Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Benim kurtarıcım namazdır!


</label>

Ebû Recâ el-Utâridî, Tâbiînin büyüklerindendir. Mekkenin fethinde imân etti. Fakat Resûlullah Efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) göremedi. Sonra Basraya gitti. Burada Eshab-ı kiramın büyüklerinden Kurân-ı kerim ve hadis öğrendi. Kırk yıl Müslümanlara imâmlık yaptı. Yüzotuzbeş yıldan fazla yaşamış olup, sonra Ömer bin Abdülazîz (radıyallahü anh) zamanında, 117 (m. 735)de vefât etti...

MÜJDELEMİYOR KORKUTUYORLAR!..



Ebû Recâ hazretlerine Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbından görüştüklerinin içinde, münâfık olmaktan korkan bir kimse gördün mü? diye soruldu. Cevâbında Ben onlardan görüştüklerimin hepsinin Allahü teâlânın aşkıyla yanan ve tamamen Ona tutulmuş bir kalb sahibi olduklarını gördüm buyurdu.
İnsanlara Allahü teâlânın emirlerini bildiren ve yapacakları işleri anlatan kimselerle karşılaştım. Bunlar, Allahü teâlânın emirlerini insanlara sevdirmiyor, nefret ettiriyor; müjdelemiyor korkutuyorlar. Böyle yapmayınız! Gücünüzün yettiği kadar ibâdetlere sarılınız. Kalanını bırakınız. Çünkü insanların kendileri ve aileleri üzerinde hakları vardır (o işleri yapmalıdırlar).
Ebû Recânın, İbn-i Abbâsdan nakille bildirdiği hadîs-i kudsîde Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

CENNET VE CEHENNEM EHLİ!..



Muhakkak ki sizin Rabbiniz rahîmdir. Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de onu yapmazsa, ona bir hasene, iyilik yapmış sevâbı yazar. Eğer onu yaparsa; onun gibi ondan yediyüze kadar veya çok daha fazla hasene, iyilik yapmış sevâbı yazar. Eğer bir kimse de bir kötülük yapmaya niyet eder ve onu yapmazsa; ona da Allahü teâlâ bir iyilik yapmış sevâbı verir. Eğer onu işlerse, ona bir kötülük (günâh) yazar veya iyiliklerinden birini siler.
İmrân bin Husayn ve İbn-i Abbâs (radıyallahü anhüma)dan rivâyetle Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular
Cenneti gördüm ki, Cennet ehlinin ekserisi fakirlerdi. Cehennem ehlinin ekserisi ise kadınlardı.
Ebû Recâ el-Utâridî vefat etmelerine yakın buyurdular ki:
Öldükten sonra güvenebileceğim, benim arkamdan gelecek, yüzümü topraklara sürerek Rabbim için kıldığım beş vakit namazdan başka, beni kurtaracak hiçbir şeyim yoktur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kûfe müftîsi Habîb bin Ebî Sabit


</label>

Habîb bin Ebî Sabit hazretleri, İmâm-ı azam hazretlerinin hocası Hammâd bin Süleymândan önce Kûfe müftîsi idi. Çok hadîs-i şerîf rivâyet etti. Bunlardan bazıları şunlardır:


SABREDEN MÜMİNİN FAZİLETİ


İnsanlar arasına katılıp onların ezalarına uğrayan ve bu ezalara sabreden bir mümin, insanlar arasına girmeyen, onların eziyetleriyle karşılaşmayan ve bu konuda sabredecek bir meselesi bulunmayan kimseden efdaldir, üstündür.
Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında biri öldürülmüştü ve kim tarafından öldürüldüğü bilinmiyordu. Bu durum Peygamberimize arz edildi. Resûlullah Efendimiz Allahü teâlâya hamd ve sena ettikten sonra buyurdu ki: Ey insanlar! Aranızda biri öldürülüyor, fakat katili bilinmiyor. Şayet göktekiler ve yerdekiler, Müslüman birinin öldürülmesi üzerinde toplansalar, şüphesiz hepsi azâb olunur.
Ali (radıyallahü anh) şöyle bildiriyor: Resûlullah Efendimiz Bedir harbinde bana ve Hazreti Ebû Bekire buyurdu ki: Sizin ikinizden birinizin sağında Cebrâil aleyhisselâm, diğerinin solunda da Mikâil ve İsrafil aleyhisselâm olmak üzere büyük melekler hazır olup ordunun önünde bulunurlar.
Bir Müslüman, Allahü teâlânın emrettiği şekilde abdestini tamamlar ve sonra beş vakit namazını kılarsa, onlar arasındaki günahlarına keffâret olur.

TÖVBEDEN GELEN KOKU!..



Kıyâmet gününde tövbe, en güzel bir sûrette ve en güzel bir koku ile getirilir. Kokusunu ancak mümin olanlar duyar. Kâfirler, (Yazıklar olsun bizlere! Müslümanlar bu güzel kokuyu duyuyorlar da, biz onu duyamıyoruz) derler. Tövbe, kâfirlerle konuşur ve onlara: Siz beni dünyâda kabûl etseydiniz, şimdi güzel kokuyu duyardınız der. Kâfir de; Biz şimdi kabûl ediyoruz? der. O anda gökten bir melek şöyle nidâ eder: (Dünyâyı ve içinde bulunan altını, gümüşü ve diğer şeyleri getirseniz, sizden tövbe kabûl olunmaz) Tövbe ve melekler, onlardan uzaklaşır. Sonra Cehennemde vazîfeli melekler gelir. Kendisinde güzel koku olan kimseye dokunmazlar. Şayet kötü koku gelirse, onu Cehenneme atarlar.
Resûlullah Efendimiz Hazreti Ebû Zere (radıyallahü anh) buyurdu ki: Ey Ebû Zer! İnsanlara müjdele ki, kim (Lâ ilâhe illallah) derse, Cennete girer.
Habîb bin Ebî Sabit, vefatına yakın buyurdu ki:
Başını Allah için secdeye koyan kimse, kibirlenmekten (büyüklenmekten) uzak olur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlyâs ve Elyesa aleyhisselâm


</label>

İlyâs aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı. Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Bal adındaki puta tapmaya ısrarla devâm ettiler. Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musibet gönderdi. Çeşitli sıkıntılarla cezâlandırıldılar. Yiyecek bulamaz oldular. Sonunda İlyâs aleyhisselâmı bulup, nasihatini dinlediler. İmân ettikleri için, üzerlerinden belâlar ve musibetler kaldırıldı...

KÜFÜRDE ISRAR ETTİLER!..

Bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye başladılar. Küfürde ısrâr edip, imân etmeye bir türlü yanaşmadılar...
İlyâs aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle Balbekte yaşayan bu kabile arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Bu dâvetleri sırasında uğradığı bir belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada ihtiyar bir kadının evinde misâfir olmuştu. Bu kadın Elyesa aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa aleyhisselâm, o sırada genç olup hastaydı. Ona duâ etti, hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. İlyâs aleyhisselâmdan sonra Elyesa aleyhisselâm, Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak görevlendirildi...
Elyesa aleyhisselâm, İsrâiloğullarının ıslâhı için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim, Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan ayrıldı... Allahü teâla üzerlerine Asûr devletini musallat kıldı. Esir olup zelil ve perişan bir hayat sürmeye başladılar...

BU İŞE BEN KEFİLİM!..



Elyesâ aleyhisselâmın eceli gelip vefâtı yaklaşınca Allahü teâlâ rûhunu kabz edeceğini vahiyle bildirdi ve Mülkünü, İsrâiloğullarından gece sabaha kadar ibâdet eden, namaz kılan, gündüzleri oruç tutan ve insanlar arasında kızmadan hüküm edecek birine ver buyurdu.
Hazreti Elyesâ da, kendisine verilen emri İsrâiloğullarına bildirdi. Aralarından bir genç kalkıp: Bu işe ben kefil olurum, üzerime alırım dedi. Hazreti Elyesâ, o gence; Bu kavmin içinde senden daha büyükleri var, sen otur dedi. Sonra ikinci defâ aynı teklifi yaptı. O genç, yine Kefil olurum dedi. Üçüncü defâ aynı teklif tekrarlanınca cevap veren, yine o genç oldu. Bunun üzerine Elyesâ aleyhisselâm, onu, yerine halife bıraktı. Bu genç, Bişr idi. Bu sebeple o gence Zülkifl lakâbı verildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlliyyîndeki ve siccîndeki rûhlar!..


</label>

Abdullah Yâfiî, on dördüncü asırda Yemende yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden ve evliyâdandır. 1298 (H.698) senesinde Aden şehrinde doğdu, 1367 (H.768)de Mekkede vefât etti...

KEŞİF VE KERAMET

İmâm-ı Yâfiî hazretleri bir sohbetinde evliyânın kerâmetiyle ilgili olarak kendisine soru soran talebelerine şöyle buyurdu:
Allahü teâlânın yardımı ile derim ki, evliyâda kerâmetlerin zuhûru, meydana gelmesi, aklen câiz ve naklen vâkidir. Aklen câiz olması: Allahü teâlâ her şeye kâdirdir. Kerâmetler de, mûcizeler kâbilinden mümkün olan şeylerdir.
Kerâmetlerin vukûu naklen sâbittir; bu husus, Kurân-ı kerîmde, hadîs-i şerîflerde ve haberlerde bildirilmiştir. Kurân-ı kerîmde, Âl-i İmrân sûresi otuz yedinci âyetinde hazret-i Meryem hakkında meâlen; Bunun üzerine Rabbi, Meryemi güzel bir kabûl ile kabûl buyurdu ve onu iyi bir şekilde yetiştirdi. Zekeriyyâ Peygamberi de ona kefîl (himâyesine memur) kıldı. Zekeriyyâ ne zaman Meryemin bulunduğu mihrâba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. [Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?] dedi. O da; [Bu, Allah tarafından gönderiliyor. Şüphe yok ki, Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır] dedi buyurulmuştur. Zekeriyyâ aleyhisselâm, yazın hazret-i Meryemin yanında kış meyvesi, kışın da yaz meyvesi buluyordu. Yine Kurân-ı kerîmde, Meryem sûresi yirmi beşinci âyetinde hazret-i Meryem hakkında meâlen; Hurmanın da dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş tâze hurmalar dökülsün buyurulmuştur. Bu tâze hurma, zamânının dışında oluyordu.
Yine Mûsâ aleyhisselâmın annesine, oğlu Mûsâyı Nil Nehrine bir sepet içinde bırakması ilhâm olunmuştur. Ayrıca Eshâb-ı Kehfin kıssası, köpeğin onlarla konuşması gibi hayret verici hâdiseler ve daha başkaları, kerâmetlerin naklen delilidir. Bütün buraya kadar zikredilenler, peygamber değil velîlerdendir.

RÛH VE CESET BİRLİKTE!..



İmâm-ı Yâfiî hazretleri vefatına yakın günlerde bir sohbetinde buyurdu ki:
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Ölülerin illiyyîndeki veya siccîndeki rûhları, ara sıra, yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlarındaki cesetlerine iâde olunurlar. En çok cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşurlar, konuşurlar. Cennetlik olanlar, nîmetlere kavuşur. Azap görecekler, azâb olurlar. Rûhlar, illiyyînde veya siccînde iken ceset olmaksızın da, nîmetlenir ve azap çekerler. Kabirde ise, rûh ve ceset birlikte nîmetlenir. Yâhut azaplanır.


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlimlerin en faydalısı...


</label>

Abdurrahmân bin Mehdî hazretleri, evliyanın büyüklerinden ve hadîs âlimlerindendir. 752 (H.135) senesinde Basrada doğdu. 813 (H.198) senesinde aynı yerde vefât etti. Tahsîline Kurân-ı kerîmi ezberlemekle başladı. Sonra devrin büyük âlimlerinin vaaz meclislerine devâm etti...


İLMİ GİZLEMEYİNİZ!..

Bu mübarek zat, insanlara sık sık nasîhatlerde bulunur ve buyururdu ki:
İlim husûsunda birbirinize faydalı olunuz. Birbirinizden ilmi gizlemeyiniz. (İlimdeki hıyânet, maldaki hıyânetten daha kötüdür) hadîs-i şerîfini kendinize rehber edininiz.
Bir kimse, ilim bakımından kendinden üstün bir kimse ile karşılaşınca, bunu fırsat ve ganîmet bilmelidir. Çünkü onun ilminden istifâde eder. Kendi dengi birisi ile karşılaşınca, onunla müzâkere eder ve birbirlerinden faydalanırlar. Kendisinden aşağı bir kimse ile karşılaşınca, ona tevâzu gösterir ve bir şeyler öğretir. Her işittiğini söyleyen, istisnâî ve şâz (kaide dışı) meselelere göre konuşup anlatan kimseler, ilimde yüksek mertebeye erişemezler.
Ehl-i sünnet vel-cemaat îtikâdına sarıl. Ehl-i bidat ile oturup kalkma. Onların yanına gitmek, onlara kıymet vermek olur.
Müminde, küfürden sonra, yalandan daha kötü bir haslet yoktur. Çünkü yalan en şiddetli nifak alâmetidir.
Nefsinin ayıplarını, kusurlarını görmeyen kimse, azıp doğru yoldan ayrılır.
Dünyâda haram, günah olan işlerle meşgûl olan kimseler, herkesin yanında zelîl olur, aşağılanır.
İlimlerin en faydalısı, kulluk vazîfesi ile ilgili hükümleri öğrenmektir. Ve yine ilimlerin en yükseği tevhîd ilmi olup, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit bilgileri öğrenmektir.

TÂLİB, KİMSEYE YÜK OLMAZ



Müminin dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki zevk ve sefâya bakar, arkasında Cehennemi görür. Meşakkate, hizmete bakar, arkasında Cenneti görür. Yâni müminin nazarı dünyâya takılmaz.
Bu işin (âhiret yolculuğunun) mihveri Allahın muhabbetidir.
Seni Mevlâdan alıkoydu ise, dünyâ bir çöp de olsa dünyâdır.
İslâmiyet baştan başa mesûliyet ve mükellefiyettir. Ondan kaçamayız.
Tâlib başkasının yükünü yüklenip, kimseye yük olmayan kimsedir.
Abdurrahmân bin Mehdî hazretleri zaman zaman; Kabrinde mümin olarak yatana gıpta ederim, onun gibi olmak isterim derdi. Vefat edeceği zaman da böyle söyleyerek son nefesini verdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kabir ehlinden istifâde!..


</label>

Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretleri, Hindistan velîlerinden ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. 1657 (H.1067) senesinde Hindistanın Siyalkût şehrinde vefât etti... Bu mübarek zat, İmâm-ı Rabbânî hazretleri ile Mevlânâ Kemâleddîn-i Kişmîrînin derslerinde bulundu. Fıkıh, kelâm ve daha birçok naklî ilimlerde yüksek derecelere kavuştu...


BU SEVGİLİ KULUNUN HATIRINA



Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce kabir ziyâreti hakkında bir soru sorulunca buyurdu ki:
Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. Ölü yardım yapamaz diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allahtan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır...
Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kurân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır...

ÂRİFLERE DİL UZATILMAZ!



Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her Müslüman bilir ve inanır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sana eziyet vereni affet!..


</label>

Ahmed-i Bedevî hazretleri, Mısır evliyâsındandır. Nesebi Peygamber efendimize ulaşır. 1200 (H.596)de Fasta doğdu. Gördüğü bir rüyâ üzerine Mısırın Tanta şehrine yerleşti. Çok talebe yetiştirdi...


GARİPLERİ, ZAYIFLARI KORU



Ahmed-i Bedevî 1276 (H.675) senesinde Tantada vefat ederken talebesi Abdülâle şöyle vasiyette bulundu:
Ey Abdülâl! Dünyâ sevgisinden sakın. Zîrâ sirke saf balı bozduğu gibi dünyâ sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyurmakla himâye, garipleri zayıfları ikrâm ile korumak âdetin olsun.
Ey Abdülâl! Zikre, Allahü teâlâyı anıp, hatırlamaya devâm et. Allahü teâlâdan gâfil olmaktan sakın! Çünkü, bu gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermektir. Onun hükmüne rızâ göstermek ve emrine teslim olmak demek, nîmete kavuştuğunda sevinip ferahlık duyduğu gibi, musîbet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir... Tefekkür etmenin hakîkati, Allahü tealânın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahü teâlânın zâtı hakkında düşünmemektir.
Ey Abdülâl! Allahü teâlânın kullarından birine bir musîbet gelse, bunun için sakın sevinme! Gıybet ve dedikodu yapma! İnsanlar arasında söz taşıma! Sana eziyet vereni, zulmedeni affet! Kötülük yapana iyilik et! Sana vermeyene ver.
Ey Abdülâl! Dervişliğin, talebeliğin şartları; kötü iş ve sözlerden sakınmak, harama bakmamak, iffetli olmak, her zaman Allah korkusuna sâhib olmak, Allahü teâlânın emirlerine uygun yaşamak, Allahü tealâyı hiç unutmamak, âhirette başa gelecekleri düşünerek hep uyanık ve dikkatli olmaktır.

EDEP VE VAKÂR ÜZERE OL



Ey Abdülâl! Yolumuz, Kurân-ı kerîme ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine, bildirdiklerine uymak, doğruluk, verdiği sözü yerine getirmek üzerine kuruludur. Âlimler yanında dilini, insanların ileri gelenleri yanında gözünü, hocanın huzûrunda kalbini muhâfaza et. Edep ve vakâr üzere ol.
Ey Abdülâl! İlmi olmayan kimsenin dünyâda da âhirette de hiçbir kıymeti yoktur. Hilmi, yumuşaklığı olmayan kimseye, ilmi fayda vermez. Allahü teâlânın kullarına şefkat etmeyen kimseye, Allahü teâlâ katında şefâat yoktur. Sabırlı olmayan kimseye, işlerinde selâmet yoktur. Takvâsı, Allahü teâlâdan korkması, haramlardan sakınması olmayan kimsenin, Allahü teâlâ indinde hiçbir kıymeti yoktur...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kalbinde bir leke görürsen!


</label>

Ahmed-i Çeştî, Hindistan evliyâsının büyüklerindendir. 1113 (H.507) senesinde Hindistanın Çeşt beldesinde doğdu. 1181 (H.577)de Çeştte vefât etti. Kabri oradadır. Çeştîye tarikatinin kurucusu Hâce Mevdûd Çeştî hazretlerinin oğludur. Babasının ders ve sohbetlerinde yetişip kemale erdi. Evliyâlıkta üstün derecelere yükseldi. Babası onu kendine halîfe, vekil tâyin etti... Ahmed-i Çeştî vefatından evvel oğluna yaptığı vasiyetinde buyurdu ki:

HER İŞİN HAYIRLISI...



Ey oğlum! Aslâ dünyâ malına meyletme. Ancak kimseye el açmayacak kadar malın olsun yeter. Bilmez misin her işin hayırlısı ortasıdır. Dünyâ âhiretin tarlasıdır. Sen bu âleme para ve mal toplamak için gelmedin. İyi ameller yapmak için geldin. Kimseye el açmayacak ve yetecek kadar mal kazandıktan sonra, vaktini Hak teâlâya ibâdet ederek geçir...
Malım mülküm yok deme. Olmadı diye gam çekme. Bu benim mülkümdür diyene, bir gün ecel gelir. Bu sûrette o malın sâhibi olduğuna dâir iddâsı yalan olur. Bu yalan dünyâ, dâimâ insanlara gaflet gömleği giydirir. Bu fânî mülkü elimizden alır. Kendini ona sâhip sanacak bir yalancı müşteri bulur. O da ölür, yerine başkası çıkar. Dünyânın âdeti böyledir. Verir alır, alır verir...
Sakın kapına gelen fakirleri boş çevirme. Bir şeyin varsa, gizleyip yok deme. Verdiğin sadakayı da öğünme vâsıtası yapma. Sağ elinin verdiği sadakayı sol elin bilmesin. Cömertlik tâcını giymek istiyorsan, Allahü teâlânın aç ve muhtaç kullarını kollamalısın...

SAKIN GURURA KAPILMA!



İlminin fazla, amelinin çok olması ile gurûra kapılan kimse, mârifet sâhibi değildir. Çünkü şeytan da pek fazla bilgiye sâhipti. Mantık yürütmek sûretiyle, ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu iddiâ etti. Halbuki meleklere hocalık yapıyordu. Sonunda kendi nefsinin üstün olduğunu söyleyip kibirlendi. Böylece Allahü teâlânın gadabına uğradı ve lânete müstahak oldu. Ebedî olarak rahmet dergâhından kovuldu...
Kalbinde ufak bir leke görürsen, oruç tut. Gitmezse, az konuşmaya bak. Gitmezse, günahlardan şiddetle kaç. Yine gitmezse, her hâli iyi bilen Allahü teâlâya yalvarmaya, sızlanmaya başla.
Ey oğlum! Eğer bu nasihatlerime uyar ve onlarla amel edersen, hem dünyan hem de ahretin mamur olur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Avâmın ve havâsın tövbesi


</label>

Ali el-Masîsî, Şam evliyâsındandır. Masisâ kasabasında dünyaya geldi. İbrâhim Edhem hazretleriyle görüşüp sohbetlerinde bulundu. Bilhassa hadîs ilminde güvenilir bir âlim olarak anılır. Kendisinden birçok zât, hadîs-i şerîf rivâyet etti...

BİDAT EHLİ İLE OTURMA!

Bu mübarek zatın çok kerametleri görülmüştür. Çok ibâdet ederdi. Gece yatağını hazırladıkları vakit, yalnız kalınca;
Ey yatak! Sen rahat ve hoş bir şeysin. Ama ben senin üzerinde yatmam! dedikten sonra, sabaha kadar ibâdet ederdi.
Buyurdu ki: Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur. Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak, eğer şer görürse onu örtmektir. Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Mîdenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şükrü de, iyilikten başkasına gitmemektir. Kim böyle yaparsa hakîkaten şükredenlerden olur.
Bidat ehli ile oturana, hikmet verilmez. Bidat ehli ile oturanın üzerine lânet inmesinden korkarım. Kim bidat ehlini severse, Allahü teâlâ onun amelini yok eder ve kalbinden İslâm nûrunu çıkarır.
Tövbe iki çeşittir. Biri avâmın tövbesi, biri de seçilmişlerin tövbesidir. Avâmın tövbesi günâhlardan tövbedir. Seçil-mişlerin tövbesi gafletten tövbedir. Avâm ile havâsın, seçilmişlerin tövbelerinde fark vardır. Avâm, günahlardan ve kötülüklerden tövbe eder. Havâs ise bunları zâten işlemez. Fakat onların tövbesi yanılmaktan, gaflete düşmekten ve yaptığı ibâdet ve tâatı sebebiyle kendini beğenme korkusundan tövbedir.

ÖYLE ÜMİTLİ OL Kİ!..



Ey Âdemoğlu! Allahü teâlânın rahmetinden öyle ümitli ol ki, bu ümidin seni, Allahü teâlânın mekrinden emin kılmasın. Eğer bundan emin olursan, günâhları işler, Allahü teâlânın gazâbına uğrarsın. Yine Allahü teâlâdan öyle kork ki, bu korku Onun rahmetinden ümidini kestirmesin. Ne kadar günahkâr olursan ol, yine de Allahü teâlânın rahmet ve merhametinden ümidli ol. Tövbe ederek Allaha dön. Günâhı çok yapıyorsunuz. Halbuki istiğfârı çok yapmalısınız. Çünkü, insan âhirette, amel defterinde iki satır arasında istiğfâr görünce çok sevinir.
Ali el-Masîsî hazretleri, hayâtının sonlarına doğru; Kırk yıldır beni üzen tek şey, sabahın olmasıdır buyurdu. O, gece ibâdetine doyamadan sabah oluyordu. 822 (H.207) yılında Masisada vefât etti. Oraya defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Adadaki putperest!..


</label>

Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri, Tebe-i tâbiînden olup, Basrada yaşamıştır. 805 (H. 189) senesinde vefât etmiştir. Kıymetli nasihatleri vardır...

SİZ KİME TAPARSINIZ?

Abdülvâhid bin Zeyd, bizzat yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
Bir defâsında deniz yolculuğuna çıkmıştık. Bindiğimiz gemi fırtınaya tutuldu. Sonunda dalgalar bizi bir adaya sürükledi. İnip dolaşmaya başladık. Puta tapan bir adama rastladım. Neden bu puta tapıyorsun. Bu ne fayda ne de zarar verir! dedim.
Siz kime taparsınız? diye sorunca; Her şeyi yaratan, her şeye kâdir olan Allahü teâlâya ibâdet ederiz dedim. Bunu size kim bildirdi? dedi,
Allahü teâlâ bize kerîm bir peygamber gönderdi, o bildirdi dedim.
O peygamber nerededir? dedi, Bize Allahü teâlânın gönderdiği dîni bildirip, tebliğ vazîfesini tamamladıktan sonra vefât etti. Allahü teâlâya kavuştu dedim.
Ondan hiçbir alâmet kaldı mı? dedi, Evet O, Allahü teâlâdan bir kitap getirdi. Bizim yanımızdadır dedim. Aramızda geçen bu konuşmadan sonra:
O kitâbı bana gösterin deyince Kurân-ı kerîmi ona gösterdim. Ben bunu okumasını bilmiyorum dedi. Sonra açıp bir sûre okudum. Ben okudukça o ağladı. Sûreyi bitirince; Lâyık olan şudur ki, kimse bu kelâmın sâhibine âsi olmasın! diyerek hemen Müslüman oldu...
Ona Kurân-ı kerîmden birkaç sûreyi ve kendisine yetecek kadar din bilgisi öğrettik.
O gece yatsı namazını kıldık. Yatma zamânı gelince O yatmadı ve sabaha kadar ibâdet etti. Talebelerime; Bu yeni Müslüman oldu. Aramızda biraz para toplayıp verelim de sıkıntı çekmesin dedim. Parayı toplayıp götürdüğümüzde; Bu nedir? dedi. Bunu al, kendine nafaka alırsın, sıkıntı çekmezsin dedim. La ilâhe illallah. Ben daha önce bu adada iken, puta tapardım. Allahü teâlâyı bilmezdim, fakat O beni zayi etmedi, korudu. Şimdi ise Onu tanıyorum. Beni hiç zâyi eder mi? dedi...

ÂHİRET SAADETİ NE GÜZELDİR



Üç gün sonra onun hastalanıp yatağa düştüğünü haber aldım. Hemen yanına koştum. Bir isteğin var mıdır? dedim. Benim ihtiyâcımı, her ihtiyacı gideren Allahü teâlâ karşıladı dedi.
Bu görüşmemizden bir gün sonra da vefât etti. O gece onu rüyâmda bir bahçe içinde gördüm. Yanında da bir hûri vardı. Meâlen; ... Melekler de her kapıdan yanlarına vararak şöyle diyeceklerdir: Sabrettiğiniz için, size selâm olsun! Âhiret saâdeti ne güzeldir! (Rad sûresi: 23-24) buyrulan âyet-i kerîmeyi okuyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Adadaki putperest!..


</label>

Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri, Tebe-i tâbiînden olup, Basrada yaşamıştır. 805 (H. 189) senesinde vefât etmiştir. Kıymetli nasihatleri vardır...

SİZ KİME TAPARSINIZ?

Abdülvâhid bin Zeyd, bizzat yaşadığı bir hadiseyi şöyle anlatır:
Bir defâsında deniz yolculuğuna çıkmıştık. Bindiğimiz gemi fırtınaya tutuldu. Sonunda dalgalar bizi bir adaya sürükledi. İnip dolaşmaya başladık. Puta tapan bir adama rastladım. Neden bu puta tapıyorsun. Bu ne fayda ne de zarar verir! dedim.
Siz kime taparsınız? diye sorunca; Her şeyi yaratan, her şeye kâdir olan Allahü teâlâya ibâdet ederiz dedim. Bunu size kim bildirdi? dedi,
Allahü teâlâ bize kerîm bir peygamber gönderdi, o bildirdi dedim.
O peygamber nerededir? dedi, Bize Allahü teâlânın gönderdiği dîni bildirip, tebliğ vazîfesini tamamladıktan sonra vefât etti. Allahü teâlâya kavuştu dedim.
Ondan hiçbir alâmet kaldı mı? dedi, Evet O, Allahü teâlâdan bir kitap getirdi. Bizim yanımızdadır dedim. Aramızda geçen bu konuşmadan sonra:
O kitâbı bana gösterin deyince Kurân-ı kerîmi ona gösterdim. Ben bunu okumasını bilmiyorum dedi. Sonra açıp bir sûre okudum. Ben okudukça o ağladı. Sûreyi bitirince; Lâyık olan şudur ki, kimse bu kelâmın sâhibine âsi olmasın! diyerek hemen Müslüman oldu...
Ona Kurân-ı kerîmden birkaç sûreyi ve kendisine yetecek kadar din bilgisi öğrettik.
O gece yatsı namazını kıldık. Yatma zamânı gelince O yatmadı ve sabaha kadar ibâdet etti. Talebelerime; Bu yeni Müslüman oldu. Aramızda biraz para toplayıp verelim de sıkıntı çekmesin dedim. Parayı toplayıp götürdüğümüzde; Bu nedir? dedi. Bunu al, kendine nafaka alırsın, sıkıntı çekmezsin dedim. La ilâhe illallah. Ben daha önce bu adada iken, puta tapardım. Allahü teâlâyı bilmezdim, fakat O beni zayi etmedi, korudu. Şimdi ise Onu tanıyorum. Beni hiç zâyi eder mi? dedi...

ÂHİRET SAADETİ NE GÜZELDİR



Üç gün sonra onun hastalanıp yatağa düştüğünü haber aldım. Hemen yanına koştum. Bir isteğin var mıdır? dedim. Benim ihtiyâcımı, her ihtiyacı gideren Allahü teâlâ karşıladı dedi.
Bu görüşmemizden bir gün sonra da vefât etti. O gece onu rüyâmda bir bahçe içinde gördüm. Yanında da bir hûri vardı. Meâlen; ... Melekler de her kapıdan yanlarına vararak şöyle diyeceklerdir: Sabrettiğiniz için, size selâm olsun! Âhiret saâdeti ne güzeldir! (Rad sûresi: 23-24) buyrulan âyet-i kerîmeyi okuyordu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlk konak beşik, son konak kabirdir


</label>

Ahıskalı Abdullah Efendi, Anadolu evliyâsındandır. 1733 (H. 1146) senesinde Ahıskanın Özgür nâhiyesine bağlı Urpala köyünde dünyâya geldi. Ahıska şimdi Gürcistanda olup, o zamanlar Osmanlı memleketi idi...

EN KIYMETLİ SERMAYE...

Mısır ve Şamda tahsilini tamamlayıp, 1761 senesinde İstanbula gelen Abdullah Efendi, bir taraftan öğrendiği yüksek ilimleri ilim âşıklarına öğretmeye, bir taraftan da kıymetli ve faydalı eserler telif etmeye başladı. Ayasofya medresesinde ders verdi. Bir ara Hacca giderek bir müddet mukaddes topraklarda kaldı, sonra tekrar İstanbula döndü. 1813 (H. 1228) senesinde Üsküdarda vefât etti. Karacaahmed mezarlığının Söğütlüçeşme tarafında medfûndur. Vefatından kısa bir zaman önce talebelerine şöyle buyurdu:
Şunu iyi bilin ki, insanlar bu âlemde yolculuk hâlindedirler. Onların ilk konakları beşik, sonuncusu ise kabirdir. Hakîkî vatan, ya Cennet veya Cehennemdir. İnsanın ömrü, sefer mesâfesini teşkil eder. Yıllar konak yerleri, aylar fersahlar, günler kilometreler, nefesler metrelerdir. Yapmış olduğu iyilik, tâat ve ibâdetler azığıdır. Ömrünün en kıymetli sermâyesi vakitleridir. Şehveti ve şehevî arzuları, yolunu kesen eşkıyâdır. Kazancı ve kârı; Cenneti ve oradaki ebedî nîmetleri elde etmek, Allahü teâlânın rızâsına ve cemâline mazhar olmaktır. Zarar ise; Cehennemde çeşitli azaplara mâruz kalmak, Allahü teâlânın rahmet ve cemâlinden uzaklaşmaktır. Kim hesapsız Cennete girmek isterse, vakitlerini Allahü teâlânın beğendiği şeylerle geçirsin. Kim âhirette, hasenât kefesinin ağır gelmesini isterse, vakitlerinin çoğunu ibâdet ve tâatla geçirsin. Kim sâlih bir amel işler, sonra da günâh işlerse, onun durumu tehlikelidir. Fakat ümit kesilmiş de değildir. Af, Allahü teâlânın keremindendir. Umulur ki, Allahü teâlâ onu affeder...

İLİM ÖĞRENMENİN FAZÎLETİ



İnsan niyetini düzeltemese de, ilim öğrenmek, terk etmekten daha fazîletlidir. Çünkü ilim öğrenince, o ilmin onun niyetini düzeltmesi umulur. Mücâhid rahmetullahi aleyh buyurdu ki: Biz ilim öğrenirken niyetimiz tam olarak düzgün değildi. Sonra Allahü teâlâ bize niyetimizi düzeltmeyi nasîb etti. Yine bâzı âlimler şöyle buyurdu: Biz ilk önce ilmi Allah rızâsını niyet ederek öğrenmedik. Fakat ilim bu hâlimizi kabûl etmedi. Onu, Allah için öğrenmemize vesîle oldu.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri