Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kalbin ve bedenin musîbeti!..</label>
Câfer bin Süleymân Dâbiî, sekizinci yüzyılda yaşamış evliyânın büyüklerindendir. Mâlik bin Dînârla, Sâbit el-Benânîye on sene müddetle gidip gelmiştir. Sohbetlerinde Mâlik bin Dînârdan ve diğer zâtlardan nakiller yaparak insanların hak yola kavuşmalarına vesîle ve sebep oldu. Hadîs-i şerîf rivâyet etti. Mâlik bin Dînârdan naklederek buyurdu ki: KÖTÜ AMELLİ ÇOBAN!..
Bâzı kitaplarda okudum: (Kıyâmet gününde kötü amelli çoban huzûr-ı ilâhîye getirilir. O çobana, ey kötü iş işleyen çoban! Süt içtin, et yedin, kaybedilmiş mallara sâhip çıkmadın, kırılmış olanları sarmadın, güttüğün hayvanların hakkını tam olarak gözetmedin. Bugün senden onlar için intikam alıyorum, buyrulur) yazılıydı.
Allahü teâlâ kalplere ve bedenlere çeşitli musîbetler verir. Bunlar, rızık darlığı, ibâdetlerde gevşekliktir. Bunlardan daha şiddetlisi kalbin katılığıdır.
Müminlerin göğüsleri, kalpleri hayırlı güzel işler sebebiyle kaynar, coşar. Fâcir kimselerin göğüsleri de kötü işler yüzünden coşar. Allahü teâlâ sizin kalbinizden geçenlere, niyetlerinize bakar. Niyetlerinize dikkat ediniz ki, Allahü teâlâ size merhamet etsin.
Sâbit el-Benânîden naklederek buyurdu ki:
Bize ulaştı ki, Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma; (Filan kulumun ağzının tatlılığını al) buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm o kulun ağzının tadını aldı. O kimse şaşkın, mahzûn ve üzüntülü bir hâlde sabretti. Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma buyurdu ki: (Ey Cebrâil! O kulumu imtihân ettim. Onu sabırlı ve sâdık buldum. Ona fazlasıyla karşılık vereceğim.)
Câfer bin Süleymân Dâbiînin rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:

KORKU İLE ÜMİT ARASI...
Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Rabbiniz Rahîmdir. Kim bir iyiliği yapmaya niyet eder, onu yapmazsa onun için bir sevap yazılır. Eğer niyet ettiği o iyiliği yaparsa, on mislinden yedi yüz misline kadar çok sevap yazılır. Bir kimse bir kötülük yapmaya niyet eder ve onu yapmazsa onun için bir sevap yazılır. Eğer niyet ettiği kötülüğü işlerse ona ya bir günah yazılır veya silinir.)
Peygamber efendimiz ölüm hâlindeki bir kimseyi ziyâret etti ve; (Kendini nasıl buluyorsun?) buyurdu. O kimse; Kendimi korku ile ümid arasında görüyorum dedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: (Allahü teâlâ bir kalpte korku ve ümidi bir arada bulundurmaz. Eğer bir kimsenin kalbinde korku ve ümidi bir arada bulundurursa, onu ümid ettiklerine kavuşturur, korktuklarından da emin eyler.)
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yüze sürülen gözyaşı!..</label>
Avn bin Abdullah hazretleri, Tâbiînin büyüklerindendir. Doğum târihi belli değildir. Medîneden Kûfeye hicret ederek orada yerleşti. Kesin olarak bilinmemekle berâber 733 (H.115) senesinde vefât ettiği bildirilmektedir. Eshâb-ı kirâmın huzûrlarında yetişmiş çok ibâdet eden bir zât idi. Kırâat ve hadîs ilminde büyük âlim idi. KİM BUNLARA UYARSA...Bir gün Avn bin Abdullah ağlıyor gözyaşlarını yüzüne sürüyordu. Ona; Gözyaşlarını niçin yüzüne sürüyorsun? denildi. O da; İnsanın, Allah korkusu ile olan gözyaşları, bedeninden bir yere değerse, Allahü teâlâ orasını Cehenneme haram kılar ve yakmaz buyurdu.
Bir gün şöyle nasîhat etti:
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyunuz. Kim bunlara uyarsa, bu onlar için saâdettir. Bunlara uymayan bedbahttır. Öldükten sonra, kendisi yüzünden cezâ ve mükâfât göreceğiniz amellerinizi ıslâh edip düzeltiniz.
Sizden öncekiler, âhiret işleriyle uğraşıp, sâdece artan zamanlarını dünyâ işlerine harcarlardı. Siz ise bugün hep dünyâ işiyle uğraşıyor, zaman kalırsa âhiret işlerini yapıyorsunuz.
Allahü teâlânın affı ile Cehennemden kurtulursunuz. Rahmeti ile Cennete girersiniz. Amellerinize göre mertebeniz ve dereceniz olur.
Allahü teâlânın beğendiği işleri yaparken mütevâzı ve alçak gönüllü olunuz.
Günahlarından vazgeçip, Allahü teâlâya tövbe edenlerle berâber oturunuz. Çünkü onların kalbi, ince ve yumuşaktır.
Bir kimseyi övmekte ve yermekte acele etmeyin. Çünkü nice kimseler bugün sizi memnun ve râzı eder de, yarın, kötülük yapıp sizi rahatsız edebilir. Aynı şekilde, bugün ondan memnun olmazsınız da, yarın memnun olabilirsiniz.
Sizce, çok önemli olan hâcetlerinizi, isteklerinizi farz namazlarda isteyiniz. Çünkü farz namazlarda yapılan duâ, farz namazın nâfileye üstünlüğü gibidir.
Allahü teâlâ âhiret için çalışanın dünyâ işlerine kâfi gelir, dünyâsı husûsunda ona yardımcı olur. Kim Allahü teâlâya karşı hâlini düzeltirse, Allahü teâlâ onunla insanlar arasını düzeltir, güzel yapar. İçini düzeltenin, Allahü teâlâ dışını düzeltir, güzel yapar...

TAKVA İPİNE İYİ SARIL!..
Avn bin Abdullah hazretleri vefat etmeden önce oğluna şöyle nasîhatte bulundu:
Ey oğul! Takvâya, Allah korkusu ile haramlardan kaçma ipine iyi sarıl. Eğer, bugünün dünden, yarının da bugünden daha hayırlı olmasını temin edebilirsen, bunu yap. Namaz kılarken, vedâ edip, ayrılacak olan kimsenin namaz kılışı gibi kıl. Çok ihtiyaç peşinde koşmaktan, özür beyân etmek zorunda kalacağın işi yapmaktan sakın.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kalbin hayâtı!..</label>
Ebû Muhammed el-Yemenî hazretleri, Nedîmül-Kurân yâni Kurân-ı kerîmin arkadaşı lakabıyla anılan büyük bir velî idi. Yemende doğdu ve 1426 (H.830) senesi yine orada vefât etti... LEVH-İ MAHFÛZA BAK!..Bu mübarek zatın da, talebelerine kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
Başa gelen her şeye râzı olmak hâline kavuşanlar, irfan sâhipleri, âriflerdir. Allahü teâlâ önce gelen peygamberlerden birine vahy ederek bildirdi ki: Cebrâil aleyhisselâm yeryüzüne indiğinde ibâdet ile meşgûl olan bir kimseyi gördü. Hoşuna gittiği için; Yâ Rabbî! Bu kimse ne iyi dedi. Allahü teâlâ da; Ey Cibrîl! Levh-i mahfûza bak buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm Levh-i mahfûzda o kimsenin Cehennemlikler arasında yazılı olduğunu gördü. Allahü teâlâya; Yâ Rabbî! Bu işin hikmeti nedir? diye sordu. Allahü teâlâ; Ben yaptığım işlerden kimseye karşı sorumlu değilim. Hiç kimse kullarım hakkındaki ilmime akıl erdiremez buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm; Yâ Rabbî! İzin verirsen o kimseye gidip durumu bildireyim dedi. İzin verilince, o kimsenin yanına gitti ve; Senin yaptığın ibâdetleri Allahü teâlâ kabûl etmedi. Levh-i mahfûzda senin Cehennem ehli arasında olduğunu gördüm deyince, o kimse düşüp bayıldı. Cebrâil aleyhisselâm onun ayılmasını bekledi. Ayılınca şöyle mırıldanıyordu: Ey benim Allahım! Sana hamd ederim. Bütün hamd eden kulların sana nasıl hamd ediyorsa ben de öyle hamd ederim... Sonra Cebrâil aleyhisselâma dönerek; O bizim Rabbimizdir. Bütün ilmî kudretinin kemâli, rahmeti ve şefkati ile benim hakkımda öyle uygun görmüş. Ona yine hamd ederim. O beni benden daha iyi bilir dedi ve secdeye kapandı. Secdede cenâb-ı Hakkı tesbih etmeye başladı. Bu durumu Cebrâil aleyhisselâm Allahü teâlâya arz edip o şahıs hakkında üzüldüğünü bildirdi... Cebrâil aleyhisselâma, Allahü teâlâ tarafından tekrar Levh-i mahfûza bakması bildirildi. Bu defâ Levh-i mahfûzda o kimsenin cennetlik olduğu yazılıydı...

MÜJDELER OLSUN SANA!..
Cebrâil aleyhisselâm, cenâb-ı Hakktan hikmetini suâl ettiğinde; Kullarım işlerime akıl erdiremezler buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm bu durumu yine bildirmek istedi ve izin verildi. O zâtın yanına gidip; Müjdeler olsun sana! Yerin Cennet oldu dedi. O kimse bu sözlere hiç şaşmadı ve eski hâlini hiç bozmadı. Eskisi gibi yine hamd ve cenâb-ı Hakkı tesbih etmeye devâm etti...
Ebû Muhammed el-Yemenî hazretleri, vefatına yakın bir talebesine buyurdu ki:
Âhireti düşünmek aklın alâmeti ve kalbin hayâtıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İftarın ölüm olsun!..</label>
Dâvûd-i Tâî hazretleri Tebei Tâbiînin büyüklerindendir. 781 (H.165) senesinde Bağdatta vefât etti. Kabri oradadır. Hem İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerinin derslerine devâm etti, hem de Câfer-i Sâdık hazretlerinin sohbetinde bulundu...
BANA NASİHAT ET!..
İbn-i Semmâk hazretleri, Dâvûd-i Tâîye gelip; Bana nasîhat et dedi. O da; Öyle gayret et ki, Allahü teâlâ seni yasak ettiği yerde görmesin, emrettiği yerden de ayrılmış bulmasın. Allahü teâlâdan hayâ et ki, senin Ona yakın olduğunu ve senin üzerindeki kudretini göz önüne getiresin. Dünyâya karşı oruçlu ol ki, iftarın ölüm olsun, insanlardan, aslandan kaçar gibi kaç, fakat cemâatle namazı terk etme ve sünnetten ayrılma buyurdu.
Her nefs, dünyâdan susuz olarak gidecektir. Ancak Allahü teâlâyı zikreden kullar bundan müstesnâdır.
Uzun emele dalan bir kul, üzerindeki kul borçlarını unutur ve tövbe etmeyi sonraya bırakır. Siz böyle yapmayınız.
Her an kusur ve günahları çoğalan, kabahatleri yenilenen bir kul, nasıl olur da üzülmez.
Hayâtımda, gece ibâdet edenlerden başka hiç kimseye imrenmedim.

EN BÜYÜK SERMAYE...
Kûfede bir cenâze vardı. Dâvûd-i Tâî hazretleri de oradaydı. Kabristana mevtâyı defnettikten sonra, oradaki insanlar Dâvûd-i Tâînin etrâfına toplandılar. Bize biraz nasîhat eder misiniz? dediler. O da şunları buyurdu:
Kim ki, Allahü teâlânın vâdettiğinden korkarsa arzularına çabuk kavuşur. Kimin arzuları çoksa, ona bütün azaplar yakındır. Ey kardeşlerim, en büyük sermâye, Allahü teâlânın râzı olduğu bir iş ile meşgûl olmaktır. Kabirdekiler, kıyâmet kopunca kabir azâbı kalkacağı için, kıyâmetin çabuk gelmesini beklerler. Dünyâdakiler ise; kabirdekilerin pişmanlıklarını bilmedikleri için hep günah işlerler. Halbuki onlar da ölünce, dünyâda iken neden çok ibâdet yapmadık, diyerek pişman olacaklar...
Akrabâlarından birisi; Akrabâyız. Bana nasîhat verip vasiyet ediniz dedi. Dâvûd-i Tâî hazretleri ağlamaya başladı. Bir müddet sonra kendisinde konuşacak hâl buldu ve; Gece ile gündüz, yolculukta bir konak yeri gibidir. Dünyâ ile âhiretin arası bu kadardır. Dünyâdan, âhirete mutlaka gideceğimize göre oraya hazırlanmak lâzım. Çünkü yolculuğun bitmesi yakın, ecelin gelmesi de ondan daha aceledir. Ölmüş olanlar seni bekliyor dedi. Akrabası bu sözleri işitince kendinden geçti ve Allah diye feryad ederek yere düştü. Baktılar ki, son nefesini vermiş.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yiğidin hayâtı çilelidir!..</label>
Bündâr bin Hüseyin Şirâzî hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. İranın Şiraz şehrindendir. Usûl ve akâid ilminde de âlim idi. Ebû Bekr Şiblînin sohbetlerinde bulunmuştur. Hakâik (hakîkatler), tasavvufî incelikler ilmi üzerinde çok meşhûr sözleri vardır. 964 (H.353) senesinde Errecanda vefât etti. Cenâzesini Ebû Zerâ-i Taberî yıkadı... AĞLAMANIN ÇEŞİTLERİ VARDIR!Bu mübarek zatın kıymetli sohbetleri vardır. Buyurdu ki:
Ağlamanın çeşitleri vardır. Bâzı ağlamalar, önceden olmayan bir şeyin elde edilmesi sebebi ile sevinçtendir. Birisi de, eldeki bir şeyi kaybetme sebebi ile üzüntüdendir. Allahü teâlâ bir âyet-i kerîmede sevinçten ağlamak hakkında meâlen buyuruyor ki: (Peygambere indirileni [Kurânı] dinledikleri zaman, hakkı anladıklarından ötürü gözlerinin yaşla dolup boşandığını görürsün. Onlar şöyle derler: Ey Rabbimiz! Îmân ettik, şimdi bizi şehâdet getirenlerle berâber yaz.) [Mâide sûresi: 83] Allahü teâlâ bir âyet-i kerîmede üzüntü sebebiyle ağlamak hakkında meâlen buyuruyor ki:
(Bir de o kimselere günah yoktur ki, kendilerini bindirip savaşa gönderesin diye sana geldiklerinde, onlara: Sizi bindirecek bir hayvan bulamıyorum demiştin. Bu uğurda sarf edecekleri şeyi bulamadıklarından dolayı kederlerinden gözleri yaş döke döke döndüler.) [Tevbe sûresi: 92]
Bidat ehlinin sohbetlerinde bulunmak, Allahü teâlâdan uzaklaşmaya sebeb olur.
Dostlarına, nereye gittiklerini ve ne iş yaptıklarını suâl etmek edebe aykırıdır.
Dünyâ sevgisi bir kalbe girdiği zaman, o kalbi Allahü teâlâya ibâdet etmekten alıkoyar.

HASÎHAT, AKILLI İÇİNDİR!
Bündâr bin Hüseyin hazretlerine, tasavvuf ehli ile zâhirî ilimlerdeki âlim arasındaki fark sorulduğunda, şu cevâbı verdi:
Sûfî, Allahü teâlâ tarafından nefsi temiz kılınmış ve seçilmiş bir kimsedir. Fakat zâhirî ilimlerdeki âlim, bunları elde etmeye çalışan, Rabbinin emirlerini bilen ve kendini haramlardan koruyandır.
Bündâr bin Hüseyin hazretleri, vefatına yakın şu şiiri söyledi:
Zamânın belâ ve musîbetleri, beni terbiye etmiştir.
Nasîhat, ancak akıllı olan içindir.
Ben acıyı, tatlıyı, hepsini tattım.
Yiğidin hayâtı çilelidir.
Bütün çile ve nîmetlerden,
Olmuştur benim mutlaka nasîbim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gulâm Muhammed Ma'sûm</label>
Gulâm Muhammed Masûm hazretleri, Hindistanda yetişen büyük velîlerden Muhammed Masûm Fârûkînin torunlarından Şeyh Muhammed İsmâilin ikinci oğludur. 1748 (H.1161) senesinde, Ramazân-ı şerîf bayramı gecesi vefât etti. Tasavvufta pek yüksek derecede olup, Kutb-ül-aktâb idi... SİZDE ŞU ÜÇ HASLET VARSA...Gulâm Muhammed Masûm hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu olması sebebiyle asâletten ve yüksek derecelerden pay almıştı. Hikmetli sözleri pek çoktur. Buyurdu ki:
Eğer sizde şu üç şey varsa ne âlâ! Şâyet bu üç şey sizde yoksa, hâliniz harap, çâresiz Cehennemde yanarsınız. Birincisi, elinizden kaçmış olan geçmiş günlerinizin hasreti içinde olmayınız. Çünkü geçmiş günlerinizde yapmış olduğunuz ibâdetlere ne ilâvede bulunabilirsiniz, ne de günahlar için bir bahâne ve mâzeret bulabilirsiniz. Şâyet bugün geçmiş günleriniz için mâzeret aramakla meşgûl olursanız bugünün hakkını ne zaman ödeyeceksiniz. Bugün dünü düşünmek dünü zâyi etmek olmaz mı? İkincisi; bu günü ganîmet bilip çalışmak mümkün olduğu kadar tâat ve ibâdet yapmak, haksızlık yapılmış olan hasımları hoşnut etmek. Üçüncüsü; acabâ yarın kurtulacak mıyım yoksa mahv mı olacağım diye korkup endişelenmek...
Şu üç halde iken seni ölümün yakalamasından sakın! Kibir, hırs ve böbürlenme halleri. Çünkü Allahü teâlâ kibirlenen kimseye en miskin kimseden gelen bir zillete düşürmeden, gururlanan kimseyi aç ve susuz bırakmadan, yemek istediği bir şeyin boğazından geçmesine mâni olmadan, hırslı kimseyi de idrâr ve necâsetin içinde bırakmadan bu dünyâdan ayırmaz...

YARIN KABRİME GEL!..
Umdet-ül-Makâmât kitâbının müellifi, Gulâm Muhammed Masûmun bir talebesinden naklen şöyle anlatmıştır:
Hocam Gulâm Muhammed Masûm hazretlerinin vefâtına yakın bir zamanda, ziyâretine gitmek üzere köyümden yola çıktım. Giderken iki rubiyye (Hindistanda kullanılan para birimi) mikdârındaki parayı hocama vermeyi adamıştım. Yoldayken hocam bana rüyâmda;
Yarın fıtr bayramı gecesidir. Kabrime gel orada bir kişi bulursun. Benim ona iki rubiyye borcum vardı. Adadığın o iki rubiyyeyi ona vererek borcunu öde buyurdu. Yolculuğumu tamamlayıp hocamın şehrine girince, hocam Gulâm Muhammed Masûmun vefât ettiğini öğrendim. Hemen kabrine gidip ziyâret ettim. Orada birisini gördüm. Bana dedi ki: Bu zâtın bana iki rubiyye borcu vardı, oğullarından isteyeceğim. Ben nezrettiğim iki rubiyyeyi çıkarıp ona verdim. Artık oğullarından isteme dedim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Her üzüntü fazîlettir!..</label>
Ebû Nasr Pârisâ, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin en sevdiği talebesi olan Muhammed Pârisâ hazretlerinin oğludur. Doğum târihi bilinmemektedir. 1460 (H.865) senesinde vefât etti. Kabri Belh şehrindedir... TALEBE SAMİMİ DEĞİLSE!..Ebû Nasr, küçük yaştan îtibâren babası ve Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn Buhârî hazretlerinin halîfesi Muhammed Pârisâ hazretlerinin terbiyesi ve eğitimi altında yetişti. Ondan aldığı feyz, bereket ve mârifetle âlimler arasında seçkin bir yere geldi. Dînî ilimlerde ve tasavvuf ilminde çok yüksek derecede bir âlim oldu. Tasavvuf makamlarında babasının yerini tutacak kadar bir üstünlüğe kavuştu.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Bir mürşide, rehbere talebe olan kimsenin, samîmî değilse, günden güne bedbahtlığı artar.
Her çeşit üzüntü fazîlettir, mümin için derecede ziyâdeliktir. Fakat üzüntünün sebebi günah olan şeyler olmamalı. Bunları yapamadım diye üzülmemeli. Her çeşit üzüntünün fazîlet olması, üzüntünün insanın derecesini yükseltmese bile günahlarının silinmesine, affedilmesine sebeb olmasıdır.
Tasavvufta yetişmek isteyen talebe, tasavvuf erbâbı olanların ilminden bir şey işitir ve bu işittiği şeyle amel ederse, bu husus kalbinde ömrünün sonuna kadar istifâde edeceği bir hikmet olur. İşitip amel etmeyen kimse için ise, işittiği şey ezberlenen bir hikâye gibi akılda kalır ve zamanla unutulup gider.
Kul için güzel edepten daha iyi mertebe göremedim. Çünkü aklın hayâtı edeptir. İnsan edep ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur.
Kim nefsini terbiye ederse, herkes ondan terbiye öğrenir. Edep ehline aykırı hareket eden, yasaklara dalar ve kendisine tâbi olanlar yoldan saparlar.

EDEP İKİ KISIMDIR...
Edep iki kısımdır: Bâtının edebi, zâhirin edebi. Bâtının edebi, kalbin temizlenmesi; zâhirin edebi ise uzuvları kötülük yapmaktan ve günahlardan korumaktır.
Tevâzuun kaynağı şunlardır: İnsan cehâletini hatırında tutmak, işlediği günahı unutmamak ve Allahü teâlâya devamlı muhtâc olduğunu hiç aklından çıkarmamak.
Ebû Nasr Pârisâ hazretleri, vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Arzu ve isteklerinin peşinde koştuğun müddetçe zindanda gibisin. İşi, Allahü teâlâya havâle edersen, râhata ve selâmete erersin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Celâleddin-i Devânî Sıddîkî</label>
Celâleddin-i Devânî hazretleri 1429 (H. 833) senesinde İranın Kâzerûn şehrinin Devân nahiyesinde doğdu. 1502 (H.908) senesi Kâzerûnda vefât etti. Eserleri, asırlarca İslâm ülkelerindeki medreselerde ders kitabı olarak okundu... LÜZUMSUZ KONUŞANIN AKLI YOKTUR!İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında bu büyük âlimin yüksek derecesini bildirmektedir. Yazdığı Ahlâk-ı Celâlî isimli eser, yüzlerce senedir İslam Ahlakını insanlara anlatmakta tesirli olmaktadır. Celâleddin-i Devânî bu kitabında diyor ki:
Fazla konuşmamalıdır. Zîrâ çok konuşmak; zihin hafifliği, akıl zayıflığının alâmetidir. Kişinin heybetini kırar, îtibârını düşürür. Hazret-i Âişe buyurur ki: Hiçbir sözü boş olmayan Resûlullah efendimiz, az, öz ve tâne tâne konuşurdu. Bir mecliste konuşsa, mübârek ağzından çıkan kelimeler sayılmak istense, sayılabilirdi...
Âlimler demişlerdir ki: Lüzûmsuz çok konuşan bir kimseyi görürsen, bilki, aklı
yoktur. Söyleyeceği sözü iyice düşünmeden dile getirmemeli, ağzından çıkarmamalıdır. Hikmet sâhibleri; Önce düşün, sonra söyle demişlerdir. İhtiyaç, lüzûm olmadan konuşmamalıdır. Konuşurken gülmemelidir. Mecliste birisi konuşurken, sözünü kesip araya girmemelidir. Bir kimsenin anlattığı bir şeyi bilse de, bildiğini belli etmeyip, o kimse sözünü tamamlamalıdır. Başkasına sorulan bir suâle cevap vermemelidir. Onun da bulunduğu bir topluluğa sorulursa, başkalarından evvel davranıp, cevap vermede acele etmemelidir. Bir kimse cevap verirken, kendisinin daha iyi bildiğini anlarsa, o kimsenin bitirmesine kadar beklemeli, sonra cevap vermeli ve kendinden önce konuşanı ayıplamamalıdır.

SIRTÜSTÜ YATMA HORLARSIN!
Bir meclise gidince, kendinden aşağı olanların veya yüksek olanların yerlerine oturmamalıdır... İnsanların yanında uyumamalıdır. Sırtüstü hiç yatmamalıdır. Hele uyurken horlayan buna çok dikkat etmelidir. Çünkü bu şekilde yatmak horlamayı arttırır. Eğer bir mecliste, kalabalıkta uyku gelirse, mümkünse kalkıp gitmeli, değilse, bir hikâye, bir düşünce veya bir başka yolla def etmelidir. Oradakiler hep uyuyorsa, ya onlara uyup uyumalı, yâhut kalkıp gitmelidir...
Vefatına yakın buyurdu ki: İslam ahlakına uygun yaşamalıdır ki, kimse ondan nefret etmemelidir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
En büyük sıkıntı!..</label>
Ebû Muhammed er-Râsibî, Bağdatta yetişen evliyânın büyüklerindendir. Bağdatta doğdu. 977 (H.367)de orada vefât etti. İlim tahsîl etmek için bir ara Şama gitti. Bir müddet sonra Bağdata döndü ve vefâtına kadar orada kaldı. Sohbetlerinde buyurdu ki: GÜNAHLARIN CEZALARI!..
Bir kimse için en büyük sıkıntı, uygunsuz birisi ile sohbet etmek, berâber bulunmak mecbûriyetinde kalması ve o kimseyi terk edip gitmek mümkün olmamasıdır.
İnsan ile Allahü teâlâ arasındaki en büyük perde, insanın Allahü teâlâya değil de, kendisi gibi âciz olan birine güvenmesidir.
Sıkıntı ve üzüntüler, günahların cezâlarıdır.
Siz geçici dünyâ malını istiyorsunuz. Halbuki Allahü teâlâ âhireti kazanmanızı diliyor meâlindeki âyet-i kerîmeyi şöyle tefsîr etti: Dünyâyı isteyen kimseyi, Allahü teâlâ âhireti istemeye dâvet eder. Âhireti isteyen kimseyi de, Allahü teâlâ yakınlığına dâvet eder.
Allahü teâlânın haram ettiklerinden sakınan bir kalpten, dünyâ sevgisi ve arzularına düşkünlük çıkıp gider.
Ebû Muhammed er-Râsibî hazretleri, vefatına yakın şu vasiyeti yaptı:
Ey Müslümanlar! Dünyâ dedikleri bir hiçten ibârettir. Hiç olduğu şuradan anlaşılıyor ki, sonucu hiçtir. Hiç olan dünyâya gönül veren, yolunda ömrünü çürüten ve hiç olan şeyi isteyenler de bir hiçten ibâret kalacaklardır. Amma hiçi hiç sayan âriftir. Sen o sultanları gözünün önüne getir ki, onlar dünyâya geldiler. Lâkin dünyâya îtibâr etmediler. Dünyânın arkasına düşüp hırsla dünyâlık toplamaya çalışmadılar. Âhiret amelleriyle meşgûl oldular. Onlar, bu dünyânın âhiret yolunun üzerinde bir yol uğrağı olduğunu anladılar. Buna aldanmak olur mu? Yol tedârikinde bulunup kâfileden ayrılmadılar. Bu dünyâya gönül verip aldanmadılar. Temiz ve pak erler ile aziz canları gör. Onlar bu dünyâya aldanmadılar. Allahü teâlâ kendilerine ne verdi ise nefislerinden kestiler. Kendi nefislerine vermeyip fakirlere dağıttılar. Açları doyurup, çıplakları giydirdiler. Muhtaçları arayıp buldular. Kapılarına gelenleri mahrum etmediler. Darda kalanların gönüllerini ferahlattılar, işlerini gördüler...

ÜÇ ŞEY İLE MEŞGUL OL!
Akıllılar bu dünyâda şu üç şey ile meşgul olurlar. Böylece onlar herkesin üzüldüğü gün, bayram ederler: 1) Dünyâ seni terk etmeden sen dünyâyı terk edesin. 2) Her şeyden kurtulasın. 3) Rabbinle buluşmadan, Rabbin senden râzı olsun. Bunlara riâyet eden kimse, Allahü teâlâ ile görüşüp kabrine öyle gider...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kuseyr'in Efendisi...</label>
Ahmed Kuseyrî hazretleri, Antakyadaki evliyânın meşhûrlarındandır. Doğum târihi bilinmemektedir. 1549 (H.956) senesinde Hatayda vefât etti. Türbesi Şenköyde ziyâret mahallidir. Aynı âileden on yedi zâtın kabri de bu türbededir... PADİŞAH HÜRMET EDERDİAhmed Kuseyrî hazretleri, dini ilimleri Antakyada çeşitli zatlardan öğrendi. Kânûnî Sultan Süleymân Han onu İstanbula dâvet etti. İstanbula gidip pâdişâhın meşhûr dîvân sohbetlerinde bulundu. Pâdişâh hürmet ve ikrâm gösterdi. Rütbeler ve nişanlar verdi. Osmanlı Devleti adına yaşadığı Hatay bölgesinin en yetkililerinden ve özellikle Kuseyr mıntıkasının efendisi oldu. Kendisine zeâmet olarak, şimdiki Fenk köyü, Harbiyedeki Kızlar değirmeni ve çiftlikler verildi. Dergâhı gariblerin, yolcuların, fakir ve misafirlerin sığındığı bir yerdi. Talebelerine son derece şefkatli davranırdı. Osmanlı Devletine sadâkatı ve hizmeti ile çok takdir toplamıştır. Türbesinde bir Osmanlı sancağı, sorguç ve tuğ târihî bir hâtıra olarak durmaktadır...
Ahmed Kuseyrî hazretleri Hatayda pekçok talebe yetiştirmiş, insanların İslâmiyeti öğrenmelerine, İslâm ahlâkının yayılmasına hizmet etmiştir. Ayrıca yollar, medreseler, mescidler ve çeşmeler yaptırmıştır. Altınözü civârındaki Kuseyr Çayı üzerinde hâlen faâl hâlde olan köprü onun yaptırdığı bir hayır eseridir.
Vefat etmeden evvel oğluna yaptığı vasiyeti şöyledir:
Ey âşık ve sâdık oğlum! Niyetinde, amelinde ve ibâdetinde sıdka, doğruluğa yapış. Bu ihlâsın, samîmiyetin îcâbıdır. İhlâs, kulun işlerinin ve tavırlarının Allah için olmasıdır. Eğer kulun işlerine, nefsin arzularından, lezzetlerinden bir şey karışırsa sıdk, doğruluk bozulur. Böyle kimseye işlerinde ve hareketlerinde yalancı demek uygun olur. Sıdkın derecelerinin sonu yoktur. Kul işlerinin bazısında sâdık olup bazısında olmayabilir. Eğer bütün işlerinde sadık olursa ona sıddîk, pek doğru denir.

RESÛLULLAHIN EDEBİNE UY!
Ey oğul, Rabbine karşı muâmeleni, davranışını Resûlullah efendimizin Allahü teâlâya karşı muâmelesi, davranışı gibi yap. Allahü teâlâ senin edebini Resûlullahın edebi içerisinde bildirdi. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Beni Rabbim terbiye etti. Benim terbiyemi güzel yaptı.) O halde Rabbine karşı davranışlarında Resûlullahın edebine uy. Rabbine karşı Resûlullah efendimiz gibi ol. Ondan gelen şeylere rızâ, hoşnutluk göster. İtirâz etme...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cezûlî'nin Delâil-ül-Hayrât'ı</label>
D***65279;ün bir nebze bahsettiğimiz gibi, Muhammed Cezûlî hazretleri, hanımına kendisini keramet sahibi yapan salevât-ı şerîfenin hangisi olduğunu sorduğunda Bu gece istihâre edeyim, izin olursa, cevap veririm demişti. Evet o gece istihare etti. Sabahleyin hanımı; Efendi, açıkça söyleyeyim ki, haber vermeye izin yoktur. Ancak salevât-ı şerîfeleri topla, onların içinde varsa, vardır diye haber veririm dedi... HAYIRLARA DELİLLER
Bunun üzerine Muhammed Cezûlî, birçok kitaplarda bulunan salevât-ı şerîfeleri topladı ve bir kitap yazdı. Hanımına, yazdığı bu kitabı okuduğu zaman, hanımı;
İçinde birkaç yerde vardır dedikten sonra;
Bu kitabı okumaya devâm edenin, Allahü teâlânın rahmetine kavuşacağında şüphe yoktur dedi. Muhammed Cezûlî bu eserine; Hayırlara deliller mânâsına gelen Delâil-ül-Hayrât ismini verdi.
Delâil-ül-Hayrâtta toplanmış olan salevât-ı şerîfelerden bâzıları şunlardır:
Allahümme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyâtihî kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyâtihî kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.
Allahümme salli alâ Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.
Allahümme salli alâ Muhammedin-in-nebiyy-il-ümmiyyi ve alâ âli Muhammed.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve terahham alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ terahhamte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve tehannen alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ tehannente alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve sellim alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ sellemte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.
Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âlihi ve eshâbihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve zürriyyetihî ve ehl-i beytihî ve eshârihî ve ensârihî ve eşyâihî ve muhibbihî ve ümmetihî ve aleynâ maahüm ecmaîne yâ erhamerrâhimîn.
Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve alâ ehl-i beytihî.
Muhammed Cezûlî hazretleri vefat ederken yanındakilere, salevât-ı şerîfeyi çok okumalarını vasiyet etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cezûlî ve saliha hanımı</label>
M***65279;uhammed Cezûlî hazretleri, Fasta yetişen velî ve hadîs âlimlerindendir. Hazreti Hasanın soyundandır, yani şerîftir. 1465 (H.870) senesinde şehîd edildi. Fugal bölgesinde yaptırdığı câminin bahçesine defnedildi. Seneler sonra Merrâkeşteki türbeye nakledildi... SALEVÂT-I ŞERİFE OKUMAKLAMuhammed Cezûlî hazretleri, bir gün bir kuyu başına abdest almak için uğradı. Kuyunun yanında su çekmek için kova ve ip yoktu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bir kız, onun bu hâlini yüksekçe bir yerden gördü ve ona şöyle dedi:
Sen kimsin ve niye şaşırdın? Muhammed Cezûlî kendisini tanıttı ve hâlini bildirdi. Kız gelip kuyuya seslendi. Allahü teâlânın izni ile su, kuyudan taşıp dışarıya akmaya başladı. Muhammed Cezûlî abdest aldıktan sonra kıza;
Sen bu kerâmete hangi amelin sebebi ile nâil oldun? dedi. Kız da;
Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfeyi çok getirmekle ve salevât okumaya devâm ederek kavuştum diye cevap verdi. Muhammed Cezûlî, bu duruma hayret ederek;
Acabâ hangi salevât-ı şerîfeyi okumaya devâm etsem? diye düşünmeye başladı... O gece, bu düşünceden dolayı uyuyamadı. Bu düşünce içerisinde yatarken, hanımı yatağından kalktı. En güzel elbisesini giyip, evden dışarı çıktı. Bunu görünce, hanımının bu saatte nereye gittiğini merak ederek arkasından o da dışarı çıktı ve onun deniz kıyısına doğru gittiğini gördü. Önünde ve ardında birer arslan ona bekçilik ediyordu. Hanımı kıyıya varınca deniz üzerinde yürümeye devâm etti, sonunda küçük bir adaya ulaştı. Orada abdest alıp, namaz kılmaya başladı. İbâdetten sonra, yine su üzerinde yürüyerek kıyıya geldi...

İZİN OLURSA CEVAP VERİRİM!
Muhammed Cezûlî daha önce eve gelip, uyuyor gibi göründü. Hanımı, eve gelip elbiselerini değiştirip, yattı. Hanım bunu her gece mi yapıyor? diye düşünerek, üç gece onu gözetledi. Hanımının her gece böyle yaptığını gördü. Üçüncü gecenin sabahında, bu durumu hanımına sordu. Hanımı ona;
Siz, bu işe şimdi mi vâkıf oldunuz? Uzun senelerdir ben böyle yapıyorum dedi. Bunun üzerine Muhammed Cezûlî;
Acabâ, bu kerâmete ne sebeple kavuştunuz? diye sorunca, hanımı;
Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfe okumayı hiç bırakmadım. Nîmete bu yüzden kavuştum dedi. Muhammed Cezûlî;
Devâm ettiğiniz bu salevât-ı şerîfe hangisidir? diye suâl etti. Hanımı cevap vermedi. Isrâr edince;
Bu gece istihâre edeyim, izin olursa, cevap veririm dedi. Bakalım izin verilecek mi? O da yarına..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri