Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı Şeyhülislamı Dürrizade Arif Efendi</label>

Dürrizade Mehmed Arif Efendi, seksenyedinci Osmanlı Şeyhülislamıdır. Şeyhülislam Dürrizade Mustafa Efendinin oğludur. Doğum tarihi belli değildir. İlk tahsilini babasından aldı. Daha sonra çeşitli medreselerde ilim tahsil etti. Nihayet müderrislik diploması alıp Haric rütbesine ulaştı.
AYNI VAZİFEYE İKİ DEFA GETİRİLDİ
Bursa ve sonra İstanbul kadılıklarında bulunan Dürrizade, daha sonra sırasıyla Nakibül-eşraf, Anadolu Kazaskeri, Rumeli Kazaskeri ve Reis-ül-Ulema oldu. Nihayet Sultan Birinci Abdülhamid Han devrinde Şeyhülislam oldu. Altı ay sonra bu vazifeden ayrılıp, hacca gitti. Mekke-i Mükerremede bir müddet kalıp Anadoluya, Kütahyaya gitti. Sultan III. Selim zamanında İstanbula geldi ve tekrar Şeyhülislamlık vazifesine tayin edildi. Buradan emekliye ayrıldı.
Kıymetli sohbetleri vardır. Buyurdu ki:
Ölümü bir tabağa koyup çarşıda satsalardı, âhiret ehli, başka bir şeye bakmayıp onu satın alırdı.
Cehennemliklerin amellerini işleyip, sonra da Cenneti istemek büyük ahmaklıktır.
Tövbeden sonraki bir günah, tövbeden önceki yetmiş günahtan daha çirkindir. Kalb ve beden hastalıklarımız için en iyi ilâç, günahı terk etmektir.
Allahü teâlâyı sevdiğin kadar, herkes seni sever. Allahü teâlâdan korktuğun kadar, herkes senden korkar. Allahü teâlâya kulluk ettiğin miktârda, herkes sana yardımcı olur.
Dünyâ sevgisini terk etmek gâyet zordur. Ama Cennete kavuşmak için, dünyâyı terk etmek lâzımdır.
Dünyâ ekin yeri, insanlar da sanki ekindir. Ölüm, bu ekinleri biçen oraktır. Azrâil (aleyhisselâm) harman sâhibi, mezar da harman yeridir. Cennet ve Cehennem ise, ekinlerin durumuna göre konulacağı ambar gibidir. İnsanların da bir kısmı Cennete ve bir kısmı da Cehenneme gideceklerdir.
En çok sevindiğim ve sevdiğim şey, Allahü teâlânın bana ihsân ve ikrâm ettiği îmân nîmetidir. En çok korktuğum şey ise, onun benden gitmesidir.

İSTİKAMETTEN AYRILMAYIN!
Dürrizade Mehmed Arif Efendi, 1810 (H.1285) senesinde İstanbulda vefat etti. Üsküdarda Miskinler Kabristanına defnedildi. Son nasihati şu oldu:
İstikametten ayrılmayın. Bu, fırka-i naciyedir. Ehl-i sünnettir. Resulullahın ve eshâbının yoludur. Göklerde ve yerlerde olanlar, hep Allahü teâlâyı tesbih ederler. O güçlüdür, hikmet sahibidir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı ulemâsından Behâyî Abdullah Efendi</label>
Behâyî Abdullah Efendi, Osmanlı ulemâsındandır. Kanuni Sultan Süleyman, İkinci Selim ve Üçüncü Murad Han zamanlarında kadılık yaptı. Bayramiyye tarikati büyüklerinden Behaeddin Efendinin torunu Lütfullah Efendinin oğludur. MEKKE-İ MÜKERREME KADISI
Behâyî Efendi, 1533 (H.940) senesinde dünyaya geldi. Genç yaşta ilim öğrenmeye başladı. Meşhur Taşköprüzadenin yanında uzun zaman kaldı ve ondan çok istifade etti. Daha sonra ona damad oldu. Önce Bursada, sonra İstanbulda çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra İstanbul kadılığına tayin edildi. Daha sonra Anadolu Kadıaskeri oldu. Sonra da Rumeli Kadıaskerliğine terfi etti. Nihayet Mekke-i Mükerreme kadılığına getirildi ve bu vazifede iken 1588 (H. 996) senesinde vefat etti...
Behâyî Efendinin hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
İlmi ile âmil olan âlimler, Müslümanlara analarından babalarından daha şefkatli, daha merhametlidirler. Çünkü onlar, insanın âhiretini kurtarıp, Cehenneme girmemelerini temin ederler. Ana-baba ise, insanı ancak dünyâ ateşinden ve felâketinden koruyabilir.
Bir kimse, hocasının hareket ve davranışlarından istifâde edemiyorsa, sözlerinden hiç istifâde edemez.
Açlık nûrdur. Tokluk ateştir. Şehvet odundur. Şehvet ve tokluk bir araya gelince, ateş yanmaya başlar. Sâhibini yakıp bitirir.
Dünyâya aldanmaktan çok sakınınız. Burası, yolcu konağı gibi geçicidir. Bugün buradayız. Belki yarın, belki daha önce göç edeceğiz. Burada bir an evvel azığımızı tamamlayalım. O kadar çabuk olalım ki, konuşmaya vaktimiz kalmasın. Konuşmayı âhirete bırakalım.
Kalbinde dünyâ hırsı bulunan bir kimsenin ilmi, Abdullah ibni Abbâs hazretlerinin ilmi kadar olsa, o kimse, insanlar için zararlıdır. Çünkü onun kendisine hayrı yoktur. Başkalarına nasıl olsun?
Evliyâ, insanları şeytanın elinden kurtaran zâttır.
Bir şeye ihtiyaç duyulduğu halde, çalışıp onu temin etmemek, çoluk çocuğu perişan bırakmak, câhillik ve tembelliktir.

ÖYLE BİR HÂLDEYİM Kİ!..
Behâyî Abdullah Efendinin son sözleri şunlar oldu:
Allahü teâlâ ve Resûlüne ve Sahabe-i kirama olan aşkım ile, onlara kavuşmak iştiyakı ile, dünyada emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerin tadı arasında öyle bir haldeyim ki, Allahü teâlânın bu lutfu bana kafidir. Yâ Rabbi! Sen benim Rabbimsin ve hiç şerikin yoktur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırlı büyük velî Ebü'l-Hasen Sabbag</label>
Ebül-Hasen Sabbag, evliyânın büyüklerindendir. 1216 (h.613) senesinde Mısırın Kınâ şehrinde vefât etti. Ders verdiği medresenin bahçesine, hocası Abdurrahîm el-Kınâvî hazretlerinin yanına defnedildi... O ADAMI HEMEN BIRAK!..Ebül-Hasen Ali bin Sabbag hazretleri, o zamanda bulunan evliyânın en büyüklerinden Abdurrahîm el-Kınâvî hazretlerinin dâmâdı ve en üstün talebesi idi. Zâhirî ve batınî birçok ilimleri ondan öğrendi.
İlmüddîn İsmâil bin İbrâhim el-Menfelûtî hazretleri şöyle anlattı:
Bir gün hocam Ebül-Hasen Sabbag hazretleri ile berâber deniz sahilinde bulunuyorduk. Hocam abdest alıyordu. Birden bir feryâd sesi işittik. Bir kargaşa meydana geldi. Sebebini sorduk. Timsahın, kıyıda durmakta olan bir adamı yakalayıp götürdüğünü söylediler. Baktık, timsah kıyıdan uzaklaşıyordu. Hocam Dur! dedi. Timsah olduğu yerde kaldı. Sonra hocam, Bismillâhirrahmânirrahîm diyerek, suyun üzerinde yürüdü. Timsahın yanına vardı. O adamı hemen bırak! dedi. Timsah adamı bıraktı. Sonra timsahın üzerine elini koydu ve Öl! dedi. Timsah o anda öldü. Sonra o adama Haydi, kıyıya git buyurdu. Adam, Bu kabarık dalgalar arasında kıyıya nasıl giderim? dedi. Hocam ise; Sen kıyıya doğru git! Hiçbir şey olmaz. Bu suya batmadan çıkarsın. Çünkü bu yol senin için kurtuluş yoludur dedi ve kendisi de berâber, sanki toprak üzerinde yürüyorlar gibi, su üstünde yürüyerek sahile geldiler. Orada bulunan herkes hocamın bu kerâmetini gördü.
Büyük hadîs âlimlerinden Abdülazîm-i Münzirî hazretleri diyor ki:
Ebül-Hasen Sabbag hazretleri ile 1209 (h.606) yılında Kınâ şehrinde karşılaştım. Onun bereketli sohbetinde bulunanların hâllerinin değiştiğini, bunun açıkça belli olduğunu gördüm. Talebe yetiştirmekte pek mâhir idi. Kendisinden birçok kimse istifâde etti. Allahü teâlâ, onun vâsıtası ile çok kimseye hidâyet, kurtuluş nasîb etti.

HEP BİZİMLE MEŞGUL OLDUN!
İmâm-ı Menâvî hazretleri şöyle anlatıyor:
Ebül-Hasen hazretlerini, vefât hastalığında ziyâret ettim. Kendisine gâibden; Sana fakirlik verdik. Şikâyette bulunmadın. Çok nimetler verdik. Sen onlarla meşgûl olmadın. Hep bizimle meşgûl oldun. Sana belâ ehlinin hâlini veriyoruz ki, öncekiler gibi bunu da hoş karşılayasın ve bela ehline hüccet (delîl) olasın buyurulduğunu söyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebû Seleme ve Ümmü Seleme</label>

Ebû Seleme bin Abdülesed radıyallahü anh, en önce îmân edenlerdendir. Resûlullahın halası Berre ile Abdül-Esed bin Hilâl Mahzumînin oğludur. İsmi Abdullahtır. Resûlullahın ve amcası Hazreti Hamzanın Süveybeden süt kardeşidir. Hanımı Ümmü Seleme radıyallahü anhadır. Ümmü Seleme de kocası ile birlikte Müslüman olmuştur... DÖRT ÇOCUKLARI VARDIEbû Seleme radıyallahü anhın Seleme ve Ömer adında iki oğlu ile Zeyneb ve Dürre adında iki kızı vardır. Habeşistâna ve Medineye, hanımı ile birlikte hicret etmişlerdir.
Bu mübarek sahabe, Bedir ve Uhud harblerinde akrabaları olan Mahzûmoğullarına karşı kahramanca savaştı. Uhud Harbinde aldığı yaranın iyileşmemesi sebebiyle hicretin dördüncü (m. 626) yılında şehîd oldu.
Ebû Seleme hazretleri, Uhud Gazvesine katılıp yara alınca, Ümmü Seleme kocasına;
Gel seninle sözleşelim. Ne sen, benden sonra (Cennetteki evlenmesini kastederek) evlen; ne de ben, senden sonra evleneyim deyince; Ebû Seleme, hakikaten sözünü tutup, tutamayacağını sordu:
Ben sana itâat etmek, sözünü dinlemek için danıştım. Bu cevap üzerine Ebû Seleme;
Ben vefât edince, sen evlen buyurdu ve şöyle dua etti:
Allahım! Hanımım Ümmü Selemeye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasip et!
Bu mübarek sahabe, bunları söyledikten sonra vefat etti...
Ebû Seleme hazretlerinin duası kabul oldu. Ümmü Seleme kocasının vefâtından sonra, Resûlullah efendimiz ile evlenmek saâdetine kavuştu ve müminlerin annesi oldu...
Bu hususta başka bir rivayet de şöyledir: Ümmü Seleme hazretleri Allahım! Bu musibetten beni ecirlendir ve bana bundan daha hayırlısını ver diye dua eder, bu duası kabul olunarak Resulullah efendimizle evlenir...

EN SON VEFAT EDEN ANNEMİZ
Ümmü Seleme validemiz, fesahat ve belagatta çok ileri derecede idi. Dirayet ve fetanet sahibiydi. İbadete düşkün ve çok cömertti. Aynı zamanda çok mütevazı ve hayâ sahibiydi. Peygamber efendimizin rahatına ve rızasına büyük ihtimam gösterirdi. Resulullahtan 378 hadis-i şerîf rivayet etti...
Ümmü Seleme hazretleri Peygamber efendimizle evlendiğinde 44 yaşında idi. 84 yaşında vefat etti. Resulullah efendimizin en son vefat eden zevcesi oldu. Cenaze namazını Ebu Hüreyre radıyallahü anh kıldırdı. Baki Kabristanına defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>İkimiz de helâk oluruz!</label>
Sekizinci asırda Mısırda yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî, güzel halleri ve kerâmetleriyle meşhûrdur... Bir gün bu mübarek zatın yanına, Allah adamlarını, velîleri inkâr eden bir genç geldi. Zünnûn-i Mısrî hazretleri yüzüğünü ona verip; Bunu çarşıya götür, bir altına sat buyurdu...
OĞLUMU TİMSAH KAPTI!..
O genç, yüzüğü götürdü, çarşıdakiler bir gümüşten fazla vermediler. Genç geri gelip durumu anlattı. Mücevherâtçılara götür, bakalım ne verirler buyurdu. Bin altına o yüzüğü satın almak istediler. Genç geri dönüp durumu haber verdi. O zaman gence; Senin Allahü teâlânın sevgili kullarını anlamadaki ilmin, çarşıdakilerin bu yüzüğü bilmeleri ve ona değer biçmeleri gibidir buyurdu. Genç bu söz üzerine tövbe etti...
Bir gün ihtiyar bir kadın çâresiz olarak, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına geldi ve; Biricik oğlumu, ciğerpâremi Nilde timsah kaptı. Ne olur kurtar diye yalvardı. Zünnûn-i Mısrî hazretleri, Nil Nehrine gitti. Orada ellerini açıp; Yâ Rabbî! Şu kadının çocuğunu kurtar diye yalvardı. Biraz sonra, su üzerinde bir timsah göründü. Kenara yaklaşıp çocuğu sağ sâlim bırakıp gitti. Bu hâdise kadının çok tuhafına gitti ve; Ey Zünnûn! Esâsen size inanmamıştım ve ciddiye de almamıştım. Şimdi yanıldığımı ve Allahü teâlânın sevgili kulunun duâsını nasıl kabul ettiğini gözümle gördüm dedi ve tövbe ederek kendisinden özür diledi...

ELİNİ ETEĞİMDEN ÇEK!..
Zünnûn-i Mısrî, kendisi şöyle anlatır:
Bir gün dağlarda dolaşırken bir topluluk gördüm. Hepsi bir yerinden rahatsızdı. Siz burada ne yapıyorsunuz? diye sorduğumda bana; Şurada bir âbid var, her sene bir sefer dışarı çıkar, bize okuyunca hepimiz şifâ buluruz dediler. Ben de onlara katılarak, dışarı çıksın diye bekledim. Bir adam çıktı. Yüzü sarı, vücûdu zayıf ve gözleri çukurlaşmıştı. Heybetinden dağ sallandı. Sonra şefkatli bir gözle onlara baktı ve üzerlerine üfleyince, hepsi şifâ buldu. Yerine gitmek isterken, eteğine yapışıp; Allah için onları maddî hastalıklardan kurtardın. Benim de mânevî hastalığımı tedâvi et dedim. Ey Zünnûn, elini eteğimden çek! Allahü teâlâ seni gördüğü hâlde, Onu bırakıp benim eteğimi tuttun. Allahü teâlâ ikimizi de helâk eder dedi. Sonra feryad ederek düştü. Baktılar ki son nefesini vermiş..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cemal Halveti'nin Medine yolculuğu</label>
Sultan İkinci Bayezid döneminde İstanbul iki büyük musibet ile karşı karşıya kalmıştı... Bunlardan biri büyük bir deprem meydana geldi, ardından da artçı depremler uzun süre devam etti. Deprem korkusu ile yaşayan halk bir de taun (veba) hastalığı ile karşılaştı... HALK, KORKU VE PANİK İÇİNDEYDİHer gün birkaç kişi taun hastalığından dolayı hayatını kaybederken, kısa aralıklarla da İstanbul sallanmaya devam ediyordu. Bu durum bir yıldan fazla sürünce, halktaki korku ve panik en üst seviyeye ulaştı.
Devrin âlimleri, İstanbulda bir toplantı yaptılar ve şöyle bir sonuca vardılar:
Umumi bela ve musibetlerin gelmesine sebep, ekseriyetin hatalarıdır. Hataların af edilmesi için istiğfar gerekir, halk topluca tövbe istiğfarda bulunacak...
Bu toplantıda alınan bir başka karar da; devrin tasavvuf büyüklerinden Cemal Halveti hazretleri dua ile görevlendirilir. Bu zat, Medineye gönderilecek, Resûlullahın manevi huzurunda dua edecektir.
Cemal Halveti hazretleri hazırlıklarını tamamlayarak yola çıkar. Kervan Gebzede mola vererek, civardan katılacakları beklerken, kervandakiler de son hazırlıkları yerine getirir. Bir hafta kadar Gebzede kalınır. Tam hareket edecekleri sırada, İstanbuldan Bursaya gitmekte olan ulak kervanın yanından geçerken selam verir aralarında şöyle bir konuşma geçer.
Kervancıbaşı ulağa sorar:
-İstanbuldan yeni bir haber var mı?
-Son bir hafta içinde İstanbulda zelzele olmadı. Taun hastalığı da hız kesti, daha önce bir günde ölen insan, şimdi bir haftada öldü, musibetler İstanbulun üzerinden kalkıyor...

BİR DAHA GERİ DÖNMEZ!..
Bu haber kervanda duyulunca, sevinç yaşandı. Cemal Halveti hazretleri haberi duyunca, secdeye kapandı. Uzun secdesini gözyaşları ile süslüyor, hıçkırıkları çadırının dışından duyuluyordu. Kervancıbaşı, Cemal Halveti hazretlerinin yanına gider;
-Efendi hazretleri! Niçin ağlıyorsunuz, ne güzel haber aldık. Sevineceğiniz yerde ağlıyorsunuz, der. Halveti hazretleri;
-Ben de o haber için ağlıyorum. Ben ne günahkâr adamım ki şehirden ayrılınca musibetler durmuş. Demek ki bela ve musibetlerin sebebi bu günahkârmış, günahlarım için ağlıyorum...
Ve kervan Medineye varır... Cemal Halveti hazretleri Resûlullahın huzurunda gözyaşı döker. Bir daha geri dönmez ve orada vefat eder...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Ömer'in oğluna hile yapan Yahudi!</label>
Hazret-i Ömerin bir oğlu var idi. Bedenen çok zayıf kalmıştı. Bir Yahudi, bu gence kendisini hekîm olarak tanıttı. Hâlini ve hâtırını sordu. O da, bedeninin zayıflığından bir miktâr bahsetti. Melûn Yahudi tebessüm ederek, bunun ilâcı kolaydır dedi. Bu da ilâcını istedi. Zîrâ kalbinde kin ve hîle yoktu... ŞARABI ŞERBET DİYE İÇİRDİ!..
Yahudi, önüne düşüp, onu evine götürdü. Bir sürâhî şarap doldurup, şerbettir diye önüne koydu. Bu senin derdine devâdır. Bunu içtiğin gibi sıhhat bulursun dedi. O da sözünü hakîkat zannedip, şarabı içti, sarhoş oldu!..
Yahudinin güzel bir kızı vardı. Odaya gönderdi. Şarabın tesîri ile sarhoş olduğundan, kıza sâhib oldu. Bir müddet sonra ayılıp, aklı başına gelince, iş işten geçmişti!.. Nedâmet ile tevbe ve istigfâr edip, evlerine geldi...
Yahudinin o kızı bir zaman sonra bir çocuk dünyaya getirdi. Sonra, melûn Yahudi, birçok Yahudiyi ve o çocuğu yanına alıp, Hazret-i Ömerin yanına getirdiler. Dediler ki:
-Yâ halîfe, senin oğlun, bizim kızımıza zorla sâhip oldu ve bu çocuk doğdu. Biz bunu beslemeye mecbûr değiliz!
Hazret-i Ömer bunu görünce, mubârek gönülleri perîşân olup, oğlunu çağırdı ve bu durumu sordu. Oğlu da Yahudinin tuzağına düştüğünü teferruatıyla anlattı.
Hazret-i Ömer o çocuk için nafaka tayîn eyledi. Sonra görevlilere oğlunu teslim etti. Dînin emri olan 80 sopa vurulacaktı... Sopa sayısı kırk olduğu zaman, Eshâb-ı güzîn, Hazret-i Ömerin yanına gelip, Yâ halîfe, oğlunuz zayıf ve hastadır, bu şekildeki sopaya tahammül edemez. Sonra, senin bu oğlunun sesi Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretlerinin sesine çok benzer, lutfeyle, sesi hurmeti için suçunu afv eyle ihsân eyle, bunun suçunu bize bağışla diye rica ettiler. Ne söylediler ise, Hazret-i Ömer iltifât eylemedi. Allahü teâlânın hakkında hâtır olmaz. Âhirette çekmekten, dünyâda cezâsını bulmak iyidir buyurdu.

SEKSEN DEĞNEĞE DAYANAMADI!..
Altmış değnek olduğunda, Ey baba, bir ân mehil ver ki, azîz annemin yüzünü göreyim, helâllik dileyeyim! dedi.
Yetmiş sopa olduğunda, Ey babacığım, işte ben ölüyorum. Mubârek yüzünü bana göster ki, hasret gitmeyeyim dedi. Bunlar onun son sözleri oldu...
Hazret-i Ömer radıyallahü teâlâ anh mübârek yüzünü çevirip, gösterdi. Sopa sayısı seksen olduğunda rûhunu teslîm etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ali Efe ile Küçük Efe</label>
Anadolu insanının yokluk ve çaresizlik içinde bitab düştüğü Kurtuluş Savaşı yılları... Egenin efe ve kızanları son bir gayretle ayağa kalkmış, kümeler halinde silahlanıp dağa çıkmışlardı... Yunan işgali altındaki Manisa ve Kırkağaç köylerinden dağa çıkanlar arasında yiğitliğiyle gönüllere taht kurmuş, namıyla dillere destan bir Ali Efe vardı... BENİ DE YANINA AL BABACIĞIM
Ali Efe bir gün çizmelerini çekip kalpağını başına geçirmiş, mavzerini alarak ailesiyle vedalaşmış, kızanları (delikanlı) ile buluşacağı yere doğru yola çıkmıştı...
Gideceği yeri kendisi ve kızanları dışında kimse bilmiyordu. Tam ayağını atının üzengisine basarken oğlu Mehmet, yaşlı gözleri ve titrek sesiyle;
-Ne olur babacığım, beni de yanına al! Bak artık büyüdüm. Gideceğin yerde ben de bir işine yararım, seni mahcup etmem, diye yalvarmaya başladı.
Babası onun yalvarmalarına dayanamayarak yanına aldı.
Mehmet yola çıktıktan sonra iki dağın etekleri arasındaki yolda bir toz bulutu belirdi. Bunun atlı bir birlik olduğu fark ediliyordu. Toz bulutu dağılınca Mehmet gelen askerlerden birinin mavili-beyazlı bir bayrak tuttuğunu gördü. Ne olduğunu anlamadan bir kurşun vızıltısı işitti, başının üzerinden geçmişti. İkincisi göğsüne isabet etti. Mehmetin gözü karardı, başı döndü ve kendinden geçti.
Atı, sırtına yığılmış binicisini Ali Efenin karargâhına getirdiğinde akşam yaklaşıyordu. Bulutları al renge boyayan güneş alçalmış, batmaya hazırlanıyordu.

NE MUTLU SANA!..
Ali Efe ve kızanları atın yaralı Mehmeti taşıdığını görünce ona doğru koştular. Küçük Efeyi yavaşça ve dikkatle indirip yere yatırdılar. Mehmet gözlerini aralayarak gittikçe zayıflayan sesiyle:
-Anama söyleyin benim için ağlamasın... Vatanım için küçücük bir hizmette bulunabildiysem ne mutlu bana... Beni köyüme defnedin... diyerek son nefesini verdi.
Ali Efe oğlunu kucaklayarak göğsüne bastırdı ve şöyle dedi:
-Biricik oğlum, yiğit Mehmetim. Bu küçücük yaşında şehitlik sana nasip oldu, ne mutlu sana.
Ali Efe, kızanlarıyla birlikte oğlunun cenazesini köyüne götürerek defnetti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Kelime-i şehâdeti söyleyemeyen adam!</label>
Mâlik bin Dînâr hazretleri evliyânın büyüklerindendir. 748 (H.131) târihinde Basrada vefât etti. Ömrünü Basrada geçirdi. Güzel halleri ve çok kerâmetleri görüldü. Nefsini hesâba çeker, bir an onu boş bırakmazdı... BÜTÜN MALINI TALEBELERE VERDİ...
Bu mübarek zat, gençliğinde mal mülk sâhibi bir zengin yiğitti. Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve parasını, fakir talebelere harcadı. Kalbinden Allahü teâlânın aşkından başka her şeyin sevgisini çıkardı. Basranın kuru veya yaş hurmasından yemezdi. Hurma mevsimi geçince; Ey Basralılar! Benim hâlimi görüyorsunuz. Hurma yememekle bir şeyim eksilmedi. Sizin de hurma yemekle bir şeyiniz artmış değil buyurarak nefsini, ibâdeti özler ve yapar hâle getirdi...
Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Kulun lüzumsuz ve boş sözlerle vakit geçirmesi, kalbi karartır, bedeni zayıflatır, geçim sebeplerini de zorlaştırır.
Bahar yağmurları yeryüzünü yeşillendirdiği gibi, Kurân-ı kerîm de kalbin yağmurudur ve onu canlandırır.
Basra vâlisi bir gün Mâlik bin Dînâra; Ey Mâlik, bize bu kadar ağır konuşabilmen için sana cesâret veren ve bizi karşı koymaktan âciz bırakan şey nedir biliyor musun? diye sorduktan sonra cevabı kendisi verir: Çünkü sen, dünyâya hiç kıymet, değer vermiyor ve bizden bir şey beklemiyorsun!..
Mâlik bin Dînâr hazretlerinin yanına bir köpek gelip oturduğu zaman ona bir şey yapmaz ve uzaklaştırmazdı. Onu neden kovalamazsın? dediklerinde; Bu köpek, kötü arkadaştan daha iyidir; kişinin iyi insanları yanında bulup da doğru yola gitmemesi, kötülük olarak kendisine yetişir buyurdu...

BİR HASTAYI ZİYARETE GİDER...
Mâlik bin Dînâr hazretleri bir gün hasta ziyâretine gider. Orada şahit olduklarını şöyle anlatır:
Hastanın hâlinden, son anlarını yaşadığı anlaşılıyordu. Kendisine Kelime-i şehâdeti telkin etmek (söyletmek) için uğraştım. Fakat ne kadar uğraştımsa söylettiremedim. O durmadan on, on bir... diyordu. Sonra kendisine gelip bana; Ey üstâdım! Önümde ateşten bir dağ var! Ne zaman şehâdet kelimesini söylemeye çalışsam, bu ateş bana hücûm ediyor dedi. Bunun üzerine mesleğini sorduğumda; malını ribâya veren, fâiz yiyen, ölçü ve tartıda hîle yapan biri olduğunu anladım...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şemseddîn ibn-i Münîr</label>
Şemseddîn ibn-i Münîr hazretleri, Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve büyük velîlerdendir. Sûriyenin Baalbek şehrindendir. 1531 (H.937) senesi Safer ayında Baalbekte vefât edip, talebelerine ders verdiği zâviyesinin bahçesinde defnolundu... YOLA ÇIKMAYA KARAR VERİRLER!..
İbn-i Münîr, evliyânın büyüklerinden olan İbrâhim Metbûlî hazretlerinin önde gelen talebelerindendir. Yumuşak huylu, güler yüzlü, sevimli bir zat idi. Her sene hacca giderdi. Vefâtından evvel altmış yedi defâ hacca gittiğini söylemiştir. Abdülvehhâb-ı Şarânî şöyle anlatır:
İbn-i Münîr hazretlerinin hastalığı haberi bana ulaşınca, Ebül-Abbâs el-Harîsî ve Ebül-Abbâs el-Gamrî ile birlikte onu ziyârete niyet ettik. Ertesi günü sabah erkenden, Bâb-ün-nasr denilen yerde buluşup yola çıkmaya karar verdik. Oraya erken gelen ötekileri bekleyecekti. Sabahleyin ben geldiğimde, arkadaşlarımı bulamadım. Oradaki kapıcı; Onlar buraya geldiler. Epey müddet beklediler. Sonra da, Hânke yolundan çıkıp gittiler dedi. Ben onlara yetişirim ümîdiyle yola çıktım. Biraz sonra Yemen tarafından gelen bir derviş ile karşılaştım. Bana; Nereye gidiyorsun? dedi. İbn-i Münîr hazretlerine gidiyorum deyince; Ben de aynı yere gidiyorum dedi. Benim bindiğim hayvan topal, vakit de kış günü olduğu için, normalde akşama ancak varabilirdik. Fakat daha güneş az yükselmiş idi ki, birden kendimizi o zâtın yanında bulduk. Yanına girdik. Çok hâlsiz düşmüş, gözlerinde tâkat kalmamıştı. Üç günden beri konuşmadığını öğrendik. Bizim girdiğimizi hissetti, fakat kim olduğumuzu tanıyacak hâlde değildi. Kimsin? diye sordu. Abdülvehhâb dedim. Bunu duyunca; Kardeşim, buraya kadar niçin zahmet ettin? dedi. İnşâallah bu ziyâretimiz çok hayırlı olur. Sevap kazanırız dedim. Bana çok duâ etti. Öğle namazından sonra vedâ edip ayrıldım. Bu görüşmemizden hemen sonra vefat ettiğini haber aldım...

ONU ZİYARETTEN GELİYORUM!
Hankeye geldiğimde ikindi vakti olmuştu. Biraz sonra bulunduğum yere Ebül-Abbâs girdi. Benim henüz gitmediğimi yeni geldiğimi zannediyordu. Haydi, hayvanına bin gidelim dedi. Ben oraya gittim, ziyâret ettim. Şimdi geri dönüyorum dedim. Bu sözüme çok hayret ettiler. Ben anladım ki, yanına giderken ve gelirken aradaki çok uzak mesâfeyi Allahü teâlânın izni ile çok kısa zamanda almam, hep İbn-i Münîr hazretlerinin bir kerâmetiydi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Budin Beylerbeyi Aslan Paşa</label>
Kanuni Sultan Süleymanın Budin Beylerbeyiliğine tayin ettiği Aslan Paşa, emir almadan, arada anlaşmalar olmasına rağmen Avusturyaya ait Paloto Kalesine hücum etti fakat mağlup oldu. Bu hareket üzerine Avusturya Kralı Maximillian da Osmanlı toprağı olan Macaristana girdi ve Vesperm ile Tato kalelerini zapt edip, oralarda yaşayan yüzlerce Macar ve Türk ahaliyi katletti... PADİŞAH ÇOK ÜZÜLDÜ!..
Bu haber İstanbula ulaşınca Kanuni son derece üzüldü. Çok sevdiği Veziriazam Sokullu Mehmed Paşayı çağırıp:
-Budin Beylerbeyi ile ettiğiniz hünerler nice tedbir ve tedariktir?
-Şevketlû Padişahım, nice defadır ki Aslan Paşaya emirler ve yarar adamlar gönderdim ki: Şevketlû Padişahımız memleket serhaddine geldi, senden bu vakte kadar hiçbir haber ve eser yoktur... Bu haberi gönderdikçe asla cevap gelmiyordu. Fakat Aslan Paşa eskiden beri yararlık ile nam salmış olarak Devlet-i Hümayununuzda nice hizmet ve yoldaşlıkta bulunmuş bir kişidir... şeklinde Aslan Paşayı metheden konuşması üzerine Kanuni hiçbir şey söylemeden yanındaki çekmeceden bir mektup çıkararak Sokulluya verdi. Bu mektubu Aslan Paşa, Sokulluyu şikayet için padişaha yazmıştı. Sokullu mektubu okurken renkten renge giriyordu. Padişah:
-Bu mektubu yakasın. Benim saltanatımın halkı senin ensendedir. Ona leke kondurmak isteyenin nâpâk vücudu âlem sahnesinden gidip cezasını vermek gerektir. Emrimi yerine getiresin!..
Kanuninin kendisi hakkındaki fermanını duyan Aslan Paşa, padişahtan affını istemek için İstanbula geldi. Onu gören Sokullu Mehmed Paşa:
-Niye buraya geldin? Askeri kime ısmarladın? Sözün nedir? Padişah sana Beylerbeyilik ihsan etti. Yazık senin namına. Tedbirsizlik ile İslam kalalarına kafir düşürdün bre densiz. Padişah senin için siyaset buyurdu (idamını istedi)...dedikten sonra Çavuşbaşına:
-Kaldır şu densizin vücudunu ortadan...emrini verdi.

FERMAN BÖYLE İMİŞ!..
Padişahın, Sokullu aleyhinde yazdığı mektubu ona verdiğini anlayan Aslan Paşa:
-Padişahıma arzlarım vardı, fakat ferman böyle imiş, diyerek Çavuşbaşına döndü:
-Usta... Taşıdığın kılıç aşkına tezce beni kurtar. Yalnız serçe parmağını sağlam tut, dedi.
Çavuşbaşı, kılıcını çekip bir vuruşta Aslan Paşanın başını gövdesinden ayırdı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ceddine saadetler olsun ey Sa'd!..</label>
Mehir parasıyla hanımına bir şeyler almak için pazara çıkan siyâhî fakir damat Sad, bir ses duyar!.. Resûlullahın münadisi pazar yerinde şöyle bağırmaktadır:
Ey Allahın süvarileri! Geliniz, cihad var, cihaaad!..
Sad bunu duyar duymaz şöyle düşünür:
Allahım! Yerlerin ve göklerin Rabbi... Ben bu paraları, Allahın, Resûlünün ve müminlerin sevdiği yola sarf edeceğim...
TANINMAYACAK HÂLDE ÖRTÜNDÜ!..
Hemen bir at, bir kılıç, bir mızrak ve kalkan aldı. Kuşağını beline bağladı. Başını da güzelce sardı. O kadar sardı ki, yalnız gözleri görünüyordu...
Ve hemen cihada katıldı. Cephede mızrak vurdu, kılıç salladı... Bir ara atından indi. Başı örtülü olduğundan, Resûlullah onun siyah kollarını görünce tanıdı ve sordu:
-Sen Sad mısın?
-Evet, ya Resûlallah! Anam babam sana feda olsun.
Bunun üzerine Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu:
-Ceddine saadetler olsun ey Sad!..
Bundan sonra durmadan mızrağı ile kılıcı ile kahramanca savaşmaya devam etti. Her vuruşta müşriklerden birini öldürüyordu. Bir ara Sad düştü, Sad düştü!.. dediler. Resûlullah efendimiz ona doğru yöneldi. Yanına vardı, başını göğsüne yasladı. Yüzündeki toprakları mübarek elbisesi ile sildi ve şöyle buyurdu:
-Kokun ne kadar güzel ya Sad... Seni Allahın ve Resûlünün sevgisine ısmarlıyorum.
Bundan sonra, Resûlullah efendimiz ağladı. Sonra güldü. Sonra yüzünü beri yana çevirdi. Daha sonra şöyle buyurdu:
-Kâbenin Rabbine yemin olsun ki Sad Havza gitti!..
Ebû Lübabe dedi ki:
-Yâ Resûlallah! Havz nedir?
Resûlullah efendimiz şöyle anlattı:
-Havzı Rabbim bana ihsan eyledi. Onun genişliği Sana ile Basra arası kadardır. İncilerle yakutlarla süslüdür. Onun suyu, sütten beyazdır. Tadı, baldan tatlıdır. Ondan bir kere içen ebedî susamaz.
Tekrar sordu:
-Ya Resûlallah! Önce ağladığınızı, sonra güldüğünüzü, daha sonra yüzünüzü çevirdiğinizi gördük.
Şöyle buyurdu:
-Sadı sevdiğim için ağladım. Onun Allah katındaki derecesine sevinip güldüm. Allah katındaki ikramına sevinip güldüm. Yüzümü çevirmeme gelince, onun, hurilerden zevcelerini gördüğüm içindir. Onların kolları açık, halhalları gözüküyordu. Onlardan hayâ ederek yüzümü çevirdim.
Resûlullah efendimiz, bundan sonra, onun silahı, atı ve ona ait diğer eşyaları için emir verdi:
-Bunları alın, zevcesine götürün ve deyin ki: Allahü teala onu sizden daha iyi biri ile nikâhladı."
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri