Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dehhâk bin Müzâhim</label>
Dehhâk bin Müzâhim hazretleri, Tâbiînin büyüklerindendir. Aslen Kûfeli olup, sonra Belhe yerleşti. 720 (H.102) senesinde vefât etti. Eshâb-ı kirâmdan Abdullah ibni Abbâs hazretlerinin sohbetlerinde yetişti. Ondan tefsîr, hadîs gibi birçok ilimleri öğrendi. Çok hadîs-i şerîf rivâyet etti... SECDEDE AĞLAYAN GENÇ!..Dehhâk bin Müzâhim, bir cumâ gecesi mescide gitmek üzere evden çıktı. Mescide vardığında bir gencin secdede ağladığını gördü. O genç secdede bir şeyler söylüyordu. Dinlemek için yanına yaklaştı. Allahü teâlâya şöyle niyaz ediyordu:
Ey Celâl sâhibi olan Allahım! Sana güveniyorum. Maksadı sen olan kimseye ne mutlu. Ne mutlu o kimseye ki, senden korkar. Sıkıntısını derdini sana arz eder. O, senin sevginle dertlenmiştir. Hava kararıp, yalnız kaldığında, sana yalvarıp, yakarır ve sen onun dileklerini duâsını kabûl edersin. Ey Celâl sâhibi olan Allahım! Sana güveniyorum...
Bu sözleri dinleyen Dehhâk bin Müzâhim de ağlamaya başladı. O sırada şöyle bir ses duyuldu:
Lebbeyk ey kulum! Sen benim himâyemdesin. Bütün dediklerini işittim. Senin sesine melekler âşıktır. Bütün günahlarını affettim...
Daha sonra Dehhâk bin Müzâhim, ona selâm vererek;
Allahü teâlâ seni ve geceni mübârek eylesin. Sen kimsin? dedi. O genç de;
Râşid bin Süleymânım deyince onunla karşılaşmayı çok istediğini hatırladı. Ona;
Bizimle berâber olmanız mümkün mü? diye sorunca;
Çok zor! Âlemlerin Rabbine yakın olmak, Ona yalvarmak lezzeti varken, mahluklarla berâber olunur, onlarla yakınlık kurulur mu? dedi ve gözden kayboldu... Nereye gittiğini anlayamayan Dehhâk bin Müzâhim, Allahü teâlâya ölmeden önce onunla tekrar buluşmayı nasîb etmesi için yalvardı...

CENNETTE AYRILIK YOKTUR!..
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Dehhâk bin Müzâhim hac farîzasını yerine getirmek için Mekkeye gitti. Kâbenin gölgesinde Râşid bin Süleymân oturmuş, huzûrunda Kurân-ı kerîmden Enâm sûresini okuyan bir grup gördü. O zât kalkıp, Dehhâk bin Müzâhimle kucaklaştı ve müsâfehâ etti;
Allahü teâlâdan ölmeden önce bizi bir daha birbirimize kavuşturmasını istememiş miydin? dedi. Dehhâk bin Müzâhim; Evet dedikten sonra mescidde bulundukları gece gördüklerini anlatmasını isteyince, onu bir hâl kapladı ve kendinden geçti. Kendine gelince vedalaşıp;
Ey Kardeşim! Allahü teâlâ bizi Cennette berâber eylesin. Orada ayrılık, yorgunluk ve hüzün yoktur dedikten sonra kayboldu. Dehhâk bin Müzâhim o zâtı bir daha göremedi. Ertesi gün o zatın vefat ettiğini haber aldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Ebû Tâhir Mahallî</label>
E***65279;bû Tâhir Mahallî hazretleri, tasavvuf, hadîs, Şâfiî mezhebi fıkıh âlimidir. 1159 (H.554) yılında Mısırda Dimyatta doğdu. 1235 (H.633) yılında vefât etti. Önceleri kötü kimselerle arkadaşlık edip, Allahü teâlânın rızâsına uygun olmayan işlerle meşgûl idi. Genç yaşta hâlinin kötülüğünü anlayıp tövbe ederek, kendini ilim ve ibâdete verdi... HAÇLILARA KARŞI ÇARPIŞTIMısır Eyyûbî Sultanı Melik Nâsırüddîn Kâmil, Avrupadan gelen zâlim Haçlı kuvvetlerine karşı cihad için giderken onu ziyaret edip duasını alırdı. Yine bir seferinde Sultan ve arkadaşları kendisini ziyâret edip duâsını aldılar. Daha sonra sultânın askerleri arasına katılıp, Haçlı kuvvetlerine karşı çarpışmak için gitti. Mensûredeki savaşta atından inip düşmanla savaştı. Yanındakiler, hep şehid oldular. O da pekçok kâfiri öldürdü. Ebû Tâhir Mahallîye de birçok ok ve kılıç darbesi isâbet etmesine rağmen, hiç savaşa girmemiş gibi geri döndü...
Ebû Tâhir Mahallî hazretlerinin, kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
Kalbinde zerre kadar dünyâ sevgisi olan, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz.
İki şeyi istersiniz, ama bulamazsınız. Bunlar neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennette olur.
Şu dört şeyi dört yerde sarf edersen Cenneti kazanırsın: Uykuyu kabirde, rahatı sırat köprüsünde, iftiharı ve öğünmeyi mîzânda, nefsin arzularını Cennette.
Tevekkül, kendini kulluk denizine atıp, kalbini Allahü teâlâya bağlamaktır. Verirse şükür, vermezse sabretmelidir.
Senin bize ihtiyâcın yok mu? diye soranlara;
Allahü teâlâya muhtâc iken, size ve sizin gibilere nasıl ihtiyâcım olur. Fakirin bulduğu şey gıdâsı, mahrem yerini örten şey ise elbisesidir. Kanâat, Hak teâlâdan gıdâ (ve güç) almaktır. Hakîkî zenginlik, dengin olan bir kimseye muhtaç olmaman, hakîkî fakirlik ise dengine muhtâç olmandır.

ŞU ÜÇ ŞEY SİZİN DEĞİLDİR!
Ey insanlar! Şu üç şeyi seviyorsanız, biliniz ki onlar sizlerin değildir. Nefsinizi ve canınızı seviyorsanız, onlar Allahü teâlânındır. Malınızı seviyorsanız, onlar da vârislerinizindir.
Âlim olan, karşısındakinin anlayışına göre konuşur.
Kul bütün gücüyle günahlardan uzaklaştığı zaman, Allahü teâlânın yardımı, ihsânı her tarafını kaplar...
Ebû Tâhir Mahallî hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:
Allahü teâlâ kimi felâkete düşürmek isterse, ona âlimlerin ve evliyânın aleyhinde bulunma gafletini verir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fâtıma-i Nişâbûriyye</label>
Fâtıma-i Nişâbûriyye, meşhur hanım velîlerdendir. Horasanda, Nişâburda doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 837 (H.223) senesi Mekke-i mükerremede vefât etti... MEKKE-İ MÜKERREMEDE YAŞADIFâtıma-i Nişâbûriyye Mekke-i mükerremede ikâmet etti. Evliyânın büyüklerinden Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin medh ve iltifâtlarına kavuştu. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri onun hakkında şöyle buyurdu:
Ömrümde velî bir hâtun tanıdım. O da Fâtıma-i Nişâbûriyyedir. Kendisine herhangi bir konuda haber vermek istesem, ona açıkça belli olur ve o şeyi kendisi bana bildirirdi.
Zünnûn-i Mısrî hazretleri de kendisini bilir ve çok hürmet ederdi. Ona birçok meselelerde suâl sormuş, danışmıştır. Zünnûn-i Mısrî hazretleri onun hakkında;
Mekke-i mükerremede yaşlı bir hâtun vardır. Adı Fâtıma-i Nişâbûriyyedir. Bu velîyye hanım, Kurân-ı kerîmin mânâ ve esrârı ile inceliklerinden öyle şeyler söylerdi ki, bana hayret verirdi buyurdu.
Fâtıma-i Nişâbûriyye hikmetli sözler söyledi ve nasîhatlerde bulundu. Kendisine;
Nasıl zikir yapıp Rabbimizi analım? dediler. O;
Allahü teâlâyı zikrettiğin, andığın zaman, Allahü teâlânın seni gördüğünü düşün ve zikre devâm et cevabını verdi.
İhlâs sâhibi kime denir? dedikleri zaman da;
Kim, Allahü teâlâyı düşünerek amel ve ibâdet yaparsa, o kimse ihlâs sâhibidir buyurdu.

BANA NASÎHAT EDER MİSİN?
Fâtıma-i Nişâbûriyye bir ara Kudüse Beyt-i Makdise gelmişti. Zünnûn-i Mısrî hazretleri ona;
Bana nasîhat eder misin ey velî hâtun! dedi. O da;
Doğruluğa sarıl. İşlerinde nefsinle mücâdele et buyurdu.
Kendisinden sıdk ve takvâ sâhiplerinin halleri soruldu. O zaman;
Sıdk ve takvâ sâhipleri bu zamanda bir deryâ içindedirler. O deryânın dalgaları onlara çarpmaktadır. O deryâ içinde boğulmuşçasına Allahü teâlâya duâ ve feryâd ederler. Kâdir-i mutlak olan Hak teâlâdan saâdet, necât ve kurtuluş taleb ederler buyurdu.
Fâtıma-i Nişâbûriyye hazretleri vefat etmeden evvel buyurdu ki:
Dünyâda üç çeşit insan vardır:
1) Her zaman dünyâyı sevip ona tapanlar. 2) Dünyâyı kendilerine düşman bilip onu terk edenler. 3) Dünyâyı ne dost, ne de düşman bilmeyip, orta yol tutanlar. Bunlar, diğer iki sınıftan daha iyidirler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Celâleddîn Tebrîzî</label>
C***65279;elâleddîn Tebrîzî, ilim tahsîline hocası Ebû Saîd Tebrîzînin yanında başladı. Hocasının vefâtından sonra, Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinden ilim öğrenip feyz aldı. Ferîdüddîn-i Attâr hazretlerinin nazarlarından istifâde etti... HİNDİSTAN YOLLARINA DÜŞTÜ...Celâleddîn Tebrîzî hazretleri, Müînüddîn Çeştî hazretlerinin hizmetinde bulunmak ve feyzlerinden istifâde etmek için Hindistana gitti. Delhide bulundu. Fakat Hindistan Şeyhül-İslâmı, onu çirkin bir suçla ithâm eyledi ve onu Bengal tarafına sürdürdü... Celâleddîn Tebrîzî hazretleri daha sonra Bengalden de çıkıp, Çine gitti. Pekin yakınlarında bir dergah açarak insanlara İslam dinini anlattı. Meşhûr seyyah ve âlim İbn-i Battûta, Seyahatnâmesinde anlatır:
Çin taraflarında Celâleddîn hazretlerinin ziyâretine gittim. Onun ikâmet ettiği yere iki gün mesâfe kala, talebelerine misâfir oldum. Akşamleyin bana, nereden gelip nereye gittiğimi sordular. Onlara; Ben Acem memleketinden gelip, Çin memleketine Celâleddîn hazretlerinin ziyâretine gidiyorum deyince, onlar da onun talebeleri olduklarını söylediler. Bana; Her gece yatsı namazından sonra Celâleddîn hazretleri yanımıza gelir, bir saat yanımızda kalır ve ondan sonra gider dediler. Hakîkaten yatsı namazından sonra Celâleddîn hazretleri geldi. Biz orada onunla müşerref olduk, bir saat sohbet ettiler ve kalkıp gittiler...
Ertesi sene yine Çin tarafına seyahat edip Hanbalıka (Pekine) gittim. Sagurcî Zâviyesine vardım. Orada Burhâneddîn isminde büyük bir zât vardı. Onun ziyâretine gittim. Üzerime Celâleddîn hazretlerinin hediyesi olan bir şal almıştım. O mübârek zâtın elini öpmek istedim. Benim yüzüme bakıp elini öptürmedi. Tutup, elimi kendisi öptü. Sebebini sorduğumda; Ben, senin elini üzerindeki şal için öptüm. İlk önce şalı tanıdım. Ancak nereden elde edebileceğinizi düşündüm. Hocama râbıta ettim. Kendisinin hediye ettiğini söyledi. Ben de hocamın şalına hürmeten senin elini öptüm dedi...

O, MÜBAREK BİR ZATTIR!
Buradan yine Celâleddîn Tebrîzîyi ziyârete gittim. Beni görür görmez; Yâ İbn-i Battûta! Şimdi de benim kardeşim olan Burhâneddînden anlat, onun durumu nasıldır acabâ? dedi. Ben de iyi olduğunu ve selâmlar gönderdiğini söyledim. Sonra; O, çok mübârek bir zâttır. Üzerinde hocasının şalı bulunan kimseye elini öptürmez ve o onun elini öper dedi. Ben bu hâle çok hayret ettim ve şaşırdım... Bir müddet sonra yine o mübareği ziyâretine gittiğimde; Bundan birkaç ay evvel vefât etti dediler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mustafa Rıdâüddîn (Neccarzâde)</label>
M***65279;ustafa Rıdâüddîn (Neccarzâde) Anadoluda yetişen büyük velîlerdendir. 1679 (H.1090) senesinde Şebinkarahisarda doğdu. 1746 (H.1159) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri Beşiktaşta Sinan Paşa Câmii yanındadır... LÂNET ETMEMELİDİR
Neccarzâde, Edirnede Arabzâde Hacı Muhammed İlmî Efendinin sohbetlerinde bulundu. Ondan Müceddidiyye yolundan icâzet aldı. Ötedenberi bu yolda yetişmek ve bu yolun feyzlerine kavuşmak için cân atıyordu. Hocasından mutlak icâzet alıp, irşâda mezun oldu. Böylece tasavvufda asıl üstünlük ve olgunluklara kavuştu. İlâhî sırlara ve mârifetlere mazhâr oldu.
Müceddidiyye yolundaki hocası Muhammed Hacı İlmî Efendi, Ebû Abdullah Muhammed Semerkandînin talebesi idi. Bu zât Ahmed-i Yekdest Cüryânînin talebesi idi. Ahmed Yekdest Cüryânî ise, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin mübârek evlâdı Urvet-ül-vüskâ Muhammed Masûm Fârûkînin önde gelen talebesindendi.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Kalb kırmak, Allahü teâlânın lütfunu incitmektir. Neye uğrarsa uğrasın, sâlih kimse, aslâ kimseye kötü söylememeli ve lânet etmemelidir. İnsanların kabahatlerini açıklamamalıdır.
Komşunuz borç isterse verin. Başka şeye ihtiyaç duyarsa, verin. Hastalık ve felâkete uğradığında, sizin güler yüzünüze ihtiyâcı var ise ona güleryüz gösterin. Vefât edince, cenâzesine katılın ve kurtulması için duâ edin.

TÖVBE ETMEK ZARÛRÎDİR!..
Neccarzâde hazretleri vefat etmeden evvel buyurdu ki:
Bütün Müslümanların günahlarına tövbe etmesi lâzım ve zarûrîdir. Ölünceye kadar dâimâ tövbe ve istiğfâr etmek lâzımdır. Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde müminlerin tövbe etmesini emir buyuruyor. İstiğfârdan murâd tövbedir. Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm hadîs-i şerîfte buyurdu ki: (Allahü teâlâya tövbe ediniz. Ben her gün yüz defâ tövbe ediyorum.) Mahlûkâtın efendisi hiç günâhı olmadığı, mâsûm ve pâk olduğu hâlde böyle yaparsa biz her hâlükârda tövbe ve istiğfâra muhtâcız. Sonra kul hayâtı boyunca günâh ve kusûrdan, gafletten ve yüksek makamlardan mahrûm kalma hâllerinden kurtulamaz. Tövbe ile ilgili diğer bir incelik de şudur ki: Bütün günâhları terk edip hakîkî tövbe etmedikçe noksan yapılan tövbe kemâle ermek için kâfî gelmez. Çünkü günâhlar sebebiyle kalbde hâsıl olan karartılar ve lekeler, Allah yolunda ilerlemeye mâni olurlar. Bütün günâhlara tövbe etmek lâzımdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
>Dâvûd-i Kayserî</label>
D***65279;âvûd-i Kayserî hazretleri, Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde yetişen âlim ve velîlerdendir. 1258 (H.656) veya 1261 (H.659) senelerinde doğduğu tahmin edilmektedir. Kayseride doğmuştur... OSMANLININ İLK MÜDERRİSİİlk önce Kayseride ilim tahsîl eden Dâvûd-i Kayserî, Arapça ile mantık, kelâm, usûl-i fıkıh ve diğer dînî ilimleri öğrendi. Bu sırada İzniki fetheden Osmanlı Sultânı Orhan Gâzi ilk olarak yaptırdığı Orhâniye Medresesine onu müderris tâyin etti. Vefâtına kadar bu medresede ilim öğretip, pekçok âlim yetiştirdi. Böylece ilk Osmanlı medresesinin ilk müderrisi olan Dâvûd-i Kayserînin, talebeleri, Osmanlı Devletinin ilk ilmiye heyetini teşkil etmiştir. Hayâtını ilim öğrenmek ve öğretmekle geçiren Dâvûd-i Kayserî 1350 (H.751) yılında İznikte vefât etti. Talebelerine yaptığı nasihatleri heşhurdur. Buyurdu ki:
Eğer, insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu. Çünkü, görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de, Allahü teâlânın bir velî kulu olabilir. Velî, şekil ve şemâil bakımından, giyinip kuşanma bakımından ve diğer birçok beşerî sıfatlarla, öteki insanlardan farklı olmayan bir kimse gibi görünür. Hâlbuki, haddizâtında o, diğer insanlardan tamâmen farklı, apayrı bir insandır. Her ân gönlü Allahü teâlâ iledir ve Onun muhabbeti ile yanmaktadır. İşte velînin asıl hâlini bildiren bu husûsiyetini, ancak onun gibi olanlar anlar. Diğer insanlar ise, onu kendileri gibi bir kimse zannederler...
Allahü teâlâ bir kulu için hayır murâd edince, onun kalbine hakîkî ilimleri yerleştirir.

DÜZENBAZLIK OLMAZSA...
Mahlûklar arasında hîlekârlık, düzenbazlık olmadığı zaman, Allahü teâlânın tevfîk, yardım ve başarı ihsânları yağmur misâli yağmağa başlar.
Hakîkî irfân sâhibi makbûl bir zâta tâbi olarak peşinden bir adım gitmen, kendi boş arzunla, nefsine uyarak ve güyâ hak yol zannederek, kendine göre tuttuğun yolda yüz bin fersah yürümenden daha faydalı ve daha hayırlıdır.
Bir talebe, kendisine ilim ve edeb öğreten ve hakîkî âlim olan hocasına edep ve muhabbetle nazar edip bakınca, hak yoluna girmiş olur.
Dâvûd-i Kayserî hazretleri, vefatından bir müddet evvel buyurdu ki:
Bir kimse birini severse, onun bu sevgisi, bu sevgiye kavuşmasına sebeb olanı da sevmeyi gerektirir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Türâb ve tövbekâr genç -1-</label>
D***65279;okuzuncu yüzyılda yaşamış büyük velîlerden Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri bir gece dolaşırken, âniden kulağına sesler geldi. Dikkat edince bâzı erkeklerin, bir kadınla tartıştıklarını anladı. Yanlarına varınca kadın onu gördü ve şunları söyledi: FASIK BİR OĞLUM VAR!Ey üstâd! Fâsık bir oğlum var. Dün gece fısk meclisi kurmak ve şarab içmek istedi. Akşamdan sonra, Allahü teâlâ ona bir hastalık gönderdi. Şimdi hasta yatağında yatıyor. Komşular onu mahalleden çıkarmamı istedi. Ben de ağır hasta olduğunu bildirdim. Ölürse hepimiz ondan kurtulur, yâhut tövbe eder, kendisi kurtulur. Ölmez ve tövbe de etmezse, o zaman onu şehirden dışarı çıkarın dedim...
Ebû Türâb-ı Nahşebî, o genci görmek istedi. Evden içeri girince, genç onu görür görmez feryâd edip ağlamaya başladı ve;
Yâ Rabbi ne kadar kerîmsin. Benim gibi ömrünü boşa geçirmiş bir zavallının duâsını ânında kabûl eyledin dedi.
Ebû Türâb;
Ey genç! Ne duâ ettin? deyince, genç;
Üstâdım, bugün seher vaktinde iki duâ ettim. Biri; Yâ Rabbî sabahleyin bana, Ebû Türâbın yüzünü görmek nasîb eyle, ikincisi; Yâ Rabbî, nasûh tövbesi ihsân eyle dedim. Duâmın birini şu anda kabûl edilmiş görüyorum, umarım ikincisi de kabûl edilir... Ey hocam çok günahkârım. Tövbe etsem, kabûl olur mu? dedi. Ebû Türâb;
Ey genç! Ümitsiz olma! Çünkü Allahü teâlâ ziyâdesi ile tövbeleri kabûl edici ve affedicidir. Âcizlere kâfidir. Düşkünlerin en iyi vekîlidir buyurdu... Genç, onun elinde tövbe etti ve gözlerinden yaşlar döküldü...

SANA BİR VASİYETİM VAR!..
Ebû Türâb oradan ayrılınca, genç, annesine;
Ey anneciğim! Sana bir vasiyetim var. Beni bu yataktan ve yumuşak yastıktan, hakîr ve zelîl toprağa indir. Ebû Türâbla tövbe ettiğim andan sonra, yerde Allahü teâlâya tekrar tövbe edeyim. Çünkü bu hastalık beni iyice sardı. Artık bu hastalıktan öleceğimi anlıyorum dedi.
Annesi isteğini yerine getirdi ve onu yere indirdi. Genç, yüzünü toprağa sürdü, kalp ve rûhunun derinliklerinden gelen bir ses ile;
Yâ Rabbi! Yaptıklarıma pişman oldum. Tövbe ettim. Senin dergâhından başka kapım yok. Dertlilerin dayanağı, muhtaçların sığınağı sensin. Toprakla bir olmuş, zamânını boşa geçirmiş ben kuluna rahmet et diye yalvarıp inledi... Tövbekâr genç nasıl bir nimete kavuştu, o da yarına...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Türâb ve tövbekâr genç -2-</label>
D***65279;ün bir nebze bahsettiğimiz, fasık bir gencin, tövbe etmekle kavuştuğu nimetleri anlatmaya devam ediyoruz...Annesi, toprak üstünde tövbe eden genci yerden kaldırıp, yatağına yatırdı. Gece olunca genç vefât etti. Ebû Türâb-ı Nahşebî hazretleri, o gece rüyâda Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem gördü. Yanında iki yaşlı zât var idi. Onlarla berâber çok kalabalık geldi. Birisi ona; VELÎLİK MAKAMI VERİLDİ
Bu, Muhammed Mustafâdır, diğer taraftaki yaşlı zât ise, İbrâhim Halîlullahtır (aleyhisselâm), diğer taraftaki ise Mûsâ Kelîmullahtır (aleyhisselâm). Bu kalabalık ise, yüz yirmi bin küsûr peygamberdir dedi.
Ebû Türâb ileri koştu. Selâm verdi. Resûlullah efendimiz selâmına cevap verdi. Onunla müsâfeha etti. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
Ey Ebû Türâb! Dün senin elinde tövbe eden genç, bu gece vefât etti. Allahü teâlâ onu, dostları derecesine kavuşturdu. Ona velîlik makâmı ikrâm eyledi. Beni ve yüz yirmi bin küsur peygamberi, onu ziyârete gönderdi. Ey Ebû Türâb! O gence izzet gözü ile bakın. Cenâzesinde hazır bulunun.
Ebû Türâb-ı Nahşebî uyandığında bu halden kalbine bir incelik geldi ve;
Yâ Rabbi! Ne kadar kerîmsin. Daha dün fıskı yüzünden, mahalleden çıkarmak istedikleri bir fâsıkı, bir ağlama ve inleme, bir tövbe ve pişmanlık ile bu dereceye kavuşturdun dedi.
Bu zevk ve halde iken, diğer odadan küçük kızın feryâdını duydu. Ağlıyordu. Evlâdım, seni ağlatan şey nedir? dedi. Babacığım, rüyâmda filan mahallede tövbe eden bir gencin vefât ettiğini ve her kim onun cenâzesine bakarsa, Allahü teâlâ, ona, kendisinden istediği her şeyi verir dendiğini görüp duydum. Babacığım, evden dışarı çıkmayı aslâ istemezdim, fakat şimdi izin verirsen, gidip o gencin cenâzesini göreyim ve Allahü teâlâdan kendim ve diğer kullar için necât, kurtuluş isteyeyim dedi. Ona izin verdi...

BÜTÜN ŞEHİR HALKI CENAZEDE...
Cenâzesine giderken yolda yaşlı bir kadın gördü. Ona; Ey Ebû Türâb! Hakkın rahmetinin neler yaptığını gördün mü? Fıskının çokluğu yüzünden mahalleden çıkarılmak istenen genç, bu gece vefât etti. Evliyâ silsilesine dâhil edildi. Rüyâda bana, cenâzesinde bulunan magfiret olunur diye söylediler dedi...
Başka âlim zât da aynı rüyâyı gördü. İnsanlara bu durum haber verildi. Bütün şehir halkı akın akın gencin cenâzesine katılmak için geldi. Tam bir izzet ve ikrâm ile onun namazı kılındı, sonra defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âmir bin Abdullah</label>
Âmir bin Abdullah hazretleri, Tâbiînin meşhurlarındandır. Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin Avvâmın (radıyallahü anh) torunudur. 741 (H.124) senesinde vefât etmiştir. Eshab-ı Kiramdan Enes bin Mâlik, Amr bin Selîm ez-Zerkâ, Avf bin Hâris ve Sâlih bin Havvât bin Cübeyrden hadis-i şerif rivâyet etmiştir. Rivâyetleri Kütüb-i Sittede yer almıştır. Bu Hadis-i Şeriflerden bazıları: GAFLETTEN KURTULMAK İÇİN!..Âmir bin Abdullah, Amr bin Süleymden, o da Ebû Katâdeden (radıyallahü anh) rivâyet etti. Ebû Katâde dedi ki: Peygamber Efendimiz; Sizden biriniz bir mescide girdiği zaman, iki rekat (tahiyyet-ül mescid) namaz kılmadan oturmasın buyurdu.
Âmir bin Abdullah bin Zübeyr, Amr bin Hârisden rivâyetle hazret-i Âişenin (radıyallahü anhâ) kendisine şu hadîs-i şerîfi rivâyet ettiğini haber verdi; Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdu: Yâ Âişe, sana günahları küçük gösteren şeyden sakın. Çünkü Allahü teâlânın emriyle günah işleyenlerin günahlarını bir yazan (melek) vardır.
Âmir bin Abdullah buyurdu ki: Rabbinin huzûrunda, Onun yüce divânında, korkarak, titreyip ürpererek, boyun bükerek hayâ ile dur. Kalbin devamlı Allahü teâlâ ile meşgûl olsun. Böyle olursan gafletten ve nefsinin bütün kötülüklerinden kurtulursun. Allahü teâlâya yakın olur, huzûr, sürûra ve mânevî lezzetlere kavuşursun. Şeytan sana musallat olup, üstünlük kuramaz.

RESÛLULLAHIN HAKİKİ ÜMMETİ!..
Yine buyurdu ki: Resûlullah efendimizin, benim ümmetim buyurduğu ümmet, İbrâhim aleyhisselâmın Nemrudun ateşinden kurtulduğu gibi Cehennem ateşinden kurtulurlar. Çünkü Resûlullah efendimiz; (Benim ümmetim, dalâlet üzerinde birleşmez) buyurdu. Buradaki ümmetten maksad, hakîkî ümmettir. Yâni Resûlullaha tâbi olan ümmettir. Bunun için Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Benim ümmetim üç kısımdır. Birincisi dâvet ümmeti [Müslüman olmayanlar], ikincisi icâbet ümmeti [Müslüman olanlar], üçüncüsü de müteâbât [tam uyanlar] ümmetidir.)
Âmir bin Abdullah hazretleri, vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki: Bir şeyi arayan onun peşinden koştuğu ve bir şeyden korkan ondan kaçtığı halde, Cenneti arayıp Cehennemden kaçan kimselerin, bunlara hiç aldırış etmeden uyuyup kalmaları ne kadar şaşılacak şeydir!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hacı Abdullah Efendi</label>
Hacı Abdullah Efendi, Konyanın Seydişehir ilçesinde yaşayan büyük velîlerdendir. Bozkırın Karacahisar köyünde 1806 (H.1222) senesinde doğdu. Konyada Nakşibendiye yolunun büyüklerinden Mehmed Kudsî Efendinin yanında ilim ve edep öğrenen Abdullah Efendi, hocasının vefâtı üzerine yerine geçti... DEVLET ERKÂNI DUASINI ALIRDIAbdullah Efendi, hocasının manevi işâreti üzerine Seydişehire yerleşerek, buradaki medresede talebe yetiştirmeye başladı. Konya Vâlisi Ferîd Paşa ve devlet erkânı sık sık sohbetlerinde bulunur, onun hayır duâsını alırdı.
Hacı Abdullah Efendi talebelerine sık sık şöyle buyururdu:
Başkalarını himâye edin, kendinizi beğenip kibirli olmayın.
Kalp uyanıklığı ile ibâdet etmeyen kimse ile Allahü teâlâ arasında mâni vardır.
Helal yemek lâzımdır. Dîn-i İslâma uygun kazanmak lâzımdır. Çünkü din, hakîkat ancak helâl yemekle meydana gelir. Tehlikenin başı haram yemektir. Bir insan haramdan sakınır ise, onun için ibâdet ve tâat kolaylaşır. İbâdetten tad alır.
Allahü teâlâ kullarının rızkına kefil olmuştur. Kullarına da tevekkül etmeyi emretmiştir. O hâlde insanlar, Allahü teâlânın kefil olduğu şeyle uğraşmayıp, teklif ettiği şeylere, yâni Onun dînine hizmete koşmalıdırlar.
Kimin arzusu din, yâni âhiret olursa; bu hayırlı düşüncesi hürmetine, dünyevî işleri de âhiret işi hâline gelir. Bir kimsenin düşüncesi de dünyâ olursa; niyetinin bozukluğu sebebiyle, âhiret işleri de dünyâ işi hâline gelir.
Allahü teâlânın zikri ve Ona ibâdetle öyle meşgûl olmalı ki, Ondan herhangi bir şey istemeye fırsat kalmamalıdır.
İslâmiyetin, Müslümanlığın aslı şu iki şeydir: Allahü teâlânın yapmış olduğu iyilik ve ihsânı görmek (ona göre şükretmek), diğeri ise hicrân, yâni âhirette çok fecî ve acıklı bir hâle düşmek korkusu.
Her kim, haram bir kuruşu alacaklısına iâde ederse, nübüvvetten bir nûra kavuşur.

HIDIR MESCİDİNE DEFNEDİLDİ
Hacı Abdullah Efendi, 1903 (H.1319) senesinde vefât etti. Çok kalabalık bir cemâatle Seyyid Hârûn-ı Velî Câmiinde kılınan cenâze namazından sonra vasiyeti üzerine Hıdır Mescidi denilen bugünkü türbesinin olduğu yere defnedildi.
Vefat ederken buyurdu ki:
Yapılan ibâdetleri muhâfaza edip, âhirete götürmek, ibâdetlerden hâsıl olan amellerin muhâfaza meyvesi olan mânevî zevki kazanmaktan güçtür.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ferruh Çelebi</label>
F***65279;erruh Çelebi, on altıncı asır velîlerindendir. Neseben hazret-i Ebû Bekre dayanır. Doğum târihi belli değildir. Bursada yaşadı ve 1592 (H. 1000) yılında Konyada vefât etti...Ferruh Çelebi, Bursada Sultan Murâd Türbesi şeyhi iken, hasedçilerin kötülemesine mâruz kaldı. Bu gibi sözlere üzüldü ve göre-vinden ayrılarak Konyaya geldi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesi yanındaki mevlevîhânede dersler vermeye başladı. Meclisi kısa zamanda âlimlerin, devlet ileri gelenlerinin ve halkın toplandığı bir yer oldu. Derslerinde anlattığı Mesneviden bazı hikmetli sözler:
GÜL YETİŞTİRMEK İSTERSEN!..
*Sıradan otlar, bir ayda yetişir. Gül yetiştirmek istersen bir yıl bekleyeceksin.
*Âşıkların hayatı gönüldür. Gönül, gönül verilerek alınır.
*Ucuz kazanan, ucuz verir. İnci çocuğun eline geçerse onu bir ekmeğe satar.
*İki deniz olan gözlerin incilerle dolsun istersen, gam toprağından gözüne sürme çek de ağla.
*Dünyanın lütfu ve yaltaklanması hoş bir lokmadır. Ama az ye. Çünkü o lokma ateştendir.
*Nefis övüldükçe firavunlaşır. Alçakgönüllü ol, büyüklenme.
*Yusuf gibi güzel olamadıysan bari Yakup gibi ağlamayı öğren.
*Âşığın vergisi, can vermektir. Hak uğruna ekmek verene ekmek verilir. Can verene can katılır.
*Sel ister bulanık olsun, ister saf olsun mademki geçicidir, onu konuşarak vakit öldürme. Dünya malı sele benzer.
*Yoksullar mal ve mülkün ötesinde Allahtan pek büyük rızık alırlar. İnsanlar onları anlamaz, sözlere değer vermez.
*Yoksulluk aynadır. Yoksula olan tavrına göre kendini gör. Cimri misin cömert misin anlarsın.
*Herkes Hakkı işitemez. Her kuş bütün inciri yutamaz.
*Yöneticilerin huyu halka tesir eder. Gökyüzü yeşil ise, yer yeşerir. Gökyüzü kara ise yere yıldırımlar yağar.
*Deniz, ölüyü üstünde taşır, diriyi boğmak ister. Nefis sıfatlarını öldür ki hakikât sırlarını denizi seni üstünde***8200;taşısın.
*Çiçek dökülünce meyve çıkar. Ten harap olunca can görünür.
*Başına gelen eziyetler artıyor değil mi? Buğdayı başak olsun diye toprağa attılar. Değirmende un olsun diye ezdiler. Ekmek oldu. Dişleri ile ezdiler. Ezil ki can olasın. Can veresin.

ALLAH ADAMLARININ TÜRBESİ...
Ferruh Çelebi hazretleri, vefatından bir müddet önce şunları söyledi:
Allah adamlarının türbesi, Cennet bahçelerinden bir bahçe gibidir. Onun civârına tatlı bir rahmet rüzgârı eser. Her kim o gülistâna komşuluk yaparsa, iki cihânda sıkıntı ve elemlerden korunmuş olur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dırâr bin Mürre</label>
Dırâr bin Mürre hazretleri, Tebe-i tâbiînin büyüklerinden hadîs âlimidir. Doğum târihi ve yeri belli değildir. 749 (H.132) senesinde vefât etti. Zamânının âlimlerinden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf nakletti... BEŞ GÜNAH VARDIR Kİ!..Dırâr bin Mürrenin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, İmâm-ı Buhârînin Edeb-ül-Müfred adlı eserinde, Sahîh-i Müslimde, Sünen-i Tirmizîde, Sünen-i Nesâîde yer almıştır. Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Siz ne haldeyseniz, başınıza o halde insanlar getirilir.
Kişi dostunun yolundadır. O halde sizden her biriniz dost edineceği kimseye iyi dikkat etsin.
Beş günah vardır ki, kefâreti yoktur. Bunlar; Allaha şerik koşmak, bi-gayri hakkın adam öldürmek, mümine bühtan ve iftira etmek, muharebe günü kaçmak ve yalan yere yemin ile hakkı iptal etmek.
Farz ibadetlerinden sonra Allah yanında amellerin en sevgilisi (rızâsına muvâfık olanı), Müslümanın kalbine sevinç koymaktır.
Mazlumun bedduâsından sakın. Çünkü, onun duâsıyla Allah arasında (kabûlünde mani) bir perde yoktur.
Allah katında en sevgiliniz, ahlâkı güzel olan, halk ile geçinenler ve kendisiyle geçinilen, yumuşak huylu olanlardır. Ve Allâh yanında buğz edilenleriniz de, insanla arasında biribirine lâf götürüp getirmekle uğraşan, onların kusurlarını arayarak din kardeşlerinin aralarına tefrika sokanlardır.
Allah bir kuluna hayır murâd ederse onun gönlüne zenginlik ve kalbine takvâ verir. Bir kuluna da şer dilediği vakit fakirliği iki gözünün önüne getirir.
Herhangi bir kimse, bir şahsı içlerinde bu şahıstan daha ehil kimse bulunduğunu bildiği halde on kişi üzerinde âmir tayin ederse, Allah ve Resûlullaha ve Müslümanlara hıyanet etmiş olur.
Gizli ve âşikâr her işinde, Allahtan korkmayı tavsiye ederim.
Allahu teâlâ zâlimi imhâl eder (bir müddet cezasını tehir eder), ta ki gazabına uğrayınca onu kimse kurtaramaz.
Sizin hayırlı olanınız, ehline hayırlı olandır. Ben de sizin ehline hayırlı olanınızım. Kadınlara ancak kerim olanlar ikram ederler, onlara leîm (alçak, kötü) olanlar ihanet eder.

MAKSADINA KAVUŞAN ŞEYTAN!..
Dırâr bin Mürre vefatına yakın günlerde buyururdu ki:
Şeytan şöyle demiştir: Âdemoğluna üç şeyi yaptırdığımda maksadıma, murâdıma kavuşmuş olurum, istediğimi yaptırırım. Birincisi, günahlarını unuttuğu zaman, ikincisi amelini çok gördüğü zaman, üçüncüsü kendi görünüşünü beğendiği zaman.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri