Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh Sinan Efendi</label>
Şeyh Sinan Efendi, on beşinci asır Osmanlı velîlerindendir. Bugün Batı Trakyada bulunan Ferede doğdu. 1485 (H.890) senesinde vefât etti. Kabri Ferededir... Bu mübarek zat, sohbetlerinde, talebelerine buyurdu ki:TASAVVUF TALEBESİNİN VASIFLARI
Tasavvuf talebesi olan bir sûfîde şu vasıflar bulunmalıdır:
1) Allahü teâlâya muhabbet ve bağlılığından dolayı, kendini ve dünyâyı unutmalıdır. 2) Ne kadar ciddî olursa olsun, başkalarının kusûrlarını görmezden gelmelidir. 3) Harama gözlerini kapamalıdır. 4) Bütün istenmeyen şeyleri duymamalı, kötü şeylere karşı sağır olmalıdır. 5) Dilsiz olmalı, söylenmeyecek sözleri söylememelidir. 6) Her an arzulanmayan yerlere sürüklemeye çalışan alçak nefsin peşinden koşmamalıdır.
Eğer bu sıfatlar bir sûfîde yoksa, o düpedüz bir yalancı sahtekârdır. Dünyâ malına ve şerefine sâhib olmayı arzulayan bir sûfî, sûfî değildir. O, sûfîlere kötülük getiren bir aldatıcıdır.
Altı çeşit tövbe vardır: 1) Kalp ile tövbe: Kalben bütün kötü arzularını frenler ve önler. Kıskançlığı ve nefsin diğer arzularını öldürür. Kul ile Allahü teâlâ arasındaki perdelerin kalkmasına yardım eder. 2) Dil ile tövbe: Kötü sözler söylemekten dili alıkoymak ve onu devamlı Allahü teâlâyı zikre ve Kurân-ı kerîm okumaya alıştırmak demektir. Muhabbet yolunda sâdece diline hâkim olabilen ve onu zikirde kullananlar muvaffak olurlar. Tek başına kalb ile tövbe, Allahü teâlâya kavuşmak için yeterli değildir. Kulaklar, gözler eller ve nefs kalbin kölesidirler. Bu yüzden bunlar, dil ile yapılan tövbe ile kontrol edilebilirler. 3) Göz ile tövbe: Harama bakmamak ve başkalarının kusûrlarını görmemektir. 4) Kulak ile tövbe: Sûfîlerin kulağı, Allahü teâlânın zikrinden başka birşey duymamalıdır. 5) Ayak ile tövbe: Ayakları haramlardan ve kötülüklere gitmekten korumaktır. 6) Nefs ile tövbe: Nefsin arzularını frenleyerek yapılan tövbedir...

BU TÖVBELERİN DIŞINDA...
Bu tövbelerin dışında; tövbe-i hâl, tövbe-i mâzi ve tövbe-i müstakbel olmak üzere üç tövbe daha vardır. Tövbe-i hâl: Yeni işlediği günahlara tövbe etmek ve ileride işlememeye yemin etmektir. Tövbe-i mâzi: Geçmişte yapmış olduğu günahlar için tövbe etmektir. Tövbe-i müstakbel: Gelecekte hiç günah işlememek için Allahü teâlâya yalvarmaktır...
Şeyh Sinan Efendi vefat etmeden kısa bir zaman önce buyurdu ki: Allahü teâlâyı hatırlamayanlar, ölüler gibidirler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sâlih Sıbkî hazretleri</label>
Şeyh Sâlih Sıbkî hazretleri, Bitlis velîlerinden. 1852 (H.1269) senesinde Cizrenin köylerinden Basrette vefât etti. Evliyânın büyüklerinden Şeyh Hâlid Cezirînin sohbetinde kemâle erdi. Hocasının vasiyeti üzerine vefâtından sonra bölge halkını irşâd etti... BUHTAN EMİRİ BEDİR HAN
Bu mübarek zatın kerâmetleri pek çoktur... Buhtan emiri Bedir Hanın oğullarından biri ölmüştü. Talebelerinden bir kısmı ile birlikte Bedir Hana taziyeye gittiler. Talebeleri yolda, Emire; Allah ecrini artırsın, sabır versin gibi şeyler söylenmesi için aralarında konuştular. Bedir Han onların geldiğini duyunca adamlarıyla birlikte karşılamaya çıktı. Şehir dışında karşılayıp Şeyh Sâlih Sıbkî hazretlerinin elini öptü. Atının üzengisinden tutup arkasından yürüdü. Şehre girince oturdukları mecliste emirler, âlimler ve halk toplandı. Saygı ile huzurunda oturdular. Bedir Hana oğlunun vefâtından dolayı başın sağolsun derken Emire sanki bir talebesine hitap eder gibi; Allah ecrini artırsın ey Emir! Oğlunun vefâtını duyunca çok sevindim! İnşâallah diğer oğullarının büyüğü, küçüğü de ölür! Yaşarlarsa senin gibi zâlim olurlar! dedi. Bu sözleri söyleyince; meclisinde bulunanlar ve talebeleri Emir Bedir Hanın zâlim bir kimse olduğunu bildikleri için kızıp ona zarar vermesinden çok korktular. Emir çok kızmasına rağmen bir şey diyemedi. Ancak kendi kendine, Ben bu zâtı bir tecrübe edeyim. Eğer gerçekten velî bir zât ise ona talebe olurum. Öyle değilse şiddetli bir cezâ vereyim! diye düşündü.

SÂDIK TALEBELERİNDEN OLDU
Şeyh Sâlih Sıbkî köyüne döndükten sonra, Emir, adamlarından birine helal malından kırk mecidiye para verdi. Bu paraların arasına da haram bir para karıştırdı. Eğer bu haram parayı ayırmadan hepsini alırsa o velî değildir, diyerek gönderdi. Emirin adamı Basret köyüne varıp paraları Şeyh Sâlih Sıbkî hazretlerine verip; Bunlar size, Emir Bedir Hanın hediyesidir diyerek kırk mecidiyeyi önüne koydu. Emirin helal paralar arasına karıştırdığı haram parayı göstererek; Bunu emire götür. Bu para haramdır! diyerek gelen kimseye geri verdi. Emirin adamı gelip durumu anlatınca, Emir Bedir Han onun velî bir zât olduğunu anlayıp ona âşık oldu. Huzuruna gidip elini öptü ve sâdık talebelerinden olup, adil, tebeasını gözeten, haktan ayrılmayan bir emir oldu. O kadar âdil ve güzel ahlâklı bir emir oldu ki, adâleti ve güzel ahlâkı, âlimler ve halk arasında darb-ı mesel hâlini aldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhim Gülşenî hazretleri</label>
Ibrâhim Gülşenî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. 1426 (H.830) senesinde Azerbaycanda doğdu. Tebrizde Dede Ömer Rûşenînin hizmetine girerek, talebesi oldu. Şii Safevîlerin Tebrizi ele geçirmesi üzerine Mısıra gitti... PADİŞAH HÜRMET GÖSTERDİ...Mısırda İbrâhim Gülşenî hazretlerinin talebeleri ve sevenleri çoğaldı. Nâmı, zamânın sultânı Kânûnî Sultan Süleymân Hana erişti. Sultan Süleymân Han, onu İstanbula dâvet eyledi. İstanbula gelen İbrâhim Gülşenî hazretlerine çok hürmet gösterdi, ikrâmlarda bulundu. O sıralarda İbrâhim Gülşenî yüz dört yaşlarındaydı. Bir müddet İstanbulda kalan İbrâhim Gülşenî hazretleri, Pâdişâhtan izin alarak tekrar Mısıra döndü...
İbrâhim Gülşenî, bir gün talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeler; Efendim! Allahü teâlânın ihsânı ile kabirdeki ölülerin azabda veya nîmet içinde oldukları bilinebilir mi? Duâ ederek azabda olanın azâbı kaldırılır mı? diye sordular. İbrâhim Gülşenî de: Allahü teâlânın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında, kabirdekinin azab içinde olduğunu gördü. Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde, azâbın kaldırılmış olduğunu gördü. Hayret ederek düşünceye daldı. O sırada kendisine bir hitâb geldi. Deniyordu ki: Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmeleyi öğrenince, Besmelenin hürmetine babasının azâbı kaldırıldı.

KURÂN-I KERÎM NURDUR!..
Yine bunun gibi şâhid olduğum bir hâdise de şöyledir:
Kâdı Îsânın hocası Fahreddîn vefât etmişti. Kâdı Îsâ, teveccüh edince, hocasının azabda olduğunu anladı ve gelip bana durumu söyledi. Kâdı Îsâya dedim ki: Hocanın sende hakkı var. Hocan için sadaka ver, Kurân-ı kerîm okut ve rûhuna hediye eyle. Kâdı Îsâ denilenleri yaptı. Fukarâya yemek yedirdi. Sevâbını hocasının rûhuna hediye etti. O gece Kâdı Îsâ rüyâsında hocasını gördü. Azap melekleri tekrar azab için gelmişlerdi. Tam o anda onu bir nûr kapladı. Bunu gören melekler, hemen oradan ayrıldılar. Ertesi günü rüyâsını bize tâbir ettirmek için geldi. Biz de; Okuduğun Kurân-ı kerîm ve yaptığın hayır hasenât ona nûr oldu ve azabdan kurtuldu. Çünkü Kurân-ı kerîm nûrdur dedik.
İbrâhim Gülşenî hazretleri 1534 (H.940) senesinde Mısırda vefât etti. Son sözü Kelime-i şehâdet oldu. Yerine oğlu Ahmed Hayâlî geçerek, Gülşenî yolunu devâm ettirmeye çalıştı.


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kabûlî Mustafa Efendi</label>
Kabûlî Mustafa Efendi, Edirne velîlerindendir. 1712 (H.1124) yılında Edirnede vefât etti. İlk tahsîli ve gençliğiyle ilgili bilgi bulunmamaktaysa da iyi bir tahsîl ve terbiye gördüğü anlaşılmaktadır... FAKİRLERİ GÖZETİRDİ...
Kabûlî Mustafa Efendi, nerede bir fakir görse maddî-mânevî yardımda bulunurdu. Yabâni ağaçları aşılardı. Yaralı ve sakat hayvanlara bakıp, yaralarını sarardı. Kimsesizlerin işlerini görmelerine yardım ederdi. Yaptığı işlere karşılık ücret almazdı. Her ânını Allahü teâlânın rızâsı için geçirirdi. Kabûlî hazretlerinin bu muhiblerine, sevenlerine söylediği sözlerden birkaçı şöyledir:
Bir çocuk tahsîl çağına geldiği zaman, okuyup yazmaya nasıl harfleri öğrenmekle başlarsa, Hakka ermek de tavsiye edeceğim şu hususlara uymakla gerçekleşir: 1) Allahü teâlâyı tanımak, 2) Muhabbetullah (Allahü teâlâya muhabbet), 3) Gönlü toplamak, 4) Teslîmiyet, 5) Nefsin arzularına uymamak, 6) Bu yolda gayret göstermek, 7) Kesrette vahdet. Halk içinde Hak ile olmak, 8) Çok salevât okumak, 9) Kelime-i tevhîdi çok söylemek, 10) Az yemek, 11) Temiz giyinmek, 12) Halka faydalı olmak, 13) Mütehallik, güzel ahlâk sâhibi olmak, 14) Mürşide, yol göstericiye, hocaya itâat, 15) Arkadaşlarına şefkat, sevgi, 16) Âleme ibret nazarı ile bakmak, 17) Vaktin kıymetini bilmek, 18) Hükûmete itâat, 19) Hasedden ârî, uzak olmak, 20) Kimseye buğz ve düşmanlık etmemek, 21) Komşu hakkını ileri tutmak, 22) Sözünün eri olmak, 23) Kendini tanımak, 24) Dünyâdan lüzumlu kadar nasîb almak, 25) Âhireti unutmamak, 26) Doğruluktan ayrılmamak, 27) Haddi aşmamak, 28) Huzûrla sükûn bulmak.
Nefsinizin arzularını terk edin, üzüntünüz, derdiniz dağılsın.
Her kişi kendini görüp bilmeye gelmiştir, görene, bilene ne mutlu.
Edepli yürü, hayâlı konuş, sendeki şeref, seni yaratanındır.
Gördüğün kişi, şâyet onu görür görmez sana Allahü teâlâyı hatırlatıyorsa, bilesin ki o, Allahın velîsidir.

GÖNÜL ALICI OLUN!..
Kim olursa olsun, eliniz, ayağınız tutarken, gücünüzle hayra hizmet edin. Gücünüz yoksa, güler yüz ve tatlı dille gönül alıcı olun. Onu da yapamazsanız kalbinizden iyilik dileyin. Rabbin sevdiklerine hizmet, Allahü teâlâya ibâdettir.
Kabûlî Mustafa Efendi, 1712 (H.1124) yılında vefât ederek ismiyle anılan dergâha defnolundu. Vefat etmeden önce buyurdu ki:
En büyük bahtiyarlık, insanlığının kıymetini bilmektir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Rukıyye hazretleri</label>

Muhammed Rukıyye hazretleri, büyük velîlerdendir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Bu mübarek zat, talebelerine şöyle buyurdu: DİLİN YİRMİ BİR ÂFETİ VARDIR
Dilin yirmi bir âfeti vardır. Bu âfetler şunlardır:
1)Fâidesiz konuşmak. 2) Bâtıla dalmak, yâni içki meclislerini, fâsıkların yaptığı işleri, zenginlerin rahatını, sultanların zulmünü güzel görerek anlatmak. 3) Sözde başkalarına galip gelmek için münâkaşa ve mücâdele etmek. 4) Düşmanlık. 5) Halk beğensin diye konuşmak. 6) Edebe uygun olmayan sözler söylemek. 7) İki dilli ve ikiyüzlü olmak. 8) Bir kimseyi yüzüne karşı medh etmek. 9) Günâhı ve suçu olmayan bir Müslümanı alaya almak. 10) Günâha götürecek latîfeler yapmak. 11) Bir Müslümanla alay etmek. 12) Bir Müslümanı bir toplumda maskara yapmak. 13) Müslümanın sırrını başkasına duyurmak. 14) Verdiği sözü yerine getirmemek. 15) İki Müslüman arasında söz taşımak. 16) Yalan söylemek. 17) Yalan yere yemin etmek. 18) Küfre sebeb olan sözleri söylemek. 19) Konuşulmaması gerekeni konuşmak. Şeyh Sadî buyuruyor ki: Şu iki şey aklın noksanlığındandır: Konuşulacak yerde konuşmamak, konuşulmayacak yerde konuşmak. 20) İnsan ve hayvana lânet etmek. 21) Gıybet etmek...
Muhammed Rukıyye hazretleri buyurdu ki:
Hocam Yûsuf Mahdûm vefat etmeden önce talebelerine şöyle buyurmuştur:
-Büyüklerimiz buyurdular ki: Susmak, açlık, az uyumak, uzlet ve zikre devâm yolumuzun aslıdır. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: (Ya hayır söyle veya sus.) Susan kurtulur. Yâni sükût eden kimse, dünyâda düşmanlarından, âhirette ise ateşten kurtulur.

KURTULUŞ NE İLE OLUR?
Eshâb-ı kirâmdan Ukbe bin Âmir buyurdu ki:
-Resûlullah efendimize; Dünyâ ve âhirette kurtuluş ne ile olur? diye suâl ettim. Resûlullah efendimiz; (Dilini muhâfaza eyle. Zarûret olmadıkça evinden çıkma. Günahlarını hatırlayıp, ağla. Kurtuluş bunlarla olur) buyurdu. Tasavvuf yolunun esâsı, devamlı Allahü teâlâyı zikretmek, hatırlamaktır. Kurân-ı kerîmde meâlen; Allahü teâlâyı her hâlinizle çok anın ki, (dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşup azaptan) kurtulabilesiniz buyurulmaktadır (Cuma suresi 10). Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede kurtuluşu, çok zikre bağlı kılmıştır. Muâz bin Cebelin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem efendimiz; (Cennet ehli, dünyâda
zikretmeden geçirdikleri zamanları için pişmân olurlar) buyurmuştur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Hâmid Tirmizî</label>
Muhammed bin Hâmid Tirmizî hazretleri, hadîs âlimlerindendir. Dokuzuncu asırda Belh şehrinde yaşamıştır. Derslerinde ve sohbetinde çok talebe yetişmiştir. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: TEFEKKÜR BEŞ ÇEŞİTTİR
Tefekkür beş çeşittir. 1- Allahü teâlânın yarattığı şeylere bakıp, Onun yüceliğini düşünmek. Bundan mârifet, Rabbini tanımak hâsıl olur. 2- Allahü teâlânın nîmetlerini ve ihsânlarını düşünmek. Bundan muhabbet hâsıl olur. 3- Allahü teâlânın vâdettiği nîmetleri ve mükâfâtları düşünmek. Bundan ibâdete karşı rağbet ve ibâdet yapma şevki hâsıl olur. 4- Allahü teâlânın azâbını düşünmek. Böyle tefekkür eden kimse, Allahü teâlâya isyân etmekten sakınır. 5- Allahü teâlânın verdiği nîmetler ve ihsânları yanında, nefsin kötülüklerini düşünmek. Bundan da, geçmiş günahları hatırlayarak Allahü teâlâya karşı hayâ, utanma hâsıl olur.
Yol belli ve açık; delil, âlimler (müctehidler), azık tam, binek kuvvetli. Fakat insanı asıl maksada kavuşmaktan uzaklaştıran şeyler var. Bunlar: Âlimlere (müctehidlere) uymadan, kendi görüşüne uymak, nefsinin istekleri peşinde koşmak. Azığı (yiyeceği) gayrimeşrû yerden toplamak. Mesûliyeti unutup, bineği zayıflatmaktır.
Câhillerin evliyâyı inkâr etmesi, büyüklere dil uzatması; onları anlamaktan uzak olmalarından ve kalblerinin hikmeti almamasındandır.
Evliyâ olan zâtlar, evliyâlıklarını dâima gizlerler, söylemezler. Fakat onların hâlleri ve davranışları, evliyâ olduklarını gösterir. Evliyâlık iddiasında bulunan kimseler, dilleriyle bunu söylerler. Fakat hâl ve hareketleri, onların yalancı olduklarını ortaya çıkarır.
Allahü teâlâya en yakın olan kimseler, fakirlerle bulunmaktan hoşlanan kimselerdir. Ebedî olanı, geçici olana tercih edenler ve kazâya rızâ gösterenlerdir.
Bir şeyi yapmaktan âciz kalırsan, bu âcizliğini, zayıflığını anlamaktan da âciz kalma.

ÎMÂN VE MÂRİFET ZAYIFLIĞI!..
Bir kimsenin bir Müslümanı hor görmesi, îmân ve mârifet zayıflığındandır.
İnsanların en kötü ahlâklısı, dostunu düşmanını ayırmayan ve sohbet ehlinden uzak yaşayandır.
İnsanın kalbine nur yerleşince; dışı, âzâları, iyilik yapar ve iyiliği konuşur.
Muhammed bin Hâmid Tirmizî hazretleri vefat etmeden önce buyurdu ki:
Kalb ve vakit, insan için sermâyedir. Fakat kalbini kötü zanlarla, düşüncelerle meşgûl eder. Vaktini de boş şeylerle geçirir, zâyi eder. Bu ne acı bir hâldir. Sermâyeyi kaybedene kim kâr getirebilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mansûr bin Ammâr</label>
Mansûr bin Ammâr hazretleri büyük velîlerdendir. Künyesi Ebüs-Sırrî Sülemîdir. Aslen Mervli olup, Basrada yaşamıştır. 839 (H.225) senesinde Basrada vefât etti. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
KENDİ AYIPLARINI GÖREN...
Kendi ayıplarını gören kimse, başkasının ayıbı ile uğraşmaz. Haramlardan sakınma elbisesini soyan ve takvâdan mahrum olan kimseyi, artık dünyâda hiçbir şey örtmez. Kim Allahü teâlânın verdiği rızka râzı olursa, kaybettiği şeye üzülmez. Kendi kusurlarını unutan kimse, başkalarının kusurlarını büyük görür. Kendi görüşünü beğenen sapıtır. Aklına güvenenin ayağı kayar. İnsanlara büyüklük taslayan zillete düşer. İnsanların malına göz diken fakir düşer. Âfiyet isteyen sabreder. Hakka karşı savaşan, yıkılır... Tevâzû; hakka uymakta sıkıntılara, acılara sabretmek, dinde bildirilen edeplerle edeplenmek ve başkalarının fazîletini üstün tutup, kendi fazîletini büyük görmemektir.
Sıkıntıdan kurtulmak istiyorsan, dünyâyı istemeyi bırak, özür dilemekten kurtulmak istiyorsan, diline hâkim ol.
Şeytan bir kimseyle eğlenmek istediği zaman, ona koğuculuk (lâf taşıma) yapması için vesvese verir. Dedikodu yapmaya teşvik eder ve kötü sözler taşıtır. Bu koğuculuk yapan adam, yaptığı dedikodu sonunda öyle işler yapmaya başlar ki, şeytan onların birini dahi yapmaktan utanır ve korkar.
Kendisi şöyle anlatır: Bir gün Mısıra gitmiştim. Orada büyük bir kuraklık ve kıtlık yaşanıyordu. Cumâ namazından sonra halk ağlayarak duâ etmişti. Hatırımdan câminin ortasına gidip, bu cemâate nasîhatta bulunayım diye geçti. Aklımdan geçirdiğim gibi yaptım. Sonra câminin ortasına gidip onlara şöyle dedim: Ey cemâat! Allahü teâlâya, sadaka vermek sûretiyle yaklaşınız. Allahü teâlâya en güzel yaklaşma şekli budur. dedim. Sonra; Ey Allahım! Benim üstümdeki cübbemden başka hiçbir şeyim yok, ancak bunu verebiliyorum, dedim ve cübbemi çıkarıp ortaya attım. Beni tâkip eden halk, cübbemin üzerine sadakalarını koymaya başladı. Bunları fakirlere dağıttık. Bir müddet sonra yağan yağmurlarla her taraf su ile doldu.

YETER Kİ İMANLI ÖLELİM
Bu mübarek zat, vefatı yaklaştığında buyurdu ki:
İnsan ölünce malını vârisler, canını melek-ül-mevt alır, etini kurtlar yer. Kemiklerini toprak çürütür. İyiliklerini ve sevaplarını da hasımları alır. Bunlar olacak, Allahü teâlâ îmânımızı şeytanın çalmasından bizi muhâfaza etsin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Fadl Belhî</label>
Muhammed bin Fadl Belhî hazretleri, Ahmed bin Hadraveyhin talebesi olup, daha birçok âlimin sohbetinde bulunmuştur. Semerkandda kadılık yaptı. 931 (H.319) senesinde orada vefât etti... İNSANLARIN EN ÂRİFİ...
Bu mübarek zatın da kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
İnsanların en ârifi, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirme husûsunda gayret sarf eden ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine tâbi olanlardır.
İslâmiyet nûrlarının kalblerden ayrılıp, kalblerin kararmasına dört şey sebeb oldu: Bildikleri ile amel etmemek. Bilmeyerek yapmak. Bilmediklerini öğrenmemek. Başkalarının öğrenmelerine mâni olmak.
Errahmân demek; Allahü teâlânın, dünyâda iyi ve kötü herkese ihsân etmesi demektir.
Ebû Osman Hîrî hazretleri, Muhammed bin Fadla yazdığı bir mektupta Bedbahtlığın alâmeti nedir? diye sorduklarında; Bedbahtlığın alâmeti üçtür: Bir kimseye ilim verilir ama amel etmek için yardım edilmez. Amel etmeye yardım edilir ama bu sefer de ihlâstan mahrum edilir. Üçüncüsü ise âlimler ile sohbet etmek nasîb olur, fakat onlara hürmet etmekten mahrum edilir buyurmuştur.
İnsanların, nefsin istek ve arzularından uzaklaşmak için ıssız çöllere çekilmesi, ne kadar şaşılacak bir şeydir. Zîrâ insanların arasına çıkmak, Peygamberlerin sünnetidir.
İlmin tadından zevk alan, onsuz yapamaz. Devamlı ilimle meşgûl olur.
Zâhidlerin gözleri, âriflerin ise kalbleri ağlar.
Bir müridi (talebeyi) dünyâ malı toplamaya istekli görürsen, bil ki, onun bu isteği aşağılık, Rabbine sırt çevirme ve baş aşağı dönme nişânıdır.
Şükrün neticesi; Allahü teâlâyı sevmek ve Ondan korkmaktır.
Dil ile zikretmek, günahlara kefârettir. Kalb ile zikr, Allahü teâlâya yakınlık ve mertebenin yükselmesidir.
Güneşin doğuşundan, güneşe gözle bakılabildiği sürede (işrak zamanına kadar) namaz kılmak haramdır. Ancak işrak vaktinden sonra nâfile kılmak mübah olur.

İYİ ARKADAŞ RIZIKTIR!..
Muhammed bin Fadl Belhî hazretleri, vefat etmeden önce talebelerine buyurdu ki:
İlim kaledir. Cehâlet meçhûldür. İyi arkadaş rızıktır. Kötü arkadaş, keder ve üzüntüdür. Akrabâyı ziyâret etmek hasenedir. Sıla-i rahmi kesmek musîbettir. Sabır kuvvettir. Cüret âcizliktir. Doğruluk kuvvettir. Yalan zayıflıktır. Mârifet doğruluktur. Akıl tecrübedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İdris-i Muhtefî (Hacı Ali Bey)</label>

İdris-i Muhtefî hazretleri, İstanbul evliyâsındandır. İsmi Alidir. Halk arasında Hacı Ali Bey diye bilinir. Terzilik mesleğiyle meşgûl olduğu için İdris, kendi hâllerini ve yakînlerini insanlardan gizlediği için Muhtefî lakaplarıyla anılmıştır. ŞEYTAN ARKADAŞIN OLUR!
Aslen Rumelideki Tırhaladan olan İdris-i Muhtefî hazretleri, 1615 (H.1024) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri, Kasımpaşada Kulaksız Câmii karşısında Okmeydanının Haliç Tersânesine bakan kısmındadır. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Arkadaşlarından ayrılma, yoksa yolda kalırsın veya dalâlete saparsın! Topluluktan ayrılan helâk olur. Tek olarak yola çıkma. Çünkü şeytan arkadaşın olur. Yolun başlangıcında olanlar âmâ gibidir önünü göremez. Her an bir tehlike ile karşı karşıyadır. Kendisine yol gösterecek birine ihtiyâcı olduğu gibi, tasavvuf yoluna yeni girenin de yol göstericiye o kadar ihtiyâcı vardır. Kâmil bir hocanın elinde terbiye olunan bir insan, kısa bir süre içerisinde maksadına kavuşur. Bunun misâli dağlardaki meyveler ile bahçelerdeki meyvelerdir. Yâni dağlardaki ağaçların meyveleri terbiye ve bakım görmedikleri için geç olgunlaşır ve tatlı olmazlar. Fakat bostanlarda bahçıvanların bakımıyla yetişen ağaçların meyveleri hem kısa zamanda olgunlaşır hem de çok lezzetli olur.
Kassâm (vefât eden kimselerin mîrâslarını taksim eden kimse) Kâtibi Mustafa Efendi anlatır:

HÂLLERİNİ HEP GİZLEDİ...
Bir gün mahallemizden bir kimse Kassâm Mahkemesine gelerek; Semtimizde bir kimse vefât etti. Geride bıraktıklarının yazılmasını istiyorum dedi. Kassâmdan bir kâtip istedi. O semtte olduğum için kassâm beni bu işle vazîfelendirdi. O kimse ile birlikte gittik. Meğer bu kimse, İdris-i Muhtefî imiş ve vefat eden de kendisi imiş. O zamâna kadar kapısının açıldığını görmediğim ve sâhibini bilmediğim bir eve gittik, orada vezirlerden, âlimlerden ve ileri gelenlerden pekçok kimse olduğunu gördüm. Ayrıca onların hizmetinde bulunan hûrî ve gılmân ise bir mahalle halkından fazlaydı. Her cins mal bir tarafa ayrıldı. Ayrıca bâzı yazılı belgeler çıktı. Bunlar nedir? diye sorduğumda; İdris Efendinin geriye bıraktıklarındandır dediler. Ömrümüz boyunca yakınımızda olup da hiç görmediğimiz zâtın eşyâlarıdır diye hayretimizi belirttik. Bu derece yüksek olmasına rağmen hal ve kerâmetlerini gizlediğine şâhid olduk...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ka'b-ül-Ahbâr hazretleri</label>

Kab-ül-Ahbâr hazretleri, Tâbiînin büyüklerindendir. Hazret-i Ömer zamânında Müslüman olduğu söylenir. Yemende doğdu. Hazret-i Ömerin hilâfeti zamânında Medîne-i münevvereye geldi. Humusa yerleşti. Burada hazret-i Osman zamânında 652 (H.32) târihinde vefât etti... DERECENİN YÜKSELMESİ İÇİNKab-ül-Ahbâr hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Allahü teâlâ, mümin kulunu sevdiği zaman, Cennette onun derecesini yükseltmek için, dünyâyı ondan uzaklaştırır. Kâfir kuluna gazab ettiği zaman, onu dünyâda rahat kılıp, sevindirir. Böylece onu Cehennemin aşağı derecelerine düşürür.
Kim zenginlere ve mal sâhiplerine boyun eğerse, dîni de boyun eğer, böylece dînine zarar gelir.
Dünyâdan ancak Allahü teâlânın takdir ettiği kadar ele geçer. Ancak kulun sebeplere yapışıp, çalışması gerekir. Böyle yaparsa, emre uymuş olur.
Allahü teâlânın korkusundan gözyaşı döken kimseyi Cehennem ateşi yakmaz.
Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allah korkusundan gözyaşlarımın yanaklarıma akmasını, altından bir dağı sadaka olarak vermekten, daha çok severim.
Evlerinizi Allahü teâlâyı anmak sûretiyle nûrlandırınız. Evlerinizi onda namaz kılarak nasiplendiriniz. Allahü teâlâya yemin ederim ki, böyle yapanlar gök ehli arasında tanınırlar. Gök ehli; Falan oğlu falan, evini, Allahü teâlâyı anarak süslüyor derler.
Sükût iyi bir huydur. Çünkü verâ (şüphelilerden kaçınma) ve günahların azlığına güzel bir vesîledir.
Allahü teâlâ, yersiz güleni, bir ideâli, maksadı olmadan yola çıkanı sevmez.
İdârecinin iyi olmasıyla halk da iyi, kötü olmasıyla, onlar da kötü olurlar.
Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizden biri doğuda, Cehennem ateşi de batıda olsa, sonra Cehennem ona gösterilse, ateşinin sıcaklığına aslâ dayanamazdı. Ey insanlar! Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmak daha kolaydır. Bu yüzden Allahü teâlâya itâat ediniz. Bu ateşe düşmeyiniz. Çünkü dayanamazsınız.
Cehennemde dört köprü vardır: Birincisinde, akrabâsı ile münâsebeti kesenler, ikincisinde, üzerinde borç bulunanlar, üçüncüsünde taşkınlık ve azgınlık yapanlar, dördüncüsünde, zulüm edenler oturur.

ATEŞİ SÖNDÜREN GÖZYAŞI...
Kab-ül-Ahbâr hazretleri vefat etmeden önce buyurdu ki:
Kim, âhiret şerefine kavuşmak isterse, Allahü teâlânın büyüklüğünü ve kudretini tefekkür etsin (düşünsün). Böyle yaparsa âlim olur. Günlük rızkına râzı olursa başkasına ihtiyaç duymaz. Hatâlarını hatırlayıp, düşündüğü zaman, çok ağlasın, Cehennem denizlerini söndürür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Oğullarımın üçü de birer cevher idi</label>
1616 (H.1025) senesinde Hindistanın Serhend şehrinde şiddetli bir tâûn (vebâ) salgını başladı. Bu salgın her geçen gün şiddetleniyor, yüzlerce insan her gün kabre konuyordu. Bu hâli gören İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyük oğlu Muhammed Sâdık hazretleri; Bu tâûn yağlı lokma istiyor. Biz gitmedikçe (ölmedikçe) geçmez buyurdular. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üç oğlu, Muhammed Sâdık, Muhammed Ferrûh ve Muhammed Îsâ, arka arkaya vefat ettiler... BAŞIMIZA GELENLERİ DİNLE!..
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mevlânâ Sâlihe gönderdiği bir mektupda oğulları hakkında şöyle buyurdu:
Allahü teâlânın nîmetlerine hamd olsun ve Onun seçtiği kullarına selâm olsun! Kardeşim Molla Sâlih! Serhendde bulunanların başına gelenleri dinle! Büyük oğlum iki küçük kardeşi Muhammed Ferrûh ve Muhammed Îsâ ile birlikte âhirete gittiler. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn. Allahü teâlâya sonsuz hamd olsun ki, önce geride kalanlara sabır gücünü ihsân eyledi. Bundan sonra, bu belâdan râzı olmayı nasîb eyledi. Fârisî beyt tercümesi:
Beni ne kadar incitsen, dönmem senden yine/Dayanmak tatlı olur sevgili elemine...
Merhûm oğlum, Hak teâlânın âyetlerinden bir âyet idi. Rabbülâlemînin rahmetlerinden bir rahmet idi. Yirmi dört yaşında iken, öyle şeylere kavuştu ki, az kimseye nasîb olur. Mevleviyyet mertebesine, naklî ve aklî ilimlerin profesörlüğüne yükselmişti. Öyle olmuştu ki, yetiştirdiği gençler Beydâvî Tefsîrini, Şerh-i Mevâkıf ve benzeri yüksek kitapları okuyorlardı. Mârifet ve irfânını anlatmak ve şühûdünü, küşûfünü yazmak, başarılacak şey değildir...

DOSTTAN KONUŞMAK DAHA TATLI
Muhammed Ferrûhdan ne yazayım ki, on bir yaşında ilim talebesi idi. Kâfiye okuyordu. Tam anlayarak ders görüyordu. Dâimâ âhiret azâbından korkar ve titrerdi. Çocuk iken, bu dünyâdan ayrılmak için ve böylece, âhiret azâbından kurtulmak için duâ ederdi. Ölüm yatağında iken, kendisine hizmet edenler, hiç işitilmemiş ve şaşılacak şeylerini gördüler.
Sekiz yaşında vefât eden ve bu yaşta çok kerâmet ve hârikaları görünen Muhammed Îsâdan ne yazayım!
Oğullarımın her üçü de, birer cevher idiler. Bize emânet verilmişlerdi. Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun ki, bu emânetleri râzı olarak sâhibine teslim eyledik. Yâ Rabbî! Peygamberlerin efendisi hürmetine bizi onların sevâbından mahrûm bırakma! Onlardan sonra, bizleri fitneye düşürme! Fârisî mısra tercümesi:
Her ne olursa olsun, dosttan konuşmak daha tatlı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şemseddîn Ahmed Sivâsî</label>
Şemseddîn Ahmed Sivâsî hazretleri 1519 (H.926) senesinde Tokatın Zile ilçesinde doğdu. 1597 (H.1006) senesinde Sivasta vefât etti. Amasyalı Şeyh Muslihuddîn Efendinin talebesidir. Sivasta Meydan Câmii avlusunda medfûn olup, kabri ziyâret edilmektedir...
ÇOK TALEBE YETİŞTİRDİ...
İlk tahsilini Amasyada yapan Şemseddîn Ahmed Sivâsî daha sonra Tokat Medresesine devam etti. Tokatta aklî ve naklî ilimleri tahsîl edip yükseldikten sonra, İstanbula gelip, Sahn-ı semân medreselerinden birinde müderris olarak vazifelendirildi. Bir müddet ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgûl oldu. Daha sonra, memleketi Zileye döndü...
Bu mübarek zat, bir gün talebelerine buyurdu ki:
Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur. Bunun için az yemelidir. Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibâdette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir. Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır. Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silâhlı bir soyguncu gibi olur. Az uyumalıdır. Değersiz ve kıymetsiz dünyâ işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır. Böyle dünyâlık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mâni bilmelidir.
Dînin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır. Zîrâ bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz. Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini söylüyor, hem de dînimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır. Bu yolda bulunanlarda olan hâllerden biri veya birkaçı o kimsede bulunursa, biliniz ki o hâller şeytandandır, onu aldatmaktadır...

RÜYÂN AYNİYLE VAKİ OLACAK
Şemseddîn Ahmed Sivâsî, gördüğü bir rüyâsını şöyle anlatır: Bir tepe üzerinde büyük bir ağaç, bu ağacın yedi büyük dalı var. Elimde Mushaf-ı şerîf bulunuyor. Bu Mushafı o ağacın en yüksek dalına asmak istiyordum. Bu sırada şiddetli bir rüzgâr esip, ağacı kökünden devirdi. Eyvah bu ne haldir diye üzülürken uyandım. Ertesi sabah rüyâmı hocam Muslihuddîn Efendiye anlattım. Rüyân ayniyle vâki olacaktır. Ağaçtan murâd bizim vücûdumuzdur. Yakında biz göçeriz. Lâkin bizden önceki hocalar duâ edip seccâde ve âsâ verirlerdi. Biz dahi size icâzet verelim deyip, elleriyle icâzetnâme yazdılar. Aradan birkaç gün geçmeden rüyâ aynı ile vâki olup, hocam vefât etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri