Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Altın mı kıymetli, nasihat mi?..


</label>

Bilâl bin Sad, Tâbiînden âlim, vaiz, kâri (Kurân-ı kerîm hâfızı) bir zâttır. Şamda 120 (m. 737) senesinde vefât etti... Bu mübarek zatın çok kerameti görüldü... Bir sene yağmur yağmıyordu. Halk ile yağmur duâsına çıktılar. İnsanlara karşı, Ey insanlar! Hepiniz günahkâr olduğunuzu itiraf eder misiniz? diye sordu. Onlar, Evet, hepimiz günahkârız. Çok günâhlarımız var. Hepsine tövbe ettik dediler. Bunun üzerine Allahü teâlâya şöyle duâ etti:

GÜNAHLARIMIZI İTİRAF ETTİK!

Yâ Rabbi! Kurân-ı kerîmde, (İhsân edip doğru söyleyenlerin duâlarını kabûl ederim) buyuruyorsun. Biz, çok günâhlarımızın bulunduğunu itiraf edip, doğruyu söyledik ve tövbe ettik. Bizi affet ve bize yağmur ihsân et! Biraz sonra yağmur yağmaya başladı.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden biri şöyle:
Bir gün Yâ Resûlallah! İnsanların en hayırlıları kimlerdir? diye sordular. Buyurdu ki: Ben ve benim zamanımdaki Müslümanlardır. Yâ Resûlallah! Bunlardan sonra kimlerdir? diye sordular. Buyurdu ki: İkinci asırda bulunan Müslümanlar. Yâ Resûlallah! Onlardan sonra insanların en hayırlıları kimlerdir? dediler. Buyurdu ki: Üçüncü asırda bulunan Müslümanlardır. Yâ Resûlallah! Bunlardan sonra kimlerdir? dediler. Buyurdu ki: Onlardan sonra gelenler, istenmediği halde yemin eden, şâhidlikte bulunan ve yerine getirmedikleri şeyler için teminatta bulunanlardır.
Bilâl bin Sadın hikmetli sözlerinden bazıları:

AÇIKTAN İŞLENEN GÜNAH!..



Günâhlar gizli olarak işlenirse bunun zararı, günâhı işleyenleredir. Lâkin açıktan işleniyor ve buna da mâni olunmuyorsa, bunun zararı herkesedir.
Allahü teâlâ bize, haramlardan, şüphelilerden, hattâ şüphelilere düşmemek için ihtiyâtlı olup, mubahların çoğundan sakınmayı emrediyor. Biz ise, aşırı derecede dünyâyı sever, ona bağlanırız. Bu ise günâh olarak bize yeter.
Sana Allahü teâlânın emirlerini hatırlatan, nasîhat eden bir kardeşin, sana altın hediyye edenden daha hayırlıdır. Böyle bir kardeşini bulduğun zaman (Ey kardeşim! Bende bir kusur var mıdır? Lütfen bana bildir de düzeltmeye çalışayım) demelidir.
Bir kimse Müslümanım dediği zaman Allahü teâlâ onun ameline bakmadan bırakmaz. Amel ettiği vakit veraına (şüphelilerden sakınmasına) bakar. Vera sahibi olunca da niyetine bakar. Niyeti de hâlis (Allah rızâsı için) ise, artık diğer kusurlarını Allahü teâlâ düzeltir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kûfe'nin en büyük âlimi...


</label>

Ebû İshâk es-Sebîî, Tâbiînin büyüklerindendir. Sebî, Kûfede bir mahallenin ismidir. Ebû İshâk, o mahalleden olduğu için bu isim verilmiştir. 33 (m. 653) senesinde Hazreti Osmanın hilâfeti zamanında doğup, 127 (m. 744) yılında vefât etti...

ÜÇ GÜNDE HATMEDERDİ...

Ebû İshâk hazretleri, zamanında Kûfenin en büyük âlimi idi. Hazreti Alinin (radıyallahü anh) zamanına yetişti. Onu hutbe okurken gördü ve dinledi. Arkasında Cuma namazı kıldı. Gördüğünde Hazreti Alinin saçı ve sakalı beyazdı. Yetmiş veya seksen Sahâbeden (radıyallahü anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Ebû İshâk hazretleri, Ebû Abdurrahmân Selemî ve Esved bin Yezîdin huzûrunda Kurân-ı kerîm okudu. Kurân-ı kerîmi her üç günde hatmederdi. Geceleri çok ibâdet ederdi. Gündüzleri de oruç tutardı. Çok sâlih bir zât idi.
Ebû İshâk hazretlerinin rivâyet ettiği bazı hadîs-i şerîfler:
Enes bin Mâlikden rivâyet etti: Kimin yanında ismim söylenirse, bana salât okusun. Çünkü bana salât okuyana Allahü teâlâ on salât (rahmet) eder.
Şakik bin Selemeden rivâyet etti. Resûlullah Efendimize bir kadın geldi. Yanında iki çocuk vardı. Peygamber efendimizden bir şey istedi. Resûlullah Efendimiz ona üç hurma verdi. Kadın çocuklarına birer tane verdi. Çocuklar, bunları yiyip, bitirince annelerine baktılar. Kadın kalan bir hurmayı da ikiye bölüp yarısını birine, yarısını diğerine verdi. Bu manzarayı gören Resûlullah Efendimiz;
Allahü teâlâ, çocuklarına merhameti sebebiyle, o kadına merhamet etsin buyurdular.

SİZİ İHTİYARLAMIŞ GÖRÜYORUM



İkrimeden rivâyet etti: Ebû Bekir (radıyallahü anh) Resûlullah Efendimize Yâ Resûlallah! Sizi ihtiyârlamış görüyorum deyince, Resûlullah Efendimiz;
(Evet, beni; Hûd, Vâkıa, Mürselât, Amme ve İze-ş-Şemsü Küvvirat [et-Tekvîr] sûreleri ihtiyârlattı) buyurdular.
Berâ bin Azîbden (radıyallahü anh) rivâyet etti: Resûlullah Efendimiz yumuşak bir elbise giymişlerdi. Eshâb-ı kirâm, bu elbisenin yumuşaklığını çok beğenmişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz;
(Bu elbisenin yumuşaklığı çok mu hoşunuza gitti? Fakat Sad bin Muazın Cennetteki mendilleri, bundan daha iyi ve daha yumuşaktır) buyurdular.
Ebû İshâk es-Sebiî hazretleri, vefat etmeden bir müddet evvel buyurdu ki:
İbâdet maksadı dışında fıkıh öğrenenlere, şüphelilerle haramları helâl göstermeye uğraşanlara yazıklar olsun.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Günahı küçük görme!..



</label>

Ahmed Âsım Antâkî, evliyânın meşhûrlarındandır. Antakyada doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Âilesi Antakya eşrâfından olup, îtibâr edilen kimselerdi. 853 (H.239) senesinde vefât etti...

EN FAYDALI KORKU!

Ahmed Âsım Antâkî, Ebû Süleymân-ı Dârânînin sohbetlerinde kemâle geldi. Fudayl bin Iyâd gibi zamânının en büyük velîleri ile görüştü.
Bu mübarek zat, kendisinden nasihat isteyenlere buyurdu ki:
Ey kardeşlerim! En faydalı korku, insanı günahlardan, Allahü teâlânın beğenmediği şeylerden alıkoyan, âhiret işlerinin elden çıkması ile üzüntüye sevk eden; kalan ömrü ve son nefesindeki durumu hakkında düşünmeye sevk eden korkudur. En faydalı ümit, sâlih amel yapmayı kolaylaştırandır. Hak olan iş, insanlara adâletle muâmele, insanın kendisi için istemediğini başkaları için de istememesi, kendisinden aşağıda olanın hak olan sözünü kabûl etmesidir. En faydalı, doğru söz, Allahü teâlânın rızâsı için nefsinin ayıplarını kabûl ve tasdik etmektir. En faydalı ihlâs, riyâdan ve gösterişten kurtulmaktır. En faydalı hayâ, hoşuna giden bir şeyi Allahü teâlâdan isteyip, sonra da Onun rızâsına uygun olmayan işi yapmamaktır. En faydalı şükür, yapılan günahları Allahü teâlânın setredip (gizleyip) hiçbir kuluna bildirmediğini, bilmektir.
En faydalı tevâzu, kibri ve gadabı (kızmayı) giderenidir. En kıymetli söz, hakka uygun olanıdır. En zararlı söz, konuşulmaması daha hayırlı olanıdır. En lüzumlu olan şey, Allahü teâlânın emrettiği farzları, ana-babayı, çoluk çocuğunu gözetip, onların geçimlerini temin edip, Allahü teâlânın emirlerini öğretip kulluk vazîfelerini yerine getirmelerini sağlamaktır. En faydalı ilim, cehâleti, kötülükleri giderip, Allahü teâlânın büyüklüğünü ve yüce kudretini anlamaya, böylece Ona kulluğun bir vazîfesi olduğunu öğretip, âhirete hazırlanmaya vesile olanıdır. En üstün cihad (mücâdele, savaş) hakkı kabûl etmeye alıştırabilmek için, nefsle yapılan mücâdeledir...

MAKAM HIRSINA KAPILMA!
Ahmed Âsım Antâkî hazretleri vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki:
Âfiyet (sıhhat ve iyi durum) büyük bir nîmettir. Emeli, arzu ve istekleri kısa yapmak lâzımdır. Makam, mevki kapmak için yarış etmek gibi hırs yoktur. İnsanın, hevâ ve arzularına uyması, kendisine büyük bir zulümdür. Farzları yapmak gibi tâat yoktur. Günahı küçük görmek gibi musîbet yoktur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dertlere deva tesbih!..


</label>

Ahmed bin Hüseyin Ayderûsî hazretleri, Arabistan Yarımadasının Hadramût bölgesinde yetişen velîlerdendir. Terîmde doğdu. 1560 (H.968) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri Zenbil Kabristanındadır...

FAKİR BABASIYDI...



Ahmed bin Hüseyin Ayderûsî, ilim ve fazîlet yönüyle yüksek derece ve güzel ahlâk sâhibiydi. Devlet adamları kendisine çok iltifât ederlerdi. Mal ve mevkiini Müslümanların hizmetine vermişti. İlmiyle amel eden âlimlere çok ikrâm ve ihsânlarda bulunurdu. Fakir, yetim ve kimsesizlere elinde olanları tasadduk edip verirdi. Talebelerini yetiştirmek ve terbiye etmek husûsunda özel ihtisâs sâhibiydi. Onları tatlı dil ve güler yüzle terbiye ederdi.
Şeyh Sâlih Ömer bin Zeyd şöyle nakleder:
Memleketimden, kendime saâdet yolunu gösterecek bir rehber aramak üzere çıktım. Terîme vardığım zaman beni Şeyh Ahmed bin Hüseyin Ayderûsîye götürdüler. O zâtın hizmetinde bulundum, bir müddet sohbetinde kalıp istifâde ettim. Beni kendine o derece bağladığından başkasına gidecek hâlim kalmadı. Hocam devamlı zikir ile meşgûl olur. Bâzan zikrin verdiği hal sebebiyle kendinden geçerdi. Çoğu kere Allah dediği zaman elindeki tesbih tanelerinden her biri dört parçaya bölünürdü. O parçalardan birisi bir kimseye isâbet ederse ona elem verirdi. Huzûrunda bulunanlar kırılan parçaları toplarlar, yaraların tedâvîsi için kullanırlardı...

BU SENİN ZEVCENDİR!..



Ahmed bin Hüseyin bin Abdullah Ayderûsînin pek çok kerâmeti meşhûr olmuştu. Seyyid Ahmed bin Şeyhul-Ayderûs babasını ziyâret için Hindistan yolculuğuna çıkacağı sırada Ahmed bin Hüseyin Ayderûsîye vedâ için gelince, söz arasında kızı Fâtımanın ismi geçti. Ahmed bin Hüseyin Ayderûsî ona; Bu senin zevcendir buyurdu. Halbuki Fâtıma Hâtun bir başkasıyla evliydi...
Ahmed bin Şeyh Ayderûs Hindistana gidip babasını ziyâret etti ve Terîme döndü. Kocası vefât etmiş olan Fâtıma Hâtunla evlendi. Böylece Ahmed bin Hüseyin Ayderûsînin kerâmeti ortaya çıktı...
Talebelerinden Saîd bin Sâlim bin Şevvaf hocasına; Benim ölümümün memleketimde olmasını temennî ediyorum dedi. Ahmed bin Hüseyin Ayderûsî talebesine buyurdu ki: Sen Mişkâs adı verilen mahaldeki Verdetü Mesicde vefât edeceksin. O talebesi, denilen yerde vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fas'tan doğan güneş!..


</label>

Hazret-i Hasanın soyundan yâni şerîflerden olan Ahmed bin İdrîs hazretleri, çok kerâmeti görülen bir velî idi. Onun en büyük kerâmeti uyanık hâlde iken de Resûlullah efendimizi görmesi ve Ondan şifâhen salevât-ı şerîfeleri öğrenmesiydi. Kendisi şöyle anlatır:


HAZRETİ HIZIRDAN ÖĞRENDİ

Bir defâsında Resûlullah efendimizi gördüm. Yanında Hızır aleyhisselâm da vardı. Peygamber efendimiz Hızır aleyhisselâma, bana Şâziliyye yolunun dersini (edebini) öğretmesini emrettiler. O da bana Resûlullahın huzûrunda nasıl olunacağını öğrettiler. Daha sonra Peygamber efendimiz, Hızır aleyhisselâma sevâbı daha çok olan zikir, salevât ve istigfârları öğretmesini buyurdu. O zaman Hızır aleyhisselâm; Onlar hangileridir yâ Resûlallah? diye suâl etti. Peygamber efendimiz; Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah fî külli lemhatin ve nefesin adede mâ veseahü ilmüllah... diye üç defâ, sonra da; Külillâhümme innî eselüke bi nûr-i vechillah-il-azîm. Sonra da; Estagfirullah el-azîm el-kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Gaffâr-üz-zünûb. Yâ zel-celâli vel-ikrâm diye buyurdular. Sonra da Peygamber efendimiz bana; Ey Ahmed! Yer ve göğün hazînelerini sana verdim. O da bu zikir, salevât ve istiğfârdır buyurdular. Çok iltifât ve teveccühlere mazhar oldum.

AZRAİL ALEYHİSSELAMDAN MÜJDE



Ahmed bin İdrîsin talebelerinden biri, Mekke-i mükerremede vefât etti. Onu Muallâ Kabristanına defnettiler. Defin esnâsında orada bulunan keşf sâhibi bir talebe, Azrâil aleyhisselâmın Cennetten bir yaygı ve büyük kandiller getirdiğini ve kabri göz alabildiğine genişlettiğini gördü. Bu hâle gıpta edip; Keşke, öldüğümde benim için de Rabbim böyle bir ikrâmda bulunsa dedi. O zaman Azrâil aleyhisselâm; Sizden her biriniz, Allahü teâlânın sevgili kulu olan hocanız Ahmed bin İdrîsin devamlı okumuş olduğu salevât-ı şerîfeler bereketiyle böyle ikrâm ve ihsânlara kavuşacaksınız. Bu talebe, vefat ederken hocanızın okuduğu şu salevât-ı şerîfeyi okudu buyurdu. O büyük salevât da şöyledir: Allahümme innî eselüke bi nûri vechillahil azîm. Ellezî melee erkânel azîm bi kadri azameti zâtillahil azîm fî külli lemhatin ve nefesin adede mâfî ilmillahil azîm salâten dâimeten bi devâmillahil azîm. Tazîmen li hakkıke yâ Mevlânâ yâ Muhammed yâ zel hulukil azîm ve sellim aleyhi ve alâ âlihî mislü zâlike vecma beynî ve beynehû kemâ. Cemate beynerrûh-ı ven-nefsi zâhiren ve bâtınen yakazaten ve menâmen. Vecalhü yâ Rabbi rûhan lezzâtî min cemîil vücûhi fid-dünyâ kablel âhira yâ Azîm.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Unutmayan, unutulmaz!..


</label>

Alevî bin Muhammed, Yemende yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve selem) soyundandır. Evlâd-ı Resul olanlara, İslam dünyasında, her beldede değişik isimler verilmiştir. Anadoluda Seyyid (Efendi) denilir. Türkistanda Emir, Yemen ve güney Arabistanda Alevî (Hazreti Alinin soyundan demektir), başka yerlerde Resûlî, Nebevî (peygamber soyundan), Hüseynî (Hüseyin soyundan), Fâtımî (Fâtıma soyundan) ve daha birçok değişik isimler ile çağırılırlar.

ÇOK KERAMETİ GÖRÜLDÜ...

Alevî bin Muhammed, 1752 (H.1116) senesi Zilhicce ayının yirmi üçüncü Cumartesi gecesi Yemenin Terîm şehrinde doğdu. On beş yaşında âilesiyle birlikte Hindistanın güneybatı sâhil beldelerinden Milibara hicret etti. Orasını vatan edinip zâhirî ve bâtınî (kalb) ilimlerinde olgunlaştı. Hindistan halkını senelerce irşâd etti. Hak olan doğru yolu gösterdi, îmân bilgilerini aşıladı. Çok kerâmetleri görüldü...
Alevî hazretlerinin bulundukları Milibarda Tâûn hastalığı görülmüştü. Halk, Seyyid hazretlerine gelip hallerini bildirince;
İnşâallah selâmet buluruz diyerek duâ ettiler. Allahü teâlânın izniyle hastalık o beldeden kalktı.
Bir gün Alevî hazretleri ikindi namazını edâ için mescide gitmişti. Orada başka fazîletli kimseler de vardı. Namazdan sonra câmiden çıkarken Milibar köylerinden olan dört kişi, memleketlerindeki bir hastalıktan bahsedince, Alevî hazretleri;
Memleketlerinize dönün. İnşâallah şifâ bulursunuz diyerek hastalığın kalkacağını söylediler. Buyurdukları gibi oldu.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
İnsanlar dört kısımdır. Birincisi bilir, fakat bildiğini bilmez. Bu kimse uykudadır, onu uyandırmak lâzımdır. İkincisi bilir, bildiğini de bilir. Bu âlimdir ona uyunuz. Üçüncüsü bilmez, fakat bilmediğini bilir. Bunun irşâda, yetiştirilmeye ihtiyâcı vardır. Buna bilmediğini öğretiniz. Dördüncüsü bilmez, bilmediğini de bilmez. Bu câhildir, onu terk ediniz.

SEVEN, SEVİLİR



Muhabbet edene muhabbet edilir. Seven sevilir. Unutmayan, unutulmaz...
1844 (H.1260) senesinde Milibarda vefât etti. Tirnehali şehrinde defnedildi. Kabri üzerine büyük bir türbe binâ edilmiştir. Kabri başında gece gündüz devamlı Kurân-ı kerîm okunur. Vefâtından sonra da çok kerâmetleri görülmüştür. Vefat etmeden evvel buyurdu ki:
Ömür geçiyor. Gâfil olmayın. Ömrü, Allahü teâlânın zikri ile kıymetlendirin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû İshâk el-Fezârî


</label>

Ebû İshâk el-Fezârî hazretleri, İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Kûfede doğdu. Şama geldi ve orada hadîs ilmini öğrendi. İmâm-ı Evzâînin sohbetlerine devam etti. Beyrut ve civarında bulundu. Sonra Bağdâda gitti...

USTURLAB âLETİNİ KEŞFETTİ


Halife Hârun Reşîd Ebû İshâk hazretlerine çok iltifât ve ikrâmlarda bulundu. Bağdâdda bir müddet kaldıktan sonra, Mopsuestia şehrine yerleşti ve 185 senesinde vefât ederek oraya defnedildi. (Mopsuestia, Adana yakınlarındadır. Türklerin Anadoluyu fethinden sonra Misis adını almış, zamanımızda Yakapınar olarak değiştirilmiştir.)
İslâm âleminde, namaz vakitlerini anlamaya yarayan usturlab âletini ilk yapan ve kullanan zât, Ebû İshâk el-Fezârî hazretleridir.
İmâm-ı Fezârîden gelen bir rivâyete göre, İmâm-ı Hasen bin Aliye (radıyallahü anhüma) soruldu ki:
Sen Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bulundun. Bize, ondan duyduğun bir şeyi söyle de bereketlenelim. Hasen (radıyallahü anh) buyurdu ki:
-Resûlullah Efendimizden işittim buyurdu ki: (Seni şüpheye düşüren her şeyi terk et. Çünkü şer, şüphelidir. Hayır ise rahatlıktır, saâdettir.) Ondan beş vakit namazı ve her namazdan sonra okuduğum şu duâyı da öğrendim: (Yâ Rabbi! Hidayete erdirdiklerinle beraber beni de hidâyete erdir. Âfiyet verdiklerinle beraber bana da âfiyet ver. Yüzlerini hayra çevirdiğin kimselerle beraber benim de yüzümü hayra çevir, ihsân edip, bana verdiğin her şeyi mübârek eyle. Takdîr ettiğin şerlerden beni muhafaza eyle. Sen her şeye hükmedersin. Lâkin sana hiçbir şey hükmedemez. Sana hamd ederim, tazîm ederim Allahım.)

ÇOCUKLARI ÖLDÜRMEYİN!



Ebû İshâk el-Fezârînin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden biri şöyle:
Bir muharebe esnasında, kargaşalıkta müşrik çocuklarından bazıları telef olmuştu. Bu durum Peygamber efendimize ulaşınca, Çocukları öldürmeyin! diye üç defa tekrarladılar. Bir kimse, Yâ Resûlallah! Onlar, müşriklerin çocukları değiller mi? Peygamber efendimiz buyurdu ki: Sizin en iyileriniz dahi müşriklerin çocukları değiller mi idi? Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra onu anaları, babaları, Yahûdi ve Hristiyan yapar.
Ebû İshâk el-Fezârî hazretleri, vefatına yakın buyurdu ki:
Bir nimete kavuşan kimse (Elhamdülillahi alâ külli hâl) duâsını okursa, o nimete şükretmiş olur. Bir musibetle karşılaşınca bu duâyı okursa, o musîbete sabretmiş olur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âlimleri hafife alma!..


</label>

Abdullah Menûfî hazretleri, Mısırda yaşamış olan evliyânın meşhûrlarındandır. 1287 (H.686) senesinde Mısırın Buhayra şehrinde doğdu. Sonra Menûfa yerleşti. 1347 (H.748)de Mısırda vefât etti...Abdullah Menûfî hazretleri, Mısırda birçok büyük zattan ilim öğrendi. Kuşeyrî Risâlesi ile Kâdı İyâdın Şifâsını ve Tefsîr-i Vâhidî gibi eserleri talebelerine okuturdu.

TASAVVUF, GÜZEL AHLÂKTIR



Yûsuf Nebhânî hazretleri Câmiu Kerâmât-il-Evliyâda diyor ki: Mısırdaki evliyâ arasında, İmâm-ı Şâfiîden sonra en üstünü Ahmed-i Bedevîdir. Ondan sonra Seyyidet Nefîsedir. Sonra Şerâfeddîn-i Kürdî, sonra Abdullah Menûfîdir.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Tasavvuf güzel ahlâktır. Bu da üç kısımdır: Birincisi, Hak ile beraber olmak yâni Allahü teâlânın emirleine uymak ve bu hususta gösterişten uzak durmaktır.
İkincisi halk ile beraber olmak. Bu da büyüklere karşı saygı ve edeb, küçüklere karşı şefkat, emsallere ise insaflı ve âdil davranmakla olur.
Üçüncüsü nefse sâhib olmak. Bu ise nefsin boş isteklerine, hevâ, hevese ve şeytana uymamakla olur. Kim bu üç husûsu nefsinde doğru bir şekilde tatbik ederse güzel huylulardan olur.
Kul ne ile muhabbete nâil olur? diye sorulunca; Allahü teâlânın evliyâsına dost olmak, düşmanlarına da düşman olmakla buyurdu.
Kul, muhabbet makâmına, Allahü teâlânın dostlarını sevmek ve Allahü teâlâya düşman olanlara düşmanlık etmekle kavuşur.
Kalbin Allahü teâlâdan başkasına meyletmesi, Allahü teâlânın azâbını çabuklaştırır.

SABIR VE İHLAS



Bütün işlerin netîcesinin sıhhatli ve faydalı olabilmesi için iki şart vardır: Sabır ve ihlâs.
Yaptığı amellerin, kendisini Cehennem azâbından kurtarıp, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturacağını zanneden kimse, büyük hatâ etmiştir. Allahü teâlânın fadlı ve ihsânı ile kurtulabileceğini düşünen kimseyi, Allahü teâlâ rızâ makamlarının en sonuna ulaştırır. Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmde Yûnus sûresi 58. âyet-i kerîmesinde meâlen buyurdu ki: De ki: Allahü teâlânın ihsânı ve rahmetiyle, işte yalnız bunlarla ferahlansınlar. Bu, onların toplamakta olduklarından (dünya menfaatinden) daha hayırlıdır.
Abdullah Menûfî hazretleri vefât ederken bedeninden etrafa güzel kokular yayıldığını orada bulunanlar hepsi hissettiler. Son söz olarak buyurdu ki:
Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kalbinin hâli nasıl?..


</label>

Abdurrahmân bin Ali Sekkâf, evliyânın meşhurlarındandır. 1446 (H.850) senesinde Yemenin Terîm şehrinde doğdu. 1517 (H.923)de Yemende vefât etti. Hadîs, kelâm, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde tanınmış âlimlerdendir. Çok kerametleri görüldü...

DÜŞÜNCEN DÜNYA OLMASIN

Abdurrahmân bin Ali Sekkâf, vefat etmeden evvel oğluna yaptığı vasiyetinde buyurdu ki:
Ey oğul! Kötü kimselerle düşüp kalkman, seni, iyi kimseler hakkında kötü zanna düşürür. Allahü teâlânın kitabının ve Resûlünün sünnet-i seniyyesinin gölgeleri altında yürü, felâh, bulur kurtuluşa erersin.
Ey oğul! Senin düşüncen, yiyecek, içecek, giyecek ve dünyâ lezzetleri olmasın. Bütün bunlar, nefsin ve insan tabiatının istediği şeylerdir. Kalbin düşüncesi nerede, nefsin ve tabiatın istekleri nerede? Kalbin düşüncesi Allahü teâlâdır. Senin düşüncen, Rabbin ve Onun katında bulunan nîmetler olmalıdır. Dünyâdan (haram ve şüphelilerden) ne terk edersen, mutlaka bunun karşılığında âhirette ondan daha hayırlısı vardır. Ömründe sâdece şu içerisinde bulunduğun günün kaldığını farz et de âhiret için hazırlık yap.
Ey oğul! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünyâ ve âhirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak. Kalbinden dünyâ düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyâdan alınacak, âhirete götürüleceksin. Dünyâda rahat ve hoş bir hayat arama. Resûl-i ekrem; (Hayat, âhiret hayâtıdır) buyurdu.

ACELE ŞEYTANDANDIR!..



Ey oğul! Acele etme. Acele eden, ya hatâ yapar veya hatâlı duruma yakın olur. Ağır ve temkinli hareket eden, o işte ya isâbet kaydeder veya isâbet etmeye yaklaşır. Acele şeytandandır. Ağır ve temkinli hareket etmek. Allahü teâlâdandır. Umûmiyetle aceleye sebep, dünyâlık toplama hırsıdır. Kanâat sâhibi ol. Kanâat bitmeyen bir hazînedir.
Ey oğul! Senin dilin güzel ve tatlı; yüzün ise kötülüklerden kurtulmuş gibi gülüyor, ya kalbinin hâli nasıl? Cemâat içinde iyi görünüyorsun, ya yalnız iken, yanında kimse yok iken nasılsın? Göründüğün gibi değilsin. Sen namaz kıldığın, oruç tuttuğun, hayır işleri yaptığın zaman, eğer bunları sırf Allahü teâlânın rızâsını gözeterek yapmazsan, nifak üzere ve Allahü teâlâdan uzak olacağını bilmiyor musun? Şimdi Ey oğul! Allah için yapmadığın bütün işlerin, bütün sözlerin, âdî ve bayağı niyetlerin için tövbe et...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kânûnî'nin Sârbânbaşı...


</label>

Ahmed Sârbân, Hacı Bayram-ı Velî hazretleri yolunun mensuplarındandır. Tekirdağın Hayrabolu kazasında doğdu. Doğum târihi belli olmayıp, 1545 (H.952)de yine aynı şehirde vefât etti. Hayraboluda adına yaptırılan dergâhın hazîresine defnedildi.Bir ara yeniçeri ocağında 26. ortayı meydana getiren Deveci ortasına kaydoldu. Kânûnî Sultan Süleymân Hanın Irakeyn seferine Sârbânbaşı (devecibaşı) olarak katıldığından bu lakapla tanındı. Seferden sonra Bayramiyye yoluna girerek tasavufta yüksek derecelere kavuştu. Talebeler yetiştirdi. Sohbetlerinde buyurdu ki:

GARİPLERE MERHAMET ET!



Gariblere merhamet etmek, Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnetidir. Nerede bir garib görsen, ona olan merhametinden dolayı gözyaşların akmalıdır.
Gönlü kırık, zavallı ve garib birini görürsen, yarasına merhem ol. Onun yoldaşı ve yardımcısı olmaktan çekinme.
Arkadaşlık çok ince bir şeydir. Onu korumazsan zarar gelebilir. Dâimâ kızgınlığın zamânında kendine sâhip olarak onu koru ki, sana haksızlık eden gelip, senden özür dilesin. Olan ile yetin. Fazlasını arama. Akadaşının kusuruna bakma.
Ahmed Sârbân hazretlerinin çok huysuz ve geçimsiz bir hanımı vardı. Ömrünün sonuna kadar onun eziyetlerine katlandı. Efendisini görmeye gelenlere içeriden; Siz bu heriften ne meded umuyor ve ne hayır bekliyorsunuz. Sizin işiniz yok mu? diyerek bağırırdı. Vefatına yakın bir gün Şeyhin talebeleri hem bu durumu düşünüyor hem de birbirleriyle şöyle konuşuyorlardı. Acaba nasıl oluyor da Şeyhimiz böyle bir hanımla yaşayabiliyor, bir arada geçinebiliyor? Onların bu düşüncelerini anlayan Şeyh hazretleri şu cevâbı verdi:

İŞTE BU KADAR!..



Dostlarım! Allahü teala bize manevi dereceler ihsan ettiyse, bu huysuz hanıma sabrettiğim içindir. Mesele sizin zannettiğiniz gibi değildir. Benim böyle bir kadına tahammül etmem, nefsânî bir hevesten değildir. Bu bizim talebelerimize verdiğimiz bir derstir. Maksat, çirkin huylu insanlarla da iyi geçinmektir. Sizin elinizdeyse nefsinizi içinizden atın bana öyle gelin. İşte bu kadar... Bunları söyledikten birkaç gün sonra vefât etti. Doğum yeri olan Hayraboluda adına yaptırılan dergahının hazîresine defnedildi.
Ahmed Sârbân hazretlerinin hanımı, beyinin kıymetini vefâtından sonra anladı. Şeyh hazretlerinin mezar taşına bir yastık gibi başını koyarak gece-gündüz; Ah ah! Yazık çok yazık ki, ben senin kadrini, kıymetini bilemedim diyerek ağlardı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şekle değil manaya bak!..


</label>

Ali Behçet Efendi, Anadoluda yetişen velîlerdendir. Konya ulemâsından Ebû Bekr Efendinin oğludur. 1727 (H.1140) senesinde doğdu. Karamanlı Abdullah Efendi ve meşhûr âlim Abdüssamed Efendiden icazet aldıktan sonra Bursaya, oradan İstanbula gitti. Sultan Üçüncü Selîmin Üsküdarda ihyâ ettiği Selîmiye Câmii yanındaki dergâhta tefsîr, hadîs, Mesnevî-i Şerîf ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubâtını okuturdu. Mesneviden okuduğu bazı beyitler: Sen insan bedenini insanın kendisi sanmadasın. Oysa bu beden ruhun elbisesinden başka nedir ki? Hiç insanın değeri giydiği elbiseyle ölçülür mü? Değer ya da değersizlik onun ruhuyla ilgilidir, bedeniyle değil. O halde sen gözünü ten elbisesinden çek de o libasın içindekine dikkat et. Şekle değil manaya bak. Eğer şekilce benzerlik insan olmaya yetseydi iyi de kötü de bir olurdu...

GÖNLÜN TERAZİSİ KIRIKTIR!

Canlı balık için deniz hayat, kara ise ölümdür. Ama kâğıda bir balık resmi yapsan onun ne denizden haberi olur, ne karadan. Bunların benzerliği sadece şekilden ibarettir. İnsanların kimisi de yalnız kalıp insanıdır. Dışarıdan bakınca onların gözü kulağı, dili dudağı var sanırsın. Gerçekteyse kalıbın burnu yoktur ki iyilikten bir koku alsın, kulağı ve gözü yoktur ki hayırlı sözleri işitsin, güzeli görsün. O gönlün terazisi kırıktır; bu yüzden iyilikle kötülüğün farkını tartamaz...
Güneş ortalığı aydınlatmışken mum yakmaya kalkmak ortalığa ben körüm diye bağırmaktan başka nedir. Güneşin parlaklığından yarasaya ne fayda. O körlüğü kendine değil güneşe hamletmeye kalkar. Ey vahiy güneşi doğmuşken akıl mumuyla aydınlanmaya kalkan yarasa tabiatlı! Güneşin ışığında kusur yok; kusur senin gözlerinde...

TALEP EDENLERDEN OL!



Ali Behçet Efendinin, vefatına yakın halifesi İbrâhim Hayrânî Efendiye yazdığı mektup şöyledir:
Benim sevgili, insâniyetli ve iyiliksever oğlum! Göndermiş olduğunuz mektup elimize geçti ve çok memnun olduk. Ey oğlum! Dersimizden uzak olmayasınız. Bir an Allahü teâlâyı anmak, Süleymân aleyhisselâmın mülkünden daha iyidir, ifâdesini hâtırından çıkarmayınız. Oğul, dâimâ talep edenlerden ol. Mübârek gecelerde Allahü teâlâya yalvarıp yakarmayı fazlaca yaparsanız, isâbetli olur. Zîrâ Allahü teâlâ kulunun yalvarmasını sever. Bu, Allah adamlarının yoludur. Sonra yerine İbrâhim Hayrânî Efendiyi bırakıp 1822 (H.1238) senesinde vefât etti ve Selimiyedeki dergâhın bahçesine defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Selâmı yayınız!..


</label>

Şeybân bin Abdurrahmân, Tebe-i tâbiînin meşhûrlarından olup Hadîs, nahiv ve kırâat âlimidir. Nahiv ilminde Kûfe dil mektebinin ilk temsilcilerindendir. Daha çok Ebû Muâviye künyesi ile anıldı...

BOŞ ŞEY KÖTÜDÜR!..

Doğum târihi bilinmeyen Ebû Muâviye, Basrada doğdu. Daha sonra Kûfeye geldi. Burada bir süre ilim tahsil etti. Sonra ilim öğretmekle uğraşıp Bağdâda gitti. Bağdâdta Hâşimîlerden Süleymân bin Dâvûd ve kardeşine edebiyat dersleri verdi. Abbasî halifesi el-Mehdî zamanında 164 (m. 780) senesinde vefât etti...
Şeybân bin Abdurrahmân hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Berâ bin Azib (radıyallahü anh) tarikiyle rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Selâmı yayınız, selâmet bulursunuz. Boş şey kötüdür buyurdu.
Câbirden (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Resûlullah Efendimiz Allahü teâlâdan iyilik umarak can veriniz buyurdu.
Ebû Saîdden rivâyet edilen hadîs-i şerîfte, Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):
Kıyâmet gününde ölüm güzel bir koç sûretinde getirilir. Cennetle Cehennem arasında durdurulur. Sonra: Ey Cennetlikler, bunu tanıyor musunuz? denilir. Cennetlikler başlarını kaldırarak o koça bakarlar. Evet, bu ölümdür derler. Sonra, Ey Cehennem ahalisi, siz bunu tanıyor musunuz diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırarak bakarlar. Evet, onu tanıyoruz derler. Sonra, emredilir koç sûretindeki ölüm derhal boğazlanır. Müteakiben Ey Cennetlikler, artık size ölüm yoktur. Cennette ebedîsiniz ve ey Cehennem halkı, size de ölüm yok Cehennemde ebedî kalacaksınız denilir buyurdu.
Sonra da, Sen, onları ilâhî emrin yerini bulduğu vakit ile, hasret ve pişmanlık günü ile korkut, onlar hâlâ gaflet içindedirler. Onlar hâlâ imân etmiyorlar. Şüphe yok ki arza ve onun üzerindekilere biz vâris olacağız! Onlar nihâyet bize döndürüleceklerdir meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudular ve okurken de elleriyle dünyâyı işâret ettiler.

BEŞ GÜZEL HASLET



Şeybân bin Abdurrahmân hazretleri, vefat etmesine yakın şunları söyledi: Eshâb-ı kirâmda şu beş haslet (özellik) vardı: Cemâate devam, Resûlullahın sünnetine uymak. Câmi yapmak, Kurân-ı kerîm okumak ve cihâd (İslâmiyeti yaymak) etmek. Sizler de bu amellere devam ediniz.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri