Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mekke-i mükerremenin büyüğü

Ebû Amr ez-zücâcî, evliyânın büyüklerindendir. Aslen Nişaburlu olup, doğum târihi bilinmemektedir. Mekke-i mükerremede ikâmet etti. Kırk sene Mescid-i Harâmdan ayrılmadı. 959 (H.348) senesi Mekke-i mükerremede vefât etti... RENGİNİZ NİÇİN DEĞİŞİYOR?Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Osman en-Nûrî, Ruveymâ, İbrâhim Havvâs hazretlerinin sohbetlerinde yetişip kemâle geldi, olgunlaştı. Mekke-i mükerremeye yerleşip orada hak yolun bilgilerini öğretmekle meşgul oldu. Mekke-i mükerreme evliyâsının büyüğü adıyla meşhur oldu...
Namazlarını, gönlünü Hakka vererek kılardı. Bu sebeple kendisine; Farz namazlarında tekbîr alırken renginiz niçin değişiyor? diye sorduklarında; Çünkü farz namazlara sıdk ve doğrulukla başlamamaktan korkuyorum. Kim namaza durup, Allahü ekber diye tekbir getirir, fakat o sırada kalbinde Allahü teâlâdan başka bir ilâh düşüncesi bulunursa veya hayâtı boyunca Ondan başka birinin büyüklüğünü ve yüceliğini kabul ederse, kendi aklı ile kendini yalanlamış olur buyurdu...
Kendisi anlatır: Bir gün hocam Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin huzûruna çıkarak hacca gitmek arzumu bildirmiştim. Uygun görüp bana bir dirhem verdiler. Daha sonra yola çıktım. Yolda nereye uğrasam bir yardımcı ve bir arkadaşla karşılaştım. İhtiyâcım görüldü. Cebimdeki paraya hiç hâcet kalmadı. Haccımı yapıp geri dönünce mübârek hocamın huzurlarına çıktım. Ellerini bana doğru uzatıp; Dirhemi verebilirsin buyurdular. Cebimdeki dirhemi çıkarıp verdim. Sonra da; Haccın, yolculuğun nasıl geçti? buyurdular. Ben de; Efendim! Bereketinizle hiç zahmet çekmedim, sâlimen edâ edip geldim dedim. Sonra bana tebessüm ettiler.

BANA BERATIMI VER!..
Hac zamânında yabancı birisi onun yanına gelerek; Haccımı yaptım. Berâtımı ver. Senin arkadaşların, berâtımı almam için sana gönderdiler. Ebû Amr, o kimsenin gönlünün temiz ve saf olduğunu gördü. Ona şaka yaptıklarını anladı. Kâbenin kapısı ile Hacer-ül-esved arasındaki Mültezime işâret ederek; git oraya ve yâ Rabbî! Bana berâtımı ver de! dedi. Bir süre sonra o yabancı, elinde bir kâğıt ile geri döndü. Kâğıdın üzerinde yeşil hat, yazı ile; (Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu falan oğlu falanın Cehennemden berât kâğıdıdır) yazılı idi. Kâğıtta yazılanları kendisine okuduklarında, o zat birden Allah diye feryad ederek yere düştü ve ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bid'at ehli akrep gibidir!

Şeyh Ali Septi hazretleri Anadolu evliyâsındandır. Aslen Diyarbakırlı olup seyyiddir. 1777 (Hicri-1191) senesinde Diyarbakırda dünyaya geldi. Mevlana Halid-i Bağdadi, hilafet ve irşad izni alarak Hindistandan görevli olarak dönerken, Diyarbakıra uğradı ve Şeyh Ali Septiye misafir oldu. Mevlana Halid-i Bağdadi onu irşad ettikten sonra Şam şehrine gönderdi ve orada talebe yetiştirme vazifesi verdi... SİZ, PALUYA YERLEŞİN!Mevlana Halid Bağdadi vefatından kısa bir zaman evvel Şeyh Ali Septiye Vefatımdan sonra Paluya gidin, orada irşad ile meşgul olun diye emir ve vasiyet ettiklerinden, hicri 1242 senesinde Mevlana Halidin vefatı üzerine emir buyurdukları gibi Paluya teşrif etti. Ali Septî hazretleri, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin vefatından sonra onun kardeşi Muhammed Sahibin sohbetlerinde kemâle geldi. Talebelerine buyurdu ki:
Fukarâ ve dervişler üç çeşittir. Birinci kısım, aslâ kimseden bir şey istemez, verirlerse de almaz. Bunlar hâl sâhibi, rûhâniyet ehli kimselerdir. İzzet ve celâl sâhibi Allahü teâlâdan her ne isterlerse, Allah onu bu kimselere verir. Allahü teâlâ şunu verecek diye yemin edecek olsalar derhâl duâları kabûl edilir... Diğer bir kısmı halktan bir şey istemez ama verildiğinde kabûl eder. Bunlar dervişlerin orta tabakasıdır. Allahü teâlâya tevekkül ederek sükûn, rahat bulurlar. Bu kısım, kudsiyet makâmında ebediyet sofrasına oturmuş bir tâifedir... Üçüncü kısım ise, güçleri yettiğinde sabrederek oturur ve rızkın geleceği vakti gözler. Böyleleri zarûrî ihtiyaçları mecbûr bırakırsa, kalpleri Allahü teâlâya bağlı olduğu hâlde çıkıp halktan isterler.

KİM NASÎHAT YAPMAZSA!..
Müslümanın din husûsunda nasîhati gizlemesi, yapmaması helâl olmaz. Kim nasîhati yapmazsa, Müslümanlara hîle yapmış olur. Müslümanlara hîle yapan, dîne hîle yapmış olur. Dîne hîle yapan da, Allahü teâlâya, Resûlullah efendimize ve müminlere ihânet etmiş olur.
Bidat ehli olanlar, başlarını ve vücûdlarını toprakta gizleyip, kuyruklarını açıkta tutan ve yaklaşanı sokan akrep gibidirler. İnsanlar arasında gizlenmişlerdir, yanlarına yaklaşanı bidate düşürürler, bidat yayarlar.
Ali Septî hazretleri 1873 senesinde Elazığın Palu ilçesinde vefat etti. Kabri Paluda, Murat Suyu kenarında bir tepe üzerindedir. Vefatına yakın günlerde buyurdu ki:
Allahü teâlâyı tevhîd edersen, husûsî ihsâna kavuşursun. Eğer doğru yolda olursan, seçilmişlerden olursun. Eğer doğruyla yanlışı karıştırırsan cefâ çekersin!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Baba Tâhir Uryân

Baba Tâhir Uryân, İranda yetişen şâir ve velîlerdendir. Onuncu yüzyılın sonu ve on birinci yüzyılın başında yaşadı. İranın Hemedan şehrinde doğdu. 1010 (H.401) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri Hemedandadır...Baba Tâhir Uryânın hayâtı hakkında verilen bilgiler çok az olup, daha çok kerâmetleri hakkında kıssalar nakledilmektedir.
Selçuklu Devletinin kurucusu Tuğrul Bey de Hemedana geldiği zaman, onunla sohbet etti ve duâsını kazanmayı büyük nîmet bildi. Baba Tâhir, Sultana; Ey Türk! Allahın kulları ile ne yapacaksın? diye sorunca, Sultan; Siz ne emrederseniz onu yapacağım dedi. Baba Tâhir; Muhakkak Allah adâlet ve ihsân yapmayı buyurur. (Nahl sûresi: 90) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyarak; Allahü teâlânın buyurduklarını yap dedi. Sultan Tuğrul Bey ağlayarak; Öyle yaparım dedi.
Baba Tâhir, Sultanın elini tuttu ve; Benden bunu kabûl et dedi. Sultan da; Ettim dedi. Baba Tâhir parmağında bulunan ve yıllarca taktığı yüzüğünü parmağından çıkararak Sultanın parmağına taktı ve; Âdil ol! dedi. Sultan katıldığı her savaşta o yüzüğü parmağına takardı.
Zâhirî ilimlerde âlim, tasavvufta yetişmiş bir velî olan Baba Tâhir Uryân, beyitlerinde dünyânın geçiciliğini şöyle açıklıyor:
Dünyâ sofradır, insanlarsa misâfirdir
Bugün lâle görülür, yarın da hâzân olur.
Karanlık bir çukurun adın kabir koyarlar
Bana derler ki budur senin evin.
Dünyâ malının hepsi yanmalıdır
Dünyâ malından yüz çevirmelidir
Bugün yüreğinde olan derd ile gamı
Mahşer günü için toplamalısın...
Baba Tâhir Uryân hazretleri, vefat etmeden kısa bir zaman önce şu şiiri söyledi:
Ne mutlu onlara ki cân ile vücûdu fark
etmezler.
Candan cânânı, cânândan cânı ayrı
bilmezler.
Onun derdine alışırlar, aylarca yıllarca,
Fakat kendi dertlerine bir çâre bulmazlar.
Âşık olan herkes cânından korkmaz,
Âşık kütük ve zindandan korkmaz.
Âşıkın gönlü aç bir kurdun heyheyinden,
Korkmadığı gibi hiçbir şeyden korkmaz.
Yâ Rabbî! Gönlümün feryâdına yetiş,
Kimsesizler kimsesi sensin, ben kimsesiz kaldım.
Herkes diyor ki Tâhirin kimsesi yoktur,
Allah benim yardımcımdır, başkasına ne hâcet.
Ben ne alışveriş fikrindeyim ne de kâr,
Yüreğimde ne iyilik ne de varlık
düşüncesi var.
Çeşme başı, su kenarı istemem,
Çünkü her gözüm binlerce akan nehir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kardeşlerim o kimselerdir ki..

Ebû Bekr Sekkâf hazretleri, Yemen evliyasındandır. 1650 (H.1061) senesinde Terîmde vefât etti. Zenbil kabristanına defnedildi...Mekke ve Medîneye giden Ebû Bekr Sekkâf, buralarda pekçok âlimden ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf dinledi. Zamânın önde gelen âlimlerinden oldu. Derslerinde öğrettiği Hadis-i şeriflerden bazıları: O, BENİM İHSÂNIMDIR...
Abdullah ibni Ömer radıyallahü teâlâ anhümâ hazretlerinden rivâyet olunmuştur. Resûlullah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem hazretleri buyurdular ki: (Geçmiş ümmetlerin ömrüne nisbetle sizin ömrünüz, ikindi nemâzı vaktiyle güneşin batması arasındaki zamân gibidir. Sizin, Yahûdîlerin ve Nasâranın hâli şuna benzer. İşçi çalıştırmak isteyen bir adam dedi ki: Kim benim için birer kırâta günün yarısına kadar çalışır?.. Yahûdîler, günün yarısından ikindi vaktine kadar çalıştı. O kimse sonra, kim benim için bir kırâta günün ortasından ikindi vaktine kadar çalışır, dedi. Nasâra birer kırâta çalıştı. Sonra şöyle dedi: Kim ikindi vaktinden güneşin batmasına kadar ikişer kırâta çalışır? Dikkat ediniz, siz ikindi vaktinden güneşin batmasına kadar çalışanlarsınız. Dikkat ediniz. Sizin ücretiniz iki kattır. Yahûdîler ve Nasâra kızdılar. Biz çok çalışıyor, az ücret alıyoruz, dediler. Allahü teâlâ onlara, hakkınızı vermekte size zulmetdim mi? buyurdu. Hâyır, dediler. Allahü teâlâ buyurdu ki: O benim dilediğime verdiğim bir ihsândır.)
Enes radıyallahü teâlâ anh hazretlerinden rivâyet edilmiştir. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Allahü teâlânın kullarından öyleleri vardır ki, Allahü teâlâya bir şey için yemîn etseler, muhakkak o şey yerine getirilir. Ümmetimden Allahü teâlânın emrlerini yerine getirenler, eksik olmaz. Onlara karşı koyanlar, küçük düşürmek isteyenler, hiçbir zarar yapamazlar. Allahü teâlânın emri gelinceye kadar, onlar bu hasletleri üzere olurlar.)

SİZ BENİM ESHÂBIMSINIZ
Ebû Hüreyre radıyallahü teâlâ anh hazretlerinden rivâyet edilmiştir. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Ben kardeşlerimi görmeyi severim!) Eshâb-ı kirâm dediler ki: Yâ Resûlallah! Biz senin ihvânın [kardeşlerin] değil miyiz? Buyurdular ki: (Siz benim Eshâbımsınız. Kardeşlerim o kimselerdir ki, gelmemişlerdir. Benden sonra gelirler. Ben onların ferâtıyım.) Yanî evvel gidip, lâzım olanları onlar için hâzırlarım.
Ebû Bekr Sekkâf hazretleri vefat edeceği zaman abdest aldı ve kıbleye dönerek oturdu, Kelime-i şehadeti söyleyerek son nefesini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mektupla gelen nasîhat...

Şeyh Abdülhay hazretleri, Hindistan evliyâsındandır. 1582 (H.990) senesinde doğdu. İlim tahsiline başladıktan sonra, büyük âlim İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetlerine katıldı ve talebesi olmakla şereflendi ve mânevî birçok ilimlere kavuştu... SALİH AMELLER HANGİLERİDİR?Şeyh Abdülhay, hocası İmâm-ı Rabbânî hazretleri hayatta iken onunla zaman zaman mektuplaşırdı. Hocasının kendisine yazdığı nasîhat dolu bir mektupta şunlar yazılıdır:
Allahü teâlaya hamd ettikten ve Peygamber efendimize salevât getirdikten sonra, seâdet-i ebediyyeye erişmenize duâ ederim. Allahü teâlâ, birçok âyet-i kerîmede, âmâl-i sâliha işleyen müminlerin, Cennete gireceklerini bildiriyor. Bu sâlih amellerin, iyi ve yarar işlerin neler olduğunu, çok zamandan beri araştırıyordum. İyi işlerin hepsi mi, yoksa birkaçı mı diyordum. Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunları kimse yapamaz. Birkaçı ise, acabâ hangi iyi işler isteniliyor? Nihâyet Allahü teâlâ, lütfederek şöyle bildirdi ki: Amâl-i sâliha, İslamın beş rüknü, direğidir. İslâmın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile, kusûrsuz yaparsa, Cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. Çünkü bunlar, aslında sâlih işler olup, insanı günahlardan ve çirkin şeyleri yapmaktan korur. Nitekim, Kuran-ı kerîmde Ankebût sûresi kırk beşinci âyetinde meâlen; (Kusûrsuz kılınan bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır. Bir insana, İslâmın beş şartını yerine getirmek nasîb olursa, nîmetlerin şükrünü yapmış olur. Şükrü yapınca, Cehennem azâbından kurtulmuş demektir. Çünkü Allahü teâlâ, Nisâ sûresi yüz kırk altıncı âyetinde meâlen; (Îmân eder ve şükür ederseniz, azâb yapmam) buyuruyor. O hâlde, İslâmın beş şartını yerine getirmeye can ve gönülden çalışmalıdır...

DÎNİN DİREĞİ NAMAZDIR...
Bunlar arasında bedenle yapılacakların en mühimi, dînin direği olan namazdır. Namazın edeblerinden bir edebi kaçırmayarak kılmaya gayret etmelidir. Namaz tamam kılınabildi ise, İslâmın esas ve büyük temeli kurulmuş olur. Cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. Allahü teâlâ hepimize, doğru dürüst namaz kılmak nasîb eylesin!
Şeyh Abdülhay hazretleri, 1645 senesinde vefat etti. Vefat ederken yanında bulunan oğullarına, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin yolundan ayrılmamalarını ve Mektubatını devamlı okumalarını vasiyet ederek ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmânı dil ile söylememek!..

Abdülkâhir Sühreverdî, Irakta yetişen büyük velîlerden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimidir. Yaklaşık 1097 (H.490) senesinde İranın Sühreverd kasabasında doğdu. İlim öğrenmek için gençliğinde Bağdada gitti. Fıkıh ilmini Nizâmiye Medresesinde hocalık yapan Esad Mühenîden, tasavvuf ilmini İmâm-ı Gazâlînin kardeşi Ahmed Gazâlîden, hadîs ilmini Ali bin Neyhandan tahsil etti...
Abdülkâhir Sühreverdî, Bağdadda yaptığı vaazlarıyla meşhur olmuştu. Bu vaazlarından birinde buyurdu ki:
KALBDEKİ İMÂNIN PARLAMASI!..
Dinde inanılması lâzım gelen şeyleri dil ile söyleyip, kalb ile inanarak kabul ettikten sonra, şartlarına uygun amel yapınca kalbdeki îmân parlar. Kişi îmânı dil ile söylemelidir. Hiçbir zarûret olmadan dil ile îmânı söylememek küfre sebeb olur. Dili ile îmânı olduğunu söylediği hâlde, kalbinden inanmayan Müslüman değil münâfıktır. Ameli terk eden fâsık olur. Sünnet-i seniyyeye uymayan, bidat sâhibidir. İnsanlar îmân bakımından birbirlerinden farklı derecelere sâhiptirler.
Allahü teâlâ kullarının küfründen, îmânsız olmasından ve günahlarından râzı değildir. Ehl-i kıble olan bir kimse için, yaptığı bir hayır işten ve iyilikten dolayı, bu cennetliktir, diye şehâdette bulunulamaz. Yine hiçbir kimsenin işlediği büyük günahtan dolayı, Cehenneme gideceğine şehâdet edilemez.
Yine bir vaazında buyurdu ki:
Tasavvuf büyüklerinden birisine, Allahü teâlânın Kurân-ı kerîmde İnşâallah buyurması hakkında sorulunca; Allahü teâlâ İnşâallah buyurmakla, kullarına böyle söylemeyi, öğretmeyi murâd etmiştir buyurdu. Âyet-i kerîmede Allahü teâlâ kâmil ilmi ile İnşâallah derse, ilmi noksan olan kulların konuşmalarında, İnşâallah demeleri gerektiği hakkında işâret vardır. Bu yüzden Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem kabristânda; (İnşâallah biz size yakında katılacağız) buyurmuştur. Halbuki, Peygamber efendimizin ölüm hakkında ve onlara kavuşma husûsunda hiçbir şüphesi yoktu...

ALLAH İÇİN SEVMEK VE SEVMEMEK
Abdülkâhir Sühreverdî hazretleri, 1168 (H.563) senesinde Bağdadda vefât etti. Ertesi gün erkenden Dicle kenarındaki dergâhına defnolundu. Vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Allahü teâlâ için sevmek, Onun için buğzetmek, îmânın en güvenilir ve sağlam kulplarındandır. Emr-i marûf ve nehy-i münker iyiliği emredip kötülükten alıkoyma, herkese, imkânı nisbetinde lâzımdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Akâid, fıkıh ve tasavvuf...

Ahmed-i Zerrûk hazretleri, evliyânın büyüklerinden ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimidir. 1442 (H.846) senesinde Fasta doğdu. 1493 (H.899) da Batı Trablusun Tekrîn nâhiyesinde vefât etti. İlim öğrenmek için çok seyahat yaptı. Çok kerâmeti görülen evliyâ ve âlim bir zât idi. Çok sayıda talebe yetiştirdi...İHSAN MERTEBESİNE KAVUŞMAK
Ahmed-i Zerrûk buyurdu ki: Akâid ilmi ile îmân bilgileri, fıkıh ilmi ile dînin emir ve yasakları öğrenilir. Tasavvuf ilmi ile ise, kalbi kötü düşüncelerden temizleyerek ihsan mertebesine kavuşulur. İhsân, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmektir. Îmân bilgileri öğrenildikten sonra, önce fıkıh bilgileri öğrenilir. Bununla iktifâ edip, mânevî hâllerden ve ilimlerden mahrum kalınmaz. Bunun için kalbi kötü düşüncelerden kurtaracak ve temizleyecek tasavvuf bilgileri öğrenilir. Fıkıh ile tasavvufun her ikisinden de pay almalıdır. İmâm-ı Mâlik Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar. Zındık olur. Fıkıh öğrenip, tasavvuftan haberi olmayan bidat sâhibi yâni sapık olur. Her ikisini edinen hakîkate varır buyurdu.
Ahmed-i Zerrûk; Yolumuzun esâsı nedir? diye soran birisine şöyle cevap verdi:
Yolumuzun esâsı beştir. 1) Gizlide ve açıkta Allahü teâlâdan korkmak, haramlardan, yasak ettiklerinden sakınmak. 2) Söz ve hareketlerde Sünnet-i seniyyeye uymak, 3) İnsanlardan bir şey beklememek, 4) Fakirlikte ve zenginlikte Allahü teâlânın takdirinden râzı ve hoşnud olmak, 5) Genişlikte ve darlıkta Allahü teâlâya yönelmek.
Takvâ: Allahü teâlâya yönelmek ve doğruluk ile; Sünnet-i seniyyeye uymak, kendini muhâfaza etmek ve güzel ahlâk ile; insanlardan bir şey beklememek, sabır, tevekkül ile; Allahü teâlâdan gelene rızâ göstermek, kanâat ve tefviz (helâl şeyleri elde etmekte sebeplere yapışıp, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek) ile; Allahü teâlâya dönmek, genişlikte Ona hamd ve şükür etmek, darlıkta Ona sığınmak ile olur. Bunlara erişebilmek için de; 1. Yüksek gayret sâhibi olmak, 2. Allahü teâlânın emirlerini yerine getirip, yasaklarından sakınmak, kulluk vazîfelerini iyi yapmak lâzımdır.

ZAMANIMIZDAKİ İNSANLAR!..
Ahmed-i Zerrûk hazretleri vefat etmesine yakın buyurdu ki:
Zamânımızdaki insanlar şu beş şeye tutulmuşlardır: 1) Cehâleti, ilme tercih etmek, 2) İşlerde kızmak, 3) Mânevî perdelerin hemen açılmasını istemek, 4) Bidati (dinde sonradan ortaya çıkan şeyleri), Sünnet-i seniyyeye tercih etmek, 5) Nefsin arzu ve isteklerine göre hareket etmek.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Emre uyma şerefi!..

Alâeddîn Harezmî hazretleri, Türkistanda Harezm bölgesi velîlerindendir. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda yaşadığı tahmin edilmektedir. Bir ara Anadolu taraflarına da geldi. Hac ibâdetini yapmak üzere gittiği Mekke-i mükerremede İmâm-ı Yâfiî ile karşılaştı. Anadoluda iken yaptığı sohbetlerde buyurdu ki: AMELLERİN EN GÜZELİ...Gönüle Allahü teâlânın düşüncesinden başkasını koymamaya çalışmak zordur. O gönüle gelen şeyleri tamâmen atıp uzaklaşmak ise, mümkün değildir. Yirmi sene gönlüme bir şey koymamaya çalıştım. Sonra yine geldi. Geldi ama, gönlümde yer bulamadı.
Amellerin en güzeli, gönülden geçenleri araştırmaktır. İyi mi geliyor, kötü mü geliyor bilmektir.
Tasavvuf bir ağaç ise, tövbe onun kökü, yalnızlık, bu ağacın kabuğu; tevhid, meyvesi; sabır, safâ, sıdk, doğruluk ve salâh yaprakları; vakar, sevgi, vefâ çiçekleridir. Allahü teâlânın izni ile, bu ağaç her zaman meyve verir.
En büyük muhârebe, konuşurken ve yerken, nefs ve şeytanla olan harbdir. Eğer onlara gâlip gelirsen, kurtulursun.
Şükür, Allahü teâlânın lütuf ve ihsânını, rahmetini görmektir. Bütün nîmetlerin, Ondan geldiğini anlamaktır.
Büyükleri tanıyan bir zâtın merhametinden, cömertliğinden, yumuşaklığından, güzel ahlâkından herkes istifâde etmelidir.
Peki deyin, îtirâzcı olmayın.

ÇÜNKÜ ONLAR MÜKELLEF!..
Cebrâil aleyhisselâm dört bin senede iki rekat namaz kıldı ve; Benim kıldığım namaz gibi bir namaz kılan var mı? diye düşündü. Bunun üzerine Allahü teâlâ; (Muhammed ümmetinin her türlü kusurla, noksanla kıldıkları iki rekat namaz, ind-i ilâhîde, senin kıldığın bu iki rekat namazdan daha çok hayırlı ve makbûldür. Çünkü sana, böyle bir namaz kıl diye emretmedim. Onlara emrettim ve mükellef tuttum. Onların emre uymaları sebebiyle kıldıkları ve kılacakları namaz bana çok sevimli ve makbûldür) buyurdu. İşte emre uymak böyle büyük bir şereftir.
Kalb üç şeyle hayat bulur: 1) Dünyâyı sevmemek, 2) Allahü teâlâyı çok zikretmek, 3) Allahü teâlâya yakın olmak. Kalp dört şeyle ölür: 1) Nefsin arzû ve isteklerini yapmak, 2) Şeytana uymak, 3- Dünyâya dalmak; âhireti, ölümü unutmak, 4- Kötü düşüncelere sâhib olmak.
Alâeddîn Harezmî hazretleri vefat etmeden evvel Süfyân-ı Sevrîden şöyle nakletti:
İnsanları memnun etmek, ulaşılamayan gâyedir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kendi bulunduğun hâle ağla!..

Ebû Bekr-i Ebherî hazretleri, onuncu yüzyılda Horasan bölgesinde yetişen velîlerdendir. Hadîs ilminde yüksek âlim olup, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Zâhirî ilimlerde yüksek bir âlim, tasavvuf yolunda büyük bir velî oldu. İlim meclislerinde pekçok kimse bulunup istifâde etti... HOCAYA SAYGININ ÖNEMİEbû Bekr-i Ebherî hazretleri ilim ehline ve ilim öğreten hocaya çok önem verirdi. Hocanın talebeye göre ana ve babasından daha kıymetli ve değerli olduğunu bildirirdi. Ona; İnsan nasıl oluyor da hocasının emirlerine anne ve babasınınkinden daha fazla uyuyor? diye sorulunca; Anne ve baba, insanoğlunun fâni hayâtının sebebidir. Yâni onun bu dünyâya gelmesine sebeb olmuşlardır. Hocası ise, onun bâkî, sonsuz hayâtının sebebidir. Çünkü onun hem bu dünyâda hem de sonsuz olan âhiret hayâtında saâdete kavuşmasına sebeptir buyurdu.
Bir sohbeti sırasında Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem şu hadîs-i şerîfini nakletti: Ne mutlu nefsini küçültene ve kazancını helâl yoldan temin edene, iç hâli güzel, dışı da kerim olana ve insanlara da kötülük yapmayana. Ne mutlu ilmi ile amel edene, malının fazlasını dağıtana ve sözünün fazlasını tutan kimseye.
Başa gelen musîbet ve belâlarda üç iyilik ve üç fayda vardır: Birincisi; o kimsenin büyük günahlarının affına sebeptir. Yâni o kimse günahlarından temizlenir. İkincisi; bu musîbet ve belâ o kimsenin küçük günahlarına da kefârettir. Üçüncüsü; sıkıntılara dalıp, Allahü teâlâyı, sevgili Peygamberimizi ve büyük zâtları hatırlamaya sebeb olur.
Her sınıf insanın bir himmeti, ulaşmak için gayret ettiği bir gâyesi vardır. Sâlihlerin himmeti de Allahü teâlâya isyân etmeden, Onun râzı olduğu işleri yapmaktır. Âlimlerin himmeti sevâbın artmasına gayret etmektir. Âriflerin himmeti kalplerinde Allahü teâlânın büyüklüğünü bulundurmak, Allahü teâlâyı hatırlamaya mâni olan şeyleri terk etmektir.

AĞLIYOR ÖLÜNÜN HÂLİNE!..
Ebû Bekr-i Ebherî hazretleri, 941 (H.330) senesinde vefât etti. Vefatına yakın bir cenâzede bulundu. Ölenin yakınları çok ağlıyorlardı. Ebû Bekr-i Ebherî hazretleri şu meâle gelen bir şiir okudu: Kendini unutmuş bir halde, ağlıyor ölünün hâline. Ölünün yakınlarının, mevtâya az tâziyede bulunduklarını iddiâ ediyor. O kimse akıl ve fikir sâhibi olsaydı, kendi bulunduğu hâle ağlardı... Bunları söylediktan birkaç gün sonra da kendisi vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ayasofya'nın duvarındaki levha!..

Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri, Anadolu velîlerindendir. Elazığda 1756 (H.1169) târihinde doğdu. Küçük yaşta Harput Medresesinde tahsîle başladı. Sonra tahsîl hayatına Diyarbakırda devâm etti. Bir müddet sonra İstanbula gitti... SİZ BENİM HOCAMSINIZ!
Abdurrahmân-ı Harpûtî, bir gün vakit namazını kılmak için girdiği Ayasofya Câmiinin duvarında asılı bir levhaya gözü takıldı. Levhanın altındaki kâğıtta; Bu levhadaki ibâreyi, her kim doğru olarak hâllederse, mükâfatlandırılacaktır yazıyordu. Hemen bir kâğıda ibâreyi bütün kâideleri ile çözen Abdurrahmân-ı Harpûtî, adını ve adresini yazdı ve tahlilnâmelerin içine bıraktı. Ertesi gün kâğıtlar sultânın huzûrunda teker teker tetkik edildi. Bu tetkik esnasında Abdurrahmân Efendinin yaptığı tahlilin diğerlerine göre, daha yüksek bilgilerle donatılmış olduğu anlaşıldı ve Abdurrahmân Efendi irâde-i seniyye ile saraya dâvet edildi. İkinci Mahmûd Han; Siz benim hocamsınız diyerek yanına oturttu ve büyük iltifâtlarda bulundu. Üsküdarda bir ev verildi ve evlendirildi. Nakşibendiyye yolunu Muhammed Sâdık Erzincânîden öğrenerek icâzet, diploma aldı. 1851 (H.1267) senesinde Üsküdardaki evinde vefât etti. Karacaahmet mezarlığındaki türbesine defnedildi...
Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri, vefatına yakın yaptığı bir vaazında şunları buyurdu:
Sakın dünyânı sermâye, âhiretini onun kârı şeklinde yapma. Böyle yaparsan, dünyâdan artan zamânını, âhiretin için sarf edersin. Bu zaman zarfında namazlarını kılmaya çalışırsın. Fakat çabucak kılayım diye, rükünlerine riâyet etmezsin. Sonra dünyâ işlerinden dolayı yorulur ve bitkin düşersin. Geceleri kazâ namazı kılmaya fırsat bulamazsın. Yorgunluktan ölü gibi yatar, gündüz de faydasız olursun. Nefsine, hevâ ve isteğine hattâ şeytâna tâbi olursun. Âhiretini dünyâya karşılık satarsın. Nefsinin kölesi ve onun bineği olursun. Hâlbuki sen, nefsine binmek, onu yalanlayıp tekzib etmek ve selâmet yoluna sokmakla emrolunmuşsun. Bunlar âhiret yolu, Rabbine tâat yoludur. Sen, nefsinden gelen istekleri kabûl etmekle, kendine zulmettin...

ÖMRÜ FIRSAT BİLİNİZ!
Hayatta olduğunuz müddetçe, ömrü fırsat biliniz. Bir müddet sonra hayat kapısı kapanacak, bu dünyâdan ayrılacaksınız. Gücünüz yettiği müddetçe hayırlı işler yapmayı ganîmet biliniz. Tövbe kapısı açıkken ve elinizde bu imkân varken bunu fırsat biliniz. Tövbe ediniz. Duâ etmeye imkânınız varken, duâ ediniz. Sâlih kimselerle berâber olmayı fırsat biliniz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kusurları düşünerek istemelidir!

Ebû Bekr el-Ensârî, Irak velîlerinden ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. 1050 (H.442) senesinde doğdu. Birçok ilimde söz sâhibi ve ferâiz ilminde yüksekti. Çok talebe yetiştirdi...HOCA VE TALEBE...
Ebû Bekr el-Ensârînin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: Bir kimse kasdî olarak bana izâfeten yalan söylerse, Cehennemdeki yerine hazırlansın.
Ebû Bekr el-Ensârî buyurdu ki:
Hocanın talebeyi azarlamaması, talebenin de, hocasına çekinmeden sorması lâzımdır.
Şunu iyi bilmelidir ki, kul, Allahü teâlâdan bir şey isteyeceği zaman; Onun kendisine ihsân ettiği nîmetlerini, emir ve nehiyleri (yasakları) husûsundaki kusurlarını düşünerek bir şey istemelidir.
Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, Allahü teâlâyı doğru olarak tanıyıp her şeyi Allah rızâsı için yaparlar. Bu tanımaları sebebiyle, Onun (Allahü teâlânın) hizmetinde bulundurulurlar. Yine öyle kullar vardır ki, Allahü teâlâyı doğru olarak bilemez ve her şeyde Allahü teâlânın rızâsını gözetmezler. Bu sebeple, onlar da bu hâlleri sebebiyle pekçok nîmetlerden mahrûm kalırlar.
Kim yaptığı işlerde Allahü teâlânın rızâsını gözetmezse, hallerinde Allahü teâlâyı göremez. Kim Allahü teâlânın kendisini dâimâ bildiğini ve gördüğünü düşünmezse, Allahü teâlâ da ona rahmet nazarıyla bakmaz.
Mârifet iki türlüdür. Hakkı bilmek, hakîkati bilmek. Hakkı bilmek en bâriz sıfatlarla vahdâniyeti yâni Allahü teâlânın tek olduğunu isbattır. Hakîkati bilmenin yolu yoktur. Çünkü semedâniyyete ermek, Rablığın hakîkatini anlamak mümkün değildir.
Tasavvuf, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin hepsinden uzaklaşıp, Allahü teâlâya yaklaşmaktır.
Zamânımızda yok denecek kadar az, fakat değeri fazla olan iki zümre vardır. Birincisi ilmiyle amel eden âlimler ve ikincisi hakîkati söyleyen âriflerdir.


ECELİN KESKİN KILICI!..
Ebû Bekr Ensârî doksan üç yaşında iken sıhhati yerinde vücûdu sapasağlam ve zinde idi. Uzaktan, çok küçük yazıları okurdu. 1141 (H.535) senesinde Kurân-ı kerîm okurken Bağdâtta vefât etti. Vefatından kısa bir zaman önce söylediği bir şiirin tercümesi şöyledir:
Benim için bir ecel zamânı vardır./O zamâna muhakkak ulaşacağım./Ecel geldiğinde, onun keskin kılıcı ile/Ömrüm biter, dünyâ hayâtım sona erer.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmânı kavi ümmi!..

Abdülkerîm Cîlî hazretleri, Bağdadda yetişen İslâm âlimlerinden ve büyük velîlerdendir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin torununun oğludur. 1365 (H.767) senesinde Bağdada bağlı Ciyl kasabasında doğdu. 1428 (H.832) senesinde vefât etti...ŞEYTANIN ALDATMA YOLLARI
Abdülkerîm Cîlî hazretleri, talebelerini, bilhassa nefsin ve şeytanın aldatmalarına karşı çok uyarır, dikkatli olmalarını öğütlerdi. İblisin şöyle dediğini bildirirdi: Vallahi, bana göre bin âlimi aldatmak, îmânı kavi bir ümmiyi aldatmaktan daha kolaydır.
O, insanlar üzerinde şeytanın hîle ve aldatmalarını şu şekilde özetler ve Müslümanların uyanık bulunmalarını isterdi. Bu hususta buyurdu ki:
Şeytan avam tabakasına yâni ilmi olmayan Müslümanlara önce şehvete dâir işlerin sevgisini aşılamaya çalışır. Böylece kalp duygularını öldürür. Sonra dünyâ sevgisini vererek dünyâlık kazanmaya sevk eder. Böylece bu insanların bütün gâyeleri dünyâ talebi olur. Çünkü cehâletle dünyâ sevgisi bir araya gelmiştir.
Sâlih kimseler iyi ameller işlediklerinde şeytan harekete geçer. Onlara işledikleri ameli güzel gösterir. Böylece onları ucba ve kendini beğenmişliğe sürükler. Sonunda hiçbir âlimin öğüt ve nasîhatini dinlemezler. İblis onları bu hâle getirdikten sonra şöyle der: Başkaları sizin ibâdetinizin binde birisini yapsa kurtulur. Bu telkinlere kananlar amellerini azaltırlar. İstirâhat yolunu tutarlar. Kendilerini yüceltirler, başkalarını hafife alırlar. Artık bu hâlleri onları peş peşe günâha sürükler.
Şeytân âlimi aldatmak için ise onun ilmi ile devreye girer. Söylediği her sözün hak olduğunu anlatır. Senin gibisi yok diye telkin eder. Şeytan bu yoldan gitmekle çok muvaffak olur. Büyük İslâm âlimlerine tâbi olmayıp ilimlerine güvenenlerden pek azı bu hîleden kurtulabilir.

SEÇİLMİŞLERE NASİB OLUR
Allahü teâlânın azametini, büyüklüğünü ilimler kavrayamaz. Celâlinin hakîkatını fehimler, düşünceler idrâk edemez. İlim sâhibi olan, Onu idrâkten, anlamaktan yana aczini, çâresizliğini îtirâf etti.
Abdülkerîm Cîlî hazretleri vefat etmesine yakın buyurdu ki:
İnsanın kemâl derecesine ulaşıp, tasavvuf makamlarında ilerlemesi, Allahü teâlâyı bilmesine bağlıdır. Bu ise ancak seçilmişlere veya bir mürşidin, yol gösterici rehberin huzurunda yetişenlere nasîb olur.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri