Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmâm-ı Kuşeyrî hazretleri</label>
Büyük velî İmâm-ı Kuşeyrî hazretleri, fıkıh, tefsîr, hadîs ve kelâm âlimidir. 986 (H.376) senesinde Horasanın Üstuvâ nâhiyesinde doğdu. 1072 (H.465) senesinde 92 yaşında Nişâbûrda vefat etti... HOCASINA DAMAT OLDU...
Nişâbûrda büyük velîlerden Ebû Ali Dekkak ile karşılaşan Kuşeyrî mânevî ilimlere yöneldi. Hocası Ebû Ali Dekkaka tam bağlanarak, tasavvuf yolunda büyük merhaleler katetti. Bu arada hocası Ebû Ali Dekkakın kızı, ilim, edeb sâhibi ve zamanın en çok ibâdet edenlerinden olan Fâtıma Hâtunla evlendi. Kuşeyrînin hanımı Fâtımadan altı erkek ve bir kız olmak üzere yedi çocuğu olmuştur...
Büyük Selçuklu hakanı Alp Arslan ve veziri Nizâm-ül-mülk, Kuşeyrîye çok hürmet ederlerdi.
İmâm-ı Kuşeyrî hazretleri buyurdu ki: Takvâ; seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerden sakınmaktır. Verâ; şüphe edilen şeyleri terk etmektir.
Kalbi huşû içinde bulunan kimseye şeytan yaklaşamaz.
Her düşmanlığın kalkması ümid edilir. Yalnız kıskançlıktan sonra düşmanlık edenin düşmanlığının kalkması ümid edilmez.
Herkes kendisi için bir şey seçti. Ben ise, Hak teâlânın benim için seçtiği şeyi seçiyorum. Şâyet Allahü teâlâ beni zengin kılarsa, dîninin emirlerini yapmayı terk etmem. Şâyet fakir kılarsa, harîs ve Onun emirlerinden yüz çeviren bir kul olmam.
Şarab haramdır. Çünkü aklı gideriyor ve insanı sarhoş ediyor. Gaflet, yânî Allahü teâlâyı unutmak şarabından sarhoş olanın sarhoşluğu, şarab içenin sarhoşluğundan daha zayıftır. Şarab içmenin cezâsı haddir. Gaflet şarabının cezâsı uzaklıktır. Şarab içen, sarhoşken namaz kılmaktan men olunur. Gâfil olan, namazdan mahrum olur. Sarhoş ayılmayınca had vurulmadığı gibi, gaflet sarhoşu da ölüm kamçısıyla uyanmayınca, kendine gelmeyince, nasîhat kâr etmez. Şarab bütün günahlara ve hatâlara sebeb olduğu gibi, gaflet de bütün uzaklık ve ayrılıkların sebebidir.

ŞİFAYA KAVUŞMAK İÇİN
Kurân-ı kerîmdeki altı şifâ âyeti bir tabağa yazılıp, su koyarak eritilir. Hasta içerse, Allahü teâlâ şifâ ihsân eder. Âyet-i kerîme ve duâ elbette şifâ verir. Fakat şartların gözetilmesi de lâzımdır. Okuyanın veya yazanın ve hastanın buna inanması lâzımdır. Hastanın zararlı gıdâlardan, şüpheli ilâçlardan perhiz etmesi, soğuktan sakınması, lüzumlu şeyleri yapması, haramdan, zulümden sakınması lâzımdır.
İmâm-ı Kuşeyrî hazretleri vefat etmeden önce buyurdu ki:
Nefse ve arzuya uymak, Allahü teâlâdan uzaklaştırır. Nefse uymamak ibâdetlerin başıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâcid el-Kürdî hazretleri</label>
Mâcid el-Kürdî hazretleri, Kuzey Irakta yetişen büyük velîlerdendir. 1166 (H.561) senesinde vefât etti. Mâcid el-Kürdî, o devirdeki velîlerin öncüsüydü. Zamânındaki evliyâ ona bağlanmakta, ona tâzim ve hürmette hep berâberdiler. Mânevî yardımları çok görüldü...
ALLAHÜ TEÂLÂYA ÂŞIK OLANLAR...
Bu mübarek zatın da kıymetli nasihatleri vardır. Allahü teâlâya âşık olanlar hakkında buyurdu ki:
Allahü teâlâya âşık olanların kalpleri, azîz ve celîl olan Allahü teâlânın nûru ile nûrlanmış, aydınlanmıştır. O kalbde istek, arzu hâli hareket edince, onun nûru yer ile gök arasını aydınlatır. Allahü teâlâ, meleklere onları över ve; Şâhid olunuz ki, ben onlara daha müştâkım buyurur.
Şevk, Allahü teâlâya âşık olanların kalplerinde yanan bir ateştir. O ateşi ancak, Allahü teâlâya kavuşmak ve Onun cemâline nazar etmek (bakmak) teskîn eder, dindirir.
Bir gün, bu zata, yapılacak ve sakınılacak şeylerden soruldu. Buyurdu ki:
Kişiye, ilim olarak Allahü teâlâdan korkması yetişir. Kişiye, cehâlet olarak da kendi nefsini beğenmesi, ucb sâhibi olması kâfidir. Ucb artınca, ahmaklık hâlini alır. Kişinin kendi ayıplarını görmesine mâni olur.
Bir gün de kendisine; Dünyâda en güzel kazanç nedir? diye sordular. Cevap olarak şöyle buyurdu:
Şu üç şey dünyâda en güzel kazançtır:
1) Allahü teâlânın sevgili kullarının sohbetinde bulunmak ve din kardeşleri ile sohbet etmek.
2) Geceleri teheccüd namazı kılmak ve doya doya Kurân-ı kerîm okumak.
3) Allahü teâlâyı hiç unutmayıp, Onu zikretmek, anmak.

BEDBAHTLIĞIN ALÂMETİ!..
Kendisine, Bedbahtlığın alâmeti nedir? dediklerinde, şöyle cevap verdi:
Şu beş şey bedbahtlığın alâmetidir:
1) Gözün yaşarmaması.
2) Kalbin katı olması.
3) Hayâsızlık.
4) Dünyâya düşkün olmak.
5) Dünyâ için canından endişe etmek... Mümin kimse, Allahü teâlâdan korkar. Başka sözlerden dilini korur.
Mâcid el-Kürdî hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:
Susmak, yorulmadan, güçlük çekmeden yapılan bir ibâdettir. Zâhirî bir süs ile süslenmeden kazanılan bir zînettir. İnsanı özür dilemek zilletine düşmekten koruyan bir zenginliktir. Kirâmen kâtibîn meleklerine rahatlıktır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân</label>
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri Silsile-i aliyye denilen âlim ve velîlerin meşhûrlarındandır. Hindistanda, Delhi şehrinde yaşamıştır. 1701 (H.1113) senesinde Ramazân-ı şerîfin on birinde Cumâ günü doğdu. 1781 (H.1195) senesinde şehîd edildi. Hazret-i Alinin neslinden olup, seyyiddir...
BABAMIN VASİYETİNE UYDUM
Kendisi şöyle anlatmıştır: Fârisî lisanını ve diğer bâzı bilgileri babamdan, Kurân-ı kerîmi, tecvîd ve kırâat ilmini Kârî Abdürresûlden, aklî ve naklî ilimleri de zamânımızın âlimlerinden öğrendim. Tahsîlimi tamamladıktan sonra, bir müddet de talebelere ders verdim. On altı yaşında babam vefât etti. Vefât etmeden önce şöyle vasiyyet etti: Bütün vaktini, kemâlâtı, olgunlukları ve üstün dereceleri elde etmek için harca. Kıymetli ömrünü boş şeylerle geçirme... Babamın vasiyetine uyarak, ilim öğrenmeye ve öğrendiğim ilimle amel etmeye devâm ettim...
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri, hocalarına büyük bir muhabbet ve ihlâs ile bağlıydı. Bilhassa İmâm-ı Rabbânî hazretlerine derin bir muhabbeti vardı. Her neye kavuşmuşsam, hocalarıma olan muhabbetim sebebiyle kavuştum. Kulun amelleri nedir ki, Allahü teâlânın rızâsına kavuştursun! Fakat Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş ve makbul kullarından olan zâtları sevmek, onlara muhabbet beslemek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için en kuvvetli vâsıtadır buyurdu.
Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin, sevenlerine ve talebelerine nasîhatleri şöyledir:
Takvânın ve verânın, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınmanın yolu, Resûlullah efendimize mütâbeat yâni tam uymak ve onun bildirdiklerini candan kabûl etmektir. Kendi hâlinizi, Kitab ve Sünnette bildirilen hususlar ile karşılaştırınız. Eğer hâliniz, Kitab ve Sünnette bildirilen hususlara yâni dînin emirlerine uygun ise makbûldür. Uygun değilse merdûddur, reddedilecektir. Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı üzere olmak lâzımdır...

SOHBETİN BEREKETİNE KAVUŞMAK...
Her kim ki dünyâya düşkün olanlar arasına karışırsa, sohbetin bereketlerine ve tasavvufun nûrlarına kavuşamaz! Bir kimse dünyâya düşkün olanlar arasına ihtiyaç olduğu kadar karışır ve hâlis niyetle ve bâtınî nisbetini muhâfaza ederek aralarında bulunursa zararı yoktur...
Dünyâ melûndur ve dünyâda olan şeylerden Allah için yapılmayanlar da melûndur. Allahü teâlânın sevgisi ile dünyâ sevgisi bir araya gelmez. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için mâsivâyı yâni Allahü teâlâdan başka her şeyi ve bütün maksatları terk etmek lâzımdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Ka'b el-Kurazî</label>
Muhammed bin Kab hazretleri, Tâbiîn devrinin meşhurlarından ve evliyânın büyüklerindendir. 660 (H.40) senesinde hazret-i Alinin hilâfetinin sonlarında doğdu. Sonra Kûfeye yerleşti. Tekrar Medîneye geldi. 726 (H.108) senesinde Medîne-i münevverede bir mescidde hadîs-i şerîf okuturken tavanın yıkılması üzerine cemâattan bir kısmı ile berâber enkâz altında kalarak vefât etti... MÜMİNİ ALÇALTAN HUYLAR!..Muhammed bin Kab hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Herkese nasihat ederdi. Kendisine gelip soranlara cevap verirdi. Bir gün kendisinden sordular: Hangi huylar mümini alçaltır? Buyurdu ki: Çok konuşmak, kendisinde sır olarak bulunanları açıklamak ve herkesin sözünü kabul etmek insanı küçük düşürür.
Muhammed bin Kab el-Kurezî, Ali bin Ebû Tâlibin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Allahü teâlâ şükür kapısını açıp, artırma kapısını kapamaz, duâ kapısını açıp duâları kabûl etme kapısını kapamaz, tövbe kapısını açıp mağfiret kapısını kapamaz.
Ömer bin Abdülazîz halîfe olunca, Muhammed bin Kaba birisini gönderip çağırttı ve Bana tavsiyede bulunun, yol gösterin dedi. Muhammed bin Kab, şöyle tavsiyelerde bulundu: Kendin için istediğini insanlar için de iste. Kendin için istemediğini, iyi görmediğin şeyi, onlar için de isteme. Şunu iyi bil ki, sen ilk ölen halîfe değilsin. Ey Halîfe Müslümanların senden büyüklerini baban, orta yaşta olanları kardeşin, küçük olanları da çocukların kabûl et. Büyüklerine hürmet, kardeşlerine merhamet, küçüklerine de şefkat göster.

DÜNYA, SON DURAKTIR!..
Kendisinden; Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre mikdarı şer işlemişse onu görür meâlindeki (Zilzâl sûresi: 7-8) âyet-i kerîmesi sorulduğunda buyurdu ki: Kâfir olan bir kimse hayırdan zerre miktarı bir iş yapsa karşılığını dünyâdan ayrılmadan önce kendisinde veya ehlinde veya malında bulur. Karşılığını dünyâda görmesi kendisi için bir hayır değildir. Mümin kişi de şerden zerre miktarı bir iş yapsa, âhirete gitmeden onun cezâsını kendisinde, ehlinde ve malında görür. Böyle olması kendisi için şer değildir.
Muhammed bin Kab el-Kurezî vefat etmeden önce buyurdu ki: Dünyâ son durak ve geçici bir yerdir. İyiler ondan yüz çevirir, kötüler ona koşar. İnsanların kötüsü ona rağbet eden, iyisi ondan uzaklaşandır. Dünyâ kendine bağlanana sıkıntı verir, helâke düşürür. Boyun eğene hâinlik yapar. Zenginliği fakirlik, çokluğu azlıktır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Kurd Efendi</label>
Muhammed Kurd Efendi, Osmanlılar zamânında yetişen İslâm âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerindendir. Aslen Rumelide, Filibenin otuz altı kilometre batısında, Meriç Nehri sâhilinde ve demir yolu hattı üzerinde bulunan meşhur Tatar Pazarcığı kasabasındandır. 1524 (H.931) senesinde doğdu. 1588 (H.996) senesinde vefât edip, babası Helvacı Ömer Efendinin yanına defnolundu... BİR REHBER ARIYORDU!..Tahsilini İstanbulda yapan Muhammed Kurd Efendi, medrese tahsilinden sonra tasavvufa karşı alâka duyup, velîlerin sohbetlerine devâm etti. Kendisini yetiştirecek kâmil ve olgun bir velî aradı. Bu ateşle yanıp tutuştuğu sırada İstanbuldan memleketine gitmek üzere yola çıktı. Sofyaya geldiği sırada Sofyalı Bâlî Efendi ismindeki âlim ve velî bir zât ile karşılaşıp onun sohbetine ve hizmetine devâm etti. Tasavvuf yolunda ilerleyip insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak husûsunda icâzet, diploma aldı...
Bâli Efendi onu kendi memleketinde irşâd vazîfesine getirdi. Bâlî Efendi 1553 senesinde Sofyada vefât edince, vasiyeti üzerine onun halîfesi olarak vazîfesini yürüttü. Sofyada onun dergâhında talebelere ders vermeye ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaya başladı. Ders verdiği talebeler ve diğer insanlar ondan çok istifâde ettiler. Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından Zigetvârın fethinden sonra sınırlara çıkıp, Mustafa Paşaya çok yardım etti. Budine (Budapeşte) gitti. Sınırdaki nice kaleler onun bereketi, gayret ve himmeti ile fetholundu.
Kanuniden sonra padişah olan Sultan İkinci Selim, onu sever ve hürmet ederdi. İkinci Selimden sonra padişah olan Sultan Üçüncü Murâd Han da ona çok hürmet ve iltifât ederdi.

İSTANBULDA DA TALEBE YETİŞTİRDİ...
Bir ara, İstanbulda Çarşamba semtinde, Fethiyede bulunan Mehmed Ağa Câmiinin yanındaki Halvetiyye Tekkesine yerleşen Muhammed Kurd Efendi, orada talebe yetiştirmeye devâm etti...
Muhammed Kurd Efendi, İstanbulda bulunurken, 1588 (H.996) senesinde, hocasının kabrini ziyâret için Sofyaya gitti. Kendisi ve yanında bulunanlar, Bâlî Efendinin kabrini ziyâret ederken, çok feyzlere, bereketlere kavuştular. Bundan sonra akrabâ ziyâreti için Tatar Pazarcığına geldi. Orada hastalandı. Nakledilir ki, hastalığı şiddetlenip vefâtı yaklaştığında bile, hiç âh vâh etmedi. Sabretti. Vefat etmeden önce buyurdu ki:
Cenâb-ı Hakkın takdîrine tam râzı olduk. Ondan gelen baş üstüne...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Sâdık hazretleri</label>
Muhammed Sâdık hazretleri, Hindistanın en büyük velilerinden olup, İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin birinci oğludur. 1591 (H.1000) senesinde Serhendde doğdu. 1616 (H.1025) senesinde tâûn hastalığından Serhendde vefât etti... FARZIN NAFİLEYE ÜSTÜNLÜĞÜ!..
Hazret-i İmâmın bu yüksek oğullarına yazdıkları çok mektup vardır. Bir mektubunda özetle buyuruyor ki:
Elbette nâfilenin kıymeti, farzın kıymeti yanında hiç gibidir. Okyanus yanında, bir damla bile değildir. Nâfilenin kıymeti, sünnetin yanında da böyledir. Sünnet de, farzın yanında okyanus yanındaki bir damla su gibidir. Bu ikisinin yaklaştırması arasındaki büyük farkı, buradan anlamalıdır. Çok kimse, bu inceliği bilmedikleri için, farzları bırakıp, nâfilelerin yayılmasına çalışıyorlar. Câhil sofîler, zikre, fikre sarılıp, farzları ve sünnetleri yapmakta gevşek davranıyorlar. Kırk gün çile çekmeyi ve riyâzetler yapmayı beğeniyor. Cumâ namazına ve cemâate gitmiyorlar. Hâlbuki, bir farz namazı cemâatle kılmanın, onların binlerle, kırk günlük çilelerinden daha faydalı olduğunu bilmiyorlar...
.....
Farzları müstehab olan zamanlarında kılanları pek azdır. Vaktinde bile kılmıyorlar. Farzları cemâatle kılmaya ehemmiyet vermiyorlar. Bir iki kişiden fazla cemâat toplandığı az görülüyor. Çok zaman da yalnız kılıyorlar. Din adamları böyle olursa, başkalarının nasıl yaptıklarını artık düşünmelidir. Bu kötü hâllerden dolayı Müslümanlık zayıflamağa başladı. Böyle işlerin zulmeti ile, günahlar, bidatler çoğaldı...

SEFERE ÇIKMASINI İSTEMİYOR!
Muhammed Sâdıkın yaşının küçük olduğu zamanlar, yerlerin ve kabirlerin keşfinde, görüşleri çok doğru idi. Bir defâsında amcası ticaret için bir sefere çıkacaktı. Amcasıyla birlikte dedesi Abdülehad hazretlerinin kabrini ziyâret ettiler. Kabrin başında bir müddet murâkabede kaldılar, sonra başını kaldırıp;
Dedem, amcamın bu sefere çıkmasını istemiyor dedi. Muhammed Sâdık, o zaman küçük olduğu için, amcası onun bu sözüne aldırmayıp sefere çıkmaktan vazgeçmedi;
Yeğenimin, hayal ve ilhamlarla söylediği söz ile seferden vazgeçemem dedi. Bu onun son sözleri oldu. Çünkü sefere çıktı. Fakat gittiği yerde malı helâk oldu, kendisi vefât edip, bir daha geri dönemedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cizreli Muhammed Saîd Efendi</label>
Muhammed Saîd Efendi, Anadolu velîlerindendir. 1872 (H.1289) senesinde Cizrenin tanınmış âilelerinden birisinin çocuğu olarak doğdu. Babası Hüseyin Mazlum Efendidir. Muhammed Ali Tavîlînin sohbetleriyle kısa zamanda kemâle geldi. Hocası ona icâzet vererek Cizreye halîfe tâyin etti... TÖVBE EDEN GENÇMuhammed Saîd Efendi, Cizre Ulucâmide ders vermeye, vaaz ve nasîhatlerde bulunmaya başladı. Birçok kimse onun sohbetlerinde doğru yola kavuştu. Bir gün alkolik bir genç, Muhammed Saîd Efendinin yanına gelip; Efendim! Tövbe edeceğim fakat içkiden bir türlü kurtulamıyorum. Artık bu, irâdemin dışında bir hâl deyince, Muhammed Saîd Efendi; Her günahtan tövbe ederek yapmamaya azmet. İçkiyi de içemeyeceksin buyurdu. O kişi; Kendimi tutamıyorum deyince, Muhammed Saîd; İçebilirsen iç buyurdu. Bunu bir müsaade zanneden alkolik, tövbe etti. Öğle saatlerinde meyhâneye gitti. Ne zaman kadehi eline alsa, kadehin içinde Muhammed Saîdin kamasının ucunu gördü. Meyhâneciyi çağırıp bardağı değiştirdi. Bu değiştirme üç sefer tekrarlandı. Her seferinde bardağın içinde Muhammed Saîd Efendinin kamasının ucu duruyordu. Sonunda meyhâneden çıktı ve doğruca onun vaaz verdiği câmiye gitti. Muhammed Saîd Efendi onu görünce; Üç kerre yetmedi mi? Bardağını bir daha değiştirseydin, kama ile iki parça olurdun buyurdu. O zât, Muhammed Saîde talebe oldu ve ömrünün sonuna kadar tövbesini bozmadı.

BİR SOHBETİN BEREKETİYLE!..
Muhammed Saîd Efendi 1913 (H.1331) senesinde Cizrede vefât etti. Kalabalık bir cemâat tarafından kılınan namazdan sonra Cizre Mezarlığına defnedildi... Vefâtından seneler sonra, aynı mezarlığa bir kişiyi defnettiler. Akşam rüyâda bu kişiyi Muhammed Saîd Efendinin talebelerinden birisi gördü. O kimsenin başında iki suâl meleği duruyordu. Defnedilen kişi korkudan titriyordu. Yüzü ve vücudu simsiyahtı. Suâl meleklerine cevap verecek bir hâli yoktu. Bu sırada bir nûr kabrin içini kapladı. Nûr coşup dalgalar hâlinde ölünün vücuduna çarpıyor, çarptıkça beyazlaşıyordu. Sonunda bütün vücûdu nûr kesildi. Meleklerin bütün suâllerini cevaplandırdı. Ertesi gün bunun kim olduğunu merak eden talebe, hemen araştırdı. Bir bakkal olduğunu, köylünün haklarını karıştırdığını, fakat bir gün Muhammed Saîd Efendinin sohbetinde bulunup, ona muhabbet etmiş olduğunu öğrendi. Bu durumun o mübarek zata bir defacık muhabbet etmenin bereketiyle olduğunu anladı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mekârim bin İdris</label>
Mekârim bin İdris hazretleri, Irakta yetişen büyük velîlerdendir. Irakta En-Nehr-ul-Hâlis adlı yerde yaşadı. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Kabri orada olup ziyâret edilmektedir... BİZDEN SONRA ANLAŞILIR!Mekârim hazretleri evliyânın büyüklerinden Ali bin el-Heytî hazretlerinin mânevî terbiyelerinde yetişti. İlim, edep ve mânevî yükseklikler sâhibi zâtlar kendisini övmüştür. Hocası onun hakkında; Kardeşim Şeyh Mekârim cidden büyük ve fazîletli bir zâttır. Lâkin o bizden sonra anlaşılacaktır buyurdu. Talebelerine kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
Ana babaya itâat, büyük günâhlara kefârettir. Bir kimse âilesi içinde yaşlılar bulunduğu müddetçe, Allahü teâlânın rızâsını kazanma imkânına sâhiptir.
Bir cenâze görünce; Siz sabahleyin gidiyorsanız, biz de akşamleyin geleceğiz. Şu cenâze açık bir öğüt ve ibret alınacak bir şey. Fakat, gaflet çok. Öncekiler geçip gidecekler, fakat arkadakiler hiç aldırış etmezler buyurmuştu.
Kim, bir gecesini Allahü teâlâyı zikir ile geçirirse, anadan doğmuş gibi günâhsız ve tertemiz olarak sabahlar.
Bir ümmet içerisinde, her gün, yirmi beş kişi Allahü teâlâya, yirmi beş defâ istiğfâr ederse (bağışlanmalarını dilerse), umûma âit azabla Allahü teâlâ, onları cezâlandırmaz.
Eğer sen Kurân-ı kerîm okuyup da, seni kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa, senin gerçekten Kurân-ı kerîmi okumadığın anlaşılır.
İlmi kendisine fayda vermeyen kimseye, cehâleti de zarar verir.
İnsanların en yumuşak ve ince kalblisi, günâhı az olanlardır.
Müminler yumuşak ve müsâmahakârdır. Eğer, onları çekip götürürsen, karşı çıkmaz, kabûl edip giderler.
Sâlih bir zâtı seven, dolayısıyla, Allahü teâlâyı sevmiş olur. İlim öğrenmeye giden kimse, dönünceye kadar, Cennet yolunda sayılır.
Âlimler bozuluncaya kadar, insanlara Allahü teâlânın azâbı gelmez.

SADIK VE ZÂHİD KİMDİR?
Vefatına yakın, Mekârim bin İdris hazretlerine; Sâdık mürid kimdir? dediler. O da; Sâdık mürîd yâni talebe kalbinden her şeyi çıkaran kimsedir. Kadere rızâ gösterir buyurdu. Zâhid kimdir? diye sorulduğunda ise; Nefsiyle uğraşıp, rahatı terk eden, makam ve mevkiye îtibâr etmeyen, şehvetlerden ve arzularından uzak, cihâd eden, tefekkür sâhibi, istikâmetten ayrılmayan, hakîkati kendine şiâr edinmiş, kadere inanmış, mevlâdan hayâ eden kimsedir buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhim Metbûlî hazretleri</label>
Ibrâhim el-Metbûlî, Kudüs evliyasındandır. Doğum târihi bilinmemektedir. 1473 (H.877) senesinde Kudüste vefât etti. Kerametleri meşhur olmuştur. Resûlullah efendimizi rüyâsında çok görürdü. Rüyâlarını annesine anlatırdı. O da; Er o kimsedir ki, Resûlullah efendimiz ile uyanık iken görüşür derdi... Bir zaman sonra, Resûlullah efendimizi uyanık bir halde iken görüp konuştuğunu haber verdi. Annesi; İşte evlâdım, şimdi sen erlik mertebesine kavuştun dedi. KUDÜSTEN HASANKEYFE...Talebesinden Yûsuf el-Kürdî şöyle anlatır:
Bir gece, memleketim olan Hasankeyfteki âile efrâdımı özledim. Hocam Metbûlîye, ikindi namazından sonra bu arzumu bildirdim. Bana; Allahü teâlânın izniyle senin dileğin yerine gelecektir buyurdu. Bir anda kendimi, Hasankeyfte gördüm. Evimize girdim. Anneme ve babama selâm verdim. Onların yanında bir müddet kaldım. Sonra, hocam Metbûlîyi görmeyi arzuladım. Annem ve babamdan izin isteyip, şehrin dışında bir yere çıktım. O esnâda kendimi Kudüste buldum.
İbrâhim el-Metbûlî, talebelerine buyurdu ki: İnsanın tapındığı, yâni ömrünü kendisi için harcayıp, çok sevdiği şeyler çeşit çeşittir. İnsanların bir kısmı, nefsine, bir kısmı çocuğuna, bir kısmı malına, bir kısmı parasına, bir kısmı hanımına, bir kısmı, makam ve mevkiye tapar... Herkes gönlünü bunlardan birisine bağlamıştır. Bunların bağından kurtulmak çok zordur. Bunlara tapınmaktan sadece; kendine, malına, makamı ve mevkiine güvenmeyip, her şeyin sâhibi ve yaratıcısı Allahü teâlâya hakkıyla kulluk yapamadığını bilip, yaptıklarını hep kusurlu ve noksan görerek, nefsini ayıplayanlar kurtulabilir...
Bir kimse yalnız Allahü teâlâyı düşünürse, ona hiçbir şey ve kimse zarar veremez.
Tevekkül, kalbinin ve nefsinin meylettiği her şeyden uzaklaşmaktır.
Sâlihlerle sohbet etmek, onlarla berâber bulunmak kalpte iyilik meydana getirir. Bozuk kimselerle sohbet etmek ve onlarla berâber bulunmak kalpte fesâd ve kötülük meydana getirir.

İSTİFADE ETMEK İÇİN!..
Hocalarımın huzûruna girdiğim zaman, onları görmenin ve sohbetlerinde bulunmanın bereketini istediğim için dünyâ düşüncelerini tamâmen unuttum. Çünkü bir kimse hocasının huzûruna dünyâ, mal ve makam düşüncesiyle girerse onu görmenin ve onunla bulunmanın bereketini bulamaz ve sözlerinden istifâde edemez.
İbrâhim el-Metbûlî vefat etmeden önce buyurdu ki:
Tekebbür etme, tevâzu sâhibi ol. Böylece yüksek mertebelere kavuşursun...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mîrim Halvetî hazretleri</label>
Mîrim Halvetî hazretleri, Anadoluda yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1409 (H.812) senesinde Kırşehirde vefât etti. Vefât zamanları Karamanoğlu Mehmed Beyin o bölgeye hükmettiği târihlere rastlamaktadır... KÜLÂBÂDDAN GÜLÂBÂDA...
Mîrim Halvetî, Afganistanda Heratta dünyaya geldi ve orada ilim tahsîl etti. Tîmûr Han zamânında Anadoluya gelip Kırşehire yerleşti. Ahî Evrân oğullarındandır. Kırşehire geldiğinde burası hoşuna gidip; Külâbâddan çıktık ise Gülâbâda geldik buyurdu.
Mîrim Halvetî, Halvetî büyüklerinden Ömer Halvetînin sohbetine katıldı ve nefsiyle uzun seneler mücâdele edip, ıslâha çalıştı. Netîcede hocasından icâzet, diploma aldı. İnsanlara güzel ahlâkı öğretmekle vazîfelendirildi. Hocasının vefâtından sonra ona bir türbe yaptı. AyrıcaTebrizde dergâhlar inşâ etti...
Bu mübarek zat, talebelerine yaptığı nasihatlerde buyurdu ki:
İnsanın şerefi ve mertliği kimseyi hoşlanmadığı bir şeyle karşılamaması; ahlâkının güzelliği başkasına eziyet veren şeyi terk etmesi; cömertliği, üzerinde hakkı olan kimselere iyilik etmesi, insaflı olması; hak ortaya çıktığı zaman hakkı kabul etmesidir.
Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allahü teâlâ ondan râzı olur. Çok istigfâr etmek, yumuşaklık ve sadâkat çokluğu.
Üç şey kimde bulunursa, pişman olmaz. Bunlar acele etmemek, meşveret ve tevekküldür.
Eğer câhiller susup, konuşmasalardı, insanlar arasında ihtilâf olmazdı.
Kim arkadaşına kimsenin olmadığı yerde yalnız başına nasihat ederse, onu süslemiş olur. Kim de arkadaşına alenî, halk arasında nasihat ederse, onu lekelemiş olur.
İnsanın günahlarla mânen ölmesi, gerçekten ölmesinden daha büyük bir ölümdür. Hayâtının bereketli kısa bir hayat olması bereketsiz uzun hayattan daha hayırlıdır.
Kim Allahü teâlâya bağlanıp, tevekkül ederse, Allahü teâlâ onu her türlü kötülükten ve düşmandan korur.
Dindarlık şeref, ilim hazine, çok konuşmamak nur, aynı zamanda zühdün ve verânın en yükseğidir.

HAK YOLUN YOLCUSU...
Mîrim Halvetî hazretleri vefat etmeden evvel sevdiklerine şöyle buyurdu:
Hak yolun yolcusu gönlünü âhirete vermeli, dünyâlıklara kapılmamalıdır. Bir olan Allahü teâlâya bağlanmalı, başka şeylere heves etmemelidir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Murâd Efendi</label>

Muhammed Murâd Efendi, İstanbulda yetişen âlim ve velîlerdendir. 1788 (H.1203) senesinde doğdu. 1847 (H.1264) senesinde vefat etti. Kabri, Fatih-Çarşambadaki tekkesinin yanında kurduğu Dâr-ül-Mesnevî bahçesindedir... ŞU KİMSELERLE ARKADAŞ OL!Bu mübarek zatın da kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
İlim ve mârifet ehli şöyle tenbih etmişlerdir: Üç kimse ile arkadaş olup sohbet et. Birincisi, ilim ehli ve hüner, sanat sahibi olan kimselerle arkadaş ol. Dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşman kolay olur. İkincisi, güzel ahlâk sahibi kimselerle arkadaş ol. Çünkü böyle kimseler dostun ayıbını görmezlikten gelerek örterler ve bu ayıbını nasîhatle, düzeltirler. Bu hususta çok gayret gösterirler. Üçüncüsü; kötü niyetli olmayan, dünyaya düşkünlük göstermeyen, sâdık ve ihlâslı olan kimseler. Şu üç sınıf kimseden de sakınmak lazımdır: Birincisi, fısk ve fücur ehli olup, günah işleyen, nefislerine uyup Allahü teâlânın emrinden çıkan kimselerdir. Bunlarla arkadaşlık ne dünyâ rahatı kazandırır ne de âhirette rahmete kavuşturur! İkinci grup, yalancı ve hâin olanlardır. Bunlarla dostluk acı azaba ve felâkete sebeb olur. Senden başkasına, başkasından sana söz taşır... Üçüncü sınıf, ahmak olanlardır. Bunların sözlerine itimat edilmez. Ne fayda sağlayabilirler ne de bir zarara mani olabilirler. Hayırlı gördükleri şer, faydalı gördükleri zararlıdır. Zararlı gördükleri faydalıdır.
Şu hususlar iyi bir Müslümanın vasıflarındandır. Allahü teâlâ mealen; Müminler ancak kardeştir (Hucurat Sûresi-13) buyurdu. Müminin itikadı doğru olmalıdır. Kendi nefsi için ne muâmele yaparsa Müslüman kardeşleri için de aynı muâmeleyi yapmalıdır. Devamlı tâat üzere bulunup günahlardan sakınmalıdır. Doğru sözlü ve yalandan uzak olmalıdır. Hayra koşmalı ve hayra teşvik edici olmalıdır. Çok merhametli ve şefkatli olup her hususta adaletten ayrılmamalıdır. İslamiyetten asla ayrılmamalı, ahdinde sağlam ve vadinde doğru olmalıdır. Hayır işleri tehir etmemeli ve değiştirmemelidir. Yumuşak huyluluğun yanında şüphe ve tereddütten kurtulmuş bir kalbe sâhib olmalıdır...

DOSTLAR İÇİN İYİ NİYETLİ OLMALI
Muhammed Murâd Efendi, vefat etmeden önce talebelerine buyurdu ki:
Sâlih ve başkasının iyiliğine çalışan iyi kalbli bir kimse olmalıdır. Allahü teâlâ meâlen; Kim salih amel işlerse (sevab) kendinedir (Fussilet Sûresi-46) buyurdu. Gururlu olmamalı ve ibâdeti dünya menfaati için yapmamalı. Dostlar için iyi niyetli olup her feyzini Allahü teâlâdan bilmeli...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Sıddîk Keşmî</label>

Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî hazretleri, Hindistanda yetişen büyük velîlerdendir. Küçük iken, Hân-ı Hânân Abdürrahîmin sohbetinde bulundu. Bunun vâsıtası ile Hâce Bâkî-billah hazretlerinin sohbeti ile şereflendi. Bu hocasının vefâtından sonra, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbet ve hizmetine kavuştu...SONSUZ FELAKET SEBEBİ!..
Mevlânâ Muhammed Sıddîk Keşmî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ayrı ayrı kâğıtlara yazdığı Mebde ve Meâd risâlesini 1610 (H.1019) senesinde toplayıp, kitap hâline getirdi.
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubâtında Muhammed Sıddîk Keşmîye yazılmış mektublar vardır. Bunlardan birisinde özetle buyuruyor ki:
Aşırı sevgi ve tâm bağlılıkla yazılmış olan güzel mektûbunuz geldi. Bundan dolayı, Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun! Bu yolda olanları tanımak ve sevmek, Allahü teâlânın nîmetlerinin en büyüklerindendir. Hangi mesûd kimseyi acaba bu nîmetlerle şereflendirirler? Şeyh-ul-islâm Abdüllah-i Ensârî Hirevî buyuruyor ki: (Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan, onları tanımıyor!) Bu büyüklere düşmanlık etmek, sonsuz ölüme sürükleyen bir zehirdir. Onları incitmek, sonsuz felaketlere sebep olur. Allahü teâlâ bizi ve sizi bu belâya düşmekten korusun! Şeyh-ul-islâm yine buyurdu ki, (Yâ Rabbî! Her kimi felakete düşürmek istersen, onu bizim üzerimize atarsın)...
Allahü teâlânın size yeniden ihsân etmiş olduğu bu tevbeyi ve bu yola kavuşmayı büyük nîmet biliniz! Bu yolda ilerlemek için Allahü teâlâya yalvarınız! Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafânın izinde gidenlere selâmet versin!..

O ÖLÜM Kİ, ONA YAŞAMA DERİM
Muhammed Sıddîk hazretleri, 1640 (H.1050) senesinde vefât etti. Kabri, Delhide, hazret-i Hâce Bâkî-billah hazretlerinin bulunduğu kabristandadır. Vefat etmeden önce buyurdu ki:
O ölüm ki, ona yaşama derim, beyti meşhurdur. Gerçekten sonsuz hayat, ölüme bağlıdır. Ölüm, ebedî hayatın süsleyicisi, donatıcısıdır. Hayır, belki âb-ı hayâttır, yâni hayat bahşeden, hiç öldürmeyen sudur. Ölüm, dostluğun kuvvetlendiricisidir. Ölüm, mâsivâ binâsını ateşe vericidir. Ölüm, üzüntü perdelerinin yakıcısıdır. Ölüm, hakikâtin aynasıdır. Ölüm, görünmeyen güzelin yüzünden perdeyi kaldırıcıdır. Gönlümün, gelmesinden hoşlandığı, beklediği şey ölümdür. Dağınıklıkları toplayan ölümdür. Ölüm seveni sevdiğine kavuşturucudur. Resûlullah efendimiz; Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür buyurdu...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri