Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mala mülke olma mağrur!..</label>

Sultan Veled hazretleri, Konyada yetişen velîlerin büyüklerindendir. Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmînin ortanca oğludur. 1226 (H.623) senesinde Karamanda dünyâya geldi. Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî hazretlerinin, bu oğluna şefkati ve merhameti çok fazla idi...
UZUN YILLAR HİZMET EDECEK
Hazreti Mevlânâ, bir gün oğullarından Sultan Veledi sağ tarafına, Alâeddîn Muhammedi sol tarafına almış oturuyordu. Bu sırada yeşil elbiseli nûr yüzlü iki kişi gelip, selâm verdiler. Mevlânâdan izin alarak, Sultan Veledi alıp götürdüler. Bir saatten sonra, tekrar gelip Sultan Veledi teslim ettiler ve; Bu güzel yavrunuz, neslinizi devâm ettirecektir. Dünyâda pekçok kimselerin hidâyete gelmesine, doğru yola kavuşmasına sebeb olacak, dîn-i İslâma uzun yıllar hizmet edecektir deyip, ayrıldılar.
Hazreti Mevlânâ, Sultan Velede küçük yaşından îtibâren ilim öğretmeye başladı. Onu zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetiştirdi. Tasavvuf yolunda mârifet, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatlarına âit bilgiler sâhibi eyledi. Sultan Veled gençliğinde, her ilimde pek yüksek derecelere kavuştu. Bununla ilgili olarak Hazreti Mevlânâ, oğluna buyurdu ki: Ey oğlum Sultan Veled! Benim dünyâya gelmemin sebebi, senin dünyâya gelmen içindir. Kalbim mârifetler, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatlarıyla ilgili bilgilerle doludur. Bu bilgilerin cümlesini sana öğretmekle vazifeliyim...

HÂLÂ YİĞİTLİK TASLIYOR!
Sultan Veled zamânında, zâlim bir kimse vardı. Malı, mülkü ve akrabâlarının çok olmasından istifâde ederek, bâzı kimselere eziyet ederdi. Bunu Sultan Velede şikâyet eylediler. Sultan Veled onu huzûruna çağırıp nasîhat ettiğinde, kaba sözlerle îtirâz etti. Onun bu kaba sözlerine sükût eden Sultan Veled hazretleri, o çıkınca; Bunun bir hafta ömrü kaldığı hâlde, hâlâ yiğitlik taslayıp sıhhatine güveniyor buyurdu. O zalim adam dergâhtan çıkıp evine giderken, nereden geldiği belli olmayan bir ok, göğsüne saplandı. Bir hafta sonra da öldü.
Ne demişler:
Mala mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi?
Bir muhâlif yel eser, savurur harman gibi!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rumeli velîlerinden Sofyalı Bâlî Efendi</label>
Bâlî Efendi, Rumelide yetişen büyük velîlerdendir. Bugünkü Arnavutluk sınırları içinde kalan Ustrumçada doğdu. 1553 (H.961) senesinde, bugün Bulgaristanın başşehri olan Sofyada vefât etti... ON BİN TALEBE YETİŞTİRDİKüçük yaştan îtibâren ilim öğrenmeye başlayan Bâlî Efendi, Sofya ve İstanbulda ilim tahsil etti. İstanbulda Kâsım Çelebinin hizmetine girdi. Kısa zamanda kemâle gelip olgunlaşan Bâlî Efendi, ahlâkta güzel, amelde gayretli, ilimde üstün oldu. On binden fazla talebesi arasında, en meşhûr ikisi; Kurd Efendi ve Nûreddînzâde Muslihuddîn Efendilerdi. Yavuz Sultan Selîm Hanın kâdıaskerlerinden Sarıgürz Nûreddîn Hamzâ Efendiye de mektuplar yazıp nasîhat ederdi. Bir nasihatinde şöyle buyurdu:
Ey oğul! Devamlı cömert ol. Allahü teâlânın sana rızık olarak verdiği şeylerde cömert ol. Cimrilikten, hasedden, kin ve hîleden sakın. Çünkü, cimri ve hasedci kimsenin yeri Cehennemdir. Hiçbir zaman hâlini insanlara açma. Zâhirini süsleme. Çünkü zâhirini süslemek, bâtının harâb olmasındandır. Rızık konusunda Allahü teâlânın vaatlerine güven. Çünkü Allahü teâlâ, her canlının rızkını vereceğine dâir kefil oldu. İnsanlardan hiçbir şey bekleme. Hakkı söyle. Mahlûkâttan hiçbirisine meyletme. Mâlâyânîyi terk et...
Hayâtını İslâm dîninin emir ve yasaklarını öğrenmek ve insanlara anlatmakla geçiren Sofyalı Bâlî Efendi, Sofya yakınındaki Salâhiyyede vefât etti ve orada defnedildi. Vefat ederken şu beyti söylemiştir:
Hûr-ı înin düşme dâm-ı zülfüne zâhid gibi/Geç hevâsından behiştin maksad-ı Aksayı gör! Yâni: Cennet hûrilerinin zülfünün tuzağına düşme. Cennetin nîmetlerine de bakma, asıl maksadı gör. Allahü teâlânın rızâsını gözet!

ALTINLAR KADIYA TESLİM EDİLDİ
Bu mübarek zatın kabri kazılırken, bir küp altın çıkarıldı. Hepsi de kâdıya teslim edildi. Uçlardaki derviş gâzilerin her halleriyle yakînen ilgilenen zamanın pâdişahı Kânûnî Sultan Süleymân Hana durum arz edildi. Mezarından çıkan altınlarla kabri üzerinde bir dergâh ve câmi yapılmasını emretti. Bu işle Fâtih Sultan Mehmed Han devri âlimlerinden Ali Kuşçunun torunu Sofya kâdısı Abdurrahmân bin Abdülazîz Efendiyi vazîfelendirdi. Sonunda güzel bir dergâh ile zarîf bir câmi inşâ edildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sırrî-yi Sekatî ve saraylı talebesi</label>
Sırrî-yi Sekatî vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merâsim ile oradan geçerken; Şuraya bir uğrayalım deyip içeri girdi. Giriş, o giriş!..
Büyük velî Sırrî-yi Sekatî Bağdadlıdır. Marûf-i Kerhî hazretlerinden feyz aldı. Cüneyd-i Bağdâdînin dayısı ve hocasıdır... Bu büyük velî bir gün vaaz veriyordu. Sultânın adamlarından birisi, merâsim ile oradan geçerken; Şuraya bir uğrayalım deyip içeri girdi...
YEMEDEN İÇMEDEN KESİLDİ!..
O sırada Sırrîyi Sekatî; En âciz ve zayıf olan mahlûk, insandır. Bununla berâber, bu kadar mahlûk arasında, Allahü teâlânın emirlerine insan kadar isyân edip yüz çeviren mahlûk da yoktur. Eğer insan iyi olursa, melekler ona gıpta eder imrenirler. Eğer kötü olursa, şeytanın bile kendisinden nefret edip, kaçtığı, şerli bir kimse olur. Ne kadar hayret edilir ki, bu kadar zayıf ve âciz olan insanoğlu, kendisine her nîmeti veren, her an varlıkta durduran, yaşatan, kudret ve azamet sâhibi olan Allahü teâlâya karşı gelmekte ve isyân etmektedir... diye anlatıyordu. Sultânın yakınlarından olan bu kişi, bu hikmet dolu sözlerin tesiri ile, ağlaya ağlaya kendinden geçti. Bir zaman sonra kalkıp evine gitti. Hiç konuşmuyor, bir şey yiyip içmiyor, hep ağlıyordu. Sabah olunca, yürüyerek, Sırrîyi Sekatînin sohbet ettiği yere gelip, anlatılanları dikkatle dinledi. Üçüncü gün yine geldi. Sohbet bittikten sonra; Efendim, kabûl ederseniz, talebelerinizden olmayı arzu ediyorum dedi. Kabûl edildi. Ahmed ismindeki bu talebe, az zamanda çok yüksek derecelere kavuştu...
Bir gün Sırrî-yi Sekatî hazretlerine biri gelip, Efendim, beni talebeniz Ahmed gönderdi. Rahatsız olduğunu size bildirmemi söyledi dedi. O da gelen kimse ile talebesi Ahmedin bulunduğu yere gitti. Şehrin dışında, sahrada çukur bir yerde yattığını ve ölmek üzere olduğunu gördüler. Bu ihlaslı ve sâdık talebesinin başını kaldırıp dizine koydu. Yüzünün tozlarını sildi. Ahmed gözünü açıp hocasını görünce çok sevindi. Huzûr içerisinde rûhunu teslim etti...

BÜTÜN HALK CENAZEDE!..
Gasl ve defin hizmetlerini yerine getirmek için şehre geri geldikleri bir zamanda, şehir halkının kendilerinden tarafa geldiklerini gördüler. Hayret edip nereye gittiklerini sordular. Onlar; Biz şehirde (Her kim, Allahü teâlânın velî kullarından birinin cenâzesinde bulunmak isterse, Şûnîzîye Kabristanına gitsin) diye bir ses duyduk. Onun için yola çıktık dediler.
Cenazeyi yıkayıp kefenledikten sonra defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri</label>
Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri, İstanbul evliyâsının büyüklerindendir. 1664 (H.1075) târihinde Tokatta doğdu. 1745 (H.1158) târihinde İstanbulda vefât etti. Kabr-i şerîfi, Unkapanına inen cadde ile Zeyrek Yokuşunun kesiştiği tepe üzerinde, Soğukkuyu Pîrî Paşa Medresesi kabristanındadır... HEP MEKTÛBATTAN ANLATIRDI!Talebelerinden Seyyid Yahyâ Efendi anlatır: Hep İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ve oğlu Muhammed Masûm hazretlerinin altı cildlik Mektûbatından anlatırdı. Bu hususta o: Mekke-i mükerremede iken, okuyup mütâlaa ederek, hoş vakit geçirdiğim bu altı ciltlik Mektûbâttan bir nüshasının, Şeyh Muhammed Murâd hazretlerinin kütüphânesinde mevcûd olduğunu işittim. Fakat elde edemedim. İnşâallah sen bir nüshasını bulup tercümesine vesîle olursun buyurdu. Vefat ederken de bana son nasihati bu oldu.
Hocam Mehmed Emîn Efendinin göğsünde küçük bir sivilce çıkıp, rahatsızlandı. Gün geçtikçe ağırlaştı. Sonra bir sivilce de omuzlarında çıktı. Tabipleri getirip gösterdiğimizde, o sivilcenin şirpençe olduğu anlaşıldı. İhtimamla, dikkatle tedâvi etmeye başladık. Aradan kırk-elli gün geçti. Fakat bir türlü iyileşme alâmeti göremedik. Nihâyet bu hâlde iken vefât etti... Vefâtından bir iki sene sonra Mektûbatın tamâmını elde edip, 1750 senesinde, arkadaşlarımızdan Müstakimzâde Sâdeddîn Süleymân Efendiye vererek, tercüme edilmesini istedim. O da 1752 senesinde tercümeyi tamamladı. İşte o Mektubattan bir kısım:

BUNDAN BAŞKASI HİÇTİR!..
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Sevgili oğlum! Fırsat ganîmettir. Yanî, zamân çok kıymetlidir. Bu kıymetli zamânları fâidesiz şeylere harc etmemelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeyleri yapmakla geçirmelidir. Beş vakit namâzı, dünyâ işlerini düşünmeyerek ve cemâat ile kılmalıdır. (Tadîl-i erkân) ile kılmaya dikkat etmelidir. Teheccüd namâzını kaçırmamalıdır. Seher vakitleri istiğfâr etmelidir. Ölümü hâtırlamalı, âhiretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir. Kısacası, yüzümüzü dünyâdan âhirete çevirmelidir. Sözün özü, gönül Allahtan gayrisine tutulmaktan kurtulmalı, beden ve azâları da, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla süslemelidir. İş budur, bundan başka her şey hiçtir!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cenâze namazımı Emîr Külâl kıldırsın</label>
Seyyid Emîr Külâl (Gilâl) hazretleri, Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin on dördüncüsüdür. Buhârânın Sûhârî kasabasında doğdu. 1370 (H. 772) sensinde vefât etti. Onun üstün hâllerini gösteren çok menkıbesi vardır... GÜREŞİRKEN ONU SEYRETTİ!..Emîr Külâl hazretleri gençlik yıllarında bir gün, er meydanında güreş tutmakta ve büyük bir kalabalık da onu seyretmekte idi. Zamânın büyük âlimi ve mürşid-i kâmili olan Muhammed Bâbâ Semmâsî, o güreşirken tam oradan geçmekte idi. Uzun müddet ayakta onu seyretti. Yanında bulunan talebeleri bu hâle şaşıp, kendi kendilerine; Acaba bu işle meşgul olanları seyretmesinin sebebi nedir? diye düşündüler...
Muhammed Bâbâ Semmâsî, yanında bulunan talebelerinin kalblerinden geçeni anlayıp buyurdu ki:
Bu meydanda öyle bir mert vardır ki, pekçok kimse onun sohbetinin bereketiyle evliyâlık konaklarının üstün mertebelerine kavuşacaktır. Onu, bulunduğumuz yola bağlamak istiyorum...
Onlar böyle konuşurken, Emîr Külâlin gözleri Muhammed Bâbâ Semmâsîye takıldı. Onu görür görmez, birdenbire kalbi ona tutulup değişiverdi. Hemen koşup yanına yaklaştı. Muhammed Bâbâ Semmâsînin ellerine kapandı. O güne kadar yaptığı bütün hatâ ve günahlardan tövbe etti ve Muhammed Bâbâ Semmâsîye sâdık bir talebe oldu...

ONA DAHA ÇOK BAĞLANDILAR
Nakledilir ki, bir köyde sâlih zâtlardan biri vefât edeceği sırada;
Benim cenâze namazımı Emîr Külâl hazretleri kıldırsın dedi ve son nefesini verdi. Fakat Emîr Külâl hazretleri, uzak bir yerde bulunuyordu. Onu çağırmak için, bulunduğu yere birilerini göndereceklerdi... Bunun üzerine orada bulunan Şeyh Sûfî;
Haberci göndermenize lüzum yok, o gelir dedi... Bu arada iki kişi gidip, haber vermek üzere hazırlanmıştı. Tam gidecekleri sırada, Emîr Külâl hazretleri âniden karşıdan gözüktü. Halk onu görünce, karşılamaya koştular ve bu kerâmeti karşısında onu daha çok sevip, bağlandılar...
Bundan sonra Emîr Külâl hazretleri, vefât eden zâtın cenâze namazını kıldırdı ve toplananlarla birlikte kabre götürüp, defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ben hayattayken kimseye söyleme!</label>
Seyyid Alâeddîn Ali Semerkandî hazretleri, Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında Anadoluda yaşayan velîlerdendir. Semerkandda doğdu. Buhârâ, Taşkent gibi ilim merkezlerinde ilim tahsil etti. Tefsîr, fıkıh ve tasavvuf, ahlâk ilimlerinde yüksek derecelere ulaştı. Daha sonra Anadoluya hicret etti. Lârendeye (Karamana) geldi. 1456 (H.860) târihinde yüz elli yaşlarında iken vefât etti. Kabr-i şerîfi, İçele bağlı Gülnar ilçesinin Zeyne kasabasındadır... (Ankara-Çamlıderedeki Şeyh Ali Semerkandi başka bir zattır.)Seyyid Alâeddîn Ali Semerkandî hazretleri buyurdu ki:
Bizi sevenler dünyâda nâmerde muhtaç olmasın, şeytan şerrinden emin olsunlar, şirkten, Allahü teâlâya ortak koşmaktan uzak olsunlar ve zâlimlerin şerrinden, kazâ ve belâdan emin olsunlar doğru yoldan ayrılmasınlar... EŞKIYANIN BIÇAĞI KESMEDİ!..
Alâeddîn Semerkandî hazretlerini sevenlerden biri, bir gün yola çıkmıştı. Yolda onu bir eşkıyâ öldürmek istedi. Tam o sırada eşkıyâya; Bütün eşyâm param, neyim varsa senin olsun. Beni serbest bırak, öldürme dedi. O şahıs; Onlar nasıl olsa benim olacak, maksadım seni öldürmektir dedi. O zât o anda Alâaddîn Ali Semerkandîyi hatırladı ve; Yâ Rabbî! Kudretinle Seyyid Alâaddîn hazretlerinden bana yardım ulaştır der demez, eşkıyâ, o zâta üç kere bıçağı çaldı ise de, Allahü teâlânın izniyle ve Alâaddîn Semerkandînin himmeti bereketiyle bıçak kesmedi. Bunun üzerine eşkıyâ, bıçağın keskin olup olmadığını denemek için büyük taşa vurdu. Taş ikiye ayrıldı. Tekrar o zâtı kesmek istedi, fakat bıçak yine kesmedi. O zât eşkıyaya şöyle dedi:


SEN BENİ ÖLDÜREMEZSİN!..
Ey kişi! Benim bir azîz hocam var. Onun bereketiyle beni öldüremezsin dedi. Eşkıyâ bu sözü duyar duymaz kızıp; Görelim bakalım hocan seni elimden kurtarabilecek mi? dedi ve elindeki bıçakla tekrar saldırdı. O zât canından umudunu kestiği zamanda âniden; elinde mızrak, beyaz bir ata binmiş, yeşiller giymiş bir zât yıldırım gibi geldi ve eşkıyâya mızrağı ile öyle vurdu ki, mızrağın ucundan kıvılcımlar çıktı. Eşkıyâ o anda öldü. Atlının Alâeddîn Ali Semerkandî olduğunu anlayan talebe, Zeyneye gelince, başından geçenleri henüz anlatmamıştı ki, Alâeddîn Semerkandî ona; Ben hayatta iken sırrımı kimseye söyleme, sakla! buyurdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyfeddîn Menârî'nin söz dinlemez yeğeni</label>
Seyfeddîn Menârî hazretleri, Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârînin yetiştirdiği büyük velîlerdendir. Taşkend ile Semerkand arasında bulunan Ferket kasabasına bağlı Menâr köyünde doğdu. Orada yetişti. Oraya nisbetle Menârî denilmiştir... SU YERİNE KANINI AKITSAYDIN!..
Seyfeddîn Menârî, şöyle bir hadise anlatır:
Kız kardeşimin oğlu Şemseddîn, Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin sohbetinden uzaklaştırılanlardan birisi idi. Bir gün Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin evine, hatırı sayılır misâfirler gelmişti. Hocam Şâh-ı Nakşibend bu Şemseddîne; Nehre git de suyu bu tarafa bağla buyurdu. Şemseddîn emri yerine getirmekte gevşeklik gösterdi. Biraz sonra da gelip, Şâh-ı Nakşibende; Vücûdumda bir hâlsizlik meydana geldi. Su yoluna suyu bağlayamadım dedi. Bu ihmâl, Şâh-ı Nakşibend hazretlerini çok üzdü. Mevlânâ Şems; Kendini boğazlayıp da su yerine kanını akıtsaydın. Senin için bu sözü söylemekten daha hayırlı olurdu buyurdu. Ondan sonra Şemseddîne bir hastalık musallat oldu. Çâresini bulamadılar. Bir ara benim yanıma geldi. Hâlini anlattı: Kendisine;
Hâce Alâüddîn-i Attâra git. Hâlini arz et. Senin için, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine gidip, şefâat etmelerini ricâ et! Belki merhamet edip kabahatini bağışlar dedim. Yeğenim Şemseddîn, Alâeddîn Attâra gitmeyip, Muhammed Pârisâya gitmeyi tercih ederek, onun yanına gitmiş, o da; Senin derdin bizim tarafımızdan şifâya kavuşturulamaz. Senin başvuracağın yer, Alâüddîn-i Attârın kapısıdır demiş. Yeğenim Şemseddîn yine gitmemiş. Gelip olanları bana anlattı. Ben de kendisine; Sana Alâüddîn-i Attâr hazretlerine git demedim mi? Başka yol kalmadı... dedim. Yine Alâüddîn Attâra gitmedi. Tekrar Muhammed Pârisâya gitti. Bundan sonra, Şemseddîn öyle hastalandı ki insanları bile tanıyamaz hâle geldi. Böylece feci bir şekilde can verdi...

SÂDIK TALEBE ODUR Kİ!..
Sâdık talebelerin, şu üç edebe uymaları mecbûriyeti vardır: Hocasına makbûl sayılacak ne hizmet yapsa, bundan dolayı aslâ gurûra düşmemeli, nefse pay çıkarmamalıdır. Kendisinden makbûl olmayan bir iş zuhûr etse, ümitsizliğe düşmemeli, ayrılmayı aslâ aklına getirmemelidir. Hocasının verdiği emri muhâkeme ve münâkaşa etmeden yerine getirmek için canla başla gayret göstermelidir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük âlim ve velî Senâullah-i Sebnehlî</label>
Senâullah-i Sebnehlî, Hindistanda yetişen büyük âlim ve velîlerdendir. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin önde gelen talebelerindendir. Ondokuzuncu asrın başlarında vefât ettiği bilinmektedir... DERVİŞLİK, HİZMET ETMEKTİR!Senâullah-i Sebnehlî hazretleri, zâhirî ve bâtınî ilimlerdeki tahsîlini tamamlayıp, icâzet ve hilâfet aldıktan sonra, talebe yetiştirmek üzere memleketi olan Sebnehle gitti. Vazifeye başladığı sırada, hocası Mazhar-ı Cân-ı Cânân, ona bir mektup yazarak buyurdu ki:
Her nerede bulunursanız bulununuz, Allahü teâlâ sizinle berâberdir. Oraya gittiniz. Mübârek olsun! Bu fakîre olan bağlılığınızın harâreti eksilmesin; yâni her hâlinizle bizi temsil edin ki, bu yolun kıymeti oralarda da anlaşılsın. Dervişlik demek, sâdece birine bağlanmak demek değildir. Dervişlik, gönlünü toparlayıp, kul olduğunu düşünmek ve kulluğu ile meşgûl olmak, kalbe dağınıklık getirmemek, vakitlerini hep hâlis niyet ile, Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmektir. Allahü teâlâ size büyük bir saâdet vermiştir. Bunun şükrünü yapmak ancak şöyle olabilir ki; Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri Şükür, Allahü teâlânın verdiği nîmetleri, Onun râzı olduğu şeye sarf etmektir buyurmuştur...
Tevekkül, gönül huzûrunu temin eder. Tasavvuf ehlinin sermâyesi de işte bu gönül huzûrudur. Allahü teâlâ Resûlullahın sünnet-i seniyyesine bağlı olanları ve Müceddidiyye yolunun bağlılarını zâyi etmez. Bu mübârek yolu öğretmekle, bu hususta talebelere ders vermekle meşgûl olunuz... Her sabah büyük âlimlerin isimlerini söyleyiniz, etrâfınızda bulunanlara da böyle yapmalarını, duâ ederken onların isimlerini araya koyup, onları vesîle ederek duâ etmelerini söyleyiniz... Çevrenizde dinsizlerin çıkardıkları fitnelerden endişe etmeyiniz. Öyle ümit ediyorum ki, Allahü teâlâ benim dostlarımı zarara uğratmaz. Bizi yanınızda biliniz. Vesselâm...

COŞKUN BİR SEL MİSALİ!..
Senâullah-i Sebnehlî hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:
İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin mübârek sînelerinden, büyükler yolunun feyz ve nûrları, coşkun bir sel misâli öyle akmakta idi ki, onu sevenlerdeki bütün karartı ve lekeleri, kalbden silip götürürdü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Bir hikmet ehli Ebu Nasr Serrâc</label>

Ebu Nasr Serrâc hazretleri, 988 (H.378) yılında İranın Tûs şehrinde vefât etti. Ebû Muhammed Mürteişin talebesi idi. Sırrî-yi Sekatî ve Sehl-i Tüsterî gibi büyük evliyâları gördü. Onun, kıymetli sözlerinden ve daha önceki İslâm âlimlerinin nasîhatlerinden yaptığı nakillerden bâzıları şöyledir: EDEBİN ÜÇ ŞEKLİ VARDIRİnsanlar edebi üç ayrı şekilde anlamaktadırlar. Dünyâ ehlinin edebi; fesâhat ve belâgat ilimlerine sâhip olup, pâdişâhların isimlerini ve şiirlerini ezberlemektir... Dünyâya ehemmiyet vermeyen zâhidlerin edebi; riyâzet çekerek nefsi ıslâh etmek, şehvet ve arzularını terk ederek dînin emir ve yasaklarına uygun hareket etmektir... Âriflerin edebi; kalb temizliği, sırların kontrolü, vaktin muhâfazası, hatıra gelen şeylere iltifât edilmemesi, taleb, huzûr ve kurb ânında edebe riâyet edilmesidir.
İbn-i Rüveyme, Allahü teâlânın insanlar üzerine ilk olarak farz kıldığı şeyin ne olduğu soruldu. O da, (Mârifettir. Nitekim Allahü teâlânın, meâlen Ben cinni ve insi yalnız bana ibâdet etsinler diye yarattım [Zâriyât sûresi: 56] şeklinde bildirdiği âyet-i kerîmede ibâdet etsinler kısmını İbn-i Abbâs hazretleri, Tanısınlar şeklinde tefsîr etmiştir) buyurdu.
Tevekkülü Ebû Bekr Dekkâk ve Sehl bin Abdullahın şu sözleri ne güzel anlatır: Tevekkül; yarını düşünmeyip, hayatının o günde son bulacağını düşünmektir. Tevekkül; kulun Allahü teâlânın irâdesine kendisini tam teslim etmesidir... Tevekkülün şartı, Ebû Türâb Nahşebînin şu sözünde bildirilmiştir: Bedeni Allahü teâlâya ibâdette kullanıp, kalbiyle Rabbine bağlanmak, Allahü teâlânın kâfî olduğuna kalbin mutmain olması, verilirse şükredip, verilmezse sabretmektir.

SEVGİ VE KORKUNUN NETİCESİ!..
Yahyâ bin Muâz buyurdu ki: Allahü teâlâyı seversen, halk da seni sever. Allahü teâlâdan ne kadar korkarsan, insanlar da o kadar senden korkar. Sen ne kadar Allahü teâlâ ile meşgûl olursan, insanlar da o kadar seninle meşgûl olur.
Ebu Nasr Serrâc hazretleri vefat ederken buyurdu ki: Dünyâyı iki defâ terk etmek lâzımdır. Önce dünyânın her türlü nîmetlerini terk etmek. Sonra nîmetlere şükür için dünyâya dönmek ve dünyâ hırsından uzak olmaktır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Medîne Kâdısı Seleme bin Dînâr</label>

Seleme bin Dînâr, Tâbiînin büyük âlim ve evliyâlarındandır. Medîne Kâdısı idi. 757 (H.140) yılında vefât etti. Hikmetli sözleri meşhurdur. Buyurdu ki: DÜNYANIN AZ BİR ŞEYİ!..Dünyânın az bir şeyi, âhiretin çok şeyinden alıkor. Çünkü insan dünyâ meşgalelerinden âhiretle ilgilenmeye fırsat bulamaz.
Kalb, her türlü kötü düşüncelerden temizlenip, niyetler düzeltilip, ihlâs üzere olunduğu zaman büyük günahlar bağışlanır. Kişi günahlarını terk etmeye azmettiği, yöneldiği zaman, onda mânevî yönde büyük ilerleme ve gelişmeler olur.
Dünyâda insanı sevindiren bir şeyin peşinden, mutlaka onu rahatsız edecek bir şey gelir.
Ey oğul, Allahü teâlâdan korkmayan, ayıptan sakınmayan, ihtiyarlığında sâlih amel işlemeyen kimseye uyma.
Cehenneme düşmek korkusu insanlardan hiç eksik olmaz. Hattâ, gökten seslenen birisi, yeryüzündekilere Cehenneme girmekten korkmamalarını bile söyleseydi, yine onlar Cehenneme düşmek ve onu görmek korkusundan kurtulamazlardı.
İnsanların günah ve yasak işleri işlediğini görürsünüz. Ona Ölümü ister misin? denirse, Hayır istemem der. Ona günahları terk etmez misin? denildiğinde; Onları terk etmek istemiyorum, onları ancak öldüğüm zaman bırakırım. Fakat ölümü de sevmiyorum der...
Biz tövbe etmeden ölmek istemiyoruz. Ölümden önce de tövbe etmiyoruz. İyi bil ki, öldüğün zaman malını mülkünü bırakırsın. Hiçbir şeyi götüremezsin. Öyleyse nefsini iyi tanı.
Senin ihtiyâcını giderecek miktâr sana yetiyorsa, en asgarî maişet sana kâfidir. Eğer sana kâfi gelecek miktâr sana yetmiyorsa, o zaman dünyâda sana yetecek hiçbir şey yoktur.

NİÇİN ÜZÜLÜYORSUNUZ?
Seleme bin Dînâr hazretlerine dediler ki: Fiyatlar çok yükseldi. Pahalılık var. O da şöyle cevap verdi: Niçin üzülüyorsunuz? Bolluk zamanında sizi rızıklandıran Allahü teâlâ, pahalılıkta da size rızık verecektir.
Âhirette sana lâzım olacak şeye bugün (dünyâda) öncelik ver. Âhirette sana zarar verecek şeyi de terk et.
Dünyâda geçen günler rüyâ, geri kalan gelecek günler ve şeyler ise, arzu ve istekten ibârettir.
Seleme bin Dînâr hazretleri vefat ederken buyurdu ki:
Öldüğünde sana fayda vermeyecek her işi terk et. Böyle yaparsan, ne zaman ölürsen öl, zararda olmazsın.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sen cebinden, ben gaibden alıyorum!..</label>
Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî hazretleri 815 (H.200) yılında Horasanın Tüster şehrinde doğdu. 896 (H.283) de Basrada vefât etti. Hikmet dolu nasîhatleri vardır. İşte o hikmetli sözlerinden bazıları:
HAKİKİ İMANA KAVUŞMAK İÇİN
İnsanoğlunu şu iki şey mahvetmiştir: İzzet, makam arzusu ve fakirlik korkusu.
Âlimin üç ilmi var. Biri ilm-i zâhirîdir. Bunu herkese açıklar. Diğeri ilm-i bâtındır. Bunu ancak ehline açıklar. Üçüncüsü, kimseye anlatılması câiz olmayan bir ilimdir ki, bu ancak kendisiyle Allahü teâlâ arasındadır.
İşin esâsı üç şeydir: Helâl yemek, ahlâk ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi olmak, her işi yalnız Allah için yapmak.
İbâdetin en kıymetlisi, nefse uymamaktır.
Hakîkî îmâna kavuşmak için dört şey lâzımdır: Bütün farzları edeple yapmak, helâl yemek, görünen ve görünmeyen bütün haramlardan sakınmak ve bu üçüne, ölünceye kadar devam etmeğe sabretmek.
Bizim yolumuzun esası altı şeydir: Allahın kitâbına sarılmak, Resûlullahın sünnetine uymak, helâl yemek, insanları incitmemek, yasaklardan uzak durmak ve borç ödemede acele etmek.
Kırk gün ihlâslı olan, dünyâda zâhid olur, kerâmeti görülür.
Allahü teâlâyı unutmaktan büyük günah yoktur.
İnsanların müptelâ olduğu belâ ve musîbetlerin en büyüğü; âhiret ve dünyâ işiyle meşgûl olmayıp, boş oturmaktır.
Kulun Allahü teâlâya şükretmesi, Onun kuluna verdiği nîmetlerle, Ona isyân etmemesidir. Çünkü kulun bütün uzuvları, Allahü teâlânın kuluna olan lütuf ve nîmetleridir.

BUNUNLA İDARE ET!..
Sehl hazretleri anlatır: Bir gün çölde giderken, başında sarık ve elinde âsâ bulunan pîr-i fânî bir zâtın geldiğini gördüm. İçimden Gâlibâ kâfileyi kaçırmış diye geçirdim ve cebimden para çıkararak, ona Gideceğin yere ulaşıncaya kadar bununla idâre et dedim. Fakat bu zât elini havaya kaldırdı ve eli altınla doldu. Sonra bana; Sen cebinden alıyorsun, ben ise gaibden dedi ve kayboldu. Kâbeye varınca tavaf esnâsında o zâtı gördüm, bana; Ey Sehl! Bir kimse Kâbenin cemâlini görmek için yola çıkarsa, onun muhakkak Kâbeyi tavaf etmesi lâzımdır. Fakat her kim Allahü teâlânın cemâlini görmek için, nefsini ayakları altına alırsa, Kâbenin onu tavaf etmesi lâzım gelir dedi ve ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fakirlerin sığınağı Safiyyüddîn Erdebilî</label>

Safiyyüddîn Erdebilî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. 1252 (H.650) senesinde, güney Azerbaycanda Erdebilde doğdu. Hocası Zâhid İbrâhim Geylânî vefât edince, halîfesi olan bu mübarek zat, memleketi olan Erdebile yerleşti. Pekçok talebe yetiştirdi. Talebeleri doğuya ve batıya dağılarak, onun feyizli yolunu yaydılar. Talebelerinden oğlu Sadreddîn ve torunu Alâeddîn Ali meşhurdur... AYNI YOLUN BÜYÜKLERİ...
Ebû Hâmid Aksarâyî yâni Somuncu Baba, Alâeddîn Aliden aldığı feyz ve bereketi, Anadoluda yaydı. Somuncu Babanın talebelerinden Numân (Hacı Bayrâm-ı Velî), Safiyyüddîn Erdebilî yolunun Anadoludaki en önemli temsilcisidir...
Safiyyüddîn Erdebilî hazretleri, Âzerbaycan, Kafkasya ve Anadoluda meşhûr oldu. İlhanlı hükümdârlarından Olcaytu Hüdâbende ve Ebû Saîd Bahadır Han, İlhanlı beylerinden Emir Çoban, vezir ve târihçi Reşîdüddîn talebeleri arasındaydı. Safiyyüddîn Erdebilî devamlı insanlara nasîhat ederdi. Yumuşak bir ses tonuyla konuşurdu. Uzun konuşması kimseyi rahatsız etmezdi. Onun sohbetleri ile binlerce ölü kalb hayat bulmuştur. Fakirler ve kimsesizleri çok gözetirdi.
Safiyyüddîn Erdebilî buyururdu ki:
Haramı terk etmek vâcibdir. Şüphelileri terk etmek sünnettir. Buna takvâ denir. Zühd, helâlin azıyla kanâat etmektir. Verâ, mubahları ihtiyaç miktârı kullanmaktır. Bu zâhire âit zühddür. Bir de mânevî zühd vardır. O ise dünyâ sevgisini terk etmek, gönlü dünyâ sevgisinden temizlemek ve âhiret ile meşgûl olmaktır.
Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi yapar. Her şeyi yapan Cehenneme gider.
Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şük-retmesi gerekir. Sabır ile şükür, insanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.

DUASI MAKBUL BİR ZATTI
Safiyyüddîn Erdebilî, duâsı makbul bir zâttı. Hastalar onun duâsı ile şifâ bulurdu. İlhan Olcaytu Hüdâbende tarafından yeni kurulan Sultâniyye şehrine dâvet edildi. Fakat o, yaşlı olduğunu söyleyip özür diledi. Oğlu Sadrüddîni yerine bırakıp hacca gitti. Hac dönüşü 1334 (H.735) senesinde Erdebilde vefât etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri