Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Derdinizi Hasırpûş Dede'ye anlatınız!</label>
Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri, Anadoluda yetişen büyük velîlerdendir. 1541 (H.948) yılında Şereflikoçhisarda doğdu. Bursada Muhammed Üftâde hazretlerinden feyz aldı. 1628 (H.1038)de vefât etti. Kabri, İstanbul Üsküdarda kendi dergâhı yanındaki türbesindedir...PADİŞAHLAR TALEBESİ İDİ
Sultan Üçüncü Murâd Han, Hüdâyî hazretlerine büyük muhabbet besler ve yapacağı işlerde onun ile istişâre yapardı. Onun yerine geçen Üçüncü Mehmed Han ve ondan sonra tahta çıkan Birinci Ahmed Han da Hüdâyî hazretlerine büyük bir saygı ile bağlı idiler...
Sultan Ahmed Han, bir gün Hüdâyî hazretlerine bir hediye göndermiş, o da bunu kabûl etmeyerek iâde etmişti. Pâdişâh bu sefer aynı hediyeyi Şeyh Abdülmecîd Sivâsîye gönderdi. Onun kabûl etmesi üzerine bir gün pâdişâh kendisine; Bu hediyeyi Hüdâyîye gönderdiğim halde kabûl buyurmadılar dedi. Abdülmecîd Sivâsî de; Pâdişâhım, Hüdâyî bir ankâdır ki, lâşeye tenezzül etmez cevâbını verdi...
Pâdişâh birkaç gün sonra Hüdâyî hazretlerinin sohbetine gidince; Geri gönderdiğiniz hediyeyi Abdülmecîd Efendi kabûl etti dedi. Bu söz üzerine Hüdâyî hazretleri de; Sultanım! Şeyh Abdülmecîd bir deryâdır. Ona bir katre necâset düşmekle pislenmiş olmaz diyerek zârifâne bir cevap verdi...

BU VEBÂ SALGINI DURSUN!
Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri zamânında İstanbulda vebâ salgını olmuştu. Öyle ki, her gün yüzlerce insan vebâdan ölüyordu. Her evi üzüntüye boğan bu âfet karşısında halk toplanıp Hüdâyî hazretlerinden dua istemeye gittiler. Fakat o mübarek; Bu gibi husûslara karışmak bize uygun değildir buyurdu. Halk duâ etmesi için ısrar dince, bu ısrârlara dayanamayan Hüdâyî hazretleri; Karacaahmed Mezarlığına gidiniz. Bir servi ağacının altında, sâdece hasırı bulunan bir yaşlı kimse oturur. İsmine Hasırpûş Dede derler. Onu bulunuz ve derdinizi anlatınız. Şayet reddederse, bizim gönderdiğimizi söyleyiniz dedi...
Herkes sevinç içinde mezarlığa gitti. Hasırpûş Dedeyi bulup durumu anlattılar. Hasırpûş Dede önce kabûl etmedi. Hüdâyî hazretlerinin gönderdiğini öğrenince derhâl ayağa kalkarak ellerini açtı ve duâ etti. Gelenlere dönerek; Bugün bir kimsenin daha cenâze namazı kılınsın da, sonra vebâ salgını dursun dedi. Biraz sonra da vefat etti. O günden sonra vebâ salgınından ölen olmadı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Derdinizi Hasırpûş Dede'ye anlatınız!</label>
Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri, Anadoluda yetişen büyük velîlerdendir. 1541 (H.948) yılında Şereflikoçhisarda doğdu. Bursada Muhammed Üftâde hazretlerinden feyz aldı. 1628 (H.1038)de vefât etti. Kabri, İstanbul Üsküdarda kendi dergâhı yanındaki türbesindedir...PADİŞAHLAR TALEBESİ İDİ
Sultan Üçüncü Murâd Han, Hüdâyî hazretlerine büyük muhabbet besler ve yapacağı işlerde onun ile istişâre yapardı. Onun yerine geçen Üçüncü Mehmed Han ve ondan sonra tahta çıkan Birinci Ahmed Han da Hüdâyî hazretlerine büyük bir saygı ile bağlı idiler...
Sultan Ahmed Han, bir gün Hüdâyî hazretlerine bir hediye göndermiş, o da bunu kabûl etmeyerek iâde etmişti. Pâdişâh bu sefer aynı hediyeyi Şeyh Abdülmecîd Sivâsîye gönderdi. Onun kabûl etmesi üzerine bir gün pâdişâh kendisine; Bu hediyeyi Hüdâyîye gönderdiğim halde kabûl buyurmadılar dedi. Abdülmecîd Sivâsî de; Pâdişâhım, Hüdâyî bir ankâdır ki, lâşeye tenezzül etmez cevâbını verdi...
Pâdişâh birkaç gün sonra Hüdâyî hazretlerinin sohbetine gidince; Geri gönderdiğiniz hediyeyi Abdülmecîd Efendi kabûl etti dedi. Bu söz üzerine Hüdâyî hazretleri de; Sultanım! Şeyh Abdülmecîd bir deryâdır. Ona bir katre necâset düşmekle pislenmiş olmaz diyerek zârifâne bir cevap verdi...

BU VEBÂ SALGINI DURSUN!
Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretleri zamânında İstanbulda vebâ salgını olmuştu. Öyle ki, her gün yüzlerce insan vebâdan ölüyordu. Her evi üzüntüye boğan bu âfet karşısında halk toplanıp Hüdâyî hazretlerinden dua istemeye gittiler. Fakat o mübarek; Bu gibi husûslara karışmak bize uygun değildir buyurdu. Halk duâ etmesi için ısrar dince, bu ısrârlara dayanamayan Hüdâyî hazretleri; Karacaahmed Mezarlığına gidiniz. Bir servi ağacının altında, sâdece hasırı bulunan bir yaşlı kimse oturur. İsmine Hasırpûş Dede derler. Onu bulunuz ve derdinizi anlatınız. Şayet reddederse, bizim gönderdiğimizi söyleyiniz dedi...
Herkes sevinç içinde mezarlığa gitti. Hasırpûş Dedeyi bulup durumu anlattılar. Hasırpûş Dede önce kabûl etmedi. Hüdâyî hazretlerinin gönderdiğini öğrenince derhâl ayağa kalkarak ellerini açtı ve duâ etti. Gelenlere dönerek; Bugün bir kimsenin daha cenâze namazı kılınsın da, sonra vebâ salgını dursun dedi. Biraz sonra da vefat etti. O günden sonra vebâ salgınından ölen olmadı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hakiki tövbe eden genç...</label>
Mensûr bin Ammâr hazretleri, bir evin kapısından geçerken, içeriden bir gencin Allahü tealaya yalvararak af dilediğini işitir... Mensûr bin Ammâr evliyânın büyüklerindendir. Çeşitli ilimlerde âlim, hitâbeti çok kuvvetli, vaazları tesîrli bir zat idi. Aslen Mervli olup, Basrada yaşamıştır. 225 (m. 839) yılında vefât etmiştir...
DİLİNE HAKİM OL!..
Mensûr bin Ammâr hazretlerinin hikmetli sözleri meşhurdur. Buyurdu ki:
Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan, dünyâyı istemeyi bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan, diline hâkim ol.
Mensûr bin Ammâr hazretleri, bizzat kendisinin yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
Bir gece evden dışarı çıktım. Bir evin kapısından geçince, içeriden bir gencin yalvarıp yakararak Allahü tealaya şöyle arz ettiğini işittim:
Yâ Rabbi! Sana karşı günah işlediğim zaman muhalefet ve isyan maksadı gütmedim. Nefsimin istekleri bana üstün geldi, şeytan beni aldattı, sonunda kendime zulmettim ve senin gazabına maruz kaldım...
Bu sözleri işitince başımı kapının arasına dayadım ve Kurân-ı kerimden şu âyet-i kerimeyi okudum:
Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun; onun yakıtı, insanlar ve taşlardır; görevlileri, Allahın kendilerine verdiği emirlere baş kaldırmayan, kendilerine buyurulanları yerine getiren pek haşin meleklerdir...
Bu âyeti okuduğum zaman o gencin feryadı yükseldi ve ben de o kapıdan geçip gittim...
Ertesi sabah o kapıdan geçince, yaşlı bir kadının yalvarıp yakararak şöyle dediğini işittim:
Benim bir çocuğum vardı ki, geceleri Hak tealanın korkusundan ağlıyordu. Dün akşam yine münacat ettiğinde birisi geldi, kafasını kapının arasına dayadı, Hak tealanın azab ayetlerinden birini okudu. Bunun üzerine çocuğum feryat etti, şiddetle ağladı ve sonunda da ruhunu Rabbine teslim etti... Ben de ona şöyle dedim:

VEFATINA BEN SEBEP OLDUM!
Ey anne! O âyet-i kerimeyi ben okudum ve çocuğunun ruhunun beka âlemine göçmesine ben sebep oldum. Eger izin verirsen onu ben yıkayayım. Anne bana Tabii, olur! dedi.
Üzerinden kadife parçayı kaldırınca gencin boynunda bir parça bezin olduğunu gördüm, boynundaki bez parçasını açınca da yeşil hatla göğsüne şöyle yazıldığını gördüm:
Biz bu kulu tövbe suyuyla yıkadık.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kim bana isnâden yalan söylerse!..</label>
Ebû Cüza adında bir kimse, Kubâda bir kadına âşık olmuştu. Onunla bir türlü buluşamadı. Bin türlü planlar yaptı... En sonunda uygulamaya karar verdiği planı için önce pazara gidip Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem elbisesi gibi bir elbise satın aldı. O elbiseyi giyip Kubâya gitti... BU ADAM KADINLARA BAKIYOR!
Ebû Cüza oraya gidince oradakilere şöyle dedi:
-Beni Resûlullah gönderdi ve kendi elbisesini de bana giydirdi. İstediğin evde misâfir ol buyurdu!
Kubâ halkı, kendisini buyur ettiler. Ancak bir şey fark ettiler; Ebû Cüza, devâmlı kadınlara bakıyordu!..
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi dâimâ kadınlara bakmaktan sakındırırdı. Bu kişi kimdir ki, hiç çekinmeden devâmlı kadınlara bakıyor? diyerek, o kimsenin hâlinden şüpheye düştüler...
İşin aslını anlamak için Resûlullaha sallallahü aleyhi ve sellem iki kişi gönderdiler.
O iki kimse Resûlullahın huzûruna vardıklarında, kaylûle uykusunda idi. Beklediler, uyanınca;
-Yâ Resûlallah! Ebû Cüzayı Kubâya siz mi gönderdiniz? diye arz ettiler.
Resûlullah efendimiz,
-Ebû Cüza kimdir? diye sordu.
-Kendisini bize sizin gönderdiğinizi söyledi. Üzerinde sizin elbisenize benzer bir elbise var. Bunu bana Resûlullah giydirdi diyor. Biz onun hâlini öğrenmek için huzûrunuza geldik, dediler.

CEHENNEMDEKİ
YERİNİ HAZIRLASIN!
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem gadablandı, mübârek yüzünün rengi değişti ve;
-Kim bana isnâden yalan söylerse Cehennemdeki yerini hâzırlasın! buyurdu...
Sonra o iki kimseye;
-Hemen gidin, eğer onu sağ bulursanız, öldürünüz. Fakat öyle zannediyorum ki, siz vardığınızda onun işi tamâm olmuş, ölmüş bulursunuz, buyurdu.
O iki sahâbî Kubâya döndüler. Ebû Cüza bevl etmek için bir yere oturduğu sırada âniden bir yılanın onu sokup öldürmüş olduğunu haber aldılar...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Hayber şehidi Âmir İbn-i Ekva</label>

Hayber, Yahûdîlerin elinde, sekiz muhkem kalesi, verimli arâzileri, bol miktârda bağ ve bahçeleri bulunan zengin bir şehirdi... Kalelerin içinde 20.000 asker vardı. İslam askeri ise 200 atlı, 1600 piyâde olmak üzere 1800 kişiydiler. Hazret-i Alinin büyük kahramanlıklar gösterdiği harbde, kale İslam askeri tarafından fethedildi... AYAKLARIMIZI SABİT KIL!..Seleme İbn-i Ekva (radıyallahü anh) şöyle anlatır:
Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile berâber, Hayber gazâsına çıkmıştık. Bir gece giderken kafileden bir kişi amcam Âmir İbn-i Ekvaya (radıyallahü anh):
Ey Âmir! Kısa vezinli şiirlerinden bize bir parça dinletsene dedi. Âmir, şâir bir kişi idi. Bunun üzerine Âmir (radıyallahü anh) hayvanından aşağı indi. Ve şu (meâldeki) şiirini (güzel sadâ ve edâ ile) okuyarak kafile develerini yollandırdı:
Allahım! Sen bize hidâyet etmemiş olsaydın, bize doğru yolu göstermemiş ve bize rahmet etmemiş olsaydın (biz, muhakkak şaşırırdık). Rabbim -hayâtım Senin rızân uğrunda fedâ olsun!- İşleyegeldiğimiz geçmiş günahlarımızı affeyle! Ve gönüllerimize sükûnet ve metânet koy! Düşmana kavuştuğumuzda da ayaklarımızı sâbit kıl (sürçtürme!) Rabbimiz! Din düşmanları bizi fenâlığa davet ettiklerinde imtinâ ederiz. O düşmanlar ki, onlar müşrikleri haykırarak üzerimize davet etmişlerdir.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Şiir inşâd edip develeri yollandıran kimdir? diye sordu. Eshâb-ı Kiram Âmir İbn-i Ekvadır! dediler. Peygamber Efendimiz Allah Âmire rahmet etsin! diye duâ etti. Ömer İbn-i Hattâb (radıyallahü anh) Yâ Nebiyyallah! Duânız bereketiyle Âmir Cenneti hak etti. Âmirin şehâdeti vâcib oldu. Âmirle (ve onun şiir ve hamâsetiyle) müstefîd olmamız için keşke onu bize bağışlasaydınız! dedi...

EN CENKÇİ PEHLİVANLARI...
Nihâyet Hayberi muhâsara ettik. (Fakat muhâsara yirmi gün sürmüştü), hattâ bize şiddetli bir açlık isâbet etmişti. Sonra Allahü teâlâ Müslümanlara Hayber kalelerinin birer birer fethini müyesser kıldı. Bu harbde Âmir, Yahudilerin en cenkçi pehlivanı Merhabla karşı karşıya gelmişti. Fakat Âmirin kılıcı kısa idi. Hazreti Âmir bu kısa kılıcını vurmak için Merhabın baldırına saldırmıştı. Fakat kılıcının keskin yüzü dönüp Âmirin diz kapağına isâbet etti. Bir müddet sonra da kahraman şâir bu cerîhadan, Kelime-i şehadet söyleyerek vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gariplerin sığınağı İbn-i Üstad-ül-A'zam</label>
İbn-i Üstad-ül-Azam, Yemenin meşhûr velîlerindendir. İsmi Abdullah bin Alevî olup seyyiddir. 1240 (H.638) senesinde doğdu. 1330 (H.731)da vefât etti... ÇOK CÖMERT BİR ZAT İDİTevâzûda, alçak gönüllülükte emsâline az rastlanırdı. Büyük-küçük herkese mütevâzı davranırdı. Gariplere, fakirlere, yetimlere çok yardım ederdi. Cömertliği şaşılacak derecedeydi. Komşuları ve yaşadığı beldenin insanları onun çok iyilik ve yardımını gördüler. İnsanlara hem dîn-i İslâmı anlatarak mânen ve ihtiyaçlarını karşılamak sûretiyle de madden yardımcı olurdu. Yaşadığı Terîm şehrinde kendisini tanıyan tanımayan herkese yardımı ulaşırdı. Benî Alevî Mescidi için bir hurma bahçesi, arâziler ve su kuyusu, çeşmeler vakfetti. Bunların gelirleri, mescidin bakımı ve misâfirleri barındırmak için harcanırdı. Yaptığı hizmetler o kadar genişledi ve insanlara faydalı oldu ki, o zaman sultanlar bile böylesini yapamazdı...
Abdullah bin Alevî hazretleri, bir zaman Mekke-i mükerremede şarab içen bir kimseyle karşılaştı. Böyle mübârek bir yerde, böyle çirkin bir günâhın işlenmesini hoş karşılamadı. O kimse, Abdullah bin Alevî hazretlerine:
Ben terzilik yapıyorum. Şarap İçmezsem, çalışamıyorum. Her ne kadar bırakmak istesem de, bırakamıyorum. Bunu bırakırsam, işimi devâm ettiremem dedi. Abdullah hazretleri; Şayet Allahü teâlâ, sana içki içmeden de mesleğini devâm ettirmeni nasîb ederse, içki içmeye tekrar dönmeyeceğine dâir bana söz ver! dedi. O kimse de Peki! deyince, Abdullah hazretleri, Allahü teâlâya duâ edip, bu kimseye tövbe etmeyi nasîb etmesi ve tövbesini kabûl etmesi için yalvardı. O kimse içkiyi terk etti. İşini, içkisiz de yapabildiğini anladı. Önceki hâline tövbe etti ve tövbesini bozmadı...

TÖVBESİNE SADIK KALDI...
Bu kimse, Abdullah bin Alevî hazretlerinin delâleti ile tövbesinde öyle bir sadâkat gösterdi ki; sâlihlerden kıymetli bir zât oldu. Bu hâdiseden bir müddet sonra, Abdullah bin Alevî, rüyâsında bir münâdînin, bu kimsenin ismini söyleyerek; Filân kimse için, filân yerde bir kabir kazınız! Kim onun cenâze namazında bulunursa, Allahü teâlâ onu magfiret eder diye nidâ ettiğini gördü. Uyandığında, hemen o kimsenin hâlini sordu. Vefât ettiğini bildirdiler. Bildirilen yere kabri kazıldı. Abdullah bin Alevî cenâze namazını kıldırdı. Oraya defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sen beni öldüremezsin</label>
Dün bahsettiğimiz gibi, insanları kendine taptıran zalim hükümdar, bu sefer de dininden dönmezse gencin başını kestirecektir...Delikanlı hükümdarın huzuruna getirilir. Dininden dön teklifini reddeder. Hükümdar onu yakın adamlarına vererek:
Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa aşağı atın der.
BENİ ONLARDAN KORU ALLAHIM!
Yola girerler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda dağın tepesine ulaşırlar. Genç:
Allahım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru diye dua eder.
Dağ sarsılır. Delikanlının dışında hepsi yuvarlanıp gider. Delikanlı döner Hükümdara gelir. Hükümdar sorar:
Seninle beraber gidenlere ne oldu?
Allahü teala beni onlara karşı korudu.
Hükümdar bu sefer onu bir başka gruba teslim eder ve;
Bunu bir gemiye bindirin, denizin ortasına getirin ayağına taş bağlayın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa denize atın der.
Genç; Allahım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru diye dua eder.
Gemi onlarla beraber altüst olur. Delikanlının dışında hepsi boğulur. Döner. Hükümdar:
Seninle beraber gidenlere ne oldu?
Allahü teala beni onlara karşı korudu. Sana emrettiğimi yapmadıkça beni öldüremezsin.
Nedir o?
Halkı, geniş bir meydana toplayacaksın, beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına yerleştir, daha sonra bağırarak Delikanlının Rabbi olan Allahın adı ile de, sonra at. Sen, böyle yaptığın takdirde beni öldürebilirsin der.
Halk meydana toplanır. Denildiği şekilde yapılır. Ok atılır. Delikanlı ruhunu teslim eder...

EY ANNECİĞİM, SABRET!
Bütün bunlara şahit olan halk;
Delikanlının Rabbine iman ettik derler.
Hükümdarın adamları gelerek;
Çekindiğin oldu, halk iman etti derler. Hükümdar;
Hemen hendekler açın. İçinde ateşler yakın. Kim dininden dönmezse ateşe atın
Emir yerine getirilir. Sonunda kucağında çocuğu ile birlikte bir kadın gelir, ateşe düşmemek için bir an durur, sendeler. Kucağındaki çocuk dile gelir:
Ey anneciğim sabret. Çünkü sen hak din üzerinesin.
Bunun üzerine kadını ateşe atarlar... Evet, o gencin ölümü, oranın halkının imanla ahirete gitmelerine sebep olur...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zalim hükümdar ve inançlı bir genç...</label>
Çok eskiden, insanları kendisine taptıran bir hükümdar ve onun da bir sihirbazı vardı. Sihirbaz bir gün: Hükümdarım, artık ihtiyarladım. Bana bir genç verseniz de onu yetiştirsem der...Hükümdar ona bir genç buldurur ve yollar. Gencin eviyle sihirbazın evi arasında bir rahip yaşamaktadır. Genç, zamanla ona da uğramaya başlar... Rahibin anlattığı hoşuna gider ve arkadaşlıkları devam eder ve genç onun dinine girer. Onunla beraber olduğu müddetçe zamanın nasıl geçtiğini anlayamaz ve dolayısıyla hep geç kalır. Sihirbaz da kızar, kızmakla kalmaz dövmeye de başlar.
Genç durumu sonunda rahibe de iletir. Rahip:
Sihirbazdan korktuğunda, Evimizdekiler alıkoydu, ailenden çekindiğin zaman da Sihirbaz bırakmadı dersin. Bu hal üzerine epeyi zaman gidip gelir genç...
SEN BENDEN ÜSTÜNSÜN!
Bir gün önünü yırtıcı bir hayvan keser ve kendi kendine:
Sihirbaz mı daha üstün, yoksa rahip mi şimdi öğreneceğim der.
Bir taş alır ve;
Ey Allahım! İhtiyarın işi, sana sihirbazın işinden sevimli ise şu hayvanı öldür der. Taşı atar ve vahşi hayvan ölür. Durumu olduğu gibi rahibe anlatır. Rahip:
Bugün sen benden üstün haldesin. Eğer bir belaya uğrasan, benim ismimi söyleme... der.
Delikanlı birçok hastalığa şifa bulur hale gelir, körlerin gözlerini açar. Hükümdarın kör bir arkadaşı da bunu duyar ve birçok hediyeyle beraber gencin yanına gelerek der ki:
Gözlerimi açarsan, bu hediyelerin hepsi senindir... Delikanlı;
Ben kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allahü teala verir. Eğer iman edersen, dua ederim, şifaya kavuşursun der.
Hasta derhal iman eder. Gözleri açılır. O sevinçle hemen hükümdarın yanına gider. Hükümdar sorar:
Gözlerinin görmesini kim sağladı?
Rabbim.
Senin benden başka bir Rabbin mi var?
Benim Rabbim de senin Rabbin de Allahü tealadır.

ŞİFAYI VEREN ALLAHÜ TEALADIR
Hükümdar kızar ve onun ağzından delikanlının ismini alana kadar işkence ettirir...
Genç hemen huzura getirilir. Hükümdar:
Sihrin körleri bile iyileştirecek seviyeye ulaşmış, herkese şifa veriyormuşsun.
Ben hiçbir derde şifa veremem, şifayı ancak Allahü teala verir.
Hükümdar, delikanlıya da rahibin ismini verinceye kadar işkence eder. Rahip huzura getirilir. Hükümdar:
Dininden dön der.
Rahip de teklifi reddeder. Derhal başı kesilir. Delikanlı getirilir... Gencin başına neler geliyor, o da yarına inşallah...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis ve fıkıh âlimi Ali bin Muhammed</label>

Ali bin Muhammed, Suriyede dünyaya geldi. Büyük âlimlerden tefsir, hadis ve kıraat ilmini öğrendi. Kendisi de çok talebe yetiştirdi...
Ali bin Muhammed es-Sehâvî, Suriyede yaşamış olan tefsir, hadis ve fıkıh âlimlerdendir. 1163 (H.558) senesinde Suriyede Sehâ kasabasında dünyaya geldi. İlim tahsil etmek için önce Mısıra gitti. İskenderiye şehrinde büyük âlimlerden tefsir, hadîs ve kıraat ilmini öğrendi. Sonra Kahireye gelerek burada Şafii fıkhı üzerinde çalıştı ve bu sahada zamanın önde gelen âlimlerinden oldu... BENÎ ÜMEYYEDE KIRK YIL...
Ali bin Muhammed hazretleri, tahsilini tamamladıktan sonra Suriyeye döndü ve Şamda, Beni Ümeyye Camiinde Zekeriyya aleyhisselamın kabri yanında kırk seneden fazla ders verdi. Pekçok kimse ondan ilim öğrendi. Bunlardan çoğu kendi zamanlarının en büyük âlimlerinden oldular. Bilhassa Ali Müttekî el-Hindî en meşhurlarındandır. Bu talebesi hayâtı boyunca bir çok kıymetli eserler yazdı. Eserlerinin sayısı, Arabî ve Fârisî olmak üzere yüzü aşkındır. İlk olarak yazdığı eseri Mübeyyin-i Tarîk risâlesidir. Bu eseri yazmaya ilhâmla emr olundu. Mecmûa-i Hükm-i Kebîr, faydalı ve kıymetli bir eseri olup, bütün tasavvuf kitaplarında yazılanların hülâsasıdır. İmâm-ı Süyûtî hazretlerinin Kitâb-ül-Arf-il-Verdî fî Ahbâr-il-Mehdî, Cemul-Cevâmi, Ikd-üd-Dürer fî Ahbâr-il-Mehdiyy-il-Muntazar adlı eserlerindeki hadîs-i şerîfleri tasnîf ederek yazdığı El-Burhân fî Alâmât-il-Mehdî-yi-Âhır Zamân adlı kıymetli eserinde, âhir zamanda hazreti Mehdînin geleceğini uzun anlatmaktadır...
Böyle büyük âlimler yetiştiren Ali bin Muhammed Sehavi hazretleri, 1245 (H. 643) senesinde Şamda vefat etti. Son anlarında şu şiiri okudu:

ÂHİRET DİYARINA GİDECEĞİZ...
Dediler ki, yakında ahiret diyarına gideceğiz,
Kervan, kurtuluş diyarındakilerin menziline ulaşacak,
İtaat eden kimse, onlara kavuşmaktan sevinir,
Dedim ki: benim günahım çok, çarem de yok,
Hangi yüzle onların arasına katılabilirim?
Dediler ki: Allahü teâlâ affeder, hele de af uman kimseyi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi</label>
Mustafa Feyzi Efendi, Gümüşhânevî Dergâhının son postnişînidir. Babası, çiftçilikle meşgûl olan Emrullah Ağadır. 1851 (H.1267) senesinde Tekirdağın Kılıçlar köyünde doğdu... AĞABEYİ DE MÜDERRİS İDİ
İlk tahsîlini memleketinde gören Mustafa Feyzi Efendi, 1868 senesinde İstanbula geldi. Bâyezîd Câmii dersiâmlarından ağabeyi Tekirdağlı Mehmed Tâhir Efendiden ders okudu. 1883 senesinde icâzet, diploma aldı. Aynı sene içinde yapılan rüûs imtihânını kazanıp, ders okutabilecek duruma geldi. Ders vekili sıfatıyla Bâyezîd Câmiinde ders okutmaya başladı. 1887 senesinde kendisine İbtidâ-i hâric rütbesi verilerek İstanbul Müderrisliği vazîfesine getirildi.
1907 senesinde Mûsıla-i Sahn rütbesiyle Şehzâdebaşı İsmâil Paşa Medresesi müderrisliğine tâyin edilen Mustafa Feyzi Efendi, daha sonra dördüncü Osmânî ve dördüncü Mecîdî nişânı ile taltif edilerek 1910 senesinde Huzûr dersleri muhataplığına getirildi. En son huzûr dersinin yapıldığı 1919 senesine kadar bu vazîfesine devâm etti...
Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî hazretlerine talebe olan Mustafa Feyzi Efendi, onun önde gelen halîfelerinden idi. İlmiyle ve güzel ahlâkı ile insanlara faydalı olmaya çalıştı. Ömer Ziyâüddîn Dağıstânînin vefâtından sonra Gümüşhânevî Dergâhına postnişîn tâyin edildi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı. Bu sırada Yeni Câmide hadîs dersleri okuttu. Birçok talebe yetiştirip hilâfet verdi...

SÜLEYMANİYE HAZÎRESİNDE MEDFÛN
Gümüşhânevî Dergâhı postnişînliği vazîfesini, tekke ve zâviyelerin kapatılmasına kadar sürdürdü. Tekke ve zâviyelerin kapatılması üzerine insanlardan uzak, bir köşede halvete çekildi. Son yıllarını ibâdet, tâat ve Allahü teâlânın ismini yâd etmekle geçiren Mustafa Feyzi Efendi, 1926 (H.1345) senesinde İstanbulda vefât etti. Süleymâniye Câmii hazîresinde hocasının kabrinin yakınında defnedildi...
Mustafa Feyzi Efendi buyurdu ki:
Kendime ve bütün kardeşlerime nasihatim şudur ki; kendinde varlık görmeyi yok etmelerini, ahde vefayı, kanaati, Rabbimize tevekkülü, Ehl-i Sünnet vel-cemaat görüşlerine uygun olarak itikadları tashihi, Sahabe (radıyallahü anhüm) arasında geçen olaylara dalmamayı ve onlara hüsn-ü zan beslemeyi, aşağılık kâfirlere karşı ehl-i İslâma yardımı tavsiye ederim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehidler anası Afrâ Hatun</label>

Hanım sahabilerin büyüklerinden olan Afrâ Hatun (radıyallahu anhâ), şecaat ve cesaret sahibi kahraman bir hanımdı. Güçlü ve kuvvetliydi. Hayatın elem ve kederine, tahammüllüydü. Acılara karşı sabırlıydı. Dünyevî sıkıntı ve çilelere aldırmazdı... MUÂZ, MUAVVİZ VE AVF...
Bu mübarek kadının üç çocuğu vardı: Muâz, Muavviz ve Avf... Bedir Harbi olunca oğullarının hepsini savaşa göndermişti. Hatta iki oğlunun şehadetine sevindiği kadar diğer oğlunun şehid olamadığına üzülmüştü. Abdurrahman İbni Avf (radıyallahu anh) bu genç kardeşlerin Bedirde gösterdikleri kahramanlıkları şöyle nakleder:
Bedir günü Ensarlı iki genç bana Ebû Cehili sordular. Ben de onlara Görüyor musunuz? İşte, sorduğunuz adam! diye onu gösterdim. Gençler hemen kılıçlarını sıyırdılar ve çifte şahin gibi süzülüp Ebû Cehilin üzerine hücum ettiler. Bu iki genç meğer Afrâ Hâtunun oğlu Muâz ile Muavviz adında iki fedâî kardeşler imiş. Allah ve Rasûlünün düşmanı Ebû Cehilin üzerine çullandılar. Bu din düşmanı kılıç darbeleriyle derin yaralar aldı. Bu sırada Ensardan Muaz İbni Amr İbni Cemuh adında bir başka yiğit Ebû Cehili gözetirmiş. O da koşup geldi ve birlikte canını cehenneme gönderdiler...
Muaz ve Muavviz (radıyallahu anhümâ) kardeşler Ebû Cehilin işini bitirdikten sonra yine kahramanca çarpışmaya devam ettiler. Bedirin bu çifte arslanları, nihayet arzuladıkları şehitlik mertebesine kavuştular. Afrâ Hatun iki oğlunun şehid olduğunu haber alınca Allaha hamd etti. Diğer oğlu Avfın onlarla birlikte şehid olamayışına üzüldü. Bu üzüntüsünü Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimize gelerek şöyle dile getirdi:

CENNETTE KARDEŞLERİNE KAVUŞTU
Ya Rasûlallah! İki çocuğum şehid oldu. Keşke Avf da aynı mertebeye ulaşsaydı. Acaba Avf onlardan daha mı geridedir: dedi. Resûl-i Ekrem efendimiz iman dolu ve şehidlik özlemiyle dolu bir kalbe sâhib bu anneye şu cevâbı verdi:
Hayır! Muaz ve Muavviz hayattan tam lezzet alamadan genç yaşta şehid oldular. Fakat Avf da onlardan geride değildir. buyurdu.
Avf (radıyallahu anh) da kardeşlerinin şehadetinden sonra büyük bir cesaretle düşman safları içine atıldı. Kahramanca çarpıştı. Dilinde şu dua vardı: Yâ Rabbi! Kardeşlerime ihsan ettiğin şehidliği bana da nasib eyle! Birçok düşmanı tepeledikten sonra şehâdet şerbetini içti. Cennette kardeşlerine kavuştu.


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Cihadla geçen bir ömür Şem'un aleyhisselam</label>
Hazreti Şemun, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden olduğu rivâyet edilen mübârek zâttır. Şemsûn diye de zikr edilir. Bütün ömrü cihadla geçmiştir... BİN AY CİHAD ETTİ...
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem;
Geçmiş zamanda Şemun (aleyhisselam) adlı bir peygamber vardı. Allahü teâlânın rızâsı için bin ay devamlı cihâd edip, silâhını omuzundan çıkarmadı buyurdu...
Eshâb-ı kirâm;
Keşke bizim ömrümüz de uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihâd etseydik dediler... Bunun üzerine Kadr sûresi nâzil olup;
Size verilen Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır (Bu gecenin sevâbı, bin ay cihâd etmenin sevâbından çoktur) buyuruldu...
İsa aleyhisselamla Muhammed aleyhisselam arasında yaşamış olan Şemun aleyhisselam, İncil ehlindendi. İsa aleyhisselama indirilen, henüz bozulmamış İncîl-i şerîfe göre amel ederdi. Kavmiyse putlara tapardı...
Şemun aleyhisselam, Allahü teâlâyı inkâr eden ve putlara tapan sapık kavimle cihâd (savaş) edip, onları îmâna çağırdı. Çok güçlü ve cesûr bir zât olan Şemun aleyhisselamı düşmanları türlü hîlelerle şehit etmek istediler. Hangi bağla bağladılarsa, o bağı kırıp kurtuldu. Yaşadığı şehrin hükümdârı onu bir hile ile (rivayete göre hanımı onu saç telleriyle bağlar) yakalatıp, köşkünün önünde asılmasını emretti. Bunun üzerine Şemun aleyhisselam, Allahü teâlâya yalvarıp;
Yâ Rabbî! Dünyâda yaşamayı, kâfirlerle senin yolunda cihâd etmek için isterim. Eğer bu isteğim kalpten ve samîmîyse beni kurtar diyerek dua etti. O anda bir melek gelip bağı çözdü...

ZULMEDENLERİ CEZALANDIRDI...
Şemun aleyhisselam kurtulunca, kendisine eziyet eden hükümdârı, adamlarını ve onlara yardımcı olan kendi hanımını cezâlandırdı. İnsanları hak yola dâvete devâm etti. Ona inanmayanlarla tek başına cihâd (harp) etti. Çok ganîmet elde etti. Cihâd ederken susadığı zaman Allahü teâlâ onun için taştan gâyet lezzetli bir su akıtırdı. Bu su, o içip kanıncaya kadar akardı. Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri