Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fâris bin Îsâ Bağdâdî</label>
Fâris bin Îsâ hazretleri, Bağdâtta yetişen büyük velîlerdendir. Doğum tarihi belli değildir. 951 (H.340) senesinden sonra Semerkantta vefât etti... Bağdâtta tahsile başlayan Fâris bin Îsâ Bağdâdî, sonra Horasan, Semerkant ve Mervde zamanın büyük âlimlerinden ilim tahsil edip, tasavvuf yolunda ilerledi. Cüneyd-i Bağdâdî, Hallâc-ı Mensûr, Yûsuf bin Hüseyin, Ebül-Abbâs bin Atâ ve Hüseyin bin Muhammed onun hocaları arasındaydı. Hallâc-ı Mensûrdan hilâfet aldı. Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin pek kıymetli sözlerini rivâyet etti.
Fâris bin Îsâ hazretleri, çok ibâdet eder, pek güzel sözlerle insanlara doğru yolu anlatır. Onların din ve dünyâ saâdetine ulaşmaları için bütün gücüyle çalışırdı...
BORÇLU MAHCUP OLUR!..
Bu mübarek zat, borç almaktansa aç dolaşmayı tercih ederdi ve;
Bir borçlu, borçlu olduğu hâlde ölürse, kıyâmette alacaklısının önünde mahcup olur. Borçlu ile kanâat arası, doğu ile batı kadar uzaktır. Sûfînin, ödünç almaktansa ölmesi daha iyidir derdi.
Kendisi anlatır:
Hallâc-ı Mensûra Mürîd kimdir? diye sordum. Mürîd, maksadı Allahü teâlâ olan ve Ona kavuşmayınca hiçbir şeye meyletmeyen kimsedir buyurdu.
Nefsine biraz istirahat ver, ona bu kadar yüklenme diyen dostlarına; Allahü teâlâya kavuşacağım yolu kesemem buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri çok namaz kılardı. Ölüm vaktinde de ders yapıyorduk ve o îmâ ile namaz kılıyordu.
Allahü teâlânın muhabbetiyle yananların kalpleri, Allahü teâlânın nûru ile aydınlanmıştır. Bunlar şevke gelince; bu nur, gökle yer arasını aydınlatır. Sonra Allahü teâlâ bunları meleklerine takdim eder ve; Bunlar bana kavuşmak isterler, siz şâhid olun ki, ben bunlara onlardan daha çok hasretim buyurur.

ÂRİF, HEP KORKU İÇİNDEDİR!
Zünnûn-i Mısrî hazretlerinden nakleder:
Kim güzel amelini riyâkârlıkta kullanırsa, onun yaptığı iyi ameller günaha dönüşür... Bir dostum vefât etmişti. Bir gün rüyâmda gördüm. Allahü teâlânın kendisine nasıl muâmele ettiğini sordum. Allahü teâlânın; Ben seni affettim. Sen dünyâda fakirlere, benim rızam için yiyecek götürüyor, onları doyuruyordun buyurduğunu anlattı.
Fâris bin Îsâ Bağdâdî hazretleri vefat etmeden önce buyurdu ki:
Ârif, her gün korku içindedir. Çünkü o, hesap vaktinin her saat yaklaştığını yakînen bilmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Ömer Gamrî</label>
Muhammed bin Ömer Gamrî hazretleri, evliyânın büyüklerinden ve Şâfiî mezhebî fıkıh âlimidir. 1384 (H.786) senesinde Mısırın Gamr bölgesinde doğdu. 1445 (H.849) senesi Şâbân ayının sonlarında Mahallet-ül-Kübrâ denilen yerde vefât etti. Yaptırdığı câminin yanına defnedildi. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: KEREM SÂHİPLERİ VE YİĞİTLER!..Belâlara sabır, yiğit kişilerin Allahtan gelen her şeye rızâ göstermek ise, kerem sâhiplerinin (evliyânın) ahlâkıdır.
Allahü teâlânın azâbından korkmak, kamçı gibidir, edebsizliği ahlâk edinenleri bu kamçı ile terbiye ederler. Âzâların kötü bir şey işlemeleri, kalbin gafletindendir.
Yapılan amelin maksada ulaştığının alâmeti, o amelde acz ve kusurdan başka bir şey görmemektir.
Dünyânın ne değerde olduğunu idrâk eden, âhiretten nasibini alır. Dünyâya düşkün olmak, insanın kalbini öldürür.
Aklı başında bir insan isen, bir lokma ekmek için alçak dünyaya baş eğip muhtaç olma. Git, değirmen gibi, sen de ekmeğini taştan çıkar. Alnının teriyle kazan ve kimseye minnet etme!
Zamânımızın insanlarının işi gücü dâimâ halka, yakınlarına ve kardeşlerine kötülük ve eziyet çektirmekten ibârettir. Hattâ kusursuz ve en iyi kalbli bir insan bile olsan seni de hazret-i Yûsuf gibi kuyuya atmaya kalkışırlar.
Gönlün ferah olup duânın makbûl olmasını istersen, şu beş şeyi terk etme:
1) Dünyâya harîs olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle berâber ol.
2) Gece namazı kıl! Kazâya kalmış namazlarını, geceleri de kazâ ederek bir an önce öde! Farz namazı kazâya kalan kimsenin, sünnet ve nâfile namazları kabûl olmaz. Yâni sahîh olsa da sevap verilmez. Âlimlerimiz buyuruyor ki, şeytan, Müslümanları aldatmak için, farzları ehemmiyetsiz gösterip, sünnet ve nâfileleri yapmaya sevk eder.
3) Tegannî etmeden Kurân-ı kerîm oku.
4) Namazlarını tam olarak, vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kıl.
5) Helâl ye. Helâl yiyenin duâsı makbuldür. O halde helâli, haramı öğrenmek lâzımdır.

ŞEHÎDLER DİYECEKLER Kİ!..
Muhammed bin Ömer Gamrî hazretleri vefat etmeden kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Alimlerin meclisinden ayrılma. Kıyâmet günü şehîdlerin kanı âlimlerin mürekkebi ile tartılacak, şehîdler diyecekler ki: Âlimler zamanlarının ışık kaynağıdır. Her âlim zamânının lambasıdır. İnsanlar âlimler vâsıtası ile aydınlanırlar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Celâl Ali Efendi</label>
Celâl Ali Efendi, 18. yüzyılda bir Osmanlı şehri olan Atinada dünyaya geldi. İlk tahsîline Atinada başladı. Bir ara âilesi onu komşuları olan bir Rum kızıyla evlendirmek istedi. Fakat o, bunu kabul etmedi. Ailesi baskı yapınca evden kaçarak Atinayı terk etti. Bir gün yolu Konyaya düştü. Burada hastalandı. Birkaç ay bir köşede garip kaldı. Bu esnâda mevlevî dergâhı şeyhi Hüseyin Efendi ile tanıştı. Onun dergâhında sıhhate kavuşunca, Hüseyin Efendiye talebe oldu... TRABLUSTAKİ DERGÂHA DÖNDÜ...Bir ara bâzı arkadaşları ile arasında anlaşmazlık çıktı. Fakat Celâl Ali Dede onlarla münâkaşaya girmeyip oradan uzaklaştı. Konyayı terk ederek, yine bir Osmanlı beldesi olan Lübnanın Trablus şehrine geldi ve buradaki Mevlevî dergâhına şeyh oldu. Orada da hasedçileri onu rahatsız etmeye, aleyhinde konuşmağa başladılar. O sırada Kavalalı Mehmed Ali Paşa Mısıra vâli olunca, namını duyduğu Celâl Ali Efendiyi Kâhireye dâvet etti. Oraya geldiğinde kendisine çok ikrâm ve iltifatta bulundu. Fakat Kahirede de rahat vermediler. Oradan gemiyle İstanbula gidip bir müddet Galata Mevlevîhânesinde kaldı. Bir müddet İstanbulda kaldıktan sonra Trablustaki dergâhına döndü. Dergâha vardıktan on sekiz gün sonra vefât etti ve dergâhının bahçesine defnedildi...
Celâl Ali Dede, dergahında Mesneviden okur, nasihat ederdi. Buyurdu ki:
Ölüm gelmeden yoldaşını iyi seç! Hayatta sana üç yoldaş vardır. Biri vefâkârdır, diğer ikisi ise gaddar: Biri dostların, öbürü malın-mülkün, üçüncüsü ise iyi işlerin ki, vefalı olan budur. Öldüğün vakit, malın seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkamaz; dostun gelir, ama sadece mezarının başına kadar. Fakat yaptığın işler vefakârdır; onlara iyice sarıl ki mezarının içine kadar seninle gelen onlardır. Eğer amelin iyiyse, orada sana dost olur; kötüyse yılan kesilir...

ZAYIFLARA MERHAMET ET!..
Merhamete nâil olmak istersen, zayıflara merhamet et!..
Ey oğul, bağı çöz; hür ol! Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın?..
İçinde pusu kurmuş olan nefis, kibir ve kin bakımından bütün insanlardan beterdir!..
İnsan dostunu göremiyor, ayırt edemiyorsa kör olsun daha iyi...
Sözün faydası yoksa söyleme! Söz söylemek için önce dinlemek gerekir...
Celâl Ali Efendi, vefatına yakın dedi ki:
Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil! Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir...


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hâris el-Muhâsibî</label>
Hâris el-Muhâsibî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Nefsini çok hesâba çekmesi sebebiyle Muhâsibî denilmiştir. 857 (H.243)de Bağdâtta vefât etti. Bu mübarek zatın da hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki: MUHÂSEBE EHLİNİN HASLETLERİ...Nefsini hesâba çeken muhâsebe ehlinin belli hasletleri vardır. Bunları tecrübe ve tatbik edince, Allahü teâlânın ihsânıyla şerefli makamlara ulaşmışlardır. Her şey güçlü bir azimle ve nefsânî arzuları tamâmen terk etmekle elde edilir. Çünkü azmi sağlam olanların nefsin hevâ ve hevesine karşı durmaları basitleşir. O halde kuvvetli bir azimle şu hususlara uy:
1) Doğru ve yalan yere yemin etme. 2) Yalan söylemekten sakın. 3) Zulüm bile yapmış olsa hiçbir kimseye lânet etme. 4) Vefâkâr olmak imkânı bulduğun müddetçe ahdinden dönme. 5) Ne sözle ne de hareketle hiç kimseye bedduâ etme. Yaptığın iyilik için mükâfât, karşılık bekleme. Allahü teâlânın rızâsı için tahammüllü ol. 6) Kâfir olsun, müşrik veya münâfık olsun, hiçbir kimsenin aleyhinde şâhidlik yapma. Halka karşı merhametli ol. Allahü teâlânın gazabından uzak kalmak için en uygun yol budur. 7) Ne içinden ne de dışından aslâ günah işlemeye yönelme, âzâlarının tamâmını günahtan uzak tut. 8) Hiç kimseyi incitme. İster az ister çok olsun veya ihtiyacın olsun yâhud da olmasın hiçbir halde kendi yükünü kimseye yükleme. 9) İnsanlardan hiçbir şey bekleme ve sâhib oldukları hiçbir şeye göz dikme. 10) Dünyâ ve âhirette makam ve izzet yüksekliği, Allahü teâlânın dilemesine, vermesine bağlıdır. Bu bakımdan kendini karşılaştığın hiçbir insandan daha üstün görme...

AKLINIZI BAŞINIZA ALINIZ!..
Yine buyurdu ki: Kıymetli kardeşim! Kötü âlimler insanlar için çok tehlikelidir. Onlar dünyâya düşkündürler. Dünyâyı âhirete tercih ederler. Sonra şunu iyi bil. Dünyâyı âhirete tercih edenler, râhat ve huzur içerisinde de değildirler. Onların neşe ve sevinçlerine, keder ve sıkıntılar karışmıştır. Bunların sonu felâkettir. Aslında böyle kimselerin dünyâsı da âhireti de harâbdır. İki dünyâları da perişândır. Kıymetli kardeşim! Kendinize geliniz. Aklınızı başınıza alınız. Allahü teâlâdan korkunuz. Şeytan sizi aldatmasın. Şeytan ve onun yardımcıları, Allahü teâlânın huzûrunda perişan olacaklardır.
Hâris el-Muhâsibî hazretleri, vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki:
Kim cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle berâber olsun.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhim bin Şehriyâr Hemedânî</label>

İbrâhim bin Şehriyâr hazretleri, 1209 (H. 606) yılında İranda, Hemedan şehrinde dünyâya geldi. Küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ezberledi. Sesi ve kırâati çok güzeldi. Büyük tasavvuf âlimi Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin ders ve sohbetlerine katıldı... HOCASI, HİNDİSTANA GÖNDERDİ...Hocası bir müddet sonra onu, Hindistanın Multan şehrinde halîfelerinden Şeyh Behâeddîn Zekeriyyâ-i Multânîye gönderdi. Oradan Hicaz taraflarına gitti. Dönüşünde Anadoluya uğradı. Konyada Sadreddîn-i Konevî ile sohbet edip, ilminden istifâde etti. Bir müddet Tokatta, Muînüddîn Süleymânın yaptırdığı dergâhta tâliplerini yetiştirmekle meşgûl oldu. Muînüddîn Süleymânın vefâtından sonra Mısıra, daha sonra da Şama gitti. 1289 (H.688) yılında orada vefât etti. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbesinde defnedildi.
İbrâhim bin Şehriyâr hazretleri buyurdu ki:
Ümmetlerin her biri, Rahmânın yolu üzerine oturmuş kötü âlimler yüzünden helâk olurlar. Onlar habis amelleri ile Allahü teâlânın yolunu kesmiş, insanlara engel olmuş olurlar.
Kulun amelini güzelce edâ etmesi kadar şeytanın belini kıran bir şey yoktur. Kul, kırk yaşına bastığı zaman bütün isyân ve günahlardan tövbe etmezse, şeytan onun alnını sığar durur ve; Felah ve kurtuluştan uzak kalan bir yüze feda olayım der.
Sakın şüpheli bir şeyle Mekke yoluna koyulayım demeyiniz. Biliniz ki haram ve şüpheli şeylerden bir dirhemin altıda biri kadar bir hakkı sâhibine iâde etmek, içinde şüpheli kazanç bulunan malla yapılacak beş yüz nâfile hacdan Allah yanında daha kıymetlidir.

İBLİSİN ÜÇ TUZAĞI!..
Bu mübarek zat, bir gün sevdiklerine şu hikmetli sözleri söyledi:
Azarlaması çok olanın arkadaşı az olur. Kim fâcir, zâlim kimseye yardım ederse, onu günahlara karşı kamçılamış olur. Kim alçak kişiden meded umarsa, kendisine ihânet etmiş olur. Kim ilmiyle âmil olmayandan ilim öğrenmek isterse, câhilliğini arttırmış olur. Kim ahmak adama ilim öğretmeye çalışırsa, şüphesiz ömrünü faydasız bir şeyle geçirmiş olur. Kim nanköre iyilik ederse, nîmeti zâyi etmiş olur.
İbrâhim bin Şehriyâr hazretleri, vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki:
İblis, üç şeyden biri ile âdemoğlunu tuzağına düşürür. Birincisi kendini beğenmesi, ikincisi amelini gözünde büyütmesi, üçüncüsü günahlarını unutmasıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fâtıma binti Müsennâ</label>
Fâtıma binti Müsennâ, Endülüsde (İspanya) Sevilla şehrinde yetişen hanım velîlerdendir. On ikinci asırda yaşamıştır. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Rûh-ül-Kuds isimli eserinde şöyle anlatıyor: DÜNYA İLE ALÂKASI YOKTUBen, Fâtıma binti Müsennânın devrine yetiştim. 90 yaşının üzerindeydi. Ona dikkat ettim, hiçbir şey yemiyordu. İnsanlar yemek olarak kapısının önüne bir şey koyarlarsa, onlardan ölmeyecek kadar yerdi. Ben yanına oturduğumda, yüzüne bakmaya utanır, hayâ ederdim. On sene onun hikmetli sözlerinden istifade ettim. Kendi hâlinde yaşardı. Dünyâ ile alâkası yoktu. Kimseden bir şey istemezdi. Bir ihtiyâcı olsa, görülmesi icâb eden bir işi meydana çıksa Fâtiha-i şerîfeyi okur, Allahü teâlânın izni ile o şey hemen hallolurdu...
Yine Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Fütûhât-ı Mekkiyye kitabında şöyle anlatıyor:
Bir gün Fâtıma hazretlerinin yanına bir kadın gelerek; Benim kocam, Jerez dela Frontera beldesinde bulunuyor. Haber aldım ki, orada birisi ile evlenmiş. Onu geri getirebilir misiniz? dedi. Fâtiha-i şerîfe ve başka şeyler okudu. Okuduğu Fâtiha, Allahü teâlânın izniyle insan sûretine (şekline) geldi. Ona; Ey Fâtiha-tul-kitâb! (Fâtiha sûresi) Bu kadının kocasını getir! dedi. Allahü teâlânın izniyle o kadının kocası bir anda evine geldi. Çoluk çocuğu çok sevindiler. Böylece, Fâtıma hazretlerinin bir kerâmetine daha şâhid olduk...
Bu mübarek kadın, âhirette hesaba çekilmekten çok korkardı. Bu hususta; İsmâil ve Îsâ aleyhisselâm gibi sâdıkların sadâkatinden sorguya çekildikleri zaman, bizim gibi kâziblerin, yalancıların hâli nice olur? derdi.

GERÇEK MÂRİFET SAHİPLERİ!..
Fâtıma binti Müsennâ hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki:
Konuşunca Allahü teâlâdan konuşanlar, amel edince Allah için amel edenler, bir şey isteyince de Allahü teâlâdan isteyenler gerçek mârifet sâhipleridir.
Yemek yemekten ve ilaçtan kesilen hasta misâli ilim ve hikmetten mahrûm kalan kalp de ölüme mahkûmdur.
Allahü teâlâyı arzu eden, ondan gayri her şeyden yüzünü çevirir.
Kalbine dikkat ve teveccüh edenin kalbinde, Allahü teâlânın sevgisi meydana gelir.
Fâtıma binti Müsennâ, vefat etmeden önce buyurdu ki:
Kendi arzularından ziyâde Allahü teâlâyı isteyenin kalbinde Allah sevgisi doğar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hüsâmeddîn Uşâkî hazretleri</label>
İstanbulda medfun bulunan evliyanın büyüklerinden Hüsâmeddîn Uşâkî hazretleri, 1594 (H.1003) senesinde vefât etti. Kasımpaşada, Uşâkî Dergâhına defnedildi. Asıl memleketi Uşak olduğu için, Uşâkî adıyla meşhur oldu. Nükteli ve hikmetli sözler söyleyen Hüsâmeddîn Uşâkî hazretleri buyurdu ki: TÖVBEKÂR DÖRT ŞEYİ YAPARTövbekâr dört şeyi yapar: Lisânını gıybetten, yalandan, hasedden, boş sözden korur. Kötü arkadaşlardan ayrılır. Günahını hatırladığı zaman, Allahü teâlâdan hayâ eder. Ölüme hazırlanır. Böyle olup da Allahın rızâsı dışında iş yapmayan kimseyi, Allahü teâlâ sever. Şeytandan korur ve Cehennemden emin kılar.
Eğer dost istersen Allahü teâlâ kâfi, yol arkadaşı istersen Kirâmen kâtibîn melekleri yeter. Eğer arkadaş istersen, Kurân-ı kerîm yeter. Eğer iş istersen, Allahü teâlâya ibâdet etmek yeter. Eğer nasîhat istersen, ölüm yeter. Eğer bu söylediklerimi kabullenmemiş isen sana Cehennem yeter.
Beş türlü kalp vardır. Kalp vardır ölüdür, kalp vardır hastadır, kalp vardır gâfildir, kalp vardır mühürlüdür, kalp vardır sapasağlamdır. Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın kalbi hastadır. Nasîbsiz kimsenin kalbi gâfildir. Kalbimizde perde vardır diyerek fenâ iş yapanın kalbi de mühürlüdür. Allahü teâlâdan korkup dâimâ ibâdette bulunan kimsenin kalbi de sağlam olan kalptir.
İnsanlara ilim öğretip, insanlar ondan öğrendikleri ilim ile amel ettikleri halde kendisi amel etmeyen kimse, kıyâmet günü pişmanlığı en çok olan kimsedir.

MİSK SATICISI ALİ EFENDİ
Şöyle anlatılır: Kasımpaşada, Uşâkî hazretlerinin dergâhı yakınlarında Ali Efendi isminde bir zât vardı. Ali Efendi misk satıcısı idi. Bir şey tartarken, hak geçmesin diye çok dikkat ederdi. Ali Efendi, hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitmişti. Hacı olduktan sonra, Resûl-i Erkem Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kabr-i şerîfini ziyâret için Medîne-i münevvereye gitmek istedi. Fakat ayaklarındaki bir hastalıktan dolayı gidemedi. Bu duruma çok üzüldü. Bir gece rüyâsında Peygamber Efendimizi gördü. Resulullah efendimiz ona; (Ağlama! Kasımpaşada evlâdım Hüsâmeddîn-i Uşâkînin kabrini ziyâret et, onu ziyâret etmek, beni ziyâret gibidir) buyurdu... Sonra İstanbula dönen Ali Efendi, her gün işe giderken Uşâkî hazretlerinin kabrini ziyâret etmeyi kendisine vazife ve âdet edinmişti. Vefât ederken bunu çocuklarına anlattı ve dedi ki: Siz de benim yaptığımı yapın.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mehmed Emîn Tokâdî</label>
Mehmed Emîn Tokâdî hazretleri, İstanbulun 4 büyük evliyâsındandır. 1745 (H.1158) târihinde İstanbulda vefât etti. Kabr-i şerîfi, Unkapanına inen cadde ile Zeyrek Yokuşunun kesiştiği tepe üzerinde, Soğukkuyu Pîrî Paşa Medresesi kabristanındadır... MÜMİNE ÖNCE LAZIM OLANMehmed Emîn Tokâdî hazretleri, kendisinden nasihat isteyenlere dâimâ; Önce şunu iyi bilmelidir: Müminlere önce lâzım olan, Ehl-i sünnet ve cemâat âlimlerinin bildirdikleri şekilde îtikâd etmektir. Çünkü doğru îtikâd, herkes için temeldir. Temel olmayınca binâ olmaz. Doğru îtikad her şeyden önce geldiği için, önce onu söylüyoruz. Ehl-i sünnet ve cemâat; Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiîn efendilerimiz, müctehid imâmlar ve kıyâmete kadar onlara tam olarak tâbi olanlardır buyururdu. Vasiyeti şöyledir:
Allahü teâlâya hamd, kendisinden sonra peygamber gelmeyecek olan şefâatçımız Muhammed sallallahü aleyhi ve selleme, âline, Eshâbına, bütün nebî ve resûllere salât, hayır duâlar olsun. Allahü teâlâdan günahlarımın affını dilerim. Allahım! Beni bağışla. Allahü teâlâdan Rab olarak, İslâmiyetten din olarak, Muhammed aleyhisselâmdan Peygamber olarak, Kurân-ı kerîmden imam olarak, Kâbeden kıble olarak, namaz, oruç, hac, zekât ve Kelime-i şehâdetten farîza olarak, müminlerden kardeş olarak, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül-Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn ve Ali Murtezâdan imâmlar rehberler olarak râzı oldum. (Onları bu şekilde beğendim ve kabûl ettim). Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn...

MÜRÜVVET VE İNSANLIK ODUR Kİ!..
Allahü teâlâ, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin bütün eshâbından, dört müctehid imâmdan, şehîdlerden, sâlihlerden, evliyâdan, takvâ sâhiplerinden, zikredenlerden, büyüklerimizden ve bütün bu yolda bulunanlardan râzı olsun.
Vârislerime, ehlime (âileme) vasiyetim şudur: Dostların sözlerine râzı olup, mahkemeye gitmeyeler. Birbirine rızâ gösterip, mücâdele ve muhâsama itmeyeler (çekişmeyeler). Herkes biliyor ki, dünyâ fâni, âhiret bâkîdir. Allahü teâlâyı zikre, anıp, hatırlamaya çok gayret edip, çalışalar. Çünkü, bütün saâdetlerin başı budur. Herkese gönül hoşluğu ile kıyâmete kadar hakkımı helâl ettim. Kimsede hakkım yoktur. Mürüvvet ve insanlık, kerem, cömertlik, asâlet ve yardım odur ki, tanıyan ve tanımayan dostlar ve başkaları dahi âhiret hakkını helâl ve hayır duâdan unutmayıp, hayır ile iyilikle şehâdet edeler. Vesselâm...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed Saîd-i Farûkî</label>
Ahmed Saîd-i Farûkî hazretleri, Hindistanda yetişen büyük velîlerdendir. Nesebi İmâm-ı Rabbânî hazretlerine dayanır. 1802 (H.1217) senesi Ağustos ayında Hindistanın Rampûr şehrine bağlı Mustafa-âbâd beldesinde dünyâya geldi. RESULULLAHIN KABRİNİ ZİYARET
Babası Ebû Saîd, Seyyid Abdullah-ı Dehlevînin sohbet ve hizmetlerinde bulunmaktaydı. Ahmed Saîd de babası ile birlikte o büyük velînin sohbetlerine devâm etmeye başladı. Otuz iki yaşında iken de Abdullah-ı Dehlevîden mezun olarak, talebeleri mânevî olarak terbiye edip, yetiştirmek üzere vazîfelendirildi.
Ahmed Saîd hazretlerine, Resûlullah efendimizin kabrinin nasıl ziyâret edileceği sorulduğunda buyurdu ki:
Resûlullah efendimizin kabrini ziyâret eden kimse, dünyâ işlerini ve bu ziyâretle alâkalı olmayan her şeyi kalbinden çıkarır. Bunun için gayret gösterir. Bu gayrete, kalbinde, Resûl aleyhisselâmdan istimdâd, yardım isteme hâli meydana gelinceye kadar devâm eder. Dünyâ sevgisi ve nefsin arzu ve istekleri gibi kirli düşüncelerle meşgûl olan bir kalb, Resûlullah efendimizin yardımlarına kavuşmaktan mahrûmdur. Hattâ o huzurda böyle bir kalb ile bulunmak bile uygun değildir. Mümkün olan nisbette kalbini uygunsuz düşüncelerden temizlemeye gayret ederek ve o huzurda bulunmaya layık olmadığını düşünerek, mahzûn bir gönülle, Resûlullah efendimizin af ve merhametlerinin genişliğinden ümitli olarak, Onun kabr-i şerîfinde bizim bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu, ziyâretine gelenleri, ziyâretçinin derecesi, hâli ve kalbine göre tanıyıp, yardım ettiğini ve daha bunun gibi şeyleri düşünerek ziyâret eder. Muhabbet ve bağlılığı nisbetinde o deryâdan feyz alır...

KATI KALPLERİN YUMUŞAMASI İÇİN...
Ahmed Saîd hazretleri 1861 (H.1278) senesinde vefât etti. Vefâtında, Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin mübârek mihrâbının yanında bulunuyordu. Yüksek ceddi hazret-i Ömerin cenâze namazının kılındığı yerde namazı kılınıp, Bakî Kabristanında defnolundu. Kabri, hazret-i Osman-ı Zinnûreynin kabri yakınındadır.
Ahmed Saîd hazretleri vefat etmeden kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Düşünerek, kendinden evvel vefât etmiş olan akrabâ ve dostlarının hâlinden ibret alarak kabir ziyâreti yapmak, katı kalpleri yumuşatmakta pek faydalıdır. Bu sebeple kabir ziyâretini çok yapmak lâzımdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Câfer bin Abdürrahim Kilâî</label>
Câfer bin Abdürrahim Kilâî hazretleri, Yemende yaşamış olan âlim ve velilerdendir. Cünd şehri yakınlarında bir köyde doğdu. 1067 (H.460) senesi aynı yerde vefât etti. AFFEDİP DE PİŞMAN OL!..Câfer el-Kilâî, fıkıh ilminde üstün bir dereceye yükseldi. Âlim olduğu kadar âbid, çok ibâdet eden ve zâhid, dünyâya gönül bağlamayan bir zât idi. Birçok kimse yanında yetişip âlim oldu. Ebû İshak Sarzefî bunlardan biri olup, ferâiz (İslâm mîras hukûku) ilmine dâir olan Kâfî kitabının yazarıdır.
Bu mübarek zatın da, talebelerine kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak benim için daha sevimlidir.
Allahü teâlâ, günah işlemekten kurtardığı kulunu malsız olarak zengin yapmış, aşîretsiz olarak aziz ve şerefli kılmış, kimsesi olmadığı halde onu arkadaş eylemiştir.
Tevekkül, bir şeyin olması ile, olmaması arasında fark gözetmemektir.
Dünyâ ve âhirette iyilik, sabır ile ele geçer.
Fütüvvet, nefsini aşağı tutup, Müslümanlara hürmeti büyük bilmektir.
Akıl, insanı helâk edici yerlerden uzak tutan şeydir.
Allahü teâlâya âşık olanlar, insanı Ondan uzaklaştıran her şeyden uzak olup, alâkalarını keserler.
Kendine lâzım olan ilimleri öğrenmeli ve bu ilimlerle amel etmeyi de ihmal etmemelidir.
İlim, Allahü teâlâyı tanımaya ve Ona itâat etmeye vesîle olduğu için, ilim öğrenmek büyük ibâdettir.
Yediği yemeği, Allahü teâlâya ibâdet etmek ve Onun dînine hizmet etmek niyeti ile yemeyen kimse, şu üç zarara birden yakalanmıştır:
1. Yemek yerken geçen zamânı zâyi etti,
2. İçinde bulunduğu vakti zâyi etmeye devam ediyor,
3. Gelecek zamânı karşılamak fırsatını kaçırdı...

SALİHLERLE BERABER OLUNUZ!
Sâlihlerle sohbette berâber olup, onlarla sohbet ediniz. Onlar, dünyâ hazîneleridir. Onlarla berâber olmak, ebedî saâdetin anahtarıdır.
Allahü teâlâya itâatte tam kul ol ki, mahlûklar karşısında tam hür olasın. Allahü teâlâya ibâdet eden kimseye, mahlûklar itâat ve hizmet ederler.
Câfer bin Abdürrahim Kilâî hazretleri, vefat etmesine yakın günlerde buyurdu ki:
Bir kimse, yaptığı ibâdetlerini ihlâs ile yaparsa, Allahü teâlâ o kimseye, boş hâllerden, lüzumsuz heveslerden halâs olmak, kurtulmak nîmetini, râhatını ihsân eder.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Baba Nîmetullah Nahçıvânî</label>
Baba Nîmetullah Nahçıvânî, Osmanlılar zamânında yetişen İslâm âlimlerinden ve Nakşibendiyye yolunun büyük velîlerindendir. Âzerbaycanın Nahçıvân şehrinde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1514 (H.920) senesinde Konyaya bağlı Akşehirde vefât etti. Türbesi, Baştekke yolu üzerindedir... ÇOK TALEBE YETİŞTİRDİKüçük yaştan îtibâren doğum yeri olan Nahçıvânda bulunan kıymetli âlimlerden dersler almaya başlayan Baba Nîmetullah Nahçıvânî, fen ve din ilimlerini tahsîlden sonra tasavvufa yöneldi. Daha sonra Konyaya bağlı Akşehir beldesinde yerleşti. Orada uzun seneler ilme hizmet edip, çok talebe yetiştirdi... Sohbetlerinde, hocasının mürşidi Şâh-ı Nakşibend hazretlerinden naklederek buyurdu ki:
Dilini, Allahü teâlânın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru. Nefsini hesâba çek. İlme yapış ve edebi muhâfaza et. Hak ve hukûka riâyet et. İbâdetten ayrılma. Güzel ahlâklı, merhamet sâhibi ve yumuşak ol. Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma.
Havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sâhibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hatâ edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sâhibidir demek mümkün olmaz.
Günahlara bir defâ, tâatlere ise bin defâ tövbe etmek lâzımdır. Yâni yaptığı ibâdet ve tâatlere bakıp kendini beğenmek, o ibâdeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenâdır.

GAFLETİN İNSANA YAPTIĞI!..
İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun, gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve keremin ile bu duâyı kabûl eyle.
Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alâmeti; kendisinde deniz misâli cömertlik, güneş misâli şefkat ve toprak misâli tevâzu gibi üç hasletin bulunmasıdır.
Baba Nîmetullah Nahçıvânî hazretlerine, vefatına yakın, Ârifin alâmeti nedir? diye sorulduğunda; Allahü teâlâyı anmakta gevşeklik göstermemektir buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âmine-i Remliyye</label>
Âmine-i Remliyye, hanım evliyâlardandır. Sekizinci asrın sonlarında, Kudüs civârında Remle şehrinde yaşamıştır. Doğum târihi bilinmemektedir. 815 (H.200) yılında vefât etti... BİRLİK VE MUHABBET YOLUZamânın büyük velîlerinden olan Bişr-i Hafî hazretleri, devamlı ondan duâ isterdi. Bir gün Bişr-i Hafî hazretleri hastalandı. Âmine hazretleri, ihtiyar olduğu halde Remleden kalkıp, Bağdada Bişr-i Hafînin ziyâretine geldi. Bu sırada İmâm Ahmed bin Hanbel de Bişr-i Hafînin ziyâretine gelmişti. O da duâ istedi. Bunun üzerine; Âmine-i Remliyye: Ey Allahım! Bişr-i Hafî ve Ahmed bin Hanbel, Cehennem azâbından kurtulmak istiyorlarsa, onları kurtar ve bağışla... diye duâ etti ve onlara buyurdu ki:
Resûlullah efendimizin yolu tevhîd, birlik ve muhabbet yoludur. Onun için birçok âlim ve evliyâullah; İnsanı doğru yoldan ayıran, sapıklığa götüren yollardan çok sakınınız. Biliniz ki, orta yol daha hayırlıdır demişlerdir.
[Bir kısım müfessirler sırât-ı müstekîmi tefsîr ederken buyuruyor ki: Allahü teâlâ niçin sırât-ı müstekîm buyurdu da sebîl-i müstekîm buyurmadı. Çünkü sırât lafzı, Cehennemdeki sırâtla ilgilidir. Öyle ki, insan bu dünyâda olan sırâtta, korku ve ümid üzere bulunmalıdır. Bir kısım müfessirler de Sırât ikidir; biri dünyevî, dünyâ ile, diğeri uhrevî, âhiretle ilgilidir. Dünyâda olan sırât; Allahü teâlânın Kurân-ı kerîminde ve Peygamber efendimizin hadîs-i şerîflerinde buyurduklarını Ehl-i sünnet âlimlerinin tefsîr ederek bildirdiği doğru yoldur. Uhrevî, âhiretle ilgili sırât ise, hadîs-i şerîflerde bildirildiği gibi bütün insanların üzerine sevk edildiği, Cehennem üzerine kurulan kıldan ince, kılıçtan keskin, köprüdür...]

DÎNİN DİREĞİ NASÎHATTİR!
Dînin direği nasîhattir. Bu sebeple Allahü teâlânın kullarına nasîhat etmeli ve yumuşak davranmalıdır. Eğer söz tutmazlarsa onlara yumuşaklıkla hakîkati anlatmaya devâm etmelidir. Zîrâ Peygamber efendimiz; (Ümmetimden bir topluluk hak üzerine mücâdele etmekte, kıyâmete kadar gâlib olarak devâm edecektir) buyurmuştur. Nasîhat edince fitne çıkma durumu varsa, bu hayırlı işten vazgeçilir. Nasîhati, kabûl edenlere, dinleyenlere yapmak gerekir...
Âmine-i Remliyye hazretleri, bu ziyaretten sonra Bağdaddan Remleye dönerken yolda hastalandı ve kısa bir zaman sonra vefat etti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri