Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dertsiz dua soğuktur!..</label>
Abdülcelîl Çelebi, Mısırda yetişen büyüklerdendir. Doğum târihi ve yeri belli değildir. On yedinci yüzyılda yaşamıştır. Kahiredeki Mevlevi dergahında taliplere Mesnevi okutur ve sohbet ederdi. Mesneviden anlattı ki:KİBİR, SOĞAN GİBİ KOKAR!
*Kibir, hırs ve şehvet kokusu, söz söylerken ağzında soğan gibi kokar. O koku yüzünden duan reddedilir. O kalp, o koku ile içini dışına vurur.
*Dert; Allahı gizlice anmana vesile olacaksa tüm dünya malından yeğdir. Dertsiz dua soğuktur. Dertli dua gönülden, aşktan gelir.
*Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, göze perde olur.
*Âleme tamah edersen, öte âlemi duyacak ne kulağın, ne de görecek gözün olur.
*Ömrün, altın kesesine benzer; gece-gündüz de para sayan adama.
*Kötü yaratılışlı kişi Allaha yalvaramasın diye Allah ona dert keder vermez. Unutma, Firavunun başı bir kez bile ağrımadı.
*Sabır; sıkıntıların anahtarıdır.
*Pusudan sabır ve ihtiyat etmeksizin kurtulamazsın. Sabır, ihtiyatın eli ayağıdır.
*İhtiyatsızlık, tedbirsizlik; pişmanlıktır.
*Sohbet var; keskin kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi keser biçer. Sohbet var; ilkbahar gibidir, her tarafı yapar, sayısız meyveler bitirir.
*Tedbir ve ihtiyat bastonun yoksa, bari gözü gören birine tutun.
*Dertli kişinin tereddüt ve elemle dolu gönül evi vardır. Onu dinlemek, o eve pencere açıp havalandırmak demektir.
*Tereddüt, hapis ve zindandır. Ruhu çeker de bir yana yönelmesine engel olur.
*Gamdan sevinmeye çalış. Gam, vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş aslında hakikâte yükseliştir. Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkât çekişinse maden... Gam derdine düşen, madeni kazmaya başlamıştır. Azimle kazan, ulaşır defineye.
*Acı; tatlı dudakların tesiri ile tatlılaşır. Diken, gül bahçesi nedeni ile gönül çeker hâle gelir.

LEYLANIN SEMTİNİN KÖPEĞİ!
*Suretten geçerseniz, her şeyde sevgiliyi görürsünüz. Mecnun bir köpeğe iltifat ediyordu. Halk onu kınadı. Mecnun siz anlayamazsınız bu, Leylanın semtinin köpeğidir, onda ben sevgilimi gördüm dedi.
*Dosttan gelen bir cefa; yabancının üç yüz bin cefasından daha ağırdır.
*İnsanların uğradıkları bela ve mihnet, dikkâtli bakarsan alışmadıkları şeyden meydana gelir.
*Ya doğru ol, doğruluğunu göster; yahut sus da merhamete eriş.
Abdülcelîl Çelebi, Abdülcemîl Çelebiye icâzet vererek yerine geçirdi. Kendisi de sıla-i rahm için memleketine gitmek üzere bütün talebeleri ve sevdikleri ile helâllaştıktan
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Velîde bulunan nûrlar!..</label>
Dâvûd-i İskenderî hazretleri, Mısırda yaşamış olan Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi ve büyük velîlerdendir. 1333 (H.733) senesinde İskenderiyyede vefât etti. Bu mübarek zatın kıymetli sözlerinden bâzıları şunlardır:YOL GÖSTERİCİ ODUR Kİ...
Mürşid, yol gösterici, rehber; sana ilâcı, tedâvî olmak yolunu gösteren değil, tedâvî eden, mânevî olarak terbiye edip, yetiştiren zâttır. Böyle olmayana mürşid denmez.
Bir velîde, iki çeşit nûr bulunur. Birincisi; rahmet ve şefkat nûru olup, bu nûrla, evliyâlık yolunda bulunmaya müsâid olanları kendisine cezbeder, çeker. İkincisi ise; feyz, izzet ve kahr nûru olup, bu nûrla da, Allah yolunda bulunmaktan uzak, taşkın kimseleri kendisinden uzaklaştırır.
Allahü teâlânın muhabbetinden bir zerreyi, bin yıllık ibâdete değişme! Çünkü; Hadîs-i şerîfte (Kişi sevdiği ile berâberdir) buyurulmuştur.
Kulun ilmi arttıkça, ilim talebi, daha çok öğrenmek arzu ve ihtiyâcı da artar. Himmeti de yükselir. Çünkü kişi, cehâlet hâlinde, sâdece ilim öğrenmeyi, daha çok ilim sâhibi olmayı ister ve buna kendisini çok muhtaç hisseder. İlmin çok dereceleri vardır. Onun sonu yoktur.
İnsanlar iki kısımdır. Birinci kısım, dünyâ ile uğraşanlar olup, onu îmâr etmeye çalışır. Onun yolunun esâsı dünyâ ile uğraşmaktır. İkinci kısım insanlar ise, mânâ âlemi ile, mânevî işlerle uğraşan kimseler olup, bunlar, matlûba (Allahü teâlâya) kavuşmak, Onu istemek arzusuyla yanarlar. Bütün gayretleri bunun içindir.
Mümin kulların kalbleri, evliyânın kalblerinin gölgeleri altındadır. Evliyânın kalbleri, enbiyânın kalblerinin gölgesi altındadır. Enbiyânın kalbleri de, Allahü teâlânın inâyet ve yardım nûrları altındadır.

BAŞKASINA GÖNÜL VERMEK!
Bir kimse, sâhibi olan Allahü teâlâyı bırakır, Ondan başka birine kalb gözünü çevirip, ona bakar ve ona gönül verirse, başına şu üç şey gelir: 1. Kalbinde, ilâhî nûrları müşâhede etmesine, hakkı ve hakîkati görmesine mâni olan perde hâsıl olur. 2. Kalbini hangi sebeple mahlûklara kaptırdığına dâir hesâba çekilir. 3. Allahü teâlâdan başka bir şeye gönül verdiği ve niyeti bozuk olduğu için azap görür.
Dâvûd-i İskenderî hazretleri vefatına yakın günlerde buyurdu ki:
Kalbin tam bir ihlâs ile Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur) diyerek bir defâ Allahü teâlâya yönelmesi, Allahü teâlâdan gâfil olarak yapılan yer dolusu ibâdetten hayırlıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Îmânının gitmesinden korkmayan!</label>

Ebû İdris Havlânî, Tâbiînin meşhurlarından büyük fıkıh âlimidir. 629 (H.8) senesinde doğdu. Doğum yeri belli değildir. 699 (H.80) senesinde Şamda vefât etti. Muaz bin Cebel, Ebüdderdâ, Ebû Zer, Huzeyfe, Ubâde bin Sâmit, Ebû Hüreyre (radıyallahü anhüm) gibi birçok sahabi ile görüşmüş ve onlardan hadîs bildirmiştir... SENİ ALLAH İÇİN SEVİYORUMEbû İdris Havlânî bir gün Muaz bin Cebele (radıyallahü anh); Ben seni Allah için seviyorum dedi. Muaz bin Cebel de ona; Müjdelerim. Müjdelerim. Resûlullahtan duydum. O; (İnsanlardan bir topluluk için, kıyâmet günü Arşın etrâfında kürsüler vardır. Onların ise, yüzleri dolunay gecesindeki ay gibidir. İnsanlar korku içindedirler. Fakat onlar korkmazlar. Onlar; Allahü teâlânın kendilerine korku vermediği velî kullarıdır. Onlar mahzûn olmazlar) buyurdu. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem); Onlar kimlerdir, yâ Resûlallah? diye sorulduğunda; Allahü teâlâ için birbirini sevenler buyurdu diye müjde verdi...
Ebû İdris hazretleri buyurdular ki: Yemenli bir zât şöyle duâ ediyordu: Allahım! Benim bakışımı ibret, susmamı tefekkür, konuşmamı zikir yap.
Horasanda Dahhâk hazretleri ile karşılaştım. Üzerimde, eski bir kürk vardı. Dahhâk; Kirli elbiseler içerisinde temiz bir kalp, temiz elbiseler içindeki kirli bir kalbden daha hayırlıdır, iyidir buyurdu.
Mescidler, iyi kimselerin meclisleridir.
Kurân-ı kerîm, Allahü teâlânın emirlerine itâat edenleri müjdeler, günahkârları korkutur. Yapılması gerekli işleri bildirir. Geçmiş ümmetlerin, hikâyeleri ve haberlerini bildirir.
Kişi için vakar, ağırbaşlılık en güzel süslerdendir.
Bir mescidde toplanmış insanlar arasında yanan bir ateş görmek, orada âlim olmayan birinin anlatmasını görmekten daha iyidir.

HURÂFELERİ GÖRMEKTENSE!..
Bir mescidde söndürmekten âciz olduğum bir ateş görmem, orada değiştiremeyeceğim bir bidatı, dinde olmayıp da sonradan ortaya çıkarılan hurâfeleri görmemden daha iyidir.
Allahü teâlâ: Ey Âdemoğlu! Kızdığın zaman beni hatırlarsan, gazablandığım zaman ben de seni hatırlar, helâk ettiğim kimselerle berâber seni helâk etmem buyurdu.
Allahü teâlâ, kıyâmet gününde, gece karanlıkta mescide gidenlerin yollarını aydınlatır.
Ebû İdris Havlânî hazretleri, vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Îmânının gitmesinden korkmayan kimsenin îmânı gider.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmâm-ı A'zama dil uzatma!</label>
Abdülvehhâb-ı Şarânî, Mısır evliyâsının büyüklerinden ve Şafîi mezhebi fıkıh âlimidir. Nesebi, Peygamber efendimize dayanır. Mısırın Kalkaşend kasabasında 1493 (H.898) de doğdu. 1565 (H.973) de Kahirede vefât etti... KIYAMETE KADAR BU, BÖYLEDİR!
Abdülvehhâb-ı Şarânî hazretleri, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin sözlerine, sünnetine uymaya çok dikkat ederdi. Hadîs-i şerîfleri kabul etmeyenlere şöyle buyururdu:
Sünnet, yâni hadîs-i şerîfler, Kurân-ı kerîmi açıklamaktadır. Mezheb imâmları, sünneti açıklamışlardır. Din âlimleri de, mezheb imâmlarının sözlerini açıkladılar. Kıyâmete kadar da böyle olacaktır. Sünnet, yâni hadîs-i şerîfler olmasaydı suları, tahâreti, namazların kaç rekat olduklarını, rükû ve secdede okunacak tesbîhleri, bayram ve cenâze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisâbını, orucun, haccın farzlarını, nikâh ve hukûk bilgilerini, hiçbir âlim, Kurân-ı kerîmde bulamaz ve öğrenemezdi...
Hazret-i Ömere; Farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kurân-ı kerîmde bulamadık dediklerinde; Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselâmı gönderdi. Biz, Kurân-ı kerîmde bulamadıklarımızı, Resûlullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde, dört rekat farzları iki rekat kılardı. Biz de öyle yaparız buyurdu...
Abdülvehhâb-ı Şarânî, bâzı câhil din adamlarının Hanefî mezhebinin kurucusu Ebû Hanîfeye ve talebelerine dil uzatanlara şiddetle karşı koyardı. Böyle düşüncelere kapılan bir talebesine, vefatına yakın günlerde şöyle nasîhat etti:

KIYAMETTE FELAKETE UĞRARSIN
Ey kardeşim! İmâm-ı Azam Ebû Hanîfeye ve onun mezhebini taklid eden fıkıh âlimlerine dil uzatmaktan kendini koru! Câhillerin sözlerine ve yazılarına aldanma! O yüce imâmın ahvâlini, zühdünü, verâsını ve din işlerindeki ihtiyâtını, titizliğini bilmeyen, dinde değişiklik yapanlara uyarak, onun delilleri zayıftır dersen, kıyâmette onlar gibi felâkete sürüklenirsin. Sen de benim gibi, Hanefî mezhebinin delillerini incelersen, dört mezhebin de sahîh olduğunu anlarsın! Mezheblerin doğru olduğunu, öğle güneşini görür gibi, açık olarak anlamak istersen, Ehlullah yoluna sarıl! Tasavvuf yolunda ilerleyerek ilminin ve amelinin ihlâslı olmasını başar. O zaman, İslâmiyet bilgilerinin kaynağını görürsün. Dört mezhebin de, bu kaynaktan alıp yaydıklarını, bu mezheplerin hiçbirinde, İslâmiyet dışında hiçbir hüküm bulunmadığını anlarsın. Mezhep imâmlarına ve onları taklid eden âlimlere karşı edebli, terbiyeli davrananlara müjdeler olsun!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sabır yarışı yapınız</label>
Ahmed-i Bîcân, on beşinci yüzyılda Geliboluda yetişen velîlerdendir. Yazıcızâde lakabıyla tanınmıştır. Doğum târihi belli değildir... Ahmed-i Bîcân ve ağabeyi, Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin huzûrunda mânevî ilimlerde yükseldikten sonra Bayramiye tarîkatına göre insanları terbiye etmeye başladılar... SABIR YARIŞI YAPINIZ!Ahmed-i Bîcân talebelerine bir sohbet esnasında buyurdu ki:
Allahü teâlâ, Kurân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Ey îmân edenler! Din uğrundaki eziyetlere sabredin ve düşmanlarınızla olan savaşlarda üstün gelmek için sabır yarışı yapın. Sınır boylarında cihad için nöbet bekleşin ve Allahtan korkun ki, felah bulasınız. (Âl-i İmrân sûresi: 200). Sabrediniz buyurması, belâlara sabretmeye işârettir. Bu, halk yâni avam içindir. Nöbet bekleşin buyurması, günah işlemeyi terk etmeye işârettir. Bu, havâs içindir. Sabır yarışı yapınız buyurması, İbâdet yapmaya katlanmaya işârettir. Bu da seçilmişlerin seçilmişlerine mahsustur. Bunun için, kişinin rahatlığı yakînde, şerefi tevâzuda, saâdeti, kurtuluşu İslâmdadır. İsmeti, günahsız olması Allahü teâlâya güvenmekte, akıllılığı dinde, gayreti dünyâyı terk etmektedir. Helakı günah işlemeye cüret etmekte, pişmanlığı uyumakta, şekâveti cehâlettedir. Saâdeti ilimdedir. Olgunluğu aşktadır. Güzel yaşaması sabırdadır. Sabır; halkın içinde nefsânî arzuları terk etmek, yapmamaktır. Eğer dünyânın bütün belâları onun üzerine gelse Âh bile demeyen; vefâdan, cefâdan, acıdan, zenginlikten ve her çeşit nîmetten dolayı değişmeyen, mağrûr olmayan ve bunlar karşısında hep aynı kalan kimse sabırlıdır. Bilakis o, kendini bela mancınığına kor ve kazâ denizine atar. Sonundan hiç endişe etmez. Vesselâm...

KİM GIYBETİ TERK EDERSE!..
Ahmed-i Bîcân hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:
Kardeşlerim! İnsanı Rabbinden uzaklaştıran perdelerin en büyüğü, kalbi öldürmek, karartmaktır. Kalbin ölmesine kararmasına sebep de dünyayı sevmektir. Bir hadîs-i kutsîde buyruldu ki: (Ey Âdemoğlu! Kanâat et zengin ol. Hasedi terk et, râhat ol! Dünyâyı terk et, dînin halis olsun.) Kim gıybeti terk ederse, Allahü teâlâya karşı olan sevgisi çoğalır. Kim az ve doğru konuşursa, aklı tam olur. Kim aza kanâat ederse, gerçekten Allahü teâlânın ahdine inanmış olur. Kim dünyâ için kaygılanırsa Allahü teâlâdan uzaklaşır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bana kurşun getir!..</label>
Ali Mahallî hazretleri, Mısır evliyâsındandır. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. Hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur. Çok kerâmetleri görüldü. 1495 (H.901) senesinde Kâhirede vefât etti... ONU İMTİHAN ETMEK İSTEDİ!..Bu mübarek zat, geçimini kendi temin ederdi. Kurutulmuş balık, kavun, karpuz, hurma, yâsemin ve gül satardı. Bir gün ona bir talebe gelip, çok muhtâç olduğu için bir şeyler istedi. O da;
Bulabildiğin kadar bana kurşun getir! buyurdu. Talebe, kurşunu bulup getirdiğinde;
O kurşunu ateşe at, erit! buyurdu. Talebe denileni yaptı. Kurşun eridikten sonra, Ali Mahallî yerden bir miktar toprak alıp onun üzerine serpti. Sonra da Bismillâh deyip, onu salladı. Kurşunun altın kesildiği görüldü ve onu ihtiyaç sâhibi talebeye verdi.
Dimyatın ileri gelenlerinden birisi, onun hakkında ileri geri konuşup kötüledi. Üstelik haber de gönderip, Mahallîyi imtihân etmek istedi. Bunun üzerine Ali Mahallî, o tarafa dönüp baktı. Çok geçmeden o kişinin ölüm haberi geldi.
Ali Mahallî hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki:
Dînin edeblerine riâyet etmeden, yolunun kâmil olduğunu iddiâ edenin delîli yoktur.
Kendisini fazla medheden kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen, kendisini fazla medheder.
Sizden biri, bir eser yazacak olursa, daha çok mânâ bakımından doğruluğuna dikkat etsin.
Kişi, Müslüman kardeşlerine tevazû etmesiyle, onların hürmet ve saygısını kazanır.
Allahü teâlâ, mümin kulunun işinde sonunun hayır olmasını murâd ettiği zaman, ona biraz acı ve sıkıntı tattırır.
Kim gülerek günâh işlerse, ağlayarak Cehenneme girer.

KÖTÜ ZANDAN SAKIN!
İsâbet edip, doğru konuştuğunda sana bir ecir ve sevap getirmeyen, hatâ ettiğinde de seni günâha götüren bir sözü söylemekten sakın. Bu söz, Müslüman kardeşine kötü zanda bulunmandır.
Bir kimsenin tamâhı, dünyâ lezzetlerini haram yollardan araması ve gazâbı öfkesi iyice azalmadıkça müttakî, Allahü teâlâdan korkan olamaz.
Allahü teâlâdan uzaklaşan kimse, bâtıl yollara sapar.
Tasavvuf ehli, Allahü teâlâya güvenen, emirlerini yerine getiren, sırra riâyet eden, mahlûklardan uzaklaşarak, Ona yönelen kimsedir.
Bir kimsenin cimrilik huyu ile öfke duygusu körelmedikçe, müttakî sınıfına geçemez.
Ali Mahallî hazretleri, vefatına yakın günlerde buyurdu ki:
Sabırlı ol. Nîmetlere şükret. Hidâyet yolu, doğru yol budur. Nefsinin arzu ve isteklerine uyma. Yoksa felâkete uğrarsın.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Baba-oğul sözleşmesi!..</label>
Baba Yûsuf Sivrihisârî, Anadolu velîlerindendir. İzmirin Seferihisar (Eski adı Sivrihisâr) kasabasında doğdu... İkinci Bâyezîd Han, Baba Yûsuf Sivrihisârîyi çok sever, sohbetinde bulunurdu. O da Sultanı çok severdi. Baba ve oğulluk sözleşmesi yapmışlardı... BÂYEZÎD CAMİİNİN AÇILIŞI...
Sultan İkinci Bâyezîd Han, Bâyezîd Câmiini yaptırınca, bir Cumâ günü câminin açılışı için geldi ve Baba Yûsuf Sivrihisârîyi de dâvet etti. Baba Yûsuf Sivrihisârî, namazdan sonra kürsüye çıkıp vaaz etti. Bir sohbeti sırasında da;
Nâfileler farzların terk edilmesine sebep olduğu zaman nâfileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez. İhtilâf ve ayrılıkla birlikte îtilâf ve birleşme olmaz... Biz nîmetler yüzünden değil, nîmetlere karşı az şükrettiğimizden bu hâle geldik. Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlâsımızın olmayışından bu hâle geldik. Yine bizim uğradığımız musîbetler, günâhlarımızın çokluğundan değil, hayâmızın azlığındandır, istiğfârımızın azlığından değil, vefâmızın azlığından ve süratle günâhlara düşüşümüzdendir. Eğer biz derhâl günahlarımızın cezâsını görmüş olsaydık bütün günâhları bırakırdık... Ey kardeş! Bunu bil ve içini dünyâ sevgisi ve şehvetinden temizle. Allahü teâlâyı çok zikret. Kalbini iyice temizlediğin zaman, Allahü teâlâ seni hikmetle konuşturur ve sen zamânın bir hakîmi olursun. Fakat dünyâ sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sâhibi olamazsın...
Makâmların en yükseği, ölünceye kadar fakirliğe sabretmektir.
İki haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Çok konuşmak, çok yemek.
Bir kul Kurân-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gözü arasını öperler.
Kişi gazabını yenmedikçe, takvâ sâhibi olamaz.
Konuşmak hoşuna giderse sus, susmak hoşuna gidince konuş.
Kötü insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara sû-i zana, kötü düşünmeye sebeb olur.
Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır.
Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı gördüğünde ona tâbi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir.
Kötülüklerini gizlediğin gibi iyiliklerini de gizle.
Kişinin ameli az olursa, düşünce ve sıkıntıya mübtelâ olur.
Baba Yûsuf Sivrihisârî, Yavuz Sultan Selîm Hanın pâdişâhlığının ilk sıralarında vefât etti. Kabri, Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesi çevresindedir. Vefat ederken buyurdu ki:
Dünyâyı seven kişi ölümü sevmez.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Astrolojiye kasîde yazan zat!..</label>
Sekizinci yüzyılda Kûfe ve Şam taraflarında yaşamış olan evliyâdan ve İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Kûfede doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 802 (H.186) senesinde Şam taraflarında Masîsa şehrinde vefât etti... HÂRÛN REŞÎDİN ZAMANINDA...Ebû İshâk Fezârî hazretleri, küçük yaşta tahsîle başladı. Şama gelerek, o beldenin âlimlerinden ilim tahsîl etti. Hadîs ilmini öğrendi. Şöhretini duyan halîfe Hârûn Reşîd, insanlara İslâmiyeti anlatması için onu Bağdâta dâvet etti. Oraya giderek insanlara faydalı olmaya çalışan Ebû İshâk el-Fezârîye, halîfe çok iltifât ve ihsânlarda bulundu. Bağdatta bulunduğu sırada namaz vakitlerinin hesaplanmasında ilk defâ usturlâb âletini kullandı. Namaz vakitlerinin hesaplanmasıyla ilgili geniş çalışmalar yaptı. Ast-roloji üzerine bir kasîde yazdı. Gerçek zevâl (öğle) vaktinin ölçümüyle ilgili bir eser hazırladı.
Halîfenin ve sarayın çevresinde yaşadığı hayat onu sıktığı için Bağdattan ayrıldı. Masîsa şehrine yakın bir yerde, insanlardan uzak münzevî bir hayat sürdü. Tenhâ yerlerde sâde olarak yaşamayı tercih etti.
Ebû İshak Fezârî buyurdu ki:
Bâzı kimseler, insanlar tarafından medholunmayı seviyorlar. Halbuki, Allahü teâlânın rızâsı yanında, insanların övmelerinin, hiç kıymeti yoktur.
Kişi ancak şu iki hasletle üstün olur: Biri insanlardan bir şey beklememek, diğeri insanlardan gelen sıkıntılara katlanmaktır.

GÖSTERİŞ VE KİBİRDEN UZAK
Gösteriş ve kibirden çok uzak olan Ebû İshak Fezârî hazretleri, bir gün buyurdu ki: Ey kardeşim! İnsanların ilme âit söylediği sözlerden bir kısmını ezberleyerek başkalarına karşı üstünlük taslama. Bu riyâkârlıktır, gösteriştir. O bilgiler aslında senin değildir. Onları ortaya koyan sen değilsin.
Ömürlerini gaflet içinde geçiren, kulluk vazîfesini yapmayıp, ibâdetten mahrum kalan âsî insanların hallerine çok acırım.
Allahü teâlânın kullarının kendilerine verilen nîmetlere şükretmesi gerektiğini bildiren Ebû İshâk Fezârî buyurdu ki:
Bir nîmete kavuşan kimse Elhamdülillahi alâ küllî hâl duâsını okursa, o nîmete şük-retmiş olur. Bir musîbetle karşılaşınca bu duâyı okursa, o musîbete sabretmiş olur.
Ebû İshâk el-Fezârî hazretleri Masîsada bulunduğu sırada 802 (H.186) senesinde vefât etti. Vefatına yakın günlerde buyurdu ki:
Üstünlük taslamak için yükselmek isteyenleri Allahü teâlâ alçaltır. Tevâzu gösterenleri ise yükseltir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şehzâde eğitimcisi Atâî Efendi</label>
Atâî Ahmed Efendi, Sultan İkinci Selîm Hanın hocasıdır. İzmire bağlı Ödemiş kazâsının Birgi kasabasındandır. 1571 (H.979) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri, Şeyh Ebül-Vefâ Câmiinin bahçesindedir...İKİNCİ SELİM HANIN HOCASI
Büyük âlim Ebüssüûd Efendi ile İstanbul kâdısı Sâdi Efendiden ilim tahsîl edip, yüksek ilmî derecelere ulaştı. 1550 (H.957) senesinde Manisa sancağında şehzâde olarak bulunan Sultan İkinci Selîm Hanın hocası ve terbiye edicisi Akşemseddîn evlâdından olan Şemsî Çelebi vefât edince, onun yerine Şehzâde hocalığı ile vazîfelendirildi. İlim ve edeb yönünden Şehzâdenin iyi yetişmesine çalıştı ve bu hususta büyük hizmetleri oldu.
1566 (H.974) senesi Rebîul-evvel ayında Sultan İkinci Selîm Han tahta geçip pâdişâh olunca, büyük bir câmide halka vaaz ve nasîhat etmesi için vazîfelendirdi. Vaaz ve nasîhatleri insanlar üzerinde çok tesirli idi. Çok sevilip sayıldı.
Atâî Ahmed Efendi buyurdu ki: Namaz müminin mîrâcıdır buyurulan hadîs-i şerîfte, hakîkî namazın derecelerine işâret vardır. Namaza duran kimsenin, iftitâh tekbîrini söylerken, Allahü teâlânın azametini, yüceliğini düşünerek, hudû ve huşû hâlinde olması gerekir. Öyle ki, bu hâlini istigrâk, kendinden geçme hâline eriştirmelidir. Bu sıfatın kemâl derecesi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemde vardı. Rivâyet edilmiştir ki, Resûlullah efendimiz namazda iken, mübârek göğsünden öyle bir ses gelirdi ki, bu ses, Medîne-i münevverenin dışından işitilirdi. Namazda kalp huzûru nasıl elde edilir? diye sorulunca da; Helâl lokma yemek ve yerken gaflet içinde olmamak, abdest alırken, iftitâh tekbirini söylerken, tam bir âgâhlık, gafletten uzak olma, uyanıklık içinde bulunmakla buyurdu.

HAKİKİ ORUCA İŞARET!..
Yine buyurdu ki: Oruç bana mahsustur. Onun karşılığını ben veririm buyrulan kudsî hadîste, hakîkî oruca işâret vardır. Bu ise, mâsivâyı, Allahü teâlâdan başka her şeyi terk etmektir.
Yine buyurdu ki: Allahü teâlânın doksan dokuz ismi vardır. Kim onları sayarsa, Cennete girer buyurulan bu hadîs-i şerîfteki Ahsa kelimesinin bir mânâsı, saymaktır. Diğer bir mânâsı ise, bu ism-i şerîfleri öğrenip, bilmektir. Bir mânâsı da, bu esmâ-i şerîfenin mûcibince amel etmektir.
Atâî Ahmed Efendi, vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Kâmil olan Allah yolcusu ile sohbet etmek, Kurân-ı kerîm okuyan ile sohbet etmekten daha sevimlidir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hikmetten bir nükte öğreteyim</label>
Şeyh Azerî, hikmetli şiirleriyle meşhur bir zat idi. 1380 (H.782) yılında doğdu. 1462 (H.866) yılında vefât etti. Asıl adı Hamzadır. Küçük yaştan îtibâren ilim sâhipleri ve gönül sultanları ile berâber oldu... İKİ ÂLEMDE DE BÜYÜK OLURSUNTîmûr Hanın torunlarından Sultanzâde Muhammed Baysungur, Şeyh Azerînin ziyâretine geldi. Ona adâlet ve merhâmet hakkında pek çok nasihatlerde bulundu. Sohbet esnâsında şehzâdenin kalbinde Şeyhe karşı büyük bir muhabbet hâsıl oldu. Onun önüne bir kese altın bıraktı. Şeyh bunu kabûl etmedi ve şu beyti okudu:
Altını dağıtmak, onu hiç almamaktan daha iyi ve hayırlı değildir...
Şeyh Azerî hazretlerinin kasîdelerini toplamış olduğu dîvânındaki şiirlerinden bâzıları şu mânâdadır:
Ben sana hikmetten bir nükte öğreteyim. Sen bunu yaparsan iki âlemde büyük adam olursun. Tarîkat libasını giydiğin vakit zilletten müteessir olma. İzzet ile övün.
Yaygı gibi yayılmış olan bu yeryüzünün durumunu gözünün önüne al. Bunu tıpkı siyâh, beyaz hânelere ayrılmış bir satranç tahtası gibi farz et. Birbiri karşısına konulmuş siyah ve beyaz hâneler ayniyle gece ve gündüzün aydın ve karanlık saatlerine benzer. Burada akıl ve nefs birer mühendis ve hokkabaz ve yekdiğerini yenmek isteyen iki satranç ustasıdır. Aklını başına al; nefis, hîleler yapan, dalavereci bir rakîptir... Ey Azerî, bir kimse nefsin kötü isteklerinden korunmazsa murâd atını, ilâhî yoldaki arzu ve isteğini kaybetmiştir. Zaman herkesle bir türlü oyun oynar. Onun oyunundan sakının.

HIRS GÖZÜNE KANAAT SÜRMESİ!..
Hikmet hazînesinin anahtarı bizim elimize geçtiği zamandan beri hırs gözüne kanâat sürmesini sürdük. Ey gönül bu dünyâ olayları ayarı düşük bir pazardır. Biz bunu birçok kere himmet terâzisiyle tarttık. Ancak korkarım ki, bizim tâat ve ibâdet sayfalarını yok saydığımız gibi, yarın tevfik sayfamızı da yok saymasınlar. Bugün ayrılıktan çektiğimiz azâbın yanında yarın haşr gününde çekeceğimiz azâbın gözümüzün önünde hiç ehemmiyeti yoktur. Vatanın ve yar ile bulunmanın kadri kıymeti nedir? Bunu bizden sor. Çünkü biz gurbet mihneti nedir; bunu çekmişiz, ne acı olduğunu biliriz.
Şeyh Azerî hazretleri, vefatına yakın şunları söyledi:
Sahîfelerinize ne yazdığınıza dikkat ediniz. Çünkü bu, Rabbinize karşı okunacaktır. Yazık o kimseye ki çirkin söz konuşur. Eğer içinizden biri bir kardeşine içinde çirkin söz bulunan bir yazı gönderse, şüphesiz bu bir hayâsızlık olur. Ya Rabbine karşı kötü söz söyleyenin hâli ne olur?
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hakîkat ehlinin alâmeti</label>
Büyük velî Aziz Nesefî hazretleri buyurdu ki:Hakîkat ehlinin alâmeti şunlardır: 1) Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuşlardır. 2) İnsanlarla sulh üzeredirler. Kimseye düşmanlık etmezler. İnsanları severler. 3) Halka şefkat üzeredirler. Şefkatin aslı halka nasîhat etmek, onlara doğru yolu göstermektir. 4) Halka karşı tevâzu ve edeb gösterirler. 5) Tevekkül sâhibidirler. Sabır ve tahammülleri fazladır. 6) Tamâı, nefsin arzu ve isteklerini terk etmiş, kanâat sâhibidirler. 7) Allahü teâlânın verdiğine şükrederler. 8) İnsanlara rahatlık ve ferahlık verirler.
KÂMİL MÜMİN OLMAK...
Her kim şunlara uyarsa kâmil bir Müslüman olur: 1) Helal lokma. 2) Doğru söz. 3) Doğru iş. 4) Evliyânın sohbetinde bulunmak. 5) Allahü teâlânın varlığını birliğini tasdik etmek. 6) Allahü teâlâya karşı kulluk vazîfelerini yerine getirmek. 7) Kimseye eziyet vermemek. 8) Herkese rahatlık vermek. 9) İlim öğrenmek.
Yolun esâsı, kalbe teveccühdür. Kalp ile de, Allahü teâlâya teveccühtür. Kalp ile çok zikretmektir. Farz ve sünnetleri edâ etmektir. Yeme, içme, giyme ve oturmada, işlerde ve âdetlerde orta derecede olmaktır. Kalbi kötü düşüncelerden, vesveseden korumaktır. Kendisine rehber olan âlimin sohbetini ganîmet bilmektir. Hocasının huzûrunda iken ve yanında yok iken edebe uymaktır. Bu yoldan maksad ve ele geçen şey; Allahü teâlânın devamlı huzûrunda olmaktır. Eshâb-ı kirâm zamânında buna ihsân denilmişti. Bu yolda ilerleme esnâsında; nefsin arzularını yok etmek, nûrlara ve hâllere gömülmek, fenâ ve bekâ makamlarına ulaşmak, üstün ahlâk ile ahlâklanmak gibi on makam ele geçer.

VİLAYET DERECESİNE ULAŞMAK...
İslâm dîninin hükümlerini yapmak, yâni emirleri yapıp yasaklardan sakınmak, haramları, şüpheli şeyleri, hattâ mübahların fazlasını terk etmek, ruhsatlardan uzak durmak, mübahları zarûret mikdârınca kullanmak, tamâmen nûr ve safâdır. Aynı zamanda evliyâlık derecelerine kavuşturan bir vâsıtadır. Vilâyet derecelerine bunlarla ulaşılır. Uzak kalanların hepsi, bunlara dikkat etmediklerinden uzak kalırlar ve kendi arzularına uyarlar. Yoksa cenâb-ı Hakkın feyzi her ân gelmektedir.
Aziz Nesefî hazretleri vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Lâ ilâhe illallah kelimesini söylemenin hakîkati, Allahü teâlâdan başka ne varsa hepsini yok bilmektir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Münâzara ve muhâlefet!..</label>
Bahâeddînzâde, Osmanlılar zamânında Anadoluda yetişen evliyânın büyüklerinden olup, tefsîr, hadîs ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. 1545 (H.952) senesinde Kayseride vefât edip, hocasının hocası Şeyh İbrâhim-i Kayserî hazretlerinin yanına defnolundu...FIKH-I EKBERİ ŞERH ETTİ
Fen ve din ilimleri ile Arap dili üzerinde çok geniş ve tam bilgiye sâhip idi. Tefsîr ve hadîs ilimleri üzerinde de çok geniş ihtisâsı vardı. İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe hazretlerinin Fıkh-ı Ekberini şerh ederek, kelâm ve tasavvufun ayrı gibi görünen kısımlarını en iyi şekilde îzâh edip açıkladı.
Behâeddînzâde hazretlerinin sohbetleri gâyet tatlı idi. Dinleyenlerin gönlünü çeker, bağlananların kalplerini mânevî kirlerden temizlerdi. Buyurdu ki:
Üç kimsenin hiçbir ibâdeti kabûl olmaz. Müşrik, kâfir ve râî... Râî, dîn-i İslâmın bildirdiği hükümleri bırakıp, kendi reyi, görüşü ile amel eden kimsedir.
Bir kimse Müslümânım dediği zaman Allahü teâlâ onun ameline bakmadan bırakmaz. Amel ettiği vakit verâ yâni şüphelilerden sakınmasına bakar. Verâ sâhibi olunca da niyetine bakar. Niyeti hâlis, Allah rızâsı için ise, artık diğer kusurlarını Allahü teâlâ düzeltir.
Günâhın küçüklüğüne bakma. Fakat kime karşı âsî olduğuna bak.
Bir kimsenin münâzara ve muhâlefet yaptığını, sâdece kendi görüşünü beğendiğini, ısrarlı bir tutum içerisinde olduğunu görürsen; hüsrânın tamam olduğunu bil.
Bugün ilim, onu vâsıta yapıp karnını doyuranların eline geçti.

ÖLDÜRÜRLERSE ŞEHİD OLURUM
Behâeddînzâde Efendi zamânında bâzı uygunsuz hâller zuhûr etmişti. Bu hâllere devlet ileri gelenlerinden de bulaşanlar oluyordu. Behâeddînzâde hazretleri bâzı densiz kimselerin dînimize uymayan işler yapmalarına müsâade edilmeyip, bunlara mâni olunması gerektiğini söyledi. Onun bu sözleri, o uygunsuz kimselerin kulağına gidince, onlar bu zâta sinirlendiler. Hattâ öyle oldu ki, Behâeddînzâdenin talebeleri, o uygunsuz kimselerin, hocalarına bir zarar vermelerinden endişelenmeye başladılar. Bu endişelerini kendisine arz ettiklerinde, şu mühim ve açık cevâbı verdi:
Dostlarım! Sizin korku ve endişeniz bende yoktur. Allahü teâlânın izni ve koruması ile onların zararından korkmam. Eğer beni öldürecek olurlarsa şehîd olurum. Eğer beni bu beldeden uzaklaştırırlarsa, hicret etmiş olurum. Bunların hepsi, Hakkı taleb edenler için saâdettir. Hepsinin karşılığında nihâyetsiz sevaplar ve sayısız faydalar vardır...
Bunları söyledikten kısa bir zaman sonra vefat etti.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri