Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Sûka</label>
Muhammed bin Sûka hazretleri Tâbiîndendir. Çok ibâdet eden, dünyâya hiç düşkün olmayan, cömertliği ile tanınan büyük bir İslâm âlimidir. Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik ve Ebut-Tufeyl Âmir bin Vâsılenin ve Tâbiînin büyüklerinin sohbetinde bulundu... Allah korkusundan çok ağlardı. Cuma günleri arkadaşlarını arar bulur ve onlarla birlikte ibâdet eder, aynı düşünceler içinde gözyaşı dökerlerdi.
ÇOK KONUŞMAKTAN SAKIN!
Yalâ bin Ubeyd, Muhammed bin Sûkadan nasîhat istedi. O da buyurdu ki:
Sizden önceki, insanlar çok konuşmaktan pek sakınmışlar, çok konuşmak üç yerde iyidir demişlerdir. Birincisi, Allahü teâlânın kelâmı olan Kurân-ı kerîmi çok okumak, ikincisi, çok emr-i mâruf yapmak sebebiyle fazla konuşmak. Üçüncüsü, fazla nehy-i münkerden dolayı çok konuşmak. Bu üç şeyden başka ancak çok lüzûm olursa konuşun. Zîrâ sizlerle beraber kirâmen kâtibîn melekleri vardır. İsimleri Rakib ve Adiddir. Onlar hayır ve şer konuşulan her şeyi yazarlar. Akşam olduğu vakit, meleklerin yazdıklarında âhiretle ilgili yazıları çok olan ne bahtiyar kimsedir. Dünyâ ile ilgili olan yazısı çok olan ne bedbaht kimsedir.
Allahü teâlâ, müstahak olmayan hiçbir kimseye azap yapmaz. Azap yapılan kimseler, muhakkak ona lâyıktır. Şöyle ki; bir kimseye dünyâlık verilir. O kimse, verilen dünyâlığa çok sevinir. Fakat, dîninden bir şey fazlalaştığı zaman hiç farkına varmaz. Böyle kimse nasıl azâba müstahak olmasın?..
Yine buyurdu ki:
Bir kimsenin aksırdığını duysam, aramızda deniz de olsa Yerhamükellah derim.
Allahü teâlâdan korkan mümin hiç neşelenmez. Onun rengi hiçbir zaman açılmaz. Yüzü devamlı mahzûn olur.
Bir insan, Müslüman kardeşinin ihtiyâcını görürse, Allahü teâlâ da ona çok yüksek dereceler verir, o kimse çok yüksek derecelere yükselir.

AZABA MÜSTAHAK OLANLAR!..
Muhammed bin Münkedir, Muhammed bin Sûkaya Sana en hoş gelen amel hangisidir? diye sordu. Muhammed bin Sûka hazretleri de Mümini sürûra boğmaktır buyurdu. Ondan sonra hangisidir? dedi. Kardeşlere ikrâm etmektir buyurdu.
Muhammed bin Sûka hazretleri vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki:
Bir kimsenin dünyâlığından bir şey eksildiği zaman çok üzülür. Lâkin, o kimsenin dîninden bir şey eksildiği zaman o kadar üzülmez. Hattâ umûrunda bile olmaz. İşte o kimse de kendisini Allahü teâlânın azâbına müstahak eder.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Hanefî hazretleri</label>
Muhammed Hanefî hazretleri Mısırda yetişen büyük velîlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. Hazret-i Ebû Bekrin soyundandır. 1443 (H.847) senesinde vefât etti. Mısırda Berekât denilen yerdeki kabri meşhûr olup, ziyâret edilmektedir. KERÂMETİ İNKÂRA KALKIŞMA!Bu mübarek zatın kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
Sakın velîlerin kerâmetini inkâra kalkışmayın. Zîrâ kerâmet, Kurân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler ile sâbittir. Âdet dışı hâllerin olması, velîler için câizdir. Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebinin îtikâdı böyledir. Çünkü, rivâyete göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, bir ara duâ etti ve kendisine semâdan bol yemeklerle dolu bir sofra indi.
Velî, Lâ ilâhe illallah deyip, bunun şartlarını yerine getiren kimsedir. Bunun şartları; Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü sevmek ve dost edinmektir.
Dünyâdan elime geçenler, bana verilmiş özel bir mal değildir. Ben bu mallara, yoksulların da ortak olduğunu görüyorum. Bunları, benden daha fakir kimseler varsa onlara veririm. Zîrâ, bu rızıkları bana bu iş için veren Allahü teâlâdır. Beni bu hayır işine memur eden, fakirlere yardımdan başka bir işle uğraştırmayan yüce Rabbime hamd ve senâlar olsun.
Dünyâlık peşinde koşanlar, dünyâya sımsıkı sarılıyorlar. Hâlbuki her nefes alışta ondan uzaklaşmaktadırlar. İleriyi göremediklerinden kördürler.
Zenginlikle fakirlik, birbirlerine karşı övündüler. Zenginlik, fakirliğe dedi ki: Sen kim oluyorsun? Ben, Allahü teâlânın vasfıyım. Fakirlik, zenginliğe şu cevâbı verdi: Ben olmasaydım, senin vasfın bilinmeyecekti. Benim tevâzum olmasaydı, senin kıymetin artmayacaktı ve yükselmeyecekti. Ben ubûdiyyetin nişânesiyim.

YOL KESİCİLERİN CEZASINI VER!
Muhammed Hanefî hazretlerinin bir komşusu vardı. Bu mübarek zatı hiç sevmezdi. Devamlı aleyhinde konuşurdu. Ziyâretine gelenleri kapısından çevirerek; Geldiğiniz zât, büyük kimse değil, o benim komşumdur, o sihirbâzın biridir derdi. Muhammed Hanefî hazretleri, defâlarca ona nasîhat etti fakat fayda vermedi... Yine bir gün, uzak bir yerden kalabalık bir grup insan onun ziyâretine geldi. Bu zât, hemen bunların önüne geçip, aynı şeyleri tekrâr ederek, gelenleri geri çevirdi. Bunun üzerine Muhammed Hanefî hazretleri; Yâ Rabbî! Yol kesicilerin cezâsını ver diye duâ etti. Kısa bir müddet sonra, o kimse hastalandı. Ağzından kan ve ciğer parçaları geldi. Beni Muhammed Hanefînin bedduası öldürüyor diyerek öldü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Murâd-ı Münzâvî hazretleri</label>
Murâd-ı Münzâvî hazretleri, İstanbulda medfûn bulunan (Eshâb-ı kirâmdan sonra) en büyük üç evliyâdan biridir. (Diğer ikisi Mehmed Emin Tokadî ve Abdülfettâh-ı Bağdâdî el-Akrîdir.) 1644 (H.1054) senesinde Buhârâda doğdu. Seyyid, yani Resulullah Efendimizin evladındandır... ÜÇ YAŞINDA FELÇ OLDU!..Murâd-ı Münzâvî, henüz üç yaşında iken ayakları felç oldu. Kötürüm bir hâlde kaldı. Fakat ayakları sağlam olanlardan daha çok dünyâyı dolaştı. Keşmîre gitti. İlim tahsîline devâm edip, sevenlerinin yardımı ile Kâbe-i muazzamayı ve Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Sonra Hindistana gitti. Aklî ve naklî ilimleri, maddî ve mânevî kemâlâtı kendisinde toplayan, yüz kırk bin talebesini vilâyet, velîlik makâmına kavuşturan ve Silsile-i aliyye büyüklerinden olan Muhammed Masûm Fârûkî hazretlerine talebe oldu. Otuz sekiz yaşında İstanbula döndü. Eyyûb Sultan hazretlerinin kabri civârında ikâmet etti. Kerâmetleri her tarafa yayıldı. 1719 (H. 1132) senesinde İstanbulda vefât etti.
Murâd-ı Münzâvî hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâ insanın yüreğine rûh âleminden bir gönül yâni kalb yerleştirmiştir. Bu gönülün; bilmek, tanımak, istemek, sevmek gibi husûsiyetleri vardır. Meselâ bu gönüle birbirine zıt iki şeyin sevgisi sığmaz. Bu gönüle; kendisini yaratanı bilmek, Onu sevmek, rızâsına kavuşmayı arzu etmek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmanın yolu olan Resûlullaha her bakımdan tâbi olmak, Ondan başka her şeyden alâkayı kesmek, bu geçici dünyâda kalb huzûru içinde vakti Allahü teâlâya ibâdetle geçirmek ve Allahü teâlânın rızâsına muvâfık şekilde konuşmak lâyıktır. Böyle bir gönüle sâhip olmayan bir kimse, insan sûretinde bir mahlûktur. Böyle bir saâdetten mahrûm olan kimse, katî olarak hastadır.

BUNUN İLACI NEDİR?..
Bunun ilâcı ise, gafletten uyanıp pişman olmak, af ve mağfiret etmesi için Allahü teâlâya yalvarmak, kabûlünü, tevfîkini ve yardımını istemek, üzerinde bulunan Allahü teâlânın ve kulların haklarını ödemek, hak sâhiplerini râzı etmektir. Eğer o anda bu hakları ödemek gücüne sâhip değilse, bunları gücü yettiği zaman ödemeye katî karar vermeli, sünnet-i seniyyeye uyup, işlerinde azîmetlere (nefse zor gelen şeylere) sarılmalı, bidat ve ruhsatlardan sakınmalı, her işinde ve her hâlinde Resûl-i ekreme ve Onun Eshâb-ı kirâmına tâbi olmalıdır.
Murâd-ı Münzâvî hazretleri vefat etmeden önce buyurdu ki:
Muhabbet kesbî değil (çalışmakla kazanılmaz) vehbîdir. Her kime muhabbet verilirse, bir daha geri almazlar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Şüveymî hazretleri</label>
Muhammed Şüveymî hazretleri, Kahirede yaşamış olan evliyadandır. Kaynaklarda doğum ve vefât târihleri bulunmayan Şüveymî, on beşinci asrın sonlarında vefât etti. Midyen Eşmûnî hazretlerinin talebelerindendir. Hocasının vefâtından sonra talebelere ders okutmaya başlayan Muhammed Şüveymîden çok kimseler istifâde etmiştir... BURAYA GİR VE KAPIYI KAPATMuhammed Şüveymî nafakasını temin etmek için Eşmûn beldesinde devecilik yapardı. Hasad zamânında ücret ile isteyenlerin buğdaylarını taşırdı. Fakat devesine başkaları gibi çok yük yüklemez az bir şey yüklerdi. Bu yüklediği az bir buğday un yapıldığında diğerlerinin çok buğdayından daha bereketli olurdu...
Bir defâsında, Muhammed Şüveymînin yanına biri gelerek, sıkıntıda olduğunu, bunun için kendisine yardımcı olmasını istedi ve çok yalvardı. Bu kimse, bir kadınla evlenmek istiyordu. O kadın ise bunu kabûl etmiyordu. Gelen kimsenin derdini dinleyen Şüveymî, ona ıssız bir odayı göstererek Buraya gir ve kapıyı kapat. Devamlı olarak o kadının ismini söyle! buyurdu. Orada bulunanlar, ilk başta buna bir mânâ veremediler ise de, onun sözlerinde mutlakâ hikmet bulunacağını düşünüp, netîceyi beklemeye başladılar.
O kimse, o kapalı odada gece-gündüz sevdiği kadının ismini tekrar etmeye devâm ederken, bir müddet geçtikten sonra kapı vuruldu. O kimse bu işin netîcesinin ne olacağını hiç bilmiyordu. Kapıya kulak verdiğinde, kendisi için odaya girdiği kadın şöyle diyordu: Ben filan kadınım. Senin için geldim. Kapıyı aç! Adam bu kadının önceki hâlini, bir de şimdiki hâlini düşündü. Birden kalbi değişti. Mâdemki iş böyledir. Mâdemki sevdiğine, ismini çok anmakla kavuşuluyor. O hâlde ben niye başka şeyler ile meşgûl oluyorum. Rabbimin ismini zikretmekle meşgûl olur, Ona ulaşmayı tercih ederim diye düşündü...

KALB GÖZÜ AÇILDI!..
Kadını geri gönderip, kendisi Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgûl olmaya başladı. Böyle beş gün devâm ettikten sonra kalb gözü açıldı ve evliyâlık yolunda ilerlemeye başladı. Bu hâli görenler, Muhammed Şüveymînin o kimseyi, o ıssız odaya koymasının hikmetini böylece anlamış oldular...
Muhammed Şüveymî hazretleri vefat ederken buyurdu ki:
Allahü teâlâyı çok hatırlayınız. Buna devâm ederseniz Ondan gâfil olmazsınız. Yâni günahlara dalmazsınız. Böylece bütün ihtiyaçlarınız, bütün sıkıntılarınız hallolur...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nûreddîn Cerrâhî hazretleri</label>
Nûreddîn Cerrâhî hazretleri, İstanbul evliyâsının büyüklerindendir. 1671 (H.1082) senesinde Cerrah Mehmed Paşa Câmiinin karşısındaki Yağcızâde konağında doğdu. Soyu, Ebû Ubeyde bin Cerrâha (radıyallahü anh) ulaştığı için, Cerrâhî denilmiştir. Cerrahpaşalı olduğu için böyle denildiği de söylenmiştir... SAADETE KAVUŞMAK İÇİN...Nûreddîn Cerrâhî hazretleri buyurdu ki:
Biliniz ki, saadete kavuşmak için, bir velîye mânevi bağ ile bağlanmak lâzımdır. Bu da, onun, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğuna inanmak ve onu sevmektir. [Allahü teâlânın nîmetlerini, ihsânlarını düşünerek, Onu sevene mümin ve Müslüman denir. Onun sevgisini kazanmak için, şeriate uyana ve bir mürşidi sevene (sâlih) denir. Allahın sevmesini kazanmış olana (velî) denir. Başkalarının da kazanması için çalışan velîye (mürşid) denir.] Velîye mânevi bağ yâni muhabbet çok olunca, [Resûlullahın mübârek kalbinden çıkıp] velînin kalbinden gelen feyzlerden, bereketlerden almak da çok olur. Velîyi görür, sesini işitirse ve O da, teveccüh ederse, yâni feyz vermek isterse, daha çok feyz alır. Fakat, herkese istidâdı, kâbiliyyeti kadar feyz gelir. Kâbiliyyet, şeriate uymakla artar. Şeriate uymayana, feyz gelmez. Mânevi râbıtası bozuk olan, mürşidi tanımayan, kendine gelen feyzlerden alamaz. Senelerce riyâzet yapmak, onu bu saadete kavuşturamaz.
Hakkı seven kişi dâimâ Hakkı söyler, sonunda âriflerden olup, Hakkın lütuf ve ihsânına kavuşur.
Dünya hayatında his ve hareket vardır. Kabir hayatında yalnız his vardır. Harekete ihtiyaç yoktur. Dünya ve âhiret hayatlarında ise, hem his, hem de hareket lâzımdır.
Aba giyinmiş birini görünce küçültücü bir nazarla bakma. Kibirle arkadaşlık eden sonunda kahredilmişler safında yer alır.

MAHLUKTAN BİR ŞEY BEKLEME
İnsâna gelen marazlar, elemler, takdîr-i ilâhî ile gelmektedir. Râzı olmak lâzımdır. İbâdetlere devam, elemlere, hastalıklara sabredilmelidir. Allahü teâlânın kereminden âfiyet beklemelidir. Mahlûklardan bir şey beklememeli, her şeyin Hak teâlâdan geldiğini bilmelidir. Dertlerden, elemlerden kurtulmak için duâ ve istigfâr etmelidir. [Tesîri, faydası kati olan sebeplere yapışmalı, sebeplerin tesîrini Allahü teâlâdan beklemelidir.] Onun takdîri, irâdesi olmadıkça, kimse kimseye zarar veremez. Bununla berâber, sebeplere yapışmak, Peygamberlerin yoludur.
Nûreddîn Cerrâhî hazretleri vefat etmeden önce buyurdu ki:
Sen dünyâya gönül verme, aşk denizine dalarak lezzete kavuş. Hakkı tanımayanın, Ondan uzak olacağını bil.


]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük velî Niyâzî-i Mısrî</label>
Büyük velî Niyâzî-i Mısrî 1618 (H.1027) senesinde Malatyanın Soğanlı köyünde doğdu. 1693 (H.1105) senesinde Limni adasında vefât etti. İlahileri günümüzde de söylenmektedir... ONU ÇEKEMEDİLER!..Niyâzî-i Mısrî, Malatyada, önce İslâmî ilimlere âit temel bilgileri, sonra da medrese tahsîline başlayıp tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini öğrendi. Sonra Diyarbakır-Mardin yoluyla Bağdâta gitti. Burada tahsîlini tamamlayan Niyâzî-i Mısrî, Kâhireye gitti. Câmi-ul-Ezherde hem ders verdi hem de ilmini genişletti. 1646 senesinde Mısırdan ayrılarak İstanbula gitti. İstanbulda Sultanahmed Câmii civârında Sokullu Mehmed Paşa dergâhında ikâmet edip, uzun süre riyâzette kaldı. Sonra Uşak ve Afyonda insanları doğru yola sevk etmeye çalıştı. Sonra da Bursaya gitti. Halkın isteği üzerine, Şeker Hoca Câmiinde cumâ geceleri vaaz verdi. 1669 senesinde Bursadaki dergâhı yapıldı. Birçok ilim tâliblisi, ilim öğrenmek için dergâha koştular...
Rusya ile harb başlayınca, Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa, pâdişâh nâmına Niyâzî-i Mısrîyi Edirneye dâvet etti. Niyâzî-i Mısrî üç yüz talebesi ile orduya katılmak için Edirneye gitti. Sonra tekrar Bursaya döndü. 1671 senesinde Kamaniçe seferinde ikinci defâ Edirneye gitti. Oradaki Eski Câmide vaaz ederken, yapılan muhârebenin millet ve devlet üzerindeki acı tesirlerini anlattı. Niyâzî-i Mısrî hazretlerinin bu vaazı yanlış anlamalara sebep oldu. Kendisini çekemeyenlerin şikâyeti üzerine Rodosa gönderildi. Dokuz ay sonra mecbûri ikâmet şartıyla Bursaya dönmesine izin verildi. Yine Bursadaki vaazı sırasında bâzı konuşmaları sebebiyle Limni Adasına gönderildi. 1692 senesinde tekrar Edirneye gitti. Selimiye Câmiinde kaldı. Ziyâretine gelen kalabalık halka vaaz ve nasîhat ederken, devlet işlerine dâir söylediği bâzı sözlerden dolayı tekrar Limniye gönderildi. Bir sene sonra da vefât etti.

BİZİ GÖRMEK İSTEYENLER...
Niyâzî-i Mısrî, vefatından az önce Limni hapishanesinden bir talebesine şöyle bir mektup yazdı:
Mısrînin her şeyi yağma oldu. Ancak görünür bir cesedi kaldı. Mısrîyi şimdiden sonra görmek isteyenler, muhabbet ehli ise, gönülde arasın. Mârifet ehli ise, sözlerimizde arasın. Her ne kadar uzak isek de evvelce ikrârı olanlardan biz ayrı değiliz. Ne kadar yakın olsalar da inkârı olanlar bizi göremez. Hakîkî âşinâlık ise gönülde olup uzak-yakın birdir. Doğru yolda olanlara selâm olsun.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mûsâ bin Mâhîn Mardînî</label>
Mûsâ bin Mâhîn hazretleri, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin talebelerindendir. Hocası, onun yetişip, büyük bir velî olacağını önceden müjdeledi ve; Ey Bağdât halkı, yakında öyle biri gelecek, öyle bir güneş doğacak ki, öyle birisi daha size gelmedi buyurdu. O zât kimdir? denilince, Mûsâ bin Mâhîn olduğunu işâret etti. EN KIYMETLİ NİMET...
Bu mübarek zatın hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
İnsana verilen şeyler içerisinde akıldan daha kıymetlisi yoktur.
Verâ (şüpheli şeyleri terk etmek), yalnız kendini bu hâle ehil kılanlara (farzları yapıp, haramlardan sakınan ve Allahü teâlânın rızâsını isteyenlere) gelir.
Dâimâ şerefli olmalısın. İnsanlara ihtiyaç arz etmedikçe şerefini ve iyiliğini muhafaza etmiş olursun.
Sıddıkların kalbine gaflet gelmeseydi kendilerine Allahü teâlâdan gelen tecellîlere dayanamaz, can verirlerdi.
Mûsâ bin Mâhîn hazretleri herkese acır, günah işleyenlere de ıslah olmaları için duâ eder, herkesin de duâ etmesini isterdi.
Günahkârlara karşı nefsinde merhamet duymayan kimse, hiç olmazsa onların lehine (onlar için) tövbe ve istiğfâr ile duâ etsin. Zîrâ yeryüzündekilere Allahü teâlâdan mağfiret dilemek meleklerin ahlâkındandır.
O daima Allahü teâlânın merhametine sığınır ve hakîki müminlerin hâli olan Beynel-Havfi ver-recâ korku ile ümid arasında yaşar ve şöyle yalvarırdı:
Allahım bizden râzı olmasan da affet. Çünkü efendi, kölesinden râzı olmasa da affeder.
Arafattaki duâsında;
Allahım benim yüzümden buradakilerin duâsını reddetme, kabul eyle diye yalvarırdı. Halbuki halk onu vesile ederek duâ eder duâları kabûl olurdu.

HERKES KENDİ AYIBINI GÖRSÜN!
Herkesin kendi aybını görmesini isterdi. Eğer insan kendi ayıplarıyla meşgul olursa; başkalarının ayıblarını görecek ve onlarla uğraşacak zaman bulamayacağını beyan eder ve İnsanların pek çoğu hatâ içindedir. Bu halleriyle hatalarını unutup, başkalarının hatalarını anlatan ve onlarla uğraşan da yine kendileridir buyururdu.
Mûsâ bin Mâhîn hazretleri vefat ederken Allahü teâlâya şöyle yalvardı:
Allahım, ihlâs ile yapmış olduğum her amelim için senden af ve mağfiret dilerim. Çünkü ben yalnız senin rızânı istiyorum.
Mûsâ bin Mâhîn hazretleri, Mardinde Şeyh Mûsâ Kabristanında medfundur. Cenâzesi kabre konulduğunda, kalkıp namaz kıldı. Defnetmek için kabre inenler, bu hâli görünce bayıldılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abdülganî Nablüsî hazretleri</label>
Abdülganî Nablüsî hazretleri, meşhur Osmanlı âlimi ve kerâmetler sâhibi velîlerdendir. 1640 (H.1050) senesinde Şamda doğdu. 1731 (H.1143) senesinde Şamda vefât etti... GENÇ YAŞTA MÜDERRİS OLDUBabası ona küçük yaşta Kuran-ı kerim okumayı öğretti. On iki yaşına kadar İslam terbiyesiyle yetiştirdi. On iki yaşındayken babası vefat edince, ilim tahsiline başlayıp, zamanın en büyük âlimlerinden edebiyat, fıkıh, tefsir, hadis, tasavvuf ve diğer ilimleri öğrendi. Yirmi yaşına geldiği zaman, ders okutmaya, talebe yetiştirmeye ve kitap yazmaya başladı. Medrese tahsilini Şamda tamamladı. 1664 senesinde İstanbula gelip, bir müddet burada kaldı ve ders okuttu. 1707 senesinde, Şamdaki Selimiyye Câmi-i şerifinde, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin mezârı yanında, Beydâvî Tefsîrini okutmaya başladı. Ömrü ilim öğrenmek, öğretmek, kitap yazmak, irşad, doğru yolu göstermek ve ibâdetle geçmiştir. 1731 (h.1143) senesinde vefât etti. Cenâzesindeki cemâat otuz bin kişiden fazlaydı. Talebelerine buyurdu ki:
Bütün namazlarımda, okuduğumdan başka bir şey düşünmem!
İnsan, ölümü hatırladığı müddetçe, hasedi, kıskançlığı terk eder.
Abdülganî Nablüsî hazretleri vefat etmeden evvel talebelerine buyurdu ki:
Ehl-i sünnet îtikâdını, farzları ve haramları öğrenmek farzdır. Bunları öğretmek, kendine lâzım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kurân-ı kerîmin tefsîrini ve hadîs ilmini öğrenmek farz-ı kifâyedir. Fıkıh bilgileri, Kurân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyan mukallidler, âyetten ve hadîsten hüküm çıkarmak ihtiyâcından kurtulur. Farz-ı kifâye olanları bilen, yapan var iken, bunları öğrenmek müstehâb olur. Bunları yapmak nâfile ibâdet olur...

KALBDE İHLASI ARTIRMAK İÇİN
Namaz kılacak kadar Kurân-ı kerîm ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha çok ezberlemesi, nâfile namaz kılmasından daha çok sevâb olur. İbâdetlerinde ve günlük işlerinde lâzım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha çok sevâb olur. Lüzûmundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nâfile ibâdetlerden daha sevâbdır. Lüzûmundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve hakîmlerin yâni Allahü teâlâya ârif olanların sözlerini ve hayatlarını öğrenmesi de müstehâb olur. Bunları okumak, kalbde ihlâsı arttırır. Derin âlimler, fıkıh bilgilerini, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden çıkarmışlardır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ma'rûf-i Kerhi hazretleri</label>
Marûf-i Kerhi hazretleri büyük velîlerdendir. 815 (H.200) senesinde Bağdatta vefât etti. Bağdâtın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş ve Mârûf-i Kerhî diye tanınmıştır. Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir. MAL, SÖZ, UYKU VE YEMEK!..Buyurdu ki: Dünyâ dört şeyden ibârettir: Mal, söz, uyku ve yemek. Mal; insanı Allahü teâlâya isyân ettirir. Söz, insanı Allahü teâlâdan oyalar. Uyku, insana Allahü teâlâyı unutturur. Yemek ise insanın kalbini katılaştırır.
Sırrî-yi Sekâtî buyurdu ki: Marûf-i Kerhiyi şöyle söylerken işittim: Kim kibirli olur, kendini büyük görürse Allahü teâlâ onu yere vurur; kim Allahü teâlâ ile münâzea ederse (karşı gelirse) Allahü teâlâ ona gazâb eder. Kim Allahü teâlâya tevekkül eder Ona sığınır ve güvenirse; Allahü teâlâ onun yardımcısı olur. Kim Allahü teâlâya tevâzû ederse, Allahü teâlâ onu yükseltir...
Yine buyurdu ki: Mertliğin alâmeti üçtür: Hilafsız tam bir vefâ, istenmeden vermek ve kendisine cömertlik, iyilik yapılmadan başkalarını medh etmek.
Bir adam Marûf-i Kerhi hazretlerine gelerek; Ey efendim! Allahü teâlâya nasıl kavuşacağımı bana öğretir misin? dedi. Marûf-i Kerhi onun elinden tuttu ve pâdişâhın kapısına getirdi. Kapının önünde ayağı kırık bir adam vardı. Soru soran zâta o kimseyi gösterip; İşte bunun gibi olursan Allahü teâlâya vâsıl olursun buyurdu. Bununla, ayağının ikisi de kırık bir köle, efendisinin kapısının önünde nasıl durur hiçbir yere ayrılmazsa; bir kul da Allahü teâlânın kapısında her an bekler. Hiç ayrılmaz ve isyân etmezse, Allahü teâlâya kavuşur demek istedi.
Bir kimse bu mübarek zata gelip, kalbinin yumuşaması için duâ etmesini istedi. Ona; Ey kalbleri yumuşatan Allahım! Ölüm benim kalbimi yumuşatmadan sen benim kalbimi yumuşat diye duâ et buyurdu.

BU SUDAN İÇENE...
Marûf-i Kerhinin nafile oruçlu olduğu bir gün idi. İkindi vaktine yakın pazardan geçerken bir sakanın (sucunun);
Bu sudan içene Allah rahmet ve bereketi ile muâmele eylesin! diye duâ ettiğini gördü ve icâbet edip orucunu bozdu. Yanındakiler:
Efendim, orucunuzu niçin bozdunuz? dediler. Mârûf hazretleri;
Sakanın duâsındaki berekete nâil olmak istedim buyurdu.
Marûf-i Kerhi hazretlerini vefâtından sonra rüyâda görüp sordular:
Allâhü teâlâ sana nasıl muâmele etti? Şöyle cevap verdi:
Sakanın o hâlisâne duâsı bereketiyle Rabbim beni bağışladı. Bana merhametle muâmele buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Pertevniyâl Vâlide Sultan</label>
Pertevniyâl Vâlide Sultan, Sultan İkinci Mahmûd Hanın hanımı ve Sultan Abdülazîz Hanın annesidir. 1830dan önce İkinci Mahmûd Hanla evlendi. Oğlu Abdülazîz Hanın tahta geçmesi (1861) üzerine Vâlide Sultan unvânını aldı. KİMSESİZLERE SAHİP ÇIKTI
Oğlu Abdülazîz Hanın, Midhat Paşa ve yandaşları tarafından şehit edilmesi (1876) üzerine inzivâya çekilen Pertevniyâl Vâlide Sultan, küçük çocukları yetiştirmekle meşgul oldu. Birçok kimsesiz çocuğu yetiştirip evlendirdi. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın hanımı Müşfika Hanımı da bizzat yetiştirmişti.
Bu mübarek hatun, her gün akşam namazını müteâkip secdeye kapanır; Her şeyi affederim, oğlumun katillerini affetmem diyerek gözyaşı dökerdi. 1883 senesinde vefât eden Pertevniyâl Vâlide Sultan, Aksarayda kendi adıyla anılan câminin türbesine defnedildi...
Pertevniyâl Vâlide Sultan, daha çok Aksarayda yaptırdığı kendi adıyla anılan câmisiyle tanınır. Eser 19. yüzyıl Türk mîmârisinde büyük ölçüde etkili olan eklektik üslupta inşâ edilmiştir. Câmi; yanına yapılan çeşme, muvakkithâne, kütüphâne, mektep, türbe, müezzin odaları ile bir külliye hâlindedir. 1953te yıkılan türbe 1969da yeniden inşâ ettirildi. Pertevniyâl Vâlide Sultan, külliyesinden başka bugün Pertevniyâl Lisesi olarak bilinen Mahmûdiye Mektebiyle çeşitli semtlerde birçok çeşme yaptırarak hayır ve iyiliklerinin öldükten sonra da devamını temin etmiştir. Hâtırâtı İstanbul Üniversitesi Kütüphânesinde mevcuttur.
Pertevniyâl Vâlide Sultan vefat ettiğinde, kendisini sâlih bir kimse rüyâsında güzel bir makâmda gördü ve sordu:
Yaptırdığın mâbed dolayısıyla mı Allâhü teâlâ seni bu makama yükseltti? Pertevniyâl Vâlide Sultan:
Hayır dedi. O sâlih zât şaşırarak:
O hâlde hangi amelinle bu mertebeye ulaştın? diye sordu. Vâlide Sultân şu ibretli cevabı verdi:

GİT, ŞU KEDİCİĞİ AL!..
Çok yağmurlu bir havaydı. Eyüb Sultan Câmiine ziyârete gidiyorduk. Yol üzerinde kaldırım kenarında oluşan su birikintisi içinde cılız bir kedi yavrusunun çırpındığını gördüm. Faytonu durdurdum; yanımdaki bacıya:
Git, şu kediciği al; yoksa zavallı boğulacak!.. dedim. Bacı ise:
Aman Sultânım! Senin de benim de üstümüz kirlenir deyip getirmek istemedi.
Ben de onu kırmamak için arabadan kendim inip çamurun içine girdim ve o kedi yavrusunu kurtardım. Kedicik titriyordu. Acıdım ve onu kucağıma alıp, iyice ısıttım. Çok geçmeden zavallıcık canlanıverdi. Allâhü teâlâ bu yüce makamı, işte o kediye olan bu küçük hizmet ve merhametimden dolayı bana ihsân eyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Harputlu Ömer Nâimî Efendi</label>
Hacı Ömer Nâimî Efendi, Harputun büyük velîlerindendir. Hacı Ahmed Efendinin büyük oğlu olup, 1801 (H.1216) senesinde Harputta doğdu. Kasîde-i Bürde Şârihi nâmıyla meşhur oldu. İlk tahsîline babasının yanında başladı. Sonra Antepe hicret etti. Yeniçeri isyânları sırasında Kayseriye gitti. Kayseride ilim öğrendikten sonra icâzet, diploma alarak memleketine döndü... KURÂN-I KERÎMİ ANLAMAYANLARÖmer Nâimî Efendi Harputta birçok talebe yetiştirdi. 1843 senesinde hac farîzasını yerine getirmek için Hicaza gitti. Yolculuğu sırasında birçok âlim ile görüştü. Hacdan geldikten sonra İstanbula gitti. Burada ileri gelen âlimlerle gö-rüştü. Daha sonra memleketine döndü...
Ömer Nâimî Efendinin kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
Üç kimse, Kurân-ı kerîmin mânâsını anlayamaz. Birincisi; Arabîyi iyi bilmeyen ve tefsîr okumamış, ilmi olmayan kimse. İkincisi; büyük bir günâha devâm eden fâsık. Üçüncüsü, îtikâd bilgilerinden birini yanlış anlayıp, anladığına uymadığı için hak sözü kabûl etmeyen bidat sâhibi. Çünkü bidatin zulmeti, kalbi karartır.
İnsanı, Allahü teâlâdan uzaklaştıran perdelerin en zararlısı, dünyâ düşüncelerinin kalbe yerleşmesidir. Bu düşünceler, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz şeyleri seyretmekten hâsıl olur. Çok uğraşarak bunları kalbden çıkarmak lâzımdır. Faydasız kitap okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak da bu düşünceleri arttırır. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Kalbin hasta olması, Allahü teâlâyı unutmasıdır. Allahü teâlâya kavuşmak isteyenlerin bunlardan sakınması, hayâli arttıran her şeyden kaçınması, uzaklaşması lâzımdır. Allahü teâlâ, çalışmayan, sıkıntıya katlanmayan, zevklerini, şehvetlerini bırakmayanlara bu nîmeti ihsân etmez.
Bu mübarek zatın, ömrünün sonlarına doğru iki gözü de görmez oldu. Yerine oğlu Abdülhamîd Efendi geçerek talebe yetiştirmeye başladı...

OĞLUNUN GÖRDÜĞÜ RÜYÂ!..
Bir gece Abdülhamîd Efendi, rüyâsında başında çok kıymetli tâc olan bir gelinin evlerine geldiğini gördü. Sabah hemen babasının yanına giderek rüyâsını anlattı. Ömer Nâimî Efendi, tebessümle;
Heyecanlanmaya lüzum yok. Mısırda Tâc-ül-Arûs isimli bir kitap neşredilmiştir. Demek ki, bize de gönderiyorlar. Bu kitap gelince biz de ahirete gideriz diye cevap verince, oğlu tâbire hayret etti...
Haber verdiği gibi, birkaç gün geçmeden kitap posta ile geldi. Bundan kısa bir zaman sonra da Ömer Nâimî Efendi 1882 (H.1300) senesinde bir cumâ gecesi vefât etti. Harput mezarlığına defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nûri bin Hüseyin Efendi</label>
Nûri bin Hüseyin Efendi, İstanbulda yetişen evliyânın büyüklerindendir. Lakabı Şemseddîndir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânînin onbeşinci bâtından torunudur. 1801 (H.1216) senesinde İstanbulda doğdu. 1866 (H.1282) senesinde İstanbulda vefât etti. Kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki: KENDİLERİ DE BİLMEZ!..Zamanımızda Şeyhiz diyerek, insanlara doğru yolu göstermek isterler. Fakat kendileri doğru yolun hangisi olduğunu bilmezler. Böyle kimseler kör bir insan gibidir. Bunların talebeleri de kör olur. Bunların, eninde sonunda tehlikeli bir uçuruma düşmelerinden korkulur. Bir başka grub daha vardır ki, bunların ne gusül abdesti, ne abdesti, ne namazı, ne de oruçları vardır!.. Her türlü yasakları mübâh derecesinde işlerler. Bizim guslümüz ezelîdir. Abdestimiz o zaman alınmıştır. Namaz ve oruçlarımız o zaman edâ olmuştur, Biz cemâl âşıkıyız. Bizim Cennet ve Cehennemle işimiz yoktur derler. Bu gibi kimselerden uzak olmak lâzımdır.
Nûri Efendi vefat edeceği zaman talebelerine şu vasiyeti yaptı:
Ey hakkı hak olmayandan ayırt ederek, Allahü teâlânın rızâsına tâlib olan ve Resûl-i ekremi çok seven kardeşlerim! Doğru yolu gösteren bir rehber bulup, ona talebe olmaya çalış. Çünkü rehbersiz yola çıkmak ve yolu bulmak, gecenin zifirî karanlığında bilinmeyen bir yolda, ışıksız ve tek başına gitmek gibidir. Böyle bir durumda, insan gittiği yeri görmez, bastığı yeri bilmez. Önünde çukur mu yoksa uçurum mu var, fark edemez. Bu şekilde yola çıkanların, tehlikeye düşmelerinden korkulur. Mürşid-i kâmilin huzûruna gidip geldiği için, o yolların hatâlarını ve tehlikelerini görüp anlamıştır. Mürşid-i kâmil, kendisine bağlanan talebesini o yollardan kolaylıkla geçirir.

MÜRŞİD-İ KÂMİLİN ALÂMETİ
Mürşid-i kâmilin alâmeti çoktur. Fakat söyleyeceğim şu üç husûsu iyi dinle:
1) Huzûruna vardığın zaman bütün gamın ve kederin gider. İçinde bir ferahlık ve muhabbet uyanır. 2) Meclisinden ayrılmayı istemezsin. Bir inci tânesi gibi olan sözleri, muhabbetini arttırır. 3) Ziyâretine gelen herkes duâsını niyâz ile mesrûr olurlar. Bu üç sıfatı kendisinde toplayan zâtın bütün ahlâkı Resûl-i ekremin ahlâkıdır. Bu üç sıfat ve alâmet, riyâsız, gösterişsiz hangi zâtta görülür ve bilinirse, hemen o zâta tam bir teslimiyet ile teslim ol! Cenâze yıkayanın elindeki mevtâ gibi emrettiği yerde dur, her emrine uy. Hizmetlerini ve emirlerini kendine nîmet bil!..


]
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri