Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çihâr yâr-i güzîni sevmeyen adam!</label>
Eshâb-ı güzîn rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn arasında Çihâr yâr-i güzîn yani Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alî radıyallahü teâlâ anhüm büyüklerin büyüğü ve seçilmişlerin seçilmişi olmakla en öndedirler. Bu bâbda kıyâs yapmaya ve düşünmeye hâcet yoktur...
BİZDEN UZAK DUR!..
Dört Halîfeyi üstün bilmek, büyüklerin sözü ve icmâ ile sâbittir. Büyüklerin sözlerine ve icmâına uymak lâzımdır. Boş sözlere ve bidatlere uymamalıdır...
Mücâhid gâzîlerden biri şöyle rivâyet eder:
Bir gazâda, cemaat ile gazâya giderken, aramızda Benî Temîmden Ebû Hayyân nâmında bir kimse vardı. Çihâr yâr-i güzîn hakkında uygun olmayan çirkin sözler söylerdi. Hepimiz o nasipsiz adama nasîhat ederdik. Fâide etmeyip, uslanmazdı. Yolda bir hâkim var idi. Yolumuz ona uğradı. Hâdiseyi hâkime açıkladık. Hâkim bize dedi ki; O kimseyi benim yanımda bırakın. Mümkindir, onu ıslâh edeyim! Ancak, bir zamândan sonra yola müteveccih olup, giderken, o bedbahtı gördük ki, arkamızdan geliyor. O bedbaht adamı durduramayan hâkim kendisine bir at vermiş. Ardımızdan yetişti. Bize eziyet vermek maksadı ile yine o serverlere uygunsuz sözler söylemeye başladı. Bize karşı, Ey Allahın düşmanları, beni nasıl buldunuz? dedi. Biz de dedik ki: Ey bedbaht ve nasipsiz kimse, bizden uzak ol. Yanımızda yürüme. Tâ ki senin nasipsizliğin bize de bulaşmasın!

DÜNYADAKİ CEZASI BU!..
Hepimiz o adamın üzerine yürüdük. Kovduk. Bizden uzak yürüdü. Bir ara kazâ-i hâcet sebebi ile yoldan sapıp, bir yerde otururken, kızıl arılar üzerine hücûm etmişler. Hemen feryâda başlayıp, bizden yardım isteyince, Şâyet bundan kurtulursa, insâfa gelir niyeti ile kendisine yardıma gittik. Yanına vardığımızda, o arılar bize hücûm edip, az kalsın hepimizi helâk edeceklerdi. Biz de sokmalarına tâkat getiremeyip, çâresiz kalıp kaçtık. O arılar da bize saldırmayı bırakıp, yine o bedbaht kişinin üzerine saldırıp, bir saatte gövdesinin etini delik-deşik edip, bağıra-çağıra öldü ve cânı Cehenneme gitti. Biz de bir yerde durup, bunun ahvâlini birbirimiz ile söyleşirken gaybdan bir ses işittik ki:
Çihâr yâr-i güzîni sevmeyen kişinin dünyâda cezâsı budur. Âhirette yakalanacağı azâbların şiddeti ve nihâyeti ise yoktur!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Haydi oğul haydi git Ya gâzi ol, ya şehit!</label>
Osmanlı Devletinin Balkanlardaki varlığına son vermek isteyen Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ, Rusyanın aracılığıyla aralarında anlaşarak, Türkleri Balkanlardan atmak istiyorlardı. İşte o günlerde (1913) yazılan ve Bulgarların Müslüman Türklere yaptıkları zulümleri anlatan Türkiye Uyan adlı kitaptaki bir çavuşun subayına yazdığı mektubunu sunuyoruz sizlere... Mektup şöyledir: BURAYI HAVAYA UÇURACAĞIM!
Zabit efendi!.. Kuvvetli düşman müfrezelerinin Gümülcineye indiğini, askerimizden bir kısmının çekildiğini ve bazısının da esir edildiğini işittim! Geçen gün dört erle bana teslim ettiğiniz Kuruorman sırtındaki mühimmat deposunu hâlen muhafaza ediyorum...
Tabiî Gümülcineyi işgal eden düşman buraya da gelecek! Doğrusu devletimin ve milletimin nice fedakârlıklarla burada yığdığı bu cephaneyi, sapasağlam düşmana teslim edecek değilim! Buna ne askerlik vazifem, ne de vatan sevgim müsaade eder. Elbette burayı havaya uçuracağım! Fakat o binlerce liranın heba olup gitmesine üzülüyorum. Haydi havaya uçurdum. Sonra ne olacağım? Düşmana esir, değil mi? Biz buraya esir olmak için mi geldik? Milletin paralarını, devletin nâmusunu esaretle ödemek için mi asker olduk? Hayır, hayır! Ben bu zilleti kabul edemem...
Dün bizim idaremiz altında rahat yaşayan bu vahşî çobanların eline esir düşmek!.. Aman yâ Rabbî! Bu ne müthiş zillet!.. Ben bu esirlik zilletine düşmektense bin defa ölmeyi tercih ederim...

ŞEHİT OLDUĞUMU BİLDİRİN
O hâlde ne yapmalıyım? Ben bu cephane deposunun içine saklanacağım. Burayı teslim almaya gelen Bulgarlar, iyice toplanıncaya kadar saklanacağım. Ben de içinde dahil olmak üzere cephaneyi havaya uçuracağım...
Memleketimde bulunan ana ve babama, hanımıma ve çocuklarıma selâmımı yazınız. Onlar seferberlik ilân edildiği zaman beni Subaşında, değirmen kenarında uğurladılar. Bana;
Haydi oğul haydi git!
Ya gâzi ol, ya şehit! demişlerdi...
Cenâb-ı Hak bana şehit olmayı nasip ediyor! Artık şehit olduğumu bildirin...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zamanının bir tanesi Ebü'l-Hasen-i Şâzilî</label>
Ebül-Hasen-i Şâzilî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Şâzilî yolunun ilk rehberidir. 1196 (h.592)da Tunusta Şâzile kasabasında doğdu. Tasavvuftaki silsilesi Sırrî-yi Sekatîden gelmektedir. Aynı zamanda bu silsilede bulunan Seyyid Ahmed Rıfâîye bağlanmıştır... TALEBE NASIL OLMALI!..Bu mübarek zat, İskenderiyyeye gelerek Şâzilîye yolunun esaslârını açıklayıp, neşretti. Tefsîr, hadîs, fıkıh usûl, nahiv, sarf, lügat ilimlerinde ve zamanın fen ilimlerinde de bir tâne idi. 1256 (h.654)da vefât etti...
Ebül-Hasen-i Şâzilî hazretleri, talebeleri için dâima şu nasihatte bulunurdu:
Talebe, din kardeşlerini, arkadaşlarını, son derece merhametle gözetmeli, onlara son derece hürmet etmelidir, insan, içlerinden birini kendisine sohbet arkadaşı seçmeli, bu arkadaş, gaflete düştüğünde, seni uyandırmalı, ibâdette tembelliğe düştüğünde seni heveslendirmeli, âciz kaldığın yerde sana yardım etmeli ve sen doğru yoldan kaydıkça seni doğru yola çekmeli. Sana nasihat vermeli, kötü harekette bulunduğunda veya bir günah işlediğinde sana uymayıp vazgeçirebilecek vasıflarda olmalıdır. Arkadaşlarına gelebilecek eziyetlere mâni olmalısın. Güzel ahlâk edinip, şefkat ve merhamet üzere bulunmalısın. Hak teâlâya, itâat ve ibâdeti, bu yola hizmeti gözetmeli ve buna sımsıkı sarılmalısın. Lüzumsuz şeylerle gözü meşgûl edip, gönlü dağıtmamalısın. Zirâ bu, insandaki şehvet kuvvetini artırır...
Buyurdu ki: Biz Hak ile olunca, mahlûkattan hiçbirini görmeyiz. İnsanlık icâbı baksak bile, onlar havadaki toz zerrecikleri gibi görünür. Dikkatle baksan bir şey bulamazsın...

SON HAC YOLCULUĞU...
Ebül-Hasen-i Şâzilî hazretleri, her sene hacca giderdi... Sonuncu defa yola çıktığı sene, talebesine, yanına bir kazma, bir ibrik ve bir de kâfur almasını emretti. Bunları niçin aldırdığını soran talebesine buyurdu ki: Hamisreye varınca anlarsın. Talebesi bilâhare şöyle anlattı: Hamisreye vardık. Ebül-Hasen-i Şâzilî hazretleri, guslederek iki rekat namaz kıldı. Sonra seccâdede rûhunu teslim etti. Yanlarına aldıkları kazma ile mezar kazılıp ibrikle su taşınıp yıkandıktan sonra, kâfur konup hemen oraya defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tabir edildiği gibi çıkan rüya!</label>
Dün bahsettiğimiz gibi, İsmihan Sultan da kocası gibi hayırda yarışan biridir ve hemen Mekke ve Medine halkına bol bol ihsanlarda bulunur... İsmihan Sultanın rüyasının üzerinden az bir zaman geçmiştir ki, kocası Melek Ahmed Paşa da bir rüya görür... EVLADIN OLDUKTAN SONRA GEL!
Paşa, bu son derece enteresan rüyasını çevresindekilere anlatır... Rüyamda İsmihan Sultan bana (Dedem Sultan Ahmed bana Evladın olduktan sonra gel dedi) der... Ben de onlara İnşaallah yakın zamanda İsmihanı alırım ve Cennette onunla dolaşırım dediğimde derhal gördüm ki, birkaç adam, İsmihanın başına bir beyaz bez örtüp, koltuğuna da dört adam girerek götürüyorlar... Daha sonra Ayasofyada bir çeşit namaz kıldık ki, ömrümde öyle karmakarışık namaz kılmamıştım. İmamımız Şeyhülislam Sunizade Efendi önüme düşüp beni sarayıma getirdi. Korkumdan uyanıp, kendime geldim...
Paşa, daha önce hanımının gördüğü rüyayı hatırlayıp gözyaşları içinde kendisini dinleyen arkadaşlarına kendi rüyasını şöyle tabir eder:
Bu rüyamın tabiri geçen aylarda görülmüştür ki, orada hanımım bir rüya görür. Rüyasında dedesi Sultan Ahmed kendisine cennet bağlarında İsmihanım benim bu bağlarıma gelsene buyurmuştur. Bunun üzerine, Sultan Mustafa Yok birader, Melek Ahmed Paşadan bir kızı olsun da sonra gelsin der. Sultan bu rüyayı göreliden beri hamiledir. Allah bilir, bir kız doğuracak. Ancak vefat edecek. Ayasofyada şey-hülislam ile karmakarışık namaz kılmamız, benim cenaze namazımı şeyhülislamın kıldıracağına işaret. Elimden tutup benim sarayıma götürmesi ise, Allah bilir beni ta mermer mezarıma kadar götüreceğine işarettir ve Allahualem İsmihan Sultan, bu doğum sırasında vefat eder...

BİR KIZ ÇOCUĞU OLUR; ANCAK!..
Ve Melek Ahmed Paşanın bu rüyayı anlatmasından yirmi altı gün sonra, köşk halkının okuduğu hatmi şerifler ve salevatlar içinde İsmihan Sultanın nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya gelir. Köşk sevince gark olur ve çil çil altından sadakalar dağıtılır. Fakat çok geçmeden rüyanın tabiri çıkmaya başlar ve sevinçler hüzne dönüşür. İsmihan Sultan, doğumdan sonra iyice rahatsızlanır ve yirmi yedi yaşında rahmet-i Rahmana kavuşur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İsmihan Sultan ve Melek Ahmed Paşa</label>
1600lü yılların başlarında şehr-i İslambolda nur topu gibi bir erkek çocuk dünyaya gelir. Bu çocuk, Yavuz Sultan Selimin vezir-i azamı Kara Piri Paşanın hazinedarı ve kapukethüdası, deniz ümerasından Pervane Kaptanın biricik oğludur. PADİŞAHIN KIZIYLA EVLENİR...Dedesi, Bugün yarın ölürüm düşüncesiyle Tophane yakınlarındaki yalısında, yedi sene odası içindeki yüklükte tabutunu saklayan çok müttaki bir insandır. Adı Ahmed konulan bu güzel çocuk, işte böyle bir atmosferde yetişir...
Küçük Ahmed, biraz serpilince, babası tarafından Sultan 1. Ahmede takdim edilir. Sultan Ahmed, bu pırıl pırıl nur yüzlü çocuğu görünce isminin önüne Melek ilave eder. Ve küçük Melek Ahmed saraya alınır. Yıllarca Enderun terbiyesi içinde yetişir ve Melek Ahmed Ağa namıyla Has odaya girer... Oradan da Çuhadarlığa yükselir. Bu pehlivan yapılı yiğit, ikbal basamaklarını tırmanmaya devam ederek Silahtarlığa yükselir. Çok geçmeden de üç tuğlu vezirlik rütbesi ile Diyarbakıra vali tayin olunur (1638). Bir süre Musul muhafızlığında bulunduktan sonra da, İstanbula döndüğünde Kubbealtı Vezirleri arasına girer (1640).
Bu arada Dördüncü Muradın ehl-i kalb kızı İsmihan Sultan ile mesud bir izdivaç yapar (1644). Ve bu vazifeşinas insanın rütbesi daha sonraları Sadrazamlığa kadar yükselir.
Dördüncü Muratın üçüncü kızı olan bu genç sultan, Melek Ahmed Paşa ile evlendikten sonra bu evliliğini takva ile ziynetlendirerek, Koca Mustafa Paşa Şeyhi Hasan Efendiye intisab eder...

DEDESİ CENNETE ÇAĞIRIYOR!..
İşte bu günlerin birinde İsmihan Sultan bir bebek dünyaya getirmek üzeredir. Bu müjdeli hadisenin hemen akabinde bu mübarek kadın enteresan bir rüya görür. Kocasına anlatır. Rüyasında dedesi Sultan Ahmed Han cennettedir ve onu da çağırmaktadır...
Paşa, rüya tabirinden iyi anlayan biridir. Bu rüyanın tabirinden hüzün çıkmaktadır. Ancak Paşa, hanımına hiçbir şey sezdirmeden rüyasının hayırlı, müjdeli olduğunu söyleyip bol bol tasaddukta bulunmasını söyler... Neticede neler yaşandı; o da yarına...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şu anda hiç acı duymuyorum!..</label>
Resul-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ismini söyleyince, işitince, yazarken ve okurken Ona salevat getirmek hürmete ve sevap kazanmaya sebep olmaktadır... Salevat, salat kelimesinin çoğuludur. Salat, dua demektir. Peygamber efendimiz için yapılan dualara salevat getirmek denir... RESULULLAHA SALAT OKUYUNCA...
Kuran-ı kerimde, (Allah ve melekleri, Resule salat ediyor. Ey iman edenler, siz de salat edin) buyuruluyor. (Ahzab 56) Hadis-i şerifte de, (Bana bir salat getirene, Allah ve melekleri 70 salat getirir) buyuruldu. Allahın salat etmesi rahmet, meleklerinki dua, müminlerinki ise Onun şefaatini taleptir.
Salevat kısaca, Allahümme salli ala Muhammed ve alâ âli Muhammed demektir. Peygamber efendimizin ismi anılınca, aleyhisselam veya aleyhissalatü vesselam yahut sallallahü aleyhi ve sellem demekle de Peygamber efendimize dua edilmiş, salevat getirilmiş olur.
Bu hususta Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz;
Cuma günleri bana çok salevat okuyun! Bunlar, bana bildirilir buyurdu. Öldükten sonra da bildirilir mi? denilince buyurdu ki: Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, Falan oğlu filan, sana selam söyledi der.
Bana salevat okuyana, melekler salât okur. Salevata devam edene, melekler de ona salat okumaya devam eder. Artık isteyen az, isteyen çok salevat okusun!
Bir kitap yazmaya veya vaaza başlarken Allahü teâlâya hamd ve Resulüne salevat getirmelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
Kim, kitabına ismimi yazdıktan sonra, bana salat ve selam da yazarsa, ismim o kitapta kaldığı müddetçe, melaike, o kimse için istiğfar eder.
Beni sözünüzün başında, ortasında ve sonunda anın!
Allahü teâlâyı zikretmeden ve Resulüne salevat getirmeden, toplanıp dağılmak, leşten dağılmak gibidir

ŞİMDİ O ÂNI YAŞIYORUM!..
Ölmek üzere olan, can çekişen birisine, başında bulunanlar soruyorlar:
- Şu anda nasılsın? Çok ızdırap duyuyor musun?
Adam şöyle cevap veriyor:
- Hiç acı duymuyorum. Âlimler Kim Peygamber aleyhisselama salatü selam getirirse, ölüm acısı duymaz buyurdukları için ben Resul-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimize çok salevat getirirdim. Şu anda, onların söylediklerinin gerçek olduğunu yaşayarak anlıyorum.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bunu sana kim haber verdi?..</label>
İmâm-ı Muhammed Bâkır Oniki İmâmın beşincisidir. Hazret-i Hüseyinin torunu ve İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin oğlu İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinin babasıdır. 676 (H.57) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 731 (H.113) senesinde aynı yerde vefât etti. Cennetül-Bakîye defnedildi...
ONLAR BENDEN UZAKTIR!..
Muhammed Bâkır hazretleri, zamânında bütün dünyâdaki evliyânın feyz kaynağı oldu... Hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömeri çok severdi. Zamânında bâzı kimselerin bunlara düşmanlıkta bulunduklarını ve bunu da Ehl-i beyte olan sevgilerinden yaptıklarını iddiâ ettiklerini duyunca, çok üzüldü: Ben hazret-i Ebû Bekirle hazret-i Ömere düşmanlık eden kimselerden uzağım. Onlar da benden uzaktır buyurdu.
Bir gün, sohbet esnâsında, hazret-i Ebû Bekirden rivâyetle bir hadîs-i şerîf okudular. Orada bulunanlardan birisi; Hayır, bu hadîs-i şerîfin râvisi, Ebû Bekir değil, başka bir zâttır dedi. Bunun üzerine İmâm toparlandı, ellerini dizlerine koydu ve; Ey hazret-i Ebû Bekir! Bu hadîs-i şerîfin râvisi siz değil misiniz? dedi. Bunun üzerine Evet, yâ Muhammed bin Ali, doğru söylüyorsun. O hadîs-i şerîfin râvisi benim sesi duyuldu ki, herkes bu sesi işitti.
İmâm-ı Muhammed Bâkır, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfeye bakıp; İslâmiyeti bozanlar çoğaldığı zaman, sen onu canlandıracaksın. Sen korkanların kurtarıcısı, şaşıranların sığınağı olacaksın! Sapıkları doğru yola çevireceksin. Allahü teâlâ yardımcın olacak! buyurdu.

SEN NE İŞ YAPARSIN?..
Bir kimse şöyle anlatmıştır:
Elli kişi kadar bir cemaat ile İmâm-ı Muhammed Bâkır hazretlerinin sohbetinde idik. O sırada Kûfeden bir kimse geldi. İmâm-ı Muhammed Bâkıra dönerek, Kûfede falan kimse sizin yanınızda bir melek olduğunu ve o meleğin sana mümini, kâfiri, dostunu ve düşmânını haber verdiğini söylüyor dedi. İmâm, o kimseye, Sen ne iş yaparsın? diye sordu. Buğday satarım dedi. Yalan söylüyorsun buyurdu. Ara sıra arpa da satarım deyince, Yine yalan söyledin. Senin işin hurma satmaktır buyurdu. O şahıs, Bunu sana kim haber verdi? diye sordu. Dostumu düşmânımı haber veren melek bildirdi buyurdu. Sonra o şahsa, Sen falan hastalıktan öleceksin! buyurdu. Bir ara Kûfeye gitmiştim. O şahsı sordum. Üç gün önce İmâm-ı Muhammed Bâkırın söylediği hastalıktan öldü dediler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dokuzuncu İmam Cevâd Takî</label>
Buyurdu ki: Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allahü teâlâ ondan râzı olur: Çok istiğfâr etmek, yumuşaklık ve sadâkat çokluğu...

İmâm-ı Muhammed Cevâd Takî Oniki İmâmın dokuzuncusudur. Muhammed Cevâd hazretleri, Resûlullah efendimizin torunu olup, hazret-i Ali ile hazret-i Fâtımanın (radıyallahü anhümâ) evlâdlarındandır. Hazret-i Hüseyinin soyundan olduğu için Seyyiddir. Muhammed Cevâd daha küçük yaşta, büyük ve derin bir âlim olmuştur. İmâmlığı on altı sene iki ay on dört gündür... Muhammed Cevâdın menkıbeleri ve kerâmetleri çoktur. KİM ZALİME YARDIM EDERSE!..
İmâm-ı Takî hazretleri buyurdu ki:
Zulüm yapan, zâlime yardım eden ve bu zulme râzı olan, bu zulme ortaktır. Zâlimin adâletle geçen günü, kendisine, mazlumun zulüm gördüğü günden daha ağır gelir.
Câhiller çoğaldığı için, âlimler garib oldu.
İhtiyaç sâhiplerine iyilik ve yardım yapanlar bu iyiliğe ihtiyaç sâhiplerinden daha çok muhtaçtırlar. Çünkü iyilikleri sebebiyle sevâba ve övgüye kavuşurlar. Her kim iyilik yaparsa başta kendine iyilik yapmış olur.
Kim Allahü teâlâya güvenir ve sığınırsa, insanlar kendisine muhtaç olur. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınan kimseyi Allahü teâlâ insanlara sevdirir.
Dilde güzellik, tatlılık ve akılda olgunluk olmalıdır.
İffetli olmak fakirliğin, şükür belânın, tevâzû üstünlüğün, fesâhat sözün, hıfz rivâyetin, tevâzu ilmin, edep ve mâlâyânîyi terk etmek verânın, güler yüzlülük de kanâatin zîneti, süsüdür.
İnsanın şerefi ve mertliği kimseyi hoşlanmadığı bir şeyle karşılamaması; ahlâkının güzelliği başkasına eziyet veren şeyi terk etmesi; cömertliği, üzerinde hakkı olan kimselere iyilik etmesi, insaflı olması; hak ortaya çıktığı zaman hakkı kabul etmesidir.
Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allahü teâlâ ondan râzı olur: Çok istiğfâr etmek, yumuşaklık ve sadâkat çokluğu...

SÂLİHA BİR HANIMIN ARZUSU...
Bir kimse şöyle anlatmıştır:
İmâm-ı Muhammed Takî hazretlerinin huzûruna gidip, Falan sâliha hanım size duâ ediyor ve kendisine kefen yapmak için bir elbisenizi istiyor dedim. O sâliha hanımın elbiseye ihtiyâcı kalmamıştır buyurdu. Bu sözün manâsını anlayamamıştım. Sonra o sâliha hanımın on üç veyâ on dört gün önce vefât ettiğini haber aldım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Ali'ye düşman olan adamın sonu!</label>
Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma ve çocuklarının herkes üzerinde hakları vardır. İnsanların en şereflileri Ehl-i beyttir. Onlara tazim, dinimizin emridir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: ONU İNCİTEN BENİ İNCİTMİŞTİR...(Aliyi seven, beni sevmiştir. Ona düşmanlık, bana düşmanlıktır. Onu inciten beni incitmiştir. Beni inciten de elbette Allahü teâlâyı incitmiş olur.)
(Aliyi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.)
(Aliyi sevmek, ateşin odunu yaktığı gibi, Müslümanların günahını yok eder.)
(Aliye düşman olanın düşmanı Allahtır.)
(İlim on kısımdır. Dokuzu Alide, biri diğer halktadır. O, bu biri de onlardan iyi bilir.)
(Alinin yüzüne bakmak ibadettir.)
(Aliyi sevmek, iman, ona düşmanlık, nifak alametidir.)
(Ya Ali, bana, Harunun Musaya yakınlığı gibisin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.)
(Ya Ali, Fatıma bana senden daha sevgilidir. Sen bana, ondan daha kıymetlisin.)
(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömerdir. Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Alidir.)
(Ya Ali, senin sevdiğini sever, senin buğzettiğine buğzederim.)
(İmanın alametleri vardır. Birinci alameti Aliyi sevmektir.)

MİNBERDEN DÜŞEREK ÖLDÜ!..
Hüseyin bin Alî radıyallahü anhümâ şöyle anlatmıştır:
Medîne vâlîsi İbrâhîm bin Hişâm el-Mahzûmî, her cuma bizi minber etrâfında toplar ve hazret-i Ali hakkında yakışıksız sözler söylerdi. Yine bir cuma günü mescid dolu idi. Ben minberin yanında oturuyordum. Uyumuştum. Rüyâmda Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem kabrinin açıldığını gördüm. Bana Ey Ebâ Abdüllah! Bu şahsın sözlerine üzülmüyor musun? buyurdu. Evet üzülüyorum dedim. Gözlerini aç da bak, Allahü teâlâ ona ne yapacak! buyurdu. Gözlerimi açtım, yine hazret-i Ali radıyallahü anh hakkında uygunsuz sözler söylüyordu. Birdenbire minberden düşüp orada can verdi!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mazlumun âhı indirir şâhı!..</label>
Sâlihlerden bir kimse vardı. Bizlere şöyle bir hadise nakleder: Çok sevdiğim dindar, güvenilir ve namuslu bir oğlum vardı, vezirin oğlu haksız yere onu öldürdü, hakkımı aradım ama kimse elimden tutmadı. Ben de sabah akşam Bedir ehli yüzü suyu hürmetine Allâhü teâlâdan istemeye başladım ve çocuğumun kanının hakkını alabilmem için onlardan himmet istedim... BEDİR EHLİNE KOŞUN!..
Aradan uzun zaman geçince gönlüm daraldı ve hakkımı alabileceğimden ümidimi kestim. Bir gece uyurken rüyamda, güzel kılıkta ve hoş bir halde bulunan birtakım zatlar gördüm. O sırada biri; Bedir ehline koşun! diyordu. Derken hepsi birbiri ardınca öne geçtiler. Ben içimden;
Sübhânallâh! İşte bunlar çocuğumun hakkını almak için kendilerinden himmet islediğim Bedir ehli! Karşımda duruyorlar! Vallahi ben de onları izleyeceğim... dedim. Böylece onların ardınca yürüdüm. Nihayet yüksek bir mekana geldiler, her biri nurdan bir kürsü üzerine oturdu. O sırada onları ziyaret eden ve hallerinden şikâyet eden birtakım toplumlar gördüm. Kendi kendime;
Peki ben niye çocuğumu öldürenden şikayetçi olmuyorum? dedim ve onlara doğru giderek durumumu ve kimsenin elimden tutmadığını anlattım. İçlerinden biri;
La havle vela kuvvete ila billa hil aliyyil azîm diyerek yanındakilere baktı ve; Kim bana bu zavallının hasmını getirecek? dedi.
Hemen biri gitti, çok geçmeden benim oğlumun katilini getirdi. O zat ona;

ZULÜM VE DÜŞMANLIK!
Bu adamın oğlunu sen mi öldürdün? deyince o; Evet dedi. O zat;
Peki onu öldürmeye seni ne sevk etti? diye sorunca o; Zulüm ve düşmanlık! diye cevap verdi. Bunun üzerine o zat ona:
Yere otur! dedi. O yere oturunca benim elime bir hançer vererek:
İşte senin hasmın budur, o senin oğlunu öldürdüğü gibi sen de onu öldür dedi. Ben de hançeri alıp onu boğazladım. Uykumdan uyanınca büyük bir nâra işittim. Bir de ne duyayım, insanlar; Vezirin oğlu yatağında boğazlanmış olarak bulundu, fakat katili bilinmiyor diye konuşuyorlardı...
Evet, zulmeden mutlaka yıkıma uğrar. Mazlumun âhı, indirir şâhı!.. demişler. Yani, zulüm gören kimsenin âhı, gözyaşı, padişahı tahtından indirir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yâ Resûlallah! Allah yolunda mı öleceğim?"</label>
Câbir bin Abdullah radıyallahü anh Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. 601 senesinde (Hicretten 21 sene önce) Medînede doğdu. 693 (H. 74) senesinde yine aynı yerde vefât etti... Tefsir ve fıkıh ilminde Eshâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olan Câbir bin Abdullah hazretleri, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin sağlığındayken sorulan bâzı suâllere cevap verip, müftîlik yaptığı gibi, Peygamber efendimizin vefâtından sonra, Ondan öğrendiği ilmi dört bir yandan gelenlere öğretmeye çalıştı... Ömrünün sonuna doğru Yezîdin kumandasındaki orduda İstanbul Muhâsarasına katıldığı bu sırada 693 (H.74)te şehid olup, Kocamustafapaşada bulunduğu sanılmakta ise de, kaynak kitaplarda onun aynı senede Medîne-i münevverede vefât ettiği bildirilmektedir... BEŞ VAKİT NAMAZ KILANLAR...
Bizzat Peygamber efendimizden işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden biri:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; Birinin evi önünde nehir olsa, her gün beş kere bu nehirde yıkansa üzerinde kir kalır mı? diye sordu. Eshâb-ı kirâm Hayır yâ Resûlallah! dediler. Resûlullah efendimiz; İşte beş vakit namazı kılanların da böyle küçük günahları affolur buyurdular...
Câbir bin Abdullah radıyallahü anh anlatır:
Gazvelerden birine Resûlullah efendimiz ile birlikte çıkmıştım. Bir gün bir ağacın gölgesinde otururken, Resûlullah efendimiz bulunduğum yere geldi. Yâ Resûlallah, gölgeye buyurun dedim. Teşrîf edip, oturdu. Yanımda salatalık vardı. Çıkarıp ikrâm ettim. Bunu nereden buldun? diye sordu. Medîneden getirdim dedim...

İYİ ELBİSELERİNİ GİYSİN!
Benim develerimi otlatan bir arkadaşım vardı. O sırada o da yanımda idi. Üzerinde eski bir elbise vardı. O hâliyle yürüyüp gitti. Resûlullah efendimiz bana Bu arkadaşının üzerindeki elbisesinden dahâ iyi elbisesi yok mu? diye sordu. İki elbisesi dahâ var, ben vermiştim. Çantasında saklıyor deyince, Arkadaşını çağır, o iyi elbiseleri giysin! buyurdu. Onu çağırdım. Gelip, çantasındaki elbiseleri giyinip gitti. Sonra Resûlullah efendimiz, Arkadaşının hâlinin ne olacağını biliyor musun? Allahü teâlânın onun için takdîr ettiği ölüm bu harbde olacaktır buyurdu. Arkadaşım bu sözleri işitip, Yâ Resûlallah! Allah yolunda mı öleceğim? diye sordu. Evet buyurdu. Arkadaşım o gazâda şehîd oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasedin böylesi hiç görülmedi!..</label>
Dördüncü Abbasi Halifesi El-Hadi zamanında, Bağdadda yaşayan salih ve hayırsever bir zenginin, fakir bir komşusu vardı. Bu komşu onun servetini kıskanıyordu. Zengin olan komşusuna zarar vermek için ona her iftirayı atıyordu. Ama her ne kadar çaba harcasa da iğrenç maksadına erişemiyordu... BENİ ONUN BAHÇESİNDE ÖLDÜR!
Gün geçtikçe adamın kıskançlık ateşi körükleniyor ve kendisine ızdırap veriyordu. Kıskançlıktan geceleri uykuları kaçıyor, gündüzleri yemek yiyemiyordu. Âdeta çıldıracaktı...
Bu haset adam, bütün çabalarından bir netice alamadığını görünce, bir köle aldı. Bir gün onu çağırarak şöyle dedi:
Ey köle! Falan komşum çok büyük servete sahiptir; bundan dolayı çok rahatsızım! Onun ölmesini istiyorum. Fakat onu öldürmeye gücümüz yetmez. Çevresinde bir sürü adamı var. Ama şöyle bir plan tasarladım: Beni onun bahçesinde öldür, böylece onu katil olarak yakalayıp kısas etsinler! Köle, hasetçiliğin böylesini ne duydu ne de görmüştü. Şaşkınlıkla;
Bu nasıl bir düşüncedir? Siz kendinizi öldürmekle ruhunuzun rahat olmasını mı istiyorsunuz? dedi. Kıskanç adam;
Ben senelerdir onun saadetini gördükçe her gün ölmekten beter oluyorum. Böylece bir defa ölürüm, hem de ondan intikamımı almış olurum dedi...

ÇABUK OL, İŞİ TAMAMLA!..
Kıskanç adam, ertesi gün kölesiyle beraber bu komşusuna ziyaret bahanesiyle gitti. Biraz oturduktan sonra yanından ayrıldı ve komşunun bahçesinin bir köşesinde kölesine bir bıçak vererek; Çabuk ol işi tamamla dedi. Köle de mecburi olarak bıçağı, efendisinin boğazına dayayıp başını bedeninden ayırdı ve oradan kaçtı...
Birkaç saat sonra adamın cesedini zenginin bahçesinde buldular. Ölen kıskanç adamın akrabaları o zengini şikâyet ettiler.
Haber halifeye ulaştı. Halife, onun hapse atılmasını emretti. Fakat köle vicdan azabı duydu ve halifeye hadiseyi baştan sona nakletti. Halife, kölenin sözlerini duyunca, hayretler içerisinde kaldı ve hapisteki zengin adamın serbest bırakılmalarını emretti. Sonra tarihe geçen şu veciz sözü söyledi:
Hasetçi insana bir ceza vermeye lüzum yoktur. Bu huyu, onun cezasını verir!..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri