Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Aşere-i mübeşşereden Talha bin Ubeydullah</label>

Müşriklerden Malik bin Zübeyr adında, çok keskin nişancı, attığını vuran bir okçu vardı. Bu hâin, Uhudda Peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı. Resûlullahın (sallallahü aleyhi vesellem) başına doğru gelen bu oka Talha bin Ubeydullah (radıyallahü anh), elini açarak karşı tuttu. Parmaklarının bütün sinirleri kesildi. Elinin kemikleri kırıldı... KAN KAYBINDAN BAYILMIŞTI...Bu savaşta, Talha bin Ubeydullahın her yeri kılıç ve ok darbeleriyle delik deşik olmuş, vücûdunda altmış altı büyük yara açılmıştı. Küçükler ise vücûdunda sayılamayacak kadar çoktu. Bu haliyle dahi cihada devam ediyordu. Dirâr bin Hattab onun başına şiddetli iki kılıç darbesi indirmiş ve hazret-i Talha kan kaybı sebebiyle de bayılmıştı.
Bunu gören Peygamber efendimiz yanına gelen hazret-i Ebû Bekire hemen hazret-i Talhaya yardıma koşmasını emrettiler. Hazret-i Ebû Bekir onu baygın bir vaziyette buldu. Başını kaldırıp yüzüne su serpti. Hazret-i Talha ayıldı. Ayılır ayılmaz ilk sorduğu soru;
- Resûlullah ne yapıyor, Ona bir şey oldu mu? olmuştur.
Hazret-i Ebû Bekir,
  • Resûlullah iyidir. Beni sana O gönderdi deyince,
  • Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun. O sağ olduktan sonra her musibet hiçtir, dedi.
İşte tam bu sırada iki cihanın sultanı Peygamber efendimiz, oraya teşrif ettiler. Hazret-i Talhanın bütün vücûdunu mübârek elleriyle mesh ettiler ve ellerini açıp;
- Allahım ona şifâ ver, ona kuvvet ver! diye dua buyurdular. Hazreti Talha, biraz sonra sapasağlam kalktı ve düşmanla yine harb etmeye başladı...

BEN EBÛ ZÂTÜLYEDİM!
Müşriklerden Ebû Zâtülyed, bir ata binmiş;
- Ben Ebû Zâtülyedim. Bana Muhammedi gösteriniz, diye bağırarak Resûlullaha doğru geliyordu. Hazret-i Talha onun önünü kesti. Atını çökertti ve mızrağını bu müşrikin gözüne saplayarak oracıkta öldürdü...
Hazreti Talha bu harpte şehid olmayı bekliyordu. Ancak o, yıllar sonra Cemel Vakasında şehid oldu. Hazreti Ali harp meydanını gezerken Hazreti Talhayı ölenler arasında görünce çok üzüldü, çok pek çok ağladı. Yüzündeki toprakları sildi ve Ey Talha! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerine serilmiş olarak görmek bana pek ağır geldi, beni kalbimden vurdu. Keşke yirmi yıl önce ölseydim buyurdu ve cenaze namazını bizzat kendisi kıldırarak defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük Türk şairi Ali Şîr Nevaî</label>
Büyük Türk şairi Ali Şîr Nevaî Afganistanın Herat şehrinde 1441de doğdu. Timur Hanın torunlarından; Horasan, Sîstân, Belh ve Harezm bölgelerinin Sultanı Hüseyin Baykara ile sütkardeşi ve okul arkadaşı idi. Hüseyin Baykara hükümdar olunca onu yanına aldı. Sarayda birçok vazifelerde bulundu. Pek çok âlim ve veli zatlarla sohbet etti. Kasım Semerkandînin de derslerine katıldı... SÖZ KESİLİR; ANCAK...Ali Şîr Nevaî, kendisinden ders aldığı hocalardan Kasım Semerkandînin kızı Güle sevdalanır. Kız da onu sever. Babası da kabul eder ve söz kesilir. Ancak o günlerde beklenmedik bir şey olur! Sultan da Gül kızın güzelliğini ve takvasını duymuştur. Ancak sözlendiğinden haberi yoktur. Hikmet-i ilahi, kızı babasından istemek için, hizmetinde bulunan Ali Şîr Nevaîyi gönderir. Kasım Efendi, kızın sözlü olduğunu sultana söylerse Ali Şîr Nevaîye zarar geleceğinden endişe eder. Söz kesilir, düğün olur. Kız, sultandan kırk gün kendisine yaklaşmamasını rica eder. Sultan, çok sevdiği eşinin isteğine uyar. Gül de Ali Şîr Nevaînin aşkından hastalanıp yataklara düşer. Sultan Hüseyin Baykara bütün tabibleri gönderdiği halde çare bulamazlar. Kırk günde iyice eriyen Gül, artık son anlarını yaşamaktadır. Son gün Ali Şîr Nevaîyi görmek ister, görüştüklerinde Gül der ki:
Elvedâ sevdiğim işte dünyadan
Son demde hâtırım sor yavaş yavaş
Artık felek bizi siler künyeden
Açılır mezara yol yavaş yavaş.
Ali Şîr Nevaî de der ki:
Bana mevt yahşidir bir gün görmeden
Seninle görürdüm gün yavaş yavaş.
Solar Gülüm muradına ermeden
Vücudun terk eder can yavaş yavaş.
Gül der ki:
Civan iken razı oldum ölüme
Yad bülbülü kondurmadım Gülüme
Hayatta değmedi elin elime
Tâbutum altına gir yavaş yavaş.
Ali Şîr Nevaî de der ki:
Zebânım od tutar kılamam dua
Yevm-i cezâ benden eyleme dâva
Kurudu gözyaşım Ali Şîr Neva
Akar yaş yerine kan yavaş yavaş.
Sonra Gül dedi ki: Bak Ali Şîr! Ben artık ömrümün son anlarını yaşıyorum. Ricam şudur ki, dünyada elin elime değmedi, hiç olmazsa tabutuma değsin... İkinci vasiyetim şu ki, ömrün oldukça her gün ruhuma bir fatiha oku. Üçüncü vasiyetim şu ki, ölünceye kadar beni hâtırdan çıkarma...
Ali Şîr Nevaî yıllarca mahzun yaşar... 1501de vefat edince Hükümdar Hüseyin Baykara cenazesine bizzat katılır, Kudsiye Camii yanında, önceden hazırlattığı türbeye defnederler...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Azılı bir müşrik Nadr bin Hâris</label>
Nadr bin Hâris, Mekke müşrikleri arasında, küfründe inat eden, çok kurnaz ve fesat bir adamdı. Resulullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) hep hakaret eder, Kuran-ı kerimle rekabete kalkışırdı. Kureyşlilere şunları söylerdi: ACEM HİKÂYELERİ ANLATIRDI...Bu adama karşı çıkma usulünüzle neticeye varamazsınız. O, ahlâken en iyi olanınızdı. En doğru, en dürüst ve güvenilir bir kişi olarak temayüz etti. Siz tutmuşsunuz, onun bir kâhin, sihirbaz, şâir ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Buna kim inanır?..
Bu adam, bunları söyledikten sonra belki Acem hikâyeleri anlatmanın bir çare olacağını tavsiye etti. Kendisi de ticaret maksadı ile Rum ve İran beldelerine gider, oralarda hikâye ve masal öğrenir, gelip Mekke halkına anlatırdı. Resulullah aleyhisselâm bir topluluktan kalktığı zaman hemen hikâye anlatmaya başlar ve; Şimdi doğru söyleyin, benim mi yoksa Muhammedin mi hikâyeleri daha güzel? derdi. Bu maksatla şarkıcı kızlar da getirmişti. Bir kimsenin Resulullah aleyhisselâmın etkisi altına girdiğini işittiği zaman şarkıcı kızı ona musallat ederdi...
Bu azılı müşrik hakkında on kadar âyet-i kerime nazil oldu. Kurân-ı kerîmde mealen buyuruldu ki:
Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman: İşittik, istersek biz de benzerini söyleyebiliriz. Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir derlerdi. (Enfâl: 31)
Hani bir zaman da onlar: Ey Allahım! Eğer bu kitap gerçekten senin katından ise üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıklı bir azab getir demişlerdi. (Enfâl: 32)
Âyet-i kerimede geçen (Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir) sözünü Nadr bin Hâris söylemişti. Resul-i Ekrem Efendimiz de;

YAZIKLAR OLSUN SANA!
Yazıklar olsun sana! Bu Allah kelâmıdır buyurmuştu. Buna karşılık o da, Âyet-i kerimede geçtiği üzere;
Eğer bu Kuran gerçekten Allah kelâmı ise, bizim bunu inkâr etmemize bir ceza olmak üzere Allah ya başımıza taş yağdırsın veya bize başka türlü elem verici bir azap göndersin demişti...
Nadr, istediği ve hak ettiği bu azabı Bedirde bulmuştur. Allahü teâlâ müminlere onu yakalama fırsatı verip de esirler arasına düştüğünde, Resulullah aleyhisselâm elleri bağlı olarak kendi önünde boynunun vurulmasını emir buyurdu. Öldürülürken hâlâ Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir sözünü tekrarlayıp duruyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Saray Hocası Molla Şemseddîn</label>
Yavuz Sultan Selim Hân, bir gün hocası Halîmî Efendiye dedi ki: Molla Şemseddîn bize Târih-i Vassâf yazsın. Şemseddîn Efendi çok hızlı yazardı. On günde bir adet Mushâf-ı şerîfi yazıp bitirirdi...Halîmî Çelebi, pâdişâhın emrini Saray Hocası Şemseddîn Efendiye bildirdi. O da yirmi beş gün mühlet isteyip Halîmî Çelebinin evinde yazmaya başladı... KORKMA! BİZ DE İNSANIZ!
Halîmî Çelebîyi ziyâret için gelen kimselerin, kendisini rahatsız etmemesi için, bulunduğu odanın kapısını kilitleyip süratle yazmaya başladı. Yazma işiyle meşgûl iken aniden yanında bir kimseyi oturur hâlde gördü. Korkup heyecanlandı. Bunun üzerine o kimse yaklaşıp; Korkma biz de senin gibi insanız. Seni ziyâret için geldik dedi.
Molla Şemseddîn, o zata bazı sorular sordu ve enteresan cevaplar aldı:
-Arab diyârının tamamı fethedilip, Osmanlı topraklarına katılacak mı?
-Yavuz Sultan Selim Hân bu vazîfe ile vazîfelendirildi. Mübârek beldelerin hizmeti ona ve nesline verildi.
-Sultan Selimin saltanatı uzun sürer mi?
-Üç yıl vakti vardır.
-Konağında oturduğum Halîmî Efendi ne zaman vefât eder?
-Şamdan öteye geçemez, orada kalır.
-Ya benim ölümüm ne zaman olur?
-Kişiye kendi ölüm zamanını bilmek âdetullaha ters düşer. Hiçbir nefis nerede öleceğini bilemez.
-Ricâl-i gayb, Allahü teâlânın bildirmesiyle bilebilirler. Lütf edip de beni uyarınız!
-Allahü teâlâ bilir ama sen dahî Halîmî Çelebi ile bir günde vefât edip, sizinle birlikte bir cenâze dahî zuhur eder. Selim Hân, üçünüzün de cenâzesinde hazır bulunur...
O zat, koynundan bir başlık çıkarıp Şemseddîn Efendiye; Bu Selim Hâna hediyemizdir. Ona iletin, bir daha çıkarıp; Bunu da Halîmî Çelebiye veresin dedi. Bunun üzerine Şemseddîn Efendi; Bana bir hâtıranız olmaz mı? dedi. Sana da başımdakini vereyim dedi. O zât Şemseddîn Efendiye başlığını verip hemen gözden kayboldu.

HEDİYE, PADİŞAHA ULAŞTI...
Şemseddîn Efendi, bu durumu Hasan Cana anlatıp başlığı Selim Hâna ulaştırması için verdi. Hasan Can da emaneti vermek üzere padişahın huzûruna vardı. Olanları anlatıp başlığı verdi. Selim Hân hediye başlığı eline alıp kokladı ve yüzüne saygı ile sürdü...
Olaylar aynen vuku buldu ve Yavuz Sultan Selîm Han; Halîmî Çelebi, Molla Şemseddîn ve saraydan bir hoca efendinin cenâze namazında hazır bulundu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sûmâme bin Üsâl (radıyallahü anh)</label>
Sûmâme bin Üsâl, Mekke ile Medine arasında, Yemâme mıntıkasında ikâmet eden Benî Hanîfe kabilesinin reîslerinden idi. Bir ara, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûrlarına gelip, öldürme teşebbüsünde bulundu. Bunun üzerine Resulullah efendimiz onun kanının akıtılmasını mubah kıldı... MEKKELİ MÜŞRİKLER ZORDA!..Hicretin altıncı yılı başlarında, Sûmâme bin Üsâl, Medine yakınlarına gelmişti. Burada yakalayıp, Peygamber efendimizin huzuruna getirdiler. Orada tövbe edip Müslüman oldu ve Resulullah efendimiz de onu affettiler.
Sûmâme hazretleri iman ettikten sonra tekrar Yemâmeye gitti. Yemâme halkının, Mekkeye erzak göndermelerine mâni oldu. Bu yüzden Mekkeli müşrikler çok sıkıntıya düştüler. Bu sebeple Resûlullah efendimize mektûb yazıp, çektikleri sıkıntıları ve erzak gönderilmesine müsâade edilmesini bildirdiler. Hatta, Ebû Süfyân Medineye kadar gelerek, Peygamber efendimize Sen âlemlere rahmet olarak gönderildiğini söylüyorsun diyerek bu husûsta müracaatta bulunup, hallerini uzun uzun anlattı. Resûlullah da müşriklerin bu talebleri üzerine Yemâme halkının, Mekkelilere, yiyecek göndermelerine mâni olmaması için Sûmâme hazretlerine yazı gönderdi. Bu yazıda Kavmimle, yiyecekleri arasından çekil, Yemâmeden Mekkeye erzak gönderilmesine mâni olma buyuruluyordu. Hazreti Sûmâme de bu emre uyarak, engel olmaktan vazgeçti...

MÜRTEDLERLE SAVAŞAN ORDU...
O günlerde Alâ bin el-Hadramî komutasında İslâm ordusu, Bekir bin Vâil kabilesi içinde çıkan ve etrafına bir hayli adam toplamış olan Hatam isimli mürtedin üzerine yürüdü. Sûmâme bin Üsâl da bu orduya katıldı. Bahreyn hükümdârlığına seçilen Münzir bin Numan da Hatamın tarafına geçmişti. Diğer müşrik ve mürtedler de onun tarafında yer aldılar. İki taraf, şiddetli ve uzun süren muharebeler yaptı. Müslümanlar harbi kazandılar. Ganimetin beşte biri ayrıldıktan sonra, geri kalan, mücâhidler arasında taksim edildi.
İbn-i İshâk şöyle rivâyet eder: Sûmâme hazretlerine ganimet taksiminde, bir elbise düşmüştü. Bu elbise, Kays bin Salebe kabilesinin ileri gelenlerinden birine aitti. Sûmâme hazretleri, muharebenin zaferle sona ermesinden sonra, memleketine giderken bu kabilelerden bazıları hazreti Sûmâmenin kendisine, elbisesi düşeni öldürüp, soyarak aldığını zannettiler. Bu yüzden Sûmâmeyi şehîd ettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Melik Eşref'in harp hilesi!..</label>
Melik Eşref, Mısır ve Suriyede kurulan Türk Eyyubi devletinin hükümdarlarındandır. 1237 yılında vefat etti. Melik Eşref, bir Eyyûbî olmamakla beraber Eyyûbî hanedanı içerisinde son derece önemli bir konuma sahiptir... SELÇUKLULAR HALEP ÖNLERİNDE...Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus, Büyük bir ordu ile Haleb önlerine geldi... Melik Eşref, durumun hiç de parlak olmadığını gördü. Çünkü kaledeki 4 bin askerin çoğu Bedevilerden oluşuyordu. Sultan Keykavusun ordusuyla başa çıkması imkânsız gibiydi.
Melik Eşref, kız kardeşi Dayfa Hatunla kafa kafaya vererek bir harp hilesi hazırladı... Anadoluya sık sık ticaret için giden Halepli bir tüccarı çağırarak, ona para ve değerli mücevherler verip, bunları Selçuklu ordugâhına yakın bir yere sakladıktan sonra askerlerin içerisine girerek Eyyubilerin Selçuklu emirlerinden bazılarını satın aldığı dedikodusunu yaymasını istediler...
Dedikodu kısa sürede Selçuklu Sultanına ulaştı... Tüccar, bunun doğru olduğunu ve Haleplilerin gönderdiği rüşvetin yerini gösterebileceğini söyledi. Keykavusun emri üzerine para ve mücevherat ile birlikte Selçuklu Devleti emirlerine hitaben yazılmış mektuplar saklanan yerde bulunarak sultana getirildi. Bunları görünce dehşete düşen Keykavus, olayı gizleyerek gelişmeleri takibe başladı. Bu arada Melik Eşref, Halepin kuzeydoğusunda Selçuklu öncü birliklerini mağlup edince, Keykavusun ihanete uğradığından hiçbir şüphesi kalmamıştı. Bu yüzden rahatça fethedeceği Halepi bırakıp, Anadoluya geri döndü...

SULTAN, ÖLÜM HASTALIĞINDA
Melik Eşref ilim adamlarına ve evliyaya çok hürmet ederdi. Bilhassa Kahiredeki büyük veli İbn-i Abdüsselâmın sultanın yanında yeri çok yükseldi. Sultan ölüm hastalığında iken, yakınlarından birisine; İzzeddîn bin Abdüsselâma git. Seni çok seven Sultan-ı Âdil Ebû Bekrin oğlu Mûsâ sana selâm söyledi. Zât-ı âlinizin gelmesini, kendisine yarın huzûr-i ilâhîde faydalı olacak şeyleri anlatmanızı ve duâ etmenizi ister de! diye bildirdi. Haberci, sultânın dediklerini aynen İzzeddîn bin Abdüsselâma anlattı. O da bu teklifi kabûl etti ve; Böyle bir ziyârette birçok faydalar vardır, inşâallah dedi.
İzzeddîn bin Abdüsselâm hazretleri sultanın yanına geldiğinde ona Kelime-i şehadeti telkin etti ve Melik Eşref son nefesini verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Evet ben şehit oldum baba!..</label>
On beşinci asırda Mısırda yaşayan ve İslam âlimlerinin büyüklerinden olan İmam-ı Celâleddîn Süyûtî hazretleri şöyle bildiriyor: DÜŞMANI BİRLİKTE ÖLDÜRDÜK!İbni Ebiddünya diyor ki: Ebû Abdüllah Şâmî, Rumlarla gazâya gitmişti. Düşmanı kovalıyorlardı. İki kişi askerden uzaklaştılar. Birisi şöyle anlatıyor: Düşman kumandanına rastladık. Üzerine hücûm ettik. Çok savaştık. Arkadaşım şehit oldu. Geri döndüm. Askerlerimizi aradım. Sonra kendi kendime dedim ki: Sana yazıklar olsun! Ne için kaçıyorsun? Geri döndüm. Düşman kumandanına saldırdım. Kılıcım boşa gitti. O, bana saldırdı. Beni devirdi. Göğsümün üstüne oturdu. Beni öldürmek için eline bir şey aldı. Tâm o sırada, şehit olmuş olan arkadaşım yerinden fırladı. Ensesinden saçlarını yakaladı. Üstümden çekti. Birlikte düşmanı öldürdük. Uzaktaki bir ağaca kadar birlikte konuşarak yürüdük. Orada ölü olarak yattı...
Arkadaşlarıma gelip, olanları haber verdim... [Hanefî mezhebi âlimlerinden (Ravdat-ül-Ulemâ) kitabının sahibi Hüseyn Buhârî Zendüvistî ve (Zübdet-ül-Fukaha) kitabının sahibi de, bu vakayı bildirmişlerdir.]
Hadis âlimlerinden Mehâmilî (Emâliyyül-İsfehâniyye) kitabında bildiriyor ki:

BU BİZİM OĞLUMUZ
Abdülazîz bin Abdüllah dedi ki: Bir arkadaşla Şâmda idik. Yanında zevcesi de vardı. Bunların oğlunun şehit olduğunu daha önceden biliyordum. Yanımıza bir süvârî geldi. Arkadaşım, bunu karşıladı. Zevcesine dönerek, Bu bizim oğlumuz dedi. Zevcesi, Hayır sen yanılıyorsun. Oğlunun çoktan şehit olduğunu unuttun mu? dedi. Adam, söylediğine pişman oldu. Fakat, süvârîye yaklaştı. Dikkat ile bakarak, Vallâhi bu bizim oğlumuz dedi. Kadın da, bakmak zorunda kaldı. Vallâhi o! diye bağırmaya başladı... Babası, Oğlum sen şehit olmuştun değil mi? diye sordu. Evet babacığım. Fakat, Ömer bin Abdülazîz şimdi vefât etti. Şehitler, onu ziyâret etmek için Rabbimizden izin istedik. Ben ayrıca size selâm vermek için de izin istedim dedi. Vedâ edip yanlarından ayrıldı. Az bir zaman sonra, Ömer bin Abdülazîzin vefât ettiği işitildi.
İmâm-ı Süyûtî buyuruyor ki: Bu haberler, sağlamdır, doğrudur. Hadis âlimleri, vesikaları ile birlikte bunları yazmışlardır. Bunu,
İmam-ı Yâfiî yazmıştır. Onun yazısını kuvvetlendirmek için, ben de bildirdim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Münafık Ebû Azze el Cumehi'nin sonu!</label>
Münafıklar!.. Mümin göründükleri halde mümin olmayanlar... Nifak çıkartanlar, bozguncular... Münafıkların başı Abdullah bin Übey. Hazreçin Afv oğullarından... Bedir Savaşından sonra açıktan açığa mücadelenin artık mümkün olmadığını gördüğünden Sevgili Peygamberimize gelerek şeklen iman ediyor. Yahudilerle de iş birliği halinde... İŞİ İYİCE AZITTILAR!...Münafıklar, işi iyice ileri götürdüler. Toplanmışlar, Resulullahı yeriyor, türlü türlü tasarılar yapıyorlar. Bir gün Sevgili Peygamberimiz, mesciddeler. Herkes; münafıklar da orada...
Resûlullah efendimiz buyurdular ki:
- Aranızdan bazıları toplanarak dinimizi ve Onun Peygamberini kötülediler. Şimdi onlar kalkıp tövbe etsinler; tövbelerine şahid olalım...
Fakat hiç kimse yerinden kıpırdamadı... Sevgili Peygamberimiz, aynı mubarek cümlelerini iki kere daha tekrarladılar; ama neticesiz bekleyiş... Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, münafıkların her birine tek tek ismen hitap ederek, sen kalk, sen kalk, sen kalk buyurdular. Tam otuzaltı kişi ayaktaydı... Hepsini de yine şaşılacak bir sabırla ikaz ediyorlar:
-Allahtan korkunuz!..
Bir gün Kâinatın Efendisi, mescidde aziz gönül dostları Eshab-ı kiramla sohbet buyuruyorlar. Münafıklardan bir kısım da oradalar; cemaatin arka taraflarında. Resulullahın sohbeti anlaşılmasın diye aralarında yüksek sesle konuşuyorlar. Peygamber efendimiz seslerini kısmaları için ikaz ediyorlar. Evet çeneleri susuyor ama; bu defa da birbirlerine sokularak sırnaşıklık ve fiskosa başlıyorlar. Efendimiz;
- Şunları mescidden çıkarın, buyurdular. Mübarek sahabiler bütün münafıkları, bağırtı-çağırtılarına bakmadan mescidden sürüp çıkardılar...

ONU, İKİNCİ DEFA AFFETMEDİ!..
Uhuddan dönüşte, Peygamber efendimiz yolda münafıkların azgınlarından Ebû Azze el Cumehiyi yakaladı. Resûlullah efendimiz onu Bedirde esir etmişti. Sonra onu lütfederek öldürtmemişti.
Peygamber efendimize şöyle dedi: Yâ Muhammed, beni bu sefer de affet Resûlullah efendimiz de şöyle buyurdu:
Mümin, yılan deliğinden iki kere ısırılmaz. Vallahi bundan sonra artık sen Mekkede Muhammede iki kere hile ettim diyemeyeceksin! Ey Zübeyr, bunun boynunu vur!
Ve azgın münafık Ebû Azze el Cumehi, Zübeyr hazretlerinin kılıcıyla cehennemi boylar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Müfessir ve müderris Abdurrahmân İmâdî</label>
Abdurrahmân bin Muhammed (İmâdî) Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 978 (m. 1571) senesinde Şamda doğdu. 1051 (m. 1641) senesinde Şamda vefât etti. Bâb-üs-Sagîr mezarlığında babasının yanına defnedildi. ŞAM, İSTANBUL; TEKRAR ŞAM...Küçük yaşından itibâren ilim tahsiline yönelen Abdurrahmân İmâdî, ilk olarak Hasen el-Bürûnî ve halasının oğlu Şeyh Muhammed bin Muhibbüddîn el-Hanefîden ilim öğrendi. Daha sonra Kâdı Muhibbüddînin hizmetinde uzun müddet kalıp, ondan birçok ilimleri tahsîl etti. Şemseddîn bin Minkâr ve Molla Muhammed bin Abdülmelik el-Bağdâdîden de ilim tahsîl etti. Aklî ve naklî ilimlerde yükselip, zamanında meşhûr oldu. Tefsîr ilminde de ihtisas sâhibi idi.
1014 (m. 1605) senesinde hac ibâdetini yerine getirmek için Mekke ve Medineye gitti. Hac ibâdetini îfâ edip, sevgili Peygamberimizin mübârek kabrini ziyâret etmekle şereflendi...
Hac ibâdetini yapıp Şama döndükten sonra, 1017 (m. 1608) senesinde Şibliyye Medresesi müderrisliğine tayin olundu. 1023 (m. 1614) senesinde Şam Selîmiyye Medresesi müderrisliğine nakl edildi. Sadeddîn-zâde Esad Efendi hacca giderken, Şama uğradığı zaman, onunla sohbet edip, ilmî üstünlüğünü ve fazîletlerini görüp iltifât etti. Esad Efendi İstanbula dönüp Şeyhülislâm olunca, onu da İstanbula getirtip, İstanbul Süleymâniye Medresesine müderris tayin ettirdi. Bir müddet müderris olarak vazîfe yaptıktan sonra, 1031 (m. 1621) senesinde Şam Kadılığına tayin edildi. 1033 (m. 1623) senesinde Şam Kadısı iken tekrar hacca gitti. Onun şöhreti her tarafta duyuldu...

BİR YILDIZ KAYDI...
Nakledilir ki: Şeyhülislâm Yahyâ bin Zekeriyyâ Efendiye bir fetvâ yazıp arz etti ve cevâbını da yanına yazdı. Yahyâ bin Zekeriyyâ Efendi fetvâyı inceleyip, doğru olduğunu gördükten sonra, fetvânın yanına onun yazdığı cevâbın aynısını yazdı. Onun ilmî üstünlüğünü kabûl etti. Asrındaki birçok şâirler onu medh ettiler. Çok fasih ve belâgatlı şiirleri vardır. Hac dönüşünde Şamda ilim öğretmek, talebe yetiştirmek ve fetvâ vermekle meşgûl iken vefât etti...
Onu sevenlerden biri nakleder: Abdurrahmân İmâdînin vefât ettiği gece, evinin yanından geçiyordum. Semâdan bir yıldızın İmâdînin evinin üzerine düştüğünü gördüm. Aradan çok az zaman geçmişti ki, Abdurrahmân İmâdînin vefât ettiği duyuldu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Beni de talebeleri arasına alsın!</label>
İmam-ı Rabbani hazretleri, on altıncı asırda Hindistanda yetişen en büyük veli ve âlimdir. Ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslamın bekçisi, Müslümanların baş tacı, müceddid, müctehid ve İslam âlimlerinin göz bebeğidir... Talebelerinden Mevlânâ Muhammed Emîn, bir gün ona şöyle arz etti: ONU KENDİMİZE ÇEKECEĞİZ!Efendim, Nevâbşîr Hâce, asil ve şerefli bir aileye mensûp olup, babası ve dedeleri evliyâdan idi. Fakat Nevâbşîr Hâce haram işlerle meşgûl oluyor, ıslâhı için bir teveccüh buyurunuz. Bu bir komutandır. Eğer tövbe etmek nasîb olursa onun sebebiyle askerlerden pekçok kimse de kurtulur, sâlih kimselerden olurlar. Bunu arz edince İmâm-ı Rabbânî hazretleri sükût etti... Yine bir defâ aynı şey arz edilince İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:
Ey Mevlânâ Muhammed! Nevâbşîr Hâcenin hâline teveccüh ettim. Onu haramlar ve günahlar içinde gördüm. Onu bu kötü hâlden kurtarmak için çok teveccüh ettim, uğraştım. Elim ona ulaşmadı. Fakat sonunda onu kendimize çekeceğiz buyurdu. Aradan uzun zaman geçti. Hakkında böyle buyurduğu o kimse, içki içmeyi ve işlediği diğer haramları terk edip tövbe etti. Bundan sonra ibâdet ve tâatla meşgûl oldu...
Bu zât bir defâsında Serhend şehrinden başka bir şehre gitmişti. Serhende dönüşünde hastalanıp vefât etti. Oğulları onu İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin türbesi yanında bir yere defnettiler. Böylece İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin; Sonunda biz onu yanımıza çekeceğiz buyurmasının hikmeti anlaşıldı...

O ÖYLE BİR YOLDA Kİ...
İmâm-ı Rabbânî hazretlerine bağlı olanlardan Mevlânâ Murtaza Nâib şöyle anlatmıştır:
Babam bana vasiyyet etti ve dedi ki: Vefât edince, cenâzemi İmâm-ı Rabbânî hazretlerine götürüp, beni de talebeleri arasına almasını iste. O öyle bir yolda ki, insanlar öldükten sonra da onun teveccühüne kavuşur dedi ve sonra vefat etti. Babam vefât edince vasiyyeti üzerine cenâze namazının kılınması ve hâlini arz etmek için cenâzesini götürdüm. Durumu arz ettim. Bunun üzerine; Yarın meclisimizde hazır bulun buyurdu. Ertesi gün gidip huzûruna oturdum. Bu sırada beni bir hâl kapladı. Kendimden geçip gaybet (kendimi kaybetme) hâline girdim. Bu hâlde iken bir de gördüm ki, babam da huzûrunda oturuyor. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ile arasında bir kişi vardı. Babam da zikrediyordu. Babamın bu hâlini görünce Rabbime şükrettim.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şafiî fıkıh âlimi Muhammed el-Eşhâr</label>
Muhammed el-Eşhâr, Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Lakabı Cemâlüddîndir. 945 (m. 1539) senesinde Yemende bulunan Beyt-üş-Şeyh köyünde doğdu. 991 (m. 1583) senesinde yine aynı yerde vefât etti. KENDİNİ YÜKSEK GÖRME!Zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil eden Muhammed el-Eşhâr, ilk önce babasından ilim öğrendi. Mekkeye gidip, İbn-i Hacer el-Heytemî, Allâme İbn-i Ziyâd gibi zâtlardan da ilim tahsîl etti. Hocalarından ve zamanının diğer âlimlerinden ilim öğretme husûsunda icâzet aldı...
Muhammed el-Eşhâr hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Eğer îmânın kâmil olmasını istersen, kendini Müslümanlardan yüksek görme! Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: (Bir kişi îmânının kemâlini isterse, kendine insaf versin [Yanî tevâzu üzere hareket eylesin] ve fakir olduğu hâlde sadaka versin! Bu iki huy, îmânı kâmil derecesine yükseltir.)
Tevhîd, Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü demektir. Manâsı şudur: Hak teâlâ hazretleri birdir, şeriki ve benzeri yoktur ve Muhammed aleyhisselâm, sevgili kulu ve hak peygamberidir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Bir kimse, Kelime-i tevhîdi dese, Hak teâlâ hazretleri ile o kelime arasından perdeler kalkar ve kelime, doğrudan doğruya Allahü teâlâ hazretlerine gider. Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Ey kelime, dur!) Kelime der ki: [Beni söyleyen kulu affetmeyince duramam!] Hak teâlâ hazretleri, o zaman buyurur ki: (İzzetim, celâlim, kudretim, kemâlim hakkı için beni zikreden kulumu affettim.)
Bu kelime-i tevhîdi söyleyen kulu kıyâmet gününde melekler ziyâret ederler. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen; Yâ Mûsâ, kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini istersen, Kelime-i tevhîdi çok söyle buyurdu.

RÜYAMDA RÜKN-İ YEMÂNÎ YIKILDI
Bu mübarek zat, ömrünün sonuna doğru hastalandı. Buna rağmen, Fakîh Ahmed bin Muhammed Ebû Câbir, onun yanında uzun süre kalıp istifâde etti. Birçok faydalı husûsları yazdı...
Nûr-üs-Sâfir adlı eserin müellifi anlatır:
Evliyânın büyüklerinden Muhammed el-Bekrî, Muhammed el-Eşhârın vefâtından önce bana geldi ve; [Bu gece rüyâmda Kâbe-i muazzamanın (Rükn-i yemânî) köşesinin yıkıldığını gördüm] dedi. Ertesi gün Muhammed el-Eşhâr vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ömrünün uzun olmasını istiyorsan!</label>
Ömrün uzamasına sebeb olan husûslar: 1. Başkalarına devâmlı iyilikte bulunmak. 2. İnsanlara eziyet etmeyi terk etmek. 3. Yaşlılara karşı saygılı olmak. 4. Akrabâya iyilikte bulunmak ve onları ziyâret etmek. 5. Zarûret olmadıkça yaş ağaçları kesmekten sakınmak. 6. Abdesti sünnete uygun ve âdabı ile almak. 7. Namazları tadîl-i erkânına uygun kılmak. 8. Büyük bir saygı ile Kurân-ı kerîm okumak. 9. Sıhhat kaidelerine riâyet ederek kendini zararlı şeylerden korumak YAŞLILARIN ÖNÜNDE YÜRÜME!Fakirliğe sebeb olan husûslar: 1. Yalan söylemek. 2. Ayakta bevl etmek. 3. Cünüb iken yemek yemek. 4. Çıplak olarak yatakta yatmak. 5. Bir yere yaslanarak yemek. 6. Ekmek ufağını hor görüp basmak. 7. Soğan ve sarımsak kabuklarını ateşe atmak. 8. Gece vakti ev süpürmek ve süprüntüleri evde bırakmak. 9. Yaşlı insanların önünde yürümek. 10. Ana-babayı adı ile çağırmak. 11. Eline geçirdiği ağaç ve süpürge çöpü ile dişini karıştırmak. 12. Kapı eşiğinde oturmak. 13. Elbisesini üzerinde dikmek. 14. Evde örümcek yuvası bırakmak. 15. Elini balçıkla yıkamak. 16. Bevl ettiği yerde abdest almak. 17. Çanağı ve çömleği yıkamadan yemek koymak. 18. Aç iken soğan yemek. 19. Sabah namazını kılınca mescidden acele ile çıkmak. 20. Pazara erken gidip, geç dönmek. 21. Yoksul kimseden ekmek satın almak. 22. Babaya ve anaya kötü duâda bulunmak. 23. Kap kacağı örtüsüz bırakmak. 24. Çırayı ve mumu üflemek. 25. İşe Besmelesiz başlamak. 26. Pantalonunu ayakta giymek.

DAİMA ABDESTLİ OL!
Zenginliğe sebeb olan husûslar: 1. Sadaka vermek. 2. İşe erken başlamak. 3. Güler yüzlü olmak. 4. Hoş sözlü olmak. 5. Evin etrâfını süpürmek. 6. Namazını, büyük saygı ve korku ile, Allahü teâlâya karşı boyun eğerek, tadîl-i erkânına riâyet ederek, vâciblerini, sünnetlerini, âdabını yerine getirerek kılmak. 7. Kuşluk namazını kılmak. 8. Ezândan önce mescidde bulunmak. 9. Devâmlı abdestli dolaşmak. 10. Sabah namazının sünneti ile vitir namazını evde kılmak. 11. Dünyâ ve din için faydası bulunmayan boş sözler konuşmamak. 12. Sabah namazından sonra yetmiş kere Estağfirullah demek. 13. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm sözünü çok tekrarlamak. 14. Her Cuma günü yetmiş kere Allahümme agninî bihalâlike an harâmike ve ekfinî bifadlike ammen sivâke duâsını okumak.
Burhâneddîn Zernücî hazretleri, 1223 (h.620) senesinde vefât etti. Vefâtı esnasında talebelerine ders veriyordu. Son sözü Kelime-i tevhid oldu...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri