede kalıp insanların dünyâ ve âhiret saadetine kavuşması için çırpınan Abdullah-ı Mekkî, son günlerinde yerine talebesi Şeyh Süleymân bin Hasan Kırîmîyi bıraktı, ona vasiyette bulunduktan sonra Mekke-i mükerremede vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Habeş hükümdarı Eshame bin Ebcar</label>
Resulullah efendimiz İslamı tebliğe başlamıştı... İlk zamanlar, Müslümanların müşriklerden gördüğü baskı ve zulüm dayanılmaz bir hâl almıştı... Ambargolar, işkenceler birbirini takip ediyordu. Herkes canından, malından, ırz ve namusundan endişe ediyordu. Bu şartlarda, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin O, ülkesinde kimseye zulmedilmeyen meliktir diyerek övdüğü Necaşi Eshamenin ülkesine, Habeşistana hicret izni çıktı. Farklı tarihlerde iki ayrı kafile halinde yola çıkan sahabeler, Kızıldenizi aşarak Afrika topraklarına geçti. Burada, Resûl-i Ekrem efendimizin haber verdiği gibi hürmetle karşılandılar, aziz birer misafir gibi ağırlandılar... Bu ilgi ve alaka Mekke müşriklerini ziyadesiyle rahatsız etmişti. Sonradan büyük sahabeler arasında yer alacak olan Amr bin As başkanlığında bir heyeti, bu ülkeye göndermeye karar verdiler. Maksat, Necaşiyi Müslümanlar aleyhine kışkırtmak, onların kendilerine teslim edilmesini sağlamaktı... HÜKÜMDARIN HUZURUNDA...
Necaşi, heyetin iftiralarını, yalanlarını dinledikten sonra, Müslümanlardan bir grubun saraya çağrılmasını istedi. Cafer bin Ebu Talip (radıyallahü anh) başkanlığındaki heyet, Necaşinin huzuruna çıktı. Necaşi, onları saygıyla dinleyip sorular sordu. Cafer bin Ebu Talip özetle şunları söylemişti:
Biz, cahil bir kavimdik. İçki içer, kumar oynar, zina eder, insan öldürürdük. Bütün kötülükleri irtikâp eder; fakat tek faziletli iş işlemezdik. Allahü teâlâ, içimizden bir peygamber gönderdi. O bize doğru yolu gösterdi. Bizi her türlü kötülükten çekip çıkardı ve her türlü faziletle donattı...
Hıristiyan olan Necaşi Eshame, İsa aleyhisselam ve Hazret-i Meryemi sordu. Cafer (radıyallahü anh), hicretlerinden hemen önce inen Meryem sûresini okudu. O okudukça Necaşinin gözlerinden yaşlar akıyordu...

BEN ONA İMAN ETTİM
Habeş Necaşisi Eshame, neticede ülkesine sığınan Müslümanları himaye edeceğini ilân etti ve;
Sizler şahid olun ki ben Hazreti Muhammede iman ettim ve onun hatırı için sizleri himayem altına aldım. Bunu ona bildirin ve selamımı iletin dedi.
Hicretin 9. yılında, Necaşinin vefatını vahiy yoluyla öğrenen Peygamber efendimiz gıyabında bizzat cenaze namazını kıldırdı. Kardeşiniz için (Allahtan) mağfiret taleb edin buyurdu ve başka bir şey söylemedi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis âlimi Atâ bin Yesâr</label>

Atâ bin Yesâr hadis âlimlerindendir. Çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bu ilimde bir hazîne idi. Rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, İnsanların en iyisi, borcunu en iyi şekilde ödeyenlerdir buyuruldu. KADERDE OLANLAR BAŞA GELİR...Atâ bin Yesâr, Yâlâ bin Mürreden şöyle anlatıyor: Biz hazret-i Alinin yakınlarından bâzıları ile buluştuk. Yâlâ onlara dedi ki: O, şu anda savaşan kimsedir. Onun hayâtı için emin değiliz. Ona bir zarar gelebilir. Bundan sonra odasının kapısında nöbet tutmaya başladık. Bir ara namaza çıktı. Bizi görünce; Burada ne yapıyorsunuz? diye sordu. Biz de; Seni bekliyoruz, yâ müminlerin emîri!.. Zîrâ sen, harp yapan bir kimsesin. Sana bir zarar gelmesinden korkuyoruz diye cevap verdik. Onlara sordu: Beni semâ (gök) ehlinden mi koruyorsunuz, yoksa yer ehlinden mi? Biz de; Elbette yer ehlinden! Semâ ehlinden nasıl koruyabiliriz? deyince; Allahü teâlânın takdir etmediği hiçbir şey semâda da olmaz. Herkesin işlerine vekil olan iki melek vardır. Kaderi olarak takdir edilen şeyler başına gelinceye kadar, her şeyi ondan uzaklaştırırlar. Kaderde olan başa gelince de, kaderi ile onu baş başa bırakırlar buyurdu...
Allahü teâlâya en çok yaklaşanların, güzel ahlâkta Peygamber efendimize en çok benzeyenler olduğuna işâret ederek; Yükselenler hep güzel ahlâkları sâyesinde yükselmişlerdir. Ahlâkın kemâl mertebesine ancak Muhammed aleyhisselâm yükselmiştir buyurdu.

O BENİM OĞLUMDUR!
Atâ bin Yesâr anlatır:
Yolculuk yapmakta olan bir kervân, bir yerde mola vermişti. Fakat bu sırada bir merkebin sesi onların uyumalarına mâni oldu. Bunun üzerine bu sesin geldiği tarafa doğru gittiler. Sesin geldiği yere varınca kıldan yapılmış çadır içerisinde, yaşlı bir kadınla karşılaştılar. O kadına; Bu merkep sesi nereden geliyor. Onun sesinden bir türlü uyuyamadık? dediklerinde, kadın; O merkep gibi ses çıkaran benim oğlumdur. Hayatta iken bana eşek diye hitâb ederdi. Allahü teâlâya onu eşek yapması için bedduâ ettim. Onun için böyle her gece sabaha kadar merkep gibi ses çıkarır dedi. Bunun üzerine kervan sâhipleri o kadına; Bizi onun kabrine götür, onun kabirdeki hâline bir bakalım dediler. Kabre gidip, açıp baktıklarında, boynunun eşek boynu gibi olduğunu gördüler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
O, cehennem ehlindendir!..</label>
Musab bin Umeyr radıyallahü anh, Uhud Savaşında muhâcirlerin sancağını taşıyordu. O gün İbni Kamie onu Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zannetti ve bir kılıç darbesiyle sağ kolunu kesip düşürdü. Musab bin Umeyr sancağı sol eliyle tutup, meâl-i şerîfi (Muhammed aleyhisselâm ancak bir peygamberdir...) olan [Âl-i İmrân sûresinin 144üncü] âyet-i kerîmesini okudu... İKİ KOLU DA KESİLMİŞTİ...İbni Kamie atlı idi. Geri dönüp bir kılıç darbesi dahâ vurarak sol kolunu da düşürdü. Musab bin Umeyr sancağı pazuları arasında tutarak yere düşürmedi. Resûlullah efendimiz sancağı hazret-i Alîye radıyallahü anh verinceye kadar öyle tuttu...
***
Eshâb-ı kirâm arasında Kuzman adında bir kimse vardı. Eshâb-ı kirâm Uhud Savaşına gidince, o Medînede kalıp savaşa katılmamıştı. Kadınlar senin bizden farkın yok deyince utanarak, gidip savaşa katıldı. Kuzman bunu bir onur meselesi haline getirdi; hemen cepheye koşarak ön safta yer tuttu. Hatta ilk oku o attı, sonra kılıcını çekerek herkesi hayran bırakan bir kahramanlık sergiledi. Müşriklerle şiddetle ve çok gayret göstererek savaşıyordu. Onun bu hâlini Resûlullah efendimize haber verdiler. O, cehennem ehlindendir buyurdu. Eshâb-ı kirâm hayret ettiler. Kuzman kendi kendine kaçmaktan ölmek yeğdir diyordu. Ey Evs Hanedanı! Siz de benim yaptığım gibi, şeref ve şan için çarpışınız! diyerek Eshab-ı kiramı harbe teşvik ediyordu.
O kadar savaştı ki, müşriklerden Halid bin Alem ve Velid bin Âs başta olmak üzere sekiz kişiyi öldürdü. Kendisi de birçok yerinden yaralandı. Eshâb-ı kirâmdan bazıları onu savaş sırasında yaralı hâlde görüp şehîdlik sana âfiyet olsun ey Kuzman dediler... Bunun üzerine Kazman şöyle dedi:

BEN, DİN İÇİN SAVAŞMIYORUM!
-Yemîn ederim ki ben din için savaşmıyorum. Kureyşin bize gâlib gelerek hurma bahçelerimizi harâb etmelerinden korktuğum için savaşıyorum, dedi!
Yaraları ona o kadar acı veriyordu ki, kılıcını göğsüne dayayıp kendini öldürdü. Eshâbdan bazıları onun durumunu bilmedikleri için Resûlullaha Kuzman müşriklerden sekiz kişiyi öldürdü ve şehîd oldu dediler. Resûlullah Efendimiz Allahü teâlâ dilediğini yapar buyurdu. Sonra Kuzmanın gerçek hâlini açıklayıp, Allahü teâlâ bu dîni fâcir kimselerle de elbette kuvvetlendirir buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Binlerce göz feda olsun!..</label>
Hasan Basri hazretleri, Tâbiînin en büyüklerindendir. Babası, Eshâb-ı kirâmdan Zeyd bin Sâbit el-Ensârînin kölesi, annesi ise, sevgili Peygamberimizin temiz zevcelerinden, Ümmü Selemenin câriyesiydi. 641 (H. 21) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 728 (H. 110)de Basrada vefât etti... Hikmet ehli bir zat idi. YETMİŞ YILDIR CAN ÇEKİŞİYOR!
Bir gün kendisine;
  • Falan kimse can çekişiyor, dediler. Hasan Basri de cevaben buyurdu ki:
  • Öyle demeyin! O kimse yetmiş yıldır can çekişiyor, kurtulmak istiyor. Lakin ne zaman kurtulur Hak teala bilir.
***
Bir gün bir zat Hasan Basri hazretlerine gelerek yalvarır:
Aman efendim! Ne olur? Allah için bize bir yardımda bulununuz... Hazret-i imam da;
Nedir derdin? Ne hususta yardım edelim? Önce derdini ve ihtiyacını isteğini söyle ki sana yardım edebilelim der. Adam;
Efendim! Benim çok akıllı bir kızım var, onu çok severim, şimdi bu akıllı kızıma bir şeyler oldu. Gece gündüz durmadan ağlıyor... Kuran-ı kerim okuyor ağlıyor, namaz kılıyor ağlıyor, hadis-i şerif okuyor ağlıyor ve bugünlerde gözleri görmez oldu. Korkuyorum ki hepten kör olacak... Sizden istirham ediyorum gelseniz de bir baksanız. Bir nasihat etseniz biraz öğüt verseniz şu kızıma diye rica eder. Hasan Basri Hazretleri kabul eder, adamın evine kadar giderler. Eve vardıklarında Hasan Basri hazretleri;
Yavrum neden ağlıyorsun? Gözlerin ağlamaktan temelli kör olabilir! Sebebini bize söylersen sana yardımcı olabiliriz. Senden rica etsem sebebini söyler misin? der. Kız şu cevabı verir:

NASİHAT ETMEYE GELDİK!..
Efendim benim hiçbir hastalığım yoktur sıhhatim gayet yerindedir. Gözlerimin ağlayarak bu hâle gelmesinin iki sebebi vardır. Bu gözlerimiz ahiret âleminde Allahü tealayı ya görecek ya da görmeyecektir. Eğer Cenab-ı Hakkı görme nimetine ererlerse böyle binlerce göz Onu görmek için feda olsun; eğer görmezse o zaman Allahü teala kendi zatını görmeye layık kılmadığı bu gözleri kör etsin! Allahü tealayı görmeyecek gözü ben ne yapayım der ve biraz sonra da Allah diyerek can verir.
Hasan Basri Hazretleri bu hadiseden çok duygulanır, gözlerinden yaşlar akar ve şöyle der:
Nasihat etmeye geldik nasihatimizi aldık,
Hekim olmaya geldik hekimimizi bulduk...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bâlî Sultan Abapûş-i Velî</label>
Asıl adı Bâli Mehmed Çelebi olup, Bâlî Sultan olarak da bilinir. Germiyan şehzâdelerinden Hızır Paşanın oğludur. Dedesi Süleymân Şah, Mevlânâ Celâleddîn Rûmînin oğlu Sultan Veledin kızı Mutahhara Sultan ile evli olduğundan, soyu Mevlânâ hazretlerine ulaşır. Babası ona, saltanat elbisesi yerine tarîkat abası giydiği için Abapûş-i Velî lakabını vermiştir. TİMÛR HAN ONU ÖVDÜ...Abapûş-i Velî, küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Kısa zamanda ilim tahsîlini tamamladı. Ahlâk ve edeb nümûnesi idi. Küçük yaşta Mevleviyye tarîkatı büyüklerinin mânevî bakışlarına kavuştu. İnsanlara doğru yolu göstermek üzere icâzet, diploma aldı. Devrinin büyük âlimleri ve devlet ileri gelenlerinin çoğu onun sohbetlerini tâkib ederlerdi. Tîmûr Han Afyon taraflarına geldiğinde, onun bölgesine girmedi ve bâzı ihsânlarda bulunmak isteyince; Bizim abamız; elbisemizi terk ve ihtiyaçsızlık elbisesidir deyip kabûl etmedi. Tîmûr Han Abapûşî hakkında; Böyle zatlar boş değildir. Allahü teâlâdan başkasından ne korkarlar, ne bir şey beklerler. Şahların gönüllerinde onların heybeti, korkusu yer etmiştir dedi...
Abapûş-i Velî ömrünün sonlarını babasından kalan dergâhında yalnız geçirdi. Devamlı ibâdetle meşgûl olurdu. Talebeleri ve sevenleri huzuruna gidip ders ve sohbetlerini dinler, ondan istifâde ederlerdi. Çeşitli zamanlarda insanlar arasına çıkıp, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatır, herkesi iyiliğe teşvik ederdi...

ÜÇ GÜN YATTI VE...
Vefâtından önce kendi evine geçen Abapûş-i Velî, üç gün sonra 1485 (H.890) senesinde vefât etti. Afyonkarahisar Mevlevî Dergâhının bahçesine defnedildi. Definden sonra bâzı hâller görüldü. Talebeleri bunları hocalarının kerâmeti olarak kabûl ettiler. Bu sırada sâdece görünüşe bakarak konuşanlardan birisi bu hâllerin, talebeler tarafından uydurulduğunu, bunların aslının olmayacağı gibi sözler söyledi. Ayrıca kabre inkâr gözü ile baktığı anda gözleri görmez oldu, dili tutuldu. Baştan ayağa kadar bütün vücûdu titremeye başladı. Bu hâle yakalandığının üçüncü günü kötü bir vaziyette bu dünyadan göçtü gitti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Allah demenin hesabı olur mu?</label>
Abdülkadir Geylâni hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Künyesi, Ebû Muhammeddir. Gavs-ül-azam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i azam gibi lakabları vardır. İranın Geylân şehrinde 1078 (H.471)de doğdu. Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdosttur. Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennânın oğlu Abdullahın soyundandır... ONUN HÜRMETİNE KURTULDUMAbdülkadir Geylâni hazretleri duâsı makbûl bir zat idi. Bağdad halkından biri ona gelerek; Babam sizleri seven biriydi. Vefat ederken bana bunu söylemişti. Dün rüyâda azâb içerisinde gördüm. Bana Şeyh Abdülkâdire git, bana duâ etsin. Belki Allahü teâlâ beni azapdan kurtarır dedi. Bunun için sana geldim. Babama duâ ediverin de azaptan kurtulsun dedi. Abdülkâdir Geylânî hazretleri sükût buyurdu. Bir şey söylemedi. O şahıs ikinci gece babasını rüyâsında yeşil bir cübbe içerisinde neşeli neşeli görünce hayret edip; Baba, dün azâb içindeydin, bugün ise neşelisin. Sebebi nedir? diye sordu. Babası; Şeyh Abdülkâdir bana duâ etti. Allahü teâlâ onun duâsı hürmetine beni azaptan kurtardı dedi...
Abdülkadir Geylâni hazretleri bir mecliste vaaz ediyordu. Bir ara öylesine derin mevzulara girdi, öylesine esrarlı şeyler söyledi ki, cemaat kendinden geçer gibi oldu. İşte bu sırada kubbeyi çınlatan bir ses işitildi: Allah! diye feryad ediyordu biri. Abdülkadir Geylânî hazretleri durakladı. Sonra, Allah! diye feryad eden adama doğru dönerek şöyle dedi:
Allahın huzuruna vardığında, bu Allah demenin hesabını vereceksin! Kimileri anladı bunun mânâsını, kimileri de anlamayıp hayretle sordu:
Bu nasıl iş? Allah demenin de hesabı olur mu? O mübarek izah etti durumu:

RUHUNU TESLİM ETTİ...
Evet, bu Allah! feryadının da hesabı vardır. Bakalım kalbinden mi dedi, yoksa ağzından mı? İrâdesi dışında mı oldu, yoksa bir maksada müteveccih mi? Yani, bununla itibar kazanıp menfaat elde etmek mi var niyette? Yoksa Allah için mi? Evet, mesele burada; ihlâsla mı attı nârayı, yoksa gösteriş için mi?..
Abdülkadir Geylâni hazretlerinin bu söylediklerini nara atan adama bildirdiler. Bunları duyunca tekrar Allah diye bağırdı ve yere düştü. Baktılar ki ruhunu teslim etmiş..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hanım sahâbî Ümmü Zer</label>
Ümmü Zer Gıfariyye (radıyallahü anhâ) Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Ebû Zer-i Gıfari hazretlerinin hanımıdır. Sâde bir hayat sürmüşler, zühd ve takvâ çizgisinde bir ömür geçirmişlerdir... TEREDDÜTSÜZ İMAN ETTİ...Bir gün Mekkede putları inkâr eden, insanları Allaha dâvet eden son Peygamberin çıktığına dair haberler aldılar. Bu sevindirici haberi araştırmak üzere Ebû Zer, kardeşi Uneysi Mekkeye gönderdi. Yeni din ve son Peygamber hakkında bilgi edinerek dönmesini istedi. Memleketine dönen kardeşinin getirdiği bilgilerle gönlü tatmin olmayan Ebû Zer, kendisi Mekkeye gitti. Peygamber efendimizle buluştu ve İslâmla şereflendi. Bir müddet Mekkede kalıp İslâmı öğrendikten sonra tebliğ etmek üzere kabîlesine döndü. İlk olarak hanımı Ümmü Zeri İslâma davet etti. O da tereddütsüz hemen kabul etti. Kelime-i şehâdet getirerek. İslâmla şereflendi.
Resûlullah efendimizden ayrı kalmaya dayanamıyorlardı. Hasret ve muhabbeti artık onları durduramadı. Hicret edip, efendimizin huzurunda yaşamak istediler. Hendek Savaşından sonra Medine-i Münevvereye hicret ettiler. İki Cihan Güneşi Efendimizin beldesinde yaşamaya başladılar. Mescidinden ayrılmadılar...
Ebû Zer hazretleri, mescidde Efendimizden duyduğu yeni bilgileri hanımı Ümmü Zere aktarıyordu. Ümmü Zer de bir hanım sahâbî olarak beyinden çok faydalı ilim öğrendi. Birçok hadis-i şerif nakletti...

MEDİNEDEN ŞAMA...
Bu iki Hak âşığı, Resûl-i Ekrem efendimizin dâr-ı bekâya irtihallerinin ardından Medineden ayrılıp Şama doğru yolculuğa çıktılar. Meşakkati ve sıkıntıyı tercih ettiler. Bu arada üç çocuklarını kaybettiler... Şamda insanların, sünneti seniyye çizgisinden uzaklaştıklarını görünce onları uyarmak üzere Ebû Zer erkeklere, Ümmü Zer de hanımlara çok nasîhat ettiler. Ancak, zühd ve takva üzere yaşayanlar azaldıkça tekrar Medine-i Münevvereye döndüler. Fakat bu sefer de Resûlullah efendimizi görememenin hasretine dayanamadıkları için tekrar Medineden ayrılmak istediler. Hazreti Osman onlara Rebezeye gidip yerleşmelerini tavsiye etti. Orada yalnızlık içerisinde iken Ebû Zer vefat eyledi. Ümmü Zer ise tekrar Medine-i Münevvereye döndü. Çok geçmeden o da vefât etti. Vefat ederken şunları söyledi:
Resulullah efendimizden işittim. Buyurdu ki: Ben ve yetimi gözeten, cennette şöylece (iki parmağını birleştirdi) beraberiz. Yetim hakkına çok dikkat ediniz.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri