Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Oğlu vefat eden bir kadının sabrı</label>
Müslim bin Yesar hazretleri, Tabiinin büyüklerindendir. Çok ibadet eden, dünyaya düşkün olmayan, kıldığı namazlarından büyük lezzet alan bir âlim idi. Künyesi Ebu Abdullahtır. Benî Ümeyyenin kölesi idi. Ömer bin Abdülaziz hazretlerinin hilafeti zamanında, 100 (m. 718) tarihinde, Basrada vefat etmiştir...ÇÖLDE YOLLARINI KAYBETTİLER!
Müslim bin Yesar hazretleri şöyle anlatır: Bir arkadaşımla birlikte çölde gidiyordum... Derken yolumuzu kaybettik. Bu haldeyken Hicazın o yakıcı çölünde bir çadır gördük. Ona doğru ilerledik. Çadırdan bir kadın çıktı. Ona; Biz yolcuyuz ve yolumuzu kaybettik dedik. Kadın, bu esnada bir kilim getirerek yere serdi ve; Size ikramda bulunacağım ancak, oğlum gelinceye kadar bunun üzerinde oturun dedi...
Bir müddet bekledik. Nihayet deve üzerinde biri göründü. Kadın; Bu, oğlumun devesidir ama üzerindeki benim oğlum değildir dedi. O şahıs gelerek çadırın önünde durup; Ey Ümm-ü Akil! Allahü teala, oğlun Akilin ölümünden dolayı sana büyük mükafat versin dedi. Kadın; Oğlum ölmüş mü? diye sordu. O şahıs; Develerin su içmesi esnasında çıkan izdihamda kuyuya düştü! dedi. Kadın kendisini kontrol ederek; Deveden aşağı in de misafirlerimizi ağırla dedi...
Daha sonra ona bir koç vererek; Bunu kes dedi. O da onu kesip hazırladı ve onun etinden yemek yaparak bize getirdiler. Biz yemek yerken o kadının sabrına hayret ediyorduk. Yemek yedikten sonra bizim yanımıza gelerek; Bana teselli verecek âyetler okur musunuz dedi. Ben de meâli şerifi (Sabır gösterenlere müjdele. Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: Biz Allaha ait (kullar)ız ve şüphesiz Ona dönücüleriz) olan ayet-i kerimeyi okudum. (Bekara 155-156)

RESÛLULLAH ÜMMETİ İÇİN KALIRDI
Kadın bu ayeti duyunca heyecanlanarak Selam ve rahmet sizin üzerinize olsun dedi. Daha sonra iki rekat namaz kıldı. Sonra ellerini açarak; Allahım, emrettiğin şeyi yaptım (oğlumun ölümünde sabrettim), sen de benim hakkımda vaat ettiğin şeye vefa et! dedi. Sonra da Eğer bir kimse bir kimseye kalacak olsaydı... dedi. O bu sözü derken ben kendi kendime; ... Oğlum bana kalırdı diyeceğini düşündüm. Ama sözünün devamında; Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kendi ümmeti için kalırdı... dedi. Sonra tekrar secdeye kapandı. Uzun müddet kalkmadı, baktık ki ruhunu teslim etmiş...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
El-Mürşidî ve İbn-i Batuta...</label>
Meşhur seyyah İbn-i Batuta Seyahatnamesinde İskenderiyede yaşayan Şeyh Ebu Abdullah el-Mürşidî adında bir zattan bahseder... Bu zat kendini ibadete vermiş, dünya ile alakasını kesmiş, ilâhi hazineler sahibi bir velî imiş. İbn-i Batuta, İskenderiyedeki ikameti sırasında bu mübarek zat ile tanışma fırsatını bulur. Şöyle anlatıyor: BEN İMAM, O CEMAAT OLDUŞeyh Ebu Abdullah ile buluştuk; o hemen ayağa kalkarak benimle kucaklaştı. Yemek hazırlattı, birlikte yedik. Üzerinde siyah yünden bir cübbe vardı. İkindi namazının vakti gelince beni imam yaptı. Yanında bulunduğum sürece her namaz vaktinde bana imamlık yaptırdı, kendisi ise cemaat oldu. Uyumak istediğim zaman, zaviyenin damına çıkıp orada yatmamı söyledi. Dama çıktığımda bir hasır ile post, abdest için leğen, bir su testisi ve içmek için bir su bardağı buldum. O gece bir rüya gördüm:
Büyük bir kuşun kanadı üzerindeymişim. Kuş benimle kıble tarafına doğru uçuyor. Önce sağ tarafa, sonra doğuya doğru gidiyor. Sonra güney tarafa yöneliyor. Sonra da doğuya doğru uzaklaşıyor. Nihayet karanlık yeşil bir yere inip, beni oraya bırakıyor...
Bu rüyaya şaşıp kendi kendime dedim ki: Eğer Şeyh gördüğüm rüyayı keşfederse, tâbiri de onun anlattığı gibi olur!..
Sabah namazı için yanına gittiğimde, imam olarak yine beni öne geçirdi. Namazdan sonra Emir Yelmelek yanına geldi, vedalaşıp ayrıldı. Oradaki diğer ziyaretçiler de onunla vedalaştılar. Şeyh onlara ayrılmalarından önce azık olarak küçük küçük kuru ekmek dilimleri verdi. Kuşluk namazını kıldıktan sonra beni yanına çağırdı. Rüyamı bana açtı, ben de kendisine güzelce anlatıverdim. Şöyle dedi:

BANA KURU EKMEK VERDİ!
Kâbeyi haccedeceksin ve Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrini ziyaret edeceksin. Sonra Yemen ülkelerini, Irakı, Türk ülkelerini dolaşacak ve oralarda uzun süre kalacaksın. Hindistanda Dilşâd-ı Hindî ile buluşacaksın. Seni orada düştüğün tehlikeden kurtaracak!
Sonra azık olarak bana da kuru ekmek dilimleri ile biraz da para verdi. Kendisiyle vedalaşıp ayrıldım. Bu sözler, ondan duyduğum son sözler oldu. Kısa bir zaman sonra vefat etti. O günden itibaren seyahatimde sadece güzelliklerle karşılaştım. Onun bereketi üzerimde açıkça görüldü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Şemseddîn Nakîb</label>
Şemseddîn en-nakîb, hadîs ve fıkıh âlimlerindendir. 662 (m. 1263) senesinde Dımeşkda (Şam) doğdu. Şâmiyye Medresesinde müderris iken, 745 (m. 1344) senesi Zilkade ayının onikinci Cuma gecesi vefât etti.Humusta, sonra Trablusta, sonra da Halebde hâkimlik vazîfesinde bulunan bu mübarek zat, daha sonra da Şâmiyyet-ül-Berâniyyede müderrislik yaptı. Rivayet ettiği hadis-i şeriflerden bazıları şunlar: HESAPLARIMIZI KİM GÖRECEK?
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) rivâyet etti. Bir gün Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna çölde ikâmet eden bir kimse geldi. Ey Allahın Resûlü, kıyâmet günü mahlûkâtı kim hesaba çekecek? diye suâl etti. Resûlullah efendimiz Allahü teâlâ diye buyurunca, Kâbenin Rabbi aşkına biz kurtulduk! diye sevindi. Peygamber efendimiz Ey Arabî bu nasıl olur? diye sordu. O kimse de; Çünkü, her şeye gücü yeten Allahü teâlâ, kerîm olduğu için affeder dedi.
Ali bin Ebî Tâlib (radıyallahü anh) anlattı: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana; Sana beş bin koyun mu vereyim? Yoksa dinine ve dünyâna yarayacak beş şey mi öğreteyim? buyurdu. Ey Allahın Resûlü! Her ne kadar beş bin koyun büyük bir servetse de, bana o beş cümleyi öğretin dedim. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); Allahım, günahlarımı bağışla. Ahlâkımı güzelleştir. Kazancımı helâlinden ve hayırlısından ver. Verdiğin rızıklara karşı beni kanaatkâr kıl ve beni dalâlete düşürme buyurdu.

BEN CUMA GÜNÜ ÖLÜRÜM!
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) anlattı: Bir gün Resûlullah efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem); Ey Allahın Resûlü, senin yanında iken, ihlâsımız artıyor, dünyâdan el etek çekerek âhirete yöneliyoruz dedim. Bana; Eğer benim yanımdan ayrıldıktan sonra da, yanımdayken olduğunuz gibi olsanız, o zaman melekler sizi ziyâret eder ve yolda sizinle müsâfeha ederler. Siz günah işlemezseniz, Allah, yaptıkları günahlar gökteki bulutlara kadar yükselen ve kendisinden af dileyen bir kavim yaratır. Onların işledikleri günahları affeder buyurdu.
Şemseddîn Nakîb hazretleri Ben Cumâ günü ölürüm derdi. Gerçekten Şâmiyye Medresesinde müderris iken, Cuma gecesi Ben sabaha çıkmam, ölürüm dedi ve vefât etti. Kâsiyûna defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Kerâmetler menbâı Hasen Ebrikân</label>
Hasen Ebrikân hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. 807 (m. 1404) senesi Şevval ayının sonlarında Cezâyirin Tilmsân bölgesinde vefât etti. Çok kerametleri görülmüştür... İNSANLARIN GERÇEK SÛRETLERİ!..Allahü teâlâ, Hasen Ebrikâna insanların bâtınlarındaki hâllerini gösterirdi. O şöyle derdi:
Bazısı var ki, yanıma domuz sûretinde girer. Yüzü ve dişleri domuzunkinden farksızdır. Bazısı Yahudi sûretinde girer. Müslümanlara benzer tarafı, sâdece sarığıdır. Allahü teâlâdan hüsn-i hatime, dünyâ ve âhirette affetmesini dilerim.
Kendisi şöyle anlatır:
Babam ve dedem, sâlih ve evliyâdan idiler. Daha sabî, yani küçük yaşlarda iken diğer çocuklarla oynardım. Oyun oynarken bazen avret mahallerimiz açılırdı. Ben bu hâlde dedem Saîdin kabrinin yanına uğradığım zaman, dedemin kabrinden, benim hâlimi hoş görmediğini, bana kızdığını işitirdim.
Hasen Ebrikân, akşam ile yatsı arasını ihyâ ederdi. Allahü teâlâyı zikre, özellikle Kurân-ı kerîm okumaya çok önem verirdi...
Bu mübarek zat, ana-babasına ve akrabâlarına çok iyilik ederdi. Annesine hürmeti çok ileri seviyeye ulaşmıştı. Annesi vefât ettikten sonra, onun eşyâlarını sakladı. Bu husûsta şöyle buyurdu:
Hayır ve bereketi, ancak ana-babaya ve hocaya iyilikte gördüm. O bununla, Allahü teâlânın ebeveyne itaat etme emrini de yerine getirmiş oluyordu...

BENİ SERT YATAĞIMA GÖTÜRÜN!
Hasen Ebrikânın zühdü pekçok idi. Gece ve gündüz çok az uyurdu. Sâdece ölüm hastalığında yatağa yatmıştır. Vefâtına yakın, çocukları, akrabaları, hem yeri dar, hem de yattığı yatak sert olduğu için, ona geniş bir yer ve yumuşak bir yatak yapmaya karar verdiler. Yeri ve yatağı hazırladıktan sonra, Hasen Ebrikândan oraya geçmesini istediler. O da onların bu sözüne muvafakat ederek, hazırladıkları geniş odaya ve yumuşak yatağa, onların yardımı ile geçti. O gece orada kaldı. Ertesi gün çoluk-çocuğuna ve akrabalarına üzülerek;
Beni eski odama ve sert yatağıma götürün. Çünkü dün gece, nefsim yatağın yumuşaklığını hissetti. Ömrümün sonunda beni, hayâtım boyunca kendisinden kaçtığım dünyâ evine koydunuz dedi. Bunun üzerine onu hemen eski odasına götürdüler ve sert yatağa yatırdılar. Biraz sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Beni Amr'ın Rabbi öldürüyor</label>
Amr bin Mürre el Cüheni (radıyallahü anh), Eshâb-ı kiramdandır. Cüheyne kabilesindendi. Bu kabile, Kızıldeniz ile Vadil-Kura arasında yaşamakta idi. Resûl-i ekrem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretleri ile beraber birçok gazalara katıldı. Onun vefatından sonra Şama yerleşti. Hazret-i Muaviyenin (radıyallahü anh) halifeliği sırasında Şamda vefat etti... KİM BU ŞEKİLDE ÖLÜRSE!..
Tirmizi başta olmak üzere birçok âlim Amr hazretlerinden hadîs-i şerîf rivayet etti. İşte bu hadîs-i şerîflerden bazıları:
Bir adam Resûl-i ekrem sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimize gelerek:
Yâ Resulallah! Ben şehadet ettim Allahtan başka ilah yok ve sen Allahın Resulüsün, beş vakit namazımı kıldım, ramazan orucunu tuttum ve (geceleri) ihya ettim, zekatı verdim dedi. Resûl-i ekrem Efendimiz buyurdular ki:
Kim bu şekilde ölürse nebiler, sıddîklar, şehidlerle beraberdir, ancak ana ve babasına kötülük etmezse!..
Amr bin Mürre el Cüheni (radıyallahü anh) bir gün Resulullah Efendimizi namaz kılarken gördü. Amr bin Mürre rivayetinde diyor ki:
O, hangi namazdı? Bilmiyorum dedi. Resulullah Efendimiz:
Allah (şanına layık) büyüklükle büyüktür. Allah büyüklükle büyüktür, Allaha çok hamdolsun, Allaha çok hamdolsun. Üç kere de, Sabah akşam Allahı tesbih ederim, Şeytanın kibrinden, sebep olacağı akıl karışmasından ve kendisinden Allaha sığınırım derdi.

HANGİMİZ YALAN SÖYLÜYORSA!..
Amr bin Mürre el Cüheni (radıyallahü anh) Müslümân olduktan sonra, kavmine gidip, onları İslâma davet etmek için, Resûlullahtan sallallahü aleyhi ve sellem izin istedi. Kavmine gidip onları İslâma davet etti. Kavminden bir kişi hâriç hepsi Müslümân oldular. Îmân etmeyen o kimse; Ey Amr! Allah senin hayâtını sana zehir etsin. Bizim putlarımızı terk etmemizi ve atalarımızın dîninden dönmemizi istiyorsun dedi. Amr radıyallahü anh da ona, İkimizden hangimiz yalan söylüyorsa, Allah onun hayâtını zehir etsin dedi.
O şahsın dudakları ve ağzı parçalanıp döküldü. Yediği yemeğin tadını alamazdı. Sonra gözleri kör oldu, dili tutuldu ve bu hâl üzere öldü. Ölürken yanındakilere;
Beni Amr bin Mürre el Cüheninin Rabbi bu hâle getirdi, o öldürüyor dedi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Niyet hayır, âkıbet hayır</label>
Eshâb-ı Kiramdan Şeddâd ibnül-Hâd (radıyallahü anh) anlatır: Bir gazadan Medineye dönerken, bedevi bir kimse Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldi, iman etti ve ona tabi oldu. Sonra Resulullah Efendimize Sizinle hicret etmek istiyorum! dedi. Peygamber Efendimiz de onu Eshâb-ı kiramdan birisine gönderdi ve yardımcı olmasını istedi. Ona imanı ve İslamı öğretecekti... BUNU SENİN İÇİN AYIRDIM!
Bu arada tekrar bir gazaya gidildi. Resulullah Efendimiz bu savaşta bir miktar ganimet ele geçirdi. Onu gazaya katılanlar arasında taksim etti. Bir miktar ganimeti de bu bedevi için ayırdı ve payını kendisine vermesi için Eshâb-ı kiramdan birisine teslim etti. Payı teslim alan zat askerin gerisinden geliyor, yolda düşen ve kalanları gözetiyordu. Orduya yetişince ganimet payını sahibine teslim etti. O kişi:
Bu nedir? diye sordu.
Ganimet payı, Resulullah Efendimiz senin için ayırdı! dedi.
O zat payını eline alarak Resulullah Efendimizin yanına geldi:
Bu nedir, Yâ Resulallah? diye sordu. Peygamber Efendimiz;
Senin için ayırdım buyurdu. O zat;
Ben size böyle dünya malı için iman edip tabi olmadım. Ben sadece senin yanında cihad ederken şu boğazıma bir ok atılıp saplansın ve öylece ölüp Cennete gideyim diye tabi oldum! dedi...
Bunun üzerine Resulullah Efendimiz;
Eğer Allahü tealaya karşı bu niyetinde samimi isen, seni tasdik eder ve yalancı çıkarmaz buyurdu...

NE BÜYÜK SAADET...
Bir müddet sonra ordu, düşmanla tekrar savaşa girdi... Harpten sonra bir sahabi elde taşınarak Resulullah Efendimizin yanına getirildi. Hakikaten tam işaret yerinden boğazına bir ok saplanmış ve şehid olmuştu. Resulullah Efendimiz onu görünce;
Bu, o kimse midir? diye sordu.
Evet, bu odur dediler. Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem);
Allahü tealaya karşı niyetinde samimi oldu, Allah da onu haklı çıkardı! buyurdu. Sonra onu kendi cübbesiyle kefenledi. Cemaatin önüne koydu, cenaze namazını kıldı. Resulullah Efendimizin şu duası işitiliyordu:
Allahım! Bu senin kulundur. Senin yolunda hicret edip şehit oldu. Ben de bu kulun şahidiyim...
Ne büyük saadet!.. Bu mübarek sahabe, halis niyetinin neticesinde şehitlik mertebesine kavuştu. Ne buyuruyorlar din büyükleri: Niyet hayır, âkıbet hayır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Havvâs'ın huysuz hanımı</label>
Ali Havvâs Berlisî hazretleri Mısır evliyâsındandır. Kahire çarşısında esnaflık yapardı, dükkanını erken saatlerde açar ve;
Ey Allahım! Kullarına faydalı bir iş yapmaya niyet ettim derdi. İnsanların ihtiyâcı olan; yağ, un, tahin, pirinç, bakla, sepet gibi şeyleri satardı. İkindi vaktine kadar çalışır, vakit dolunca; Şimdiden sonra Allahü teâlâya ibâdet için hazırlanmalıyım diyerek dükkanını kapatırdı. DÜŞKÜNLERİN SIĞINAĞI İDİ...
Ali Havvâs Berlisî, zâlimlerin ve onların yardımcılarının yemeklerini yemezdi. Onların verdiği parayı, kendisinin ve çoluk-çocuğunun ihtiyaçları için harcamazdı. Onlardan kazandığı paraları, dul kadınlara, iş yapamayacak durumda olan yaşlılara, ve yetimlere taksîm ederdi...
Bir gün, Ali Havvâsın yanına nûr yüzlü birisi uğramıştı. Ona doğru baktı ve şöyle buyurdu:
Allahım! Bizi kötü hâle düşmekten muhâfaza buyur... Sonra devâm ederek;
Şüphesiz, Allahü teâlâ bir kulu hakkında hayır murâd edince, nûru onun kalbine koyar. Fakat dış görünüşü bakımından diğer insanlardan birisi gibidir. Allahü teâlâ, bir kulu hakkında hayır murâd etmezse, o şahsın kalbinde bulunanı yüzüne çıkarır. Kalbini ise karanlık kılar.
En büyük talebesi Abdülvehhab-ı Şaranî hazretleri anlatıyor:
Hocam Ali Havvâsın hanımı çok huysuz bir kadındı. Fakat mübarek zat, Allah rızası için ona sabrederdi. Kadın bazen kendisine, sudan bir bahane ile aylarca dargın dururdu... Yine bir gün yanlışlıkla hanımının testisinden su içmişti de, kadın, mübarek hocamın ağzını koyduğu yerden su içmemek için testinin o kenarını kırmıştı... Buna rağmen Ali Havvâs hazretleri hanımını incitecek bir söz söylemez, ona hep güzel davranırdı...

SON NEFESTE TÖVBE ETTİ
Bir sene hanımıyla Hicaz yoluna çıkmışlardı. Kadın ise onunla küs duruyor, konuşmuyordu. Ali Havvâs hanımıyla birlikte Mısırdan Hicaza yolculuk yaptığı halde, gidip dönünceye kadar aralarında bir söz dahi geçmemişti!
Nihayet kadının ömrü tamamlandı, ölüm alâmetleri belirdi. Ölüm hastalığında, yaptıkları gözünün önüne geldi, son derece pişman olarak tövbe etti ve kocası Ali Havvâs hazretlerinden helallik istedi. O mübarek de, bütün haklarını helal etti. Böylece hanımı son nefesinde imanla vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Sonunda onu kendimize çekeriz</label>
İmâm-ı Ahmed Rabbânî hazretleri, Hindistanda yetişen en büyük veli ve âlimdir. Ariflerin ışığı, velilerin önderi, İslamın bekçisi, Müslümanların baş tacı, müceddid, müctehid ve İslam âlimlerinin göz bebeğidir. Silsile-i aliyyenin yirmi üçüncüsüdür. Hikmetli sözleri pek çoktur. Mektûbât kitabında buyurdu ki: İNSANA ÖNCE LAZIM OLAN...İnsana lâzım olan önce Ehl-i sünnete uygun inanmak, sonra Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, daha sonra tasavvuf yolunda ilerlemektir.
Büyükleri sevmek, saâdetin sermâyesidir. Muhabbete müdâhane, gevşeklik sığmaz.
Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakka kavuşamaz.
Kalbin tasviyesi (temizlenmesi); İslâmiyete uymakla, sünnetlere yapışmakla, bidatlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur. Zikir ve rehberi, doğru yolu gösteren âlimi sevmek bunu kolaylaştırır.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden Mevlânâ Muhammed Emîn, bir gün, hocasına şöyle arz etti: Nevâbşîr Hâce, asîl ve şerefli bir âileye mensuptur. Babası ve dedeleri evliyâdandı. Fakat Nevâbşîr Hâce içki içiyor ve haram işlerle meşgûl oluyor. Islâhı için bir teveccüh buyurunuz. Bu bir komutandır. Eğer tövbe etmek nasîb olursa onun sebebiyle askerlerden pekçok kimse de kurtulur, sâlih kimselerden olurlar. Bunu arz edince İmâm-ı Rabbânî hazretleri sükût etti... Yine bir defâ aynı şey arz edilince İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki:

ONU GÜNAHLAR İÇİNDE GÖRDÜM!
Ey Mevlânâ Muhammed! Nevâbşîr Hâcenin hâline teveccüh ettim. Onu haramlar ve günahlar içinde gördüm. Onu bu kötü hâlden kurtarmak için çok teveccüh ettim, uğraştım. Elim ona ulaşmadı. Fakat sonunda onu kendimize çekeceğiz.
Aradan uzun zaman geçti. Hakkında böyle buyurduğu o kimse, haramları terk etti. Sonra ibâdet ve tâatle meşgûl oldu. Bu zât bir defâsında Serhend şehrinden başka bir şehre gitmişti. Serhende dönüşünde hastalanıp vefât etti. Vefatı sırasında oğullarına; İmam-ı Rabbani hazretleri benim, kendi yanında olmamı istiyor. Cenazemi Serhende götürün dedi. Oğulları onu İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin türbesi yanında bir yere defnettiler. Böylece İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin; Sonunda biz onu yanımıza çekeceğiz buyurmasının hikmeti anlaşıldı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Selâmet-i hâtimesi için fâtiha okuyalım</label>

Neccarzâde Mustafâ Rıdâüddîn Efendi, Şebinkarahisârlıdır. Henüz on yedi yaşında iken, Beşiktaşta Sinan Pâşa Câmii yanındaki medreseye müderris oldu. Bu esnâda Üsküdârda Azîz Mahmûd Hüdâyî Mescidi İmamı Yakûb Efendinin babası olan odabaşı Fenayi Efendiden de feyz aldı. Beşiktaş Mevlevihânesi İmamı Memiş Efendiden Mesnevî okudu. Moskof gazâsına iştirâk edip, zaferden dönerken Edirnede Arabzâde Hâcı Muhammed İlmî Efendiden de icâzet aldı. Arabzâde, Ebû Abdüllah Muhammed Semerkandînin talebesidir. Semerkandî de, Ahmed Yektest Cüryânînin, bu da, Urvet-ül-vüska Muhammed Mâsum-ı Müceddidî Serhendînin talebesidir... BABASININ YERİNE GEÇTİ...Neccarzâdenin, Ahmed Yekdestin talebesinden, Eğrikapıda Karamânî Mescidi İmamı Tatar Ahmed Efendi ile sohbetleri meşhûrdur. Sadr-ı azam Hakîmbaşı Nuh Efendinin oğlu Ali Pâşanın Altımermerde Cerrâhpâşa Hastahânesi karşısındaki câmii 1147de yapılınca, buranın ilk vâizi olan Neccarzâde, 1159 [m. 1746]da vefât etti... Yerine, oğlu Muhammed Sıddîk Efendi ilim ve feyz vermeye başladı. Bunun talebesinden biri Muhammed Agâh Efendidir. Bundan, Muhammed Emîn Kerkütî, bundan da, Ali Behçet Konevî, bundan da, Hâfız Feyzullah Efendi feyz alarak kemâle ermişlerdir...
Feyzullah Efendi, Murâdiyye Mescidi İmamı ve kurrâ hâfızlarının reîsi idi. Çarşambada (Dâr-ül-mesnevîde) mesnevî okuturdu. Bunun da talebesinin meşhûru, Seyyid Muhammed Niyâzi bin Mustafâ Efendidir. Bu da, Seyyid Mahmûd Lütfullah bin Muhammede icâzet vermiştir...

DUA İSTENDİĞİNDE VEFAT ETMİŞTİ...
Muhammed Sıddîk Efendide, on bir yaşında iken zuhûr eden fıtık illeti, vefâtına kadar devam etmiştir. Pederi gibi hârika ve kerâmetleri meşhûr oldu. Rumelihisârındaki yalısında vaaz ve nasihat eder. Haftada bir gün Beşiktaşa gelir hatim okurdu. On bir ay, Azîz Mahmûd Hüdâyî mescidinde de vazîfe ifâ eyledi...
Bir gün, Eyyübdeki Kaşgâri Dergâhından biri gelip, hasta olan hocaları Îsâ Efendinin şifâ bulması için duâ istedi. Bu mübarek de (Selâmet-i hâtimesi için fâtiha okuyalım!) dedi. Îsâ Efendinin o saatta vefât ettiği sonra anlaşıldı.
Muhammed Sıddîk Efendi de, 1208 [m. 1794] senesinde Rumelihisârında vefât edip, Sinan Pâşa Câmii şimâl duvarı önündeki mescidinde, pederi Neccarzâdenin yanına defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ey anneciğim hâlin nicedir?..</label>
Anlatıldığına göre, kendisini ibadete vermiş Bâhiye isimli bir hanım, ölmek üzere olduğunu hissedince şöyle dua etmişti: Ey hayatımda ve ölümümde ihtiyacımın kaynağı ve güvencimin dayanağı olan Yüce Rabbim! Ölüm sırasında beni yardımsız bırakma; kabrimde korku ve yalnızlığa terk etme!..

BİR İHTİYACIN VAR MI?
Kadıncağız ölünce, onun bir oğlu her cuma gecesi ve günü onun kabrine gelir, yanında biraz Kuran-ı kerim okur, onun için dua eder ve bağışlanma diler; diğer kabir ehli için de aynı şeyi yapardı. Bu oğul şunları söylemiştir:
- Rüyamda annemi gördüm, ona selam verip dedim ki: Anneciğim nasılsın, hâlin nicedir? Annem şöyle dedi:
Ey oğlum, şüphesiz ölümün şiddetli üzüntüsü vardır. Fakat ben, Allaha hamdolsun ki, kıyamet gününe kadar içinde güzel kokuları olan döşenmiş bir berzahtayım (kabir âlemindeyim). İpekli ve atlaslı yastıklar içindeyim... Ben de dedim ki:
Bir ihtiyacın var mı anne? O da bana şunları söyledi:
Evet oğulcağızım... Bizler için sürdürdüğün ziyaretleri, kıraat ve duaları terk etme. Çünkü ben, ey oğlum, cuma gecesi ve gününde bize gelmenle seviniyorum. Sen geldiğin zaman ölüler diyor ki: Ey Bâhiye, işte oğlun gelmiş! Ben de bununla seviniyorum. Çevremdeki ölüler (ölmüşlerin ruhları) de buna çok seviniyorlar...
Adı geçen hanımın oğlu sözlerine şöyle devam ediyor:

BİZLER KABİR HALKIYIZ!
- Ben her cuma gecesi ve günü ziyaretlerimi sürdürüyordum. Onun yanında Kuran-ı kerim okuyor ve diyordum ki:
Allah, korku ve ıssızlığınızı gidersin, gurbet halinize rahmet etsin, günahlarınızı bağışlasın ve geçmiş iyiliklerinizi kabul eylesin...
Böyleyken, gecenin birinde ben uykuda iken gördüm ki, birçok insan yanıma gelivermiş. Onlara;
Siz kimsiniz, ihtiyacınız nedir? dedim. Dediler ki:
Bizler kabir halkıyız. Sana teşekkür etmeye, bu okuma ve dualardan bizleri ayırmamanı istemeye geldik... Ben de her cuma gecesi ve gününde onlar için Kuran-ı kerim ve dua okumaya devam ediyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Onu yerime halîfe bıraktım</label>
Mevlâna Hâlid hazretlerinin talebelerinden Şeyh İsmâil Enerânî vebâya yakalanmıştı. Abdullah-ı Herâtîye haber gönderip, hemen gelmesini istedi!..
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, on sekizinci yüzyılın sonu ve on dokuzuncu yüzyılın başında Irak ve Şamda yetişmiş büyük velîlerdendir. Silsile-i aliyye adı verilen âlimler ve velîler zincirinin yirmi dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi...
TALEBESİ TAUNA TUTULMUŞTU...
Bağdâdî nisbesiyle meşhûr olan bu mübarek zatın babası hazret-i Osmanın, annesi ise hazret-i Alinin soyundandır. Mevlânâ Hâlid hazretleri 1778 (H.1192) senesinde Bağdâtın kuzeyindeki Şehrezûr kasabasında doğdu. 1826 (H.1242) senesinde Şamda vefât etti... Vefât ettiği zaman Abdullah-ı Herâtî Süleymâniyede idi. Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin hilâfet verdiği önde gelen talebelerinden Şeyh İsmâil Enerânî de tâuna yâni salgın vebâ hastalığına tutulmuştu. Hasta halinde, Süleymâniyede bulunan Abdullah-ı Herâtîye haber gönderip, Şama gelmesini ve şâhitler huzûrunda, kendi yerine onu halîfe bırakacağını bildirdi. Sonra da şâhitlerin tâuna yakalanmasından korktu. Bu hususta Abdullah Herâtîye bir ferman veya icâzet yazılmasını istedi. Arzuladığı icâzete şunları yazdırdı:

HERKES ONA İTAAT EDECEKTİR
Bismillâhirrahmânirrahîm... Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma, Onun ehline ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun. Şimdi... Ben yerime, irşâd ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak makamına, sâlih, mücâhid, felâh, kurtuluş bulan, bu zamânın dervişi, ihsan makâmına yükselen, en güzel şekilde evliyâ yolunu izleyen yardımcı efendimiz Şeyh Abdullah Hirevî (Herâtî)yi oturttum. Onu yerime halîfe bıraktım. Tıpkı, şeyhim, üstâdım, dayanağım, sığınağım, bu varlıkların kutbu Mevlânâ Hâlid Nakşibendî Müceddidînin beni kendi yerine bıraktığı gibi onu kendi yerime bıraktım. Kendi usûlüne göre emirler verecek, yasaklar koyacak, diğer halîfe ve müridler ona itâat edeceklerdir. Her kim ona aykırı davranırsa, o bizim yolumuzdan çıkarılmıştır...
Abdullah-ı Herâtî Süleymaniyeden döndükten sonra yazılı olan icâzeti şifâhen söyledi. Altına da İsmâil Enerânî Hâlidî imzâsını attı. Mevlânâ Hâlid hazretlerinin zamânından kalma kim varsa hepsi bu hilâfeti kabûl ettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bana mühlet ver ki bu malı dağıtayım!</label>
İslam âlimlerinden Yezid er-Rakkaşi hazretleri şöyle anlatıyor: İsrail oğullarından ahlâksız ve zorba bir adam vardı. Bir gün birinin evine zorla girdi ve adamın hanımıyla baş başa kaldı... Bir ara, birisinin içeri girdiğini gördü. Giren şahsı hiddet ve öfke ile karşılamak üzere yerinden fırladı ve; Sen kimsin? Seni buraya sokan kimdir? dedi. O gelen zat şöyle dedi: HİÇBİR KİBİRLİ BENDEN KURTULAMAZ!
Beni buraya sokan her şeyin sahibidir. Ben ise öyle bir kimseyim ki, perdeler bana mani olamaz. Hükümdarların yanlarına bile izinsiz girerim. Saltanat sahiplerinin hücumundan korkmam. Hiçbir mütekebbir (kibirli) ve zorba elimden kurtulamaz. Hilebaz bir şeytan bile pençemden yakasını kurtaramaz!..
Zorba adamın yakası o zatın eline geçti. Adam, düşecek derecede titremeye başladı. Sonra yalvararak ve zillet göstererek yüzüne baktı ve dedi ki:
  • O halde sen ölüm meleği Azrâilsin!
  • Evet! Ben oyum!
  • Tövbe edip hâlimi düzeltinceye kadar bana mühlet verir misin?
  • Artık müddetin bitmiş nefeslerin tükenmiş saatlerin sona ermiştir. Bu bakımdan gecikmesine hiçbir yol yoktur.
  • Beni nereye götüreceksin?
  • Daha önce göndermiş olduğun ameline ve yapmış olduğun evine götüreceğim!
  • Ben daha önce salih bir amel göndermedim, güzel bir ev yapmadım!
  • O zaman seni alev alev yanan ve kafaların derisini yakan bir ateşe götüreceğim.
Sonra onun ruhunu kabzetti.

SENİ AĞLATAN NEDİR?
Abdullah el-Müzeni de şöyle diyor:
İsrail oğullarından bir kişi mal toplardı. Ölümü yaklaşınca çocuklarına bana mallarımı gösterin dedi. Kendisine birçok at, deve, köle ve başka mallar getirildi. Mallara baktığında üzüntüsünden ağladı. Ağlarken ölüm meleği onu gördü ve kendisine şöyle sordu:
  • Seni ağlatan nedir? Sana bu serveti bahşedenin hakkı için ruhunu bedeninden ayırmadıkça evinden çıkmayacağım!
  • Bana mühlet ver ki bu malı dağıtayım!
  • Heyhat! Artık sana mühlet verilecek zaman sona ermiştir. Ecelin gelip çatmadan önce neden dağıtmıyordun.
Böylece ruhunu kabzetti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri