Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Ebedî saâdetin anahtarı!..

Şeyh Dahmel bin Abdullah, Yemende yetişen evliyânın büyüklerinden olup doğum târihi belli değildir. Yemenin Sahban beldesinde doğdu. Hayâtı hakkında fazla bir bilgi yoktur. Zamânın âlimlerinden ilim öğrenerek yetişti. Talebe yetiştirmek ve insanlara doğru yolu anlatmak için icâzet (diploma) aldı. Ömrünü bu minval üzere geçiren Dahmel bin Abdullah, 1203 (H.600) senesinden sonra vefât etti... Sultan Tuğtekin Yemenlilerin topraklarının bir kısmını zorla almak istedi. Arâzi sâhipleri topraklarının ellerinden gitmesinden dolayı çok üzüldüler. Durumlarını arz etmek üzere Dahmel bin Abdullahın yanına geldiler. Şeyh Dahmel yanında bâzı sâlih kimselerle berâber bir mescitte ibâdetle meşguldü. Durum arz edilince mescidden çıkıp; Yâ Rabbî! Müslümanları zâlim sultanın elinden kurtar diye yalvardı. Bir süre sonra da; Dileğimiz yerine geldi. Sultan harb meydanında vuruşma için er istemeğe çıktığı sırada etraftan gelen oklarla öldü dedi. Orada bulunanlar daha sonra Sultanın Şeyh Dahmelin dediği gibi öldüğünü öğrendiler.
Şeyh Dahmel hazretleri, sohbetlerinden buyurdu ki:

İYİLİK ÜÇ ŞEYLE TAMAM OLUR

İyilik üç şeyle tamam olur: 1. O iyiliği yapmakta acele etmek. 2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek. 3. İyiliği yaparken, gizlice yapmak.
Bir kimse, kusûr, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü işlerinden vazgeçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zaman Allahü teâlâdan korkmazsa, onda hayır yoktur.
Üç şey vardır ki, Müslümanları çok aziz, şerefli eder: 1. Kendisine zulmedeni affetmek. 2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak. 3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak.
İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak benim için daha sevimlidir.
Allahü teâlâya âşık olanlar, insanı Ondan uzaklaştıran her şeyden uzak olup, alâkalarını keserler.
İlim, Allahü teâlâyı tanımaya ve Ona itâat etmeye vesîle olduğu için, ilim öğrenmek büyük ibâdettir.
Şeyh Dahmel hazretleri, vefat etmeden kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Sâlihlerle sohbette berâber olup, onlarla sohbet ediniz. Onlar, dünyâ hazîneleridir. Onlarla berâber olmak, ebedî saâdetin anahtarıdır.
 
Hilm kılıcı demir kılıçtan keskindir!


Cemâleddîn Çelebi, Anadolu velîlerindendir. Hayâtı hakkında fazla bilgi bulunmayan Cemâleddîn Çelebi, Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân zamânında yaşamıştır... Zamânın âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerinden ilim öğrendi. Şeyh Âdilden icâzet, diploma alarak, halîfesi oldu. Hocasının vefâtından sonra ders vermeye, insanlara nasihat etmeye başladı. Meclisleri ilim, irfan ve fazilet sâhiplerinin toplandığı yer oldu. Hiç kızmazdı. Dostuna, düşmanına aynı muâmelede bulunurdu. Onun bu geniş müsâmahakâr hâlini anlayamayanlar; Bu kadar yumuşaklığın, insanlara karşı bu kadar tahammül ve sabır göstermenin mânâsı nedir? şeklinde sözler söylediklerinde; Hilm, yumuşaklık kılıcı, demir kılıçtan, hattâ yüz zafere sebeb olan kılıçtan daha keskindir diye cevap verirdi. Sohbetlerinde Mesnevi okurdu. Bunlardan bazıları: *Bir akıl başka bir akılla birleşirse, kötü söz ve kötü işe engel olmuş demektir. Nefis başka bir nefsle dost olursa, akıl işe yaramaz hale gelir. Akıl başka akılla birleşti mi yol görünür, nefs başka nefsle birleşti mi yol kapanır.


*Sabır, kurtuluşun anahtarıdır. Sabır, gözün perdesini açar; gönlü yarar açar. Gönül saf hale gelince de toprak ve su haricinde suretler görürsün.
*Mal çöptür. Ama boğazına da bir takıldı mı âb-ı hayatı içmene engel olur.
*Kimsesiz olmak; adam olmayanların işve yapmasından daha iyidir.
*Temiz söz hakikatten uzak olanlara tesir etmez. Çarpık ayakkabı çarpık ayağa uyar. Doğru olmayan gönüllere de şeytanın efsun ve efsanesi uyar.
*Dini, babadan bedava miras olarak buldun. Onun için şükürden baş çevirirsin. Mirasyedi, mal kıymetini ne bilsin!..
*Sen mekânsın. Ama aslın mekânsızlıktır. Bu dükkânı kapa da ötekisi açılsın.
*Kim seni Haktan, hakikatten soğutursa bil ki; şeytan içindedir.
*Eşeğin varsa mutlaka semer de olur. Canın var ise ekmek az çok gelir korkma!
*Demirciler demir döverler. Demir kıpkırmızı olur da silah olur işe yarar. O demir, meşakkat çeken fakirdir.
*Kötü huylu güzel yüz, sahte paraya benzer.
*Her canın gıdası farklıdır. Öküz şekerden ne anlar?
Cemâleddîn Çelebi, vefatında kısa bir zaman önce buyurdu ki: Allahü teâlâ, kendisi için verenlere, bire yüz ihsân eder.
 
En büyük musibet: Kalb katılığı!


Câfer bin Süleymân Dâbiî hazretleri Tebe-i Tâbiîndendir. Sekizinci asırda vefât etti. Sohbetleriyle insanların hak yola kavuşmalarına vesîle ve sebep oldu. Hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Câfer bin Süleymân, Mâlik bin Dînâr hazretlerinden naklederek buyurdu ki:
Allahü teâlâ kalplere ve bedenlere çeşitli musîbetler verir. Bunlar, rızık darlığı, ibâdetlerde gevşekliktir. Bunlardan daha şiddetlisi kalbin katılığıdır. Bâzı kitaplarda okudum; kıyâmet gününde kötü amelli çoban huzûr-ı ilâhîye getirilir. O çobana, ey kötü iş işleyen çoban! Süt içtin, et yedin, kaybedilmiş mallara sâhip çıkmadın, kırılmış olanları sarmadın, güttüğün hayvanların hakkını tam olarak gözetmedin. Bugün senden onlar için intikam alıyorum, buyurulur, yazılıydı.
Müminlerin göğüsleri, kalpleri hayırlı güzel işler sebebiyle kaynar, coşar. Fâcir kimselerin göğüsleri de kötü işler yüzünden coşar. Allahü teâlâ sizin kalbinizden geçenlere, niyetlerinize bakar. Niyetlerinize dikkat ediniz ki, Allahü teâlâ size merhamet etsin.
Sâbit el-Benânîden naklederek buyurdu ki:
Bize ulaştı ki, Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma; Filan kulumun ağzının tatlılığını al buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm o kulun ağzının tadını aldı. O kimse şaşkın, mahzûn ve üzüntülü bir hâlde sabretti. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma buyurdu ki: Ey Cebrâil! O kulumu imtihân ettim. Onu sabırlı ve sâdık buldum. Ona fazlasıyla karşılık vereceğim.
Câfer bin Süleymân hazretlerinin rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şerîfler:

KORKU İLE ÜMİT ARASINDA...


Rabbiniz Rahîmdir. Kim bir iyiliği yapmaya niyet eder, onu yapmazsa onun için bir sevap yazılır. Eğer niyet ettiği o iyiliği yaparsa, on mislinden yedi yüz misline kadar çok sevap yazılır. Bir kimse bir kötülük yapmaya niyet eder ve onu yapmazsa onun için bir sevap yazılır. Eğer niyet ettiği kötülüğü işlerse ona ya bir günah yazılır veya silinir.
Peygamber efendimiz ölüm hâlindeki bir kimseyi ziyâret etti ve; Kendini nasıl buluyorsun? buyurdu. O kimse; Kendimi korku ile ümid arasında görüyorum dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allahü teâlâ bir kalpte korku ve ümidi bir arada bulundurmaz. Eğer bir kimsenin kalbinde korku ve ümidi bir arada bulundurursa, onu ümid ettiklerine kavuşturur, korktuklarından da emin eyler.
 
Mîdesi dolu olanlar!..


Câfer Mekkî hazretleri Mekke-i mükerremede doğdu. 1721 (H.1134) senesinde orada vefât etti. Şeyh Muhammed Velîdî ile aynı zamanda yaşadı. Her ikisi de âlim, kâmil, sâlih ve velî kişilerdi.
Câfer Mekkî, hârikulâde hâller sâhibi idi. Ona çok kerre gaybdan rızk gelirdi. Yanındakiler bunu açıkça görürlerdi. Onun bir seccâdesi vardı. Her zaman üzerine oturur, sohbet ederdi. Hizmetçileri ihtiyaç için para istediklerinde, alacakları şeyleri sorar, o kadar parayı seccâde altından alır onlara verirdi. Başka zaman hizmetçiler seccâdenin altına baktıklarında bir şey bulamazlardı.
Bu mübarek zat, vefatına yakın bir sohbetinde buyurdu ki: Eğer Allahü teâlâya tâatta bulunamazsanız, hiç olmazsa oruç tutun. Karnınızı aç tutmaya ve acı çekmeye önem verin. Çünkü oruç tutmaktan daha iyi bir tâat yoktur. Peygamber ve velîlerin kalplerinden hikmet pınarları, açlık ve oruç bereketi ile fışkırmıştır. Allahü teâlâya ulaştıracak oruçtan daha iyi bir binek yoktur. Oruç ehlinin duâlarına karşılık verilir ve kabûl edilir. Orucun Allahü teâlâ katında büyük değer ve önemi vardır. Oruç, hikmet hazînelerinin anahtarıdır. Bir kimse bütün kulluk vazîfelerini yerine getirse, fakat mîdesini doldursa hiçbir yere ulaşamaz. Orucu gereğince tutsa, başka kulluk vazîfelerinde kusur olsa bile, yine bir yere erişir... Oruca yavaş yavaş alışmak gerekir ki, sıhhate ziyan gelmesin, insanı işten alıkoymasın...

MAL BÜYÜK NİMETTİR...


Mal büyük bir nîmettir. Malı isrâf, Allahü teâlânın nîmetini hakîr görmek, nîmete kıymet vermemek, nîmeti elden kaçırmak, kısaca küfrân-ı nîmet etmek, yâni şük-retmemek olur. Bu ise, nîmeti verenin düşman muâmelesi yapmasına, azarlamasına ve azâb etmesine sebeb olacak büyük bir suçtur. Nîmetin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Şükredilince ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar...
İsrâf çok kötü bir huydur. Çirkinliği meydandadır. Kalbi, durmayıp karartan, kemiren, tehlikeli bir hastalıktır. Tedâvisi pek güçtür. Bu sıfat kalbi kaplamadan önce, gidermek ve bu felâketten kurtulmak için bütün ilâçlarına baş vurup uğraşmalıdır. Kurtarması için, cenâb-ı Hakka yalvarmalı, duâ etmelidir. Allahü teâlâ, çalışana, her güçlüğü kolaylaştırır. O, sığınılacak, güvenilecek, biricik yardımcı ve kurtarıcıdır...
 
Şehîd Hacere Hanım

Hacere Hanım, Hindistanda yetişen hanım velîlerdendir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin neslindendir. Büyük âlim Ebül-Hayr Fârûkînin hanımı olup, Şeyh Hüseyin Efendinin kızıdır. 1867 (H.1284) senesinde doğdu. Babasından ilim öğrendi. Ev işlerinde çok mâhirdi. Allahü teâlâ ona olgun bir akıl ihsân etmişti. Çokça ibâdet ederdi. Vakitlerini Allahü teâlânın zikri ile geçirmekte olup, zamânının bir tânesi idi. Her gün Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimize salâtü selâmları ihtivâ eden delâil-i hayrât ve daha başka çeşitli zikirleri, kocası Ebül-Hayr ile berâber okurdu. Ramazan hâricinde çok nâfile oruç tutardı...
Ebül-Hayr hazretleri bir gün çocuklarına; Vâlideniz yüksek makamlara kavuşmuştur. Bâtın halleri çok iyidir buyurdu. Kadınları yetiştirme işi tamâmen ona verilmişti. Vefatına kadar buna devam etti. Pakistanın Kuetta şehrinde 1935 (H.1354) senesinde büyük bir zelzele oldu. Binlerce insan bu zelzelede şehîd oldu. Hacere Hâtun da şehîd olanlar arasında idi... Hacere Hanım, vefatından bir gün evvel hanımlara İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin şu mektubunu okumuştu:
Allahü teâlâya hamd ederiz. Onun Peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem duâ ve selâm ederiz. Oğlum! Sülûk konaklarını ve cezbe makâmlarını geçtikten sonra, anlaşıldı ki, seyr ve sülûkdan maksad, yanî tesavvuf yolculuğundan maksad, ihlâs makâmına varmaktır. İhlâs makâmına kavuşabilmek için, enfüsî ve âfâkî mabûdlara tapınmakdan kurtulmak lâzımdır. İhlâs, İslâmiyyetin üç kısmından birisidir. Çünkü, İslâmiyyet üç kısımdır: İlim, amel ve ihlâs...

TARÎKAT VE HAKÎKAT...

Görülüyor ki, tarîkat ve hakîkat, İslâmiyyetin bir kısmı olan, ihlâsı elde etmeye yarar, yanî İslâmiyyetin yardımcısıdır. Sözün doğrusu da budur. Ne yazık ki herkes bunu anlayamıyor. Rüyâlar ile, hayâller ile aldanarak kanâat ediyorlar. Çocuk gibi, ceviz meviz ile vakit geçiriyorlar. Böyle kimselerin, İslâmiyyetin üstünlüğünden, inceliğinden ne haberi olur? Tarîkatin ve hakîkatin ne olduğunu nasıl bilirler? İslâmiyyeti cevizin kabuğu gibi bir örtü sanıp, cevizin özü, tarîkattir, hakîkattir derler. İşin içyüzünü görememişler, aşktan, zevkten işittikleri, ezberledikleri sözlerle avunurlar. Ahvâl ve makâmlara kavuşmak için can atarlar. Bunları bir şey sanırlar. Allahü teâlâ bunlara, doğru yolu görmek nasîb etsin. Bize ve size ve bütün sâlih kullarına selâmet versin! Âmîn...
 
Bu yaptığını Allahü tealâ görüyor!


Bişr-i Hafî hazretleri evliyanın büyüklerindendir. Nâfile hacca gideceklerden bir kimse, ona vedâ için geldi ve; Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı efendim? deyince; Ne kadar harçlığın var? diye sordu. İki bin dirhem harçlığım var diye cevap verdi. Bişr-i Hâfî hazretleri: Hacca gitmekle zühdü mü, yoksa Kâbeye olan aşkını mı, yoksa Allah rızâsını mı kastediyorsun? diye sorunca, adam; Allah rızâsını kastediyorum dedi. Bunun üzerine Bişr-i Hâfî hazretleri; O halde evinde dururken, Allahın rızâsını kazandıracak bir şeyi sana söylersem, yapar mısın? deyince; Evet yaparım karşılığını verdi. Bunun üzerine Bişr-i Hâfî hazretleri; O halde sen bu iki bin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir âileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hattâ istersen hepsini bunlardan birine ver. Zîrâ Müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nâfile olarak yapılan yüz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. Şâyet böyle yapmak istemiyorsan asıl kalbinde olanı bana söyle dedi. Vedâya gelen kimse; Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir dedi. Bunun üzerine Bişr hazretleri gülümseyerek adama döndü ve; Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefs, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve sâlih ameller yaptığını göstermek ister. Halbuki Allahü teâlâ, yalnız muttakîlerin, haramlardan sakınanın amelini kabul eder buyurdu...

SANA NE OLDU?


Adamın biri elinde bıçak ile bir kadına musallat oldu. Güçlü olduğu için kimse adama engel olamıyordu. Kadın çırpınıp duruyordu. Bu esnâda Bişr-i Hâfî rahmetullahi aleyh hazretleri oradan geçmekte idi. Adama iyice yaklaşıp bir şey söyledi. Adam birden yere düştü. Kadın kurtuldu. Etrâfındakiler adamın yanına gittiler ve adamın zor nefes aldığını gördüler. Sana ne oldu? diye sorulunca, adam; Bilmiyorum, ihtiyar zât bana;
-Senin bu yaptığını Allahü teâlâ görüyor, deyince, ayaklarımın bağı çözüldü ve gördüğünüz gibi yere düştüm. Bu zât kimdir? dedi. Bişr-i Hâfî hazretleridir dediler. Bunun üzerine adam; Eyvâh ben onu bir daha nasıl göreceğim dedi ve kuvvetli bir sıtma hastalığına yakalanarak kısa bir zaman içinde öldü...
 
Din kardeşinden bir cefâ görürsen!


Bekr el-Meczûb hazretleri Filistinde yaşamış olan evliyâdandır. 1892 (H.1310) senesinde vefât etti. Tasavvufta yetişmiş kerâmet sâhibi bir velî idi. Yûsuf Nebhânî hazretleri, Şeyh Reşîd Efendinin şöyle dediğini nakletmiştir:
İnsanların pek çoğundan onun kerâmetlerini dinledim. Bir gün benim kirâda olan bir evime girdi. Evin mutfak tarafına bakıp; Bu ev çöker dedi ve ayrılıp gitti. Bir hafta sonra ev işâret ettiği yerden çöktü. Evde bulunanlar, çöken duvarların arasında kaldılar. Ben bu sırada dışarıda idim. Bu arada Bekr el-Meczûb geldi. Çöken ev altında kalanlar için onlar sağdır dedi ve ayrılıp gitti. İnsanlar hemen toplanıp yıkılan duvarın altında kalanları kurtarmak için enkazı açtılar. Hepsi de sağ idi ve hiç yara almadan kurtuldular. Bekr el-Meczûb hazretleri bir sohbetinde buyurdu ki: Biri ile arkadaş olduğun zaman bâzı hususları yerine getirmen gerekir. Berâber olduğunuzda, şâyet onun nalınlarının ipi kopar ve o bunları düzeltip bağlayıncaya kadar sen onu beklemezsen, arkadaşlık hukukuna riâyet etmemiş olursun. Çünkü sen, bu hâlinle dost olamazsın. Yine, senin arkadaşın bir ihtiyâç için bir yerde oturduğunda, o işini bitirinceye kadar onu beklemezsen, yine hakîkî dost sayılmazsın. Din kardeşlerinden bir cefâ görürsen, bil ki bu, yaptığın bir hatâdan dolayıdır. Derhal Allahü teâlâya dön ve tövbe et. Ayrıca, bir sevgi görecek olursan, Allahü teâlâya olan tâattan ve Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaktan hâsıl olduğunu bil ve şükret...

SEN FALANCADAN ÜSTÜNSÜN!..


Eğer, şeytan senin önüne çıkıp; Sen falanca Müslümandan daha üstünsün, derse, dikkatli ol ve o Müslüman kardeşin senden büyükse, şöyle söyle: Bu kardeşim, benden önce Müslüman olup, benden daha çok sâlih amel işlemiştir. Onun için, o benden daha üstündür. Eğer senden küçükse, ben günâhlarda onu geçtim. Bu bakımdan o benden daha hayırlıdır. Eğer sana ikrâmda bulunan ve hürmet gösteren, Müslüman kardeşlerinle karşılaşırsan; bu, Allahü teâlânın bir ihsânıdır, de. Eğer onlardan cefâ görürsen; bu, yaptığım bir günâhtan dolayıdır, de.
Bekr el-Meczûb hazretleri vefâtından üç gün önce vefât edeceğini haber verdi. Ali bin Alîm adındaki meşhûr velînin medfûn bulunduğu, sâhildeki Harem köyüne gitti. Üç gün kalıp vefât etti ve oraya defnedildi...
 
İnsanların en akıllısı!..


Bahşî hazretleri, Halebde yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerindendir. 1628 (H.1038) senesinde doğdu. İlim tahsîli için Şama gitti. Halvetiyye yolunda yetişti. Tasavvufun sırlarına ve inceliklerine vâkıf oldu. 1675 senesinde Anadoluya geldi. Edirnede bir müddet kaldı. Sonra İstanbula geldi. Vezîr-i âzam Fâzıl Mustafa Paşanın, Muhammed Bahşîye karşı husûsî muhabbeti vardı... Bir müddet vazîfe yaptıktan sonra hac vazîfesini îfâ etmek için mübârek beldelere giden Muhammed Bahşî, 1687 yılında orada vefât etti. Vefatından kısa zaman evvel bir sohbetinde buyurdu ki: Hep iyilik yapın. Zîrâ yapılan iyilikler, işlenen kötülükleri yok eder. Sonunda dünyâdan ayrılacağınız için, kendinizi ondan ayrılmış kabûl ediniz. Bir gün mutlaka tadacağınız için ölümü tatmış gibi olunuz. Bir gün âhiret âlemine göçüp, oraya yerleşeceksiniz. O halde şimdi kendinizi oraya gidip yerleşmiş tasavvur ediniz. Zâten bütün insanların varacağı son durak burasıdır...

HAZIRLIKSIZ YOLA ÇIKAN!..


Her insan yolculuğa çıkacağı zaman mutlaka hazırlık yapar. Yolculukta lüzumlu eşyâlarını yanına alır. Sıcağa karşı korunmak için gölgeliğini, yemek içmek için azığını, soğuğa karşı elbiselerini ve yorganını temin eder, öyle yola çıkar. Sefere, hazırlıklarını yaparak çıkan kimseye gıpta edilir. Hazırlıksız yola çıkan pişman olur. Çünkü, yola çıkıp, güneş altında kalınca, gölgelenecek bir şey bulamaz. Güneşin sıcağı altında nice sıkıntılarla karşılaşır. Susadığı zaman, susuzluğunu gidereceği bir su bulamaz. Soğukla karşılaştığında üzerine alacak bir şeyi yoktur. İşte böyle kimsenin, o sıkıntılı halde iken, hazırlıksız yola çıktığına ne kadar çok pişman olacağını siz düşünün. Bu sıkıntı dünyâdadır. Dünyânın sıkıntısı geçicidir. İnsan bir gün sıkıntı ile karşılaşır. Öbür gün, o sıkıntıdan kurtulabilir. Fakat ya âhiretin devamlı olan dayanılmaz acı ve ızdıraplarına yakalanırsak, hâlimiz nice olur? Bu bakımdan insanların en akıllısı, sonsuzluk âlemi, gerçek vatan olan, âhiret için iyi hazırlanandır. Dehşeti tüyler ürperten kıyâmet gününde, Allahü teâlâ kimi Arşının gölgesi altında gölgelendirirse o kimseyi, o gün güneşin sıcaklığı aslâ rahatsız etmez. Oradaki sıkıntılardan kurtulur.
 
Hayâ edilmeyen işte hayır yoktur


Baba Kemâl Cündî hazretleri Türkistan evliyâsından olup doğum ve vefât târihleri kesin bilinmiyor ise de on ikinci asrın ikinci yarısında vefât etmiştir.
Baba Kemâl, Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin huzûrunda yetişti. Kemâle geldiğinde, hocası kendisine hırkasını verdi. Baba Kemâl Cündî hazretleri, vefatına yakın bir sohbetinde buyurdu ki: Abdullah bin Mesûd hazretleri Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden şöyle naklediyor:
-Resûlullah efendimiz bize, doğru bir çizgi çizdi ve; (Bu, Allahü teâlânın yoludur) buyurdu. Sonra bu çizginin sağından ve solundan çıkan çizgiler çizip; (Bu yolların her birinde şeytan vardır ve kendine çağırır) buyurdu ve; [Doğru yol budur. Bu yolda olunuz. Fırkalara bölünmeyiniz] meâlindeki Enâm sûresi 53. âyet-i kerîmeyi okudular...
Kurân-ı kerîmde meâlen; Ey îmân edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şeytanın işlerinden bir pisliktir. Bunlardan kaçının ki, felâh bulasınız! (Mâide sûresi: 90) âyet-i kerîmesinin mânâsı Tevrâtta şu şekilde vardı. Bâtılı gidersin, oyunu boşa çıkarsın, çalgılı oyun âletlerini yok etsin! diye, biz hakkı indirdik. Şarap içene yazıklar olsun! Allahü teâlâ bu mânâda, izzetine ve celâline yemin ederek; Bir kimse, haram olduğunu bilerek içerse, kıyâmet günü onu suya hasret bırakırım. Şarabın haram olduğunu bilerek bırakana, Cennet ırmaklarından içiririm...

HEPİMİZ ALLAHTAN UTANIRIZ


Bir gün Peygamber efendimiz Eshâbına buyurdu ki: Eshâbım! Allahü teâlâdan tam bir şekilde hayâ ediniz. Eshâb-ı kirâm dediler ki: Yâ Resûlallah! Bizim hepimiz Allahü teâlâdan utanırız. Peygamber efendimiz buyurdu ki: Hayâ bu değildir. O kimse ki Allahü teâlâdan tam bir şekilde hayâ eder. Gözünü, kulaklarını ve diğer uzuvlarını haramlardan, bâtınını ve fercini (edeb yerini) haram ve zinâdan korur, ölümü hatırlar, âhireti diler, dünyânın süs ve zînetlerini terk eder ise, hakîkatte bu kimse Allahü teâlâdan hayâ etmiştir. Hayâ güzel bir huydur ki dînimizce iyi olduğu bildirilmektedir. Haktan ve insanlardan hayâ etmelidir. Hayâ edilmeyen işte hayır yoktur..
 
Hazreti Hızır kimlerle görüşür?


Ali Nebtitî hazretleri Mısır evliyâsının büyüklerindendir. 1495 (H.901) senesinde, Mısırda vefât etti. Dergâhının yanına defnedildi.
Bu mübarek zat, her yıl Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvere halkına elbise, hubûbât ve şeker dağıtırdı. Verdiği şeylerin gizli tutulmasını ve verdiğini hiç kimseye bildirmemelerini isterdi. Birisi, onun verdiğini birine anlatsa, bir daha ona bir şey vermezdi. Kendi malını, talebelerine gelen hediyelere karıştırırdı. Sanki onların içinde kendi malı yokmuş gibi onları talebelerine taksim ederdi. Hızır aleyhisselâm ile görüşürdü. Sohbetlerinde buyururdu ki: Aklın âfeti, devamlı ve lüzumsuz çekişme yapmasıdır. Îmânın âfeti, inkârdır. Amelin âfeti, tembelliktir. İlmin âfeti, iddiâ sâhibi olmaktır. Sevginin âfeti, şehvet yolunu tutmasıdır. Tevâzûnun âfeti, tahkîr olunacak derecede kendini aşağı tutmaktır. Sabrın âfeti, Allahü teâlâdan başkasına şikâyette bulunmaktır. Zenginliğin âfeti, hırstır. Azizliğin, büyüklüğün âfeti, böbürlenmektir. Cömertliğin âfeti, israftır. Arkadaşlığın âfeti kavgadır. Anlayışın âfeti, münâkaşadır. Allahü teâlâya duâ etmenin âfeti, baş olmaya meyilli olmaktır. Zulmün âfeti, yayılmasıdır. Adâletin âfeti, intikam hâlini almasıdır. Hürriyetin âfeti, sınırları aşmaktır...

PASLANAN GÖNÜLLER!..


Günahlar sebebiyle, paslanan gönüllerin kurtuluşu Allahü teâlâya çok tövbe, istigfâr etmek, her zaman Allahü teâlâyı düşünmek, Onun râzı olduğu, beğendiği işleri yapmak ve hiçbir zaman Ondan gâfil olmamakla mümkündür.
Zenginliği aradım; ilimde buldum. Övülmeyi aradım; fakirlikte buldum. Âfiyeti günahsız olmayı aradım; zühdde, şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesâbı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; vermekte, cömertlikte buldum.
Ali Nebtitî hazretleri, vefat etmesine yakın buyurdu ki: Hızır aleyhisselâm, kendisinde üç haslet bulunan kimse ile görüşür. Eğer bu üç haslet yok ise, meleklerin ibâdetini yapsa bile onunla görüşmez. Üç haslet şunlardır: Birincisi; kişinin her haliyle sünnet-i seniyyeye uyması. İkincisi; kalbinde Müslümanlara karşı kin, düşmanlık, hased ve diğer kötülükleri beslememesi. Üçüncüsü; dünyâya düşkün olmamasıdır.
 
Onların korkusu, son nefes içindir


Ahmed Neccâd hazretleri Bağdad âlimlerinin meşhurlarındandır. Hadîs ve fıkıh ilminde, zamânının en önde gelen âlimlerinden idi. 867 (H.253) senesinde Bağdâtta doğdu. Birçok âlimden ilim aldı. Yaşadığı devirde, Iraktaki Hanbelî âlimlerinin en büyüğü idi. 959 (H.348) senesinde vefât etti. Vefatına yakın talebelerine buyurdu ki: Sâlih Müslümanlar, Allahü teâlânın hükmüne boyun eğerler, gelen şiddet ve belâlara sabrederler, aza kanâat ederler. Allahü teâlâdan başkasından korkmazlar ve kimseden bir şey beklemezler. Ancak Allahü teâlâdan isterler. İnsana, yüksek makamları veren, aşağı düşüren azîz ve zelîl edenin Allahü teâlâ olduğunu bilirler. Sâlih Müslümanlar, Peygamber efendimizin sünnet-i şerîflerine tam uyarlar. Onların korkusu, son nefes içindir. Onlar, az konuşurlar. Öfkelerini tutarlar, şehvetlerini yenerler. Nefslerinin arzularını yapmazlar. Allahü teâlâyı unutturacak bütün engelleri ortadan kaldırarak, hep Onunla berâber olmaya bakarlar. Böylece nefslerini alçaltıp, ruhlarını yükseltirler.
Nefse, Allahü teâlânın kazâ ve kaderine rızâ göstermek kadar zor gelen bir şey yoktur. Çünkü, kadere râzı olmak, Allahü teâlânın hükmüne boyun eğmek, nefsin isteklerine zıttır. Nefs bunları istemez. Saâdete kavuşmak, nefsin rızâsını terk edip, Allahü teâlânın rızâsına koşmakla mümkündür. Saâdete kavuşanlara müjdeler olsun...

FAKİRLİK VE HASTALIK...


Bütün evliyâlık yollarından geçirildim. Fakat fakirlik, başkaları gözünde hakîr olmak ve hastalık gibi Allahü teâlâya yakın ve daha uygun yol göremedim...
Ehl-i sünnet ve cemâatten olmanın şartları hakkında çok meseleler vardır. Bu meseleleri bilmek, namazı, orucu, haccı bilmek gibi farzdır. Bunlar öyle farzdır ki, îtikâd doğru olup da, namazda, oruçta ve diğer ibâdetlerde bir noksanlık olursa ve bu noksanlık kasden olmazsa affedilebilir. (Eğer affolunmazsa, insan Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur.) Fakat, Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdında bir sarsıntı olursa, bidat sâhibi olunmuş olur ve bidat sâhibini de Allahü teâlâ affetmez. İtikâdda bidat sâhibi olan bir kimseye azap vâcib olur. Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdına sarılmak ve bidatten çok sakınmak lâzımdır...
 
Mümin câhil olmaz!..


Dârendeli Hilmi Efendi, Ziyâeddîn Gümüşhânevî hazretlerinin telebesidir. 1916 yılında Maraşta vefât etti. Kabr-i şerîfi, Şeyh Âdil mezarlığındadır...
Çok cömert olan Dârendeli Hilmi Efendi, evine gelen hediyelerin tamâmını fakirlere dağıtırdı. Bir gün yeğeni; Amca gelenin hepsini dağıtıyorsun dediğinde; Oğlum dağıtmazsan gelmez demiştir. Bir vaazında insanlara şöyle nasîhat etti: Allahü teâlâyı, farzları, haramları, namazla alâkalı meseleleri bilmeyen, gerçek mümin olamaz. Demek ki mümin câhil olmaz. Bildiği ile amel etmeyen câhil demektir. Bildiğiyle amel edene cenâb-ı Allah bilmediğini öğretir. İlmi ile amel etmeyen ve ilmini dünyâ kazancına vâsıta kılan âlimden kendi hâlinde bir câhil çok hayırlıdır. Akıllı olana bu kadar söz yetişir...
Muhammed Hilmi Efendi, malın faydalı mı zararlı mı olduğu yolunda soru soran bir kimseye: Mal yılana benzer. Hem zehiri hem de panzehiri vardır. Eğer insan fayda ve zararını bilirse o yılanın şerrinden kurtulur. Malın faydası; şahsına, çocuklarına, hanımına isrâf etmeden sarf etmek, geri kalanı da hac, cihâd, dîn-i İslâmı yayma, câmi yaptırma ve fakirlere vermekle olur.
Dârendeli Hilmi Efendinin kalplere şifâ olan sözlerinden bâzıları şunlardır:


KUZEYE DOĞRU HACCA GİDİLMEZ!


Cehennem yoluna düşüp de Cennet arzu eden kimsenin hâli, kuzeye gidip hacca gidiyorum diyenin hâline benzer.
Fen ilimleri, sâlih ile fâsık arasında müşterektir. Müslüman, kâfir herkes öğrenebilir ve hem öğretmiş olduğu ilmi geri almak lâzım gelse alamaz. Nitekim sanatkârın hâli böyledir. Fakat İslâmiyetin emir ve yasaklarından birine muhâlefette ısrar edici olsa dînî ilimlerden bir şey kazanamaz. Tasavvuf yolunda edindiği dereceler ise talebenin hocasına ters düşmesi ile elinden alınır ve sanki hiç görmemiş, okumamış gibi olur. İşte dînî ilimler ile fen ilimlerinin farkı budur.
Dârendeli Hilmi Efendi, vefatından kısa bir zaman evvel buyurdu ki:
Tasavvuf ehliyim diyenlere bakarız. Eğer sözlerinde ve amellerinde İslâmiyete muhâlif hâller görülmezse onlara muhabbet ederiz. Eğer İslâmiyete aykırı hâlleri görülürse kendilerine tenbih ederiz. Dînin doğru olan hükümlerini bildiririz. Bozuk yollarını terk ederlerse iyi olur. Terk etmezlerse kendilerini sevmeyiz.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri