Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük velî İbn-i Cevzî</label>
İbn-i Cevzî hazretleri, 1117 (H.511) senesinde, Bağdâtta dünyâya geldi. Babası vefât ettiğinde, kendisi çok küçüktü. Ona annesi ve halası baktı. Beş yaşına basınca, halası, Ebül-Fadl bin Nâsır Mescidine götürdü. Burada vaaz dinlemeye başladı. Küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ezberledi. SEKSEN YEDİ HOCADAN DERS...Kendisi şöyle anlatır: Hocam İbn-i Nâsır, beni küçüklüğümde birçok âlime götürdü. Onlardan ilim dinletti. Dinlediğim âlimlerin hepsinden bana icâzet (diploma) aldı. Hocalarımın büyüklüklerini bilen, onların hâllerine vâkıf olan arkadaşlarıma, hocalarımın her birinden bir söz söyledim. Ders aldığım hocalarımın sayısı seksen yediydi.
İbn-i Cevzî, Rükn Abdüsselâm isminde bir zâtın iftirâsıyla vâli tarafından hapse atıldı ve bir gemi ile Vâsıta getirildi. Vâli, İbn-i Cevzî için Derb-i Dinârda bir hücre ayırttırdı ve oraya hapsettirdi. İbn-i Cevzî, bu hücrede beş sene mahbus kaldı. Ona inanan halktan bir kısmı hücresine gelir, ondan vaaz dinlerlerdi... Hapisteyken elbisesini kendi yıkar, yemeğini kendi pişirirdi. Suyu kuyudan kendisi çekerdi. Hamama gitmeye veya başka bir şey için yanında bekçi olduğu hâlde dışarı çıkmasına izin verilmezdi. Yaşı sekseni geçmişti. Hapiste zamanını Kurân-ı kerîm okuyarak ve Allahü teâlâya ibâdet ederek geçirirdi. Akşam ile yatsı arasında üç-dört cüz
Kurân-ı kerîm okurdu...

BEŞ GÜN HASTA YATTI VE...
İbn-i Cevzî, 1201 (H.597) senesi ramazân-ı şerîf ayının yedisinde, Ümmül Halîfe Türbesinin yanında son vaazını verdi. Buyurdu ki: Âhiret, mümin kullara mükâfat verme yeri olarak yapılmıştır. Çünkü bu dünyâ, onlara yapılacak ihsânlara müsâit değildir. Çünkü mümin kulların değeri, mükâfâtlarının fâni olan bir yerde verilmesinden üstündür...
Bu vaazdan sonra beş gün hasta yattı. Cumâ gecesi akşam ile yatsı arasında evinde vefât etti. Vefat ederken buyurdu ki: Yâ İlâhî! Senden haber veren dile azâb etme! Sana delâlet eden ilimlere bakan göze de azâb etme! Senin hizmetinde yürüyen ayağa, Resûlünün hadîslerini yazan ele de azâb etme! İzzetin hakkı için beni Cehenneme atma! Cehennem ehli de, dünyâ da biliyordu ki, ben senin dînini muhafaza etmeye çalıştım. Yâ Rabbî! Senin için dökülen gözyaşlarına rahmet et! Sana kavuşamadığı için yanan ciğere rahmet et! Sana karşı âcizim, yalvarırım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kabirdeki ibâdete sevap verilmez!..</label>
Sâbit-ül-Benânî şöyle dua etti: Yâ Rabbî! Bir kimsenin mezarda namaz kılmasına izin veriyor isen, bana da kabirde namaz kılmayı nasip eyle!
Sâbit-ül-Benânî, Tâbiînin, zâhid, âbid ve müttekilerindendir. Hadîs ilminde sika, emîn, güvenilir ve îtimâd edilir bir âlimdir.
Bu mübarek zat diyor ki: Hamîd-i Tavîle sordum: Mezarda peygamberlerden başka namaz kılan olur mu? Evet, başkaları da kılabilir dedi. MEZARINDA NAMAZ KILIYORDU!..
Sâbit-ül-Benânî hazretleri vefat etmeden önce: Yâ Rabbî! Bir kimsenin mezarda namaz kılmasına izin veriyor isen, Sâbitin de kabirde namaz kılmasını nasip eyle dedi. Ebû Nuaym, bildiriyor ki: Şeybân bin Cisr dedi ki: Kendinden başka ilâh bulunmayan Allahü teâlâya yemin ederim ki, Sâbit-i Benânîyi mezara koydum. Hamîd-i Tavîl de yanımda idi. Üzerine toprak örttük. Toprak bir yerinden çöktü. Kabre baktım, namaz kıldığını gördüm...
İbni Cerîr haber veriyor ki, seher vakitlerinde kabristandan geçenler, Sâbit-i Benânînin kabrinden Kuran-ı kerim sesi duyduklarını söylerlerdi. İbnül Cevzî de bunu bildirmektedir...
Ebül-Hasen bin Berâ bildiriyor ki: Mezarcı İbrâhîm salih bir kimsedir. Bana, (Bir mezar kazmıştım. Mezardan ve kerpiç parçalarından misk kokusu duydum. Kabre baktım. Bir ihtiyâr oturmuş Kuran-ı kerim okuyordu) dedi...
Ümmül Esved dedi ki: Muâze benim sütannem idi. Bir gün dedi ki: Ebüs-sahbâ ve oğlum şehit olunca, dünya gözüme zindan oldu. Hiçbir şeyden tat alamaz oldum. Yalnız şunun için yaşamak istiyorum ki; cenâb-ı Hakkın rızasına kavuşturacak bir şey yapabilsem de, Ebüs-sahbâ ile ve oğlum ile Cennette buluşabileyim... Muhammed bin Hüseyin bildiriyor ki: Muâze vefât ederken ağladı. Sonra güldü. Sebebini sorduk. Namazdan, oruçtan ve Kuran-ı kerim okumaktan ve Allahü teâlâyı zikretmekten ayrılıyorum diye üzülmüştüm. Sonra Ebüs-sahbâyı gördüm. İki parça yeşil elbise giymiş. Dünyada böyle görmemiştim. Bunun için de güldüm dedi...

RUHU TEMİZ VE HASTA OLANLAR
Hadis âlimlerinden Abdürrahmân ibni Receb diyor ki: Allahü teâlâ dilediği kuluna kabirde sâlih işler yapmayı ihsân eder. İnsan ölünce amel, ibâdet yapmak vazîfesi biter. Kabirdeki ibâdete sevap verilmez. Fakat, Allahü teâlânın ismini söylemekle ve ibâdet etmekle zevklenir. Melekler ve Cennette olanlar da böyledirler. İbâdet yapmaktan lezzet duyarlar. Çünkü zikir ve ibâdet ruhu temiz olanlar için, en tatlı şeydir. Ruhu hasta olanlar, bunun tadını duyamaz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Saliha kadının salih evladı...</label>

İsrailoğullarından zengin bir adam ölmek üzereydi. Üç oğlu vardı. Benim bu servetim sadece sizlerden biriniz içindir der ve vefat eder...
İsrailoğulları arasında çok serveti ve üç oğlu olan akıllı bir kimse vardı. Çocuklarından biri saliha bir hanımdan doğmuştu. Diğer ikisinin anneleri ise, saliha olmayan, kötü kadınlardı... DERDİNİZİN ÇARESİ REMLEDE!
Her fani gibi bu zengin adamın da ölüm anı gelmişti. Oğullarına, Benim bu servetim sadece sizlerden biriniz içindir dedi ve vefat etti...
Baba öldükten sonra büyük oğul, Babamın maksadı ben idim dedi. İkinci oğul, Hayır, bendim dedi. Küçük oğul da kendisi olduğunu söyledi... Üç kardeş nihayetinde hâkimin yanına gittiler. Hakim onlara şöyle dedi:
Remle şehrinde üç kardeş var. Siz oraya gidiniz; onlar sizin derdinize çare bulurlar.
Üç kardeş birlikte Remleye gittiler. Önce kardeşlerden küçüğünü buldular. Onu çok yaşlı bir şahıs olarak gördüler. Meseleyi ona anlatınca, o; Yaşı benden büyük olan kardeşimin yanına gidin dedi. Onlar ikinci kardeşin yanına gittiklerinde, onu orta yaşlı birisi olarak gördüler; onun siması birinci kardeşten daha genç görünüyordu. O da bunları büyük kardeşlerinin yanına gönderdi. Bunlar onun yanına varınca, ağabeylerini diğer iki kardeşinden daha genç gördüler. İlk önce onların durumunu, yani küçük kardeşlerinin neden büyük kardeşlerinden daha yaşlı göründüğünü sordular. Daha sonra kendi meselelerinin nasıl hâllolacağını sordular.
O cevaben şöyle dedi: Küçük kardeşimin kötü huylu bir hanımı var ve sürekli olarak ona eziyet ediyor. İşte bu yüzden o görünüş olarak daha çökmüş ve daha yaşlı gözüküyor.
Ortanca kardeşimin ise bazen onu incitip bazen de hoşnut eden bir hanımı var.
Benim ise saliha bir hanımım var. Beni asla üzmez, aksine hoşnut etmektedir...
Babanızın vasiyetine gelince; siz ilk önce, gidin onun kabrini açın ve kemiklerini çıkararak yakın ve daha sonra aranızda hükmetmesi için hakime gidin.

BU MİRAS SENİNDİR!
Bunlar evlerine döndüklerinde ellerine kazma kürek alarak kabristana gittiler. İki büyük kardeş babalarının kabirlerini açmaya yeltenince, küçük kardeş şöyle dedi: Babamın kabrini açmayın; ben kendi payımı size vermeye hazırım. Sonra onlar birlikte hakimin yanına dönerek durumu anlattılar.
Hakim onların küçük kardeşlerine dönerek şöyle dedi:
Bu miras senindir; eğer onlar da onun oğulları olsaydı, acıma duyguları olur ve bu işlerinden dolayı utanıp hayâ ederlerdi dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dört şehîd anası Hazreti Hansâ</label>
Hansâ (radıyallahu anhâ), cesaret ve kahramanlığıyla ün salmış bir hanım sahâbîdir. Arap edebiyatında kadın şâirlerin en önde geleni kabul edilir. Savaşlardaki, yiğitlik, kahramanlık sahnelerini kadın hissiyatı içinde sâde bir dille anlatmıştır. O, İslâmın ortaya çıktığı ilk dönemlerde çocuklarıyla birlikte Müslüman oldu. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi vesellem) efendimiz onun şiilerini beğenirdi... ŞEREFİNİZE LEKE DÜŞÜRMEDİM!Bu mübarek kadının dört oğlu vardı. Bu dört mücâhid genç, anneleriyle birlikte Hazreti Ömerin halifeliği döneminde Kadsiye Savaşı için hazırlanan orduya gönüllü olarak katıldılar. Hazreti Hansâ bir akşam üstü çocuklarını yanına topladı. Dört oğlunu bir anne şefkati nazarıyla süzdükten sonra onlara yüce hedeflere ulaşma konusunda nasihatler yaptı:
Yavrularım! Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allaha yemin ederim ki, siz hep bir annenin oğlu bir babanın çocuklarısınız. Ben sizin babanızın namusunu korudum; ona ihanet etmedim. Dayınızı da mahcup edecek bir ahlâksızlıkta bulunmadım. Şerefinize leke düşürmedim. Soyunuzu değiştirip bozmadım... Sizler, Allah yolunda savaşan mücâhidlere Rabbinizin hazırladığı sevabı biliyorsunuz. Yarın inşallah sağ salim sabaha erişirseniz, basîretli bir şekilde, sabır ve sebatla düşmana saldırın. Bu konuda düşmana karşı sadece Allahtan yardım isteyin. Harp kızıştığında düşmanın can alıcı yerine kadar gidin. Onların kumandanı ile çarpışın...
Dört kardeş bir ağızdan Allaha yemin olsun ki bu söylediklerini yerine getireceğiz dediler. Sevgili annelerinin gösterdiği hedefe ulaşmak için dört kardeş sabahı zor etti...

CENNETTE EVLATLARINA KAVUŞTU...
Sabah olduğunda yerlerinde duramayan Hazreti Hansânın oğulları arslanlar gibi savaş meydanına atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Sonunda özlemini çektikleri şehidlik mertebesine eriştiler. Bedenleri savaş meydanında kaldı. Ruhları Cennet-i âlâya uçtu.
Hazreti Hansâ dört evladının şehâdet haberini sanki bir müjde gibi karşıladı. Allaha hamdedip sevincini şu duâ ve niyaz ifadeleriyle açığa vurdu:
Onların şehadetiyle beni şereflendiren Allaha hamdolsun. Yüce Rabbim beni onlarla beraber rahmetinin gölgesinde birleştirsin.
Hazreti Hansâ, bundan sonra uzun yaşamadı. Kısa bir zaman sonra o da cennette evlatlarına kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yermük şehidi Hazreti İkrime</label>
Eshab-ı kirâmdan Hazreti İkrime, Ebû Bekir (radıyallahu anh) devrinde Yermük savaşına katıldı. Bu savaşta oğlu ile birlikte Hicrî 15 (m. 636) yılında şehid oldu. Vücudunda 70ten fazla kılıç ve mızrak yarası vardı... BU NASIL BİR FEDAKÂRLIK!..Huzeyfe (radıyallahu anh) şöyle anlatıyor:
Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ben de, güç belâ kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki: Su istiyor musun? Belli ki istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Ben kırbanın ağzını açtım suyu kendisine doğru uzatırken biraz ötede yaralıların arasında Hazret-i İkrimenin sesi duyuldu:
Su! Su! Ne olur, bir damla su! Amcamın oğlu Hâris (radıyallahu anh) bu feryadı duyar duymaz göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen İkrimeye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehidlerin aralarından koşa koşa İkrimeye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken İyaşın (radıyallahu anh) iniltisi duyuldu.
Ne olur bir damla su verin. Allah rızası için bir damla su! Bu feryadı duyan İkrime, elini hemen geri çekerek suyu İyaşa götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehidlerin arasından dolaşa dolaşa İyaşa yetiştiğim zaman kendisinin son nefesinde Kelime-i şehâdeti söylediğini duydum. Benim getirdiğim suyu gördü. Fakat vakit kalmamıştı... Başladığı Kelime-i şehâdeti ancak bitirebildi...

VE NASIL BİR İMÂN!..
Derhal geri döndüm, koşa koşa İkrimenin yanına geldim; kırbayı uzatırken bir de ne göreyim! Onun da şehid olduğunu müşahede ettim. Bari dedim amcamın oğlu Hârise yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çare ki o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim eylemişti...
Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı halde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli halleri gıpta ile baktığım en büyük imân kuvveti tezahürü olarak hâfızama adetâ nakşoldu!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bedir şehitlerinden Sa'd bin Hayseme</label>
Bedir Gazası, hicretin ikinci senesinde yapıldı. Mekke müşrikleri, Müslümaları ortadan kaldırmak için hazırlık yapıyorlardı. Hazırlayacakları orduya destek maksadıyla Şama bir kervan gönderdiler. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ticâret kervanının Suriyeden Mekkeye dönmekte olduğunu öğrenince, Eshabı ile kervana doğru harekete geçti... EBÛ CEHİL BAŞI ÇEKİYORDU...
Bunun üzerine kervanın başında bulunan Ebu Süfyan, Mekkeye haber göndererek yardım istedi. Ebu Cehilin başı çektiği 1000 kişilik bir müşrik ordusu Bedir önlerine geldi...
Eshâb-ı kiram 313 kişi olup, bunların 83ü Muhâcirlerden, gerisi Ensardan idi. Orduda, süvâri gözcülerin kullandığı iki atla, münâvebe ile binilen yetmiş deve bulunuyordu. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer ibn-i Ümmü Mektumu, Medîne halkına namaz kıldırmak için yerine vekil bırakarak, ramazan-ı şerîfin sekizinde Medîneden yola çıktılar...
Resül-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Bedire giderken Size müjdelerim ki, Allahü teala, bana iki topluluktan birini vadetti. Allaha yemin ederim ki, ben sanki Kureyş kavminin düşüp telef olacakları yerlere bakıyorum buyurdu. Bedire varıldığında ise Burası filanın... şurası da filanın öldürüleceği yerdir... diye mübarek eliyle gösterdi. Hiçbirinin yeri şaşmadı, hep öyle oldu.

BABA-OĞULUN ŞEHİDLİK YARIŞI!..
Süleymân bin Bilâl (radıyallahü anh) anlatıyor: Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Bedir Gazâsı için yola çıktığında, Sad bin Hayseme ve babası (radıyallahü anhüma), Peygamber efendimizle beraber gazâya katılmak istediler. Durumu Server-i âleme bildirdiler. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ikisinden birinin savaşa katılmasını emretti. Bunun üzerine kura çekmeye karar verdiler. Kuradan önce Hayseme bin Haris, oğlu Sada; Birimizin burada kalması gerekiyor. Sen hanımınla beraber kal dedi. O ise; Eğer bu, Cennetten başka bir şey için olsaydı seni kendime tercih ederdim. Fakat bu harpde şehîd olmak istiyorum dedi. Sonra kura çektiler. Kurada Sad (radıyallahü anh) kazandı. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Bedir Savaşına katıldı ve Amr bin Abduved onu şehîd etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis ve fıkıh âlimi Abdullah el-Makdisî</label>
Buyurdu ki: Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur. Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir.
Abdullah bin Abdülganî el-Makdisî, evliyânın büyüklerinden, hadis ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. 1185 (H.581) senesi şevvâl ayında doğdu. 1232 (H.629) senesinin ramazan ayında Şamda vefât etti... Kıymetli sohbetleri ve nasihatleri vardır. Buyurdu ki: ÖYLE ZAMAN OLUR Kİ!..
Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler. O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur. Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar. Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür. O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur. Hâline bakıp gafletten uyanır. Tövbe ve istigfâr eder. Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır. Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; O bizi affeder diyen kullarını sevmez. Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur. Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir.
Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar. Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler. Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz. Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarf etmektir. Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terk etmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir.
İşlediğin tâat ve ibâdetleri beğenmemelisin. O tâat sana hoş gelmemeli, bir lezzet aramamalısın. Tâatini beğenmek şirktir. Yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için, buyurulduğu gibi, yânî ilmihâl kitaplarında bildirdiği gibi işlemeli. Tâatini Hak teâlâya ısmarla ve kendi beğenmeni şeytanın yüzüne çarp!..

NİMETLER İÇİNDEYİM...
Bu mübarek zatı vefât ettikten sonra, talebelerinden pek çoğu rüyâda gördü. Bir talebesi ona rüyâda; Size nasıl muâmele yapıldı? diye sordu. Allahü teâlânın ihsânı ve ikrâmı ile nîmetler içindeyim dedi. Bir başkası; Haliniz nasıldır? diye sordu. Ona da; Hayra kavuştum diye cevap verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve kırâat âlimi Muhammed el-Mürşidî</label>

Muhammed el-Mürşidî, evliyânın büyüklerinden, fıkıh ve kırâat âlimidir. 738 (m. 1337) senesi ramazân-ı şerîf ayında Münyede vefât etti...
Ebû Abdullah el-Mürşidî, çok kerâmeti görülen velîlerdendir. Münyedeki Benî Mürşid dergâhına çekilip, orada ibâdetle meşgûl oldu. Ziyâretine gelenlere bizzat hizmet edip, yemek ikrâm ederdi. Gelen az olsun, çok olsun, kimin hâtırından hangi yemek geçti ise getirip önlerine koyardı... MİNBERDE NE OKUNUR, BİLMEM Kİ!
Hatîb Muhammed bin Merzûk et-Tilmsânî şöyle anlatır:
Babamın hocalarından birisi de, Muhammed el-Mürşidî idi. Bir yolculuğumuzda, ondokuz yaşında iken babam beni onun dergâhına götürdü. Cuma günü idi. Pekçok âlim, fakîh, hatîb orada toplanmıştı. Namaz vakti yaklaşınca, âlimler birbirine bakıp kim öne geçecek diye bekleştiler. O esnada Ebû Abdullah el-Mürşidî, kaldığı odadan çıkıp, sağa ve sola baktı. Babamın arkasında olduğum hâlde, nazarı bana erişti ve; Ey Muhammed yaklaş! buyurdu. Beni alıp kendi odasına götürdü. Orada, farz, sünnet ve namaz ile ilgili bazı bilgilerden anlattı. Kalkıp güzel bir abdest aldım. Berâberce mescide çıktık. Bana minberi gösterip; Ey Muhammed, şimdi minbere çık, insanlara hutbe oku, nasîhat et buyurdu. Ben heyecanla; Orada ne söylenir bilmem diye arz ettiğimde, Minbere çık buyurup, hatîblerin hutbede eline alıp dayandıkları bir kılıç verdi. Müezzin ezânı bitirinceye kadar, ben kılıca dayalı olarak ne söyleyeceğimi düşünmeye başladım. Ezân bitince, bana yüksek bir sesle; Ey Muhammed kalk! Besmele ile başla buyurdu... Ayağa kalkıp Besmele okudum. Arkasından fasîh bir şekilde hutbe okumaya başladım. Daha önce bilmediğim, duymadığım şeyleri söyledim... Vaazımın tesîri ile cemaat büyük bir huşû ve dikkat ile bana bakıyorlardı. Nihâyet, hutbemi tamamlayıp minberden indim. Ebû Abdullah el-Mürşidî bana yaklaşıp; Çok güzel bir hutbe okudun. Tebrik ederim. Seni hutbe okumak ile vazîfelendirdim buyurdu...

KÖYLÜLER DERGAHA GELSİN!
Ebû Abdullah el-Mürşidî, bir gün yanındakilere:
Etrâftaki köylere haber gönderin, dergâha gelsinler buyurdu. Meğer bunlar, onun son sözleri imiş. Köylülerin hepsi geldi. O, odasına girip uzun müddet kaldı. Gelenler ne olacağını merakla beklediler. Fakat o, odasından çıkmadı. Nihâyet merakla odasına girildiğinde, vefât etmiş olduğu görüldü. Hâlbuki odasına girerken hiçbir hastalık belirtisi yoktu. Gelenler cenâzesini yıkayıp namazını kılıp, dergâhına defnettiler.


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve hadîs âlimi Muhammed Zerkânî</label>
Mısırlı âlim Muhammed Zerkânî, fıkıh, hadîs ve Arabî ilimlerde üstün bir dereceye yükseldi. Bütün hocalarından icâzet (diploma) aldı. Ebil-İkrâm bin Vefîden tasavvuf yolunu öğrendi. Ezher Üniversitesinde ders okuttu...Zerkânînin Şerh-ül-Mevâhib adlı eserinde buyuruyor ki: HASTALARI ZİYARET EDİNİZ!
Tıbb-ı Nebevi: Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Eshâbından bir kimse hasta olsa, onu görmeye giderdi. Hattâ kâfirlerin hastasını da ziyâret ederdi. Hadîs-i şerîfte; Hastaları ziyâret ediniz buyurulmuştur. İbn-i Battal; Bu hadîs-i şerîfteki emir, farz-ı kifâye ve ziyâret edenle ziyâret edilen arasında yakınlık, sevgi ve muhabbetin meydana gelmesine teşvik içindir demektedir.
Taberîden şöyle nakledilir: Bereketi ve manevî yönden fâidesi umulan kimsenin hasta ziyâreti daha mühimdir. Çünkü hasta, böyle kimselerden fâide görür.
Kab bin Mâlikin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Hastayı ziyâret eden kimse (hastanın ziyâretine giderken) Allahü teâlânın rahmetine dalar. Hastanın yanına oturduğu zaman, rahmet onun (bütün vücûdunu) kaplar. Taberî eserinde bu hadîs-i şerîften hemen sonra; Ziyâret eden kimse hastanın yanından kalktığı zaman, geldiği yere dönünceye kadar rahmet içerisinde bulunur hadîs-i şerîfini de yazdı. Bu hadîs-i şerîfler hasta ziyâreti yapan kimsenin ziyârete giderken, hastanın yanında kaldığı müddet içerisinde ve dönerken Allahü teâlânın rahmeti içerisinde bulunduğunu ifâde etmektedir.

ONU, KORKTUĞUNDAN EMİN KILAR
Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etti: Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ölüm hâlindeki bir hastanın yanına geldi. Ona selâm verdi. Kendini nasıl buluyorsun? buyurdu. O da; Hayır ile, yâ Resûlallah! Allahü teâlânın rahmetini umuyor, günahlarımdan dolayı Allahü teâlânın azâbından korkuyorum dedi. Bunun üzerine Resûl-i ekrem efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); Bu anda bir kimsenin kalbinde bu ikisi bulunursa, Allahü teâlâ ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emîn kılar buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Son Sahâbe Ebüttufeyl</label>
Ebüttufeyl Âmir bin Vâsile, Eshâb-ı kirâmdan Kinâne kabilesinin şâirlerinden ve ileri gelenlerindendir. Uhud Savaşının olduğu sene dünyâya geldi. Küçük yaşta Resûlullahı gördü. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtından sonra Kûfeye gitti... HAZRETİ ALİNİN BAYRAKTARI
Bu mübarek zat, devamlı Hazret-i Alinin (radıyallahü anh) sohbetlerinde bulunurdu. Onun bazı savaşlarında bayrağını taşıdı. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şehîd edilince Mekkeye döndü. Hazret-i Muâviye (radıyallahü anh) Ona iltifât edici, nâzik bir mektûb gönderdi. Şama gitti. Sonra Muhtâr es-Sekafî ile beraber, Hazret-i Hüseyinin (radıyallahü anh) şehîd edilmesinden dolayı Emevîlere karşı çıktı. Muhtâr öldürülünce bir kenara çekildi. Ömer bin Abdülazîz zamanına kadar yaşadı...
Hazret-i Ebüttufeyl, güzel, edebî şiirler söylerdi. Eshâb-ı kirâmdan yeryüzünde en son vefât eden bu Sahâbîdir. Hayâtının son zamanlarına doğru: Bugün yeryüzünde benden başka Resûlullahı (sallallahü aleyhi ve sellem) gören hiçbir kimse yoktur demiştir. Hazret-i Ebüttufeyl Mekkede, hicretin yüzüncü yılında bir düğünde, oğlunun vefâtı hakkında söylemiş olduğu bir kasîde okunurken çok üzülmüştü. Yine aynı sene orada vefât etti. Onun 102, 107 ve 110 senesinde vefât ettiğini söyleyenler de vardır.
Hazret-i Ebüttufeyl (radıyallahü anh), Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) sohbetinde bulunup, hadîs-i şerîfler ezberledi. Dokuz hadîs rivâyet etti. Kendisi, Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ali, Muâz bin Cebel, Huzeyfe, İbn-i Mesûd, İbn-i Abbâs, Nâfi bin Abdülhâris, Zeyd bin Erkâm (radıyallahü anhüm) ve diğer Sahabeden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ondan da, Zührî, Ebû Zübeyr, Katâde, Abdülazîz bin Refî, İkrime bin Hâlid, Amr bin Dinar, Yezîd bin Ebî Hubeyb, Marûf bin Harbûz ve diğer zâtlar hadîs rivâyet ettiler. İmâm-ı azam Ebû Hanîfe hazretleri, Ebüttufeyl Âmir bin Vâsilenin zamanında yetişmiştir.

BABASINA LANET EDENE!..
Resûlullah Efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Babasına lanet edene Allahü teâlâ lanet etsin! Allahtan başkası için hayvan kesene Allahü teâlâ lanet etsin. Bidat sahibine yardım edene Allahü teâlâ lanet etsin.
Benden sonra Peygamber yoktur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Onun hastalığı ilaç kabul etmez</label>
Nakledilir ki, Timûr Hân Semerkanda yerleşince, Emîr Külâl (Gilâl) hazretlerine haber gönderip, Bizim Buhârâya gelmemize müsâade ederler mi? Şâyet izin verilmezse; kendilerinin Semerkanda teşrîf etmelerini arzu ediyoruz, nasıl buyururlarsa öyle yapalım dedi... ASLA ADALETTEN AYRILMASIN!
Timûr Hânın bu arzusu üzerine, Emîr Külâl hazretleri ne gelmesini, ne gitmeyi kabûl edemeyeceğini ve kendilerine duâ etmekte olduğunu söyledi... Bunları Timûr Hâna bildirmek için oğlu Emîr Ömeri vazîfelendirdi ve şöyle dedi: Ey oğlum! Emîr Timûra söyle! Eğer Allahü teâlânın râzı olduğu yolda yürümek istiyorsa, takvâdan ve adâletten aslâ ayrılmasın. Bunları kendisine şiâr edinsin ki, kıyâmet günü kurtulabilsin! Yine söyle ki, biz ve talebelerimiz, her zaman ona duâ etmekteyiz. Eğer dünyâya meylederse, bu durumların fâidesine kavuşamaz...
Emîr Külâl hazretlerinin oğlu Emîr Ömer, Semerkanda gidip, Timûr Hân ile görüştü. Babasının söylediği şeyleri aynen bildirdi. Birkaç gün sonra da, Buhârâya dönmek üzere Timûr Handan müsâade istedi. Ayrılırken, Timûr Han ona; Buhârâ ve çevresini sizin emrinize bırakayım, ne olur kabûl edin deyince, Emîr Ömer şöyle cevap verdi: Babam sizin için şöyle buyurdu: Eğer, Allah adamı olan büyüklerin kalbinde bir yer kazanmak istiyorsa, takvâdan ve adâletten ayrılmasın. Kıyâmet günü Allahü teâlânın rahmetine kavuşmak bununla olur...

AF DİLEMEK İSTİYORDU; ANCAK!..
Bir gün Emîr Külâl hazretleri, talebeleri ile birlikte Buhârâda bir câmiye gidiyorlardı. Yolda, bahçesinde çalışmakta olan bir kimse ve yanındaki çocuğu, onları görmüşlerdi. Çocuk, adama; Bunlar kimdir? diye sorunca, adam, Emîr Külâle ve talebelerine dil uzatıp, haklarında uygunsuz sözler söyledi. Adam bu sözleri söyleyince, Emîr Külâl buyurdu ki: Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri buyurdu ki: Kim evliyâya hakâret gözüyle bakarsa, iflah olmaz. Emîr Külâl, sonra üzerinde durmayıp, câmiye gitti. Onlar gider gitmez, dil uzatan adam uyuz hastalığına tutuldu, rahatsızlandı. Tutulduğu hastalığa tahammül edemeyip, Emîr Külâlin yanına götürülmesini istedi. Gidip yalvarmak, af dileyip hastalıktan kurtulmak istiyordu. Durum arz edilince; Onun hastalığı ilâç kabûl etmez, çünkü o, oku yedi buyurdu. Bunun üzerine adam, ayrılıp gitti. Daha evine varmadan, yolda düşüp öldü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Gece olan şeyler gündüz anlatılmaz!</label>
Salih bir zat, İmam-ı Rabbanîyi ziyarete gider. Serhendde birine misafir olur. Ancak ev sahibi, İmam-ı Rabbanîyi hiç sevmeyen biridir!..
İmam-ı Ahmed Rabbani hazretleri, Hindistanda yetişen en büyük velî ve âlimdir. Ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslamın bekçisi, Müslümanların baş tacı, müceddid, müctehid ve İslam âlimlerinin gözbebeğidir. Silsile-i aliyyenin yirmi üçüncüsüdür. Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki: NSANLARIN EN AKILLISI...
Seâdet, ömrü uzun ve ibâdeti çok olanındır. Seâdet-i ebediyyeye kavuşmak, peygamberlere uymaya bağlıdır. Sohbeti ganîmet bilmelidir. Sohbetin üstünlüğü, bütün üstünlüklerin ve kemâllerin üstüdür. Sünnet ile bidat birbirinin zıddıdır. Birini yapınca öteki yok olur. Zâhid, dünyâya gönül bağlamadığı için, insanların en akıllısıdır. Zekât niyeti ile bir kuruş vermek, dağlar kadar altını sadaka olarak vermekten kat kat daha sevaptır. Sâlih ameller İslâmın beş şartıdır. Sâlih amelleri yapmadan kalb selâmette olmaz. Cennet ile Cehennemden başka ebedî bir yer yoktur. Cennete girmek için îmân ve dînin emirlerine uymak lâzımdır. Dünyâyı maksad edinmemeli. Dünyâ, nefsin arzularına yardımcıdır. Dünyâ ve âhiret bir arada olmaz. Dünyâya düşkün olmak, günahların başıdır. Bu zamanda dünyâyı terk etmek çok zordur. Dünyâyı terk lâzımdır. Hakîkaten terk edemeyen, hükmen terk etmelidir ki, âhirette kurtulabilsin. Hükmen terk etmek de büyük nîmettir. Bu da, yemekte, içmekte, giyinmekte, meskende, dînin hudûdundan dışarıya taşmamakla olur...

NİYETİ HALİS İDİ...
Bir adam İmam-ı Rabbanîyi ziyaret maksadıyla uzak bir memleketten gelerek geceleyin Serhende ulaşmıştı. Niyeti halis idi. Farkında olmadan İmam-ı Rabbanî hazretlerinin münkirlerinden birinin evinde gecelemeye kalmıştı. Misafire niçin Serhende geldiğini sordu. O da: Şeyhi ziyarete geldim dedi. Adam, o mübareğin aleyhinde atıp tutmaya başladı! Fakat, bu söyledikleri son sözleri oldu. Çünkü, misafir bu durumu görünce endişelendi ve İmam-ı Rabbanî hazretlerinden himmetle yardım isteyerek içinden şöyle dedi: Ben hakkı talep için buraya geldim; bu adam ise beni ondan vazgeçirmeye çalışıyor... Bir müddet sonra uykuya daldı. Sabah vakti olunca bir de öğrendi ki, gece ev sahibi ölmüş! Adamcağız süratle Şeyh hazretlerine gitti ve ona bu haberi anlatmak istedi. O ise tebessümle kendisine bakarak şöyle buyurdu: Gece olan bazı şeyler gündüz anlatılmaz!
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri