Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Gaflet içinde ölüyorum!..</label>
Ebû Ali Dekkâk hazretleri, evliyanın büyüklerindendir. Nişâburda doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1014 (H.405) senesinde Nişaburda vefât etti...Zamânındaki birçok âlim ve evliyânın ders ve sohbetlerinde bulunan bu mübarek zat, fıkıh, tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde yükseldi. Çok talebe yetiştirdi... SOHBETİN FAYDASI NEDİR?
Ebû Ali Dekkâk hazretleri, gâyet açık, çok tesirli ve güzel konuşurdu. Bir defâsında birisi gelerek, büyüklerin sohbetinde bulunmanın faydasını sordu. Cevâbında; Bunda iki fayda vardır. Birincisi; eğer o kimse ilme tâlib olmuşsa, Allahü teâlâya ve Onun dînine olan muhabbeti, bağlılığı ve sohbetin bereketiyle ilmi artar. İkinci faydası; eğer sohbette bulunan kimsenin kalbinde benlik ve gurur varsa, o duygular yok olup, ilmi ve edebi artar. Mânevî bakımdan yüksek derecelere kavuşur buyurdu.
Hocasına muhâlefet edenin hâli nicedir? diye soran birisine; Her kim hocasına kalbinden muhâlefet etmeye niyet etse, onunla aynı yolda bulunamaz. Verdiği sözü bozmuş olur. Bunun için tövbe etmesi vâcib olur. Üstâdına saygısızlık edenler içinse tövbe yoktur buyurdu...
Ebû Ali Dekkâk kendi yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Hasta olan salih bir dostumu ziyaret etmeye vardım, büyük bir şeyh idi, etrafını talebeleri çevirmişti, ağlıyordu, iyice yaşlanmıştı. Ey şeyh! Neye ağlıyorsun, yoksa dünyaya mı diye sordum. Asla! Kaçırdığım namazlara ağlıyorum diye cevap verdi. Nasıl olur, sen namazını kaçırmazdın dedim. Bana su cevabı verdi. Şu günüme kadar geldim, ne gafletsiz secdeye vardığım oldu, ne de gafletsiz secdeden başımı kaldırdığım var, işte şimdi de gaflet içinde ölüyorum!
Arkasından derin bir nefes çekerek su şiiri söyledi:
Mezarımdan doğrulacağım günü ve mahşere varacağımı düşündüm.
Dört köşelik çukurumdaki ikamet süremi,
Yapayalnız ve tek başıma, nice izzet ve mevkiden sonra,
Günahımın ve toprağımın tutuklusu olarak,
Onunla baş başa hesaplaşmak üzerinde eni boyu düşündüm.
Ve amel defterim verildiği zamanki halimin perişanlığını,
Fakat ümidim sendedir. Rabbim, yaratıcım!
Umarım ki, ey Allahım sen bağışlarsın günahkârı!..
Bu şiiri okuduktan sonra Kelime-i şehadeti söyleyerek ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nurlu talebe Mükerrem Han</label>
Muhammed Masûm hazretleri Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. Muhammed Masûm Fârûkî hazretleri Mektûbât-ı Masûmiyyesinin 1inci cild 4üncü mektubunda özetle şöyle buyurmaktadır: BU YOLUN EDEBLERİNİ GÖZET!Ey mesud ve bahtiyâr kardeşim! Allahü teâlânın sevdiği kullarının yolunda yürümek arzusunda isen, bu yolun şartlarını ve edeblerini gözetmelisin! En önce, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bidatlerden sakınmak lâzımdır. Çünkü Allahü teâlânın sevgisine ulaştıran yolun esâsı bu ikisidir. İşlerinizi, sözlerinizi ve ahlâkınızı, dînini bilen ve seven, dindâr âlimlerin sözlerine ve kitaplarına uydurmalısınız. Sâlih kullar gibi olmalısınız ve onları sevmelisiniz. Uykuda, yemekte ve söylemekte aşırı gitmeyip, orta derecede olmalısınız. Seher vakti (yâni gecelerin sonunda) kalkmaya gayret etmelisiniz. Bu vakitlerde istigfâr etmeyi, ağlamayı, Allahü teâlâya yalvarmayı ganîmet bilmelisiniz. Sâlihlerle berâber olmayı aramalısınız. (İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibidir) hadîs-i şerîfini unutmayınız!.. İyi biliniz ki, namaz dînin direğidir. Namaz kılan bir insan, dînini doğrultmuş olur. Namaz kılmayanın dîni yıkılır. Namazları, müstehap zamanlarda, şartlarına ve edeblerine uygun kılmalıdır...
Nevvab Mükerrem Han, Muhammed Masum Faruki hazretlerinin önde gelen talebelerindendi. Bir gün Alemgir Han ona yaşını sordu. Dört yaşındayım, Hazret-i Pîre hizmetim kadar yaşım var dedi. Gerisi vebal-i ahirettir (ahirette benim için sıkıntı ve zahmettir) buyurdu.
Muhammed Masum hazretlerine sık sık ziyafet verir ve çok tekellüfte bulunurdu. Buna rağmen Şeyh hazretleri onun yemeğine gider ve buyururdu ki: Onların bu yemeği ile bâtın nurum o kadar artıyor ki, sanki yemek yememişim...

ÜSTÂDIMIN KÜLÂHINI GEÇİRİN!
Nevvab Mükerrem Han iki rekat namaz kılmış, Muhammed Masum hazretlerine olan muhabbetinin çokluğu sebebiyle o namazdan sonra, her şeyine ait nisbet nurlarının zuhuru ile kendisi de nur olmuştu.
Mükerrem Hân öleceği zemân, başına Ubeydullah-ı Ahrârın takkesini koydular. Güçlükle konuşarak;
Onu alın! Yerine üstâdımın külâhını geçirin! Çünkü, beni saâdetlere kavuşturan odur dedi ve son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tabiinin büyüklerinden Muttalib bin Abdullah</label>
Muttalib bin Abdullah bin Hantab, Tabiindendir. Doğum ve vefat tarihleri hakkında bir bilgi yoktur. Hadis sahasında önde gelen âlimlerdendir. Hazreti Muaviyenin (radıyallahü anh) halifeliği zamanında Şamda yaşadı. Eshab-ı kiramdan bazıları ile görüştü ve onlardan Hadis-i şerifler rivayet etti. Bunlardan bazıları: HALEBE HİCRET ETTİAliyi sadece müminler sever, ondan sadece münafıklar nefret eder.
Kendisi, Abdullah bin Ömerin (radıyallâhü anhümâ) (abdest uzuvlarını) üçer defa (yıkamak suretiyle) abdest aldığını ve Resûlullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle abdest aldığını rivayet ettiğini söylemiştir...
Muttalib bin Abdullah, Enes bin Mâlikten (radıyallâhü anh) şunu nakletti:
Resûlullah Efendimiz, Ebû Talhaya (radıyallâhü anh) şöyle buyurdu: Gençleriniz arasından hizmetimi görebilecek birini bul! Onun bu arzusu üzerine Ebû Talha beni terkisine alarak yanında götürdü. Resûlullah Efendimiz mola verdiği zaman hizmetinde bulunuyordum. Onun sık sık şöyle dua ettiğini duyuyordum:
(Allahümme innî eûzü bike minel-hemmi vel-hazen ve eûzü bike minel-aczi vel-kesel ve eûzü bike minel-cübni vel-buhl ve eûzü bike men galebetid-deyni ve kahrir-ricâl=Allahım! Tasa, hüzün, çaresizlik, tembellik, cimrilik, korkaklık, borcun baskısı ve insanların tasallutundan sana sığınırım.)
Bu mübarek zat, Hazreti Muaviyenin vefatından sonra çıkan fitnelere karışmamak için Şamdan hicret etti ve Halebin Münbic kasabasına yerleşti. Burada talebe yetiştirmeye devam etti. Vefat ettiğinde yaşı bir hayli ilerlemişti. Bir rivayette 90 yaşının üzerinde vefat etti.

ONUN ÖLÜMÜNÜ KOLAYLAŞTIR!
Zübeyr bin Bekkar Humeyd bin Meymundan o da babasından şöyle rivayet etmiştir:
Münbicde vefatına yakın Muttalib bin Abdullah bin Hantabın yanına gittim. Kendini ölüme hazır görüyordu. Fakat sekerat halinde çok sıkıntılıydı. Baygınken yanındakilerden bir adam dedi ki:
Yâ Rabbi ona ölümü kolaylaştır. Çünkü halk arasında ilmiyle övülür bir adamdı.
Bunun üzerine Muttalib bin Abdullah ayıldı ve kimdi bunu söyleyen? dedi. Falan kişi dediler. O da;
Melekül-mevt bana Ben her mümin için cömert ve yumuşak davranırım dedi. Bunu söyledikten sonra bir daha gözünü kapayıp ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis âlimlerinden Hassân-ı Nişâbûrî</label>
Hassân bin Muhammed Nişâbûrî, Horasanda yaşamış olan Şafii âlimlerindendir. 883 (H.270) senesinde Nişâbûrda dünyaya geldi. 960 (H.349) senesi Rebiul-evvel ayının beşinde, cuma gecesi Nişâbûrda vefat etti. Hadis ilminde de derin bir âlimdi... EN KIYMETLİ AN, ŞU ANDIR...
Hassân-ı Nişâbûrî, büyük bir âlim olduğu kadar vera, zühd ve takva sahibi bir zat idi. Haramlardan çok sakınırdı. Dünyânın mal ve mülküne düşkünlüğü yoktu. Kıymetli nasihatleri vardır. Bir arkadaşına hitâben buyurdu ki:
Ey Saîd, en kıymetli vaktin olan şu ânını, en kıymetli şeyle değerlendir. Dostlarına;
Bu zaman fazîleti arama zamânı değil, bilakis kurtuluşu arama zamânıdır buyurdular. Kardeşine yazdığı mektupta;
Besmele ve hamd ü senâdan sona, Ey kardeşim! İşittim ki, ticârete başlamışsın. Bilmiş ol ki, senden önceki bütün tüccârlar ölmüşlerdir. Vesselâm buyurup, altına şöyle not düştü:
Allahü teâlâdan kork ve ona itâat et! Onun azâbını unutma! Onun azâbına kimse karşı koyamaz. Şartlarına sâhib olunca hacca git! Zîrâ hadîs-i şerîfte Resûlullah efendimiz; (Her kim ki helâlden kazandığı mal ile Allahü teâlânın rızâsı için hac etse, anasından doğduğu gün gibi günahsız olur) buyurdu...
Bir sohbetinde; Şu gördüğünüz arâzilerin hepsini iki kuruş karşılığında bana verseler hiç sevinmem. Zîrâ bu dünyâdaki bütün mal ve mülk geçicidir. Yok olmaya mahkûmdur. Biz öleceğiz, malımız ve mülkümüz dünyâda kalacaktır buyurdular.

İSTİRAHATİN EN GÜZELİ!..
Sen zevk ve keyfiyle uğraşanların kapıları önünden geçtiğinde onlara; O yüksek köşkleri ve kaleleri yaptıranlar hani, bu muhteşem köşk ve muazzam kalelerde sizden önce zevk ve sefâ sürenler, bütün dünyâ bizimdir diyenler nerede? diye sor. Muhakkak ki, onların hepsi ölüp gittiler. Sen, çok ibâdet edenlerin yanlarına varırsan onlara; Ey âbidler! Ölüm vaktiniz gelip, âhirete göçtüğünüz zaman, istirahatin en güzeli sizin içindir dersin...
Hassân bin Nişâbûrî, bir cuma gecesi vefat etti.
Talebelerinden Hakîm anlatır: Vefat ettiği cuma gecesi yanına girdim. Bana geri dönmemi işaret etti. Fakat gitmeyip yanında kaldım. Yatsı namazını kıldıktan sonra bana: Cenazemi Mîkata kadar taşıyacak birini bana getir dedi. Sonra da vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Edirne evliyasından Abdülkerim Gülşenî</label>
Abdülkerim Gülşenî, Edirne evliyasındandır. Büyük velî İbrâhim Gülşenînin halifelerindendir. 1584 (H. 992) senesinde Edirnede vefat etti... Bu mübarek zat kendisinin yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
ÇOCUK BESMELEYİ ÖĞRENİNCE...
Hocam İbrâhim Gülşenî, bir gün talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeler; Efendim, Allahü teâlânın ihsânı ile kabirdeki ölülerin azabda veya nîmet içinde oldukları bilinebilir mi? Duâ ederek azabda olanın azâbı kaldırılır mı? diye sordular. Hocam da: Allahü teâlânın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında, kabirdekinin azab içinde olduğunu gördü. Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde, azâbın kaldırılmış olduğunu gördü. Hayret ederek tefekküre daldı. O sırada kendisine bir hitâb geldi. Deniyordu ki: Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmeleyi öğrenince, Besmelenin hürmetine babasının azâbı kaldırıldı...
Yine bunun gibi şâhid olduğum bir hâdise de şöyledir:
Kâdı Îsânın ilim öğrendiği bir zat vefât etmişti. Kâdı Îsâ, teveccüh edince, kendisinden ilim öğrendiği o kimsenin azabda olduğunu anladı ve gelip bana durumu söyledi. Kâdı Îsâya dedim ki: Onun sende hakkı var. Çünkü sana ilim öğretti. Onun için sadaka ver, Kurân-ı kerîm oku ve rûhuna hediye eyle... Kâdı Îsâ denilenleri yaptı. Fukarâya yemek yedirdi. Sevâbını o zatın rûhuna hediye etti. O gece Kâdı Îsâ rüyâsında o zatı gördü. Azap melekleri tekrar azab için gelmişlerdi. Tam o anda onu bir nûr kapladı. Bunu gören melekler, hemen oradan ayrıldılar. Ertesi günü rüyâsını bize tâbir ettirmek için geldi. Biz de; Okuduğun Kurân-ı kerîm ve yaptığın hayır hasenât ona nûr oldu ve azabdan kurtuldu. Çünkü Kurân-ı kerîm nûrdur dedik.

NAMAZIM İÇİN HAZIR OLUN!
Abdülkerim Gülşenî, vefat edeceği gün talebelerine: Benim namazımı Cami-i Kebirde kılacaksınız. Hazır olunuz buyurdular. Sonra bütün talebeleriyle Cami-i Kebire gittiler ve cuma namazından sonra cemaate dönerek: Ey âşıklar! Bizim namazımızı kılıp sonra işinize gidiniz. Sizden ricamız budur! dedikten sonra bir Âh çekti ki, işiten cemaatin nefesleri kesildi. Sonra Allah diyerek son nefesini verdi. Derhal cami dışında yıkanıp kefenlenip namazı kılındı. Şeyhi Aşık Çelebinin yanına defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Öl dedi öldü diril dedi dirildi</label>
Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender, Hindistanın büyük velîlerindendir. Pâni-püt şehrindendir. Soyu İmâm-ı Azam hazretlerine dayanır. 1323 (H.723) senesinde Kirnâlin Bûte Kihtar Kasabasında vefât etti. Sonra kabri Pâni-püte nakledildi... DOSTLARIN KAVUŞMA YERİ...
Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender hazretleri, nasihatleriyle meşhur bir Hak âşığıydı. Vefatından önce talebelerine yaptığı nasihatlerde buyurdu ki:
Ey kardeşim! Allahü teâlâ Cenneti ve Cehennemi yarattı. İkisini de dolduracağını buyurdu. Mâşûkları âşıkları ile (müminleri sevdikleri ile) berâber Cennete koyacağım. Şeytanı da tâifesi ve sevenleri ile birlikte Cehenneme atacağım buyurdu.
Ey kardeşim! Cennette ve Cehennemde âşıktan, sevenden başkası yoktur. Cennet, dostların kavuşma yeridir. Kâfirler ve münâfıklar, dünyâda inanmayıp yalanladıkları hakîkati âhirette görüp anladıklarında, Cennete gitmek arzuları olacak, fakat dünyâda yapmış oldukları düşmanlıklarının netîcesi olarak ebediyyen Cehennemde kalacaklardır. Cennet nîmetlerinden mahrûm olmak acısı ile yanacaklar, Cehennemin acı azapları, bu sıkıntı yanında hiç kalacaktır. Cennette, dünyâda iken Allahü teâlânın muhabbeti ve sevgisi ile yananlar bulunduğu gibi, Cehennemde de, dünyâda iken nefslerinin, şehvetlerinin ve şeytanın esîri olarak, bu ilâhî muhabbet ve sevgiden uzak yaşayıp da, öldükten sonra, Allahü teâlâya îmân, Ona sevgi ve muhabbetin ne büyük bir nîmet olduğunun farkına vararak; Keşke bizler de dünyâda iken îmân etseydik, ilâhî muhabbet ve sevgi nîmetine kavuşsaydık diyerek, pişmanlık içinde yananlar bulunacaktır. Bunun için Cennet, dostlar için buluşma yeri, Cehennem ise, düşmanlar için ayrılık ve pişmanlık yeridir. Ayrılık ve pişmanlık, kâfirler ve münâfıklar içindir. Kavuşmak ve sevinç ise, Muhammed aleyhisselâmın âşıkları ve sevenleri içindir.

NEFSİ İYİ TANIRSAN!..
Ey kardeşim! Nefsi iyi tanırsan, dünyâyı iyi tanımış olursun. Rûhunu tanırsan, âhireti tanımış olursun. Gelip geçici olan dünyâyı terk edip âhirete yönelmen, âhirete faydası olacak ameller yapman, nefsi, dünyâyı rûhu ve âhireti tanıman nisbetinde olacaktır. Allahü teâlâ hepimize selâmet, saâdet versin! Âmin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender</label>
Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender, Hindistanın büyük velîlerindendir. Pâni-püt şehrindendir. Soyu İmâm-ı Azam hazretlerine dayanır. 1323 (H.723) senesinde Kirnâlin Bûte Kihtar Kasabasında vefât etti. Sonra kabri Pâni-püte nakledildi... DOSTLARIN KAVUŞMA YERİ...Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender hazretleri, nasihatleriyle meşhur bir Hak âşığıydı. Vefatından önce talebelerine yaptığı nasihatlerde buyurdu ki:
Ey kardeşim! Allahü teâlâ Cenneti ve Cehennemi yarattı. İkisini de dolduracağını buyurdu. Mâşûkları âşıkları ile (müminleri sevdikleri ile) berâber Cennete koyacağım. Şeytanı da tâifesi ve sevenleri ile birlikte Cehenneme atacağım buyurdu.
Ey kardeşim! Cennette ve Cehennemde âşıktan, sevenden başkası yoktur. Cennet, dostların kavuşma yeridir. Kâfirler ve münâfıklar, dünyâda inanmayıp yalanladıkları hakîkati âhirette görüp anladıklarında, Cennete gitmek arzuları olacak, fakat dünyâda yapmış oldukları düşmanlıklarının netîcesi olarak ebediyyen Cehennemde kalacaklardır. Cennet nîmetlerinden mahrûm olmak acısı ile yanacaklar, Cehennemin acı azapları, bu sıkıntı yanında hiç kalacaktır. Cennette, dünyâda iken Allahü teâlânın muhabbeti ve sevgisi ile yananlar bulunduğu gibi, Cehennemde de, dünyâda iken nefslerinin, şehvetlerinin ve şeytanın esîri olarak, bu ilâhî muhabbet ve sevgiden uzak yaşayıp da, öldükten sonra, Allahü teâlâya îmân, Ona sevgi ve muhabbetin ne büyük bir nîmet olduğunun farkına vararak; Keşke bizler de dünyâda iken îmân etseydik, ilâhî muhabbet ve sevgi nîmetine kavuşsaydık diyerek, pişmanlık içinde yananlar bulunacaktır. Bunun için Cennet, dostlar için buluşma yeri, Cehennem ise, düşmanlar için ayrılık ve pişmanlık yeridir. Ayrılık ve pişmanlık, kâfirler ve münâfıklar içindir. Kavuşmak ve sevinç ise, Muhammed aleyhisselâmın âşıkları ve sevenleri içindir.

NEFSİ İYİ TANIRSAN!..
Ey kardeşim! Nefsi iyi tanırsan, dünyâyı iyi tanımış olursun. Rûhunu tanırsan, âhireti tanımış olursun. Gelip geçici olan dünyâyı terk edip âhirete yönelmen, âhirete faydası olacak ameller yapman, nefsi, dünyâyı rûhu ve âhireti tanıman nisbetinde olacaktır. Allahü teâlâ hepimize selâmet, saâdet versin! Âmin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mücâhid Tac'ül-Mülk Böri</label>
Şiî Fatımîlerin saltanatına son vererek, bütün İslâm âleminin takdirini kazanan Selâhaddin Eyyûbî, Mısırdan başka birçok ülkeyi de idaresi altına almıştı. Yemen, Hicaz, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi beldeler onun idaresinde tek devlet halinde sırt sırta vermişti... KUDÜSÜ HAÇLILARDAN KURTARDILAR
Selahaddin-i Eyyubinin gayesi İttihad-ı İslâmı temin etmekti. Kendisini İslâmın hizmetkârı biliyor ve İslâm âleminin her türlü meselesini halletmek için uğraşmayı en mühim vazife addediyordu. İslâm ülkelerinde kısmen birliği temin ettikten sonra Haçlıların üzerine yürümüş ve 5 Temmuz 1187de büyük Haçlı ordusunu tamamen imha ederek, Kudüsü 88 yıl devam eden Haçlı işgalinden kurtarmıştı. Bu zafer üzerine sadece İslâm âleminin değil, bütün dünyanın da takdirini kazanmıştı. Çünkü, Haçlılar Kudüsü işgal ettiklerinde, binlerce masum insanın yanı sıra hayvanları bile kılıçtan geçirmişken; Selahaddin-i Eyyubi, Hıristiyanlara dokunmamış, onlara bütün hak ve hürriyetlerini iade etmişti.
Üçüncü Haçlı Seferi ile teşekkül ettirilen ordulara karşı da yaman bir mücadele veren ve onları perişan eden Selahaddin-i Eyyubi, dünya tarihinde mümtaz bir yere sahip olmuştu.
Tacül-Mülk Böri ağabeyinin bütün seferlerinde bulundu. 1099 senesinde Haçlılar, Papanın teşviki ile Filistine gelerek bütün şehirleri ele geçirmişlerdi. Nihayet Kudüsü de zapt etmişler, burada büyük bir katliam yaparak Müslüman ve Yahudi 70 bin kişiyi katletmişlerdi. Bunun üzerine Mısırdaki Fatımî devletine son vererek burada bir hükûmet kuran Selahaddin-i Eyyubi, kısa zamanda Filistin şehirlerini Haçlılardan geri aldı.

HALEBİ ALDINIZ ANCAK!..
Kardeşi Tacül-Mülk Böri de Haçlılarla mücadelede onun en büyük yardımcısı idi. Bilhassa Kudüsün Haçlılardan geri alınması için büyük kahramanlıklar gösterdi. Son olarak Haçlıların elinde kalan Haleb Kalesi muha-sarasında büyük kahramanlıklar gösterdi. Fakat kaleden atılan bir mancınık taşıyla yaralandı. Selahaddin-i Eyyubi kardeşini ziyarete geldi ve teselli etmek için:
Müjdeler olsun, Halebi aldık ve bundan sonra senin olacak dedi. Böri ise şu karşılığı verdi:
Hükümdarlık, yaşayanlar içindir. Ben ise ölüler sırasındayım. Halebi ağır bir bedel karşılığında aldınız. Onun karşılığında beni kaybediyorsunuz... Bu onun son sözleri oldu ve biraz sonra ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bu kimseye sual sormayın!</label>
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerindendir. Soyu baba tarafından hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîka, anne tarafından İbrâhim Edhem hazretlerine ulaşmaktadır. 1207 (H.604) senesinde Belh şehrinde doğdu. 1273 (H. 672) senesinde Konyada vefât etti. O BİR HAK ÂŞIĞIDIR...Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, tasavvuf deryâsına dalmış bir Hak âşığıdır. İlmi, teşbihleri, sözleri ve nasîhatleri bu deryâdan saçılan hikmet damlalarıdır. Buyurdu ki:
Helâl kazanıp helâlden yemeli, giyinmeli, çalışmalıdır. Her hareketi Resûlullaha (aleyhisselâm) uydurmalıdır.
Dargınlar barışmalıdır. Önce davranan önce Cennete girer.
Tenhâda, yalnız kalınca da günâhtan sakınmalıdır.
Nefsi mağlup etmek için, onu rahatsız etmelidir. İstediği şeyi vermemelidir. En tesirlisi, gündüzleri oruç tutmak, geceleri az uyuyup namaz kılmaktır.
Mevlânâ Celaleddin-i Rumi hazretlerini çok seven bir Müslüman, ölüm hastalığına yakalanır. Öleceğini anlayınca evlâdını çağırır ve;
Oğlum, ben ölünce hazret-i Mevlânâ kabrimde biraz dursun. Affım için, Allahü tealaya niyâzda bulunsun diye vasiyette bulunur ve vefat eder. Durumu, hazret-i Mevlânâya bildirirler.
Memnûniyetle buyurur ve gidip kabir başında durur. O zâtın affı için yalvarır. Ölen kişinin fazla bir ameli yoktur aslında. Ama hazret-i Mevlânâya sevgisi çoktur. Çocuklarından biri, rüyâsında görür ki, babası çok yüksek bir mertebededir. Merak edip sorar:
  • Babacığım, sen bu yüksek makâma nasıl kavuştun?
  • Amel defterimde fazla bir amelim yoktu evlâdım, ama hazret-i Mevlânâyı çok seviyordum.
  • Sebep bu mu yâni?


MEVLÂNÂ HÜRMETİNE AFFETTİ!..
  • Evet. Ben kabre girince, Münker Nekir melekleri çok korkunç şekilde geldiler. Ve bana; Rabbin kim? Dînin nedir? diye sormaya başladılar. O sırada çok güzel ve pek sevimli iki melek gelip;
  • Bunları, bu kimseye sormayın! dediler.
Çocuk sevindi.
  • Öyle mii, ne güzel.
  • Evet oğlum. Münker Nekir, Neden? deyince de; Çünkü Allahü teâlâ, hazret-i Mevlânâ hürmetine bunu affetti dediler.
  • Sonra babacığım?
  • Sonra da Münker Nekir bana dönüp; Sen müsterih ol. Rahatça uyu! deyip geri gittiler.

 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırlı velî Şeyh ibni Nûh</label>

İbni Nûh hazretleri, Mısırda yetişen büyük velîlerdendir. 1309 (H.708) senesinde Kâhirede vefât etti. Soyu Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Sad bin Ubâde hazretlerine ulaşır...
Bu mübarek zat, vefat etmeden önce talebelerinden birine şöyle nasîhat etti: HER İŞİ ALLAH İÇİN YAP!
Her zaman şu hususlara riâyet et: 1) Evini temiz tut! 2) Gıybeti terk et! 3) Âhiret işlerine sarıl! 4) Dâimâ Allahü teâlâyı an, Onu hâtırından çıkarma! Bunlardan sonra şunları yap: Senden ayrılacak şeyden, o seni terk etmeden önce, sen ondan ayrıl. Sana lâzım olacak şeye, o şey sana lâzım olmadan önce, ona sâhib ol! Takvâya sarıl! Her şeyi Allah için yap!
Bütün hayırlar şu beş şeydedir: 1) Allah için sevmek. 2) Allahü teâlâya kulluk vazifelerini samîmî ve doğru olarak yapmak. 3) Allahü teâlânın emirlerine uymak. 4) Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerden sakınmak. 5) Allahü teâlâdan uzaklaştıracak işleri bırakıp, Onun rızâsını kazandıracak işleri yapmak.
Bunlardan sonra şu beş şeyi yapmalıdır: 1) Allahü teâlânın sevdiğini sevmek. 2) Allahü teâlânın buğzettiğine buğzetmek. 3) Allah için sabretmek. 4) Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermek. 5) Her işini Allahü teâlâya havâle etmek. Allahü teâlânın dilediği ve takdîr ettiğini güzel görmek.
Şu hasletleri kendinde bulundur: Ahlâkını iyi yap. Vakitlerinin kıymetini bil. Kaçırdığın şeye üzülme. Gelenden memnûn ol. Allahü teâlânın bütün mahlûkâtına karşı şefkatli ol.

ADALETLE MUAMELE ET!..
İnsanlarla arkadaşlık ederken şunlara riâyet et: Onlardan gelen eziyet ve sıkıntılara sabret. Fakat sen onlara katiyyen eziyet etme. İyi olsun, kötü olsun, bütün herkese iyilik yap. Onlara adâletle muâmele et. Onlara Allah için nasîhatte bulun.
İnsanlara karşı kendinde şu vasıfları bulundur: 1) İnsanların arasında selâmı yay. 2) Onlardan aç olanları doyur. 3) Onlara karşı yumuşak konuş. 4) Herkese güler yüz göster. 5) İnsanlarla münâkaşa ve münâzara yapma!
Yine kişiye, insanlar arasında şunlar gerekir: İnsanların arasını ıslâh etmeli. Onların arasındaki ihtilâf ve anlaşmazlıklara girmemelidir. Onların ufak tefek hatâ ve kusûrlarını görmezlikten gelmeli, onları örtmelidir. İkâz edilmesi gerekiyorsa, uygun şekilde söylemelidir. Gücünün yettiği nisbette iyilikle emredip, kötülükten men etmelidir. Onlara yumuşaklıkla muâmele etmelidir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seni nereye defnedelim?</label>
Feridüddîn-i Attâr hazretleri, (Muhammed bin İbrâhîm) Sofiyye-i aliyyedendir. Nîşâbûrda doğdu. 627 [m. 1230] senesinde Cengiz Hanın askeri tarafından şehîd edildi. Babası attâr idi. Yani, ilaç, esans satardı... NASİHATLERİ ÇOK TESİRLİYDİ
Büyük velî Feridüddîn-i Attâr hazretleri (Mantık-ut-tayr) kitâbında, tesavvufu kuşların ağzından anlatmakdadır. Fârisî (Tezkiret-ül-Evliyâ) adlı eserinin bir kısmı İstanbulda (Hakîkat Kitâbevi) tarafından (Akâid-i Nizâmiyye) içinde basılmıştır.
Feridüddîn-i Attâr hazretlerinin nasîhatlerinde büyük bir tesir, ârifâne sözlerinde akılları hayrette bırakacak bir hâl vardı. Celâleddîn-i Rûmî gibi büyükler onun eserlerinin tesiri altında kalmışlardır. Yazdığı eserlerden Tezkiret-ül-Evliyâ hâriç, hepsi manzumdur...
Şeyh Feridüddîn-i Attâr hazretleri buyurdu ki:
Ey gâfil! Sen nefs sâhibisin. Bu dünyâda kendini hesâba çek. Kalbindeki pislikleri temizlemek için mücâhede et. Büyükleri de kendine kıyas etme. Zîrâ bir velî, zehir de yese o zehir bal olur.
Bu mübarek zat, İlahiname isimli eserinde şöyle bir menkıbe nakleder:
Horasan valilerinden Ebül-Fazl Hasan, ölüm anı yaklaştığında biri dedi ki:
Ey şeriati mamur eyleyen yiğit! Can Yusufu kuyudan kurtulunca seni filân yere gömelim.
Şeyh dedi ki:
Sakın ha! Orası ekâbire aittir. Biz kim oluyoruz ki, bizim gibi yüzlerce elsiz, ayaksız kim oluyor ki mezarının öyle bir yerde olmasını istesin?
Bunun üzerine;
Ey temiz gönüllü yiğit! Öyleyse seni nereye defnedelim, neresini istiyorsun? dediler.

ORADAKİLERİN HEPSİ GÜNAHKÂR
Ebül-Fazl üzgün bir halde cevap verdi:
Mezarımı şu tepenin üstüne kazın. Orada bir hayli sarhoş var. Elinde hiçbir sevap olmayan bir hırsız da orada gömülü. Kötü kişilerin birçoğu orada. Oradakilerin hepsi günahkâr. Beni de onların yanına gömün. Başımı, onların ayağına koyun. Ben ancak onlara lâyığım, hakikatte onlardan pek farkım yok. Yerim bu günahkârların arasındadır. O kâmil kişilere karışmaya hakkım yok benim. Her ne kadar bu insanlar, pek karanlık olsa da Allahın rahmet nuruna onlar daha yakındır. Susuzluk, bir yerde son hadde vardı mı nihayet susuz, suya kavuşur. Âcizlik de nerede daha fazlaysa rahmet oraya daha fazla iner...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Cehaletin ilacı sormaktır!..</label>
Cabir bin Abdullah hazretleri, Ensar-ı kiramın büyüklerindendir. Bedir ve Uhudda küçük idi. Diğer on sekiz gazada bulundu. Ömrü sonunda gözlerine perde geldi. İstanbulu fethe gelen orduda da bulundu. 77 yılında 95 yaşında vefat etti... ZAYIF BİR DEVESİ VARDIİslâm ordusu Zâtür-Rikâ Gazvesinden dönüyordu. Câbirin (radıyallâhü anh) devesi zayıf olduğu için arkadaşlarından geri kalıyordu. Resûlullah Efendimiz (sallâllâhü aleyhi ve sellem) onun yanına vardı ve;
-Ey Câbir! Sana ne oldu da geride kaldın? diye sordu. Hazret-i Câbir durumu anlatınca Efendimiz bir değnek alarak deveye birkaç defâ hafifçe dokundu. Deve, Resûlullah Efendimizin devesiyle yarışır hâle geldi...
Resûlullah Efendimiz yolda Hazret-i Câbirle sohbet etmeye başladı. Onun yeni evlendiğini, bu sebeple pek çok borcu olduğunu ve bir deveden başka malının olmadığını öğrendi. Bunun üzerine Âlemlerin Efendisi, onu borçtan kurtarmak için devesini kendisine satmasını istedi. Hazret-i Câbir, Medîneye varıncaya kadar binmek şartıyla sattı. Medîneye ulaşınca deveyi teslim etmek için Resûlullah Efendimizin yanına gitti. O sırada kendisini çok sevindiren ve diğer insanları da şaşırtan ulvî bir davranışla karşılaştı. Resûlullah Efendimiz, devenin ücretini ödediği gibi deveyi de ona hediye etti...
Câbir hazretleri anlatıyor:
Arkadaşlarımla beraber sefere çıkmıştık. İçimizden birine taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Sonra aynı adam uykuda ihtilâm olduğu için, arkadaşlarına;
Teyemmüm edebilir miyim, bu hususta benim için ruhsat buluyor musunuz? diye sordu. Arkadaşları da;
Hayır, su mevcut oldukça teyemmüme ruhsat yoktur diye cevap verdiler...

TEYEMMÜM KÂFİ GELİRDİ...
Bunun üzerine o şahıs gusül abdesti aldı ve açık vaziyetteki yaradan içeriye giren suyun tesiri ile vefat etti...
Peygamber aleyhisselâmın huzuruna geldiğimiz zaman, kendisine hadiseyi naklettiler. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz;
Ölümüne sebeb olup, günaha girmişler buyurdu. Ve Bilmiyorlarsa sorsaydılar; cehaletin ilacı sormaktır, o adama teyemmüm etmek kâfi gelirdi diye ilâve ettiler...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri