Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bana olan sevgin hürmetine bağışla!</label>
Büyük mutasavvıf Zünnûn-i Mısrî Mısırda yetişen büyük velîlerdendir. 772 (H.155) târihinde doğdu. 859 (H.245) târihinde Mısırda vefât etti. Hikmetli sözleri çoktur. Bu mübarek zata bir gün; Bozulan kalbi düzeltmek için ne yapmak lâzımdır? diye sordular. Cevabında buyurdu ki: Beş şey yapmalıdır. Helâl yemek, Kurân-ı kerîm okumak, sâlihlerle sohbet, gece ibâdet etmek, seher vaktinde ağlamak...Kalbini en güzel koruyan kimdir? diye sorduklarında; Diline en çok hâkim olan cevâbını verdi.
Bu mübarek zat bizzat yaşadığı enteresan bir hâdiseyi şöyle anlatır: Bir gün Mekkede Kâbe-i şerîfi tavaf ederken, Kâbe ile gök arasında bir nûrun sütun gibi durduğunu gördüm. Sonra kaybolan bu nûrun, kimden veya kim için yükseldiğini merak ettim. Tavâfımı bitirdikten sonra iki rekat namaz kıldım. O nûru düşünürken, acıklı bir ses duydum.
EY DOSTLAR DOSTU!..
Sesin kimden geldiğini merak ettim ve bir kadının Kâbenin örtüsüne tutunup gözyaşı döktüğünü gördüm. Ağzından şu kelimeler dökülüyordu;
Ey dostlar dostu, sen bilirsin! Ey gönül dostum sen bilirsin! Sana olan sevgimi o kadar gizledim ki, kalbim ve rûhum daralmaya başladı...
Kadının muhabbet ateşi içinde söylediği bu sözler içimi sızlattı. Sonra kadın kendinden geçti. Biraz sonra kendine gelince, şöyle niyazda bulundu:
Allahım! Ey tek sâhibim! Ey koruyucum! Bana olan sevgin hürmetine beni bağışla!
Buna şaşırdım ve kendisine yaklaşarak;
Allahım! Sana olan muhabbetim hürmetine, deseydin olmaz mıydı? diye sordum. Bana dikkatle baktı ve; Yaklaş ey Zünnûn! Bilmez misin Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde sevdiği bir milletten söz ederken; (Allah onları sever, onlar da Allahı sever) buyurmuştur. Bunun için benim Ona olan sevgim hürmetine demedim. Onun bana olan sevgisi hürmetine dedim diye cevap verdi.

BENİ NASIL TANIDINIZ?
Ben ona; Doğru söylediniz. Fakat benim Zünnûn olduğumu nereden bildiniz? dedim. Ey Zünnûn! Cebbâr olan Allahü teâlânın mârifetiyle tanıdım deyince, vilâyet makâmına ulaşmış bir hâtun olduğunu gördüm. Daha sonra bana;
Ey Zünnûn! Dön arkana bak, ne var? deyince, arkama baktım, hiçbir şey göremedim, hemen kadına döndüm, kadın kaybolmuştu. Daha sonra onun vefat ettiğini öğrendim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tebe-i tâbiîninden Muhammed bin Yûsuf</label>

Muhammed bin Yûsuf hazretleri Tebe-i tâbiînin âlim ve velîlerindendir. İbâdete çok düşkündü. Dünyânın, Allahü teâlânın rızâsı için olmayan her şeyinden el çekmişti. Çok büyük evliyâdan olmasına rağmen, kendisini büyüklerden başkası tanımazdı. Saîd bin Gaffâra hitâben buyurdu ki: Ey Saîd, en kıymetli vaktin olan şu ânını, en kıymetli şeyle değerlendir. ONUN AZABINI UNUTMA!..
Dostlarına şöyle buyurdu:
Bu zaman fazîleti arama zamânı değil, bilakis kurtuluşu arama zamânıdır...
Kardeşi Zürâreye yazdığı mektupta; Besmele ve hamd ü senâdan sonra;
Ey kardeşim! İşittim ki, ticârete başlamışsın. Bilmiş ol ki, senden önceki bütün tüccârlar ölmüşlerdir. Vesselâm buyurup, altına şöyle not düştü:
Ey kardeşim Zürâre! Allahü teâlâdan kork ve ona itâat et! Onun azâbını unutma! Onun azâbına kimse karşı koyamaz. Şartlarına sâhib olunca hacca git! Zîrâ hadîs-i şerîfte Resûlullah efendimiz; (Her kim ki helâlden kazandığı mal ile Allahü teâlânın rızâsı için hac etse, anasından doğduğu gün gibi günahsız olur) buyurdu...
Bir sohbetlerinde; Şu gördüğünüz arâzilerin hepsini iki kuruş karşılığında bana verseler hiç sevinmem. Zîrâ bu dünyâdaki bütün mal ve mülk geçicidir. Yok olmaya mahkûmdur. Biz öleceğiz, malımız ve mülkümüz dünyâda kalacaktır buyurdular.

ÂHİRETE GÖÇTÜĞÜNÜZ ZAMAN!..
Mekke yolunda, Abdurrahmân bin Ömerin elinden tutup buyurdular ki:
Ey Abdurrahmân! Sen zevk ve keyfiyle uğraşanların kapıları önünden geçtiğinde onlara; O yüksek köşkleri ve kaleleri yaptıranlar hani, bu muhteşem köşk ve muazzam kalelerde sizden önce zevk ve sefâ sürenler, bütün dünyâ bizimdir diyenler nerede? diye sor. Muhakkak ki, onların hepsi ölüp gittiler. Sen, çok ibâdet edenlerin yanlarına varırsan onlara; Ey âbidler! Ölüm vaktiniz gelip, âhirete göçtüğünüz zaman, istirahatin en güzeli sizin içindir dersin.
Abdurrahmân bin Ömer, bu sözün hikmetini önce anlayamadı. Mekkeye geldiklerinde hastalandı ve; Hocamın söylediği doğru imiş diyerek son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Vücûd gidince hastalık da gider</label>

Büyük velî Abdullah ibni Hafîf (kuddise sirruh) hastalanmıştı. Bir doktor geldi ve; Ey Şeyh hastalığın nedir? diye sordu!..
Bugün sizlere İslam âlimlerinin hikmetli sözlerinden harmanlanan birkaç damla sunmak istiyoruz... Vehb bin Münebbih anlatır: Kab-ül-Ahbâr, mescidde arka saflarda durur. Ona; Bunun altında hangi sır gizlidir? diye sordular. Buyurdu ki: Tevrâtta okudum ki, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden öyle insanlar vardır ki, onlardan biri başını secdeye koyunca, başını secdeden iyice kaldırıncaya kadar, Allahü teâlâ onun arkasında olanı magfiret eder. Ben de hepsinden geride dururum, umarım ki, öyle birisinin secdesiyle benim işim görülsün. Ziyâüddîn Nahşebî buyurdu ki: Râbia-i Adviyyeye sordular ki: Sen şeytana düşman mısın? Hayır dedi. Niçin? dediler. Ben dostla o kadar meşgûlüm ki, başkası hâtırıma gelmiyor buyurdu... Kardeşim, eskiden öyle insanlar vardı ki, başkalarının günah işlediklerini duysalar, sıtmalı gibi titrerlerdi. Senin ise kendi günâhından için yanmıyor...
***
Eskiden bir âdet vardı; güller açınca, insanlar oyun oynarlar, eğlenirlerdi. Bu sebeptendir ki, her sene güllerin yetişme, açılma zamanı gelince, Marûf-i Kerhî hazretleri üzülür; Gül açtı, şimdi insanlar oyunla meşgûl olacaklar derdi.
Büyüklerden birine; Dünyâ neye benzer? dediler. Dünyâ, benzeri olmaktan daha aşağıdır buyurdu.
***
Bir gün dünyâ ehli zengin birisi, bir dervişin evinden su istedi. Ona tatsız, ılık bir su verdiler. Bu su, sıcak tatsızdır dedi. O derviş; Ey efendi, biz zindandayız. Zindanda olan iyi su içmez dedi...
***
Şiblî hazretlerini, öldükten sonra rüyâda gördüler. Münker ve Nekîrin suâllerinden nasıl kurtuldun? dediler. Siz orada olsaydınız da, benim yanımdan nasıl gittiklerini bir görseydiniz. Bana, Rabbin kimdir? dediler. Rabbim öyle birisidir ki, size, bütün meleklerle birlikte babamın önünde secde etmenizi emretti; biz onda babamın sülbünde, bütün kardeşlerimle birlikte sizi görüyorduk dedim. Melekler; Biz buradan çekilip gidelim. Biz ona suâl soruyoruz, o ise hazret-i Âdemin bütün zürriyetinin cevâbını veriyor dediler...
***
Büyük şeyh Abdullah ibni Hafîf (kuddise sirruh) hastalanmıştı. Bir doktor geldi ve; Ey Şeyh hastalığın nedir? dedi. Vücûd gidince, hastalık da gider buyurdu ve biraz sonra da son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Asrın Yesevîsi Ahmet Arvasi</label>
Seyyid Ahmet Arvasi, zamanımızın eğitimci ve yazarlarındandır. Yaptığı hizmetlerden dolayı ona Asrımızın Ahmed Yesevîsi denilmiştir...
Seyyid Ahmet Arvasi, zamanımız mütefekkir, eğitimci ve yazarlarındandır. Babası Van gümrük müdürlüğünden emekli Abdülhakim Efendi, annesi Cevahir Hanımdır. Dedeleri, Van-Bahçesaraya bağlı Arvas köyündendir. 15 Şubat 1932 (H. 7 Şevval 1350)de Ağrı ilinin Doğubayezid kasabasında doğdu. 31 Aralık 1988 (H. 22 Cemaziyel evvel 1409) tarihinde İstanbulda vefat ettiğinde gazetemizin yazarı idi. Edirnekapı Kabristanında medfundur... İLK KİTABINI TALEBE İKEN YAZDI
Ahmed Arvasi yedi yaşına geldiği zaman, babası Vana tayin edilince ilk tahsiline Vanda başladı, Doğubayezidde bitirdi. Ortaokula Ağrıda başladı, Erzurumda bitirdi. İmkansızlıklar yüzünden liseye devam edemediği için, Erzurum Erkek Öğretmen Okuluna (sonra Nene Hatun Kız Öğretmen Okulu oldu) kaydoldu ve 1952 senesinde bitirerek, öğretmen oldu. Önce Konyaya sonra Ağrının Molla Şemdin köyüne tayin edildi... Buradan askere gitti. Askerlik vazifesini bitirdikten sonra tekrar öğretmenliğe döndü. 1958 senesinde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü bitirdi. Eğitim Enstitüsünde okurken, Anadoludan gelen saf temiz gençlerin Enstitüdeki menfi propagandalarla dinlerini, imanlarını kaybettiklerine çok üzüldüğünü söylerdi. Bunun için ilk kitabı olan Kendini Arayan İnsanı yazdı. Pedagoji bölümünü bitirdikten sonra, Erciş Öğretmen Okulu, sonra da Balıkesir Savaştepe Öğretmen Okuluna tayin edildi. İnsan ve İnsan Ötesi, Diyalektiğimiz Estetiğimiz, Eğitim Sosyolojisi adlı eserlerini bu zamanda yazdı... Senelerce Türk Milli Eğitimine hizmet etti. Ona, hayat tarzından dolayı Asrımızın Ahmed Yesevîsi denilmiştir...

MÜBAREK BABASI MEMUR İDİ...
Seyyid Ahmet Arvasinin babası Abdülhakim Efendi, Rüşdiye mezunu idi. Memur olarak çalıştı. Van Gümrük Müdürlüğünden emekli oldu. Tasavvufta Seyyid Fehim Arvasinin oğlu Seyyid Masum Efendiden Halidî yolunu aldı. Ağabeyi Seyyid Abdülkadir Efendi bu yola intisab edince, ona da bu yolun bağlılarından olmasını teklif etti. Daha gencim ve memurum. Sonra intisab etsem olmaz mı? deyince, Masum Efendi ona Farisi olarak su beyti okudu: Baharın taze yaprağı sarardı/Tenceremizin ateşi soğumakta...
Bu beyti söyleyerek daha önceki bir hadiseye işaret edip vefatlarının yakın olduğunu hissettirerek bu fırsatı kaçırmamalarını tenbih ve emir buyurmuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanefî fıkıh âlimi Yahyâ bin Eksem</label>
Yahyâ bin Eksem, Hanefî fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. İlmi çok, fikri parlak, kadri yüksek, şânı yüce bir velî idi. Künyesi Ebû Muhammeddir. Nesebi, meşhûr Arap hâkimlerinden Eksem bin Sayfîye dayanır. 775 (H.159) senesinde Mervde doğdu. 856 (H.242) de hacdan dönerken Medîne yakınlarında Rebezede 83 yaşında vefât etti..
MAHKEME REİSLİĞİ DE YAPTI
Yahyâ bin Eksem, Memûn zamanında mahkeme reisliği yapıyordu. Ona birisi gelip; Allahü teâlâ kâdımıza iyilikler verip, hâlini iyi eylesin. Bana yemek yemede ölçüm ne olsun, söyler misin? dedi. Yahyâ bin Eksem; Açlık ile tokluk arasında yiyeceksin dedi. O kimse tekrâr; Gülmede ölçü ne olacak? deyince; Yüzünde açıklık olacak, fakat sesini yükseltmeyeceksin cevâbını verdi. Ağlama hakkında ne dersin? diye sorunca; Allahü teâlânın korkusundan ağladığını kimseye söyleme! cevâbını verdi. Amellerimi gizleme husûsunda ne söylersin? deyince; Gücünün yettiği kadar gizle diye cevap verdi. Amelimden ne kadar göstereyim? deyince de; Sâlih kimselerin sana uyacağı, insanların sana îtimâd edebileceği kadar cevâbını verdi. Bu suâlleri soran şahıs, aldığı cevaplardan çok memnun oldu.
Yahyâ bin Eksem buyurdu ki:
Koğucunun zararı, sihirbazın zararından daha çoktur. Koğucu az bir zaman içerisinde öyle zararlar yapar ki, sihirbaz onu bir ayda yapamaz.

SENİ MAĞFİRET ETTİM...
Yahyâ bin Eksem vefât ettikten sonra, kendisini sevenlerden Ebû Abdullah Hüseyin isminde bir zât rüyâda görüp; Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi? diye sordu. Cevâbında; Allahü teâlâ bana; Yâ Yahyâ! Sen dünyâda, benim için şu, şu amelleri yapmıştın, değil mi? buyurdu. Ben de; Yâ Rabbî! Ben yaptığım amellere değil, bana rivâyet edilen bir kudsî hadîse îtimâd edip ümitlendim dedim. Allahü teâlâ; O hadîs-i kudsî nedir? buyurdu. Ben de; Bana Muammer, İmâm-ı Zührîden, o dahi Urveden, o dahi hazret-i Âişe-i Sıddîkadan, o dahi hazret-i Peygamber efendimizden, o dahi hazret-i Cebrâilden o dahi Allahü teâlâdan haber verdiler. Allahü teâlâ; (Ben azîmüşşân, İslâmda ağaran saç ve sakala azâb etmekten hayâ ederim) buyurdu dedim. Allahü teâlâ hazretleri, o zaman; Sen ve Muammer ve İmâm-ı Zührî ve Urve ve Âişe ve Muhammed aleyhisselâm ve Cebrâil sâdıksınız. Ben azîmüşşân dahi seni mağfiret ettim buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mekke âlimlerinden Vüheyb bin Verd</label>
Vüheyb bin Verd hazretleri Mekke-i mükerremenin büyük âlim ve velîlerindendir. Doğum tarihi bilinmemektedir. 770 (H.153) yılında Mekkede vefât etti. Çok ibâdet eder, hikmetli sözler söylerdi. Buyurdu ki: İNSANLAR ÜÇ KISIMDIR...Midenize inen lokmanın haram veya helâl olup olmadığına dikkat etmedikçe ne yapsanız kurtulamazsınız.
Bir gün Yahyâ aleyhisselâm şeytanı gördü. Ona; Bana, insanlara nasıl musallat olduğunu anlat! buyurdu. Şeytan şöyle anlattı: Bize göre insanların hepsi üç kısımdır. Birinci kısmı siz peygamberlersiniz. Biz, size, hiç güç yetiremeyiz. İkinci kısımda olanlarla çok uğraşırız, nihâyet onu aldatırız. Ama o hemen tövbe eder ve bizim uğraşmamız boşa gider. Lakin biz peşini bırakmayız. Yine çok uğraşırız. Nihâyet aldatırız. Fakat onlar gene tövbe eder, bizim uğraşmamız gene boşa gitmiş olur. Yâni bu kısım insanlardan ne memnun oluruz ne de ümid keseriz.
Üçüncü kısımdaki insanlara gelince, onlar bizim emrimizdedir ve onlara istediğimizi yaptırırız...
Bir gün kendisine, Ölümden bahseder misiniz? diye sordular. Onlara; Bir insan vefât edince, dünyâda onun amelini yazmakla vazifeli iki melek onunla berâber olur. O kimsenin amelleri iyi ise, o melekler kendisine derler ki: Allahü teâlâ sana büyük hayırlar versin. Biz senin yanında bulunmakla çok rahatız. Dünyâda hayırlı ameller işledin. Şimdi de hayırlı şeylere kavuştun. Sonra melekler bunun rûhunu semâvât ehli ile tanıştırırlar. Onlar da onu tebrik edip; Allahü teâlâ, kavuşmuş olduğun bu nîmetleri mübârek etsin derler.

KÖTÜ AMELLİ KİMSE!..
Dünyâda hep kötülük işleyen kimse de vefât edince, dünyâda iken onun amellerini yazan iki melek yine onunla berâber olur. Fakat o, kötü amellerinin karşılığı olarak azâb görmekte olduğundan, onun yanında olmakla rahatsız olurlar ve derler ki: Sen, burada dünyâda yaptığın kötülüklerin karşılığını görüyorsun. Sonra melekler onu kötü amelli kimse diye tanıtırlar. Diğerleri de bundan tiksinirler. Oraya hep kötülük işleyerek gelmiş olan kimse, bu karşılaştığı hâle çok üzülür, yaptığı kötülüklere çok pişman olur. Tekrar dünyâya gelip sâlih ameller işlemek ister. Lâkin, artık bu pişmanlık ona fayda vermez buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir hikmet ehli Yahyâ bin Muâz</label>
Buyurdu ki: Bir kimse, hocasının hareket ve davranışlarından istifâde edemiyorsa, sözlerinden hiç istifâde edemez...
Yahyâ bin Muâz-ı Râzî hazretleri büyük velîlerdendir. İranda Rey şehrinde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 872 (H.258) târihinde Nişâburda vefât etti. Bu mübarek zatın hikmetli sözleri çoktur. İşte bunlardan bir demet: İLMİ İLE ÂMİL OLAN ÂLİMLER...
İlmi ile âmil olan âlimler, Müslümanlara analarından babalarından daha şefkatli, daha merhametlidirler. Çünkü onlar, insanın âhiretini kurtarıp, Cehenneme girmemelerini temin ederler. Ana-baba ise, insanı ancak dünyâ ateşinden ve felâketinden koruyabilir.
Bir kimse, hocasının hareket ve davranışlarından istifâde edemiyorsa, sözlerinden hiç istifâde edemez.
Açlık nûrdur. Tokluk ateştir. Şehvet odundur. Şehvet ve tokluk bir araya gelince, ateş yanmaya başlar. Sâhibini yakıp bitirir.
Gâfillerden, câhillerden ve yaltakçılardan uzak dur.
Yahyâ bin Muâz hazretleri Bağdât ve Belh şehirlerine gitti. Tasavvuf ehli büyük âlimlerle görüşüp sohbet etti. İbrâhim ve İsmâil adında iki kardeşi olup, onlar da yüksek hâl sâhibi idiler. Kardeşlerinden birisi Mekkeye gidip oraya yerleşti. Yahyâ hazretlerine bir mektup yazıp; Üç arzum vardı. Ömrümün sonunu en kıymetli yerde geçirmek, bir hizmetçimin olması ve ölmeden önce sizi bir defa daha görmek... Bunlardan ikisine kavuştum. Şu anda Harem-i şerîfte bulunuyorum ve bir hizmetçim var. Duâ edin de Allahü teâlâ üçüncü arzuma da kavuşmayı nasîb etsin dedi...

KEŞKE BÖYLE BİR ARZUN OLMASAYDI!
Yahyâ bin Muâz, kardeşine şu cevabı yazdı: Sen insanların en iyisi ol da, istediğin yerde yaşa. Yerler, insanlarla değer kazanır, insanlar yerlerle değil. İki cihânın efendisi Resûlullah efendimiz o taraflarda bulunduğu için, oralar çok kıymetli olmuştur. Hizmetçiye sâhib olmak gibi bir arzun keşke bulunmasaydı. Efendilik Allahü teâlânın, hizmetçilik ise kulun sıfatıdır. Birini kendine hizmetçi edip de, o kimsenin Hakka kulluk etmesine mâni olmak mürüvvete yakışmaz. Uygun değildir. Beni görmek arzu ettiğini söylüyorsun. Eğer hep Allahü teâlâyı hatırlar, her an Onunla meşgûl olursan, beni hatırına getirmezsin. Şu anda bulunduğun yer, evlâdı kurbân etmek yeridir. Onu bulmuş isen, ben senin işine yaramam. Eğer Onu bulamadınsa, benden sana ne fayda gelir!..
Kardeşi bu mektubu okuyunca yazdıklarına tövbe etti ve kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İşte rüyâda gördüğüm zat!</label>
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, Türkistanın büyük velilerindendir. Silsile-i aliyyenin on sekizincisidir. 1403 yılında Taşkendde doğdu. 1490da Semerkantta vefat etti. Talebelerinin ileri gelenlerinden biri şöyle anlatmıştır: TAŞKENDE DOĞRU YOLA ÇIKTI...
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ile Firket denilen yerde idik. Bir gün kâğıt ve kalem istedi. Kâğıt üzerine birkaç isim yazdı. Bu sırada Sultan Ebû Saîd Mirzâ diye bir isim yazıp, cebine koydu. Ebû Saîd Mirzâya rüyasında Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin büyüklüğünü gösterdiler. Uyanır uyanmaz, Ubeydullah-ı Ahrârın kim olduğunu sorup araştırdığında; Evet, Taşkendde buyurduğunuz gibi bir zat vardır dediler. Hemen atına binip, maiyeti ile Taşkende doğru yola çıktı. Bu sırada Ubeydullah-ı Ahrâr Firkete doğru yola çıkmıştı. Sultan onun Firkete gittiğini duyunca, atını oraya doğru sürdü. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, Sultanı, Firket yakınlarında karşıladı. Sultan Ebû Saîd Mirzâ, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerini uzaktan görünce; İşte rüyâda gördüğüm zat! diyerek, atından inip ayaklarına kapandı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de Sultâna alâka gösterip, sohbet etti. Sultan, bu sohbetin câzibesi ile, Ubeydullah-ı Ahrârdan kendisi için Fâtiha okumasını istedi. Fâtiha bir kere okunur buyurarak, Sultânın gördüğü rüyâya işâret etti...

SEMERKANDI FETHETTİLER...
Bu görüşmesinden sonra, Sultan Ebû Saîd Mirzânın etrâfında çok asker toplandı. Bunun üzerine Semerkandı almak istedi. Durumunu Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine arz etmek üzere huzûruna tekrar geldi. Maksadını anlatıp, himmet istedi. Ne niyet ile fethetmeyi istiyorsun? Eğer İslâmiyeti kuvvetlendirmek ve tebeaya şefkat göstermek niyeti ile giderseniz, zafer sizindir buyurdu. Sultan bu şartı kabûl edip, İslâmiyete hizmet edeceğine ve tebeaya merhamet ve şefkat edeceğine söz verdi. Bunun üzerine; İslâmiyete hizmet etmek şartıyla gidin, başarı sizindir buyurdu.
Bu duayı aldıktan sonra Sultan Ebû Saîd Mirzânın askerleri hep birden düşman üzerine hücûma geçtiler. İlk hamlede düşman saflarını yarıp, dağıttılar. Semerkand Sultanı Mirzâ Abdullah da atından düşüp, çamura battı. Atların ayakları altında ezildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ubeyde bin Muhâcir hazretlerinin annesi</label>
Ubeyde bin Muhâcir hazretleri, Tâbiînin meşhûrlarındandır. 730 (H.112) senesinde vefât etti. Aslen Rumdu, ismi Kostantin idi. Müslüman olduktan sonra ona Abdürrahmân ismi verildi... HEPSİNİ FAKİRLERE DAĞITTIİbn-i Câbir, bir arkadaşının şöyle anlattığını nakletmiştir:
Bir elbiseciden elbise satın almak istedim. Yedi dank (o zamanki para birimi) istedi, ben de Altı dank olsun dedim. Pazarlık uzayınca, elbiseci bana; Sen nerelisin? dedi. Ben de; Dımaşktanım dedim. Sen hiç Dımaşklılar gibi değilsin. Dün buraya Dımaşklı bir zât geldi. İsmi Ubeyde bin Muhâcirdir. Benden her biri yedi danka yedi yüz elbise satın aldı. Sonra Onları yükle dedi. İşçilerimi gönderip yüklettim. Benden aldığı bu elbiseleri tamamen fakirlere dağıttı, hattâ evine bir elbise bile götürmedi dedi.
Ubeyde bin Muhâcir hazretleri çok zengindi. Bütün malını mülkünü satıp sadaka olarak dağıttı. Kendine sâdece oturacak bir ev kalmıştı. Şöyle derdi: Ey Dımaşklılar, şu nehir altın ve gümüş dolu olarak aksa, herkes ondan kapışsa, ben dönüp bakmam.
Bu mübarek zat vefât ettiğinde sadece tekfin ve techizine yetecek kadar parası kalmıştı.
Abdullah bin Yûsuftan şöyle nakledilmiştir:
Ubeyde bin Muhâcir, köleleri satın alır, sonra serbest bırakırdı. Bir gün Rum asıllı ihtiyar bir kadın köleyi satın alıp serbest bıraktı. Zavallı ihtiyar, nereye gideceğim, nerede barınayım bilmiyorum! dedi. Bunun üzerine onu kendi evinde kalması için evine gönderdi...

SON NEFESTE İMAN ETTİ...
Akşam evine gidince, o ihtiyar kadınla birlikte yemek yediler. Sonra da kim olduğunu, nereden getirildiğini sormaya başladı. Kadın Rumca konuşuyordu. Sonunda o kadın annesi çıktı. Buna çok sevinip***8200;annesine Müslüman olmasını söyledi. Fakat kadın ilk anda kabûl etmedi. Ona çok iyilik ve ihsânlarda bulundu. Nihâyet bir cumâ günü ikindi namazından sonra, annesinin Müslüman olduğunu müjdelediler. Annesinin yanına gittiğinde Kelime-i şehadeti söyledi ve son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Argûn Şah öldürüldü!..</label>
Takıyyüddîn Sübkî meşhûr velîlerdendir. 1284 (H.683) senesinde, Mısırın Sübk köyünde doğdu. 1355 (H.756) senesinde Kâhirenin dışında bir yerde vefât etti. Çok kerâmetleri görülmüştür. Ona karşı çıkanın başına mutlak bir şey gelirdi. Kendisinden kerâmet hâsıl olunca veya birisi kerâmetinden bahsedince çok sıkılırdı... MÜDERRİS OLDU; ANCAK!..Kadıl-kudât Cemâlüddîn Züreî, Mensûriyye Medresesindeki müderrislik vazifesinden, Şam kâdılığına tâyin edilince, Takıyyüddîn Sübkî onun yerine müderrislik vazîfesine tâyin edildi. Bir müddet sonra, Cemâlüddîn Züreî, Şam kâdılığından azledildi. Bu sırada Şam Nâibi Argûn, Hicazda bulunuyordu. Bu nâibin, Cemâlüddîn Züreî ile arasında çok iyi bir dostluk vardı. Züreînin azledilmesi Argûna ulaşınca, buna çok üzüldü ve Mısıra varınca, Mensûriyye müderrisliğini, Takıyyüddîn Sübkîden alıp, tekrar Züreîye vermeye karar verdi. Bu haber Takıyyüddîn Sübkîye ulaşınca, gece iki rekat namaz kılarak, Allahü teâlâya niyazda bulundu. Bu sırada; Argûn tutuklandı! diye bir ses duyuldu. Ertesi gün derse gittiğinde kendisine, Nâib Argûnun tutuklandığı söylendi...
İmâm-ı Sübkî şöyle anlatır:
Babam Takıyyüddîn Sübkîye rahat vermeyenlerden birisi de, Şam nâibi Argûn Şah idi... Biz, bir gün yatsı namazını kılmak için toplanmıştık. Namazdan sonra, babam yüksekçe bir yere çıktı. Başı eğik bir vaziyette durmaya başladı. Hiç konuşmuyordu. Ayakta olduğu hâlde, sabah namazına kadar aynı vaziyette kaldı. Bu sırada öyle heybetli bir hâli vardı ki, târifî, anlatılması çok zordu. Sonra oradan inip sabah namazını kıldı. İnerken bize; Argûn Şahın işi bitti dedi...

ŞEMÂTET YAPMAYI BIRAK!..
Salı günü Trablustan yola çıkan Ulcîbuğa isminde birisinin, Perşembe günü gecenin yarısında Argûn Şahın başını kestiğini öğrendim. Sonra babamın odasına geldim. İçeride Kurân-ı kerîm okuyordu. Okumayı keserek kapıyı açtı. Bana; Müslüman kardeşin için şemâtet yapmayı bırak (şemâtet; başkasına gelen belâya, zarara sevinmektir). Belki Allahü teâlâ ona âfiyet verir de, seni o musîbete düçâr eder dedi. Sonra ben ona, biraz sevinçli bir hâl içinde; Argûn Şah öldürüldü dedim. O zaman bana; Kim demiş? Sus! Bu ne biçim söz böyle! Müslüman kardeşin hakkında şemâtet yapma dedik, değil mi? dedi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir zaman bize muhabbeti vardı</label>
Seyyid Tâhâ hazretleri Hakkâride yaşamış evliyanın büyüklerindendir. Silsile-i aliyyenin otuz birincisidir.***8200;Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin on birinci torunudur. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halîfelerindendir. Doğum târihi bilinmiyor. 1853 (H.1269) senesinde Şemdinli yakınındaki Nehride vefât etti. Kabri orada olup ziyâret edilmekte, feyz ve bereketlerinden istifâde olunmaktadır... CÜBBEDEN ÇIKAN BALIK!..Seyyid Tâhâ hazretleri, bir gün câmide büyük bir cemâate namaz kıldırmak için ayağa kalkmıştı. Niyetten önce, mübârek sağ elini birden ileri uzattı. Geri çektiğinde bir mikdar su, mübârek cübbelerinin kolundan döküldü. Canlı bir balık da yere düştü ve çırpınmaya başladı. Cemâat hayrette kaldı. Namaz kılındıktan sonra Halîfe Köse cesâret edip; Efendim, bu su ve balık nereden geldi? diye arz etti. Seyyid Tâhâ hazretleri cevâben; Kızıldenizde bir gemi batıyordu. Talebelerimizden birinin; İmdât yâ mübârek hocam! diye çağırması üzerine, yardım edip, gemiyi düzelttik. Büyüklerimizin himmeti, bereketiyle kurtuldular. Bu su ve balık oradandır buyurdu...
Vanın Gürpınar kazâsından bir zât, Nehrîye gidip, Seyyid Tâhâya talebe olmak istedi. Kabûl edilince de geri dönüp evine geldi. Talebe olduktan birkaç gün sonra, hayvanlarının bir kısmını kurt kaparak telef etti. Şeytan; Bu hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi diye vesvese verdi. O talebe nihâyet Seyyid Tâhâ hazretlerinin daha önce kendisine hediye ettiği tesbihi iâde etti. Maksadı hocasından ayrılmaktı. Tesbih, Seyyid Tâhâya takdim edildiğinde, tebessüm buyurdu...


DEFOL YÂ LÂİN!..
Aradan günler geçmişti. Seyyid Tâhâ hazretleri, bir gün öğle vakti namaza kalkarken, birden mübârek ellerini uzatıp; Defol, yâ laîn! buyurup namaza başladılar. Namazdan sonra Halîfe Köse; Efendim, mübârek ellerinizi uzatmadaki hikmet ne idi? diye suâl etti. O da; Gürpınarda bir Müslüman sekerâtta iken, şeytan aleyhillâne îmânsız gitmesine çalışıyordu. Büyüklerin bereketiyle defedildi. Adam îmânla vefât etti buyurdu. Halîfe Köse; Tesbihi iâde eden olmasın? dedi. Evet, odur! buyurdu. Efendim, o edebsizlik etmişti deyince de; Bir zaman bize muhabbeti vardı buyurdular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Şeyh Hubeyşî</label>
Şeyh Hubeyşî, Yemende yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. 1378 (H.780) senesinde vefât etti. Zamânında bulunan İslâm âlimlerinin önde gelenlerinden, yüksek bir zât idi. Çok talebe yetiştirdi. Bir ara kâdı oldu. Doğruluk ve takvâ üzere hareket ederdi. Verdiği kararlarda çok isâbet etmekle tanınmıştır... SÂLİH RÜYALARIYLA MEŞHURDURZebîdî diyor ki: Ebû Muhammed el-Hubeyşî, sâlih rüyâlar görmekle de tanınmıştır.
Bu rüyâlardan birisini kendisi şöyle anlatır:
Bir sene hacca gitmiştim. Kendi kendime kâdılığı terk etmeye niyet ettim. Bu niyetimi Harem-i şerîfte tekrarladım. Bu kararımda sâbit olup, sekiz ay kadar iki kişi arasında hüküm vermedim. Bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Benim hüküm vermek için oturduğum yerde oturuyordu. Etrâfında da Eshâb-ı kirâmdan bâzıları vardı. Onlardan hazret-i Ebû Bekiri tanıdım. Resûlullah efendimize yakın bir yere oturdum. Benim o sırada bâzı müşkil meselelerim vardı. Kendi kendime; Resûlullah efendimiz bu müşkil meseleleri hâlleder diye düşündüm. Daha sonra bu meseleleri Resûlullah efendimize sormaya başladım. Bana, bu meselelerin cevâbını tek tek açıklıyordu. Sonra ben huzûrunda dizüstü oturduğum halde, başımı eğdim. Bu arada kâdılığı bırakmak niyetimin uygun olup olmadığını onlara anlatmaya çalışıyordum. Ben bu şekilde otururken, iki kişi bana geldi. Onlardan biri diğerinden dâvâcı oldu. O iki kimseye; Burada, her şeyin kendisinde son bulduğu asıl vardır. Niçin Ona değil de bana soruyorsunuz? diyerek, Resûlullahı işâret ettim. Resûlullah efendimiz bana;
Aralarında hüküm ver! buyurdu. Bu durum bana çok ağır geldi. Huzûrlarında bir şey söylemekten, hele hüküm vermekten çok utanıyor ve sıkılıyordum. Bununla berâber, Resûlullah efendimizin emrine itâat ettim. Aralarında hüküm verdim. Sonra uyandım. Bu rüyâdan, Resûlullah efendimizin, benim kâdılığa devâm etmemi arzu ettiklerini anladım ve kâdılığa devâm ettim.

ÂHİRETE GÖÇME VAKTİM GELDİ
Hubeyşî hazretleri vefat edeceği zaman buyurdu ki: İki sene önce, rüyâmda, vefât edeceğim yer ve zaman bildirilmiştir. Artık ahirete göçme vaktim gelmiştir...
Vefât ettiği zaman, cenâzesinde hazır bulunanlardan bâzıları; Biz onun cenâzesinde bulunmakla, çok nûrlar, apaçık işâretler, hayra alâmetler ve güzel hâller gördük demişlerdir...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri