Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
El-Vâiz Abbâs bin Hamza</label>
Abbâs bin Hamza hazretleri, hadîs âlimi, hatîb ve velîlerdendir. Ebû Bekr Hafîdin torunudur. 900 (H. 288) senesinde vefât etti. Zünnûn-i Mısrî ve Bâyezîd-i Bistâmî gibi büyük âlimlerle sohbet etmiştir. Hadîs-i şerîf öğrenmek için memleketleri gezerdi. Evliyânın meşhûrlarından ve Şamın güzel kokulu çiçeği diye meşhur Ahmed bin Ebil-Havârî hazretlerinden hadîs-i şerîf okudu... NASÎHATİ ÇOK TESİRLİYDİ...
Bu mübarek zat, gündüzleri oruç tutar, geceleri ise hep namaz kılardı. İnsanlara doğru yolu gösterir, İslâmiyetin emirlerine sıkı sarılmaları için çok gayret sarf ederdi. Vaaz ve nasîhatlari çok tesirliydi. Bu sebeple El-Vâiz lakabıyla meşhûr oldu.
Abbâs bin Hamza hazretleri, hocası Zünnûn-i Mısrînin şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
İnsanlar neyi istediklerini bilselerdi, arzu ettikleri şey için verdikleri onlara zor gelmezdi.
Ey Allahım! Ben nasıl senin rızân için çalışmayayım! Çünkü sen beni yoktan vâr ettin ve İslâmiyetle şereflenmemi nasîb ettin.
Abbâs bin Hamza hazretleri buyurdu ki:
Hocam Ahmed bin Ebil-Havârî, hocası Ebû Süleymân Dârânîden nakletti: Bir vaktin insanlarının bozulduğuna alâmet, o insanların korkudan çok ümid içinde olmalarıdır.
Ârif olana, devamlı olarak Rabbinin emirlerine itâatten başka bir hâl yakışmaz.
Yine hocası Ahmed bin Ebil-Havârîden şöyle nakleder:
Dünyâyı tanıyan ondan vazgeçer, âhireti tanıyan ona sarılır, Allahü teâlâyı tanıyan da Onun rızâsına kavuşmak için çalışır.

SÂLİH BİR EVLAD VER!
Hasan bin Muhammed Nişâbûrî annesinden şöyle nakletti:
Annem vefât etmeden önce bana; Sana hâmile iken babandan izin alıp Abbâs bin Hamzanın sohbet ettiği yere gittim. Münâsib bir yere durup, onu dinledim. Sohbetini bitirince; Ayağa kalkınız dedi. Herkes kalktı ve hep birlikte ellerini açıp duâ etmeye başladılar. Ben de el açıp; Yâ Rabbî! Bana ilim sâhibi sâlih bir oğul ihsân et diye duâ ettim. Sonra eve döndüm. Gece bir rüyâ gördüm, bir zât bana; Müjde Allahü teâlâ senin duânı kabul buyurdu. Sana bir erkek evlâd verecek. O âlim ve uzun ömürlü olacak dedi. Hasan bin Muhammed bunu anlattıktan dört gün sonra vefât etti. Annesinin rüyâsında müjdelendiği gibi âlim ve uzun ömürlü bir zât idi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Kisrâ, Şîreviyye ve Yemen vâlisi Bâzan</label>
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz Abdüllah bin Huzâfe radıyallahü anh ile Kisrâya (İran hükümdarına) İslama davet mektubu gönderdi. Kisrâ mektûbu yırtıp parça parça etti. O anda kendisini bir korku kapladı... EY KİSRÂ! İMAN ET!..Abdüllah bin Huzâfe yanından çıkınca Kisrâ, adamlarını çağırıp, Bundan sonra benim yanıma Arablardan hiç kimsenin girmesine izin vermeyiniz diye tenbîh ederek odasına çekildi. Oraya hiç kimse giremezdi. Bir de baktı ki odasında bir Arab duruyor! Elinde bir sopa tutuyordu. Ey Kisrâ! Allahü teâlâ halkı hak dîne davet eden bir Peygamber gönderdi, îmân et! dedi. Kisrâ Hele bugün git de sonra dedi. Kisrâ adamlarını çağırıp, Ben size sıkı sıkı tembîh ettiğim hâlde, niçin benim odama bir Arabın girmesine izin verdiniz? diyerek hepsini öldürttü. Halbuki onların bu işten hiç haberleri yoktu...
Kisrâ, Resûlullah efendimizin davet mektûbunu yırttıkdan sonra, Yemendeki nâibi [vâlîsi] Bâzana bir mektûb yazıp, O tarafta bir şahsın peygamberlik davâsında bulunduğunu haber aldık. Derhâl iki âlim gönderip, onun hâlini araştırsınlar. Mümkünse yakalattırıp bana ulaştır! diye emr verdi. Bâzan iki kişi gönderdi. Medîneye varıp, Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna çıktılar. Melik Kisrâ, Bâzana mektûb yazmış, seni huzûruna çağırıyor dediler. Resûlullah efendimiz tebessüm etti ve onları Müslümân olmaya davet etti. O iki kişi, Yâ Muhammed, Kisrânın emrine uy. Eğer kendi isteğinle gidersen, Bâzan senin için bir mektûb yazar da, sana fâideli olur. Eğer gitmezsen Kisrânın nasıl bir kimse olduğunu biliyorsun. Seni ve kavmini helâk ve mülkünü harâb eder dediler. Resûlullah efendimiz, onlara bugün gidin, yârın gelin, dedi. Ertesi gün huzûruna geldiler. Resûlullah onlara şöyle buyurdu:

O, ALLAHIN RESULÜDÜR!
Gidin sâhibinize söyleyin. Rabbim bana bildirdi ki, sizin melikiniz Kisrâyı dün gece oğlu öldürdü! Eğer, Bâzan îmân edip, İslâmı kabûl ederse, hâlen elinde bulunan mülkü yine ona bırakayım! Allahü teâlâ onun mülkünü parça parça edecek!
Resûlullahın bu sözlerini Bâzana ilettiler. Bâzan Eğer sözü doğru çıkarsa muhakkak o Allahın resûlüdür dedi. O sırada bir elçi gelip, Kisrânın oğlu Şîreviyye tarafından öldürüldüğünü söyledi. Bâzan bütün âilesiyle birlikte Resûlullahın huzûrunda îmân etmekle şereflendi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanefî fıkıh âlimi Ahmed Ankaravî</label>

Ahmed Ankaravî hazretleri, Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 651 (m. 1156) senesinde Ankarada doğdu. Babası Hüsâmeddîn-i Râziden ve başka âlimlerden fıkıh ilmini, daha sonra da Ankara medresesinde tefsîr ve nahiv ilimlerini öğrendi... ON YEDİ YAŞINDA KADI OLDU
Daha 17 yaşında iken bir kasabanın kadılığına getirilen Ahmed Ankaravî, bundan sonra da Şam kadılığına tayin edildi. Orada çeşitli meclislerde sohbetlere katılır, ilminin çokluğu ile bu meclisleri süslerdi. Şamda 70 seneden fazla ders, okuttu. Hanefî mezhebindeki hâkim ve müderrislerin en önde gelenlerinden daha yüksek bir derecede bulunuyordu. 730 (m. 1330) senesinde Mısıra gitti ise de tekrar Şama döndü.
Ahmed Ankaravî hazretlerinin cinnilerden bir hanımı vardı. Derslerinde cinnilerle ilgili özetle şunları anlatırdı:
[Cin yanî peri, eteşin alev kısmından yaratılmış olup, her şekle girebilirler. Cin denilen mahlûklar, gözümüzden örtülü olduğu için cin denilmiştir. Arabçada Cim ve Nun harflerinden meydana gelen kelimeler, Örtülü demektir. Cin kelimesi, Cinnî isminin çoğuludur. Peri, Farsçada cin demektir...
Cinnin varlığına inanmayan dinden ayrılmış olur. İmâm-ül-Haremeyn, Şâmil adındaki eserinde diyor ki: Şunu iyi biliniz ki, eski felsefecilerden bir kısmı, Kaderiyye (yanî Mutezile) fırkasının çoğu ve zındıklar, cin ve şeytanlara inanmadı. Cin, zekî, dahî insan demektir. Şeytanlar da, kötü kimseler demektir, dediler. Bunların inkârları, cinlere önem vermeyişlerinden olduğu anlaşılmaktadır. Hâlbuki, onları isbât etmek konusunda aklî bir imkânsızlık yoktur. Kaderiyye fırkasının inanmaması, şaşılacak şeydir. Çünkü bunlar, Kurân-ı kerîme uyduklarını söylüyor. Demek ki, bu kadar uymaktadırlar. Hâlbuki cinnin var olması, akla uymayan bir şey değildir. Yanî aklın reddedeceği bir şey değildir. Çünkü Allahü teâlânın kudretinin yapamıyacağı bir şey değildir...]

ÖMRÜMÜN SONUNA GELDİM!
Ahmed Ankaravî hazretleri, herkes tarafından çok sevilirdi. Sadâkati ve cömertliği çoktu. Doksan seneden çok yaşadı. İhtiyârlığında, kulağından başka bütün azâları gençliğindeki gibi sağlam idi. Yaşlılığından dolayı kamburlaşmıştı. Hastalandığı zaman: Rüyâmda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, bana çok yaşayacağımı bildirmişti. Şimdi ömrümün sonuna geldim dedi ve 745 (m. 1344) senesi Receb ayının ondokuzuncu günü Şamda vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hıristiyanlar seni derhal öldürürler!</label>

Papaz Nikola Mertil, ağlayarak şunları söyledi: Oğlum! Vallahi, bana olan iyi hizmetin, sevgi ve sadâkatinden dolayı seni çok severim. Evet bu mübârek ismi bilmekte sayısız faydalar vardır. Fakat, korkarım ki saklayamayıp söylersin. Sonra Hıristiyanlar, seni o dakikada öldürürler dedi... PARAKLİT MUHAMMEDDİR!..
Papazın bu sözlerinden sonra, merak ve heyecanım bir kat daha artarak; Üstadım, Allah, İncîl ve Mesih hakkı için, bana söyleyeceğiniz sırların hiçbirisini ifşa etmem deyince, Papaz bana; Oğlum, bil ki; Paraklit, Hazret-i Muhammedin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek ismidir. Ona, Danyâl aleyhisselâmın lisânı üzere dördüncü kitap olan Kurân-ı kerîm nâzil olmuş ve bu kitabın, O Peygamber-i celîle nâzil olacağı ve dininin hak din, milletinin de İncîlde adı geçen beyaz bir millet olduğunu, Danyâl aleyhisselâm haber vermiştir dedi. Bunun üzerine ben; Hıristiyanlık hakkında ne dersiniz? diye sorunca, papaz çok ciddi bir tavır alarak;
Oğlum, eğer Hıristiyanlar Îsâ aleyhisselâmın dîni üzere olsalar, ilâhî din üzere kâim olmuş olurlardı dedi. Ben, Öyle ise bu işten kurtuluş nasıl olur? dedim. Papaz; Müslüman olmakla deyince, ben; Müslüman olan kurtulur mu? diye sordum. O da; Evet, Müslüman olan kimse, dünyâ ve âhirette saâdet bulur deyince, ben; Efendim, akıllı olan kimse, en fazîletli ve en hayırlı olan şey ne ise, kendi için onu seçer. Siz, İslâm dininin fazîlet ve yüksek kıymetini kavradığınız hâlde, niçin Müslüman olmadınız? Ne mâni vardı? dedim. Papaz; Oğlum, eğer sen yaşta iken Hak teâlâ bana hidâyet buyurmuş olsaydı, her şeyi terk eder, Hak dînine alenen girerdim. Dünyâya muhabbet, her günâhın temeli ve başıdır. Hıristiyanlar, benim İslâmiyete az bir meylimin olduğunu bilseler, derhâl öldürürler dedi ve zâhiren Hıristiyanlık dîni üzerine kalacağını bildirdi...

BURADAN HEMEN GİT!
Bunun üzerine ben; Efendim, ben İslâm diyârına gidecek ve İslâm dînine girecek olursam, bana yardım ve delâlet eder misiniz? deyince, o da; Eğer aklın varsa ve kurtuluşa ermek istersen hiç durma, git. Fakat konuştuklarımızdan bir şey sezdirecek olursan, Hıristiyanlar seni o ânda öldürürler ve ben seni kurtaramam dedi.
Nikola Mertil, bunları söyledikten kısa bir zaman sonra öldü. Ben de oradan ayrılarak Tunusa gittim ve Müslüman olmakla şereflendim.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anselmo Turmeda Abdullah-ı Tercümân</label>
Abdullah-ı Tercümân, Akdenizde bulunan Balear adalarının büyüğü olan Mayorka adasında, bir âilenin tek çocuğu idi. Asıl ismi, Anselmo Turmeda idi. Hıristiyanlığa Reddiye olarak yazdığı Tuhfet-ül-erîb kitabında, hayatını şöyle anlatır: PAPAZ NİKOLANIN YANINDA
Babam beni, altı yaşına girdiğimde, bir papaz öğretmene teslim etti. Bu papazdan İncîli okudum. İki senede, yarısından fazlasını ezberledim. İki sene, İncîlin lügatleri ve mantık ilmi üzerine çalıştım. Sonra Hıristiyanlarca ilim merkezi sayılan Larde şehrine gittim. Burada altı sene kadar tıb ve astronomi ilmi öğrendim. Dört sene kadar da İncîli ve lügatlerini okudum. Daha sonra Nebûniye şehrine gittim. Orada zamânın en seçkin papazı olan Nikola Mertilden ders okudum. Bu papaza hükümdârlar bile mürâcaat eder ve hediyeler gönderirlerdi. Bu papazdan Hıristiyanlık dininin usûl ve hükümlerini okudum. Dâima hizmetinde bulunup, ona yakın olmaya çok itinâ ve ihtimâm gösterdim. Papaz da, beni en yüksek talebesi olarak herkese takdim ederdi. Hattâ o kadar yakın oldu ki, evinin ve anbarlarının anahtarlarını bana teslim ederdi. Böylece on sene, Nikolaya tam teslimiyetle hizmet ettim.
Bir gün papaz hastalanıp derse gelmedi. Derse gelenler arasında, Cenâb-ı Hakkın Îsâ aleyhisselâma; Senden sonra bir peygamber gelir, ism-i şerîfi Paraklittir meâlindeki ilâhi hükmü üzerinde çok münâkaşa oldu. Fakat sonuca varılamadan meclis dağıldı.

PARAKLİT İSMİNİ TARTIŞTIK
Ben de oradan ayrılarak, papazın evine gittim. Bana; Bugün aranızda ne gibi hâdiseler cereyân etti? diye sordu. Ben de; Paraklit isminde ihtilâf oldu deyip, olanları anlattım. Papaz; Sen ne cevap verdin? diye sorunca, ben, bir İncîlde olan cevâbı verdiğimi söyledim. Papaz; Sen kusur etmemiş, sorunun cevâbınâ yaklaşmışsın. Filan hatâ etmiş, falan yaklaşmış. Lâkin doğrusu bunlardan hiçbirisi değildir. Bu yüce ismi, ancak ilimde çok ileri gitmiş olanlar bilir. Sizin ise, ilimden nasîbiniz çok az bir şeydir dedi. Bunun üzerine ben ona; Efendim! Siz bilirsiniz ki, ben vatanımı bırakıp uzak bir ülkeden buraya geldim. On senedir, hizmetinize devâm ve rızânızı kazanmaya gayret ettim. Sizden sayılamayacak derecede bilgi öğrendim. Şimdi siz muhterem üstadımdan, bu mübârek ismi dahî bana açıklamak sûretiyle ihsânınızı tamamlamanızı istirhâm ederim dedim. Devamı yarına..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâlid bin Saîd (radıyallahü anh)</label>
Hâlid bin Saîd bin Âs hazretleri, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin Eshâbı içinde İslâmiyyeti ilk olarak kabul edenlerdendir. Müslüman olduktan sonra, babasından çok eziyet gördü. Habeşistana hicret edip, Hayber Kalesinin fethine kadar orada kaldı. Medineye döndükten sonra Resûlullah Efendimizin mektûblarını yazdı...ÜÇ BİN ŞEHİD VERİLDİ...
Hâlid bin Saîd, Hazreti Ebû Bekirin halifeliğinin ikinci yılında, İslâmiyetten ayrılan, namaz kılarız, zekat vermeyiz diyenlerle yapılan muharebelere katılarak mürtedlerin, bozguncuların bastırılmasında vazife aldı. Bu temizlik harekâtı tamamlandıktan sonra, İslâm ordusu Şam taraflarına sevk edildi. Bizans ile Yermükte çetin muharebeler yapıldı. 46.000 kişilik İslâm ordusunun karşısında 240.000 kişilik Rum ordusu vardı. 108.000 düşman askeri öldürüldü. 3.000 Müslüman şehid oldu. Bu arada halife, Hâlid bin Saîde, ordunun bir kısmının kumandanlığını verdi. Askerlerin harbe hazırlanması ve ihtiyaçlarının giderilmesi ona aitti...
Hazreti Hâlid, yardımcı kuvvetlerin kumandanı olarak Filistinde Remle şehrine yakın Ecnadeyn taraflarına gönderildi. İslâm ordusu ile Bizans ordusu arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Şam şehrinin alınmasında ve Fihl muharebesinde canını ortaya koyarak kahramanca çarpışan Hâlid bin Saîd (radıyallahü anh), 14 (m. 635) yılında İslâm orduları ile birlikte Merc-i Safer denilen yere geldi. Bir sene önce Hz. İkrimenin şehid olması ile dul kalan hanımı ile evlendi... O gece bütün askerlere düğün ziyafeti verildi. Ertesi gün, düşman üzerine saldırıya geçildi...

KAHRAMANCA ÇARPIŞTI VE...
Hâlid bin Said (radıyallahü anh) hemen ön saflara geçerek dövüşmeye başladı. Düşman askerinden birisi, kendisi ile yeke yek döğüşecek bir er istedi. Hâlid (radıyallahü anh) hemen ortaya çıkıp; Kardeşlerim benden daha zayıf değiller. Fakat seni ben öldürmek istiyorum dedi ve vuruşmaya başladı, ancak şehid oldu. Kocasının şehid edildiğini gören bir günlük evli hanımı Ümmü Hakîm (radıyallahü anha), hiç feryat ve figan etmeyerek, eline aldığı bir kılıçla düşman üzerine yürüdü. Kahramanca vuruşmaya başladı. Onun bu halini gören İslâm askerleri büyük bir şevk ve arzu ile saldırıya geçtiler. Bizanslıları kılıçtan geçirmeye başladılar. Sonunda zafer Müslümanların oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâlâ maksadına kavuşamadın mı?</label>
Erzurumlu İbrâhim Hakkı hazretleri, babası Derviş Osman Efendiyi şöyle anlatır: İsmâil Fakîrullah hazretlerinin hizmetçilerinin başı ve evlâdı gibi olan babam Derviş Osman Efendi, artık elliiki yaşına girmişti. Bu fâni dünyânın fenâlığından kurtulmak ve bir an önce Allahü teâlâya kavuşmak arzusuyla yanmağa başlamıştı... ÖNCE NAMAZINI KIL!Bir gün kendi dostlarından Molla Ziyâd ismindeki bir imâm, babama; Osman Efendi kardeşim! Yıllardır İsmâil Fakîrullah hazretlerinin yanında hizmet etmekle şerefleniyorsun. Öyle ki, seni oğlundan daha üstün tutmaktadır. Hâl böyle iken, hâlâ maksadına kavuşamadın mı? diye sordu. Babam da; Henüz muradımın nihâyetine kavuşamadım. Sana söz veriyorum ki, maksadıma kavuştuğum zaman sana haber veririm. Yatakta olsan dahî kaldırırım dedi... Bu konuşmanın üzerinden on gün geçmişti ki, babam rahatsızlandı. Bu imâm, babama beş gün beş gece hizmet etti. Babam yemek yemeden, su içmeden ateşler içinde beş gün yattı...
Sabahleyin kalkıp, hasta babamı görmek istediğimde, oradakiler bana; Git önce namazını kıl, sonra gel. Hasta şimdi rahatladı dediler. Bu söz üzerine mescide gittim. Herkes burnunu tutuyordu. Hepsinin nezle olduğunu sandım. Namazdan sonra odamıza geldiğimde babamın vefât ettiğini gördüm. Benim de rahatım gitti, gönül evim zulmetle doldu. Ben bu hâlde iken, o merhamet kaynağı mübârek hocam geldi. Benden o üzüntü ve elemi aldı. Ben de kalkıp kendi kendime; Şimdi sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim dedim...

GÖĞSÜNDEN BİR NUR ÇIKTI
Mübârek hocamız herkese selâm verip, babamın başı ucunda oturdu. Şehîd olan rûhuna bir fâtiha okuyup sevâbını bağışladı ve murâkabeye daldı. Ben hocamın karşısında, babamın da ayak ucunda idim. Bir anda Allahü teâlânın inâyeti erişti, ihsânlarına kavuştum. Vefât eden babam, mübârek başını kaldırdı. Kimya tesîri olan nazarıyla yüzüme bakıp tebessüm ederek taziyede bulundu. O anda mübârek göğsünden şimşek gibi bir nûr parladı. Kalbim titredi, üzüntü ve elem gidip, yerine sürûr ve lezzet doldu. Babamı bu hâlde görünce bayramlıklarını giymiş bir çocuk gibi sevindim. Üzüntülü duran dostlar bu sevincime bir manâ veremeyip hayret ettiler... Namazını hocamız kıldırdı. Onun vefâtına benden başka herkes çok üzüldü. Çünkü babam Derviş Osman Efendiyi tanıyan herkes çok severdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gürcistan'dan Tûs'a... Abdullah-ı Gürcistânî</label>
Abdullah-ı Gürcistânî, on dördüncü yüzyılda yaşayan meşhûr velîlerdendir. Gürcistanda doğdu. Bir savaşta cihâd ederken şehîd düştü. Kabri Tûs şehrindedir. Şeyh Rükneddîn Alâüddevle Semnânî hazretlerinin talebesidir... BİRLİKTE YOLA ÇIKTILAR...Küçük yaşta iken babasının vefât etmesi üzerine yetim, kimsesiz ve garîb kaldı. Annesi bir başkasıyla evlendi ve onu yanına aldı. Üvey babasının yanında çok mahzun günler geçirdi. Boynu bükük, kalbi kırık idi. Bir gün bir işi sebebiyle üvey babasından korkup köyden kaçtı. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmiyordu. Yakalanmamak için yol kenarında büyük bir ağaca çıkıp gizlendi. Tam bu sırada bir grup yolcu gelip onun gizlendiği ağacın altında dinlenmek üzere oturdular. Orada suları şırıl şırıl akan bir pınar vardı. Konaklayan yolcular su içerken ağaç ve üzerindeki çocuğun görüntüsünün suya aksettiğini gördüler. Yolcular çocuğu hemen aşağı indirip, hayretle hâlini sordular. Derdini anlatınca ona çok acıdılar. Himâye etmeye karar verip yanlarına alarak yola çıktılar...
Bu yolcular zamanın meşhûr evliyâsı Rükneddîn Alâüddevle hazretlerinin ziyâretine ve sohbetine gidiyorlardı. Bu zâtın huzûruna varıp sohbetinde bulundular. Aralarında bulunan küçük çocuğun garîb ve mahzûn hali o zâtın dikkatini çekmişti. Ona bakınca, ileride büyük bir veli olacağını keşfetti...
Küçük Abdullahın günleri artık Rükneddîn Alâüddevle hazretlerinin derslerinde ve sohbetlerinde geçiyordu. Günden güne pişiyor olgunlaşıyordu. Zamanla büyüdü, serpildi. İlim öğrendi. Îmânın hakîkatine kavuştu. Tasavvuf yolunda yükseldi. Onun bu hâline çok memnun olan hocası, kendisine icâzet, diploma verip insanlara rehberlik etmesi için Tûsa gönderdi. Tûs şehrinde insanlar onun kalblere şifâ olan sohbetlerine koştular. Onlara Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını anlatıp, İslâmiyete uymalarını sağladı...

ARTIK SON GÜNLERİNİ YAŞIYORDU...
Abdullah-ı Gürcistânî, artık ihtiyarlamıştı. Zamânın sultanı, o günlerde bir savaşa çıkacaktı. Sultan onun da savaşa katılmasını istedi. O da teklifi kabul edip katıldı. Sultana dedi ki:
Allahü teâlâ gariblerin ve ilim talebelerinin bedenlerinin bulunduğu yere rahmet eder. Umulur ki bu harbi kazanırsınız. Belki biz de bu harpte şehid oluruz...
Buyurduğu gibi oldu. Sultan bu savaştan zaferle çıktı, ancak kendisi de şehîd düştü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hala Sultan Ümmü Hırâm</label>
Ümmü Hırâm (radıyallahü anha) Ensârın (Medîneli Müslümanların) büyüklerinden olan Enes bin Mâlikin (radıyallahü anh) teyzesidir. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin de teyzeleri tarafından akrabâsı olup süt teyzesidir. 647 (H. 28) senesinde Kıbrısta şehid oldu... RESÛLULLAHA HİZMETLE ŞEREFLENDİÜmmü Hırâm, İslâmiyetten önce Amr bin Kays ile evlendi. Ondan Kays ve Abdullah adlı iki oğlu oldu. Peygamber efendimiz, İslâmiyeti tebliğe başlayınca Müslüman oldu. Kocası îmân etmeyince ayrıldılar. Daha sonra Ensarın büyüklerinden olan Ubâde bin Sâmit ile evlendi. Nikâhlarını Peygamber efendimiz kıydı. Bu evlilikten de Muhammed adında bir oğlu oldu. Medîne-i münevveredeki evini Resûlullah efendimiz ziyâret eder, o ise Resûlullah efendimize ikrâmda bulunup, hizmet etmekle şereflenirdi...
Peygamber efendimiz bir ziyâreti esnâsında evinde uyumuştu. Gülerek uyandı. Ümmü Hırâm; Yâ Resûllallah! Niçin güldünüz? diye sorunca Peygamber efendimiz; Yâ Ümmü Hırâm! Ümmetimden bir kısmını gemilere binip, kâfirlerle gâzaya gider gördüm buyurdular. Yâ Resûlallah! Duâ et de ben de onlardan olayım dedi. Peygamber efendimiz; Yâ Rabbî! Bunu da onlardan eyle diye duâ buyurdular...
Hazret-i Osman zamânında hazret-i Muâviyenin emrinde Kıbrıs Adasına düzenlenen deniz seferine kocası Ubâde bin Sâmitle birlikte gönüllü olarak katılan Ümmü Hırâm seksen altı yaşında olmasına rağmen bu zahmetli yolculuğa katlanarak Kıbrıs Adasına geçti. Şiddetli çarpışmalar oldu. Kıbrıs Rum donanması İstanbula kaçtı. Rum donanması kaçınca çarpışmalar sâhilde devâm etmeye başladı. İslâm askeri bir çıkarma hareketiyle iç kısımlara daldılar...

MÜJDEYE KAVUŞMAK ÜZEREYİZ
Askerlerle birlikte savaşa katılan Ümmü Hırâm genç askerleri gayrete getirmeye çalıştı. Resulullah efendimizin müjdesine kavuşmama az kaldı diyerek düşman üzerine atını sürüyordu. Ümmü Hırâm, Larnaka yakınlarında atının ayağının sürçmesiyle düşerek şehid oldu. İslâm ordusu da zafere ulaştı...
Ümmü Hirâmın kabri Larnaka şehrinin Tuz Gölü kıyısındadır. Osmanlılar Kıbrıs Adasını 1570 (H. 978) senesinde fethedince, Ümmü Hırâmın kabrini îmâr ettiler. Hala Sultan adını verip kabri üzerine bir türbe, yanına bir dergâh ve câmi yaptırdılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tövbeye sebep olan mektup!..</label>
Ömer bin Abdülazîz, adâleti, insâfı ve güzel ahlâkı ile meşhur sekizinci Emevî halîfesidir. Hazret-i Ömerin oğlunun torunudur. 679 (H.60) târihinde Medînede doğdu. 720 (H.101) târihinde kölesi tarafından zehirlenerek şehîd edildi... HALİFE ADİL OLURSA...Devrinin âlim ve velîlerinden Mâlik bin Dinâr hazretleri anlatır: Ömer bin Abdülazîz halîfe olduğunda bir çobanın şöyle dediği işitildi: Acaba bu temiz, âdil halîfe kimdir? Çobana; Böyle olduğunu nereden anladın? diye sorulduğunda, yırtıcı hayvanların tehlikesini pek iyi bilen çoban, sâfiyetle bulduğu teşhisiyle şu cevâbı verdi: Âdil bir halîfe başa geçince, kurtlar kuzulara saldırmaz. Oradan anladım.
Yezîd-i Rakkâşî, Ömer bin Abdülazîzin huzûruna geldi. Ömer bin Abdülazîz, Rakkâşiye; Bana nasîhat et dedi. O da Ey Müslümanların emîri! Senden önceki halîfeler öldüğü gibi sen de öleceksin dedi. Ömer bin Abdülazîz bunu duyunca ağladı ve Devam et dedi. Yezîd-i Rakkâşî: Âdem aleyhisselâmdan sana gelinceye kadar hiçbir baban hayatta değildir. Hepsi vefât ettiler dedi. Ömer bin Abdülazîz ağlayarak, yine Devam et dedi. Yezîd-i Rakkaşî; Öldükten sonra Cennet ile Cehennemden başka gidilecek yer yoktur dedi. Halîfe Ömer, bunu duyunca düşüp bayıldı...
Bir zamanlar Şam ehlinden iktidar, mal mülk sahibi bir zat vardı. Ancak bu adam devamlı içki içen bir alkoliktir. Adamın bu halinden Ömer bin Abdülazîz hazretlerinin haberi olur. Ömer bin Abdülaziz hazretleri adama bir mektup yazar, mektupta şunlar yazılıdır:
Ömer bin Abdülazizden falanca zata... Allahın selamı üzerine olsun. Kendisinden başka ilah olmayan Allaha hamd olsun. O büyük hesap gününün sahibi ki, tövbeyi kabul eder, günahları bağışlar, azabı çok çetin olandır ve lütuf sahibidir...

BU BANA BİR İKAZDIR!..
Mektup adama ulaşır ve okur. Tövbeyi kabul eder, günahları bağışlar... kısmına gelince, içinde bir şeylerin hareket ettiğini hisseder. Mektubu tekrar tekrar okur ve ağlar, der ki:
Bu bana Allahü teâlânın ikazıdır. Yâ Rabbi, tövbeleri kabul ederim, buyuruyorsun. Şahid ol, ben bütün günahlarıma tövbe ettim. Yâ Rabbi, nefsime uyarak bir daha aynı günahlara düşmekten korkuyorum. Hemen canımı al, tövbemi bozup aynı günahlara bir daha düşmeyeyim Allahım!
Adam bunları söyler söylemez düşerek ruhunu teslim eder.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasan-ı Basrî ve hükümdarın oğlu</label>
Hasan-ı Basrî hazretleri tasavvuf yoluna girmeden önce inci ticâreti ile meşgûl olurdu. Bir gün ticâret için Rûm diyârına gitmek üzere yola çıktı. Kafile, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Kayseriyye şehrine ulaştı. O zaman, şehrin kapısında hükümdâra hediye vererek ticâret izni almak âdetti. Hazırladıkları hediyeyi hükümdâra takdim etmesi için vezire götürdüler... YARIN TAKDİM EDELİM!Vezir; Bugün bir tören var, yarın takdim edelim dedi. Hasan-ı Basrî o gece vezirin konağında misâfir kaldı... Sabah olunca vezire kendilerinin de yapılacak törenleri takib etmek istediklerini bildirdi. Vezir kabûl etti ve birlikte tören yerine geldiler...
Büyük bir meydanın ortasında süslü bir çadır kurulmuştu. Çadır saf ipek ve ibrişimden, direkleri ise gümüş ve altındandı. Çadırın önünde parlak yumuşak şilteler, divanlar kurulmuştu. Bu şilteler iyi cins atlastan ve çeşitli memleketlerden getirilmiş nâdide ve eşi bulunmayan kumaşlardan yapılmıştı. Çadırın içinde ise bir tabut bulunuyordu. Önce, ülkenin ileri gelenleri, esnaf, çiftçi ve sanatkârları bütün âletleriyle; daha sonra da Kayser (hükümdâr) ve has adamları meydanın ortasındaki süslü çadırın etrâfında döndüler ve çekilip gittiler.
Hasan-ı Basrî vezire, yapılan törenle ilgili bilgi sordu. Vezir dedi ki:

ELİMİZDEN BİR ŞEY GELMİYOR
Çadırın ortasındaki duran tabut Rum Kayserinin oğluna aittir. O genç, son derece güzellik sâhibi, kuvvetli ve heybetli idi. Bütün fenlerde ve ilimlerde bilmediği bir husus yoktu. Silâhşörlükte arkasını yere getiren bir er çıkmamıştı. Gökten gelen bir âfet ile kazâya uğradı. Kendisine verilen bütün ilaçlar ve devâlar şifâ vermedi ve öldü. İşte her yıl bu günde o genci anmak için gördüğün bu törenler düzenlenir. Herkes onun tabutunun bulunduğu çadırın yanına varır Her birimiz senin uğruna canımızı fedâya hazırız, ama ne yazık ki elimizden bir şey gelmiyor. Bütün servetlerimizi, güzelliklerimizi, ilim ve hünerlerimizi emrine tahsis ettik, ama dünyâ kurulalı beri insanlar zengin fakir ölümden kurtulmaya muvaffak olamamışlardır derler... Vezir sözünü şöyle tamamladı: Ey tüccarbaşı! İşte bu mânâyı anlamak için Kayser ve diğer devlet erkânı ve hükümdârın yakınları çadıra girip cenâzeyi kucaklayarak tesellî bulmaya çalışırlar. Ellerinden bir şey gelmediğini ve âcizliklerini anlayarak dağılırlar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi İbni Asâkir</label>
İbn-i Asâkir hazretleri, gerek medresede ve gerekse başka yerlerde bulunduğu zaman erkenden kalkar, sabah ezânını kendisi okurdu. Kendisine bir şey takdim edildiği zaman, onu yalnız yemezdi. Medresede bulunanları da davet ederdi. Kendisine düşmanlık edenlerin yanından geçmezdi. Niçin böyle yaptığı kendisine sorulunca günaha girmelerinden korkuyorum derdi. ŞAMIN NİZAMİYESİÂdil bin Eyyûb bu mübarek zatı Tekviyye Medresesinde ders okutmakla görevlendirdi. Bu medrese, Şamın Nizamiyesi diye meşhur olmuştu. Derslerini bitirdikten sonra, Dımeşk Câmiinde, küçük bir odaya gider, orada yalnız başına kendisini ibâdete ve kitap mütâlâasına verir, fetvâlara cevap hazırlardı...
İbn-i Asâkirin yanına insanlar devâmlı gidip gelirler, ondan çok istifâde ederlerdi. Yanına gelenler, onun yanında kalmaktan hiç usanmazlardı. Çünkü o, vekar sâhibi, yumuşak tabiatlı ve nûrânî yüzlü idi. Otururken, kalkarken ve yürürken, devâmlı Allahü teâlâyı zikrederdi. Dili Allahü teâlâyı anmaktan hiç boş kalmazdı.
İbn-i Asâkir hazretleri, Resûlullah efendimizden önce yaşamış olan Kus bin Sâidenin şu beyitlerini tekrar eder, okur ve ağlardı: Evvel gelip geçenlerde bizim için ibret alacak şey çoktur... Ölüm ırmağının girecek yerleri var amma, çıkacak yerleri yoktur... Büyük, küçük hep göçüp gidiyor. Giden geri gelmiyor... Şuna kesin olarak inandım ki, herkese olan (onlara gelen ölüm) bana da olacaktır...
İbn-i Asâkir vefât ettiği zaman, cenâzesi çok kalabalık oldu. Namazını Sultân Azîz bin Âdil kıldırdı. Vefâtında bulunan birisi şunları anlatır:

NAMAZDAKİ GİBİ OTURDU VE...
Fahrüddîn İbni Asâkir vefât ettiği günün öğle namazını kıldı. Sonra ikindi namazı vaktini sordu. Kendisine daha ikindi vaktine vakit olduğu söylendi. O zaman su istedi. Abdest aldı. Namazdaki gibi oturup: Rab olarak Allahü teâlâdan, din olarak İslâmdan, Peygamber olarak da Muhammedden (sallallahü aleyhi ve sellem) râzıyım, Allahü teâlâ bana hüccetini telkin etsin. Sürçmemi gidersin, gençliğime merhamet eylesin, yalnızlığımı gidersin dedikten sonra ve aleyküm selâm dedi. Biz o zaman, yanına meleklerin geldiğini anladık. Kendisine selâm vermişlerdi. Sonra rûhunu teslim etti ve hocası Kutbüddîn Mesûd Nişâbûrînin kabrinin yanına defnedildi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri