Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâce Mevdût Çeştî</label>

Evliyânın büyüklerindendir. Çeştde dünyâya geldi. Doğum târihi belli değildir. Mevdûd Çeştî hazretleri, babası Ebû Yûsuf, Ahmed-i Nâmıkî ve Necmüddîn Ömerden ilim öğrendi. Ayrıca ilim tahsil etmek için; Kudüs, Buhârâ, Belh ve daha birçok yere gitti. İlm-i zâhir ve ilm-i batında yetişmiş bir âlim ve büyük bir velîydi. Binlerce talebe yetiştiren Mevdûd Çeştînin önde gelen talebeleri şunlardır: Oğlu Hâce Ebû Ahmed, Hacı Şerîf Zendenî, Şeyh Şencan, Ebû Nâsır, Şekîbân Zâhid Hüseyin Tibetî, Ahmed Bedrûn, Serpûş Azerbaycânî, Osman Rûmî, Ebül-Hasan Bânî. DERSLERİNİ CİNLER DE DİNLERDİ
Buhârâya varan Hâce Mevdûd, orada ilim tahsili ile meşgûl olmaya devâm etti. Daha çok Necmeddîn Ömerin derslerine devâm etti. Ondan fıkıh ilmini öğrendi. Necmeddîn Ömer de ona şefkat ve merhamet gösterdi. Bu dersleri dinlemeye binlerce cin de gelirdi. Bu esnâda cinlerle aralarında dostluk peydâ oldu. Cinler, Hâce Mevdûd soyundan gelenlere bu dostlukdan dolayı kötülük yapmamaktadır.

HOŞ GELDİNİZ, SEFALAR GETİRDİNİZ
Mevdûd Çeştî, ölüm döşeğinde hastalığı iyice artınca, sık sık yatağından başını kaldırıp kapıya bakıyordu. O esnâda nûrânî yüzlü, temiz elbiseli bir zât içeriye girdi. Selâm vererek, üzerinde birkaç satır yeşil yazı bulunan bir ipek parçasını Mevdûd Çeştîye verdi. O da:
Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz buyurup yazıya biraz baktıktan sonra, onu gözlerinin üzerine koyarak 1133 (H. 527) senesinde Çeşt şehrinde 97 yaşındayken vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdülhamid Han</label>
Ruslar 6 Nisan 1789da Özi kalesine saldırdı. Kaleyi ele geçiren düşman, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden tam 25.000 müslümanı katlettiler. Bu haber İstanbula ulaştığında, Sadrazam, padişaha arzetmek üzere saraya gitti ve Huzur-u Şahaneye kabulünü rica etti... DESTUR BUYURURSANIZI. Abdülhamid ayakta bekliyordu.
-Destur buyurursanız Sultanım... Sadaret kaimesini okumak isteriz...
-Buyur Lala... Seni dinliyoruz...
-Sultân-üs Selâtîn ve Halîfe-i Müslimîn, Es-Sultan İbnüs-Sultan Gâzî Abdülhamid Hân Hazretlerine üzülerek arza cüret eyleriz ki; Karadenizin şimal ucundaki Özi kalamız sukût etmiştir.
-Ne dediniz... Ne dediniz?
-Potemkin nam Moskof Prensi, kalada mevcud 25.000 Müslümanı bilâ istisnâ katleylemiştir..
-Nasıl... Nasıl?..
-Sabi, kadîd, hâmile, emzikli demeden cümlesini şehid eylemiştir.
-Bre melun... bre hınzır!...
-Katerinadan emir alan bu kafir insan kasabı, karşı koymaya çalışan delikanlı ve oğlancıklarımızı diri diri ateşe attırmıştır. Can havliyle kaçışanları dahi, kızgın demirle şişletmiştir.

ÜZÜNTÜDEN FELÇ OLDU
-Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh.
Kelime-i Şehadet getiren Padişah derhal felç oldu ve ertesi sabah vefat ettiler.
Diğer Osmanlı Padişahlarından daha fazla kalbi merhamet ve sevgiyle doluydu. Din kardeşlerine yapılan zulüm ve işkencelere dayanamadı. Mübarek kalbi duruverdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Celâlzâde Mustafa Çelebi</label>
On altıncı asır Osmanlı âlimi ve büyük devlet adamı. 1491 (H. 895) senesinde Tosyada doğdu. 1567 (H.975) yılında İstanbulda vefât etti.Mustafa Çelebi ilk medrese tahsîlini memleketinde gördükten sonra İstanbula gelip, Sahn-ı Semân medreselerinde dânişmendliğe kadar yükseldi. Dîvânî yazıdaki üstün kâbiliyeti ve Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa ile Nişancı Seydî Beyin kendisini himâye etmeleriyle, medrese hayâtından ayrılarak, genç yaşında devlet hizmetine alındı. Yavuz Sultan Selîm Hanın iltifâtına mazhâr olup, 1516 senesinde Dîvân-ı Hümâyûn kâtipliğine tâyin edildi. Yavuz Sultan Selim zamanında ordu ile bütün seferlere katıldı. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman Hanın seferlerine katıldı. Nişancılık rütbesine yükseldi. 1557 SENESİNE KADAR***8200;NİŞANCILIK YAPTI
Celâlzâde Mustafa Çelebi, 1557 senesine kadar nişancılık makâmında kaldı. Yaşı yetmişe dayanmıştı. O târihte vezîr-i âzam olan Dâmâd Rüstem Paşanın tavsiye ve ısrârı üzerine görevinden istifâ etti ve Müteferrika başılık rütbesi verildi. Yerine değerli bir zât olan Eğri Abdizâde Mudurnulu Mehmed Bey tâyin olundu. Kânûnî Sultan Süleymân Han, Celâlzâdenin kıymet ve ehliyetini ve uzun yıllar devâm eden hizmetini takdir ettiğinden, Vezîr-i âzam Rüstem Paşaya rağmen, o târihe kadar emsâli görülmemiş bir mükâfatla kendisini taltif etti. Nişancılığında almakta olduğu haslar ile emekli yaptı. Zigetvâr muhâsarası esnâsında Nişancı Eğri Abdizâde Mehmed Bey vefât ettiğinden, Celâlzâde ikinci defâ Nişancı tâyin edildi.

KABRİ EYÜP NİŞANCASINDA
Mustafa Çelebi, ordu ile berâber İstanbula döndü ve Sultan İkinci Selîm Han zamânında da kısa bir müddet, yâni on üç ay kadar nişancılıkta bulundu. 1567 (H. 975) senesi Rebîulâhir ayında, yaklaşık 75 ilâ 80 yaşları arasında vefât etti. Eyyûb Sultan Nişancasında yaptırdığı câminin bahçesine ve kendisinden evvel vefât eden kardeşi Sâlih Çelebinin yakınına defnedildi.
Son sözleri, meali şu olan ayet-i kerime oldu:
Ey kavmim! Allaha ibadet edin. Ve ahiret gününü bekleyin. Yeryüzünde fesatçılar olarak azgınlık yapmayın
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ziyâd bin Ebî Süfyân (radıyallahü anh)</label>
Hazret-i Muaviyenin kardeşidir. Belâzûrînin Ensâb-ül-Eşraf kitabında yazdığına göre, Ziyâd bin Ebî Süfyân vefâtına yakın şunları söylemişti: SİZE NASİHATİM ŞUDUR:
Allahü teâlâdan başka ilâh olmayıp, tek ibâdete lâyık sadece Allahü teâlâ olduğuna, Onun ortağı olmadığına, Rabbini hakkıyla tanıyıp, günahından korkan kimsenin şehâdetiyle, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlânın kulu ve Resûlü olduğuna, Allahü teâlânın onu hidâyet rehberi olarak gönderdiğine inanmanızı, Müminlerin emîrinin ve müslümanların, Allahü teâlâdan nasıl korkulması gerekiyorsa, öylece korkmalarını Müslüman olarak ölmeye çalışmalarını, büyük küçük bütün işlerini bizzat kendilerinin takip etmesini vasiyet ediyorum.
Ziyâd bin Ebî Süfyân sonra şöyle devam eder: Allahü teâlâ insanlara akıl nimetini vermiştir. Bu yüzden günah işlerlerse Allahü teâlâ onları cezalandırır. Çünkü akıllarını kullanarak bu günahı yapıyorlar. Eğer, ibâdet ve tâat yaparlarsa, Allahü teâlâ onlara mükâfat verir.

TÖVBE ETMEMENİN SONU NEDAMETTİR
Allahü teâlânın iyi kullarına nimetleri vardır. Kötüleri ise hesaba çekecektir. Allahü teâlânın nimetlerine kavuşmuş olan kimse, dünyâya dalıp, âhıretini unutmaz. Dünyâ hayatı birgün yok olacaktır. Onun devam etmesine çâre yoktur. Sizin; sakınmanız ve uzak durmanız gereken şeylerden uzak durmanızı, insanların sonra yaparım diye gecikdirip, tekrar ellerine geçiremedikleri tövbeye sarılmanızı tavsiye ederim. Çünkü, günahlara tövbe etmemenin sonu, nedamet ve pişmanlıktır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Neccar İbrahim Efendi</label>
Anadoluda yetişen büyük velîlerden olup 1746 (H.1159) senesinde İstanbulda vefat eden ve Beşiktaşta Sinan Paşa Câmii yanında kabri bulunan Neccârzâde, dünyaya gelmeden önce babası İbrâhim Efendiye rüyâsında bir zât; Allahü teâlâ sana sâlih bir evlâd verecek. Bu evlâdın âlim ve ârif bir zât olacak. Çok evliyâ ve sâlih Müslüman yetiştirecektir. Doğduğu zaman ismini Mustafa koyunuz ve iyi yetişmesi için çok gayret ediniz. demişti. Bunun üzerine o doğunca babası ismini Mustafa koydu. Yetişmesinde büyük bir dikkat ve titizlik gösterdi. KÖPRÜLERİN KURULMASINA NEZARET ETTİNeccâr İbrâhim Efendi, oğlu doğduktan bir müddet sonra İstanbula yerleşerek saray topçuları arasına girdi. Fen ilimlerine vâkıf olan bu zât, seferler sırasında bilgisiyle hizmette bulunduğu gibi, köprülerin kurulmasına da nezâret etmiştir. Bu sebeple kendisine marangoz mânâsında, Neccâr, oğluna da Neccârzâde lakabı verilmiştir.
Neccârzâde Mustafa Efendinin yetişmesine babası çok önem verdi. Ömrünün son günlerinde ona şöyle nasîhat ve vasiyet etti:
Aman evlâdım ilim öğren. Annen seni işe verirse kabûl etme. Zîrâ sen büyük hizmetler için yaratıldın. İlimde ve mârifette yüksek mertebelere çıkacaksın. Bu hususta çok gayretli ve dikkatli ol!
Babası vefât edince, annesi onu bir işe vermek istedi. Fakat o, babasının vasiyetine uyarak ilim tahsîline başladı. Zamânın âlimlerinden ilim öğrenip, kısa zamanda yetişti.

HÜDAİ DERGAHINDA DERS VERDİ
On yedi yaşında Beşiktaştaki Sinân Paşa Câmii yanındaki medresede ders vermeye başladı. Bu müderrisliği sırasında, Üsküdarda Azîz Mahmûd Hüdâî hazretlerinin dergâhında insanları irşâd ve terbiye ile meşgûl olan Yâkûb Efendinin babası Odabaşı Şeyhi diye tanınan Şeyh Fenâî Efendinin derslerine ve sohbetlerine devâm etti. Kısa zamanda ilerledi. Bu hocasından Celvetiyye yolunun âdâbını öğrendi ve icâzet aldı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Sıddîk Keşmî</label>
Hâşim-i Keşmî, Hindistanda yetişen evliyânın büyüklerindendir. Küçük iken, Hân-ı Hânân Abdürrahîmin sohbetinde bulundu. Bunun vâsıtası ile Hâce Bâkî-billahın sohbeti ile şereflendi. Bu hocasının vefâtından sonra, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbeti ve hizmetine kavuştu. VİLÂYET-İ HÂSSAYA KAVUŞTU...
Bu mübarek zat, evliyâlıkta, Vilâyet-i hâssa ismi verilen en yüksek makamlar ile müşerref oldu. 1032 (m. 1622) senesinde, izin alarak hacca gitti. 1050 (m. 1640) senesinde vefât etti.
Hâşim-i Keşmî anlatır:
Mevlânâ Sıddîk bana şöyle anlattı: Hâlinden zevk, vicdân, azâdlık, yalnızlık sâhibi olduğu anlaşılan, elbisesi eski bir dervişe rastladım. Bana; Sen kimin talebesisin, kimin yolundansın? diye sordu. Ben de hazret-i İmâmın mübârek isimlerini söyledim. Eğer kendilerinden büyük hârika gördüysen, anlat da dinleyeyim dedi. Ben de gördüğümü anlattım. Ben senin hocandan bundan çok daha yüksek ve açık bir hârika gördüm, sana anlatayım da dinle dedi ve şöyle anlattı:
Hazret-i İmâmın yüksek sıfatlarını duyduğum zaman, kendisiyle görüşmek arzusu ile Serhende geldim. Şehre geldiğimde gecenin üçte biri geçmiş idi. Kendi kendime; Bu vakitte onların hizmetçilerini rahatsız etmek doğru olmaz dedim ve mescidlerden birine girdim...

BÜYÜKLERİ İNKÂR EDEN BİRİ!..
Mescidin yanında oturan birisi, beni gördü. Gelip beni aldı ve evine götürdü. Çok ilgi gösterdi. Konuşma sırasında, kendisinden İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hâlini sordum. Konuşmasından anladım ki, onları inkâr edenlerden idi. Onları kötüleyerek söze başladı. Ben ise hayretler içerisinde kaldım ve çok üzüldüm. Senin üstâdının kalbine iltica eyledim. Aniden, İmâm hazretlerinin yalın kılıç içeri girdiğini gördüm. O kılıçla kendilerini kötüleyen münkiri parça parça ettiler ve dışarı çıktılar. Ben bu hâli görünce, korku içerisinde onların arkasından dışarı çıktım. Fakat onları göremedim. Bir daha o eve de giremedim. Ne olduğunu anlayamadım. Sabahleyin hazret-i İmâmın huzûru ile şereflenince, aynı titreme ve korku içerisinde idim. Boynuma sarıldılar ve tebessüm ettiler. Geceleyin olanı, gündüzün söylemeyin buyurdular. Bu hâdiseyi, bugüne kadar senden başka kimseye söylemedim.
Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî hazretleri vefat ederken buyurdu ki:
O ölüm ki, ona yaşama derim..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kâf-zâde Abdülhay Efendi</label>
Kâf-zâde Abdülhay Efendi, Osmanlı âlimlerinden ve şâirlerindendir. Kâf-zâde diye meşhûr olmuştur. Babası, Birinci Sultan Ahmed Hân zamânı âlimlerinden, Kâf-zâde Feyzullah Efendidir. Ebüssüûd Efendinin dâmâdı olan Malûl-zâde Efendinin torunudur. 998 (m. 1589) senesinde İstanbulda doğdu. 1031 (m. 1622) senesinde İstanbulda vefât etti. Zincirlikuyuda dedesi Malûl Emîr Efendi Mektebi bahçesinde defnolundu. MÜDERRİSLİK VE KADILIK YAPTI...Kâf-zâde Abdülhay Efendi, önce babasından ilim tahsîl etti. Aklî ve naklî ilimlerde yetişip yüksek derecelere kavuştu. 1016 (m. 1607) senesinde ilk olarak İstanbulda Ekmekçi-zâde Ahmed Paşa Medresesine müderris tayin olundu. 1019 (m. 1610) senesinde Gevher Hân Sultan Medresesinde vazife aldı. 1022 (m. 1613) senesinde Sahn-ı semân medreselerinden birine terfî ettirildi. 1024 (m. 1615) senesinde Üsküdarda Vâlide Sultan Medresesine, aynı sene içinde Yavuz Selîm Medresesine, 1025 (m. 1616) senesinde Süleymâniye Medresesi müderrisliğine tayin edildi. 1027 (m. 1618) senesinde Selanik kadılığına getirildi...
İstanbulda bulunduğu sırada Sultan Genç Osmanın tahttan indirilişi ve şehîd edilmesi hâdisesine şâhid olmuştur. Bu hâdiseden sonra şiddetli bir üzüntü ve sarsıntı geçirerek hastalandı. Otuz üç yaşında iken vefât etti...
Kâf-zâde Abdülhay Efendi; ilmî üstünlüğü yanında, zamânının birinci derecede şâir ve nesir yazarlarından idi. Şairliğinden ziyâde tezkireciliği ile tanınırdı. Bu durum onun şiirden ziyâde, nesirde daha muvaffak olmasından ileri gelmektedir. Her şeye rağmen şiirdeki kudreti, Nefî ile karşılıklı hicivleşmelerde bulunacak seviyede idi. Devrinin tanınmış şâirleri arasında bulunması bunu göstermektedir.

ÇOK ESER VERMİŞTİR...
Kâf-zâdenin birçok eseri vardır. Bu eserlerinin başlıcaları şunlardır: 1- Fetâvâ-i Kâdihâna yazdığı fihrist. 2- Hasenât-ı Hasen: Tiryâki Hasen Paşanın Kanije kuşatmasında gösterdiği kahramanlıklarını anlatır. 3- Dîvân, 4- Zübdet-ül-Eşâr: Şâirler tezkiresidir. 5- Leylâ vü Mecnûn, 6- Sâki-nâme...
Bu mübarek zat, vefat etmeden az önce şu beytleri söyledi:
Hiç cemiyyet-i hâtırdan eser gördün mü?/Bu kadar meclise uğrar yolun, ey bâd-ı sabâ!/Senden özge kimse bilmez, derdime hergiz devâ,/Bir ilâç etmezsin ammâ, sen bilirsin dilberâ...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kefevî Hüseyin Efendi</label>
Kefevî Hüseyin Efendi, aslen bugünkü Kırımda bulunan Kefedendir. 1010 (m. 1601)da Mekkede vefât etti...Memleketinde zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Daha sonra İstanbula gelip Medîne-i münevvere kadısı Dâvûd-zâde Efendinin hizmetinde bulunup, ilim tahsîl etti ve onun yanında mülâzım (stajyer) olarak vazîfe yaptı. MEDRESELERDE DERS VERDİ
Niksâri-zâde ile ilmî sohbetlerde bulunan Kefevî hazretleri, ilmî olgunluğa ulaştıktan sonra, çeşitli medreselerde ders verdi. 1007 (m. 1598) senesinde Kudüs kadılığına, 1008 (m. 1599) senesinde de Mekke-i mükerreme kadılığına getirildi. 1010 (m. 1601) senesinde bu vazîfeden alındı. Aynı sene içinde Mekke-i mükerremede vefât etti...
Kefevî Hüseyin Efendi, kendisi bizzat anlatır:
Memleketim olan Kefeden 985 (m. 1577) senesinde annem ve babamla birlikte İstanbula göç etmeye niyetlendik. Fakat denizden mi, karadan mı gitmemiz gerektiği husûsunda tereddüt ettik. Denizden gidersek batma tehlikesi var, karadan gidersek çok yorgunluk olacak diye, içimizde vesveseler çoğaldı. Kurân-ı kerîmden bir sayfayı açtım: Korkmayın zira ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm meâlindeki Tâhâ sûresi 46. âyet-i kerîmesi çıktı. Kalbimin tam rahat etmesi için tekrar açtım, Görmedin mi ki, Allah, bütün yerdekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri hep sizin hizmetinize bağlı kıldı meâlindeki Hac sûresi 65. âyet-i kerîmesi çıktı ve yoculuğumuz bunun üzerine denizden oldu...
Nakl edilir ki: Sahn-ı semân Medresesi müderrisleri, Kudüs kadılığını kabûl edip gitmezlerdi. Kefevî Hüseyin Efendi, Kudüs kadılığına tayin olununca kabûl etti. Bunun üzerine neden gitmek istediğini sordular. Onlara cevap olarak; Bu günahkâr bedenimi, o mukaddes topraklarla temizlemek isterim... Ümid ederim ki topraktan yaratılmış olan bu vücûdum, o bereketli toprakların tesîriyle ateşten kurtulur dedi...

MEHMED DEDENİN DUASINI ALDI
Kudüse giderken feyz ve bereketlenmek için Sultan İkinci Bâyezîdin kabrini ziyâret ettikten sonra, yoldan geçerken Maymuncu Deli Mehmed dedikleri zâtı gördü. Saygıyla elini öpüp, duâsını istedi. Yanında bulunanlar, bu zâtın elini öpmesine şaşırdılar. O kimselere; Mehmed Dede evliyânın büyüklerindendir. O kendini gizlemek için bu işi yapmaktadır. Benim bu şekilde o zâtın elini öpüp duâsını istemem, hâdiselere dünyâ gözüyle bakan kimselere ibret olması içindir dedi. Bu son görüşmeleri oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Çanakkale geçilmez... Cevat Paşanın rüyası</label>
Yine böyle bir Mart ayı... Çanakkale Savaşı bütün şiddetiyle devam etmektedir... Müstahkem Mevki Komutanı Cevat (Çobanlı) Paşa bir gece çok enteresan bir rüya görür. Rüyasında kulağında yankılanan ses şöyle demektedir: ... Deniz üzerine bak! Denize doğru nazar eden Cevat Paşa dalgalar arasında çiçeklerle bezenmiş pırıl pırıl Kef ve Vav harflerini görür. Heyecanla uyanan Cevat Paşa, rüyaya bir anlam veremez... ÖLEN KIZINI HATIRLAR...Tenger, Soğanlıdere ve Baykuş bataryalarını takviye ettirmek için teftişe çıkan Cevat Paşa, Kilitbahirden istimbota binerken yedi yıl önce veremden ölen kızı Bedile Hanımı hatırlar. Kabri büyük veli Ahmed Cahidi Sultanın türbesinin haziresindedir. Az sonra onun mezarı başına geldiğinde rüyasındaki sesi burada da duyar; şöyle demektedir lahuti ses: ... Cevat, depolardaki 26 mayını denize döşe! Cevat Paşa, korku ve şaşkınlık içinde bocalarken karşısında yüzüne bakılmayacak kadar güzel, nurânî bir silüet belirir. Adam, Cevat Paşanın kolundan tutup sorar:
-Bir derdin mi var? Cevat Paşa, gördüğü rüyayı ve az önce duyduğu sesi bir solukta anlatır. Bu nur yüzlü adam, 1659 senesinde Kilitbahirde vefat etmiş olan evliyadan Ahmed Cahidi Efendidir. Mübarek cevap verir:
  • Nur, zafer işaretidir. Ebced hesabında Kef harfi 20, Vav da 6 rakamını bildirir ve 26 yapar... Bunları söyledikten sonra aniden kaybolur. Cevat Paşa, hemen Mayın Grubu Kumandanı Nazmi Beyi çağırıp sorar:
  • Depolarımızda kaç mayınımız var?:
  • Bir Türk usta tarafından yapılan 26 mayın var.

NAZMİ VE HAKKI BEYLE BULUŞMA
Cevat Paşa, daha sonra Nusret Mayın Gemisi Komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey ile Yüzbaşı Hafız Nazmi Beyi makamına çağırır ve mayınları nereye dökecekleri konusunda plan yaparlar. Ve plan gereği bu sırlı 26 mayın Kumbağı Burnu ile Soğanlıdere arasına iki sıra halinde Boğaza paralel olarak tekbir ve dualarla dökülür. Fakat Yüzbaşı Hakkı Beyin yüreği bu heyecana dayanamaz ve bu sırada kalp krizi geçirir, Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim eder. Ertesi gün 18 Mart 1915 sabahı İngilizlerin en büyük zırhlılarından Irresistible ve Ocean zırhlıları, Nusretin sabaha karşı döktükleri mayınlara çarparak herkesin şaşkın bakışları arasında Boğazın dibini boylarlar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Nasûhî Efendi</label>
Muhammed Nasûhî Efendi, 1647 (H.1057) senesinde doğdu ve 1718 (H.1130) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri Üsküdar, Doğancılarda Nasûhî Dergâhı bahçesindedir... GÖZYAŞLARI HİÇ DİNMEZDİ... Halvetiyye yolunun şeyhlerinden olan Karabaş Ali Efendi diye de bilinen Ali Atvel hazretlerinin hizmetine giren Nasûhî Efendi, uzun süre riyâzet ve mücâhedelerden sonra, keşf ve kerâmet sâhibi olgun bir velî oldu. Muhammed Nasûhî haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mübahların çoğunu terk ederdi. Dünyâya hiç meyletmez, Allahü teâlânın korkusundan gözünden yaş eksik olmazdı. Uzun ömründe hep insanların âhiret kazancı için uğraştı. Hocası Ali Atvel hazretleri tarafından icâzet, diploma verilerek insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirildi. Hocasının emriyle Mudurnuya giderek insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmaları için gayret etti. Mudurnu halkından pekçok kimse onun sohbetinde bulunarak feyzinden istifâde etti. On bir sene müddetle Mudurnuda kalan Muhammed Nasûhî Efendi, birçok talebe yetiştirdi. Hocasının emri üzerine İstanbul Üsküdara döndü. Üsküdarda bulunduğu sırada iki sene müddetle Doğancılar Meydanına yakın Çakırcı Hasan Paşa ve Süleymân Paşa câmilerinde halka vaaz ve nasihat ederek onlara Allahü teâlânın ve Resûlünün rızâsına kavuşturan yolun esaslarını anlattı. Pekçok kimse vaaz ve sohbetleri sebebiyle hidâyete erdi...

BU VASİYYETİMİ UNUTMA!
Nesûhî hazretlerinin dostlarından biri anlattı: Bülbül Deresi diye bilinen bir dağda, kimsenin işine karışmayan, haram işlememek için insanlardan uzak yaşamaya gayret eden bir zât vardı, ömrünün sonlarına doğru bir arkadaşına; Artık dünyâ hayâtım bitmek üzeredir. Vefât ettiğimde cenâzemi yıkamak, namazımı kılmak, kabre koymak ve telkinimi vermek üzere Nesûhî hazretlerinin vekîl olmasını istirhâm ediyorum. Bu vasiyyetimi unutma ki, başkaları bu işlerimi yapmak isterlerse mâni olasın. Vefâtımı ve vasiyyetimi ona bildirmene lüzum yok. Ona Allahü teâlâ bildirir dedi...
Aradan günler geçti. Bu zâhid vefât etti. Dediği gibi Nesûhî hazretleri, o vefât ettiği gün talebeleriyle geldi. Kabrini kazdırıp, cenâzesini yıkadı, namazını kıldı, kabre koydu ve telkinini verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahi Evran ve Fatıma Bacı</label>
Dün bahsettiğimiz gibi, Ahî Evran, beş yıllık tutukluluk süresini bitirdikten sonra Denizliye gitti. Bir müddet sonra Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin isteği üzerine, diğer ulemâ ile birlikte Konyaya döndü. Konyada bir müddet ikâmet edip, Müslümanları irşâd ile meşgûl oldu... LAKABI NEREDEN GELMEKTEDİR? Şems-i Tebrîzînin vefât hâdisesinden sonra, Kırşehire (Gülşehire) gidip yerleşti... Ahlâkının güzelliği dünyâ malına ehemmiyet vermeyip yalnız Allahü teâlânın rızâsı için çalışması, herkesin sevgisini kazanmasına vesîle oldu...
Herkesin korkarak kaçıştığı büyükçe bir yılanın (Evrân) kendisine itâat etmesi ve herkesin gözü önünde bu kerâmetinin izhârı neticesinde Ahî Evrân (Yılanın kardeşi) lakabı, İslâmiyete yaptığı hizmetlerden dolayı da, Nâsırüddîn lakabı verildi.
Bu mübarek zat, doksan üç yaşlarında iken, onun nüfuzundan ve sevenlerinin çokluğundan korkan ve Moğolların baskısına dayanamayan, Kırşehir emîri Nûreddîn Caca tarafından, 660 (m. 1262) yılında Kırşehirde şehîd edildi. Talebeleri onun yolunu devâm ettirdiler...
Mübarek hanımı Fatıma Bacı Bacıyan-ı Rum teşkilatını kurmuş ve Kadın Ana olarak tanınmıştı. Fâtıma Bacının yetiştirdiği bacılar da, elde ettikleri mümtaz İslâm kültürünü, bacıdan bacıya naklettiler...
Söğüt civarında, Bizans hududunda gelişmeye başlayan Osmanlı Beyliği emrine koşuşan Ahîlerden bir kısmı, uçlara yerleşip tekkeler ve zaviyeler kurdular. Bir Ahî Şeyhi olan, Şeyh Edebâlî ile Osman Bey arasında akrabalık tesis edildi. Doğudan gelerek Osmanlılara katılan Türkmenleri terbiye ettiler, yetiştirdiler. Onlara İslâmî bilgileri öğretip, gazâ rûhunu aşıladılar...

OSMANLININ TEMELLERİ ATILIRKEN...
Bâciyân grubu da, yeni gelenlerin kadınlarına İslâmiyeti öğreterek, dîn-i İslâmı bi-hakkın yaşamaları için gayret ettiler. Üç kıtada altı asır at oynatacak istikbâlin Osmanlı neslinin temelini kurmakta, onlara yardımcı oldular. Osmanlılar da, Ahî Evranın torunlarına ve halîfelerine bazı imtiyazlar verip, onların hizmetlerinin devâmını sağlamışlar, esnafı teşkilâtlandırıp eğitmelerine yardımcı olmuşlardır. Zaman zaman padişahlar, ahîlere pîrlik yapmışlar, onların lideri durumuna geçmişlerdir. Padişahların tahta geçerken cülus merasimi esnasında kılıç kuşanmaları da ahîlerin Şedd-i bend (kuşak kuşanmak) esâsına dayandığı da bildirilmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Esnaf teşkilatı ve Ahî Evrân</label>
Ahî Evrân (Mahmûd bin Ahmed) 567 (m. 1171) yılında, İranda Batı Azerbaycan taraflarındaki Hoy kasabasında dünyâya geldi. Memleketine nisbetle Hoyî denildi. İmâm-ı Fahrüddîn Râzîden çeşitli ilim dallarında ders, Ahmet Yesevî hazretlerinin talebelerinden de feyz aldı. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu... ANADOLUYU ADIM ADIM DOLAŞTIBu mübarek zat, hac yolunda Evhadüddîn Hâmid Kirmânî ile tanışıp, onun talebelerinden oldu. Vefâtına kadar da onun yanından ayrılmadı. Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin babası Mecdüddîn İshâkın daveti üzerine, Muhyiddîn ibni Arabî ve hocası Evhadüddînle birlikte Anadoluya geldi. Hocasının kızı Fâtıma Bacı ile evlendi. Hocası ve kayınpederi Evhadüddînle birlikte Anadolu şehirlerini dolaştı...
Vaazlarında, esnafa İslâmiyeti anlatarak, hem dünyâ hem de âhiret işlerini düzenli ve intizâmlı hâle getirmeleri için nasihatlerde bulunan Ahî Evran, hocasının vefâtından sonra Kayseriye yerleşti. Debbağlık yapar, kendi elinin emeği ile geçimini temin eder ve ahâliyi irşâd etmekle meşgûl olurdu. Yetiştirmiş olduğu talebeleri, gittikleri yerlerde zaviyeler inşâ ederek, bilhassa esnafı bir çatı altında toplayıp teşkilâtlandırmaya ve dışarıdan gelen misâfirleri ağırlamaya başladılar. Yaklaşan Moğol tehlikesine karşı halkı uyandırmaya ve Moğol istilâcılarının önünden kaçıp gelen kimsesizleri barındırmak için, ellerinden gelen gayreti göstermeye çalıştılar. Devlet güçlerinin yetersiz kaldığı yerlerde, esnaftan milis kuvvetleri teşkil edip, vatanlarını, din ve namuslarını müdâfaa için çalıştılar...

MOĞOLLARA KARŞI DİRENDİLER
Anadolu Selçuklu Devletine karşı meydana gelen bir hâdise bahânesiyle, onun nüfuzundan rahatsız olan bazı kimselerin şikâyeti üzerine, Ahî Evran tutuklanıp hapsedildi. Bu sırada Moğollar, Kayseriyi muhasara ettiler. Ahîler, şehri kahramanca müdâfaa ettiler. Ancak yığınla gelen Moğol putperestleri, birçoklarını şehîd, bir kısmını da esîr ederek şehre girdiler. Esîrler arasında, Ahî Evranın hanımı Fâtıma Bacı da vardı. Bu hâdiseden sonra Ahîler, Moğolların Anadoludaki her türlü faaliyetlerine karşı mücâdele ettiler. Onlarla güçleri yettiğinde düzenli olarak, kuvvetleri yetmediği zaman da, bir nevi gerilla savaşıyla karşı koydular...
Yarın da Fatıma Bacının hizmetleri...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri