Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âşıkların rehberi Rûzbehân Baklî</label>

Rûzbehân Baklî hazretleri, meşhûr velîlerdendir. Babasının sebzeci olması ve kendisinin gençliğinde bu işle meşgûl olması sebebiyle Baklî lakabı ile anılmıştır. 1132 (H.527) senesinde doğdu. 1209 (H.606) yılında vefât etti. Kitaplarda âriflerin sultanı, âlimlerin burhanı ve âşıkların rehberi ifâdeleriyle zikri geçmektedir... HAZRETİ HIZIRLA GÖRÜŞTÜTasavvufta yetişmek için Irak, Kirman, Hicaz ve Şama seyâhatlerde bulundu. Irakta Şeyh Câgire talebe olup ondan feyz aldı. On beş yaşlarında iken Hızır aleyhisselâmla görüştü...
Bu mübarek zatın da kıymetli sohbetleri vardır. Buyurdu ki:
Dâimâ şerefli olmalısın. İnsanlara ihtiyaç arz etmedikçe şerefini ve iyiliğini muhafaza etmiş olursun.
Kalb, şehvete batarsa, aklın almadığı kederler kendisine yüklenir.
Tövbe, nefse uymaktan dönmek, kalbin Hak yoluna girmesidir.
Allahü teâlâ, safâyı, güzelliği helâl yemede, helâl giymede; katılık ve sıkıntıyı da haramda kıldı.
Sıddıkların kalbine gaflet gelmeseydi kendilerine Allahü teâlâdan gelen tecellîlere dayanamaz, can verirlerdi.
Rûzbehân Baklî hazretleri, herkese acır, günah işleyenlere de ıslah olmaları için duâ eder, herkesin de duâ etmesini isterdi.
Günahkârlara karşı nefsinde merhamet duymayan kimse, hiç olmazsa onların lehine (onlar için) tövbe ve istiğfâr ile duâ etsin. Zîrâ yeryüzündekilere Allahü teâlâdan mağfiret dilemek meleklerin ahlâkındandır.
İnsana verilen şeyler içerisinde akıldan daha kıymetlisi yoktur.

İŞLERİN EN HAYIRLISI...
Rûzbehân Baklî, çok az yer ve şehvetlerden kaçınırdı. Herkese de böyle yapmasını buyururdu. Hatta kendisi hiçbir şey yemiyor denecek kadar az yerdi. Şehvetlerini ve yeme içmeyi terk eden kimse kerâmet sahibi olur buyurmuşlardır. Her işinde orta yolda idi. İşlerin en hayırlısı vasat (orta) yolda olmaktır buyurmuştur.
İki defâ hacca giden Rûzbehân Baklî hazretleri, Mekkede bir müddet ikâmet etti. Ömrünün sonlarına doğru bir ayağı felç oldu. Şirazda vefât etti. Vefat ederken Kurân-ı kerîm okuyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Rükneddîn Ebü'l-Feth</label>

Rükneddîn Ebül-Feth, Hindistanın büyük velîlerindendir. Ferîdüddîn Genc-i Şeker gibi Çeştiyye büyükleriyle görüştü. Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin yolunda dîn-i İslâma hizmet ile meşgûl oldu. Binlerce talebe yetiştirdi. Zamânın büyüklerinden Nizâmüddîn Evliyâ ile sohbet etti... SULTANLARA DA NASİHAT ETTİRükneddîn Ebül-Feth, Sultanlara da emr-i mârûf yapardı. 1320 (H.720) yılından sonra Mültanda vefât etti.
Bu mübarek zat, talebelerinden birine yazdığı mektubunda şöyle buyurur:
Bir gün Emîr-ül-Müminîn hazret-i Ali; Ben hiç kimseye aslâ iyilik ve kötülük etmedim buyurdu. Oradakiler bu söze hayret ettiler ve; Ey Emîr-ül-müminîn, belki sizden hiç kimseye karşı bir kötülük meydana gelmiş değil, ama iyilik için ne buyurursunuz? dediler. Buyurdu ki: Allahü teâlâ, Câsiye sûresi 15. âyetinde meâlen; (Sâlih [iyi] amel eden kendine, kötülük eden de kendine etmiş olur) buyurdu. O hâlde benden meydana gelen her iyilik ve kötülük, aslında benim içindir ve banadır, başkasına değil. Bu sebebledir ki büyükler; Bu, kişinin iyiliği için yeter demişlerdir. Beyit:
Mâdem bildin her şeyin faydası kendindedir,
O hâlde hep iyilik etmek daha iyidir.
Akıllı olana, dünyâ ve âhiret işlerinde bu kadar nasîhat yeter.
Şeyh Rükneddîn bir talebesine nasîhat edip şöyle buyurdu:
Amellerde mütâbeat, yâni Resûlullaha ve getirdiklerine uymak; uzuvları, Onun yasak ettiği ve mekruh buyurduğu işlerden, söz ve fiil olarak uzak tutup bağlamak, faydasız meclis ve toplantılara gitmemektir. Tâlibi, Haktan meşgûl edip alıkoyan her şey, o vaktin mâlâyânîsi, yâni faydasızı, boş şeyi demektir. Bâtılların sohbetinden, arkadaşlığından kaçınmalıdır. Hakkı istemeyen ise, hakîkatte bâtıldır.

KALMAMIZIN SEBEBİ ANLAŞILDI!..
Şeyh Rükneddîn hazretleri, hastalanan Şeyh Nizâmüddîni ziyâret etti. Zilhiccenin onudur. Herkes bir sebeple hac sevâbını bulmaya çalışsın. Ben, Şeyh-ül-meşâyıhın ziyâret saâdetini bulmaya çalıştım buyurdu. Bundan sonra Şeyh Nizâmüddîn vefât etti. Cenâze namazında Şeyh Rükneddîn bulundu ve; Anlaşılıyor ki, bizi üç sene Dehlîde tutmalarının sebebi, bizi bu nîmete kavuşturmaktı buyurdu ve kısa bir zaman sonra yurduna döndü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âmâ kadının vebalı oğlu!</label>

Enes bin mâlik (radıyallahü anh) Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. En çok hadis-i şerif rivayet eden odur. İşte o hadis-i şeriflerden bazıları: ALLAHIM! BİZE İYİLİK VER!Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) çoğu zaman şöyle dua ederdi:
Allâhümme rabbenâ âtinâ fid-dünyâ hasene ve fil-âhireti hasene ve kınâ azâben-nâr: Allahım! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azâbından koru!
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
Zulüm de etse, zulme de uğrasa kardeşinize yardım ediniz.
Yâ Resûlallah! Zulme uğradığında yardım edelim, fakat zulmederken nasıl yardım edeceğiz? dedim. Zulmüne engel olarak. Bu senin ona yardımındır buyurdu.
Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu: Allahü teâlâ, yemek yedikten veya bir şey içtikten sonra kendisine hamdeden kuldan hoşnut olur.
***
Enes bin Mâlik anlatıyor:
Gözleri görmeyen yaşlı bir hanımın Saib adında bir genç oğlu vardı. Daha hayatının baharında olan bu delikanlı Medine vebasına yakalanmıştı. Uzun zaman hasta yattı. Bir gün delikanlının ziyaretine gittik. Fakat maalesef biz orada iken delikanlı ruhunu teslim etti. Biz de gözlerini kapadık ve üzerine elbisesini örttük. İçimizden biri annesine;
  • Onun için Allahü tealaya dua et, dedi. Annesi;
  • Ama o öldü, dedi. Biz;
  • Olsun sen yine de dua et, dedik. Bunun üzerine kadın çocuğun ayak ucuna oturdu, ayaklarını tuttu ve;
  • Allahım, ben isteyerek sana iman ettim. Senden korktuğum için, putları bıraktım. Arzumla sırf senin için hicret ettim. Allahım, puta tapanları bana güldürme, gücümün yetmeyeceği bu yükü bana yükleme, diye dua etti.
Allaha yemin ederim ki, kadın sözünü bitirir bitirmez, çocuk ayaklarını kımıldatmaya başladı. Sonra da yüzünden örtüyü attı. Bu genç, Resulullah Efendimiz ve annesi vefat edinceye kadar yaşadı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hindistanlı velî Hamza Dehrsevî</label>

Hamza Dehrsevî hazretleri, Hindistanda yetişen İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden ve Şeyhül-islâm Hâce Behâüddîn Zekeriyyânın soyundandır. 957 (m. 1550) senesinde vefat etti. MAKAM-MEVKİ İSTEMEDİ!..Rivâyet edilir ki, Hamza Dehrsevî, aslen Hindistanda bulunan Nevher beldesinden olup, ilk zamanlarında vâlilerden birinin hizmetinde bulunuyordu. Yüksek derecede bir mevkiye sahipti. Bunun için, gece, evinin etrâfında bekçi ve nöbetçiler bulunurdu. Bir gece geç vakitte uyanıp dışarı baktığında, bekçiyi evin etrâfında dolanıyor gördü. O ânda kalbinde bir değişiklik hissetti. Kendisinin buna lâyık olmadığını düşündü. Kendi kendine; Ben, benim kendisine hizmet etmeye çalıştığım zâta değil, benim ve benim hizmet ettiğim zâtın hakîki koruyucusu ve her nimetin sâhibi olan zâta, yanî Allahü teâlâya yönelir, Onun dînine hizmet ederim. Kullarla benim ne işim var? dedi. Bundan sonra evinden çıkıp, yollara düştü...
Bu düşünceler ile Ecmîre gelip, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin kabrini ziyâret etti. Şeyh Ahmed Mecdin ve başka büyük zâtların sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda yetişip kemâle geldikten sonra, memleketine dönüp, bundan sonra da Nârnûldan altı kilometre mesafede bulunan Dehrsev beldesine yerleşti. Kendi asıl beldesine değil de Dehrseve yerleşmesinin sebebi, Dehrsevde bazı kimselerin büyüklere karşı uygunsuz düşünceler içinde bulunmaları idi. Onların ıslâhına vesile olmak niyetiyle oraya yerleşti. Niyeti hâlis olduğundan, maksadı hâsıl olup, onun vesilesiyle o kimselerin hepsi düzelerek sâlih insanlar oldular...

DÜNYA ATEŞ GİBİDİR!..
Hamza Dehrsevî hazretleri de diğer büyük zâtlar gibi, dünyâya düşkün olmaktan ve dünyâya düşkün olanlar ile birlikte bulunmaktan son derece sakınırdı. Dünyâya düşkün olanların bu hâllerine acıyarak ve çok üzülerek buyurdu ki: Dünyâ, ateş gibidir. Ondan, bir şey pişirip yiyecek kadar ve üşüyünce ısınacak kadar olan miktarı yeterlidir. Herkes bilir ki, ateşten bu kadar istifâde edilir, yine herkes bilir ki, ateşin bundan fazla olan miktarı yakar ve helâk eder.
Hamza Dehrsevî hazretleri, bir akşam namazını kılarken rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh Saltuk Türkî</label>

Saltuk Türkî, büyük velîlerdendir. Zamânının büyüklerinden Mahmûd Rıfâîden ilim öğrenip feyz aldı. İlimde yüksek mertebeler, tasavvufta üstün dereceler sâhibi oldu. Pekçok talebe yetiştirip, Allahü teâlânın dîninin yayılmasına faydalı hizmetlerde bulundu. Türkistanda, Sabiha denilen yerde, 1297 (H.697) yılında vefât etti...
CEPHEYE GİTMEDEN HARB ETTİ!..
Saltuk Türkînin kerâmetleri pek meşhûr oldu. Bunlardan bâzıları Tuhfet-ül-Ervâh adlı eserde anlatılmaktadır...
Aralarında Seyyid Behram Şâh Haydârînin de bulunduğu îtimâd edilir bir topluluk şöyle anlattılar:
SaltukTürkînin bulunduğu şehirden mevcudu binden az bir grup, düşmanla muhârebe etmek üzere yola çıkmışlardı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Saltuk Türkî, bulunduğu yerde ayağa kalkıp, muhârebe eder gibi hareketlerde bulundu. Vücûdundan kanlar aktı. Yanında bulunanlar kanları sildiler. Üç saat böyle devâm etti. Sonra oturup, sükûn buldu. Yanındakiler, bunun sebebini sordular:
-Birkaç gün önce buradan ayrılanların karşısına, büyük bir düşman kuvveti çıktı. Sayıları üç bine yaklaşıyordu. Müslümanların zayıf olduğunu anlayınca, Allahü teâlânın izni ile onlara katıldım. Düşmana karşı ben de harb ettim. Müslümanlardan üç kişi şehîd oldu. Onlardan ilk grup, yedi gün sonra buraya gelecekler, dedi.
Bunun üzerine yanında bulunanlar, o günün târihini attılar. Yedi gün sonra, ilk grup gelmeye başladı. Gelenler, evlerine gitmeden önce Saltuk Türkînin zâviyesine geldiler ve önünde boyunlarını büktüler;
-Uzun zamandan beri senin büyüklüğünü, senin kıymetini bilemedik. Ey Allahın velîsi! Biz bin kişiden azdık. Üç bin civârında kâfir karşımıza çıktı. Tam, mağlûb olup helâk olacağımız sırada sen yetiştin. Bizim ile berâber harb ettin. Biz seni görüyorduk. Onları, Allahü teâlânın izni ile üzerimizden def ettin. Sağ-sâlim onlardan kurtulduk, dediler...

SEN BİZİMLE ALAY ETTİN!..
SaltukTürkî, seccâdesi üzerinde otururken yanına bir şahıs geldi. O şahsa; Hatırlıyor musun? Sen bana ekmek diyerek necis bir şey yedirmek istemiştin? deyince, o şahıs; Evet öyle oldu dedi. Şeyh Saltuk Türkî; Sen, Allahü teâlânın velîsi ile istihzâ ve alay eden birisin dedi. Saltuk Türkî sözünü tamamlar tamamlamaz, o şahsın karnı çok fenâ bir şekilde şişti ve oracıkta öldü..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Sarı Abdullah Efendi</label>

Büyük velî ve âlim Sarı Abdullah Efendi, 1584 (H.992) senesinde dünyâya geldi. Abdî mahlası ve Sarı lakabıyla meşhûr oldu. 1660 (H.1071) senesinde İstanbulda vefât edip, Topkapıdan Maltepeye giden yolun kenarında, set üstüne defnedildi. İNSANLAR ÜÇ ÇEŞİTTİR!..
Sarı Abdullah Efendi buyurdu ki:
Umûmiyetle insanlar üç çeşittir: Hayvanlara benzeyenler, meleklere benzeyenler, peygamberlere benzeyenler. İnsanlardan bâzıları dünyâya düşkün olurlar, âhireti hiç düşünmezler. Bunların kalbleri katılaşmış, kabuk bağlamıştır. Dünyâ malına âşık olmuşlar, âhireti düşünme hâssasını kaybetmişlerdir. Sanki kalbleri mühürlenmiştir. Bir kısım insanlar da kâfi miktârda dünyâ ile meşgûldürler. Bunlar Cennete gidecek Müslümanlardır. Bâzıları da mukarrebûn olup Allahü teâlâya yakın olurlar. Bunlar Hak ve hakîkat yolunun yolcularıdırlar. Bunlar, Allahü teâlânın rızâsını esas alıp dünyevî keyif, zevk ve lezzetlere yaklaşmayan îmân ve vicdân sâhipleridirler. Bunlar ilâhî tecellilere, ilâhî sırlara şâhid olurlar, onları müşâhede ederler. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allahü teâlâ yanında dereceleri çok yüksektir. Dünyâ ile alâkalarını kesmişler, yalnız âhiret ile ilgilenir olmuşlardır. Allahü teâlânın emri ve rızâsı dâhilinde, insanları irşâd edip doğru yola dâvet ederler. Allahü teâlânın varlığına ve birliğine kendileri kalbden inandıkları gibi, diğer insanları da inandırmaya çalışırlar ve bu işlerinde muvaffak olurlar.
Yükü hafifler kurtulur. Yükü ağır olanlar helâk olur. Allahü teâlâ, dünyâyı kendilerine verilmiş bir emânet bilip, o emâneti sâhibine teslim ederek yüklerini hafifletmiş olanları mağfiret eder, kurtuluşa erdirir.
Baban ile annen için hazırladığın nîmetten bile mesûl olursun. Ama misâfirler için tedârik ettiğin nîmetten mesûl olmazsın. Hele o misâfirler Allahü teâlânın dostlarından ise, kazancın daha da çok olur.

NE ŞÜKREDEBİLDİM NE SABIR!..
Bu mübarek zat, vefat etmeden önce buyurdu ki:
Ey benim Allahım! Nîmetine mazhar oldum, şükredemedim. Belâlara mübtelâ kıldın, sabredemedim. Şükretmediğim için nîmetini keseceğin yerde eksiltmedin. Sabırsızlığımı cezâlandırmak için bana belâ vermedin. Yâ Rab! Bu sana mahsus kerem ve inâyetten başka bir şey değildir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük velî Şakîk-i Belhî</label>

Şakîk-i Belhî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. İbrâhim Edhem hazretlerinin talebesi, Hâtim-i Esâm hazretlerinin hocasıdır. Dünyâya gönül bağlamayıp, haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçardı. Ticâretle uğraşırdı. 790 (H.174) senesinde vefât etti. Bu mübarek zat buyurdu ki: ŞEYTANIN HİZMETÇİSİ OLUR!..Bir kusuru ve ayıbı var diye bir kimseyi kötüleyen, hakâret eden kimse, kendi kendini helâk etmiş demektir. İnsanlar, bir kimse hakkında; Bundan bize zarar gelmez bu emin bir kimsedir derlerse, o kimse bütün insanların zarar ve kötülüklerinden emindir. Kim Müslümanların aleyhinde konuşur, onları gıybet eder, onlara iftira ederse, aralarında söz taşıyıp koğuculuk yaparak Müslümanları birbirine düşürürse, Müslümanların hakkını gözetmez, onların kalblerini kırar, incitirse ve onları kendinden aşağı görürse, o kimse şeytanın hizmetçisi olmuş olur, dünyâda fakir olur, âhirette iflâs etmiş vaziyette hakir ve zelîl olur.
İleride tövbe ederim diye günaha devam edenler, daha yaşarız ümidiyle, tövbeyi geciktirenler, hattâ, Allahü teâlânın azâbını düşünmeyip, rahmetini ümid ederek tövbe etmeyenler, çok büyük gaflet ve felâket içindedirler.
Gönül ferahlığı, hesap kolaylığı ve can rahatlığı fakirlerin hâlidir. Gönül meşgûliyeti, hesapların zorluğu ve can sıkıntısı da zenginlerin hâlidir.
Kendisine bir şey ikrâm ettiğin kimse ile, sana ikrâmda bulunan iki kişinin senin kalbindeki yerlerine dikkat et. Eğer kalbindeki muhabbet, kendisine ikrâmda bulunduğun kimseye karşı daha fazla ise, bu ikrâm ve muhabbetin Allah için olduğu anlaşılır. Ama kalbindeki muhabbet, sana ikrâmda bulunan kimseye karşı daha fazla ise, bu dostluk menfaat içindir.
Misâfiri çok severim. Çünkü rızkını Allahü teâlâ veriyor. Ben hiçbir şey yapmıyorum. Bununla berâber, Allahü teâlâ bana sevâb veriyor.

ÖLMEDEN ÖNCE GELDİM YA!..
Şakîk-i Belhî hazretlerinin yanına bir ihtiyar gelip, Allaha tövbe etmek istediğini bildirdi. Ona buyurdu ki:
İyi ama keşke tövbe etmek için bu zamâna kadar beklemeseydin. O kimse;
Öyle ama yine de ölmeden önce geldiğim için erken gelmiş sayılırım dedi. Şakîk-i Belhî;
Hoş geldin ve ne iyi ettin buyurdu. Bunun üzerine o kimse tövbe etti ve az bir zaman sonra da vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh âlimi Şâkir Hamevî</label>
Evliyânın büyüklerinden olan Ahmed Şâkir Hamevî, Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. Aslen, Suriyenin Hama şehrindendir. 1709 (H.1121) senesinde doğdu. Şamda yerleşti ve çok talebe yetiştirdi. Kıymetli sözleri vardır. Oğluna yaptığı nasîhatte şöyle buyuruyor: İNSANLARA FAYDALI OL!..Ey oğul! Devamlı cömert ol. Allahü teâlânın sana rızık olarak verdiği şeylerde cömert ol. Cimrilikten, hasedden, kin ve hîleden sakın. Çünkü, cimri ve hasedci kimsenin yeri Cehennemdir. Hiçbir zaman hâlini insanlara açma. Zâhirini süsleme. Çünkü zâhirini süslemek, bâtının harâb olmasındandır. Rızık konusunda Allahü teâlânın vaatlerine güven. Çünkü Allahü teâlâ, her canlının rızkını vereceğine dâir kefil oldu... İnsanlardan hiçbir şey bekleme. Hakkı söyle. Mahlûkâttan hiçbirisine meyletme. Mâlâyânîyi (faydası olmayan şeyleri) terk et...
Ey oğul! İnsanlara nasîhat edici ve faydalı ol. Yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve uykuyu azalt. Namaz, oruç ve Allahü teâlânın zikri ile meşgûl ol. Kalbin mahzûn, gözün yaşlar dökücü, amelin hâlis, duân hamd, arkadaşların fakîr, evin mescid, malın ilim, zînetin zühd olsun...
Ey oğul! Bu fânî dünyânın zînetine aldanıp gurûrlanma. Bir kimse dünyâya meylederse helâk olur. Âhiret yolculuğuna hazır ol. Fırsat elinde iken, Allahü teâlâdan başkasına gönül bağlama. Bir gün gelir pişmanlığın fayda vermez...
Ahmed Şâkir hazretleri 1779 (H.1193) senesinde Şamda vefât etti. Selîmiye Câmiinde cenâze namazı kılınıp, Kasyûn Tepesindeki kabristana defnedildi. Vefatından önce şöyle dua etti:

GİDECEK BAŞKA KAPIM YOK!
İlâhî! Günahım çok. Senin kapından başka gidecek kapım yok. İlâhî! Ben günahkâr kulunum, ne ilmim var, ne amelim. Senden başka yardımcım yok. İlâhî! Hatâlarımı azaltmam için bana yardım eyle. İlâhî! Ben hatâ ve kusurlarımdan dolayı senden çok hayâ ediyorum. İlâhî! Günahlarım yedi deryâ gibi pekçoktur. Fakat senin affın yanında onlar azıcık bir damla gibi kalır. İlâhî! Eğer senin affının genişliğine ve kerîm olduğuna dâir ümîdim olmasaydı, benden meydana gelen hiçbir hatâya sabır ve tahammül edemezdim. İlâhî, Habîbin Muhammed aleyhisselâmın hürmeti için, beni azâbından kurtar! Çünkü ben senin azâbından çok korkuyorum. Lütfunla ve güzel affın ile bana muâmele eyle. Son nefeste bana lütuf ve ihsân eyle...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gariplerin sığınağı Şeyh Abdüsselâm</label>
Şeyh Abdüsselâm hazretleri ihtiyaç sâhiplerinin sığınağı idi. Kapısına gelen muhtaçların işleri görülür, hastalar şifâ, dertliler derman bulurdu...
Şeyh Abdüsselâm Hindistanda yetişen evliyânın büyüklerindendir. Hayâ ve ilim menbaı olan hazret-i Osmanın temiz neslindendir. On altıncı asrın ilk senelerinde doğdu. 1623 (H.1033) senesinde yüz yirmi beş yaşını geçmiş olarak vefât etti. Hânekâhının bahçesinde medfûndur. Vefâtına yakın dişleri yeniden çıkmış, beyaz olan saçı-sakalı siyahlaşmış, birkaç sene sonra tekrar beyazlamıştı... CÖMERT BİR ZAT İDİ...
Şeyh Abdüsselâm, zamânındaki evliyânın yükseklerindendi. Hânekâhı dert ve ihtiyaç sâhiplerinin sığınağı idi. Kapısına gelen muhtaçların işleri görülür, hastalar şifâ, dertliler derman bulurdu. Ahlâk-ı Muhammedî ile ahlâklanmış, ilim, hilm ve hayâ gibi üstün sıfatlarda hazret-i Osmana benzemişti. Cömertlikte engin bir deniz gibiydi.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
İnsanın sâlih olan çoluk çocuğuna, dünyâ sıkıntılarından korunacak kadar mal bırakması, diğer şeylerden daha fazîletlidir.
İlmin süsü, ilim sâhibinin hilmidir (yumuşaklığıdır).
Cehennemlik olmanın alâmeti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakire bir parça ekmek vermemek. Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyâfette yüz altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir.

EY KAFASIZ ADAM!..
Talebelerinden biri, bir iş için uzak bir yere gitmişti ve oradan dönüyordu. Dönerken, vakti geçtiği hâlde hocasına câzip bir hediye olsun diye kavun satın alıp getirmişti. O talebe, hocasının huzûruna girdi ve getirdiği kavunu hocasına arz etti. O da kavunu, bozuk itikadlı kimseye verdi. Bir müddet sohbetten sonra gitmek için izin istediler. O da izin verince ayrıldılar. Dışarı çıktıktan sonra herkes o büyük zâttan hürmet ve medh ile bahsederken, o edebi kıt kimse yine alaylı alaylı konuşmaya başladı. Arkadaşları onu ayıpladılar ve; Ey kafasız adam! İstigfâr et. Hâline tövbe et. Yoksa rezil ve helâk olursun. Böyle bir kâmil zât için uygun olmayan sözler söyleme... dediler. O bedbaht, kimseyi dinlemedi ve bozuk sözler sarf etmekte ısrâr etti. Nihâyet bu hâdiseden beş-on gün sonra hastalandı. Gün be gün hastalığı arttı. Hiçbir ilâç fayda vermedi. Sonunda herkese ibret olacak bir şekilde öldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebû Abdurrahmân es-Sülemî</label>
Ebû Abdurrahmân es-Sülemî, Horasanın büyük velîlerindendir. Şâfiî mezhebi fıkıh, tefsîr, hadîs, lügat, târih âlimiydi. 942 (H.330) senesinde doğdu. 1021 (H.412) senesinde vefât etti. ZAMANININ BİR TANESİ İDİ...
Ebû Abdurrahmân es-Sülemî, zamânında bulunan evliyânın imâmı idi. Bütün ilimlerde âlim, hadîs ilminde hâfız olup, tasavvufun inceliklerine hakkıyla vâkıftı. Bu yolun büyüklerinin hâllerini, yollarını, târihlerini anlatan çok kıymetli eserler tasnif etti. İlim öğrenmek için çok sıkıntılara katlandı.
Ebû Abdurrahmân es-Sülemînin bildirdiğine göre, Ebû Ali Şebevî, Resûlullahı rüyâsında görüp; Yâ Resûlallah! (Benim saçlarımı Hûd sûresi ağarttı) sözünün sizden rivâyet edildiği doğru mudur? Bu doğru ise, buna sebeb olan, bu sûrenin hangi kısmıdır? Peygamberlerin kıssaları mı? Yoksa geçmiş milletlerin mahvolmaları mı? diye sordu. Resûlullah efendimiz cevâbında; Bunların hiç biri değil. Sâdece, Allahü teâlânın (Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!) emri beni ihtiyarlattı, saçlarımı ağarttı buyurdu.
Ebû Abdurrahmân es-Sülemî buyurdu ki:
Biz öyle büyük zâtlara yetiştik ki, onlar Kurân-ı kerîmde bulunan âyet-i kerîmeleri onar onar öğrenirlerdi. Öğrendikleri on âyetteki hükümleri, kendi yaşayışlarında tatbik etmedikçe, diğer on âyete geçmezlerdi.
Hakîkî bir Müslüman, kötü arkadaşlardan sakınır. Âlimlerin sohbetlerini kaçırmaz. Kendisinden daha fakir olanlarla oturup kalkar ve bunu kendisi için bir aşağılık olarak düşünmez. Allahü teâlâdan korkar, ümîdini kesmez ve kadere rızâ gösterir. Verdiği sözü yerine getirir. Yaptığı iyiliği başa kakmaz. Fitne çıkarmaktan şiddetle kaçar. Kulağını kötü söz işitmekten, dilini de kötü söz söylemekten korur. Yâni bunlara riâyet edilmeyen yerlerde bulunmaz. Malı ve mevkii ile Müslümanlara elinden gelen her iyiliği yapar. Peygamber efendimiz; (Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz! Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece, herkes uyurken namaz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz!) buyurdular.

DOĞRULUK VE EDEB
Bu mübarek zat vefat ederken buyurdu ki:
Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen bir talebeye şu iki şey mutlaka lâzımdır: Her hâlinde doğruluk ve bütün işlerinde edeb üzere bulunmak...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sonunda kör olarak ölürsün!</label>
Süfyân bin Abdullah hazretleri on üçüncü asırda Yemende yaşamış olan meşhur velîlerdendir. Çok kerameti görülmüştür. Bazı menkıbeleri şöyle anlatılır: SULTANIN YAHUDİ MEMURUBir defâsında Aden şehrine gitmişti. Oranın Sultanı, memurlarından bir Yahûdîye geniş salâhiyet vermişti. Öyle ki Müslümanlar âdetâ bu Yahûdînin esiri durumuna düşmüştü. Onlara zulmediyordu. Süfyân bin Abdullah hazretleri, bir fakir kıyâfetinde şehre girdi... O Yahûdî bir kürsü üzerine oturmuş, Müslüman halkı etrafına toplamıştı. Yahûdîye yaklaşıp Kelime-i şehâdeti söyleyip îmân etmesini istedi. Bu sözlerini duyan Yahûdî, gurur ve kibir içinde bağırıp çağırmaya başladı. Askerleri toplayıp Süfyân bin Abdullah hazretlerinin üzerine gönderdi. Ancak ona hiçbir şey yapamadılar... Tekrar şehâdet getirmesini söyledi. Fakat yine Müslüman olmadı. Üçüncü defâsında da Kelime-i şehâdeti söylemesini istedi. Direnince, sol eline bir çakı bıçağı alıp Yahûdînin boynunu kesti. Bu haber sultana ulaşınca inanamadı. İşin doğru olduğunu anlayınca, Kâtili yakalayıp bana getirin! diye emir verdi. Askerler yakalamak için yanına gittiler. Fakat bir türlü yaklaşamadılar. Mânen korunuyordu. Müslümanları büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştı. Yakalamaya güç yetiremeyince şehri terk etmesini istediler. Ancak o bâzı dostları ile istişâre ederek hapsedilmeye râzı oldu. Hapiste ellerini ve ayaklarını bağlamışlardı. Cumâ günü gelince namaza gitmek istedi. Bağladıkları kelepçeler kerâmetiyle çözüldü. Hapishâneden çıkıp câmiye gitti. Câmide sultanın yanına kadar gidip oturdu. Namazdan sonra câmiden çıkıp hapishâneye döndü. Bir müddet daha hapishânede kaldı. Sultan onun büyük bir velî olduğunu iyice anlayıp serbest bıraktı...

TÖVBE EDER MİSİN?
Bir talebesi yabancı bir kadına yaklaşmak istediğinde ona gözüküp bir tokat vurdu. Talebenin gözleri görmez oldu. Gelip ağlayarak yalvardı. Tövbe eder misin? deyince, evet ederim dedi. Bunun üzerine gözlerin açılır ama sonunda kör olarak ölürsün dedi. Bu talebesi ölümünden birkaç gün önce yine kör oldu ve o hâl üzere vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî âlimlerinden Muhammed Sumâdî</label>
Muhammed Sumâdî Dımeşkî hazretleri, Şamda yetişen Şâfiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. 1505 (H.911) senesinde doğdu. 1586 (H.984) senesinde, bir cumâ gecesi Şamda vefât etti. Tesirli sohbetleri vardır. Buyurdu ki:BÜTÜN SERMAYEN, ÖMRÜNDÜR
Ey insan! Senin bütün sermâyen, dünyâdaki birkaç günlük ömründür. Bugünler mutlaka gelip geçecek, hattâ birçoğu geçti. O halde hiç olmazsa geride kalanlarının kıymetini bil.
Bir din kardeşin seni ziyârete geldiği zaman ona; yemek yer misin? Karnın aç mı? Bir şeyler getireyim mi? diye sorulmaz. Hemen bir şeyler hazırlanıp getirilir yemezse kaldırılır.
Ölüm her an gelebilir. Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse ölüm için hazırlıklı değildir. Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hatırlamaya işârettir. Günah ve kusur olan işler de, ölümü unutmuş olmanın alâmetidir.
Dîni ve îmânı hakkında, Sonum ne olur? diye söğüt yaprağı gibi titremeyen kimsenin, sonu tehlikelidir.
Kişinin Allahtan korkmak, haramlardan uzak durmak, şüphelilerden sakınmak ve sabırlı olmak gibi güzel huylara sâhib olması, ilmi, Allah rızâsı için öğrendiğinin alâmetidir.
Necmeddîn-i Gazzî şöyle anlatır:
Bir zaman şiddetli hasta olmuştum. Bu hastalığım esnâsında, bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Geniş bir halkanın başında oturmuşlar, Allahü teâlâyı zikrediyorlardı. Peygamber efendimizin bir tarafında Muhammed Sumâdî, diğer tarafında da Sumâdînin oğlu Müslim vardı. Halkanın diğer kısmında da Sumâdînin diğer talebeleri vardı. Zikir bittikten sonra Sumâdî, Resûlullah efendimize, talebelerinden suâl etti. Kendisinden sonra yerine kimin geçeceğini anlamak istiyordu. Peygamber efendimiz onun bu suâline;
-Yâ Şeyh Muhammed! Onlar içinde senin yerine geçmeye en lâyık olan oğlun Müslimdir, buyurdu.


RÜYANI BANA ULAŞTIR!..
Ben, bu rüyânın heyecânıyla uyandım. Hastalığım da geçmişti. Böyle bir rüyâ gördüğümü Sumâdîye bildirdim. O da bana haber gönderip;
-Muhterem Necmeddîn Efendi! Rüyân bana ulaştı. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, rüyâ haktır. Fakat bir de bana anlatmanı istiyorum, dedi.
Kendisiyle görüştüğümüzde, rüyâyı bir de kendim anlattım. Bana dedi ki:
-Vallahi rüyân doğrudur, gerçektir!..
Bu rüyâyı görmemden az bir zaman geçmişti ki, Muhammed Sumâdî vefât etti ve yerine oğlu Müslim geçerek talebelere ders vermeye başladı.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri