Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerametler menbaı Ahmed Şemseddîn</label>
Ahmed Şemseddîn vebâya tutulmuştu. Ağabeyi Ömer Ziyâeddîn Efendiye şöyle dedi: İçim yanıyor. Bir parça kar getirebilir misiniz?..
Ahmed Şemseddîn Tavilî hazretleri, büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerinden Osman et-Tavilînin dördüncü oğludur. Hacı Şeyh Ahmed Şemseddîn diye meşhûr olmuştur. 1811 (H.1226) senesinde doğdu. 1890 (H.1308) senesinde vefât etti. Kabri Kuzey Iraktaki Tavilada babasının kabri yanındadır... BİR DENİZ YOLCULUĞU...
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîl eden Şeyh Ahmed Şemseddîn; âlim, fazîlet sâhibi, zâhid, dünyâya önem vermeyen, çok ibâdet eden ve fakîh bir zât oldu. Zap Suyunun yakınında bulunan Ahmedova köyünde yerleşti. Babası ona insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet verdi. Pek çok güzel halleri ve kerâmetleri görüldü... Talebelerinden Hacı Mehmed Emin Efendi onun şu kerâmetini anlattı:
Deniz yolu ile hacca gidiyorduk. Bindiğimiz gemi bir ara şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Gemi batacak duruma geldi. Kaptan, yolcuları boşaltmak niyetiyle can kurtaran sandallarına yolcuların binmesini istedi. Yolcular sandallara binmek üzereyken Şeyh Ahmed Şemseddîn hazretleri kaptana seslenerek; Korkma, bu gemiye hiçbir zarar gelmeyecektir! buyurdu. Allahü teâlânın kudretiyle biraz sonra hava yumuşayarak fırtına dindi, ortalık durgunlaştı. Yolcular da kendilerine geldiler. Gemi ise yoluna emniyetle devâm etti. Kaptan, denizcilerle birlikte Şeyh Ahmed Şemseddîn hazretlerinin ellerini öpüp talebesi oldular...
Ahmed Şemseddîn Tavilî hazretleri 1890 senesinde ortaya çıkan salgın vebâ hastalığına tutuldu. Hastalığı sırasında büyük kardeşi Ömer Ziyâeddîn Efendi yanına geldi. Şeyh Ahmed içi yandığından ağabeyine:
İçim yanıyor. Bir parça kar getirebilir misiniz? dedi.

KAR GETİRDİLER; ANCAK!..
Ömer Ziyâeddîn Efendi, mevsim yaz olduğundan, ancak yüksek dağların doruklarında bulunan kardan getirtmek için adam gönderdi. Fakat giden şahıs geri dönmeden Şeyh Ahmed Şemseddîn vefât etti. Ömer Ziyâeddîn Efendi, gelen kardan bir avuç alarak rûhunu teslim etmiş olan Şeyh Ahmedin avucuna koydu. Bu sırada Şeyh Ahmed karı öyle sıktı ki, kar eridi. Orada bulunan Molla Şeyh Abdülkâdir, Ömer Ziyâeddîn Efendiye dönerek; Şeyh Ahmed kalbiyle Allahü teâlâyı anıyor. O henüz ölmemiştir dedi. Ömer Ziyâeddîn Efendi de Molla Abdülkâdire; Şeyh Ahmedin ölümü böyledir buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nakîbü'l-eşrâf Mehmed Efendi</label>
Şerîfzâde Mehmed Efendi, 1553 (H.960) yılında Eğirdirde doğdu. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. Sultan Dördüncü Murâd Hanın tahta çıktığı sene (1623) Anadolu kâdıaskeri oldu. Murâd Han ertesi yıl onu, seyyidlerin ve şerîflerin doğum ve vefât kayıtlarını tutan ve işleri ile ilgilenen Nakîbül-eşrâflık müessesesinin başına getirdi. 1625 yılında ise askerî en büyük kâdılık makâmı olan Rumeli Kâdıaskerliğine getirildi. Fakat çok geçmeden bu görevinden ayrılarak kendini tamâmen ibâdete verdi. 1630 (H.1040) senesinde de rahmet-i rahmâna kavuştu. Kabri İstanbulda Eyüp Sultan Türbesi civârındadır... 4. MURAD HANA YAZILAN MEKTUPŞerîfzâde hazretleri vefatından evvel, bir sefere çıkacak olan Sultan 4. Murada bir mektup yazar. Özetle şöyle der:
İleriyi gören, hakkı bâtıldan ayıran akıl sâhipleri ister sultan, ister hâkan, ister derviş, ister vezir, ister zengin isterse fakir olsun, kerâmetleri anlatılan evliyâ hakkında temiz niyet ve doğru îtikâd sâhibi olmalı...
Zamânımızdaki kutupların, velîlerin de hazır bulunduğu gazâlara, vefât etmiş bulunan ricâl-i gayb, evliyâullah da katılarak yardımcı olur. Bu îtibarla devlet adamları, pâdişâhlar bu nîmetin kadrini bilip adâlete meylederek, zulüm ve haksızlıkların define ve zâlimlerin kökünü kazımaya gayret sarf etmelidir. Aksi halde zaman zaman devlet ileri gelenlerinin fukarâ ve zayıflara ettikleri pekçok zulüm ve haksızlık, ayrıca bizim kötü işlerimiz ve günahlarımız sebebiyle, zafer ve nusret diğer tarafa döner. Her ne kadar evliyâullahın İslâm askerini kırması söz konusu olmasa da, Allahü teâlânın irâdesi diğer tarafın kazanması yönünde olunca, ricâl-i gayb bunlara yardım etmediği gibi, bâzan; (Ey kâfirler! Şu fâcirleri, âsileri, günahkârları öldürün!) diye hitâb etmişlerdir. Pekçok zulüm ve isyanları sebebiyle ehl-i İslâma olan gadab-ı ilâhîyi bildirmek için kâfirlere böyle hitâb edip Müslümanlardan nice kimseye de işittirmişlerdir. Tâ ki bâzı gâfiller bu sırra şâhid olup uyansınlar, ibret alsınlar...

ALLAH ADAMLARINI ÜZMEYELER!..
Bu sebeple pâdişâh efendimiz hazretleri de Allahü teâlâya iyi tevekkül edip, zulmü def ve adâleti yaymaya çok gayret etmelidir. Gerek kendileri, gerekse vezirler ve vekilleri tarafından Allah adamlarından birini üzmeyeler. Yoksa müşkil bir iş tam olmaya yüz tutmuş iken tehire ve gecikmeye sebeb olur...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyhlerin Şeyhi Abdullah ibni Hafif</label>
Ebu Abdullah Muhammed bin Hafif hazretleri 889 (H.276) senesinde Şîrâzda doğdu. 981 (H.371)de aynı yerde vefât etti. Babası sultan idi. Çağındaki Şeyhlerin Şeyhi olup âlemde bir tane idi. O asırda tasavvuf yolunu tutanlar hep ona başvururlardı. Büyük bir ifade gücüne sahipti. En derin hakikatlere dair kırk günde bir eser telif ederdi... BİR REKATTE ON BİN İHLAS!..
Bu mübarek zatın, zahiri ilimler üzerine birçok nefis eseri vardı, hepsi de meşhur ve makbuldü. Yapmış olduğu mücahedeler, beşer takatine sığmayacak derecede idi. Hakikatler ve sırlar hakkında sahip olduğu (tesirli ve nafiz) nazar, çağından olan hiçbir kimsede mevcud değildi. Ondan sonra Fariste sıhhatli bir şekilde ona mensub olan bir halef kalmamıştı...
İbni Hafif hazretleri, bir rekat namazda on bin ihlas okur ve birçok defa sabahtan akşama kadar bin rekat namaz kılardı. Yirmi sene âbâ giyinmişti. Her sene kırk çile çıkarırdı. Vefat ettiği sene kırk defa çileye girmiş ve bunların sonuncusunda vefat etmişti. Âbâsını sırtından çıkarmamıştı.
Onun gıdası iftar vakti, sadece yedi üzüm tanesinden ibaretti. Bedenen, ruhen hafif ve hassastı. Ona, bunun için ibni Hafif demişlerdi...
Bir gece hizmetçisi ona sekiz tane kuru üzüm vermiş, o da farkına varmadan bunların hepsini yemişti. Her zamanki gibi taatinden (ruhani bir) zevk alamayınca hizmetçisini çağırıp ondan durumu soruşturdu. Hizmetçi:
-Bu akşam sekiz kuru üzüm getirmiştim, deyince, ona;
-Artık sen bundan sonra benim dostum değilsin. Eğer dostum olsaydın sekiz tane değil, yedi kuru üzüm getirirdin, dedi. Bundan sonra şeyh ona hizmetten el çektirdi ve bu iş için başka bir hizmetçi tayin etti.


DUR, EY GAFİL!..
Ebu Abdullah Muhammed bin Hafif, vefatına yakın hizmetçisine şöyle vasiyet eder:
-Ben yaşarken asi bir kul idim. O nedenle vefat edince boynuma bir zincir vur, ayağımı da zincirle bağla ve beni o şekilde kıbleye çevir. Belki bu halimle Rabbimin Rahmetine kabul edilirim!..
Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti. Vefatından sonra hizmetçi vasiyeti yerine getirmeye teşebbüs eder. Fakat gizliden gelen bir ses, daha ilk saniyelerde hizmetçiyi durdurur.
Dur, ey gafil! Bizim üstün kıldığımızı sen aşağılamaya mı kalkıyorsun! Sakın böyle bir şey yapma!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kuzey Iraklı velî Molla Celâlüddîn</label>
Şeyh Celâlüddîn Hurmalî, Irakta yetişen evliyâdandır. Seyyid olup, soyu İmâm-ı Mûsâ Kâzım hazretlerine ulaşır. Kuzey Irakta Şehrizûra bağlı Kayneyce köyünde doğdu. 1815 (H.1231) târihinde Biyârede vefât etti. İLİM BİR HAZİNEDİR...Seyyid Molla Celâlüddîn küçük yaştan îtibâren iyi bir tahsîl gördü. Önce Kurân-ı kerîmi hatmetti. Arabî ilimleri öğrendi. Bölgedeki meşhûr medreselerde mütehassıs hocalardan okudu. Ulûmu aliyye adı verilen yüksek din ilimlerinde ve aklî ilimlerde olgunlaşıp icâzet (diploma) aldı ve müderris olarak Hurmal kasabasındaki Câmi-i Kebîre müderris tâyin edildi. Buradaki hizmetleriyle hürmet ve îtibâr gördü. Medresesi ve talebeleri için Hurmal çevresinde bağlar bahçeler vakfedildi. Bu mübarek zat, ilim hakkında buyurdu ki:
İlim bir hazînedir, onu meseleler, müşküller açar.
İlim, sormakla kazanılır.
Ezberlediğim ve öğrendiğim bir şeyi aslâ unutmadım. İlim, unutmak ve müzâkereyi (karşılıklı okuyup, anlatmayı) terk etmek ile kaybolur.
İlmin birtakım düşmanları vardır. Birisi âlimi terk etmek. Böylece, âlim, ölümüyle ilmini de alıp götürür. Diğeri, unutmak. En tehlikeli düşmanı ise, yalandır.
İlim ona üstün gelme düşüncesiyle alınır ve öğrenmeye çalışılırsa, ilim gâlib ve üstün gelir. Hiçbir şey de elde edilmez. Fakat, ilme, gece gündüz bir dost gibi yapışılırsa, o zaman ilim elde edilir.
Faydalı ilim, Allahü teâlânın indinde, pek fazîletli bir ibâdettir.
İlmiyle amel etmeyen âlimin, ilmine güvenilmez.

BİR YAZ GÜNÜ İDİ...
Molla Celâlüddîn ömrünü hak yolda geçirdi. Bir yaz günü âdeti üzere Biyârede bahçelerde sevdikleriyle birlikte dolaşırlarken birden fenalaştı ve Kelime-i şehadeti söyleyerek vefât etti. Sevdikleri onun bâzı kerâmetlerine şâhid oldular.
Şeyh Alâeddîn anlatır: Molla Celâlüddîn hazretleri vefât edince, sevdikleri ona kabir kazmak için gittiler. Kabir kazarlarken öğle namazını kılmayı unuttular. Vakti kaçırmak üzereyken birden nereden geldiğini anlamadıkları bir Allahü ekber nidâsıyla kendilerine gelerek öğle namazını hatırladılar ve hemen namazlarını edâ ettiler. Bu, Seyyid hazretlerinin vefâtlarından sonra gösterdikleri kerâmetlerindendi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şems-ül-evliyâ Şemseddîn Pâni-pütî</label>
Şemseddîn Pâni-pütî, Hindistanın büyük velîlerindendir. Türkistanın Verşâne vilâyetindendir. 1336 (H.736) senesinde Hindistandaki Pâni-püt şehrinde vefât etti. Seyyid olup hazret-i Hüseyinin neslindendir... BENİM MÂNEVÎ OĞLUMSUN!Şemseddîn Pâni-pütî, irşâd edici, yol gösterici bir mürşid-i kâmil aramak üzere, bulunduğu Verşâne şehrinden çıkıp, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmaya başladı. Hindistandaki Mültan şehri civârına geldiğinde, Hâce Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker hazretleri ile karşılaştı. O büyük zâtın sohbetlerinde bulunup, icâzet aldı. Bundan sonra, Genc-i Şeker hazretlerinin izni, işâreti ve emri ile, Kalyar şehri tarafına gitti. Orada, Hâce Alâüddîn Ali Ahmed Sâbir hazretlerini bulup, onun bereketli sohbetlerine kavuştu. Hazret-i Hâce onu görünce çok sevinip; Şemseddîn! Sen benim mânevî oğlumsun. Bizim bu yolumuzun, silsilemizin senden devâm etmesini ve uzun zaman ayakta kalmasını Allahü teâlâdan diledim. Demek ki, Allahü teâlâ bu arzumu kabul etti buyurup, onu talebeliğe kabûl etti ve Şems-ül-evliyâ ismini verdi. Alâüddîn Sâbir, çok sevdiği bu talebesini, insanları irşâd etmesi vazifesiyle Pâni-püt şehrine gönderdi. Hocasından aldığı vilâyet nûru ile o tarafları aydınlatan Şems-ül-evliyâ, binlerce kişiyi evliyâlık mertebelerine kavuşturdu...
Rivâyet edilir ki, her kimin mühim bir işi, derdi, sıkıntısı, müşkili bulunduğunda, abdest alıp, Hâce Şemseddînin mübârek ismini yüz bin defâ okusa, bunu yapmak zor geliyorsa, bir miktar kimse toplanıp, bölüşerek okusalar ve yüz bine tamamlasalar, Allahü teâlâ, Şemseddîn Pâni-pütînin mübârek ismi hürmetine, o kimsenin sıkıntısını, ihtiyâcını giderir. Şu kadar var ki, bunu yapanların Ehl-i sünnet îtikâdında olup, haramlardan sakınmaları ve bunu abdestli olarak, sıdk ve ihlâs ile okumaları şarttır.

YAKINDA NAMAZIMI KILARSINIZ!
Hâce Şemseddîn Pâni-pütî vefat edeceği zaman buyurdu ki:
Hocam Alâüddîn Sâbir hazretleri senelerce önce bana; Şems-ül-evliyâ (Evliyânın güneşi) lakabını vermişti. Buradaki harflerin sayılarının toplamı, Ebced hesâbına göre 736 etmekte, bu ise, o benim vefât edeceğim seneye karşılık gelmektedir. Yakında benim namazımı kılarsınız!..
Nitekim buyurduğu gibi oldu ve bunları söyledikten kısa bir zaman sonra vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hüsrev Beyin üç şehit oğlu</label>
Kanije, Macaristan ve Avusturya sınırlarında küçük bir kaledir. lll. Mehmed Han zamanında ve 1600 tarihinde Avusturyadan alınmıştı. Fakat ertesi yıl, 1601de Avusturya Arşidükü Ferdinand büyük bir kuvvetle bu kaleyi kuşatmıştı...Kanijeyi savunan askerlerimiz çok zor durumda kalmışlardı. Kaleyi kuşatan yüz bin kişilik düşman kuvveti yüklendikçe yükleniyordu. Üstelik Kanije önündeki nehri de doldurmaya başlamışlardı. Bunu yaptıkları takdirde kaleyi korumak çok güçleşecekti. Düşmanlar sonunda nehri doldurmayı başardılar. Kanije önündeki nehri, nisbeten geçit verdiği yerde sazlarla doldurup, üzerine çitten siperler yerleştirdiler. Bunun yanı sıra bir de tahtadan muntazam bir köprü yaptılar ve bunu kalenin hendeğine bağladılar. Artık hendeği rahatlıkla aşabileceklerdi...
SİZ MÜSTERİH OLUN PAŞAM
Tiryaki Hasan Paşa gözü pek subayı Kara Peçeyi çağırarak fikrini sordu. Ne yapacaklardı? Kara Peçe şöyle dedi:
Paşa Hazretleri, siz müsterih olun. Biz düşmanın demirinden korkmadık da tahtasından mı korkacağız? Siz bizi duadan unutmayınız. Ben şimdi gider, o köprüyü yıkar gelirim.
Böyle diyen Kara Peçe, Hasan Paşayla helalleşti. Tam kale bedeninden inmek üzereydi ki, kendisine doğru gelen üç çocuk gördü. Bu çocuklar Alaybeyi olan Hüsrev Beyin oğulları idiler. Biz de geleceğiz. Köprüyü birlikte yıkalım diyorlardı. Kara Peçe ne dediyse çocukları geri döndüremedi. Sonunda razı oldu. Böylece hep birlikte sessizce kale bedeninden aşağıya kaydılar.
Kara Peçe ve çocuklar, tam köprünün üzerinde iken düşman tarafından fark edildiler. Çocuklar Kara Peçeye, Siz kaçın! Biz köprüyü yakarız! dediler. Kara Peçe razı olmadı. Vakit kalmadı, haydin, hep birlikte hendeğe atlayacağız. Oradan da bizi kaleye çekerler! dedi ve Atlayın! emrini verdikten sonra suya daldı. Fakat çocuklar atlamamıştı. Üçü baş başa vererek köprüyü tutuşturdular. Alevler bir anda her tarafı sardı ve üçü de oracıkta şehit oldu...

HAZİNE OSMANLININ ELİNE GEÇTİ
Neticede, Tiryaki Hasan Paşa, üç bin kişilik kuvvetiyle kaleden çıktı ve müthiş bir saldırı yaparak Avusturya ordusunu bozguna uğrattı. Düşmanın bütün ağırlıkları ve hazineleri Osmanlıların eline geçti. Bu durumu öğrenen III. Mehmed Han, Tiryaki Hasan Paşaya vezirlik verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazret-i Ali ve Yemenli adam</label>
Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh), Allah Resulünün damadı, Hazret-i Ömerin kayınpederidir. İslam halifelerinin ve ismen Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür. Ehl-i beytin birincisidir. Allahü teâlânın aslanı idi. Çeşitli hadis-i şeriflerde methedildi. Evliyanın büyüğü, vilayet yolunun reisidir. Her tarikatta herkese Vilayetin feyzleri ve marifetleri Hazret-i Aliden gelmektedir... BANA HER ŞEYİ SORABİLİRSİNİZ!Hazret-i Ali bütün ilimlerde fevkalade bilgi sahibi idi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır.)
Bir gün Hazret-i Ali (radıyallahü anh) mescidde minbere çıkarak cemaate:
Arş-ı alanın aşağısından yeryüzüne kadar ne varsa her şeyi bana sorabilirsiniz. Benim şu göğsümde (kalbimde) derya gibi ilimler var. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz benim ağzıma şerefli ağız suyundan sürdü, onun bereketi ile dilimden hikmetler akmaktadır. Canım kudret elinde bulunan Allaha yemin ederim ki, eğer bana izin verilseydi Tevrat ve İncildeki bütün ilimleri insanlara anlatırdım ve herkes beni tasdik ederdi...
Hazret-i Alinin bu konuşmasını yaptığı mecliste Yemenli bir adam vardı. Kendi kendine;
Bu çok büyük laflar ediyor. Şunu bir rezil edeyim de görsün gününü! dedi. Hazret-i Aliye yönelerek;
Sana bir sorum var! dedi. Hazret-i Ali;
Beni zora düşürmek ve imtihan etmek için değil, bir şeyler öğrenmek için sor dedi. Adam;
Beni buna sen zorladın! Ey Ali, sen hiç Rabbini gördün mü? diye sordu. Hazret-i Ali;
Ben görmediğim bir Rabbe ibadet etmem! dedi. Adam;
Onu nasıl gördün? diye sordu. Hazret-i Ali şöyle cevap verdi:

ONU BAŞ GÖZÜ GÖREMEZ!
Onu baş gözü göremez; fakat kalpler Onu imanın hakikati ile (Allahın verdiği bir nurla) görür. Rabbim birdir ve tektir, ortağı yoktur. O birdir, ikincisi yoktur. Tektir, benzeri yoktur. O, zaman ve mekanla sınırlanmaz. Duyu organları ile hissedilemez ve Hiçbir ölçü ile ölçülemez!
Hazret-i Alinin bu cevabı üzerine Yemenli adam yere yığıldı. Bir müddet öylece kaldı. Sonra yanına gittiklerinde, öldüğünü gördüler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâlût'tan sonra Hazreti Dâvûd</label>
Dün bir nebze bahsettiğimiz gibi, Tâlût (Saul) isimli bir melik İsrailoğullarının başına geçti. Tâlût, İsrail-oğullarına öğütte bulundu. Onlara şöylece seslendi: AYAKLARIMIZI SABİT KIL!..
Allahü teâlâ sizi bir nehir ile imtihan ediyor. O nehirden içen benden değildir. Ondan eli ile ancak bir avuç içen bendendir dedi... Onların pek azı müstesna, diğerleri içti. Tâlût ile iman edenler nehri geçtiklerinde: Bugün Câlût ve askerlerine karşı duracak takat bizde yoktur dediler. Allaha kavuşacaklarını bilenler. Nice az bir topluluk vardır ki, Allahın izni ile daha çok olana galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir dediler. (Bakara, 2/249)
Amâlika ordularının başında Câlût (Golyat) bulunuyordu. Câlûtun ordusuyla karşı karşıya gelen mümin topluluk şöyle dua etti: Ya Râbbi, üzerimize sabır ve sebat ihsan eyle, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfir kavme karşı bize yardım et. (Bakara, 2/250)
Tâlûtun ordusunda Dâvûd isminde genç bir asker bulunuyordu. Dâvûd, Yakub aleyhisselamın neslinden idi. İsrailoğullarından olan Dâvûd, daha genç yaşta iken, hak davanın amansız düşmanı, zorba ve güçlü ordulara sahip olan Câlût ile yaptığı mücadeleyi kazanmış ve bu savaşta Câlûtu sapan taşıyla öldürmüştü. Bu olayda Allaha tevekkül eden müminlerin zalimleri nasıl yendiği gösterilmektedir.
Allahın izniyle, onları hemen hezimete uğrattılar. Dâvûd da Câlûtu öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğu şeylerden de ona öğretti. (Bakara, 2/251)
***
Câlûtun öldürülmesiyle Amâlikalılar bozguna uğradılar, darmadağın oldular. Bu olaydan sonra halk, Dâvûda daha çok sevgi ve saygı göstermeye başladı. Tâlûtun ölümünden sonra yerine Dâvûd (aleyhisselam) geçti. Ona hem yönetim, hem peygamberlik verildi.


KUŞLAR BİLE ONU DİNLERDİ!..
Dâvûd (aleyhisselam) hakkında Kurân-ı kerimden gelen rivâyetler; Dâvûdun çok güzel bir sesi olduğunu, kendisine verilen Zeburu okumaya başlayınca, dağların ve kuşların onu dinlemek üzere etrafında toplandıklarını bildirmektedir...
Zebur dört büyük semâvî kitaptan birisi olup, yüz elli sûreden ibarettir. Bu kitap, şerî hükümleri taşımadığı için Dâvûd aleyhisselam, Musa aleyhisselamın şerîati ile hükmetmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tâlût, Câlût ve Kutsal Tâbût</label>
Musa aleyhisselamın vefatından sonra İsrailoğullarının başına Yuşa aleyhisselam geçti. İsrailoğullarını çölden çıkararak onları dedelerinin ülkesi olan Kenan bölgesine yerleştirdi. Bu ülke, Yakub aleyhisselamın yaşadığı yer olup, İsrailoğulları için mukaddes sayılır... SAVAŞTAN YÜZ ÇEVİRDİLER!..
İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın vefatından sonra Filistin çevresine yerleşmiş bulunan Amâlika Kabilesi ile karşı karşıya geldiler. İsrailoğulları Amâlika ile yaptıkları bir savaştan mağlup çıktılar. Kendilerini toparlayarak yeniden bu düşman ile çarpışmak istediler. Kurân-ı kerimde onların bu durumunu şöylece anlatmaktadır:
İsrailoğullarından bir cemaat hazreti Musadan sonra peygamberlerine Bize bir hükümdar gönder ki, Allah yolunda savaşalım dediler. Peygamber Size muharebe farz olunursa korkarım ki, savaşmazsınız dedi. Onlar Niçin Allah yolunda savaşmayalım? Yurdumuzdan ve evlatlarımızın yanından çıkarıldık dediler. Onlara farz kılındığında, birazı müstesna olmak üzere, savaştan yüz çevirdiler. (Bakara, 2/246)
Peygamberleri onlara Allahü teâlâ size hükümdar olarak gönderdi dediğinde, onlar O, bize nasıl hükümdar olur? Biz hükümdarlığa ondan daha layıkız. Onun malı da çok değildir dediler. Peygamber Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah, mülkü dilediğine verir. (Bakara, 2/247).
Daha sonra Tâlût (Saul) isimli bir melik İsrailoğullarının başına geçti. Fakat çokları buna itiraz ettiler ona tabi olmak istemediler.

ONU MELEKLER GETİRDİ!..
İsrailoğulları tarafından kutsal kabul edilen bir sandık vardı. Kurân-ı kerimde bu sandığa Tâbût adı verilmektedir. Amâlikalılarla yapılan savaş sonucunda bu sandık, Amâlikalıların hükümdarı Câlût (Golyat)un eline geçmişti. İsra-iloğulları bunun acısını duyuyorlar, fakat Tâlûtun da hükümdarlığına itiraz etmekten geri kalmıyorlardı.
Peygamberleri onlara şöyle dedi: Onun hükümdarlığına alamet; size, içinde Rabbiniz tarafından sekînet ve Musa ailesi ile Harun ailesinin mirası bulunan Tâbûtu meleklerin yüklenip getirmesidir. Eğer siz iman edenlerdenseniz, bunda sizin için ibret ve mûcize vardır. (Bakara, 2/248).
Tâbûtun İsrailoğullarının eline geçmesi onları yüreklendirdi. Yeniden toparlanarak Amâlika kabilesi üzerine yürüdüler. Acaba galip gelebilecekler mi, o da yarına...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir Allah adamını üzmenin cezası!..</label>
Takıyyüddîn ibni Dakîk-ül-îd meşhûr velî, hadîs, usûl, nahiv, edebiyât ve Şâfiî fıkıh âlimidir. 1228 (H.625) senesinde Kızıldenizle Hicâz arasında bulunan Yenbu şehrinde doğdu. 1302 (H.702) senesinde Kâhirede vefât etti... ÇOK CÖMERT BİR ZAT İDİ...Takıyyüddîn hazretleri çok cömert bir zat idi. Değişik vakitlerde, çeşit çeşit mal ve parayı sadaka verirdi. Hadîs öğrettiği talebelerinden Muhammed bin Havâsibî anlatır: Hocam bana her zaman bir şeyler verirdi. Bir gün hiçbir şeyim kalmamıştı. Bunun üzerine bir kâğıda; Hizmetçiniz Muhammed el-Kûsî çok ihtiyaç içinde kalmıştır diye yazdım. Kendisine gönderdim. O da benim için bir şey yazdı. Sonra ikinci günü ben tekrar; Hizmetçiniz İbn-ül-Havâsibî diye yazdım. O da benim için bir şey yazdı. Sonra üçüncü gün oldu, ben tekrar; Hizmetçiniz Muhammed diye yazdım. Bunun üzerine beni çağırıp; İbn-ül-Havâsibî kimdir? dedi. Bendenizim diye cevap verdim. O, tekrar; Kûsî kimdir? diye sordu. Ben de yine; Bendenizim. dedim. Bunun üzerine; Farklı isim kullanmak sûretiyle beni kandırmış oluyorsun? buyurdu. Ben de; Zarûret durumu efendim dedim. Bu cevâbıma tebessüm etti ve yine bir şeyler verdi. Sonra; Benden bir şey istemenin usûlü şudur: İstemek, dînimizin müsâadesi dâhilinde olursa; ben cimri olamam buyurdu.
Büyüklerin hâlini anlamayan bir kimse, Takıyyüddîn ibni Dakîk-ül-îde karşı edepsizlik yaptı. Uygun olmayan sözler söyledi. Takıyyüddîn hazretleri onun fazla yaşamayıp, üç gün sonra vefât edeceğini söyledi ve yanındakileri teskîn etti. Dediği gibi, o edepsiz kimse, üç gün sonra vefât etti.

KATIRININ TEKMESİYLE ÖLDÜ!..
İbn-i Dakîk-ül-îdin kardeşine eziyet edildi. Takıyyüddîn hazretleri, bu hâdiseyi duyunca çok üzüldü. Gâibden bir ses, o kötülüğü yapan kimsenin helâk olacağını söyledi. Çok geçmeden o kimse vefât etti.
Bir kimse, Takıyyüddîn hazretlerinden para istemeye gelmişti. Mübarek zat kendisinde para kalmadığını, bittiğini söyleyince, o şahıs; Sen insan kayırıyorsun. Eğer senin şehrinden, Kûs halkından olsaydım, bana istediğim parayı verirdin dedi. Takıyyüddîn hazretleri, onun sözüne çok üzüldü. Biraz sonra o şahsın katırı, tekmesiyle sâhibinin ölümüne sebep oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bizim için af dileyesin</label>
Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtı zamanında dünyâyı karanlık kapladı. Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvan birbirlerini göremezlerdi. Kendi ellerini bile göremezlerdi. Bu karanlık defnin bitimine kadar sürdü. HER NEFS ÖLÜMÜ TADACAKTIR
Hazret-i Alî radıyallahü anh şöyle bildirmiştir:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem vefât edince, gâibden bir nidâ geldi. Şöyle diyordu:
Esselâmü aleyküm yâ ehle beyt-i Resûlillah ve rahmetullahi ve berekâtühû! Her nefs ölümü tadacaktır. Ecrinizi kıyâmet gününde bulursunuz...
Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem vefât haberini, müezzini Abdüllah bin Zeyd, bahçesinde bulunduğu bir sırada aldı. Hemen;
Yâ Rabbî benim gözlerimi görmez eyle! diye duâ etti. Duâsı kabûl edilip, gözleri görmez oldu.
Niçin böyle duâ ettin? diye sorduklarında;
Dünyânın lezzeti görmektedir. İstedim ki, gözlerim Muhammed aleyhisselâmın vefâtından sonra kimsenin yüzünü görmekle lezzetlenmesin!..
Yine, Emîr-ül-müminîn Alî kerremallahü vecheh şöyle anlatmıştır:

BİZ NEFSİMİZE ZULMETTİK!
Resûlullahı defnettikten sonra, bir köylü geldi. Kendini kabr-i şerîfin üzerine bıraktı. Topraklarını başına saçtı.
Yâ Resûlallah! sallallahü aleyhi ve sellem Emir buyurdun, emrine itâat ettik. Allahü teâlâ sana Kurân-ı kerîmi gönderdi. Biz de senden kabûl ettik. O Kurân-ı kerîmden bir âyet-i kerîmede Allahü teâlâ [Nisâ sûresi 64üncü âyetinde meâlen] (Nefslerine zulmedenler, sana gelip, Allahü teâlâdan afv dilerse ve Resûlüm de, onlar için afv dilerse, Allahü teâlâyı, tövbeleri kabûl edici ve merhamet edici bulurlar) buyurmaktadır. Biz kendi nefsimize zulmettik. Şimdi bizim için af dileyesin diye geldik dedi. O ânda kabr-i şerîften;
Afv ettiler diye bir ses işitildi. Köylü bu sesi işitince Allah diye nida etti ve düştü. Baktılar ki, ruhunu teslim etmiş!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cömert zenginin cimri çocukları!..</label>

Yemenli zengin ve cömert bir zât ölmek üzereydi. Evlâdlarına şöyle vasiyet etti: Evlatlarım, ben bütün ömrüm boyunca fakirlere, gariplere ve zayıflara öşür payını fazlasıyla ve bolca ayırırdım. Siz de bu usûlü devâm ettirin!.. Adamcağız bunları söyledikten sonra son nefesini verdi. Fakat o sâlih zât vefât edince, çocuklarının gözünü mal hırsı bürüdü. Kendi aralarında; Biz babamız gibi yapmayalım!.. diyerek ahitleştiler. Allâhü teala, onların bu kötü niyetleri üzerine, bahçelerini yakıp harâbe hâline getirerek simsiyah kıldı. Bu durumu gören cimri evlâtlar şaşırdılar:
Acabâ yanlış bir yere mi geldik? dediler. Allâhü teala, Kalem suresinin, 17den 36ya kadar olan ayetlerini, bu hadise üzerine nazil etti: FELAKETE UĞRAMIŞIZ!..
Biz, vaktiyle bahçe sâhiplerini imtihan ettiğimiz gibi onları (Resulullah Efendimize sallallahü aleyhi ve sellem karşı çıkan müşrikleri) de imtihan edeceğiz. Hani (bahçe sâhipleri,) sabah olurken (kimse görmeden) onu (mahsûllerini) devşireceklerine yemin etmişlerdi. Onlar istisnâ da etmiyorlardı. (İnşâallâh demiyorlar ve yoksulların payını ayırmıyorlardı.) Fakat onlar daha uykudayken Rabbinin katından (gönderilen) kuşatıcı bir âfet (ateş) bahçeyi sarıverdi de bahçe kapkara kesildi. (Beri tarafta ise) onlar, sabah olurken: -Mâdem devşireceksiniz, haydi erkenden mahsûlünüzün başına gidin! diye birbirlerine seslendiler. Derken: -Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanımıza sokulmasın! diye fısıldaşa fısıldaşa yola koyuldular. (Evet, yoksullara yardıma) güçleri yettiği hâlde, onları yardımdan mahrûm etmek niyet ve azmi ile erkenden yola çıktılar. Fakat bahçeyi gördüklerinde: -Biz mutlakâ yolumuzu şaşırmış olmalıyız! dediler. (Yanlış yere gelmediklerini anlayınca da şöyle dediler: ) -Yok yok, doğrusu biz felâkete uğramışız!

BİZ YAZIK ETMİŞİZ!..
En insaflıları ise: -Ben size Allâhı tesbîh etmenizi söylememiş miydim! dedi. -Rabbimizi tesbîh ederiz; doğrusu biz (kendi kendimize) yazık etmişiz! dediler. Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar. (Nihâyet) şöyle dediler: -Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz azgın kişilermişiz! Belki Rabbimiz, bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü biz (artık) Rabbimizi (Onun rızasını) arzuluyoruz. İşte azap böyledir. Âhiret azâbı ise, elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!


]
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri