Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sekiz oğlu gözünün önünde şehîd oldu!</label>
Hazret-i Muaviyenin (radıyallahü anh) vefatından sonra Yezidin birçok kimsenin muhalefetine rağmen veliahd olup başa geçmesi neticesinde yönetimden razı olmayan fakat Şamda ne olup bittiğini öğrenmek isteyen bazı Müslümanlar vardı. Bunlar eshabın ileri gelenlerinin çocukları idi. Gasîlül Melâike diye bilinen Abdullah bin Hanzala hazretleri, kalabalık bir heyet oluşturup Şama Yezid bin Muaviyeyi ziyarete gittiler... MEDİNELİLER HANZALAYA BİAT ETTİ...Heyet, Yezidin huzuruna vardıklarında Yezidden büyük iltifatlar gördüler. Yezid onlara bol ikram ve ihsanlarda bulunup cömertçe hediyeler verdi. Son derece adil, kibâr, haysiyetine düşkün olan Abdullah bin Hânzala, Yezîdin verdiği yüz bin dirhem ile yanında bulunan oğullarına verdiği on bin dirhemi reddetmeden kabul etmişti. Ancak onlar Şamda yaptıkları araştırmada Yezîdin bazı günahları açıkça işlediğini öğrendikleri için, ona biat etmediler. Medineye dönüşlerinde bütün Medine halkı Abdullah bin Hanzalaya biat ettiler.
Bu haber Şama ulaşınca Yezid derhal Ensarın ileri gelenlerinden Numan bin Beşiri Medineye göndererek buna engel olmasını ve halkı bundan vazgeçirmeye çalışmasını istedi. Numan bin Beşir Medineye giderek onlara böyle bir kıyamdan vazgeçmelerini söyledi, ancak Medineliler kararlarında ısrarlıydılar. Bunun üzerine Yezid, Müslim bin Ukbe kumandasında bir orduyu derhal Medine üzerine gönderdi. Bu ordu Medineye girerek isyanı şiddetli bir şekilde bastırmaya başladı. Abdullah bin Hanzala arkadaşlarını da teşvik etmeye çalışarak onlara şöyle diyordu:

BİLİNİZ Kİ ÖLÜM MUKADDERDİR!..
Şu anda tam olarak düşmanla karşı karşıya gelmiş ve savaşın en sert anını yaşıyorsunuz... Şimdiye kadar sabrettiniz; Allahın kelâmında zikrettiği Resulünün yardımcılarının çocukları ve hicret yurdunun sakinlerisiniz. Ben Rabbinizin, Müslümanların bütün şehirleri arasında bu şehir dışında başka bir şehirden daha razı olduğunu zannetmiyorum... Kesinlikle biliniz ki ölüm mukadderdir. Allaha yemin ederim ki şehîd olarak ölmekten daha üstün bir ölüm olamaz. İşte bu fırsatı yüce Allah önünüze getirmiştir...
Çarpışmalar şiddetlendikçe şiddetlenmişti. Abdullah bin Hanzala samimiyetle çarpışan sekiz oğlunu teker teker gözünün önünde kaybetti. Daha sonra kendisi de şehid edildi...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ben, ölüyü diriltemem!</label>
Yûsuf Nebhânî hazretleri son asır İslâm âlimlerinin büyüklerinden ve evliyâdandır. İsmi Yûsuf bin İsmâildir. Nebhânî nisbesiyle meşhûrdur. 1849 (H.1265) senesinde Hayfada Eczim köyünde doğdu. 1932 (H.1350) senesinde Beyrutta vefât etti. Zamânın büyük velîsi Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerinin hac yolculuğu sırasında, onu ziyâret edip elini öptü. Bereketli sohbetinde bulunup istifâde etti. REFORMCULARLA MÜCADELE ETTİYûsuf Nebhânî hazretleri ilim ve fazîlette yüksek bir zât olduğu gibi, bütün gücüyle Ehl-i sünnet dışı zararlı ve reformcu cereyanlarla mücâdele etti. Hakîkî kurtuluş yolu olan Ehl-i sünnet vel-cemâati müdâfaa etti. Bu sebeple Vehhâbîler ve kendilerinin selefi olduğunu iddiâ eden reformcu çevreler, bu büyük zâtı sevmezler, isminden ve eserlerinden bahsetmezler...
Trablusşam Nakîb-ül-eşrâfı (Seyyidlerin ve şerîflerin doğum ve vefât kayıtlarını tutan ve onların işleriyle ilgilenen müessesenin idârecisi) Şeyh Abdülfettâh Zağbî Efendi, Yûsuf Nebhânî hazretlerine şöyle bir hadise anlatmıştır:
Bir defâsında bir arkadaşımız hastalanmıştı. Abdullah ibni Şeyh Hıdır ez-Zağbîyi de yanımıza alıp ziyâretine gitmek istedik. Onu götürmekten maksadımız hastanın bereketlerinden istifâde ederek şifâya kavuşması idi. Ancak gitmek istemedi. Çok ısrar edince kabûl edip bizimle geldi. Hastanın yanına vardığımızda, şiddetli hastalığından hiçbir eser kalmadı. Ayağa kalkıp bizi karşıladı. Hoş geldiniz deyip konuştu. Ziyâreti yapıp yanından ayrıldık. Ayrılıp giderken yolda Şeyh Abdullah hazretleri;
  • Ben ölüyü diriltemem, dedi. Bu sözüyle ziyâretine gittiğimiz kişinin öleceğine işâret etmişti. Dedim ki:
  • Onun yüzünde hiç ölüm işâreti yoktu ki. Yine;
  • Ben ölüyü diriltemem, buyurdu. Sonra memleketine gitti...

HASTA İYİLEŞTİ; ANCAK!..
Hasta arkadaşımız iyileşti çarşıya pazara çıkıp dolaştı. Ben Abdullah ibni Şeyh Hıdır ez-Zağbî hazretlerinin işâretine ve diğer taraftan da hastanın sıhhate kavuşmasına hayret ediyordum. Çünkü o öleceğine işâret etmişti. Hasta ise sapasağlam olmuştu...
Aradan on gün kadar geçti. Bir gün o arkadaşın evinin bulunduğu taraftan ağlama sesleri işittim. Merak edip sorunca, arkadaşımızın vefât ettiğini öğrendim. O zaman Şeyh Abdullahın kerâmetini anladım.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâbi'înin hayırlısı Rebi bin Harrâş</label>
Rebî bin Harrâş hazretleri Tâbiînin büyüklerindendir. Hadis âlimlerindendir. Kendisine kadar gelen hadis-i şeriflerden bazıları, muteber hadis kitaplarında onun rivayeti ile yer almaktadır...NE ZAMAN BİR MUSÎBET GELSE!.. Rebînin kardeşi Rebi şöyle anlatır: Cafer-i Sâdık rahmetullahi aleyh halîfe Mensûrun yanına geldiğinde, dudaklarını kıpırdatıyor, bir şeyler okuyordu. Mensûrun kızgınlığı yavaş yavaş geçti. Hattâ onu yanına çağırıp, güler yüzlü ve hoşnut davrandı. Oradan ayrılınca, Cafer-i Sâdıka Halîfe sana çok kızmıştı, sen gelip dudaklarını oynattıkça, onun kızgınlığı yavaş yavaş söndü. Hangi duâyı okuyordunuz? diye sordum. Dedem Hazret-i Hüseyinin radıyallahü anh duâsını okuyordum. Bu duâ şöyledir: Yâ uddetî inde şiddetî ve yâ gavsî inde kürbetî ührüsnî biaynikelletî lâtenâmü ve ekfinî bi rüknike ellezî lâ yerâmu. [Ey, zorlukta dayanağım ve ey sıkıntıda hakîkî mededkârım! Dâimî görmekliğin ile beni koru ve nihâyetsiz kudret ve kuvvetinle bana kâfi ol!] Rebi demiştir ki bu duâyı ezberledim. Bana ne zamân bir musîbet gelse, bu duâyı okur, kurtulurdum...
Rebî bin Harrâş hazretleri diyor ki:
Biz dört kardeş idik. Rebi hepimizden çok namâz kılar ve sıcak günlerde oruç tutardı. O vefât etti. Yüzünü örttük. Bir kişiyi pazardan ona kefen satın alması için gönderdik. Biz yanında duruyorduk. Bir de baktık ki, yüzünü açtı ve esselâmü aleyküm dedi. Oradakiler Ve aleykesselâm! Öldükten sonra konuşuyor musun? dedik. Evet sizden sonra Rabbime kavuştum. Rabbimi gadaplı bulmadım. Beni yumuşak reyhân ve istebrakla karşıladı. Dikkat ediniz! Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem cenâze namâzımı bekliyor! Acele edin, beni geciktirmeyin! dedi.

GÜLMEYECEĞİNE YEMÎN ETMİŞTİ!..
Bu haberi hazret-i Âişeye radıyallahü anhâ bildirdiler. Buyurdu ki:
Resûlullahtan sallallahü aleyhi ve sellem işittim: Benim ümmetimden öldükten sonra konuşan kimse Tâbiînin hayırlısıdır buyurdu.
Rebi, yerinin Cennet mi, Cehennem mi olduğunu bilmeden gülmeyeceğine yemîn etmişti. Vefât ettikten sonra cenâzesini yıkayan kimse, onun devamlı tebessüm ettiğini söylemiştir..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İran Kisrâsı ve Arab kâhin Sa'îb</label>
İran Kisrâsı (Kralı) Dicle Nehri kenârında büyük bir sarây yaptırmıştı. Bu sarây için hesap edilemeyecek kadar çok para harcamıştı. Bir sabâh kalkıp bu sarâyın ikiye bölündüğünü, sular altında kaldığını gördü...Yanında kâhinlerden, müneccimlerden ve sihirbâzlardan üç yüz altmış kimse bulunduruyordu. Bunlar arasında Arablardan Saîb adında biri vardı ki, kâhinlikte mahâretli ve meşhûr idi. Verdiği hüküm ve haberlerde az hatâ ederdi. Kisrâ bunları toplayıp, köşkünün ikiye yarılıp, harâb olmasının sebebini araştırıp, bulmalarını emretti. Her biri bir tarafa gidip araştırmaya başladılar... ÂLEM REFAHA KAVUŞACAK!..
Kâhin Saîb, karanlık bir gecede yüksek bir tepeye çıktı. Gökyüzüne ve yeryüzüne bakınırken, Hicâz tarafından bir şimşek çaktığını ve batıya kadar ulaştığını gördü. Sabâhleyin, ayağını bastığı yer yeşermişti. Kendi kendine, Eğer gördüğüm doğru ise, Hicâzdan bir pâdişâh çıkacak, her tarafa hâkim olacak. Âlemde refâh ve ucuzluk olacak.. kanâatine vardı. Bütün sihirbâzlar, kâhinler ve müneccimler bir yere toplanıp, birbirlerine hâllerini anlattılar. Sonra Bir Peygamber gönderilmiş veyâ gönderilecektir diye ittifâk ettiler. Kisrânın mülkünü alacaktır. Ammâ bunu Kisrâya söyleyemeyiz. Çünkü hepimizi öldürür dediler. Sonra Kisrânın yanına gittiler ve ona şöyle dediler:
Sarâyın yıkılmasının sebebi, yapılma zamânının yanlış seçildiğindendir. Bir zamân belirtelim. O zamânda yapılsın! Bir zamân tayîn ettiler ve köşk o zamânda yapıldı. Kisrâ bütün devlet adamlarıyla birlikte o köşkte bir meclis kurdu. Bu sırada Dicle Nehrinin suyu yükseldi. Köşkü su basıp yıktı. Kisrâyı boğulmak üzere iken sudan çıkardılar. Kisrâ, kâhin ve müneccimlere kızıp çoğunu öldürttü.

BİZ HATA ETMİŞİZ!..
Hayatta kalan diğer kâhinler Biz hatâ etmişiz. Köşkün yapılması için tekrâr bir zamân seçelim dediler. Belirttikleri zamân içinde köşk yeniden yapıldı. Kisrâ korka korka gelip köşke çıktı. O çıkar çıkmaz köşk ayağının altından kayıp yıkıldı. Kisrâ nehre düştü. Yarı ölü vaziyette nehirden çıkardılar. Kisrâ o kâhinleri de ölümle tehdîd etti. Bunun üzerine kâhinler doğrusunu söylediler: Bu alâmetler bir Peygamberin geldiğini senin saltanatına son vereceğini, mülkünü alacağını göstermektedir... Kisrâ bu sözleri işitince, Dicle kenârına binâ yapmaktan vazgeçti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âhir zamân Peygamberi doğdu</label>
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin doğduğu gece, İran kralının (Kisrâ) sarâyı sallandı ve on dört burcu yıkıldı. Fârisin (Mecûsîlerin) bin seneden beri hiç sönmeden yanan ateşi söndü. Sâve Gölünün suyu yere çekilip kurudu. Mecûsîlerin meşhûr âlimi Mübedân rüyâsında, serkeş develerin önlerine kattığı atları öldürüp, Dicle Nehrini geçtiklerini ve memleketlerine dağıldıklarını gördü. Kisrâ, sarâyının sallanmasından ve burçlarının yıkılmasından çok korktu. Kimseye bildirmek istemedi. Fakat sabâhleyin tahtına oturunca sabredemeyip bu hâdiseyi vezîrlerine ve ileri gelen adamlarına anlattı... İRAN KRALI ÇOK ENDİŞELENDİ!..
O bunları anlatırken Mecûsîlerin ateşinin söndüğünü bildiren bir mektup geldi. Kisrâ dahâ çok endişelendi. Sonra Mübedân gördüğü rüyâyı anlattı. Kisrâ, Mübedâna bu hâdiseler için ne denebilir? diye sordu. O da bunlar Arablar arasında meydâna gelen bir hâdiseye işârettir dedi. Sonra Kisrâ, Numân bin Münzîre mektup yazıp, bu hâdisenin îzâhını sorabileceği bir âlim göndermesini istedi. O da Abdülmesîh Gassânîyi gönderdi. Kisrâ bu hâdiseleri ona sordu. Abdülmesîh Gassânî dedi ki:
Bu ilmi dayım Satîh Kâhin bilir. O Şâmdadır dedi. Kisrâ, git ondan bu hâdiseleri sor! dedi. Şâma gidip Satîh Kâhini buldu. O ânda ölmek üzere idi. Selâm verdi, cevap alamadı. Bir şiir okumaya başladı. Satîh Kâhin şiiri işitince gözlerini açtı ve;
Ey Abdülmesîh! Kisrâ, sarâyının sallanması, burçlarının yıkılması, Mübedânın rüyâsı, Sâve Gölünün kuruması sebebiyle, bunları sordurmak için seni bana gönderdi dedi. Bunların hepsi âhir zamân Peygamberinin doğduğuna işârettir. O bu beldeleri alacaktır. Kisrâlardan, yıkılan burçlar sayısı kadar kimse İrâna pâdişâhlık yapacaklar. Sonra devletleri yıkılacaktır... Satîh Kâhin bunları söyleyip son nefesini verdi...

BU DEVLET YIKILACAK!
Abdülmesîh bu haberi Kisrâya götürdü. Kisrâ On dört kişi pâdişâhlık yaptıktan sonra bu devlet yıkılacak. Bu bir hayli iş ve uzun zaman alır dedi. Fakat bu kisrâlardan on kişinin pâdişâhlığı dört senede bitti. Diğer dördü Emîr-ül müminîn Osmân radıyallahü anh zamânına kadar saltanat sürdüler... Bu husustaki başka bir rivayeti de yarın nakledelim inşallah...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Râhib Yemlîhâ'nın ta'bîr ettiği rü'yâ!.</label>
Hazret-i Ebû Bekr tüccâr idi. Sefer ve ticâret yapardı. Ekserî Şâma giderdi. Seferde iken, bir gece rüyâ gördü ki, gökten Ay inip, kucağına girdi. Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladı ve sînesine bastı. Uyandı. Yemlîhâ adında meşhûr bir râhib var idi. Ona varıp, rüyâsını tabîr ettirdi... SANA BÜYÜK MÜJDELER VAR!
Râhib dedi ki: Sen nerelisin? Ebû Bekr; Arz-ı Hicâzdanım, dedi. Râhib tekrâr sordu: Ne iş yaparsın? Ebû Bekr; tüccârım, dedi. Râhib dedi ki:
Ey Arabistanlı kişi. Bu rüyâda, sana büyük müjdeler vardır. Tabîrini ister isen, ücretini ver!
Ebû Bekr radıyallahü anh oniki dînâr çıkarıp, verdi. Râhib dedi ki:
O Ay ki, gökten sana indi. Âhir zamân Peygamberidir. Yakınlarda zuhûr edecektir. Sen Onun vezîri olursun. Sonra da halîfesi olursun. Ey Arabistanlı kişi. Eğer ben sağ iken, Ona yetişir isen, bana haber ver. Ona varıp, buluşayım. Eğer ben dünyâdan gitmiş isem, selâmımı ona ulaştırırsın. Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum. Beni âhirette şefâatinden unutmasın... Râhib Yemlîhâ bunları söyledikten sonra, Hazret-i Ebû Bekre bir de mektup verdi...
Hazret-i Ebû Bekr radıyallahü anh; Ey rüyâyı tabîr eden kişi, eğer tabîr ettiğin gibi olursa, yüz altın dahi bende senin emânetin olsun, dedi ve Şâm seferini bitirip, Mekkeye geldi... Bundan kısa bir zaman sonra da Yemlîhâ râhib vefat etti...

TEREDDÜTSÜZ İMAN ETTİ...
Bu hâdiseden on iki sene geçti. Hak sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Muhammede sallallahü aleyhi ve sellem vahy eyledi. Hazret-i Ebû Bekr, birkaç gün sonra, Mekke sokaklarında, Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz ile buluştu. Hazret-i Fahr-i âlem ona dedi ki: Ne olaydı, İslâma geleydin. Ebû Bekr radıyallahü teâlâ anh dedi ki:
Yâ Muhammed! Peygamber isen mucize gösteresin. Resûl-i ekrem, Ebû Bekrin göğsüne mübârek ellerini dayayıp, duvâra yaslayıp, dedi ki:
-Sana o mucize yetmez mi ki, o rüyâyı gördün. Râhib Yemlîhâya tabîr ettirdin ve oniki dînâr verdin; yüz dînâr dahâ vad ettin. Rüyâyı tabîr eden, bir mektûb yazıp, sana emânet verdi...
Bunları işiten Ebû Bekr radıyallahü teâlâ anh parmak kaldırıp, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah) diyerek hiç tereddüt etmeden Müslüman oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir asilzâde Hasîrîzâde</label>
Hasîrîzâde (Şeyh Ahmed Muhtar Efendi) İstanbul velîlerindendir. Babası ve dedesi gibi asil bir zat idi. 1820 (H.1236)da doğdu. 1901 (H.1319) senesinde vefât etti. Sütlücede Hasîrîzâde Dergâhı adıyla meşhûr dergâhın bânisi Şeyh Mustafa İzzînin torunudur. Hasîrîzâde bu dergâhın dördüncü şeyhidir. Babası, Şeyh Sülün Efendi denmekle meşhûr Şeyh Süleymân Sıdkîdir... DEDESİ DE SEVİLEN BİR ZAT İDİ
Dedesi Mustafa İzzî Efendi de çok sevilen bir zat idi. Vefâtında, zamânın şâirlerinden Hayreddîn Efendi, Mustafa İzzî Efendi için şöyle demektedir:
Bütün vakitlerini insanlara ilim ve edeb öğretmekle geçirdi. Fazîletiyle zamânının büyükleri arasına girdi. Kırk sene irşâd makâmında bulundu. Nice eksik ve noksan kimseler onun feyziyle terbiye oldu. Onun rûhâniyetinden istifâde etmek isteyen, onu vesîle edip yardım istesin. Hulûs-i kalb ile bu ziyâretgâha gelsin. Bu sebeple mânevî kemâle kavuşur...
Hasîrîzâde Şeyh Ahmed Muhtar Efendi, zamânında bulunan pek çok âlimden ders alıp, ilim öğrendi. Tasavvufta babasının terbiyesi altında yetişti. Babasının vefâtı üzerine büyük birâderi Şeyh Hasan Rızâ Efendi ile birlikte dergâhın şeyhliğini yaptı. Daha sonra ağabeyi bu vazifeyi tamâmen ona bırakıp hacca gitti...
Tasavvufta Sadiyye yolunun icâzetini babası Şeyh Süleymân Sıdkîden aldı. Ayrıca Şâziliyye, Mevleviyye yollarından da icâzet almıştır. Yine Nakşibendiyye ve Rufâiyye, Halvetiyye yollarına da bağlılığı vardır.

MİSAFİRİNİ KENDİSİ AĞIRLARDI
Bu mübarek zat, her hâlinde sünnet-i seniyyeye uyardı. Orta boylu, buğday renkli, geniş omuzlu, geniş alınlı, sünnete uygun ve siyahı az beyaz sakalı vardı. Yüzü sevimli, hoş sözlü, güler yüzlü, vakarlı ve mütevâzı idi. Allahü teâlânın emirlerine uyulması husûsunda çok dikkatli ve hakkı söylemekte korkusuzdu. Kızgınlıkta ve yumuşaklıkta orta halliydi. Cömert ve hayırseverdi. Herkes tarafından sevilir, hürmet gösterilirdi. Âlimleri ve ârifleri sever, onlara iltifât ederdi. Misâfirlerinin hizmetlerini kendisi görürdü. Elindeki malını fakir ve muhtaçlara dağıtmış sâdece bir elbisesi kalmıştı.
Bir sabah vakti seksen dört yaşında vefât edeceğini kendisi haber vermiştir. Söylediği gibi hicrî sene olarak seksen dört yaşında vefât etmiştir. Vasiyeti üzerine dergâhında defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ölüm ânında niçin ağlıyorsun?</label>
İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) şöyle rivâyet eder: Bir gün Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz mescidden çıkıp şeytanla karşılaşınca; Seni benim mescidimin kapısına kim getirdi? diye sordu. Şeytan; Allah getirdi dedi. Resûl-i ekrem; Niçin getirdi? diye sorunca, şeytan; İstediğini bana sorman için dedi. AYAKLARIMA BUKAĞI VURULUYOR!
Resûlullah efendimiz sordu Şeytan cevap verdi:
Ey melûn! Ümmetimi cemâat ile namaz kılmaktan neden menediyorsun?
Yâ Muhammed! Ümmetin cemâatle namaza başladığı zaman, beni şiddetli bir sıtma tutuyor. Onlar namazlarını bitirip dağılıncaya kadar benden çıkmıyor.
Ey melûn! Ümmetimi ilim öğrenmekten ve duâdan niçin menediyorsun?
Yâ Muhammed! Ümmetin duâ ettiği zaman ben kör ve sağır oluyorum. Onlar dağılıncaya kadar bu hâl benden gitmiyor.
Ey melûn! Ümmetimi niçin Kurân-ı kerîm okumaktan alıkoyuyorsun?
Yâ Muhammed! Ümmetin Kuran-ı kerîm okumaya başlayınca ben kurşun gibi eriyorum.
Ey melûn! Ümmetimi niçin cihâd etmekten alıkoyuyorsun?
Yâ Muhammed! Ümmetin cihâd için sefere çıktığı zaman, ayaklarıma bukağı vuruluyor. Onlar dönünceye kadar bukağı ayaklarımda kalıyor. Onlar hacca gittikleri zaman zincirlerle bağlanıyorum. Onlar sadaka vermeye niyet ettiklerinde, başıma bıçaklar konuyor. O bıçaklar beni kesiyor...

BUNUN İÇİN SANA ACIDIM!..
Ebû Mansur bin Zâkir, sâlih ve zâhid bir zât idi. Vefâtı yaklaştığı zaman çok ağladı. Ölüm ânında niçin ağlıyorsun? diye sorulduğunda; Hiç gitmediğim bir yola gideceğim için ağlıyorum diye cevap verdi. Vefât ettikten dört gün sonra oğlu, Ebû Mansur bin Zâkiri rüyâsında gördü: Ey oğlum! Burada işler zannettiğinden çok daha zor. Rabbim bana; Ey Mansur! Bugün buraya hangi amelin ile geldin? diye suâl etti. Ben de; Yâ Rabbi, otuz hac yaptım, kendi ellerimle muhtaçlara kırk bin dirhem dağıttım, kırk harbe katıldım... dedim. Hak teâlâ; Onların hiçbirini kabûl etmedim buyurdu. Ben; O zaman ben muhakkak helâk oldum yâ Rabbî dedim. Allahü teâlâ; Bu gibi şeylere bakarak azâb etmek keremimden değildir. Yâ Ebâ Mansur! Falan gün Müslümanların ayağı çarpmasın diye yoldan küçük bir taş parçasını kaldırmıştın. İşte bunun için sana acıdım. Zîrâ ben iyilik yapanların iyiliklerini aslâ zâyi etmem buyurdu dedi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kavmime hidâyet ver yâ Rabbî!..</label>
Dün sizlere arz ettiğimiz gibi, İsa aleyhisselamın elçilerinin hâmisi, koruyucusu olan Habîbün-Neccâr, Antakya ahalisine; Hazreti İsanın elçilerine inanmalarını söyleyerek onlara şu nasihati yaptı: DÜNYA VE ÂHİRET SAADETİ İÇİN!Ey kavmim! Uyun bu gönderilen elçilere... Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kimselere... Onlar hidayet üzeredirler. Onlara uyunuz ki, tebliğ etmeleri ve sakındırmalarından dolayı, sizden bir ücret istemiyorlar. Onlar sizi dünya ve âhiret hayrına davet etmektedirler. Layık olan şey, onlara ittiba etmeniz, tâbi olmanızdır!..
Habîbün-Neccâr böyle deyince, putperest halk;
Yoksa sen, bizim dinimize muhalefet edip, bu elçilerin dinine mi tâbi oldun? Bizim ilâhlarımıza tapmayıp, onların ilâhına mı ibadet ediyorsun? dediler. Habibün-Neccar onlara;
Bana ne oldu ki, beni yaratan Allahü teâlâya ibadet etmeyeyim? Siz öldükten sonra Ona döndürüleceksiniz. Allahü teâlânın huzurunda küfrünüzün, batıl amellerinizin cezasını göreceksiniz. Ben, Allahtan başkasını, putları ilah edinir miyim? Eğer Allahü teâlâ bana bir zarar yapmak dilerse, putların şefaati bana hiçbir fayda vermez ve onlar beni kurtaramazlar. Eğer ben, Allahü teâlâdan başkasına ibadet edersem, apaçık bir hüsrân, sapıklık içinde olurum diye cevap verdi.
Habîbün-Neccâr, kavminin inkâr içinde olduğunu görünce, onlara karşı ifade tarzı çok üstün olan bir hitapla konuştu. Böylece, insanı yoktan yaratanın Allahü teâlâ olduğunu ve insanın öldükten sonra yeniden dirileceğini, dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini anlatmak istedi. İnsanın yaratılmasının bir nimet olduğuna, bu nimete şükür gerektiğine işaret etti. Bu şükrün de, insanın, Allahü teâlâya imân ve ibadet etmesi ile olacağını belirtti.

GELİN NASİHATLERİMİ DİNLEYİN!
Habîb-ün Neccâr, kavmini ikaz edip, gelen elçileri dinlemelerini ve Allahü teâlâya imân etmelerini söyledikten sonra, kendisinin Allahü teâlâya imân ettiğini şöyle bildirdi:
Şüphe yok ki ben, sizi de yaratan Allahü teâlâya imân ettim. İşte bunu benden duyun. Gelin nasihatlerimi dinleyin!
Habîb-ün Neccâr bu sözleri söyleyince, bunu işiten putperest halk, hep birden üzerine hücûm edip, taşa tutarak onu şehid ettiler. Habîb-ün Neccâr, şehid edilmek üzere iken de;
Yâ Rabbî! Kavmime hidayet ver diyerek duâ ediyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Havârîlerin hâmisi Habib'ün-Neccar</label>
İsa aleyhisselam havârîlerinden iki kişiyi, Allahü teâlânın emri ile Antakyaya göndererek, orada yaşayan ve putlara tapan insanları, imâna davet etmeleri için vazife vermişti. Bu emir üzerine Antakyaya giden elçiler, halkı Allahü teâlâya imâna, tevhide, davet ettiler... KRALIN SEVGİSİNİ KAZANIR...Elçilerin bu davetleri, Antakyayı idaresi altında bulunduran kral tarafından da duyuldu. Kral, kendilerini imana davet eden elçileri hapsettirdi. Bu hapsedilme hadisesinden sonra, İsa aleyhisselam, havârîlerinin reisi olan Şemûnu da, Antakyaya gönderdi. Şemûn oraya varıp, kendini tanıtmadan ve dikkat çekmeden, kralın yakınlarıyla yavaş yavaş temas kurdu. Onlarla samimi bir hava içinde görüşüp konuşmaya başladı. Onlar da Şemûnun kral ile temas kurmasını sağladılar. Nihayet Şemûn, kralın muhabbetini kazandıktan sonra, maksadını açıkladı. Bunun üzerine kral ve krala bağlı olanlardan bir cemâat imân ettiler. Halka da tebliğde bulundular:
Gerçekten biz, size imânâ davet etmek için gönderilmiş elçileriz. Allahü teâlâya imân ediniz dediler. Fakat halk onları yalanlayıp, imân etmediler...
Antakya halkı Hazreti İsanın elçilerini ret edince, elçiler dediler ki:
Biz, Rabbimizin emriyle, İsa aleyhisselamın, sizleri imâna davet etmek için gönderdiği elçileriz. Bizim üzerimize düşen vazife apaçık bir tebliğdir.
Antakya halkı ise elçilere;
Biz sizi sevmiyoruz. Zira siz, bizim arzumuzun tersine birtakım şeyler teklif ediyorsunuz. Bize böyle imân ediniz demekten vazgeçin. Eğer bu teklifinizden vazgeçmezseniz, sizi taşa tutarak öldürürüz. Bizden size acıklı bir işkence de dokunur dediler.

ÖLDÜRMEYE KARAR VERDİLER!..
Antakya ahalisi, kendilerini saâdete kavuşturmak isteyen elçiler ile inatçı bir mücâdeleye girdiler ve aslâ dinlemediler. Neticede onları taşlayarak öldürmeye karar verdiler...
Bu kararlarını; daha önce elçilerle görüşüp imân eden ve onların hâmisi, koruyucusu olan Habîbün-Neccâr işitmişti. Şehrin en uzak bir yerinde olan evinden çıkıp, koşarak, imân etmeyenlerin, elçiler ile mücâdele etmekte oldukları yere geldi. Halka, böyle bir işten vazgeçip, onlara inanmalarını söyledi... Habîbün-Neccârın Antakya ahalisine nasihatini de yarın okuyalım inşallah...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Vatan için canın ne kıymeti var ki!</label>
Dün bir nebze bahsettiğimiz gibi, Fazıl Mustafa Paşa, mevcut askeri ile Prens Baden kumandasındaki Avusturya ordusunun hücumuna karşılık verdi. Çatışma çok kanlı oldu. Osmanlı ordusunun esas kısmı, taşan nehrin karşı sahilinde kalmıştı. Düşmanla karşı karşıya kalan kısmı ise, tecrübesiz ve sayıca çok azdı. Buna rağmen düşman hücumunu püskürtmeyi başardılar... GAYRİ İŞ BİZE DÜŞTÜ!..
Prens Baden, ertesi gün, aldığı takviye kuvvetlerle ani bir baskın yaptı. Fazıl Mustafa Paşa, daha önceden siperlerin önüne toplar yerleştirmiş olduğundan, düşman kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdi. Buna rağmen Prens Baden ısrarla hücumlarına devam ediyordu. Avusturya süvarileri, Anadolu Beylerbeyi Kemankeş Ahmet Paşa kumandasındaki Anadolu sipahilerine şiddetle saldırdılar. Daha önce böyle bir savaş görmemiş olan Anadolu askeri, bu saldırı karşısında dağıldı. Bu hali karşıdan takip eden Fazıl Mustafa Paşa;
-Gayri iş bize düştü, diyerek Kapıkulu süvarilerinin başına geçti. Kılıcını çekerek:
-Yiğitlerim, ne durursuz? Koman ha, urun ha! diye bağırarak askeri teşvik ediyordu. Serdar-ı Ekremin elinde kılıç, en ön safta düşmana hücum ettiğini gören asker bir anda gayrete geldi ve hızla saldırıya geçti. Fazıl Ahmet Paşa, Sultan II. Osmanın kendisine verdiği kılıcı düşmana doğru uzatıyor ve;
-Bak a küffar! İşte Osmanlı geliyor! diye bağırıyordu. Kendisini tamamen kaptırmış, düşman alaylarını bozarak, parçalayarak ilerliyordu. Kethüda kendisini ikaz ediyor;
-Paşa baba, kendine dikkat et! diye bağırıyordu. Fakat o;
-Biz hayatımız için değil, padişahımız ve devletimiz için cenk ederiz. Canın ne kıymeti var oğul? diyordu.

DÜŞMAN ÇARESİZ KALMIŞTI!..
Orduyu gayrete getiren ve mağlup olmak üzere iken zafere ulaştıran şey, vezirin cesareti ve ordunun başına geçmesi idi. Gaziler onun arkasında büyük bir şevk ve imanla ileri atılmışlardı. Artık Avusturyalılar için kurtuluş çaresi kalmamıştı. Fakat tam bu sırada, hain bir kurşun, kahraman vezir Fazıl Mustafa Paşanın tertemiz alnına isabet etti ve o anda şehit düştü. Ruhu şâd olsun...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Salankamen şehidi Fazıl Mustafa Paşa</label>
1683teki II. Viyana bozgunundan sonra, Osmanlı ordusu bütün cephelerde yeniliyor, on binlerce şehidin kanları pahasına fethedilen şehirler, kasabalar, kaleler, birer birer düşman eline geçiyordu... FERAHLIK, DÜZEN VE DİSİPLİN...1689 yılı Kasımında sadaret makamına Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa getirildi. Bu bir ümit ışığı idi. Bu vezir, Osmanlının en büyük sadrazamlarından Köprülü Mehmet Paşanın ikinci oğlu ve Fazıl Ahmet Paşanın kardeşi idi... Zaten Köprülü Ailesi 17. yüzyılda Saltanata önemli vezir ve sadrazamlar yetiştirmiş bir aile idi...
Fazıl Mustafa Paşa, ilk olarak, halka ağır bir yük olan, avarız, nezil, sürsat, ve imdadiye gibi manasız vergileri kaldırdı. Büyük servetler elde eden yüksek rütbeli memurların mallarını hazineye devretti ve bu sayede ödenemeyen asker maaşlarını ödedi. Bu icraatlar kısa zamanda memlekette bir ferahlık meydana getirdi.
Fazıl Mustafa Paşa bundan sonra ordu ile meşgul olmaya başladı. Bu işi de başardı. Orduda da düzen ve disiplini sağladı ve eskisinden daha mükemmel bir hale getirdi. Sıra düşmandan intikam alınmasına ve elimizden çıkan toprakların ve kalelerin kurtarılmasına gelmişti. Padişah ona Serdar-ı Ekrem unvanını da vererek, ordunun başına tayin etti. Hemen harekete geçen Fazıl Mustafa Paşa üst üste büyük başarılar kazanmaya başladı. Kanuni Sultan Süleyman yadigârı Belgrad kalesini yeniden fethetti.

BU, HAYRA ALAMET DEĞİL!
Kışı burada geçirip Sava Nehrinin karşı yakasına geçmek için bir seyyar köprü kuruldu. Fakat askerin az bir kısmı henüz karşı sahile geçmişti ki, yağan şiddetli yağmurların tesiriyle Tuna ve Sava nehirleri taştı. Seyyar köprü yıkıldı. Askerin yarısı da diğer yakada kaldı. Fazıl Mustafa Paşanın buna çok canı sıkıldı. Bu hayra alamet değil diyordu...

AVUSTURYA ORDUSU SALDIRDI!..
Osmanlı ordusunun Macaristan üzerine doğru hareket ettiğini haber alan Avusturyalılar, Prens Baden kumandasında kalabalık bir ordu ile harekete geçmişlerdi. Bu sıralarda Osmanlı ordusunun bulunduğu Salankamen mevkiine geldiler ve hiç vakit kaybetmeden saldırıya geçtiler. Analar ne yiğitler doğurmuş, onu da yarın görelim..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri