Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Senin hâllerin tamamlanmadı</label>
Muhammed Masûm hazretleri Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. Silsile-i aliyyenin yirmi dördüncüsüdür. Lakabı Urvet-ül-vüskâdır. Yani (sağlam ip, kendisine uyulan büyük âlim) demektir. 1599 (H. 1007) senesinde Hindistanın Serhend şehrinde doğdu... BU DÜNYADAN GÖÇ VAKTİDİR!..Muhammed Masûm hazretleri, mübârek babasının feyzleri ve teveccühleriyle çok çabuk kemâl derecelerine ulaştı. İmâm-ı Rabbânî hazretleri ömrünün son günlerinde onu husûsî odasına çağırıp buyurdu ki:
Benim bu dünyâya bağlılığım yalnız bu kayyumluk vazifesi ve muâmelesi sebebiyle idi. Devamlı teveccühlerden sonra o sana verildi. Şimdi bu fânî dünyâda kalmak için sebep bulamıyorum. Bu denî, aşağı ve hakîr dünyâdan göç etmem yaklaştı...
Muhammed Masûm-i Fârûkî buyurdu ki:
Bu fakîr, bu gizli müjdeyi duyduğum hâlde kalbim parçalandı. Ne dilimde konuşacak kuvvet, ne kulağımda dinleyecek kudret kaldı. Bendeki bu değişmeyi görünce, şefkât ve merhametinin çokluğundan bir müddet daha yaşayacağını işâret edip; Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki; birini kendine çağırır, diğerini onun yerine oturtur buyurdu...
Muhammed Masûm, babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, vaaz ve irşâd makâmına geçip talebe yetiştirmeye başladı. O da ilim ve feyz saçarak insanları doğru yola dâvet etti...
Ekberâbâd şehrinde tasavvufta yetişmiş bir âlim vardı. Ölmek üzere iken, talebesi olan kız kardeşinin oğlunu istedi. Sonra; Senin hâllerin tamamlanmadı. Şimdi, Muhammed Masûm hazretlerinin huzûruna gidip, kemâl mertebelerine kavuşman gerekiyor. Zannedersem, bu büyük nîmete ancak, on iki sene sonra kavuşabileceksin buyurdu, biraz sonra da vefat etti...

İRŞÂD DİYARI SERHEND...
Bu zât söylenilen müddet içinde, her ne kadar birçok yere gittiyse de, irşâd diyârı olan Serhende yolu düşmedi. Ancak on iki sene sonra, Serhend şehrine geldi. Muhammed Masûm hazretlerinin ziyâreti ile şereflendi. Muhammed Masûm hazretleri onu görünce;
Üstâdının sana söylediği on iki sene bugün doldu buyurdu. Gelen talebe hesâb etti. Aynen buyurdukları gibiydi. Sonra buyurdular ki: Bu mânâyı, üstâdının büyüklüğünü göstermek için izhâr eyledim. Burada bulunanlar da, onun kemâlini böylece öğrensinler diye söyledim.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis âlimlerinden İbni Ebî Şeybe</label>
Ebû Bekr bin Ebî Şeybe, en meşhur hadis âlimlerindendir. Hicri 159 senesinde Kûfede doğmuştur. Özellikle hadîs ilmi ile uğraşan, ilim ehli bir aileye mensuptu. Dedesi İbrahim bin Osman, Vâsıt Kadısı idi ve adaletiyle meşhur olmuştu... İLİM İÇİN YOLLARA DÜŞTÜ...
Hadîs ilminin önde gelenlerindendi. Önce Kûfedeki muhaddislerden hadîs aldı. Sonra Basraya gelerek buranın hocalarından ve daha sonra Bağdat muhaddislerinden hadîs yazdı. Aynı şekilde hadîs rivayeti için Hicâz, Irak ve Şam bölgelerine yolculuklar yaptı. Hayatının son günlerini Bağdatta geçirdi. Rüsâfe Mescidinde ders verirdi ve bu derslerini kalabalık bir grup takip ederdi. Abbâsîlerin ilk dönem halifelerinden Hârûn er-Reşîd, Muhammed el-Emîn, Abdullah el-Memûn, el-Mutasım Billah, Vâsık ile, ikinci dönem halifelerinden Mütevekkil zamanında yaşamıştır. İbni Ebî Şeybe, 235 (m.849) senesinde Kûfede vefat etmiştir.
İbn-i Ebi Şeybe, Musannefte Abdullah bin İsadan şöyle rivayet etmiştir:
Sizden öncekilerden bir zat vardı. Karada Allahü teâlâya kırk sene ibâdet etti. Sonra: Yâ Rabbi, denizde ibadet etmek istiyorum dedi. Bir topluluğa rastgeldi, Gemilerine binmek istedi, Onlar da onu bindirdiler. Gemileri Allahü teâlânın istediği kadar gitti. Sonra, suyun kenarındaki bir ağacın yanında durdu. O zat, dedi ki: Beni bu ağacın üstüne bırakın! Onlar da onu bıraktılar ve gemilerine binerek oradan ayrıldılar...

RUHUMU HEMEN AL!..
O zat orada ibadetine senelerce devam etti... Bu arada bir melek daima onunla beraber bulunurdu ve onun ibadetlerini göğe yükseltirdi. Bir defasında, onun yüksek derecelere kavuşmasına sebep olan zikirleri söyleyip Arşın yüksekliklerine çıkmak istedi. Fakat söyleyemedi. Anladı ki bu onun bir hatâsının neticesidir. Sonra o zatın yanına gitti. Kendisine şefaat etmesini istedi. O zat namaz kıldı, dua etti ve ruhunu o meleğin almasını istedi ki; ölüm meleğinden ona daha kolay olsun.
Eceli geldiği zaman o melek ona geldi ve; Daha evvel senin şefaatini benim hakkımda kabul ettiği gibi Rabbimden benim şefaatimi senin için kabul etmesini ve benim senin ruhunu almamı istedim... İstediğin zaman senin ruhunu alırım dedi.
O zat da hemen secdeye kapandı ve; Yâ Rabbi sana şükürler olsun, ruhumu hemen al dedi. Sonra gözünden bir damla yaş aktı ve son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bağdâtlı velî Ebû Hamza</label>

Ebû Hamza Bağdâdî hazretleri kelâm, fıkıh, tefsîr, hadîs âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. Dokuzuncu yüzyılda Bağdâtta yaşadı. Doğum târihi bilinmemektedir. 901 (H.289) senesinde Bağdâtta vefât etti... CAHİLLERDEN YÜZ ÇEVİR!..Ebû Hamza hazretleri, Bağdâtta Ressâfe isimli mescidde vaaz ve nasîhat ederek insanların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermeleri için gayret etti. Bu vaaz ve nasîhatlerinden birisinde şöyle buyurdu:
Allahü teâlâ meâlen; Câhillerden yüz çevir (Arâf sûresi: 199) buyuruyor. Nefs, câhillerin en câhilidir. O halde ondan daha fazla yüz çevirmelidir.
Fakirliği sevmek çetin bir imtihandır. Buna sıddıklardan başkası sabredemez. Ne zaman yoksul bir halde bulunursam kendi kendime; Bu yoksulluk hâli sana kimden geldi derim. Sonra düşünür hiçbir kimseye bu yoksulluk hâlinin benden daha çok yaraşmadığını görürüm. O zaman onu hoşça kabullenir, berâber olurum.
Ebû Hamza Bağdâdî hazretleri çok sevdiği talebelerinden birine buyurdu ki:
Allahü teâlâ sana hayır yollarından birini açarsa, sen o yolda gayretle devâm et. Ama o nîmeti sana ihsân edeni ve o nîmete kavuşmana vesîle olanları da unutma. O nîmete kavuştuğun için büyüklenme. Senin yapacağın şey, buna kavuşturana şükretmendir. Eğer şükretmezsen, o nîmet, elinden alınır. İhsân edeni üzmüş olursun. Eğer şükredersen, sana daha hayırlı yollar, daha güzel nîmetler ihsân edilir. Nitekim Allahü teâlâ, İbrâhim sûresi 7. âyetinde meâlen; Eğer şükrederseniz elbette size nîmetimi arttırırım ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun, gerçekten azâbım çok şiddetlidir buyuruyor.

KÜRSÜDEN YERE DÜŞTÜ!..
Uzun bir ömür süren Ebû Hamza Bağdâdî hazretleri, son zamanlarına doğru Medîne isimli mescidde insanlara vaaz etmeye başladı. Bir cumâ günü bu mescidde vaaz ederken kendisine gâibden bir ses geldi ve;
Ya Ebâ Hamza! Bugüne kadar konuştun. Çok güzel ve tesirli konuşuyorsun. Ama bundan sonra konuşmaman daha hayırlıdır. Bakalım güzel konuşmayı başardığın gibi güzel sükûtu da başarabilecek misin? denildi. Bu sesi işitince, birden rengi değişti. Halsiz ve bitkin olarak kürsüden yere düştü. Ondan sonra hiç konuşmadı. Allahü teâlâya ibâdet ve zikirle meşgûl oldu. Ertesi cumâya varmadan vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Gece okları ulaşır hedefe!</label>
Seyyid İbrâhim Desûkî Hazretleri Mısırda yetişen büyük velîlerdendir. Hazreti Hüseyin vasıtası ile nesebi Peygamber Efendimize dayandığı için Seyyiddir.1235 (H.633) senesinde Nil Nehrinin batısında Desûk köyünde doğdu. 1277 (H.676) târihinde vefât etti... KERÂMETLER MENBAI İDİ...
Bu mübarek zat buyurdu ki: Hem babamın sulbünde, hem de annemin rahmindeyken, Allahü teâlâ bana pekçok lütuf ve ihsânlarda bulundu. Doğduğum zaman hilâlin göründüğü daha anlaşılmamışken, o gün ramazân ayının başladığını insanlara müjdeledim. Bu benim dünyâya gelişimin ilk kerâmetiydi. Altı yaşıma gelince, Allahü teâlâ, bana yüce âlemdeki şeyleri gösterdi. Sekiz yaşımda, Levh-i mahfûzu ve onda olan şeyleri müşâhede edip gördüm. Dokuz yaşımda, semâ ve onda olan şeylerin sırrını çözdüm. Fakat asıl olanlar, on dört yaşımdayken oldu. Bunlar, Rabbimin bana sonsuz ihsânlarından birkaçıdır. Bunlardan dolayı Allahü teâlâya hamd ederim.
Şeyh İbrahim Desûkî hazretlerinin iki talebesi iki kişiyle kavga etmişlerdi. Kavga ettikleri şahıslar, kendilerinin dövüldükleri gerekçesiyle kadıya şikayette bulundular. Kadı, maneviyat düşmanı biri olduğu için, talebeleri hapse attırıp işkence ettirmeye başladı. Bir müddet sonra işkencenin sonu gelmeyeceğini düşünen talebeler, bir mektupla hocalarına durumlarını bildirdiler. Şeyh Hazretleri bir mektup yazarak onların serbest bırakılmasını istedi. Vâliye şu satırları yazıp gönderdi:
Gece okları ulaşır hedefe/Atılırsa huşû yayları ile/Menzile kavuşmak için erler kalkar/Rükû ile berâber secdeyi uzatırlar/Ellerini açıp Allaha/Gönülden ederler duâ/Ok yaydan çıkınca/Zırh bile etmez fayda...

OK YAYDAN ÇIKINCA!..
Mektup vâliye ulaşınca, adamlarını topladı. Şunlara bakın hele, hocaları bana bir mektup göndermiş dedi ve ağır hakâretlerde bulunup, mektuptaki şiiri okumaya başladı. Tam (Ok yaydan çıkınca) mısrasına gelince, bir ok gelip, vâlinin göğsüne saplandı ve hemen oracıkta öldü. Bu hadiseye şahit olan vâlinin adamları, korku içinde mazlumları alelacele salıverdiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Berra (radıyallahü anh)</label>
Berra (radıyallahü anh) Eshab-ı kiramdandır. Hayatı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Bazı hadis-i şerifler ondan rivayet edilmiştir. Ondan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Resulullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: MÜMİNİN VERDİĞİ CEVAP...İnsan vefat edip kabre konunca iki melek gelir, onu oturturlar ve ona Rabbin kimdir? derler. Vefat eden eğer mümin kul ise; Rabbim Allah der, dinin nedir? diye sorarlar. O da, dinim İslam der. Ona, aranızdan peygamber olarak gönderilen kimdir? diye sorarlar, o da; O Allahın Resûlü (Muhammed aleyhisselam) der. Yine iki melek ona; Senin bilgin nedir? diye sorarlar, o; Ben Allahın Kitabını okudum, ona iman edip tasdik ettim der.
Bunun üzerine semadan bir münadî; Bu kul doğru söylemiştir, ona cennetten bir döşek yayınız ve ona cennetten bir kapı açınız diye seslenir. Bunun üzerine cennetin hoş ve güzel kokuları ona gelir ve gözünün alabildiği kadar bir mesafe kabrinde ona genişlik verilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu bir adam ona gelir. Bu adam ona; Seni sevindirecek şeylerin müjdesini sana veriyorum. İşte bugün sana vadolunan gündür der. Ona; Sen kimsin? Yüzün hayır ile gelen kimsenin yüzüne benziyor diye sorar. O da, Ben senin salih amelinim der. Bu sefer o kişi; Rabbim kıyameti kopart ki ben de aile halkımın yanına ve malıma geri döneyim diye yakarır...

CEPHEDE ŞEHİT OLAMADIM!..
Berra hazretleri birçok savaşa katıldı ve aldığı yaralar yüzünden vücudu delik deşik olmuştu.
Ömrünün son günlerinde hastalandı ve yatağa düştü. Bu sırada ziyaretçileri de sıklaşmıştı. Ölüm döşeğindeki hasta teganni ediyordu (Bir nevi şarkıya benzer bir şeyler mırıldanıyordu). Ziyaretçiler hayret ettiler ve;
Ey Berra, bu ne haldir? deyince, Hazreti Berra;
Cephelerde şehitlik şerbetini içerek Rabbime kavuşamadığım için kederlendim. Şimdi bu kederimi dağıtmak için teganni ediyorum dedi. Üzerine kapattığı şilteyi açtı ve harplerde vücuduna isabet etmiş olan ok ve mızrak yaralarını gösterdi. Sağlam bir tarafı kalmamıştı. Bunları söyledikten bir müddet sonra vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şefkat hazinesi Sırrî-yi Sekatî</label>
Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin, zühd ve edepte pek çok harikulâde hâl ve hareketleri, tasavvufa dâir sözleri meşhûrdur. Bir yere gittiğinde, yolda olan şeyler ve havada uçan kuşlar, açık bir lisân ile kendisine selâm verirlerdi. HİLM VE SEBAT DAĞI...
Bu mübarek zat, üzüntü ve dert deryâsı, hilm ve sebat dağı, mürüvvet ve şefkat hazinesiydi.
Bir gün kendisine, sabrın ne olduğu soruldu. O da sabır konusunu anlatmaya başladı. Bu esnâda bir akrep dolaşmaya başladı. İğnesini defalarca kendisine batırdığı hâlde, Sırrî-yi Sekatî hiçbir şey yokmuş gibi, sâkin sâkin konuşmasına devâm etti. Neden akrebi fırlatıp atmıyorsunuz? diye soranlara, şöyle cevap verdi:
Sabır konusunda konuşurken, sabretmemek husûsunda Hak teâlâdan hayâ ederim...
Şöyle anlatılır: Sırrî-yi Sekatî, bir bayram günü meşhûr bir zâtla karşılaşmış ve ona güler yüzlü olmayarak selâm vermişti. Neden böyle yaptın? diye sorduklarında, Sırrî-yi Sekatî; Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfte; (İki mümin karşılaştıkları zaman, yüz rahmet aralarında taksim edilir. Bunlardan doksan rahmet, daha güler yüzlü olana verilir) buyurmuştur. İstedim ki, o benden daha çok sevap alsın diye cevap verdi.
Bu mübarek zat ticâret yapardı. Bağdâtta bir dükkânı vardı. Ticârette yüzde beşten fazla kâr almazdı. Bir defasında altmış altına bâdem aldı. Bâdem birden pahalılaştı. Dellâl, bâdemleri doksan altına satmak istedi. Sırrî-yi Sekatî hazretleri, Ben âdetimi bozmam, ancak 63 altına satarım dedi. Dellâl ise bunu kabûl etmeyip malları satmadı.
Evliyaullahtan birinin ziyaretine gitmişti. Tanıyanlar dağda olduğunu söylediler. Sırrî-yi Sekatî hazretleri tarif edilen yere gitti. Orada kendi hâlinde zikirle meşgul olan bir zat görüp selam verdi. O zat selamı aldıktan sonra Sırrî-yi Sekatî hazretleri:
Kimsin? diye sordu. O:
Hû! diye cevap verdi.
Ne iş yaparsın dedi. O yine:
Hû! dedi.
Ne yersin?
Hû!
Ne içersin?
Hû!
Sırrî-yi Sekatî hazretleri, Hû demekten muradın Allah! demek mi? diye sordu. O zat Allah! ismini duyar duymaz bir nara atıp ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı âlimlerinden Muslihuddîn Tavîl</label>
Muslihuddîn Tavîl, zamânındaki tasavvuf ehli zatların hiçbirinden feyz alamaz. En sonunda Şeyh İlâhî hazretle-rine talebe olur...
Muslihuddîn Tavîl, Osmanlı âlim ve velîlerindendir. Kastamonuya bağlı Kürede doğdu. On altıncı asrın başlarında Bursada vefât etti. Orada medfundur...
Muslihuddîn Tavîl, zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti. Birçok ilmî eserleri okuyup müzâkere etti ve yüksek derecelere ulaştı. Şöhreti her tarafta duyulup, âlimler arasında yüksek bir dereceye sâhib olduktan sonra tasavvufa yöneldi. Zamânındaki tasavvuf ehli birçok zâtın sohbetinde bulundu, fakat hiçbirinden kalbi mutmain olup, rahat bulup feyz alamadı. En sonunda Şeyh İlâhî hazretlerine talebe olup, hizmetinde bulundu. Ondan feyz alıp yükseldi. Vefât edinceye kadar onun yanından ve hizmetinden ayrılmadı. Tasavvufta yüksek mertebelere ulaştı ve kemâle erdi. Ömrü boyunca kötü insanlardan uzak oldu.

DİNLE, İYİ DİNLE!..
Sohbetlerinde buyurdu ki:
Dinle, iyi dinle! Vehb bin Münebbih anlatır: Kab-ül-Ahbâr, mescidde arka saflarda durur. Ona; Bunun altında hangi sır gizlidir? diye sordular. Buyurdu ki: Tevrâtta okudum ki, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden öyle insanlar vardır ki, onlardan biri başını secdeye koyunca, başını secdeden kaldırıncaya kadar, Allahü teâlâ onun arkasında olanı magfiret eder. Ben de hepsinden geride dururum, umarım ki, öyle birisinin secdesiyle benim işim görülsün...
Derler ki, bir gün bir genç, zengin bir kadının kapısına geldi ve; Ben ona âşık oldum dedi. Bu haberi kadına ulaştırdılar. Kadın onu çağırdı ve onunla konuşmaya başladı. Sakın bir daha bu sözü söyleme! dedi. Edemem ki dedi. Sana iki bin gümüş vereyim dedi. Yapamam dedi... On bin gümüşe kadar çıkardı. Genç, on bin gümüşü duyunca râzı oldu. Kadın bu durumu görünce, onun dilini kesmelerini emretti ve; Bizi sevdiğini iddiâ edip de, bize değil malımıza râzı olanın cezâsı budur dedi...

HASIR ÜZERİNDE KIRK GÜN!..
Bir kimse, bir dervişe gidip; Birkaç gün seninle berâber olayım dedi. Ben olmasam kiminle olacaktın? diye sordu. Allahü teâlâ ile dedi. Benim olmadığımı kabûl et ve şu anda Allah ile ol buyurdu...
Muslihuddîn Tavîl, Bursada Şeyh Tâceddîn Efendinin kabri yanına bir hasır serip, kırk gün müddetle sabah namazı vaktinde gelip, o hasırın üzerinde Yâsîn sûresini okuyup ibâdet etti. Kırk gün tamâm olunca vefât edip, o hasırın bulunduğu yerde defnolundu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Duâ etseniz de gözlerim açılsa!</label>
Pîr Muhammed Gencevi hazretleri, Karabağın Gence şehrinden olup, evliyânın büyüklerinden Şems-i Tebrîzînin torunlarındandır. On altıncı asırda yaşamıştır. Sözleri çok tesirli bir zat idi. Buyurdu ki: GÜNAHIN KOKUSU OLSAYDI!İnsan, ölüm, fakr ve ateşin (Cehennemin) yarış meydanındadır. Allahü teâlâ onun terbiyecisi, peygamberler sürücüsü, kitaplar öncüsüdür, o ise serkeştir, söz dinlemez.
Cihânı, karıncanın gözünden daha küçük gören Muhammed Vâsi buyurdu ki: Eğer günâhın kokusu olsaydı, hiç kimse benim yanımda oturamazdı...
Büyüklerden biri, saliha bir kadınla evlendi. Gece olunca ona; Ey hanım, pijamamı hazırla yatacağım dedi. Hanımı; Efendim, senin Mevlân (sâhibin) yok mu? dedi. Vardır buyurdu. Senin Mevlân uyur mu, uyumaz mı? dedi. Uyumaz buyurdu. Mevlân uyanık iken sen uyumaktan hayâ etmez misin? dedi.
Büyüklerimiz diyorlar ki: Bir kimsenin başkasının emri altında olması, nefsinin emri altında olmasından iyidir. Dervişlerden biri, Cuma günleri dışarı çıkar, kimi görse; Mescide hangi yoldan gitmeli? diye sorardı. Birisi ona; Senelerdir mescide gidersin, yolu öğrenemedin mi? dedi. Biliyorum; ama gittiğimiz yolda mahkûm olmak, hâkim olmaktan daha iyidir derdi.

BENİM ÖLÜMÜM YAKLAŞTI!..
Anadan doğma âmâ bir kimse, Pîr Muhammed hazretlerine gelip yalvararak; Dünyâyı aslâ görmemişim! Bana bir duâ etseniz de gözlerim açılsa, dünyâyı seyretsem dedi. Âmânın bu yalvarışı üzerine ona duâ etti. İnşâallahü teâlâ ölümün yaklaştığı sıralarda gözlerin açılır buyurdu. Daha sonra Pîr Muhammed hazretleri vefât etti. Duâ alan âmâ kimse, epey bir müddet daha yaşadı. Bir gün âniden gözleri açılıverdi. Dostları onun gözlerinin açılmasına çok sevindiler. Bunun üzerine gözleri açılan kimse; Gözlerim açıldı ama ölümüm de yaklaştı! Zîrâ Pîr Muhammed hazretleri hayatta iken gözlerimin açılması için ondan duâ istedim. Bana duâ edip vefâtım yaklaştığı sırada gözlerimin açılacağını söylemişti. Elhamdülillah o mübârek zâtın duâsı kabûl olunup gözlerim açıldı. Allahü teâlâ bilir, ölümüm de yakındır dedi. Gözleri açıldıktan birkaç gün sonra vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Geylânlı büyük velî Seyyid Cemâleddîn</label>
Seyyid Cemâleddîn hazretleri, İranda, Hazar Denizinin güneybatı sâhili boyunca uzanan Geylân bölgesinde yetişen büyük velilerdendir. 1360 (H.762) senesinde Geylân bölgesinde bulunan İsâr köyünde vefât etti. Kabri oradadır. Kıymetli nasihatleri vardır. Bir sohbetinde buyurdu ki: KIYAMET GÜNÜ ÇAĞRILANLAR!..Kıyâmet günü, fazîlet sâhipleri kalksın diye çağrılır. İnsanlar arasında bir grup kalkar. Onlara hadi Cennete giriniz denilir. Onlar Cennete giderken meleklerle karşılaşırlar. Melekler nereye gidiyorsunuz? derler. Cennete derler. Hesaptan önce mi Cennete giriyorsunuz? derler. Evet cevâbını verirler. Sizler kimlersiniz? dediklerinde, biz fazîlet ehliyiz derler. Sizin fazîletiniz nedir? diye sorarlar. Onlar da, dünyâda bize hakâret edildiğinde tahammül ederdik. Bize zulmedildiğinde sabrederdik ve bize kötülük yapıldığında affederdik derler. Bunun üzerine melekler, hadi Cennete giriniz. Sâlih amel işleyenlerin mükâfâtı ne güzeldir derler...
Sonra sabır ehli kalksın diye nidâ olunur. Bir grup insan kalkar. Onlara da, hadi Cennete giriniz denilir. Onlar da meleklerle karşılaşırlar. Melekler onlara da aynı şeyi sorarlar. Biz sabır ehliyiz dediklerinde, sizin sabrınız ne idi? derler. Biz Allahü teâlâya ibâdet etme hususunda zorluklara katlandık. Nefsimize uymayıp, günâhlardan sakındık ve bu hususlarda sabrettik derler. Melekler onlara da, hadi Cennete girin, sâlih amel işleyenlerin mükâfâtı ne güzeldir derler...

ALLAHÜ TEALANIN KOMŞULARI!..
Sonra bir nidâ daha gelir. Allahü teâlânın komşuları kalksın denir. Bir grup insan kalkar, fakat bunların sayıları azdır. Onlara da, hadi Cennete giriniz denilir. Melekler karşılayıp aynı şeyleri onlara da sorarak sizin ameliniz nedir? dediklerinde, biz Allah rızâsı için birbirimizi ziyâret ederdik. Allah rızâsı için oturup sohbet ederdik ve Allah rızâsı için birbirimize mallarımızı bol bol verirdik derler. Bunun üzerine melekler sâlih ve iyi amel işleyenlerin mükâfâtları ne güzeldir. Hadi girin Cennete derler...
***
Seyyid Cemâleddîn hazretleri, bir gün halîfesi olan talebelerini topladı. Onlara ayrı ayrı nasîhat ve vasiyet ederek, vazifelerini, nerelerde hizmet edeceklerini bildirdi. Bu vasiyetinden hemen sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nurlu dedenin nurlu torunu</label>
Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri, Türkistanın büyük velîlerindendir. Silsile-i aliyyenin on sekizincisidir. 1403 yılında Taşkentte doğdu. Doğumundan îtibâren üstün halleri görülen Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayrân kalıp, ona duâ ederlerdi... HEPSİYLE VEDALAŞMAYA BAŞLADI...Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin dedesi Hâce Şihâbüddîn, âlim ve velî bir zât idi. Vefât edeceği sırada, torunlarıyla tek tek vedâlaştı. Torunu Ubeydullahı yanına getirdiklerinde Beni yatağımdan kaldırın deyip, yatağı üzerinde oturarak, onu kucağına aldı. Sarılarak ağladı ve şöyle dedi: Bu torunumun şânı âlemi tutacak, İslâmiyete hizmet edecektir. Cihân pâdişâhları bunun emrine itâat edecekler...
Daha birçok müjdeler verdikten sonra, Ubeydullahın babası Mahmûd Şâşîye; Benim bu torunumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et vasiyetinde bulundu...
Hâce Şihâbüddînin vefat etmeden önce buyurduğu gibi Ubeydullah-ı Ahrâr büyük bir velî oldu. Çok hizmet etti. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Kibir sahipleri benim çok garibime gidiyor. Kendilerinin bir damladan meydana geldikleri, sonra da çürümüş, kokmuş leş olacaklarını bildikleri halde yine de kibirlenirler; bunlar neyine güvenirler!
Allahü teâlânın bütün yaratıklarını gözleri ile müşâhede ettikleri halde, öyle kimseler vardır ki Allahü teâlânın varlığı ile birliği hakkında şüpheye düşerler. Yoktan nasıl var edildiklerini gözleri ile gören pekçok insan var ki ölümden sonraki dirilmeyi inkâr ediyor. Bunlar gelip geçici dünyâya emek verip, ebedî olan âhireti unuturlar. Ben bunların bu hallerine çok şaşarım!


HAKÎKÎ CÖMERT ODUR Kİ!..
Hakîkî cömert; Allahü teâlâya itâat eden, kulların haklarını gözeten, yaptığı iyiliği Allah için yapıp, karşılığında insanlardan teşekkür beklemeyendir.
Allahü teâlâdan korktukları için Ona ibâdet ederler. Bâzı insanlar da Allahü teâlânın rahmetini ve Cennetini istedikleri için Ona ibâdet ederler. Bu ibâdet, tüccar ibâdetidir. İnsanların diğer bir kısmı ise Allahü teâlânın gazâbından korkarak sâdece Cenâb-ı Hak ibâdete lâyık olduğu için, şükrünü îfâ etmek için ibâdet ederler. İşte bu tam mânâda müttekî olanların ibâdetidir...
Bu eşsiz nasihatlerin sahibi Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri 1490da Semerkantta vefat etti. Kabri oradadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû'l Hasen-i Kerdeviyye</label>
Şeyh Ebûl Hasen-i Kerdeviyye, Basrada yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Doğum ve vefat tarihleri hakkında bir bilgi yoktur. Vaaz ve nasihatleri çok tesirliydi. Herkes tarafından sevilirdi. Cömertliği ve ihsanları gayri Müslimlere bile ulaşırdı. Çeşitli zamanlardaki sohbetlerinde buyurdu ki: EY İNSAN! DİLİNİ TUT!..Hayâ iki çeşittir: Dînî hayâ, Allahü teâlânın yapılmasını yasakladığı şeyleri yapmaktan duyulan hayâ utançtır. Tabiî veya nefsî hayâ ise, yapılıp yapılmamasında kişinin kendi reyine bırakılan hususlardır. Meselâ kişinin kendisine yakışmayan elbise ile sokağa çıkması, şahsî ve nefsî arzûlara dayanan hayâ, bir çeşit utanç duygusudur.
Kelimenin yerini hakkıyla vermeden, o kelimeyi kullanmamalısınız. Zîrâ söz, yayından çıkan bir oka benzer. İnsandan yerinde olmayan bir söz çıkarsa, insan ona mahkûm, söz insana hâkim olur.
Ey insan! Dilini tut ve ona kement vur. Seni sokmasın. Çünkü o bir yılandır. Kabir, kendi dillerinin kurbanlarıyla doludur. Bu kurbanlar öyle kimselerdi ki, babayiğitler bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinirlerdi.
Evliyânın sohbetlerine katılmayan ve gitmeyen bir fıkıh âlimi, yenen katıksız ekmeğe benzer.
Oğluna nasîhat ederken de buyurdu ki:
Ey oğlum! Şunu bil ki, eski sâlih kişiler açlık yoluyla dillerine hâkim olurlardı. Şimdi evliyâ olan fakirlerin elinde ve yolunda yetişmeyen kimseler, bu yolu da bir çıkmaza soktular. Ey evlâdım! Bu yolu ehlinden öğrenmelisin.
Şeyh Ebûl Hasen-i Kerdeviyye hazretlerine, sevdiği bir kimse gelerek;
Bir adam var, daima Benim nefesim İsa aleyhisselâmın nefesi gibidir. O nasıl ölüleri diriltirse ben de mânevi ölüleri öyle diriltirim diyor dedi.

BÖYLE SÖZLER İŞİTMEKTENSE!..
Bu söz Ebûl Hasenin çok ağırına gitti. Herhangi bir kimsenin kendisini İsa aleyhisselâma benzetmesine tahammül edemedi. Çünkü o bir peygamberdi. Nasıl olur da bir kimse evliya da olsa bir peygamber gibi olabilir, ona benzetilebilirdi.
Bu sözleri işiten Şeyh Ebûl-Hasen derinden bir ah çekti ve;
Ya Rabbi! Bana bu kadar ömür verdin, ben de bu ömürle bu zamana kadar yaşadım. Bu yaştan sonra böyle sözler işitmektense ölmeyi istiyorum dedi.
Şeyh Ebûl Hasen, bu duayı yaptıktan sonra hemen ruhunu teslim etti...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Haşim bin Utbe (radıyallahü anh)</label>

Ebu Hâşim İbn-i Utbe, Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Hazret-i Ömer devrinde Sad bin Ebî Vakkas, Kadisiye Meydan Muharebesinde Rüstem kumandasındaki 100.000 kişilik İran ordusunu bozguna uğrattıktan sonra (637) Medâyine girdi. İran Kisrâsı Yezd-i Cürd yanına alabildiği hazineleriyle Hulvana giderken Celûlâya uğradı. Burada askerlerini toplayan Yezd-i Cürd, Mihrân ismindeki kumandanı buraya tâyin edip, kendisi Hulvana gitti...Gelen yardımlarla birlikte 100.000i geçen İran askeri, Müslümanları bekliyordu. Bu sırada Sad bin Ebî Vakkâs (radıyallahu anh) hazretleri, durumu hazret-i Ömere (radıyallahu anh) bildirdi. Halîfeden gelen mektupta şöyle buyuruyordu:
Ey Sad! Şunu iyi bil ki, Allahü teâlâ vaadini gerçekleştirecektir. Haşim bin Utbeye Ensâr ve Muhâcirden iki bin, diğerlerinden on bin asker vererek Celûlâya gönder. Öncü kuvvetlerin başına Kakâa bin Amrı tâyin et. Allahü teâlâ zafer ihsân ederse Kakâayı, Sevâd bölgesi ile dağlık bölge arasında görevlendir... DÜŞMANI BOZGUNA UĞRATTI
Bunun üzerine Hâşim bin Utbe, askerlerinin başında İranlıların üzerine yürüdü. Tekbir sadâları ile Celûlâya ulaştılar. Göğüs göğüse kanlı bir çarpışma oldu. Düşman bozguna uğradı. Ebu Hâşim İbn-i Utbe ve askerleri, kısa sürede kaleyi Farslılardan temizleyerek burçlara İslâm sancağını diktiler.
Ebu Hâşim İbn-i Utbe daha sonra diğer gazalarda da büyük kahramanlıklar gösterdi. Bunlardan elde ettiği ganimetlerle çok zengin oldu...
Bir gün, Hazret-i Muâviye Ebu Hâşim İbn-i Utbeye uğradı. Ebu Hâşim hastaydı. Yanına varınca ağlar buldu. Aralarında şu konuşma geçti:
-Ey Ebu Hâşim niye ağlıyorsun? Dayanamadığın bir ağrı veya dünyaya karşı bir hırs mı seni böyle ağlatıyor?
-Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne var ki, Resûlullah (aleyhissalâtü vesselâm) bizden bir söz almıştı, onu tutamadım, bu sebeple ağlıyorum.
-Neydi o söz?
-Ben, Resûlullah efendimizi şöyle söylerken dinlemiştim: (Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir.) Halbuki bugün ben kendimi bundan daha çok mal toplamış görüyorum...
Bunları söyledikten kısa bir müddet sonra ruhunu teslim etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri