Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nefsini hesaba çeken zatlar...</label>
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermâyeyi, kârdan ve zarardan ayırmalıdır. Sermâye farzlardır. Kâr da, sünnetler ve nâfilelerdir. Ziyân ise, günahlardır.Nefse karşı çok uyanık davranmak lâzımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubâhı bile sormalı, bunu niçin yaptın demelidir. Zararlı bir şey yaptı ise, tazmîn ettirmeli, ödetmelidir. Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar...

Eğer insan her günah işlediğinde, odasına bir kum koysa, birkaç sene içinde oda kum ile dolar... Eğer, omuzlarımızdaki kâtib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lâzım gelirdi. Hâlbuki, gaflet ile çeşitli düşünceler ile birkaç sübhânallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. Saymış olsak, her gün, binleri aşar. Sonra da, terâzîde sevap kefesinin ağır basacağını umarız. Bu nasıl akıldır! İşte, hazreti Ömer, bunun için buyurdu ki: Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz tartınız! Hazreti Ömer her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, Bugün niçin böyle yaptın? derdi.

İbni Selâm odun yüklenmiş taşıyordu. Sen hamal mısın? dediklerinde, Nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım nasıl olacak dedi.
Alkama bin Kays Tâbiînin büyüklerindendir. Nefsi ile çok mücâhede ederdi. Nefsine neden bu kadar azâb ediyorsun? dediklerinde, Onu çok sevdiğim için, onu Cehennemden korumak için derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, Yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için cevabını verirdi.
Nefsine ibâdetleri seve seve yaptıramayan kimseye en iyi ilâç, sâlih bir zâtın yanında bulunmaktır. Bir Allah adamını bulamayanlar, daha evvel yaşamış, sâlih insanların hayatını okumalıdır...

HER GÜN BİR GÜNAH İŞLENSE!..
Büyüklerden İbnüs-samed hazretleri bir gün kendisini hesaba çeker. Ömrünü hesapladığında, altmış yaşında olduğunu, altmış yılda kaç gün olduğunu hesaplayınca da, 21900 gün ettiğini görür ve feryad edip ağlamaya başlar:
- Her gün bir tek günah işlesem, bu kadar sayı ile ben Allahın huzuruna nasıl çıkarım? der ve korkusundan düşüp bayılır. Ayıldığında tekrar aklına gelir ve yine bayılır. Etrafında bulunanlar onu uyandırmaya çalıştıklarında vefat ettiğini görürler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
  • Okçular yerlerini terk edince!..</label>
İslâm Ordusu Uhud Dağına vardığı zaman, düşman askerleri oraya yerleşmişti. Kâfirlere gözükmeden şafak vakti dağın eteklerine varıldı. Arkaları Uhud Dağına gelerek Medineye karşı saf bağladılar. Düşmanın geriden saldırısını önlemek için 50 kişilik bir okçu bölüğü, dağın sol taraftaki boğazına yerleştirildi... YERLERİNİZİ TERK ETMEYİN!
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) okçulara, savaşın sonucu ne olursa olsun, kendilerinden habersiz yerlerini terk etmemelerini emretti. İslâmın 16ncı, hicretin 3üncü, miladın 625inci yılının 25 Martında, 11 Şevval Cumartesi günü Uhud Gazası başlamış oldu...
Mekkeli kadınların çalgıları arasında ortaya çıkan ve çarpışmak için adam isteyen kâfir askerleri Hazreti Hamza ve Hazreti Alinin (radıyallahü anhüma) kılıçları ile yere düştüler. Kureyşliler ölülerinin öcünü almak, putlarını korumak için var güçleriyle saldırıyor, onların üçte birinden daha az müminler ise Allah yolunda, Onun hak dâvası uğrunda karşı koyuyorlardı... Savaş kısa zamanda kızışmış, İslâm askerleri düşmanın merkezine kadar ilerlemişti. Onların kılıç darbeleri altında hemen 20 kâfir ölmüştü... Ayneyn Boğazına yerleştirilmiş bulunan okçular da savaşın, zaferle bittiğini söyleyerek yerlerini terk etmeye başladılar. Kumandanları Abdullah bin Cübeyrin (radıyallahü anh), hiçbir halde buradan ayrılmamakla emrolunduklarına dair gösterdiği çabalar bir sonuç vermedi. Boğazda kumandanla beraber sekiz okçu kalıverdi...

SEKİZ OKÇU DA ŞEHİD EDİLDİ...
Kureyş kumandanlarından Halid bin Velid, bu fırsatı çok kollamış fakat ele geçirememişti. Okçuların dağıldığını görünce, 250 kişilik süvari birliği ile boğaza daldı. Kalan okçuları şehîd ettikten sonra, müminleri arkadan sardı. Diğer taraftan da dağılan Kureyş askerleri toplanıp saldırmaya başladı. Müslümanlar iki taraftan da kıskaca alınmıştı. Müminler aralarındaki parolayı bile unutmuşlar, birbirlerine girmişlerdi. Bu şaşkınlık içerisinde savaşı kazanmışken kaybeder hale düştüler. Bu karışıklıkta 70 kişi şehit oldu. Hazreti Hamza da şehitler arasındaydı. Müşrikler, müminlere karşı sağladıkları üstünlükten faydalanıp savunmasız kalan Medineye giremediler. Çünkü Allahü teâlânın onlara verdiği korkuyla, müminlerden tek bir esir bile alamadan Mekkenin yolunu tuttular..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sen de savaşa katıl yâ Vahşi!..</label>
Kureyş kâfirleri Bedir hezimetinden sonra, öc almak için bir yıl hazırlık yaptılar. Mekkenin idarecisi de Ebû Süfyan olmuştu. Medineyi basmak, müminlerden intikamlarını almak düşüncesiyle 3000 kişilik bir ordu hazırladılar. Orduda 700 zırhlı, 200 atlı ile 3000 deve bulunuyordu... KUREYŞ KADINLARI DA ORDUDA!..
Orduya, yakınlarının öcünün alınması için askerleri gayretlendirmek maksadıyla bazı Kureyş kadınları da katılmıştı. Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekkede bulunan amcası Abbas, Kureyşlilerin bu büyük hazırlığını özel olarak tuttuğu bir adamla gönderdiği mektubda yeğenine bildirdi. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ve dostlarının zarar görmesini istemiyordu. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdiği keşif kolları ile, bu haberin doğruluğunu ayrıca öğrendi. Düşmanı karşılamak için hemen hazırlıkları başlattı.
Mekkenin ileri gelenlerinden Cubeyr bin Mutimin Habeşî bir kölesi vardı, adı Vahşiydi. Cubeyr bin Mutim, kölesi Vahşiye dedi ki: Sen de savaşa katıl yâ Vahşi! Şayet Muhammedin amcası Hamzayı öldürürsen, seni kölelikten azad edeceğim. Vahşi, hürriyet uğruna savaşa katılmaya karar verdi. Ebu Süfyan komutasındaki 3000 kişilik ordu, Mekke üzerinden harekete geçti...

GÖĞÜS GÖĞÜSE ÇARPIŞALIM!..
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) sahabîlerini topladı ve nasıl hareket edeceklerini konuşmaya başladı. Kendisi gördüğü bir rüya üzerine şehirde kalarak düşmanı püskürtmek fikrinde olduğunu söyledi. Sahabîlerin bir kısmı da bu düşüncede olduklarını bildirdiler. Ancak Bedir Savaşına katılamayanlar, gençler ve yiğitler, düşmanla göğüs göğüse çarpışmak için Medine dışına çıkılmasını istediler. Bu fikirlerinin kabulü için de çok ısrarlı davrandılar... Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine İslâm ordusunu hazırladı. Dışarıda savaşmak için ısrar edenler, Peygamber Efendimizin fikrine göre hareket etmenin daha iyi olacağını anladılar. Bu fikrin uygulanması için ısrarlarından vazgeçtiler. Ancak Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), verilen karardan dönmesinin uygun olmadığını bildirdi. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) 1000 kişilik bir kuvvetle cuma namazından sonra Medineden çıktı... Devamını yarın okuyalım inşallah...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gariplerin dostu Hasan Dede</label>
Hasan Dede Anadoluda yetişen velîlerdendir. On sekizinci asırda Nevşehirde yaşamıştır. Halk arasında meşhûr olup Hasan Baba ve Hasan Emmi diye de tanınır. Halkın, tevekkülü, çalışkanlığı ve üstün ahlâkı ile çok sevdiği ve hürmet gösterdiği bir velî idi... EL EMEĞİYLE KAZANIRDI...
Bu mübarek zat, kendi el emeği ile kazandığı helal yiyecekleri yer, buna çok dikkat ederdi. Bu sebeple kendi bağında, bahçesinde çalışırdı. Çalışmaları sırasında namaz vakti girince cemâati aslâ kaçırmaz, câmiye gider, cemâatle namaz kılardı. Namazdan sonra da halkın can kulağı ile dinlediği sohbetlerini yapar, yine işine dönerdi...
Bir gün yine bir namaz vakti câmiye gelmişti. Bağını bellemek için kullandığı belini de yanında getirip câminin girişinde bir yere koydu. Namaza durdu. Bâzı kimseler cemâat namaza durunca Hasan Dedenin belini kimse görmeden alıp minâreye sakladılar. Namaz bittikten sonra Hasan Dede hiç kimseye bir şey söylemeden minâreye çıkıp belini aldı. Tebessüm ederek, güler yüzle bağına gitti. Onun bu güzel halleri, kimseyi incitmemesi, kırmaması, herkesin iyiliği için çalışması, çevresinde mükemmel bir örnek teşkil ederdi...
Sohbetleri ve güzel ahlâkı ile insanlara çok faydalı olmuştur. Gariplerin, yetimlerin ve hastaların yardımına koşar, onlara her yönden destek olurdu...
Bir gün dostlarından birisi vefât etmek üzere iken başında bulunup ona duâ etmişti. Hasta son anlarını yaşadığı sırada armut istemişti. Mevsim kıştı. O mevsimde armut bulmak mümkün değildi. Hastanın başında bulunan yakınları ne yapacaklarını şaşırarak, Hasan Dedenin yüzüne bakışıp; Bize yardımcı ol, ne yapalım, hastanın bu arzusunu yerine getiremeyeceğiz dediler...

HASTANIN GÖNLÜ HOŞ OLDU
Hasan Dede çâresiz kalan ve çok üzülen bu insanlara; Üzülmeyiniz, buluruz. Allahü teâlâ bir imkân ihsân eder. Biraz bekleyin diyerek dışarı çıktı. Kısa bir müddet sonra elinde küçük bir armut dalı ile içeri girdi. Armut dalı üzerinde yemyeşil tâze yapraklar ve olgunlaşmış sapsarı armutlar vardı. Sanki yaz mevsiminde dalından kırılmış gibi idi. Hastanın başında bulunanlar bu hâli görünce, bu işin Hasan Dedenin bir kerâmeti olduğunu anladılar. Ona olan derin muhabbetleri ve gösterdiği yakın alâka hepsini ağlattı. Armutları verip, hastanın gönlünü hoş ettiler. Hasta kısa bir süre sonra vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bağdâdlı velî Abdullah Hayderî</label>
Abdullah Hayderî hazretleri, Bağdâdda yetişen büyük velîlerdendir. Büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ilk hilâfet verdiği talebesidir. Doğum ve vefât târihleri kesin olarak bilinmemektedir. Bağdâdda doğdu ve orada vefât etti. Abdullah-ı Hayderînin babası da Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerine son derece muhabbet olan bir zat idi.. KERVANI EŞKIYALAR BASTI!..
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Abdullah Hayderî ve diğer halîfeleriyle ve talebeleriyle birlikte Bağdâddan Şama gidiyorlardı. Şam hudutlarına geldikleri zaman Şemmen kabîlesinden Safvak bin Fâris diye meşhûr yol kesici, adamlarıyla birlikte kâfileyi soymaya teşebbüs etti. Eşkıyalar Mevlânâ Hâlid hazretlerinin kâfilesine hücûm ettikleri zaman, kâfileden beyaz elbiseli, ata binmiş çok heybetli bir zat göründü. O zat soyguncuların gözleri önünde o kadar büyüdü ki, sanki dağ kadar oldu. Soyguncular kâfiledekileri göremez oldular. Semâya yükselen büyük bir dağ misâli olan o zâtı görünce, soygunculara bir korku, bir titreme geldi, mızrakları ellerinden kendileri de hayvanlardan düştü. Bu hâdiseden sonra kâfilede Allahü teâlânın sevdiği velî kulları olduğunu anlayan soyguncular, hep bir ağızdan; Aman, aman! Affedin! diye bağrıştılar. Bunun üzerine kâfile eskisi gibi normal görünmeye başladı. Soyguncular kâfilede Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini görünce, hepsi kusurlarının affını istediler. Ellerine sarılarak tövbe ve istigfâr ettiler.
Abdullah Hayderî hocası ile birlikte tekrar Bağdâda döndü. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona mutlak hilâfet verdi, Bağdâdda insanlara İslâmiyetin emirlerini ve yasaklarını anlatarak Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmakla vazîfelendirdi.

BU DÜNYADA İŞİMİZ KALMADI
Mevlânâ Hâlid hazretleri Bağdâddan Şama dönecekleri sırada kendilerinin ve Abdullah Hayderî hazretlerinin babasının yakında vefât edeceklerini işâret buyurarak Şama gittiler. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri Şama döndükten bir müddet sonra vefât etti. Abdullah Hayderî hazretlerinin babasına Mevlânâ Hâlid hazretlerinin vefâtı haberini bildirmediler. Çünkü bu acı haberden dolayı fenâlaşabilir ve hastalığı fazlalaşabilirdi. Fakat üç ay sonra hocasının vefatını öğrenince;
Hocam bu dünyadan ayrıldı, artık bizim de burada işimiz kalmadı dedi ve kısa bir zaman sonra vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Abdullah-ı İsfehânî</label>

Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, İsfehanda yetişen evliyânın büyüklerindendir. 1361 (H.763) senesinde vefat etti. Şama ve başka yerlere gidip oralarda bulunan âlimlerden ilim öğrendi. Kendisinden de birçok kimse istifâde etti. Ebül-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin sohbet ve hizmeti ile şereflenerek, tasavvufta yetişti. Hocasının vefâtından sonra oralarda duramayıp, Mekke-i mükerremeye gitti. Vefâtına kadar orada ikâmet etti... AKILLI KİMSE ODUR Kİ!...Bu mübarek zat, kendisinden nasîhat isteyenlere buyurdu ki:
İlmi, ibâdete zarar gelmemesi için taleb ediniz. İbâdeti de, ilme zarar gelmemesi için isteyiniz. Kulun hakkı, ancak bu ikisiyle meşgûl olmasıdır. Akıllı kimse, îmânını korumak için, Allahü teâlânın emir ve yasaklarında gevşeklik göstermez ve sâlih amellerde kusûr etmez. Allahü teâlânın, müminlerin kalblerine verdiği îmân, tabîat ve hevâ zulmetiyle perdelenmiştir. Bunun açılması için perdeleri ortadan kaldıracak şeye ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, sâlih amellerle îmânı kuvvetlendirmek için, emir ve yasak, vaad ve vaîdlerde bulunmuştur. Kökü, yakîn toprağında bitmeyen, dalları amellerle meydana gelmeyen her îmân, Azrail aleyhisselâm canı almaya geldiği zamandaki şiddetli korkular karşısında sâbit kalamaz. Böyle kişinin, sonunda îmânsız ölmesinden korkulur. Bu da ancak son nefeste ve ölüm korkuları zuhûr ettiği zaman belli olan bir durumdur. Bu hâl meydana geldiğinde, çok az insan îmânında sebât eder. Onun için akıllı kimsenin, sâlih amellerin faydasına kavuşması, Ehl-i sünnet îtikâdında olması lâzımdır. Güzel ahlâk sâhibi olmalıdır. Kim Ehl-i sünnet yoluna göre îtikâdını düzeltmezse, çalışmaları zâyi olur. Gayreti boşa gider...

HAYRET ETMİYOR MUSUN!..
Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulundu. Cenâze defnedildikten sonra, birisi telkine başlayacaktı. Telkîn için kalkınca, Abdullah-ı İsfehânî hazretleri tebessüm etti. Talebelerinden birisi sebebini sordu. Buyurdu ki:
O hoca telkîne başlayınca, kabre koyduğumuz bu mübârek zât bana; Ey Abdullah! Hiç hayret etmiyor musun ki, kalbi ölü olan bu hoca, hakîki hayâta yeni başlayan diri bir kimseye telkîn veriyor dedi. Bunun için tebessüm ettim.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Abdullah Harrâz</label>
Abdullah Harrâz, evliyânın büyüklerindendir. İsmi Abdullah bin Muhammed, künyesi Ebû Muhammeddir. Rey şehrinde doğup büyüdü. Doğum târihi bilinmemektedir. Hicrî 922 (H.310) târihinde vefât etti. Rey ve Bağdâdda ilim tahsîl etti. KULLARIN EN AŞAĞISI!..
Çok hadîs-i şerîf ezberleyen bu mübarek zat, Mâlik bin Enesten hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden Ahmed bin Hanbel ve oğlu ile İmâm-ı Begavî ve Müslîm hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundular...
Abdullah Harrâz talebelerine buyurdu ki:
Bizim yolumuz fütüvvettir (cömertliktir). Yâni kimseden bir şey istemek değildir.
Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır.
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.
Sabrın alâmeti şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir.
Açlık zâhidlerin, dünyaya düşkün olmayanların; zikir âriflerin gıdâsıdır.
Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir.
Yûsuf bin Hüseyin der ki: Abdullah Harrâz gibi bir kimse görmedim. O da kendisi gibi kimse görmedi. Çok mürüvvet sâhibi, herkesi görüp gözeten bir zât idi.

ALLAHA EMANET EDİYORUM
Abdullah Harrâz harâm ve şüphelilerden çok sakınan bir zât idi. Kimseden çekinmez dâimâ hakkı söylerdi. Bir defâsında talebelerinden yirmi sekiz kişi ile birlikte hac yolculuğuna çıkmıştı. Mekkeye yakın bir yerde konakladılar. Orada; Yavrularım şimdi sizi Allahü teâlâya emânet ediyorum buyurdu. Talebeleri; Efendim, siz nereye gidiyorsunuz? diye sordular. O; Ben Reyden buraya kadar sizinle sohbet ederek ve sizi gözeterek geldim. Gönlümü size vermiştim. Şimdi ise tekrar Reyden tarafa gidiyorum. Hac niyetimi oradan yapacağım. İnşallah yine sizlere kavuşurum buyurdu ve geri döndü. Ancak kısa bir zaman sonra orada vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Özrü kabul etmeyen adamın hazin sonu!</label>
Pir Muhammed Gencevî hazretleri on altıncı asırda Karabağda yetişen meşhur velîlerdendir. Karabağın Gence şehrinden olup, evliyânın büyüklerinden Şems-i Tebrîzînin torunlarındandır. Tasavvufta zamânının meşhûr velîlerinden Abdülgaffâr hazretlerinin ders ve sohbetlerinde yetişip kemâle erdi... TALEBEM BENDEN YARDIM İSTEDİPîr Muhammed Gencevî hazretleri, memleketi Gence, yaz aylarında çok sıcak olması sebebiyle yazın şehre üç günlük mesâfede bulunan yaylaya çıkardı... Yaylada iken bir gün abdest alıyordu. Ayaklarını yıkadığı sırada âniden süratli bir şekilde ileriye uzattı. Sanki bir şeye vurur gibiydi. Ayağınızı neden böyle birden uzattınız? diye sorduklarında, buyurdu ki: Bizim falan talebemiz sâhilde pamuk tarlasını sularken bir kimse yanına gelip; Suyu ben tarlama bağlamıştım neden suyumu kesip kendi tarlana akıtıyorsun? Beni de avâre bırakıp oyalıyorsun? deyince, bizim talebemiz de Suyun sizin tarlanıza aktığından benim haberim yoktur. Ben suyu sahraya boşa akıyor zannettim. Al suyu sen tekrar tarlana bağla dedi. Fakat adam bu özrü kabûl etmedi. Kızgın bir halde yanına yaklaşıp elindeki beli tam başına indirmek üzere iken, talebemiz Allahü teâlânın izni ile bizden yardım istedi. O kadar korkup bizi öyle çağırdı ki, yüreğim parçalandı. İşte o kimseye ayağımla vurarak ona mâni oldum. Ayağım başına değdi. Başı iki ayağının arasından geçti. Artık o kimsenin sıhhate kavuşma ihtimâli yoktur! dedi. Sonra o kimsenin babasına haber yollayıp çağırttı...

OĞLUNUN KEFENİNİ HAZIRLA!
Babası gelince; Oğlun sâhilde gâyet hasta bir vaziyettedir. Kefen hazırlayıp oğlunun yanına git. Ölünce onu defneyle diye tembih etti... Babası hemen söylenilen yere gitti. Oraya varınca oğlunun öldüğünü gördü. Cenâzesini kaldırıp defnettiler. Daha sonra bu talebeye sorduklarında hadisenin, aynen hocasının oradakilere anlattığı gibi cereyan ettiğini söyledi ve şunları ekledi:
Çevremizde bulunan kimseler adamın başına toplandılar. Sana ne oldu bu yanındaki kimse mi seni bu hale soktu? dediler. Bu bana hiç vurmadı. Bana ne oldu ise hocasından oldu. Ben ölürsem bu adamı sorguya çekmesinler suçu yok dedi ve son nefesini verdi. Oraya toplananlar onun bu sözlerine şâhid oldular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Huneyn gazisi Âmir bin Amr</label>
Huneyn Gazâsında İslâm ordusu önce mağlûb olacak gibi bir duruma düştü. Sonra tekrâr toparlandılar. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Yâ Rabbî! Vadettiğin yardımı ve zaferi ihsân eyle diye duâ etti... Bundan sonra, Rabbânî yardım ve Sübhânî meded yetişti. Beyâz melekler atlara binmiş oldukları hâlde muhârebeye katıldılar... YÜZLERİ ÇİRKİN OLSUN!
Resûlullah efendimiz, Şu ân gazâ tandırının ısındığı ândır buyurdu. Sonra bir avuç toprak istedi ve o toprağı kâfirlerin yüzlerine serpti ve Yüzleri çirkin olsun! buyurdu. Kâfirlerden o toprakla gözü dolmadık hiç kimse kalmadı. Sonra hezîmete uğrayıp, dayanamadılar ve kaçıp gittiler...
Bu husûsta bir rivâyet de şöyledir:
Resûlullah efendimiz, hazret-i Abbâsa; Ey Abbâs, bana bir avuç toprak ver buyurdu. Resûlullah böyle söyleyince, üzerine binmiş olduğu deve karnı yere değinceye kadar çöktü. Resûlullah efendimiz mübârek eliyle bir avuç toprak aldı ve müşriklerin yüzlerine serpti. Yüzleri çirkin olsun, yardımsız kalsınlar buyurdu. Allahü teâlâ onları hezîmete düşürdü...
Mâlik bin Avf, Huneyn Gazâsında kâfirlerin ordu kumandânı idi. İslâm ordusuyla savaşmak için yaklaştığı sırada, İslâm ordusunun içine câsûslar göndererek, haber getirmelerini istedi. Câsûsları gidip, perîşan bir hâlde geldiler. Mâlik bin Avf câsûslarına, Neden böyle tuhâf bir hâldesiniz? diye sordu. Dediler ki: İslâm ordusunda gösterişli atlara binmiş, bembeyâz kimseler gördük. Eğer bizimle savaşırlarsa, vallahi biz onların karşısında savaşmaya tâkat getiremeyiz! Eğer bizi dinlersen, ordunu topla hemen geri dön. Bizi ve kendini helâk olmaktan kurtar!

RESULULLAHIN DOKUNDUĞU YER!..
Âmir bin Amr Medenî radıyallahü teâlâ anh şöyle anlatmıştır:
Huneyn Gazâsında Resûlullah efendimizin önünde ceng ediyordum. Âniden alnıma bir ok isâbet etti. Alnımdan çıkan kan yüzümden aşağı aktı. Sakalıma ve göğsüme kadar ulaştı. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem mübârek eliyle yüzümdeki ve gözlerimdeki kanı göğsüme doğru akıttı...
Âmir bin Amr bu hâtırasını ömrü boyunca anlattı. Vefât ettiğinde cenâzesi yıkanırken göğsünde Resûlullahın mübârek elinin değdiği yere baktılar. Orası atın alnındaki beyâzlık gibi parlıyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Hüseyin bin Ahmed</label>

Hüseyin bin Ahmed, çok kerâmetleri ve üstün hâlleri görülen bir zattır. Kıymetli sohbetlerinde buyurdu ki: Ey talebelerim! Biliniz ki, Allahü teâlâ bu kadar azamet ve büyüklüğü ile bizlere gayet yakındır. Bu sözü anlayamazsanız da, böylece itikâd edip inanmalısınız. Size lâzım olan odur ki, tenhâda ve açıkta edebi gözetiniz. Evinizde tek başınıza olduğunuz zaman dahi, ayağınızı uzatmayınız. Her ân Allahü teâlânın sizi gördüğünü biliniz ve ona göre hareketlerinizi düzenleyiniz.
Kendinizi, zâhir ve bâtın edebi ile süsleyiniz. Görünüşteki zâhir edeb; Allahü teâlânın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmak, dâima abdestli bulunmak, istiğfar eylemek, az söylemek, her işin inceliğini titizlikle yapmak, İslâm âlimlerinin eserlerini okumak gibi husûslardır. Bâtın edebi ise; yabancılarla düşüp kalkmamak, dünyâya bağlanmamak, Allahü teâlâyı unutturacak her türlü işten uzaklaşmaktır.
ÖMRÜMÜN SONUNA GELDİM...
İbn-i Hanbelî onun kerâmetini şöyle anlatır:
Ben, Hüseyin bin Ahmed ile birlikte hacca gitmiştim. Mekke-i mükerremeye vardıktan sonra, Arafatta vakfeye durmuştuk. Beni yanına çağırıp buyurdu ki: Benim ömrümün sonu yaklaştı. Bu mübârek topraklardan gitmek istemiyorum. Sana vasıyyetlerimi bildireyim... Az bir zaman sonra da vefât etti. Lâkin o sene Mekke-i mükerremede çok su sıkıntısı var idi. Onun cenâzesini yıkamak için suyu nereden bulurum diye düşünürken, yanıma yüksek sesle konuşan birisi geldi. Dedi ki; Hüseyin bin Ahmed vefât mı etti? Ben de Evet dedim. Neden bu kadar düşünceli duruyorsun? deyince; Ben yalnızım ve su sıkıntısı da var. Onun techîz ve tekfinini yalnız nasıl yaparım ve gasli için suyu nereden bulurum? dedim. O kimse bana; Sen burada bekle, bir yere ayrılma dedi ve gitti...

ONU SEVİNÇLİ GÖRDÜM...
Aradan biraz zaman geçince, bir de baktım ki, o kimse, ellerinde birer testi su ve kefen bulunan bir toplulukla beraber geldi. Yanıma gelir gelmez hazretin cenâzesini yıkamaya başladılar, yakın bir kabristanda kabrini kazıp, beraberce defnettik. Bana hepsi taziyette bulundular ve yanımdan ayrıldılar... Birkaç gece sonra, Hüseyin bin Ahmed hazretlerini rüyâmda beyaz elbiseler içinde, bağ ve bahçeler arasında sevinçli olarak gördüm. Bana; Allahü teâlânın rahmeti senin üzerine olsun. Sen beni sâlih kimselerle birlikte çok güzel techîz ve tekfin ettin buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sâdık talebenin güzel sonu...</label>
Sırrî-yi Sekatî hazretleri evliyanın büyüklerindendir. Kıymetli nasihatleri vardır... Bir gün vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merasim ile oradan geçerken, (Şuraya bir uğrayalım) deyip, içeri girdi... ÂCİZ VE ZAYIF OLAN İNSAN...
O sırada Sırrî-yi Sekatî hazretleri, Mahlûkât içerisinde en âciz ve zayıf olan, insandır. Bununla berâber, bu kadar mahlûk arasında, Allahü teâlânın emirlerine insan kadar isyân edip yüz çeviren mahlûk da yoktur. Eğer insan iyi olursa, melekler ona gıpta eder imrenirler. Eğer insan kötü olursa, şeytanın dahi kendisinden nefret ettiği, kendisinden kaçtığı, şerli bir kimse olur. Ne kadar hayret edilir ki, bu kadar zayıf ve âciz olan insanoğlu, kendisine her nimeti veren, her an varlıkta durduran, yaşatan, kudret ve azamet sâhibi olan Allahü teâlâya karşı gelmekte ve isyân etmektedir... diye anlatıyordu. Sultânın yakınlarından olan bu kişi, bu hikmet dolu sözlerin tesîri ile, ağlaya ağlaya kendinden geçti. Bir zaman sonra kalkıp evine gitti. Hiç konuşmuyor, bir şey yiyip içmiyor, hep ağlıyordu. Sabah olunca, yürüyerek, Sırrî hazretlerinin sohbet ettiği yere gelip, anlatılanları dikkatle dinledi. Üçüncü gün yine geldi. Sohbet bittikten sonra, Efendim! Sizin söyledikleriniz bana çok tesîr etti. Kabûl ederseniz, sizin talebelerinizden olmayı arzu ediyorum dedi. Kabûl edildi. Ahmed ismindeki bu talebe, az zamanda çok yüksek derecelere kavuştu...

ŞÛNİZİYE KABRİSTANINA GİDİN!
Bir gün Sırrî-yi Sekatîye biri gelip, Efendim, beni talebeniz Ahmed gönderdi. Rahatsız olduğunu size bildirmemi söyledi dedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri gelen kimse ile berâber talebesi Ahmedin bulunduğu yere gittiler. Şehrin dışında, sahrada çukur bir yerde yattığını ve ölmek üzere olduğunu gördüler. Sırrî hazretleri, bu sâdık talebesinin başını kaldırıp dizine koydu. Yüzünün tozlarını sildi. Ahmed gözünü açıp hocasını görünce çok sevindi. Huzûr içerisinde rûhunu teslim etti... Gasil ve defin hizmetlerini yerine getirmek için şehre geri geliyorlardı ki, şehir halkının kendilerinden tarafa gelmekte olduklarını gördüler. Hayret edip nereye gittiklerini sordular. Onlar, Biz şehirde (Her kim, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulunmak isterse, Şûniziye kabristanına gitsin) diye bir ses duyduk. Onun için yola çıktık dediler. Yıkayıp kefenledikten sonra Şûniziye kabristanına defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir yalancının hazin sonu!..</label>

İmâm-ı Ebû Yûsuf, İsmâil bin İbrâhimden rivâyetle Abdülmelik bin Umeyr; Sakîften bir zât bana şöyle anlattı: Hazreti Ali, beni Abkaraya vâli tayin etti. Onların yanında bana şunları söyledi: -Bunların ödeyecekleri vergileri tam olarak almaya bak. Herhangi bir husûsta rûhsat vermekten, acımaktan şiddetle sakın. Asla sende bir zaaf görmesinler, öğle vakti de bana gel! ONLAR HİLEKÂR BİR KAVİMDİR!
Öğle vakti Hazreti Alinin yanına vardım. O zaman bana gayet yumuşak davranıp, şöyle buyurdu:
-Vâlisi bulunduğun halkın önünde sana bazı şeyler söyledim. Çünkü onlar hilekâr bir kavimdir. Onların başına geçtiğin zaman vaziyete bak. Kış ve yaz onlara ait bir elbiseyi, yiyecekleri rızkı, binecekleri hayvanı ellerinden alıp satma, ödeyemedikleri para için onları asla zorlama. Yine bazılarını para sebebiyle ayakta da sakın bekletme. Vergi olarak aldığın maldan onlara hiçbir şey satma. Biz ancak onların affını kabûl etmekle emrolunduk. Eğer sen emirlerime muhalefet edersen Allahü teâlâ benim yerime seni yakalar. Eğer sözlerime muhalif bir hareketin zuhur eder ve bana ulaşırsa seni azlederim!..
***
Abdülmelik bin Umeyr, Câbir bin Semûreden (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmektedir:
Kûfe ahâlisi Hazreti Ömere, Hazreti Sad bin Ebî Vakkası (radıyallahü anh) şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hazreti Ömer onu vazîfeden aldı ve yerine Ammâr bin Yâseri (radıyallahü anh) tayin etti...
Hazreti Ömer bu meseleyi tahkîk için müfettişler gönderdi. Bunlar kime sordularsa hep onun hakkında hayırlı şeyler söylediler...
Nihâyet Benû Abse ait bir mescide girip yine aynı şeyleri sordular, doğru söylemeleri için de yemin verdirdiler. Bunun üzerine Ebû Sade künyesiyle bilinen Üsâme bin Katade Sad, İslâm askerinin başına geçip harb etmez, ganimet taksiminde eşit davranmaz. Hüküm verirken adâletli davranmaz dedi.

ÜÇ ŞEYLE DUA EDECEĞİM!
Bunun üzerine Hazreti Sad: Vallahi ben de üç şeyle duâ edeceğim: Yâ Rabbî senin bu kulun yalancı ise; riya ile halk görsün ve duysun diye söylediyse, ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve onu fitnelere uğrat!..
Daha sonraları o adama hâlinden sorulduğu zaman İhtiyarlamış, fitneye düşmüş bir pîr-i fânîyim, Hazreti Sadın duâsı bana isâbet etti derdi. Abdülmelik bin Umeyr Sonraları onu ben de gördüm. Yaşlanmaktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu hâlde yolda kızlara sataşırdı ve bu halde can verdi diye haber vermiştir..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri