Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerametler menbâı İbrâhim-i Havvâs</label>
İbrâhim-i Havvâs hazretleri evliyanın büyüklerindendir. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin talebelerindendir. Yüksek makam ve kerâmetler sâhibiydi. Bağdâtlıdır. 903 (H.291) yılında vefât etti... Bu mübarek zatın kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: KALBİN İLACI BEŞTİR
Kalbin ilâcı beştir: Kurân-ı kerîm okumak ve Kurân-ı kerîme bakmak, mîdeyi boş tutmak, gece kalkıp ibâdet etmek, seher vaktinde ağlayıp sızlamak ve iyilerle berâber bulunmaktır.
Bir Müslüman, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü teâlâ da onu o derece azîz eder. Diğer Müslümanların kalbine de onun sevgisini verir.
Sâdık kimseyi ya üzerine farz olan bir ibâdeti yaparken veya nâfile bir ibâdetle meşgûl olurken görürsün. Bunun dışında başka bir halde görmezsin.
İlmin tamamı iki şeyden ibârettir: 1) Allahü teâlânın, ezelde, senin için takdir ettiği rızık için endişe etme. 2) Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet eyle.
Başkasına el açacak duruma düşmek, Müslümana yakışmaz.
Bir kimse, baş olma sevdâsına kapılırsa, artık ibâdetten, ihlâstan sıyrıldı demektir.
İyi insanların, bütün varlığı ile bağlı olduğu murâdı, maksadı, Allahü teâlâ olmalıdır. Doğru, sâdık, kimselerle arkadaş olmalıdır. Açlık, iyi insanın gıdâsı, ibâdet rûhunun süsüdür.

TEVEKKÜL DÂVÂNDA SÂDIK İSEN...
İbrahim-i Havvâs hazretleri bizzat kendisi anlatır: Deniz yolculuğundaydım. Gemide bir Yahudi vardı. Ne yerini ne de yediğini değiştirdiğini hiç görmedim. Örtüsüne bürünmüş duruyordu. Onunla biraz konuştum. Serazat, tevekkül sahibi ve çok güzel konuşan bir adamdı. Benimle samimi oldu ve bana dedi ki:
Sen tevekkül dâvânda (işini Allaha bırakmada) sâdık isen, şu derin denize atlayıp sahile çıkalım! Ben teklifi kabul eder etmez adam kendisini denize atıverdi! Peşinden ben de atladım. Böylece denizi geçerek sahile çıktık. Yahudi hiçbir mâbede sığınmamak şartıyla benimle arkadaşlık yapacağını söyledi. Kabul ettim. Bir şehre geldik. Orada bir köşede üç gün bekledik. Üçüncü gün bir köpek geldi, ağzındaki iki parça ekmeği adamın önüne bırakıp gitti. Bana da güzel ve zarif bir genç temiz bir yemekle geldi, yemeği önüme koyarak bunu ye dedi ve gitti. Bu hali gören Yahudi; Senin yolun doğruymuş! diyerek Kelime-i şehadeti söyledi ve oracıkta vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
edinci İmam Mûsâ Kâzım</label>
İmam Mûsâ Kâzım hazretlerinin bir oğlu vefat ediyordu. İmam, oğlu Kasıma; Kalk kardeşinin başı ucunda Sâffat suresini oku buyurdu...

Mûsâ Kâzım hazretleri Oniki İmâmın yedincisidir. Câfer-i Sâdıkın oğlu, İmâm-ı Ali Rızânın babasıdır. Hârûn Reşîd onu çok sever ve sohbet ederdi...
ÇOK CÖMERT BİR ZAT İDİ
Bir gün Mûsa Kâzım hazretlerinden, zamanın halîfesi Hârûn Reşîd sordu:
Sizler, kendinizin Ehl-i beytten olduğunuzu söylüyor ve Resûlullahın zürriyetindeniz diyorsunuz. Halbuki aslında biz dedem Abbâsdan dolayı Resûlullahın soyundanız, siz de hazret-i Alinin evlâtlarısınız. İnsanların nesebi ve soyu baba ile devam eder. Cevâbında buyurdu ki:
Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde Enâm sûresi seksen dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruyor ki: İbrâhim peygamberin zürriyetinden olan Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, Yûsuf, Mûsâ ve Hârun! Biz iyileri böylece mükâfatlandırırız. Ve ey Zekeriyyâ ve Îsâ! Bu âyet-i kerîmede Îsâ aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın soyundan sayılıyor. Halbuki Îsânın babası olmadığı, herkes tarafından bilinmektedir. Bununla birlikte annesi tarafından İbrâhim aleyhisselâmın zürriyetinden sayılmaktadır. Öyleyse, bizler de annemiz Fâtımatüz-Zehrâ (radıyallahü anhâ) tarafından Resûlullah efendimizin soyundan sayılırız.
Mûsâ Kâzım hazretleri çok cömert idi. Birisi ona devamlı içerisinde dinâr bulunan keseler gönderiyordu. Bu keselerin içerisinde, bâzan üç yüz, bâzan dört yüz, bâzan iki yüz dinâr bulunuyordu. Mûsâ Kâzım hazretleri eline geçen bu dinâr keselerini yanında biriktirmez, onları Medîne-i münevvere fakirlerine dağıtırdı.

RÛHU KOLAY ÇIKAR!..
İmam Mûsâ Kâzım hazretlerinin evlatlarından biri genç yaşta dünyadan göçüyordu. İmam, oğlu Kasıma; Kalk kardeşinin başı ucunda Sâffat suresini sonuna kadar oku buyurdular. Kasım da Sâffat suresini okumaya başladı. Ehum eşeddu halken em men halakna... ayetine ulaştığında genç dünyadan göçtü. Kefenleme işlerinden sonra onu kabristana götürdüklerinde Yakup bin Cafer, Mûsâ Kâzım hazretlerine şöyle dedi:
Bir kimse ihzar (can çekişme) halinde olduğunda, onun başucunda Yâsin suresini okuyorlar. Ama siz bize Sâffat suresinin okunmasını emrettiniz.
Mûsâ Kâzım hazretleri cevaben şöyle buyurdular:
Oğlum! Can çekişme halinde olan birinin baş ucunda bu sure okunursa, Allahü teala onu çabuk rahatlatır (rûhu kolay çıkar).
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Selmân-ı Fârisî'nin kardeş seçtiği genç</label>
Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) Eshâb-ı kiramın büyüklerindendir. Hicri 35 senesinde vefat etmiştir. Çok Hadis-i şerif nakleden sahabelerdendir. Kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: DOKTORU YANINDA OLAN HASTAMümin, doktoru yanında olan hastaya benzer. Doktoru, ona yarayan ve yaramayanı bilir. Hasta, kendine zararlı bir şeyi isterse, mâni olur ve yersen ölürsün der. Müminin hâli budur. O birçok şeyleri arzular, ama Allahü teâlâ mâni olur, tâ ölünceye kadar. Sonra Cennete gider.
Şaşılır şu kimseye ki, dünyâya hırsla sarılır, ama ölüm onu aramaktadır. Unutmuş ama unutulmuş değildir. Güler, ama bilmez ki, Rabbi ondan râzı mıdır, yoksa değil midir?
Farzları tam yapmadığı halde, nafilelerle derecesini yükseltmeye çalışan kimsenin hâli, sermâyesi elinden çıktığı (iflas ettiği) hâlde kâr peşinde koşan bir tüccârın hâline benzer.
Müminin ölüm zamanında alnının terlemesi, gözleri yaşarıp, burun deliklerinin kabarması, Allahü teâlânın rahmetine nail olduğunun alâmetidir.
Bir gün Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) Kufede demirciler pazarından geçerken bir gencin bayılarak yere düşmüş olduğunu ve halkın da onun çevresinde toplandığını gördü. Halk, Selmân-ı Fârisînin (radıyallahü anh) yanına gelerek; Ya Selman! Bu genç bayılmıştır. Onun kulağına dua okusan iyi olur dediler.
Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) yaklaştığında, genç onu görür görmez kendine geldi ve şöyle dedi:
Ey Selman! Durumum bu halkın düşündüğü gibi değildir. Ben, demircilerin yanından geçerken, onların çekiçleriyle örslere vurduklarını gördüm. Bunu görmekle Allahü tealanın buyurmuş olduğu şu sözü hatırladım: Onlar (cehennemlikler) için demirden kamçılar vardır... İşte bundan dolayı Allahın azabı korkusundan aklım başımdan gitti (bayıldım)

HER MÜMİNE MERHAMETLİYİM!
O gencin sevgisi Selmân-ı Fârisînin (radıyallahü anh) kalbine yerleşti ve bundan dolayı Allah rızası için onu kendisine kardeş seçti. Selmân-ı Fârisî sürekli olarak o gençle beraberdi... Nihayet o genç hastalandı. Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) o gencin can çekiştiği an yanına gelerek başucunda durup, Melekül-Mevte (Hazreti Azraile) hitaben: Ey Melekül-Mevt! Kardeşime şefkatli davran dedi. Melekül-Mevt de; Ya Selman! Ben her mümine karşı şefkatli ve merhametliyim diye cevap verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-ür-Rıfâî'yi üzen adam!..</label>
Tâcüddîn bin Rıfâî, kerâmet ve fazîletler sâhibi idi. On üçüncü asrın ikinci yarısında yaşamıştır. Bu mübarek zatın bulunduğu yere yakın bir belde olan Hasankeyfte, fakirlere âit bir vakıf ve buraya âit arâziler vardı. Bu vakfın ve arâzilerin mesulü, Muhammed bin Verşâne isminde biri idi. İbn-i Verşâne, bir gün fakirlerle birlikte İbn-ür-Rıfâî hazretlerinin yanına geldi... FAKİRLER SENDEN ŞİKÂYETÇİ!
İbn-ür-Rıfâî buna; Fakirlerin çoğu senden şikâyetçi dedi. O ise, pişman olup özür dileyeceği yerde, İbn-ür-Rıfâîyi de kendisine yalancı şâhid göstererek; Sen de bilirsin ki, yalan söylüyorlar. Ben onların söyledikleri gibi değilim dedi. Bu hâle çok üzülen İbn-ür-Rıfâî ona; Eğer doğru söylüyorlar ise, o zaman sen bilirsin dedi. Daha sözü bitmeden İbn-i Verşâne yere düştü ve oracıkta son nefesini verdi...
Tâcüddîn bin Rıfâî bir köyden geçiyordu. Orada kendisinin büyüklüğünü, yüksekliğini inkâr edenler vardı. İbn-ür-Rıfâî, o köyde cimriliği ile tanınan bir kimseden bir tavuk satın almak istedi. O da verdi. Tavuğu kesip pişirdiler ve birlikte yediler. Bâzı köylüler kemiklerini kapalı bir kaba koydular. Tâcüddîn bin Rıfâînin büyüklüğünü inkâr edenler de orada idi. İmtihân etmek ve kendisini zor durumda bırakmak için; Bu tavuğun civcivleri vardı. Şimdi onlar anasız kaldı dediler. İbn-ür-Rıfâî, bunların maksatlarını anlayıp, yedikleri tavuğun kemiklerinin bulunduğu kapalı kaba işâret etti. Allahü teâlânın izni ile o kaptan bir tavuk çıktı ve civcivlerin yanına gitti. Onun bu kerâmetine gözleriyle şâhid olan inkârcılar, hemen tövbe ve istigfâr ettiler.

ONA HEP SABREDERDİ...
Irakta Tâcüddîn bin Rıfâînin büyüklüğünü inkâr eden biri vardı. Ona dil uzatır, eziyet ve sıkıntı verirdi. Fakat Tâcüddîn hazretleri buna hiç cevap vermez, hep sabrederdi. Bir gün bu kimse, Şama gitmek üzere yola çıktı. Yolda hastalandı ve öldü. Bu sırada Tâcüddîn bin Rıfâî talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet esnâsında; Bizi inkâr edip, eziyet ve sıkıntı veren falan kimse, Şam yolunda, falan yerde hastalandı ve öldü. Fakat öldüğü yer yol üstü olmadığından, cenâzesi orada günlerce güneş altında kalır, kimse göremez dedi. Talebelerinin hepsi hayrette kaldılar. Sonra o kimse, gittiği Şam seferinden dönmedi. Merak edip araştırdılar. Hakîkaten durum, Tâcüddîn bin Rıfâînin bildirdiği gibi olmuştu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seni benden uzaklaştıran nedir?</label>
Dün bahsettiğimiz gibi, Hazreti Ömer, Salebenin şartlarını kabûl ederek onu Medîneye götürdü. Resûlullah namaz kılarken mescide girdiler...
Salebe bin Abdurrahmân, getirildiği mescidde, Resûlullah efendimizin kırâatini işitince, bayılarak düştü. O baygın hâlde iken Hazreti Ömer ve Hazreti Selmân da namaza durdular. Resûlullah efendimiz selâm verince Hazreti Ömer ve Selmâna, Salebeyi ne yaptınız? buyurdu. Onlar da, Ey Allahın Resûlü! Salebe buradadır dediler... BENİM GÜNAHIM BÜYÜK!..
Salebeyi ayıltarak Resûlullah efendimizin yanına getirdiler. Resûlullah efendimiz ona Yâ Salebe seni benden uzaklaştıran nedir? diye sorduklarında, Salebe; Günahımdır diye cevap verdi. Peygamber efendimiz ona Sana öğretmedim mi? Allahü teâlâ hatâ ve günahları bağışlıyor buyurunca, o da Evet yâ Resûlallah! deyince Salebe Yâ Resûlallah! Günahım büyüktür deyince, Resûlullah efendimiz, Bilakis Allahın kelâmı en büyüktür buyurdu...
Bundan sonra Resûlullah onu evine gönderdi. Üç gün hasta yattı. Resûlullah efendimiz durumu öğrenince Kalkınız Salebeye gidelim buyurdu. Resûlullah efendimiz onun yanına geldi. Başını kucağına alınca, Salebe radıyallahü anh başını mübârek kucağından çekti. Resûlullah efendimiz Niçin başını kucağımdan çektin? diye suâl ettiklerinde, Salebe Yâ Resûlallah! O baş günahla doludur. Onu sizin mübârek kucağınıza lâyık görmedim dedi. Resûlullah efendimiz Ne hissediyorsun? buyurdu. Salebe Derimin ve kemiklerimin arasında karıncanın sessiz yürüyüşünü hissediyorum dedi. Resûlullah efendimiz, Ne arzu ediyorsun? diye buyurduklarında; Salebe Rabbimin magfiretini dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz; Cebrâil aleyhisselâm şimdi geldi ve Ey kardeşim, Rabbin sana selâm ediyor ve Şayet kulum yer (dünyâ) dolusu hatâ ile bana kavuşursa, ben de onu yer dolusu magfiret ile karşılarım buyuruyor dedi buyurdu...

NAMAZINI RESÛLULLAH KILDIRDI
Resûlullah efendimiz bunu Salebeye söyler söylemez, Salebe bir bağırış bağırdı ve vefât etti. Resûlullah efendimiz kalktı, onu gasl etti, techîz ve tekfinini yaptı. Namazını kıldı. Sonra kabrine taşıdı. Kabir dönüşü Peygamber efendimizi parmaklarının ucuna basarak yürüdüğünügören***8200;Eshâb-ı kirâm, Yâ Resûlallah! Siz niçin ayak parmaklarınızın ucuna basarak yürüyorsunuz? diye sorduklarında Peygamber efendimiz; Salebeyi karşılayan melekler o kadar çok ki, onların kanadına basmayayım diye bu şekilde yürüyorum buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Azâbımdan bana sığınıyor</label>
Ensârdan Salebe bin Abdurrahmân adlı bir genç vardı. Bu genç sevgisinden dolayı Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından bir an bile ayrılmaz ve Ona dâima hizmet ederdi. Bir gün Ensârdan birisinin kapısının önüne geldi, içeriye baktı. Bu sırada içeride bir hanım yıkanıyordu. Salebe birkaç defa içeriye baktı. Sonra bu hareketine pişman oldu... UTANCINDAN DAĞA KAÇTI!..Salebe, yaptığı bu kötü hareketten dolayı, Resûlullaha vahiy gelmesinden korktu! Peygamberimiz efendimize karşı utancından Medîneden kaçtı. Mekke ile Medîne arasında bir dağa gitti ve orada yaşamaya başladı...
Resûlullah efendimiz kırk gün Salebeyi sordu. Nihâyet Cebrâil (aleyhisselam) gelerek Peygamber efendimize dedi ki: Rabbin sana selâm ediyor ve sana haber veriyor ki; ümmetinden firar eden (Salebe) dağlardadır. O kaçan kişi, azâbımdan bana (Allahü teâlâya) sığınıyor.
Peygamber efendimiz bunun üzerine, Hazreti Ömer ve Selmân-ı Fârisî hazretlerine, Gidin Salebe bin Abdurrahmânı getirin buyurdu. Hazreti Ömer ve Selmân (radıyallahü anhüma) Medînenin kenar evlerinin sonunda, koyun çobanlığı yapan Züfâfe ile karşılaştılar. Hazreti Ömer, Züfâfeye, Buralarda dağda yaşayan bir genç biliyor musun? diye sordu. Züfâfe, Herhalde sen Cehennemden kaçanı soruyorsun dedi. Hazreti Ömer, Cehennemden kaçtığını nereden biliyorsun? deyince Züfâfe; Gece yarısı olunca, şu taraftan elini başına koyarak ve ağlayarak gelir ve şöyle söyler: Keşke rûhum âlem-i ervâhta, cesedim âlem-i ecsâdda kabz olsaydı ve rûhum bu iki âlemden ayrılmasaydı.

ONU MEDİNEYE GÖTÜRDÜLER...
Züfâfe onları dağa götürdü. Gece yarısına doğru, genç aynı şeyleri söyleyerek geldi. Hazreti Ömer, gence yaklaştı. Genç onu hissedince el-Emân, el-Emân, ateşten (azaptan) kurtuluş ne zaman dedi. Hazreti Ömer ona, Ben Hattâb oğlu Ömerim dedi. Salebe bunun üzerine; Resûlullah efendimiz benim günahımı biliyor mu? diye sorduğunda Hazreti Ömer, Bilmiyorum. Ancak dün akşam seni bulmak üzere bizi gönderdi. Salebe, Yâ Ömer, beni Resûlullah efendimizin huzûruna, o namaz kılarken veya Hazreti Bilâl kamet getirdiği zaman götürün dedi. Hazreti Ömer, Salebenin söylediklerini kabûl ederek onu Medîneye götürdü ve sözünde durarak, Resûlullah namaz kılarken mescide getirdi... Bundan sonra neler yaşandı, o da yarına...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Kendini nasıl buluyorsun?..</label>
İnsan, sevdiği kimseyi, herhangi bir şekilde üzmekten korkar. Allahü teâlâyı ise, herkesten çok sevmek gerekir. Allahı çok seven bir kimse, herhangi bir yanlış iş yapıp, Onu üzerim diye çok korkar... Bizleri yoktan var eden ve çeşitli nimetler ihsan eden Rabbimizi elbette çok sevmek gerektiği gibi, bu sevgiyi kaybetmekten de çok korkmak gerekir...ALLAHTAN KORKMANIN ALÂMETİ
Âlimler ve ârifler buyuruyor ki:
Allahtan korkanın kalbi hikmetle dolar. Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kalbler harap olmuştur.
Allahtan korkmanın alâmeti, kendini hasta görüp, ölüm korkusuyla bütün isteklerinden kaçınmaya çalışmaktır. Allahtan korkan kimse, Allahü teâlânın rahmetinin çok bol olduğunu bilir. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, mağfiret dilerse, Allahı çok affedici, çok merhametli bulur.) [Nisa 110]
(Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; çünkü kâfirlerden başkası, Allahın rahmetinden ümidini kesmez.) [Yusüf 87]
Allahü teâlânın azabı şiddetli olduğu gibi, rahmeti daha boldur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eğer kul, Allahü teâlânın ne kadar affedici olduğunu bilseydi, haram işlemekten çekinmezdi. Azabının da ne kadar şiddetli olduğunu bilseydi, hep ibadet eder, hiç günah işlemezdi.) [Nesefi]
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur) hadis-i şerifini düşünmeli, Allahü teâlânın azabından korkup, rahmetinden de ümit kesmemelidir! (Tirmizi)
Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek caiz olmaz. Her ibadet eden, muhakkak Cennetlik olmadığı gibi, her günahkâr da muhakkak Cehennemlik değildir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamet günü Allahü teâlâ, Dünyada beni bir defa hatırlayan veya korkup günahtan vazgeçeni Cehennemden çıkarın buyurur.) [Tirmizi]

KORKU VE ÜMİD ARASINDA...
Peygamber efendimiz ölüm hâlindeki bir kimseyi ziyâret etti ve; Kendini nasıl buluyorsun? buyurdu. O kimse; Kendimi korku ile ümid arasında görüyorum dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allahü teâlâ eğer bir kimsenin kalbinde korku ve ümidi bir arada bulundurursa, onu ümid ettiklerine kavuşturur, korktuklarından da emin eyler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ben âşık bir garibim</label>

Zünnûn-i Mısrî hazretleri, Mısırda yetişen büyük velîlerdendir. İsmi Sevbân bin İbrâhim, künyesi Ebül-Feyz, lakabı Zünnûn, nisbesi el-Mısrîdir. Güney Mısırın Sudana yakın sınır bölgesinde yaşayan Nûbe kabîlesindendir. Bu sebeple babası en-Nûbî nisbesiyle anılır. 772 (H.155) târihinde doğdu. 859 (H.245) târihinde Mısırda vefât etti... MÜCEVHER OLAN TAŞ!..Zünnûn-i Mısrî hazretleri, cenâb-ı Hakkın âşığıydı. Onun sevgisi ile deli divâne olurdu. Darda kalanların dostu, dehşet içinde olanların tesellisi ve hasrette kalanların arzusuydu...
Bir gün Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına birisi geldi ve; Borcum var, ödemek için hiç param yok dedi. O da yerden bir taş alarak o zâta verdi. Borçlu onu çarşıya götürdüğünde, cebindeki taşın mücevher olduğunu gördü. Dört yüz altına sattı ve borcunu verdi. Kalan ile de rahat geçindi...
Hikâye edildiğine göre Zünnun-i Mısri (rahimehullahu teala) bir gün Mescid-i Harama girer. Sütunlardan birinin altında üstü başı perişan, yerde yatan hasta bir delikanlı görür. Genç, yanık bir sesle inlemektedir. Bundan sonrasını Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin kendisinde dinleyelim:

BEN DE SENİN GİBİYİM
Yanına sokuldum, selâm verdim ve ey delikanlı, sen kimsin? diye sordum. Ben âşık bir garibim diye cevap verdi. Ne demek istediğini anlamıştım, ben de senin gibiyim dedim. Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı. Bana sen de mi ağlıyorsun diye sordu, ben de senin gibiyim diye karşılık verdim. Bunun üzerine daha yüksek sesle ağlamaya başladı. Gür bir nara attı ve hemencecik orada ruhunu teslim etti.
Elbisemi üzerine örttüm, kefen bulmak için yerimden ayrıldım, kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde sübhanallah dedim. Bu sırada kulağıma bir ses geldi, şöyle diyordu: Ey Zünnun! O öyle bir garibdir ki, onu dünyada şeytan aradı bulamadı. Malik aradı, bulamadı, cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı... Ben peki o nerededir? diye seslendim. Kulağıma şu cevap geldi: Samimi muhabbeti, çok ibadet etmesi ve hatasından derhal tevbe etmesi sayesinde Muktedir Malikin (Cenab-ı Hakkın) yanında sadakat koltuğundadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nefsini hesaba çeken zat!..</label>
İmam-ı Gazali hazretleri, her Müslümanın nefsini hesaba çekmesini tavsiye ediyor. Kimya-yı Saadet kitabında buyuruyor ki: Her akşam nefsini hesaba çek. Ona de ki: YAZIKLAR OLSUN SANA!..Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddiâ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Hâlbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennemden biri, seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmeyeceği ne mâlum? Bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünkü, ölüm kimseye vakit tâyîn etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya geç, yazın veya kışın gelirim dememiştir. Herkese ânsızın gelir ve hiç ummadığı zamanda gelir. İşte ona hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur mu? O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!..
Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nîmetlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr etme! Bu nîmet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!..
Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! İsimleriniz unutulacak, hâtırlardan silinecek. Geçmiş pâdişâhları hâtırlayan var mı? Hâlbuki sana dünyadan az bir şey vermişler. O da bozulmakta, değişmektedir. Bunlar için, sonsuz Cennet nîmetlerini feda ediyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!..

HER GÜN BİR GÜNAH İŞLESEM!
Bir zât, nefsini muhâsebeye çekmek üzere, ömrünü hesapladı. Altmış sene yaşamıştı. Sonra gün olarak hesapladı. Yirmibir bin gün buldu. Bunun üzerine; Eyvah! Her gün bir günah işlemiş isem, bu kadar günahla Allahü teâlânın huzûruna nasıl varabilirim deyip bayıldı. Bir müddet sonra kendisine geldiğinde, önceki sözünü söyleyip, tekrar kendisinden geçti. Sonra hareket ettirdiklerinde vefât ettiğini gördüler.
Bu zât, her günkü bir günâhı için böyle yaparsa, günde birçok günah işleyen kimselerin ne yapması lâzım gelir?!.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Câbir'in dirilen oğulları!..</label>
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem her kim davet etse kabûl buyururlardı. Bir gün de Câbir bin Abdüllah radıyallahü anh davet etti. Falan gün gelirim buyurdu ve denilen günde Câbir bin Abdüllahın evine teşrîf ettiler.. O KADAR ÇOK SEVİNDİ Kİ!..Hazret-i Câbir, Resûlullah efendimizin evine teşrîfiyle o kadar sevindi ki, karşılamak için sevinçle koşarken, su tulumunu devirdi ve su döküldü. Resûlullah efendimiz içeri girip oturdu. Hazret-i Câbirin bir kuzusu vardı. Onu hemen kesip kebâb yapmak için hâzırladı. İki oğlu vardı. Büyük oğlu küçük oğluna, babam kuzuyu nasıl kesti, gel sana göstereyim dedi. Kardeşini bağlayıp bıçağı boğazına sürdü. Fakat, göstereyim derken, farkına varmadan kardeşini boğazlayıp ölümüne sebep oldu...
Hazret-i Câbirin hanımı, çocuklarının bu hâlini görünce, büyük oğlunu yakalamak için peşinden koştu. Çocuk korkusundan kaçayım derken, evin damından aşağı düşüp öldü. Kadın çocuklarının ölmesinden dolayı feryâd edip ağlarsam, Resûlullahın üzülmesine sebeb olurum diye düşünerek sabretti. Çocuklarının ölüsü üzerine bir kilim örttü. Hâzırlanan kebâbı pişirdi. O sırada Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve Yâ Muhammed! Allahü teâlâ, Câbire oğullarını da sofraya getirmesini söylemenizi emir buyurdu dedi.

OĞULLARINI DA SOFRAYA GETİR!
Resûlullah, hazret-i Câbire, oğullarını da sofraya getir buyurdu. Dışarı çıkıp hanımına Resûlullah onların da sofraya gelmelerini istiyor dedi. Hanımı, Resûlullaha onların burada olmadıklarını söyle dedi. Hazret-i Câbir durumu arz edince, Resûlullah efendimiz Allahü teâlânın emridir. Onları muhakkak getirmen lâzımdır buyurdu. Hazret-i Câbir tekrâr hanımının yanına varıp, Çocuklar nerede iseler mutlaka bulmamız lâzım. Allahü teâlânın emri böyle gelmiştir dedi. Zavallı, çâresiz hanımı ağlayarak, Ey Câbir! Oğulcuklarımızın ne olduğunu sana söylemeye tâkatim yok dedi. Sonra ölü yatan çocuklarının üstündeki kilimi kaldırıp, onları gösterdi. Hazret-i Câbir iki oğlunun da ölmüş olduğunu görünce, ağlamaya başladı. Evde feryâd sesleri yükseldi...
O sırada Allahü teâlâ Cebrâîl aleyhisselâmı Resûlullaha gönderip, çocukların başında duâ etmesini ve çocukları dirilteceğini bildirdi. Resûlullah efendimiz kalkıp duâ etti. Câbir bin Abdüllahın her iki oğlu da Allahü teâlânın izniyle dirildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Aşere-i mübeşşereden Sa'd bin Ebî Vakkâs</label>

Sad bin Ebî Vakkâs radıyallahü anh hazretleri, Ebû Bekir radıyallahü anh Efendimiz vâsıtasıyla Müslüman olmuş, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bir zâttır. İlk Müslümanların yedincisidir. Cennetle müjdelenen on sahâbeden biridir... İLK MÜŞRİK KANI DÖKEN!
İslâmiyetin ilk yıllarında, Müslümanlar, ibâdetlerini rahat bir şekilde yapamıyorlardı. Bir gün Hazreti Sad ile birkaç sahâbî, bir vâdide namaz kılmakta idiler. Bu sırada, müşriklerin azılılarından bazıları, kendileri ile alay etmeye ve hakâret etmeye başladılar. Sad bin Ebî Vakkâs hazretleri, bunların üzerine yürüdü. Eline geçirdiği bir deve kemiği ile, müşrîklerin elebaşısının kafasını yardı. Böylece, Allah yolunda, ilk müşrik kanı döken sahâbî unvânını kazandı.
Uhud Savaşında çok kahramanlıklar gösterdi. Allah yolunda ilk ok atan sahâbîdir. Okçuların yani kemankeşlerin reisidir.
Hazret-i Ömerin radıyallahü anh halifeliği zamanında İrana karşı meşhûr Kadsiye Zaferini kazandı...
Hazreti Osman halîfe seçilince, Sad hazretlerini tekrar Kûfe vâliliğine tayin etti. 675 yılında, vefât etti. Aşere-i mübeşşereden en son vefât eden zattır. Medîne-i münevverede medfûndur.

HAZRETİ ALİYE KÜFREDENİN SONU!
Kays bin Ebî Âsım (radıyallahü anh) anlattı: Medinenin çarşısında dolaşıyordum. Ahcar-üz-zeyd mevkiine geldim. Baktım, insanlar bir atlının etrâfını sarmış onu dinliyordu. O adam, etrafındaki insanlara hiç aldırış etmeden Hazreti Aliye küfrediyordu. Birden bir kaynaşma oldu, insanları yararak Sad bin Ebî Vakkâs (radıyallahü anh), adamın karşısına dikildi, ona Ey Hazreti Alinin kıymetini bilmeyen kimse! Utanmıyor musun bu sözleri söylemekten? O, ilk Müslüman olanlardan değil miydi? Peygamber efendimizle ilk namazı o kılmadı mı? Eshâbın içinde ençok ibâdet edeni o değil miydi? Eshâbın içinde en âlim olan o değil miydi? Peygamberimizin kerîmesiyle evlenme şerefine o kavuşmadı mı? Gazalarda Peygamberimizin sancağını o taşımadı mı? dedikten sonra; Yâ Rabbî! Bu adam senin dostlarından birini kötülüyor. Kudretini gösterinceye kadar bu topluluğu buradan ayırma... diye duâ etti.
Yemîn ederim ki, hiçbirimiz oradan ayrılmamıştık ki, birdenbire at huysuzlaştı, sahibini üzerinden taşlar üzerine fırlatıp attı. Adamın beyni parçalanıp milletin gözü önünde öldü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Emevi halifesi Abdülmelik</label>
Abdülmelik bin Mervan son anlarında şunları mırıldanıyordu: Bize haz veren her şey uçup gitti/Hem de harabelerde yanıp sönen şimşek hızıyla...
Abdülmelik bin Mervan, Emevi halifelerindendir. Emeviler en parlak dönemini Abdülmelik bin Mervan döneminde (685-705) yaşadı... Bu dönemde Irak ve İrandaki ayaklanmalar bastırıldı. Hindistan ve Orta Asyada yeni fetihlerle devletin sınırları genişletildi...
BİZANS YENİLGİSİNDEN SONRA...
Süleymanın halifeliği sırasında Bizans İmparatoru III. Leonun 717de Emevi ordusunu ağır bir yenilgiye uğratması, Emevi Devletinin gerileme döneminin başlangıcı oldu. Araplar arasında kabile çatışmaları yeniden başladı ve Mevali denen, Arap olmayan Müslümanların merkezî yönetime karşı hoşnutsuzlukları arttı. 707-720 arasında halifelik eden Ömerin başlattığı yenileşme hareketleri de kalıcı bir sonuç getirmedi. Hişam döneminde (724-743), 732de İspanya üzerinden Fransayı fethe girişen Emevi ordusu Poitiersde (Puvatya) durduruldu. Emeviler Anadoluda Bizansa karşı üstünlüklerini de yitirdiler. Orta Asyada Türkler, Kuzey Afrikada Berberiler Emevi egemenliğine başkaldırdılar...
***
Son Emevi Halifesi II. Mervan döneminde (744-750) Abbasiler denetiminde gelişen muhalefet Emevi egemenliğini sarstı. Sonunda Abbasilerin önderi Ebul-Abbas, Emevi egemenliğine son verdi ve Emevi hanedanının bütün üyelerini öldürdü. (Bu kıyımdan canını kurtarabilen Abdurrahman, İspanyaya giderek orada Endülüs Emevileri Devletini kurdu...)
***
Halife Abdülmelik bin Mervan ölüm döşeğine yattığı vakit, elbise yıkayıcısının nasıl çamaşırı yıkayıp eli ile sıktığını görünce; Keşke ben de çamaşır yıkayıcısı olsaydım da her günkü el emeğimle günlük nafakamı temîn etseydim ve dünya işlerine karışmasaydım demiştir.

HEM DE ŞİMŞEK HIZIYLA!..
Abdülmelik bin Mervana; Ey müminlerin emîri, kendini nasıl buluyorsun? diye sorduklarında, Allahü teâlanın;
Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız gibi, âhirette de yapayalnız, teker teker huzurumuza gelmişsinizdir. Size ihsân ettiğimiz şeyleri de sırtlarınızın arkasında bırakmışsınızdır (Enam 94) buyurduğu gibi buluyorum, dedi ve vefat etti...
Son sözü şu beyt oldu:
Bize haz veren her şey uçup gitti/Hem de harabelerde yanıp sönen şimşek hızıyla...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri