Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Câfer-i Sâdık hazretleri


Câfer-i Sâdık hazretleri, Oniki İmâmın altıncısı ve Hazret-i Alinin torunlarındandır. Tâbiîn devrinin yükseklerinden ve evliyânın büyüklerinden olup, tasavvufta büyük rehberlerden olan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen Nakşibendiyye yolu âlimlerinin dördüncüsüdür.
Bu mübarek zata bir gün; Allahü teâlâ, fâizi niçin haram kılmıştır? diye sordular. Buyurdu ki: İnsanların birbirine iyilik yapmaları, ihsânda bulunmaları için, Allahü teâlâ onu haram etti. Fâiz haram olmasaydı, birbirine karşılıksız iyilik yapan kalmazdı. Yapılan her iyiliğin karşılığı olarak dünyâda menfaat bekleyen çok olurdu. Malı ve evlâdı çok olmasını isteyen, nebâtî, sebze yemek çok yesin!
Din âlimleri fakihler, sultanların, devlet adamlarının kapısına gidip, onlara yaltaklanmadıkça peygamberlerin vekilleridir.
Namaz, her takvâ sâhibi için yakınlıktır. Hac, her güçsüzün cihâdıdır. Bedenin zekâtı oruçtur. Amel, ibâdet, hayırlı iş yapmadan karşılık bekleyen, yaysız ok atana benzer.
Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. İktisâd eden, tasarrufa riâyet eden aldanmaz. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır.
Ana-babasını üzen, onlara isyân etmiş olur. Musîbet zamânında dizini döven, sevâbından mahrûm olur. Allahü teâlâ sabrı, musîbet miktarınca indirir.

BEN DE ÂMİN DEDİM!..


İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri duâsı makbûl olanlardandı. Allahü teâlâdan bir şey istediğinde daha sözü bitmeden isteği verilirdi... Bir gün yalnız başına yolda gidiyordu. Kendisini sevenlerden biri de arkasından yürüyordu. Bir ara Câfer-i Sâdık hazretleri; Yâ Rabbî! Elbisem yoktur, bana elbise gönder buyurdu. Âniden bir paket içinde elbise geldi. Arkadan tâkip eden zât evlerine kadar geldi. Hazret-i İmâma; Yâ efendim siz duâ ederken ben de âmin dedim. Eski elbiselerinizi bana verin dedi. Bu söz Câfer-i Sâdık hazretlerinin hoşuna gitti ve elbiselerini ona verdi.
Bir şahıs, İmâm-ı Câfer hazretlerinden, Allahü teâlânın kendisine çok mal verip, çok hac yapması için duâ buyurmasını istedi. O da; Yâ Rabbî! Buna elli hac yapacak kadar mal ver! diye duâ etti. O şahıs elli hac yaptı. Elli birinci hac için Cühfe denilen yerde gusül edecekti. Sel geldi ve orada vefât etti...
 
Tâbiînin büyüklerinden: El-Müzenî


Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri Tâbiînin büyüklerindendir. 726 (H.108) senesinde vefât etti...
Bekr bin Abdullah el-Müzenî, bir cumâ günü vaaza gittiği câmide cemâat oldukça kalabalıktı. Vaazında bir ara; Bana, câmide bulunanların en hayırlısı ve iyisi sorulsaydı, insanlara en çok nasîhat eden, emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil münker yapan, iyiliği emredip, kötülükten nehyedeni, alıkoyanı arar bulur ve onu gösterirdim. Yine, bana; İnsanların en şerlisi, kötüsü kimdir? diye sorulsaydı, insanları en çok aldatanı bulur, onu gösterirdim dedi. Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri, hac farîzasını yerine getirmek için Mekkeye gitti. Arafatta vakfeye durduğu sırada kendi kendine; Bunlar arasında ben olmasaydım, Allahü teâlânın hepsini bağışlayacağını ümid ederdim dedi...
Bu mübarek zat, yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha hayırlı, daha iyidir. Çünkü o, yaşça benden büyüktür. Bu sebeple, daha fazla ibâdet yapmıştır. Bir genci gördüğü zaman, ben ondan daha fazla günâh işledim. O ise, yaşı küçük olması sebebiyle, daha az günâh işlemiştir, derdi.

ADAM, DAHA DA İLERİ GİTTİ!..


Birisi Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretlerine kötü sözler söyledi. O da hiç cevap vermeyip, sükût ile karşıladı. Adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekr bin Abdullah hazretlerine, Niçin ona cevap vermiyorsun, suskun duruyorsun. Baksana neler söylüyor denilince; Ben onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki, ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da bana helâl değildir dedi.
Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri, gelen geçeni rahatsız etmemesi için, damının oluğunu bahçe tarafına yapar, yola akıtmazdı. İnsanların incinmesini istemez ve kimseyi rahatsız edecek bir iş yapmazdı.
Ölüm hastalığı sırasında Bekr bin Abdullah el-Müzenî başını kaldırıp; Nefsini Allahü teâlâya tâat, Allahü teâlânın beğendiği şeyler için alıştıran, Allahü teâlâya isyân, emirlerini yapmaması için onu zorlayan kula Allahü teâlâ merhâmet etsin buyurdu.
 
Tâbiînin büyüklerinden: El-Müzenî


Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri Tâbiînin büyüklerindendir. 726 (H.108) senesinde vefât etti...
Bekr bin Abdullah el-Müzenî, bir cumâ günü vaaza gittiği câmide cemâat oldukça kalabalıktı. Vaazında bir ara; Bana, câmide bulunanların en hayırlısı ve iyisi sorulsaydı, insanlara en çok nasîhat eden, emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil münker yapan, iyiliği emredip, kötülükten nehyedeni, alıkoyanı arar bulur ve onu gösterirdim. Yine, bana; İnsanların en şerlisi, kötüsü kimdir? diye sorulsaydı, insanları en çok aldatanı bulur, onu gösterirdim dedi. Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri, hac farîzasını yerine getirmek için Mekkeye gitti. Arafatta vakfeye durduğu sırada kendi kendine; Bunlar arasında ben olmasaydım, Allahü teâlânın hepsini bağışlayacağını ümid ederdim dedi...
Bu mübarek zat, yaşlı bir kimseyi görünce, bu benden daha hayırlı, daha iyidir. Çünkü o, yaşça benden büyüktür. Bu sebeple, daha fazla ibâdet yapmıştır. Bir genci gördüğü zaman, ben ondan daha fazla günâh işledim. O ise, yaşı küçük olması sebebiyle, daha az günâh işlemiştir, derdi.

ADAM, DAHA DA İLERİ GİTTİ!..


Birisi Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretlerine kötü sözler söyledi. O da hiç cevap vermeyip, sükût ile karşıladı. Adam bu sefer, daha da ileri gitti. Daha kötü sözler söyledi. Bunun üzerine, Bekr bin Abdullah hazretlerine, Niçin ona cevap vermiyorsun, suskun duruyorsun. Baksana neler söylüyor denilince; Ben onun hakkında, kötü bir şey bilmiyorum ki, ona karşılık ve cevap vereyim. Hem, onun hakkında yalan yere, olmayan şeyleri söyleyip, atıp tutmam da bana helâl değildir dedi.
Bekr bin Abdullah el-Müzenî hazretleri, gelen geçeni rahatsız etmemesi için, damının oluğunu bahçe tarafına yapar, yola akıtmazdı. İnsanların incinmesini istemez ve kimseyi rahatsız edecek bir iş yapmazdı.
Ölüm hastalığı sırasında Bekr bin Abdullah el-Müzenî başını kaldırıp; Nefsini Allahü teâlâya tâat, Allahü teâlânın beğendiği şeyler için alıştıran, Allahü teâlâya isyân, emirlerini yapmaması için onu zorlayan kula Allahü teâlâ merhâmet etsin buyurdu.
 
Ahmed Şemseddîn Marmaravî


Ahmed Şemseddîn Marmaravî hazretleri, 1435 (H.839) yılında Akhisarın Gölmarmara kasabasında doğdu. 1504 (H.910) yılında sonsuzluk âlemine göçtü. Türbesi Manisadadır... Şâh İsmâil, Ehl-i sünnet îtikâdını yıkmak için harekete geçmişti. Bu gâye ile Anadoluya dâî adı verilen halîfeler göndermiş, sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarikatler kurdurmuştu. Öyle ki bu sahte şeyhler Osmanlı merkezine kadar sızdılar. Zamanın pâdişâhı Bayezîd-i Velî (İkinci Bayezîd) sahte tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de Ahmed Şemseddîn hazretlerini Manisadan İstanbula dâvet etti. Mübarek, Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerinin huzûruna çıktı ve Osmanlı Sultânının da hazır bulunduğu imtihan heyetine reislik etti. O gün Ahmed Şemseddîn hazretlerinin tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten menedildiler.
Ahmed Şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve olgunluk sebebiyle Yiğitbaşı lakabı verildi.


KALBDEKİ HEVÂ AĞACI!..


Ahmed Şemseddîn Marmaravî hazretleri vefat ederken talebelerine şu nasihatte bulundu:
İnsanın kalbinde bir hevâ ağacı bitmiştir ki yedi dalı vardır. Her dal bir tarafa yönelir. Birincisi göze, ikincisi dile, üçüncüsü kalbe, dördüncüsü nefse, beşincisi ebnâ-i cinse (diğer insanlara), altıncısı dünyâya, yedincisi âhiretedir. Her dalın bir çeşit meyvesi vardır. Göze yönelen dalın meyvesi harama bakmaktır. Dile yöneleninki, başkasının ayıp ve kötülüklerini söylemek, gıybet etmektir. Kalbe yöneleninki, başkalarına kin ve düşmanlık etmektir. Nefse yöneleninki, şüpheli şeyler ile, haram ve mekruhları işlemektir. İnsanlara yöneleninki, onlardan üstün olmak, onları hor ve hakîr tutmak, aşağı görmektir. Dünyâya yöneleninki, uzun emel sâhibi olmak, aş, iş, mal ve makam hırsı ile dolu olmaktır. Âhirete yönelen dal ise, üzüntü ve pişmanlıktır. İnsanda hevânın, arzu ve isteklerin kökü bâkidir, kalıcıdır. Elbette devamlı tâze dallar verir. Ancak Allahü teâlânın emirleri yerine getirilir, yasaklarından sakınılırsa hevâ ağacı kalpten sökülüp atılır. Kötü huyları, ahlâkları gidip, güzel huylar ile süslenir. Bu ise bir rehberin yol göstermesi ile mümkün olur.
 
Ebül-Mekârim Bekrî hazretleri


Ebül-Mekârim hazretleri Mısırda yetişen velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Bekrî ismiyle meşhûr oldu. 1523 (H.930) senesinde Mısırda doğdu. Soyu baba tarafından hazret-i Ebû Bekre, anne tarafından Peygamber efendimize dayanmaktadır. 1585 (H.994) senesinde Mısırda vefât etti...
Ebül-Mekârim hazretleri ilimde o kadar yükselmişti ki, ömrünü zâhirî ilimleri tahsîl ile geçirmiş ve ilâhî mârifetlerden de nasîbini almıştı... Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki: Tasavvuf yolunda olan kimseye en önce lâzım olan, tövbe ile günah kirlerinden temizlenmesidir. Tövbe; günahtan vazgeçmek, o günâhı yaptığına pişmân olmak, o işi terk etmeye azmetmek, haksız aldığı malı sâhibine geri vermek, kaçırmış olduğu namazlarını kazâ etmek, hocasının hizmetinde bulunmak, onun emrine uymakla olur. Kendisini günahlardan temizlemesi için, hocasını nefsine âmir ve hâkim kılmalıdır. Günahlardan kurtulmak için, Allahü teâlâya duâ etmelidir.
Ebül-Mekârim hazretleri, vefatına yakın yazdığı bir şiirinin tercümesi şöyledir:


İTİRÂZ EDEN PİŞMÂN OLUR!


Darıldığın bir şeyden dolayı canın sıkıldığı zaman feryâd etme. İşini Allahü teâlâya teslim et. Bu niçin böyle oldu diye Hakka îtirâz etme. Çünkü Hakka itirâz eden pişmân olur. Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olan kimse, pek yüksek ve şerefli derecelere kavuşur. Matlûbu ve maksûdu peşînen verilir. Sıkıntıları ondan gider. Evliyânın sözlerini yerine getirip, onlara sâdık kaldıklarından ve kendilerini Allahü teâlâya teslim, işlerini de havâle etmelerinden dolayı başkalarından üstün olur. Bir sıkıntın olduğu zaman ümîdini kesme. Duâlara icâbet eden Allahü teâlânın fazlından ve lütfundan ümitli ol. Nice sıkıntı ve darlığın peşinden Allahü teâlânın yardımı yetişmiştir.
Ey kalbim! Eğer benim kalbim isen, benlikten uzaklaş. Ey kalbim! Eğer kalbim isen, Allahü teâlânın kazâ ve kaderinden râzı ol. Gizlide ve açıkta Allahü teâlâyı murâkabe et. Ey kalbim! Eğer benim kalbim isen, Allahü teâlâdan başkasına meyletme. Rabbimin hükmüne sabret. Sonunda hayır bulursun. Allahü teâlâya karşı sâdık ve samîmî ol. Kuşlar gibi, bilmediğin yerden rızka kavuşursun.
 
Ebül-Mekârim Bekrî hazretleri


Ebül-Mekârim hazretleri Mısırda yetişen velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Bekrî ismiyle meşhûr oldu. 1523 (H.930) senesinde Mısırda doğdu. Soyu baba tarafından hazret-i Ebû Bekre, anne tarafından Peygamber efendimize dayanmaktadır. 1585 (H.994) senesinde Mısırda vefât etti...
Ebül-Mekârim hazretleri ilimde o kadar yükselmişti ki, ömrünü zâhirî ilimleri tahsîl ile geçirmiş ve ilâhî mârifetlerden de nasîbini almıştı... Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki: Tasavvuf yolunda olan kimseye en önce lâzım olan, tövbe ile günah kirlerinden temizlenmesidir. Tövbe; günahtan vazgeçmek, o günâhı yaptığına pişmân olmak, o işi terk etmeye azmetmek, haksız aldığı malı sâhibine geri vermek, kaçırmış olduğu namazlarını kazâ etmek, hocasının hizmetinde bulunmak, onun emrine uymakla olur. Kendisini günahlardan temizlemesi için, hocasını nefsine âmir ve hâkim kılmalıdır. Günahlardan kurtulmak için, Allahü teâlâya duâ etmelidir.
Ebül-Mekârim hazretleri, vefatına yakın yazdığı bir şiirinin tercümesi şöyledir:


İTİRÂZ EDEN PİŞMÂN OLUR!


Darıldığın bir şeyden dolayı canın sıkıldığı zaman feryâd etme. İşini Allahü teâlâya teslim et. Bu niçin böyle oldu diye Hakka îtirâz etme. Çünkü Hakka itirâz eden pişmân olur. Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olan kimse, pek yüksek ve şerefli derecelere kavuşur. Matlûbu ve maksûdu peşînen verilir. Sıkıntıları ondan gider. Evliyânın sözlerini yerine getirip, onlara sâdık kaldıklarından ve kendilerini Allahü teâlâya teslim, işlerini de havâle etmelerinden dolayı başkalarından üstün olur. Bir sıkıntın olduğu zaman ümîdini kesme. Duâlara icâbet eden Allahü teâlânın fazlından ve lütfundan ümitli ol. Nice sıkıntı ve darlığın peşinden Allahü teâlânın yardımı yetişmiştir.
Ey kalbim! Eğer benim kalbim isen, benlikten uzaklaş. Ey kalbim! Eğer kalbim isen, Allahü teâlânın kazâ ve kaderinden râzı ol. Gizlide ve açıkta Allahü teâlâyı murâkabe et. Ey kalbim! Eğer benim kalbim isen, Allahü teâlâdan başkasına meyletme. Rabbimin hükmüne sabret. Sonunda hayır bulursun. Allahü teâlâya karşı sâdık ve samîmî ol. Kuşlar gibi, bilmediğin yerden rızka kavuşursun.
 
Ebedî olarak yaşamak istiyorsan!


Ali bin Vehb-i Sincârî hazretleri, Irak evliyâsındandır. Doğum târihi belli değildir. Hayâtı, Sincârın Bazâr kasabasında geçti. Küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Yedi yaşında Kurân-ı kerîmi ezberledi. On üç yaşında Bağdata gitti. Orada büyük âlimlerden fıkıh, tefsîr, kelâm, hadîs ve tasavvuf ilimlerini öğrendi...
Ali bin Vehb, bir bahçede talebelerine ders verirken, zamânın âlimlerinden Mûsâ Zûlî ile Adî bin Müsâfir huzûruna geldi. Kendisine, Yâ Ali bin Vehb! Tevhîd ne demektir? diye sordular. O da, İşte bu demektir buyururken, orada bulunan koca bir kayayı gösterdi. Kaya bir anda ikiye bölünmüştü. Orada bulunanlar hayret ettiler. Bunu işitenler gelip kayayı gördüler ve duâlarının kabûlü için Ali bin Vehbi Allahü teâlâya vesîle yaptılar.
Bu mübarek zat, talebesine sık sık buyururdu ki: İhlâs; bütün işleri, insanların rızâsı için değil, Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır.
Allahü teâlâ, sevdiği kulunun kalbine, kendine arzu etme isteğini yerleştirir.


TALEBE İKİ KISIMDIR!


Talebe iki kısımdır. Mürîd olanlar, severler, kalplerine kendilerine âit olan bir isteği, arzuyu getirmezler. Gayretleriyle tasavvuf derecelerine yükselmeye başlarlar. Murâd olanları ise sevilirler, dâvetlidirler, çekilirler ve yükseltilirler. Onun için murâdlar çok kıymetlidirler. Murâd olunanların başı ve sevilenlerin önderi Muhammed aleyhisselâmdır. Başkaları ona tufeyl yâni, yanı sıra kabûl olunmaktadırlar. Onlara aradığını buldururlar ve gideceği yolu tamamlarlar. Artık onların nazarında kâinâtın hiçbir kıymeti yoktur. Hep Allahü teâlâyı düşünürler. Bu yolda fenâ makâmına kavuşurlar.
Ebedî olarak yaşamak istiyorsanız, Allahü teâlânın emirlerini yapınız, yasaklarından kaçınınız ve cenâb-ı Hakkı devamlı hatırlayınız. Ondan gelenlere râzı olunuz. O zaman, âhiretinizi kazanır, Cennette ebedî, sonsuz olarak yaşarsınız.
Ali bin Vehb-i Sincârî hazretleri, vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Zühd, üç kısımdır. Farz olan, fazîlet olan ve Hakka yakınlığa sebeb olan zühddür. Haramlardan kaçmakla yapılan, farz olan zühddür. Şüpheli olanlardan kaçmak da fazîlet olan zühddür. Mübahların fazlasından sakınmak da, Hakka yakınlığı sağlayan zühddür.
 
Söze değil, işe bak!..


Ahmed Nûbânî hazretleri, Kudüste yetişen büyük velîlerdendir. Evliyânın şâhı Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin neslindendir. Güzel hâlleri ve kerâmetleriyle tanındı. Osmanlı devletinin son devrinde, 1904 (H.1322) senesi Kudüs yakınındaki Mezra köyünde vefât etti... Yûsuf Nebhânî anlatır: Kendisine sorulan hastalıklar için ilâç tavsiye eder, Allahü teâlânın izniyle bu ilaçlar o hastalığa iyi gelir, hasta şifâ bulurdu. Aynı ilâcı başkası tavsiye etse, şifâsı görülmezdi.
Bir gün birisi huzûruna gelip geçim darlığından şikâyet etti ve vazîfe talebinde bulundu. Ona; Yakında şu kadar maaşla sana bir vazîfe çıkar buyurdu. Efendim âile efrâdım kalabalık bu söylediğiniz maaş da bize kâfi gelmez dedi. Bunun üzerine; Boşuna yorulma senin nasîbin bundan ileri gitmez buyurdu. Üç gün geçmedi, şehrin vâlisi bu muhtaç kişiye haber gönderip Ahmed Nûbânî hazretlerinin söylediği kadar bir maaşla memur tâyin ettiğini bildirdi...
Ahmed Nûbânî hazretleri, vefatına yakın günlerde, kendisinden nasihat isteyenlere buyurdu ki:
İyi arkadaş, insanı derekelerden (aşağılıklardan) derecelere (yüksekliklere) ulaştırır. Kötü arkadaş ise, bunun tersini yapar.

HERKESLE ARKADAŞ OLMA!


Herkes ile arkadaş olma! Konuştuğun kimselerin akıl ve anlayışlarına uygun konuş. Tekebbür etme, kibirlenme! Sırrını kimseye söyleme! Herkesin sözüne aldanma! İnsanların sözlerine değil, işlerine bak! Kendi kendisine faydası olmayan kimseden çok sakınmalıdır. Nerede kaldı ki, onun başkasına faydası olsun. Kötü bir kimse ile arkadaş olan iyi bir kimse, eğer onu kendisine çevirip iyi yapabilirse ne âlâ, eğer bunu yapamaz, kendisi de ona benzer ve onun gibi olursa, o zaman çok fenâdır.
Kelime-i şehâdeti söyleyen bir kimseye, töhmet (suçlama) ve taassub (husûmet) ile, mümin değildir, demek için kimseye müsâade verilmemiştir. Nitekim Nisâ sûresinin 94. âyet-i kerîmesinde meâlen; ... Size İslâm selâmı veren kimseye, dünyâ hayâtının geçici nîmet ve menfaatine göz dikerek sen mümin değilsin demeyin... buyruldu. Öyle ki, Kelime-i şehâdet söyleyenlerin hepsini mümin kabûl etmelidir. Büyük günahları varsa, bu sebeple kendilerine küfür ve nifak damgasını vurmamalıdır. Kendi îmânında ve onların îmânında şüphe etmemelidir...
 
En emin yol!..


Ebû Ali Cürcânî hazretleri, Horasan âlimlerinden olup evliyânın büyüklerindendir. On ikinci asırda yaşadığı bilinmektedir.
Ebû Ali Cürcânîye; Allaha giden yol nasıldır? diye sorulunca, şöyle buyurdu: Kulu, Allaha kavuşturan yollar çoktur. En açık ve şüpheden uzak olanı; sözüyle, işiyle, niyetiyle ve maksadıyla sünnete uymaktır. Zîrâ Allahü teâlâ, Nûr sûresinin 54. âyet-i kerîmesinde meâlen; Eğer Resûlüme uyarsanız, hidâyete erersiniz buyuruyor. Sünnete tâbi olmanın yolu nedir? diye soranlara şöyle buyurdu: Sünnete giden yol; bidatten kaçmak, Eshâb-ı kirâmın icmâına yâni söz birliğine uymak, bozuk din adamlarından uzaklaşmak, bir tasavvuf büyüğünü tanımak ve eserlerini okumaktır.
Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş-dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, Müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, saâdet alâmetlerindendir.
İnsanların çoğunun gâfil dolaştıklarını gördüm. Bu yolda dayandıkları şey, bir zan ve tahminden ibârettir. Durumları bu iken, hakîkat üzere olduklarını anlatır ve kendilerine göre mükâşefeden (keşiften) bahsederler. Ne var ki, işin aslından habersizdirler.


AHLÂKINI DEĞİŞTİRMEYEN...


Bir kulun ereceği saâdet, emredilen ibâdetleri ve tâatleri kolayca yapmasıdır. Bütün işlerinde sünnet üzere yürümeyi başarmasıdır. Sâlih kullara karşı içten sevgi beslemesi, hangi işte olursa olsun, ahlâkını değiştirmemesidir.
Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimsedir.
Ârif; tamamiyle gönlünü Allahü teâlâya, vücûdunu halka hizmete veren kişidir.
Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olmak, bidatlerden kaçmak, İslâm âlimlerinin gittiği yoldan gitmekle olur.
Kişinin saâdetinin ve ibâdetlerin ona kolay gelmesinin alâmeti, bütün işlerinde sünnete uymak, sâlihlerle sohbet etmek, dostlarına karşı güzel ahlâklı olmak, ilâhî mârifet ve insanlara muhabbet ile bezenmek ve vakitlerini değerlendirmektir.
Ebû Ali Cürcânî hazretleri, vefatına yakın buyurdu ki: Allahü teâlâya ulaşan en emin yol; bütün iş, hareket ve ibâdetlerde Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olmaktır.
 
Herkese karşı edebli olmak!..


Derviş Ahmed Semerkandî hazretleri, on dördüncü asrın sonlarında Mâverâünnehr bölgesinde yetişen âlimlerden ve evliyânın büyüklerindendir. Zâhirî ilimlerde Zeynüddîn-i Hafînin derslerinde yetişip, kalb ilimlerinde ve tasavvuf yolunda da Hâce Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin sohbetlerine devâm etmekle ilerledi. Zeynüddîn-i Hafî, Derviş Ahmedi çok sever, himâye eder, yetişmesi için husûsî ihtimam ve îtinâ gösterirdi. Ahmed Semerkandî, burada zâhirî ilimleri tahsîl ederken, diğer taraftan Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin sohbetlerini kaçırmamaya gayret ederdi. Bir zarûret, mecbûriyet sebebiyle sohbete gidemezse, hocasının sohbet ve hizmetlerinden mahrum kaldığı için çok üzülürdü. Bu acı ve üzüntülerini, Fârisî bir mektubunda yana yakıla, uzun uzun anlatır. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri ile de görüşüp, onun da mânevî feyz ve bereketlerine kavuşan Derviş Ahmed, Hiratta bir câmide vaaz ederdi. Hitâbeti kuvvetli, sözleri hikmetli idi. İnce mânâlardan, tasavvufî hakîkatlardan anlatırdı. Derin meseleler üzerinde konuşurdu. Vefatından kısa bir zaman önceki sohbetinde şunları buyurdu:


BAŞA GELEN HÂLLER!..


Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, Ondan başka birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1. Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur. 2. Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir. 3. Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür.
Eğer, insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu. Çünkü, görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir. Velî, şekil ve şemâil bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer birçok beşerî sıfatlarla, öteki insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür. Hâlbuki, haddizâtında o, diğer insanlardan tamâmen farklı, apayrı bir insandır. Her ân gönlü Allahü teâlâ iledir ve Onun muhabbeti ile yanmaktadır. İşte velînin asıl hâlini bildiren bu husûsiyetini, ancak onun gibi olanlar anlar. Diğer insanlar ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler.
 
Bir orduya yeten pilav!..


Dede Molla hazretleri, Orta Anadoluda yetişen velîlerdendir. Hakkında anlatılan meşhur bir menkıbeye göre on altıncı yüzyılda Yavuz Sultan Selîm Hanın pâdişâhlığı sırasında yaşamıştır. Kabri, Konyanın Çumra ilçesindedir... Yavuz Sultan Selîm Han Mısır seferine giderken, yolu bu zâtın bulunduğu köyden geçer. Sultan, atı üzerinde ordusunun önünde yol alırken, ihtiyar bir köylüyü tarlasını sürerken görür. Yaklaşıp selâm verir. Köylü gelenin kim olduğunu fark etmemiş gibi bir tavırla selâmını alır ve işiyle meşgul olur. Atı üzerinde onu seyreden Sultan; Baba duydun mu? Pâdişâh sefere çıkmış. Mısıra gidiyormuş der. Mevlâ yolunu açık eylesin. İnşâallah hayırlı olur. Emeline nâil ve muzaffer olarak döner. dedikten sonra işine devam eder. Sultan nasıl karşılık vereceğini merak ederek tekrar; Dede, uzak yerden geliyorum. Karnım aç, yiyeceğin var mı? der. Bunun üzerine pişmekte olan aşı işâret ederek; Pilav, pişmek üzere, işte orada, karnın doyuncaya kadar ye! der. Pâdişâh; İyi ama, ardımdaki ordu da aş ister deyince; İşte tencere orada, indir sen de ye askerlerin de yesin. Hepinize yeter inşâallah! diye söyler. Başta sultan, vezirler ve bütün ordu bu pilavdan yer, fakat pilav hiç eksilmez. Bu ihtiyar zâtın Allah adamlarından olduğunu anlayan Sultan, onun kerâmetiyle pilavın bitmediğini görerek, hürmetle elini öpüp, duâsını alır ve ordusuna ilerle emrini verir...


EN KÂRLI ZAMAN GENÇLİKTİR


Dede Molla hazretleri vefatından önce oğluna şu nasihati yaptı:
Yavrum! Gençlikte, nefsin arzûları, insanı kapladığı gibi, ilm öğrenilecek, ibâdet yapılacak en kârlı zamân da gençliktir. Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı ânlarda, İslâmiyyetin bir emrini yerine getirmek, ihtiyârlıkta yapılan aynı ibâdetten çok üstün ve kıymetli olur. Hele başka mâniler de araya katılırsa, bunları dinlemeyip yapılan ibâdetin sevâbı o kadar çoktur ki, ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü, mâniler karşısında, ibâdeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibâdetlerin, şânını, şerefini göklere çıkarır. Mâni olmayarak, kolay yapılan ibâdetler, aşağıda kalır. Bunun içindir ki, insanların yüksekleri, meleklerin yükseklerinden dahâ üstün olmuştur. Çünkü insan, mâniler arasında ibâdet ediyor. Melekler ise, mâni olmadan emre itâat ediyor...
 
Bu kemikleri kırmayınız!..


Dâvûd bin Azeb hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Doğum ve vefât yerleri, târihleri belli değildir. Devrinin velî kulları huzûrunda yetişen Dâvûd bin Azeb, haram ve şüphelilerden çok sakınan verâ ve takvâ sâhibi bir zât idi...
Dâvûd bin Azeb hazretleri, bir gün bir seveninin evine misâfirliğe gitti. Ev sâhibi, hizmetçisine bir koyun kesip, hazırlamasını söyledi. Hizmetçi, bir koyun kesip hazırladı. Yemek vakti Dâvûd bin Azebin önüne getirilince; Onu kaldırın, ondan haram kokusu geliyor buyurdu. Ev sâhibi araştırınca, hizmetçinin yanlışlıkla sürüye katılan bir hayvanı kestiğini öğrendi. Böylece başkasına âit bir koyunu yemekten kurtuldular. Hak sâhibine durumu anlatıp başka bir koyun verdiler... Bir talebesi de onun için bir koyun kesip, pişirmiş getirmişti. Talebenin babası, koyunu kestiğini duyunca oğluna kızdı. Bu durumu öğrenen Dâvûd bin Azeb, yemekte yanındakilere; Kemikleri kırmayınız onları toplayınız buyurdu. Oradakiler bundan bir şey anlamadılar. Biraz sonra dışarı çıktıklarında, talebe, kestiği koyunun otladığını gördü.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Herkes hâlinin ne olduğunu şu hadîs-i şerîf ile görsün: Kalbin hayâtı îmân iledir. Ölümü küfürledir. Sıhhati ibâdet ve tâat iledir. Hastalığı günâhla meşgûl olma iledir. Uyanıklığı Allahü teâlâyı zikretme iledir. Uyuması Allahü teâlâdan gâfil olma iledir.

ÜÇ KİMSE KORUNMUŞTUR!


Üç kimse şeytanın ve askerinin şerrinden korunmuştur. Onlar da, gece gündüz çok zikredenler, seherlerde kalkıp istiğfâr edenler ve Allahü teâlânın korkusundan ağlayanlardır.
Bir günah ne kadar küçük olsa bile onu bir şey sanmayıp, ne olur bundan dense, o ufacık günah dağlar kadar büyür. En büyük günah da, bir daha işlememek üzere nâdim ve pişmân olarak tövbe edilirse ve istiğfâr edilerek ağlanırsa; (Günâhına tövbe eden, günâhı olmayan kimse gibidir) hadîs-i şerîfi gereğince cenâb-ı Allah onun günahını affeder.
Dâvûd bin Azeb hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Oturacak, kalkacak arkadaşların en hayırlısı, görüldüğü zaman, Allahü teâlâyı hatırınıza getirendir, onların sözleri ilminizi arttırır. Onların ameli âhireti aklınıza getirir.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri