Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Arkadaşları çoğaltmalı...


</label>

Abdullah bin Şübrime hazretleri, Tâbiînden olup, Irak-Kûfede yetişen hadîs ve fıkıh âlimlerinin üstünlerindendir. 72 (m. 691) senesinde doğdu. 144 (m. 761) senesinde vefât etti. Ebû Cafer tarafından oraya kadı olarak tayin edilmiştir. İbn-i Şübrime aynı zamanda şair, cömert ve güzel ahlâkı ile meşhûrdur...


HALKIN ARASINA KARIŞMALI!..

Abdullah bin Şübrime; birçok âlimin yaptığı gibi halkın arasına girip onlarla sohbet etmeyi severdi. Arkadaşlarına da böyle yapılmasını tavsiye ederdi. Kendisine bu hâlinden suâl edildiğinde şöyle cevap verirdi:
Halkın arasına âlimler karışıp dolaşmalı, onlarla güzel ve dîni sohbetler yapmalı, arkadaşları çoğaltmalı, onlara Müslümanlarla anlaşıp kaynaşmayı öğretmeli, kendilerine dîni işlerde yardımcı olarak, iyi ve güzel ahlâklı davranarak onlara rehberlikte bulunmalı...
Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:
Kim cenâzeye tâbi olur, onun namazını kılarsa, onun için bir kırat ecir vardır. Kim, onun defninde bulunursa, ona iki kırât ecir vardır. Eshâb-ı kirâm Yâ Resûlallah, iki kırât nedir? diye sordular. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Onların en küçüğü Uhud Dağı kadardır buyurdular.
Siz kıyâmet gününde, sizin ve babalarınızın isimleriyle çağırılırsınız. Onun için güzel isimler koyunuz.
Kim bilerek söylemediğim bir sözü bana isnâd ederse (söyledi derse) Cehennemdeki yerine hazırlansın.
İnsana, bir sene bir ay, bir hafta bir gün, bir gün bir an gibi gelinceye kadar, kıyâmet kopmaz.

CENNETE GÖTÜREN AMEL!..



Ebû Hureyre (radıyallahü anh) Resûlullah Efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Yâ Resûlallah! Seni görünce, içim rahatlar, bir sevinç hasıl olur. Bana Cennete girmeme vesîle olacak bir ameli bildir dedi. Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona Güzel sözlü ol. Selâmı yay, akrabanı ziyâret et, insanlar gece uyurken sen namaz kıl. O zaman Cennete selâmetle gir.
Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mekkeyi fethettiği zaman, şeytan, kuvvetle bağırdı. Askerleri yanına toplandı. Onlara Bugünden sonra, Muhammedin (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetinin şirk üzere olmalarını istemekten ümidinizi kesiniz. Fakat, dinleri husûsunda onların kalblerini saptırınız. Aralarında ölüye feryad ederek ağlamayı yayınız.
Cimrilik ve korkaklık insanda bulunan kötü huylardandır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tövbe, cennete götürür!..


Abdurrahmân-i Erzincânî hazretleri, Erzincanda doğdu. Lüzumlu ilimleri tahsîl ettikten sonra Erdebil taraflarına gidip, Safiyüddîn Erdebîlînin torunlarından Alâeddîn Aliye talebe oldu. Orada uzun zaman kalıp, maddî ve mânevî ilimlerde kendisini yetiştirdi. On altıncı asrın sonlarında Amasyaya geldi ve orada vefât etti...

ORTA HÂL ÜZERE OL!..

Abdurrahmân-i Erzincânî, sohbetlerinde buyurdu ki:
Bütün işlerinizde ve hareketlerinizde, orta hâl üzere olun. Cimrilikten ve isrâftan son derece sakının. İsrâf ve haddinden fazla dağıtmakla, elde bir şey kalmaz. Bir gün insan muhtaç kalır. Cimrilik yapmak, hâl ve harekette ölçülü olmamakla da, kişi îtibâr bulamaz...
Zaman akıp gidiyor... İnsanların günleri çok çabuk geçer. İnsan, gençliğinin kıymetini bilmelidir. Hiç vakit kaybetmeden, gençliğin her ânını değerlendirmelidir. Sonra, âh gençliğim, tekrar elime geçse de iyi işler yapsaydım, diye pişmanlık duyulur. Onun için, gençliğin, insana emânet olduğunun farkında, idrâkinde ve bunun şuurunda olmak ne kadar mühimdir!.. Yaptığınız uygunsuz işler için bir sebep ve özür göstermeyi bırakınız. Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmakta gevşeklik göstermeyiniz. Âhirete hazırlanmakta sabırlı olunuz ve sebât gösteriniz.
Allahü teâlâ bir kimsenin sûretini ve rızkını güzel yapar, o da, Allah için tevâzu gösterirse, o, Allahü teâlânın yakın ve hâlis kullarından olur.

ÖVMEK VE YERMEK...



Bir kimseyi medhte (övmekte) ve zemde (yermekte) acele etme. Çünkü, nice kimseler bugün seni memnun ve râzı eder de, yarın, kötülük yapıp seni rahatsız edebilir. Aynı şekilde, bugün ondan memnun olmazsın da, yarın ondan memnun olabilirsin.
Tövbe eden kimsenin kalbi, cam gibi olup, ne isâbet ederse, ona tesir eder. Böyle bir kalb, vaaz ve nasihatten istifâde eder. Kalbler, incelik ve yumuşaklığa çok elverişlidir. Bu yüzden, kalbleri tövbe ile günahlardan temizleyerek tedâvi ediniz. Tövbe edenlerle oturunuz. Çünkü, Allahü teâlânın rahmeti tövbe edenlere daha yakındır. Nice kimse vardır ki, tövbesi sebebiyle Cennete girer.
Abdurrahmân-i Erzincânî hazretleri, vefatına yakın şöyle buyurmuştur:
İbadetlere devam ettiği, haram olan kan dökmediği müddetçe Allahü teâlâ kulunun günâhlarını örter.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ey bu köşkleri dikenler!


Abdullah bin Abdülazîz Ömerî hazretleri, tanınmış hadîs âlimlerindendir. 184 (m. 800) senesinde Medine-i Münevverede vefât etti. Babasından ve başkalarından hadîs-i şerîf rivâyet etti. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:

ŞÜKREDENLER VE SABREDENLER

Enes bin Mâlikten rivâyet etti: Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
... Dünyâ husûsunda kendisinden aşağıda olanlara bakıp, din husûsunda kendisinden yukarıda olana bakan kimseyi Allahü teâlâ, şükreden ve sabırlı bir kul olarak yazar.
İbrâhim bin Saddan rivâyet etti: Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:
Eshâbım hakkında, Allahü teâlâdan korkun. Sakın benden sonra onlara düşmanlık yapmayınız. Onları seven beni sevdiği için sever. Onlara buğz eden, kin tutan, bana düşmanlığından dolayı böyle yapmış olur. Onlara eziyet eden, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur. Kim Allahü teâlâya eziyet ederse, Allahü teâlânın onu cezalandırması çok yaklaşmıştır demektir.
Sâlim bin Abdullahdan rivâyet etti: Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:
Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmeden önce Marûfu (iyiliği) emredip, Münkerden (kötülükten) nehyediniz (alıkoyunuz.) Günahınıza pişman olup, Allahü teâlâdan afv ve magfiret dilemeden önce, elbette Allahü teâlâ sizin duâlarınızı kabûl etmeyecek. O zaman afv magfiret de olunmayacaksınız. Yahudi âlimler ve Hristiyan din adamları Emr-i marûf ve Nehy-i an-il münkeri terk ettikleri için, Allahü teâlâ onları, kendi Peygamberlerinin lisânı üzere lanetleyip, umûmî bir belâ vermiştir.

EY ZEVK VE SEFÂ SAHİPLERİ!



Muhammed bin Harb el-Mekkî dedi ki: Mescid-i Haramda idik. Abdullah bin Abdülazîz Ömerî hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce yanımıza gelmişti. Onun etrafına toplandık. Mekke-i Mükerremenin ileri gelenleri de toplanmıştı. Bu sırada başını kaldırınca, Kâbe-i Muâzzamanın etrafında yükselen sarayları gördü. Şiddetli bir şekilde bağırarak şöyle buyurdu:
Ey bu köşkleri bu mukaddes mekanın yanına dikenler!.. Ölünce, yapayalnız kalacağınız, mezarların zifiri karanlıklarını hatırlayınız. Ey zevk ve sefâ sahipleri, ey dünyâ nimetleri içerisinde yüzenler! Kabirde, kurtların, böceklerin, yiyecekleri ve gıdaları olacağınızı, şu güzel vücutlarınızın, toprağın altında çürüyeceğini, o gören gözlerinizin akacağını, konuşan dillerinizin susacağını hiç düşünmüyor musunuz?
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhârâ'yı da harâb ettin!


</label>

Dün, Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin, Seyfeddîn isminde dört talebesi var demiştik. Bunlardan biri de Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin kahrına uğrayan Seyfeddîndir. Yani Seyfeddîn Bâlâhâne. Bu Seyfeddîn ile Muhammed Pârisânın amcası Hüsâmeddîn Yûsuf ile Seyfeddîn Hoşkan, gece-gündüz berâber sohbet edip, birbirinden ayrılmazdı...

HEDİYE EDİLEN HIRKA

Seyfeddîn Hoşkan, Şâh-ı Nakşibendin yoluna girince, bir gün Seyfeddîn Hoşkanın evinde toplandılar. Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin yüksekliği, kemâli üzerinde konuştular. Seyfeddîn Hoşkan, arkadaşlarına, kendilerinin de Şâh-ı Nakşibendin yoluna girmeleri ve büyük saâdete ermeleri için ısrârda bulundu. Seyfeddîn Bâlâhâne de şöyle anlattı:
Bir gün Şâh-ı Nakşibend hazretlerine rastladım. Üzerlerinde yeni bir hırka vardı. Gönlüm o güzel hırkaya meyletti. Kalbimden o hırkayı bana verse diye geçirdim. İçimden geçeni keşfedip, o hırkayı bana verdi. O zâtın evliyâlık yolunda kemâl derecede olduğuna ben de şâhidim. Lütfedip bana vâsıta olun beni Şâh-ı Nakşibendin sohbetine eriştirin dedi. Bunun üzerine, berâberce Şâh-ı Nakşibendin huzûruna gittiler. Kabûl edilmesi için yalvardılar. Şâh-ı Nakşibend, bu yalvarmaları üzerine onu kabûl etti. Fakat bir müddet sonra, Seyfeddîn Bâlâhâne, Şâh-ı Nakşibend ve birkaç talebesi ile berâber Buhârâ sokaklarından gidiyordu. Birden karşılarına yüksek tanınan, fakat Şâh-ı Nakşibendin üstünlüğünü inkâr eden biri çıktı. Şâh-ı Nakşibend hazretleri, yükseklikleri ve yaratılışları îcâbı o kimseyi gâyet nâzik ve güleryüzle karşıladı. İltifât etti. Hattâ birkaç adım da yanında yürüyerek uğurladı. Fakat Seyfeddîn Bâlâhâne, Şâh-ı Nakşibend geri döndüğü hâlde, birkaç adım uğurlama ile kalmayıp, o bidat sâhibi kimseyi tâkib etti. Şâh-ı Nakşibend, bu edebe uymayan işten dolayı çok müteessir oldu. Seyfeddîn Bâlâhâne geri dönünce ona şöyle buyurdu:

KENDİNİ RÜZGÂRA VERDİN!




O kimseyi uğurlamakta mübâlağa gösterdin. Bu hatâ yüzünden kendini rüzgâra verdin. Belki Buhârâyı da harâb ettin!
Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin bu üzüntüsünden, Seyfeddîn Bâlâhâne o gün öldü. Özbekistan taraflarından gelen bâzı kimseler de Buhârâ ve çevresini yağmalayıp, her tarafı harâb ettiler. Birçok mâsum insanı da öldürdüler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dört Seyfeddîn!..


</label>

Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin meşhur talebelerinden olan Seyfeddîn Menârî, o zamanda bulunan himmet ehli velîlerden idi. Bir defâsında şöyle anlattı:


SÂLİHLERİN ZİYARETE GELMESİ

Eğer insan sıhhatte iken, kalb huzûruna varamayacak ve ondan bir meleke elde edemeyecek olursa, hastalık vaktinde kuvvetler eksilmeye başlayınca huzûru bulmak son derece zor olur. Sâlihlerin böyle hastaları ziyârete gelmesi, hastaya rûhânî bir kuvvet kazandırmak içindir...
Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin, Seyfeddîn isminde dört talebesi vardı. Bunlar; Seyfeddîn Menârî, Seyfeddîn Hoşkan, Seyfeddîn Bâlâhâne ve Seyfeddîn Zerdar idi. Fakat bunlardan biri mahbûb (sevilen), biri makbûl, biri makhûr (kahra uğramış) ve biri de merdûd (kovulmuş) idi. Yukarıda bahsettiğimiz Seyfeddîn Menârî, mahbûb (sevilen) olanı idi.
Seyfeddîn Zerdar; başlangıçta, Şâh-ı Nakşibend hazretlerini severdi. Ticâretle uğraşır, bütün zamânını para kazanmaya sarf ederdi. Bu sebeple kendisinde hasislik alâmetleri başgöstermişti. Bir gün Şâh-ı Nakşibend hazretlerini, talebeleri ile berâber evine yemeğe dâvet etti. Şâh-ı Nakşibend hazretleri dâimâ yemeğin sonunda tatlı veya meyve yerlerdi. Meyvesiz veya tatlısız ziyâfetlere ise, latîfe ederek; Bu ziyâfetin demi yok derdi. O gün de yemek yenilip, yemeğin sonunda tatlı veya meyve gelmeyince; Seyfeddîne latîfe yollu; Verdiğin yemek demsiz oldu buyurdu. Bu söz Seyfeddîne çok ağır geldi. İçinden; Bu kadar ikramda bulunduk. Tatlı olmasa ne olur? diye geçirdi. Kalbinde Şâh-ı Nakşibend hazretlerine karşı bir soğukluk meydana geldi. Bu hâl, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine de mâlûm olunca, üzüldü ve hep parayı hesâb eden bu Seyfeddîne; Nasıl, on iki bin altın sermâyen olsa yeter mi? buyurdu.

SOHBETE GELMEZ OLDU!..



Meğer, Seyfeddînin bütün maksadı, on iki bin altın sermâye sâhibi olmak imiş. Bundan sonra Seyfeddîn de dünyâ menfaatleri hırsına düşüp, sohbetlere gelmez oldu... Bir gün bu Seyfeddîni bir kervan ile giderken, konakladıkları çimenlik ve yeşillik üzerinde yuvarlanırken görmüşler. Dünyâ malına düşkün olmak hâli onu o kadar kaplamış ki, hem yuvarlanıyor, hem de; Oh! Oh! Birisine bağlanmamak ne tatlı, ne tatlı! diye bağırıyormuş. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri: Bu Seyfeddîn ne nasîbsiz kimseymiş. Hâce Behâüddîn gibi bir zâtın sohbetlerinden ayrılıyor da, bundan zevk alıyor. Böylelerine yazıklar olsun! buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gaflet içinde olanlar!..



</label>

Abdûlalâ bin Abdilalâ, büyük hadîs âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. Doğum târihi kesin olarak belli değildir. Basrada yaşadığı, anlaşılmaktadır. 189 (m. 804) yılında vefât etmiştir.

CEHENNEM KORKUSU!..

Abdûlalâ hazretleri, ilmiyle âmil bir zat idi. Buyurdu ki: Kime bir ilim verilir de bu ilim Ona (Allah korkusundan) ağlama huyunu kazandırmazsa, o bu ilmin faydasını göremez.
Misâr bin Kedâm hazretleri diyor ki: Abdûlalâ Cehennemden çok korkardı. Gözyaşları içinde secdeye kapanır ve şöyle duâ ederdi: Yâ Rabbi! Düşmanlarının nefretini arttırdığın gibi senin için olan huşûmuzu (korkumuzu) arttır. Sana secde eden yüzümüzü Cehennemde ateş ile örtme.
Abdûlalâ hazretleri sohbetlerinde buyurdu ki: İnsanlar bir araya gelseler ve Allahü teâlâdan, Cennetten, Cehennemden konuşmadan ayrılsalar melekler derler ki: Ey insanlar büyük gaflet içindesiniz...
Yine buyurdu ki: Cennet ve Cehennem, Âdemoğlundan bir şeyler duymak için Ona yaklaşırlar. Şayet insan Cenneti isterse, Cennet Yâ Rabbi! Onu isteğine kavuştur der. Şayet Cehennemden sakınırsa, Cehennem de, Yâ Rabbi! Onu ateşten muhafaza et diye duâ ederler.
Naklettiği Hadis-i şeriflerden bazıları:

SÂLİH KULLAR İÇİN...



Sâlih kullarım için, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiçbir kimsenin aklına gelmeyen nimetler hazırladım.
Meclislerinde (bulundukları yerde) Allahü teâlâyı zikreden bir topluluğu, Allahü teâlânın rahmeti kaplar. Onları melekler sarıp kuşatır. Allahü teâlâ onları, nezdindekilerin yanında över.
Bütün çocuklar Müslümanlığa elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları Hristiyan, Yahûdi ve dinsiz yapar.
Bir kişilik yiyecek, iki kişiye, iki kişilik yiyecek, dört kişiye, dört kişilik yiyecek, sekiz kişiye yeter.
Kim Allahü teâlânın kitabını (Kurân-ı kerîmi) öğrenir, sonra içindeki emir ve yasaklara uyarsa, Allahü teâlâ, onu dünyâda hidâyete erdirir. Kıyâmet gününde onu kötü hesap vermekten muhafaza buyurur.
Abdûlalâ hazretleri vefat etmeden evvel buyurdu ki:
İki şey var ki, beni dünyâ zevklerine dalmaktan alıkoyuyor. Bunlar ölümü hatırlamak ve Allahü teâlânın dâima huzûrunda bulunmaktır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
En çok korkulacak şey!..


</label>

Saîd bin Müseyyib, Tâbiîn devrinde Medinede yetişen yedi büyük âlimden biridir. Bunlara fukahâ-i seba denirdi. Bunlar Tâbiîn içinde, kendilerine en çok sual sorulan ve en çok fetvâ veren âlimlerdi.

ALLAHTAN KORKAN KİMSE...


Saîd bin Müseyyib Hicrî 15 (m. 636) yılında Hazreti Ömerin (radıyallahü anh) hilâfetinden iki sene sonra doğdu. Hazreti Osmanın (radıyallahü anh) hilâfeti gençlik yıllarıydı. 91 (m. 710) yılında Medinede vefât etti... Hadîs iliminde derin bir âlimdir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ikisi şöyle:
Allahü teâlâdan korkan kimse, kuvvetli olarak yaşar ve memleketinde emîn olarak dolaşır.
Ümmetimden ilk kaldırılan şey, emanettir. Onlarda kalanların sonuncusu ise namazdır. Fakat nice namaz kılanlar vardır ki, onlarda hayır yoktur.
Bu mübarek zatın da hikmet dolu sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Dünyâyı toplayan bir kimsenin niyyeti, dînini korumak, yakınlarına bakmak, ibâdet için kuvvet kazanmak değilse, onda hayır yoktur.
Bana göre, en çok korkulacak şey, kadınlardır. Şeytan bir adamı, başka yollardan aldatamayınca, ona kadın ile yaklaşmaya çalışır.
Gıybet hakkını helâl et diyenlere; Onu ben haram etmedim ki, helâl edeyim, Onu haram eden Allahü teâlâdır. Sonuna kadar da haramdır derdi.

SÂDIK DOST BUL!..



Saîd İbn-i Müseyyib bildirdi ki: Dindar dost aramayı teşvik etmek üzere Hazreti Ömer şöyle buyurmuştur: Sâdık dost bul ve onların arasında yaşa! Dürüst ve samimi arkadaşlar, genişlikte süs ve ziynet; darlıkta yedek sermâyedirler. Dostunun sana düşen işini güzelce gör ki, lüzumunda sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun. Düşmanından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak emîn olanları seç. Emîn olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır. Kötü insanlarla düşüp kalkma, onlardan kötülük öğrenirsin. Onlara sırrını verme, ifşa ederler. İşlerini, Allahtan korkanlara danış ve onlarla istişâre et.
Hazreti Ali ile Medine Kabristanına geldik. Selâm verip, (Halinizi bize bildirir misiniz? Yoksa biz mi hâlimizi haber verelim) dedi. Bir ses işittik (Ve aleykesselâm yâ Emîr-el-müminîn. Bizden sonra olanları sen söyle!) dedi.
Saîd bin Müseyyib, vefatına yakın buyurdu ki:
İnsanların hepsi Allahü teâlânın muhafazası altındadır. O, insanlar için bir şey dilerse, buna kimse mâni olamaz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İnsanı şerefli kılan!..


</label>

Abdurrahmân Buceyremî Osmanlı Devletinin son asrında Filistinde yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. Mısırın Buceyrem köyünde doğdu. Sonraları Hayfanın Tantura köyüne yerleşti ve burada insanlara doğru yolu anlattı. Hayfa bölgesinde büyüklüğü ve kerâmetleri ile meşhûr oldu. 1850 yılından sonra vefât etti. Kabri Tantûra köyündedir...


HUMMADAN ESER KALMADI!

Yûsuf Nebhânînin babası İsmâil Nebhânî humma (sıtma) hastalığına yakalandı. Tantûraya, Abdurrahmân Buceyremîden hastalıktan kurtulmak için duâ istemeye gitti. Huzûruna girip elini öptü ve durumunu arz etti. Abdurrahmân Buceyremî; Sen odanın kapısından içeri girerken, o hastalık da senden geçti. Seninle beraber odaya girmedi buyurdu. Gerçekten onda hummadan hiçbir eser kalmamıştı. Elini öpüp huzûrundan sevinçle ayrıldı.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Bu dört şeyi, her şerefli kimsenin yapması gerekir. Yapmaması ona yakışmaz: 1. Bulunduğu meclise babası gelirse ayağa kalkmak. 2. Misâfire hizmet etmek. 3. Yüz tane hizmetçisi olsa, muhtaç olmadığı zaman bineğine yardım istemeden binmek. 4. İlim öğrendiği hocasına hizmet etmek.
Üç şey vardır ki, Müslümanları çok azîz, şerefli eder: 1. Kendisine zulmedeni affetmek. 2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak. 3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak.

ÂLİMLER ÜÇ KISIMDIR



Âlimler üç kısımdır: Bir kısmı, ilmi ile amel eder, insanlar da onun ilmiyle amel ederler. Diğer bir kısmı, ilmi ile amel eder, fakat insanlar onun ilmiyle amel etmez. Başka bir kısmı da ilmiyle kendisi amel etmediği gibi insanlar da amel etmez.
Kalbinde Allah korkusu çok az olan, dünyâ sevgisi bulunan, haramlardan sakınmayan, âlim olduğunu söylerse şaşılır.
Tövbe eden insan, dünyâda ne zaman günâhlarını hatırlasa, o günâhlar, gözünün önüne geldikçe, çok pişmanlık duyar ve onu niçin yaptım diye üzülür.
İnsanın, bir günâhı terk etmek için gayret göstermesi, iyilik ve hayır yapmaktan daha fâidelidir.
Abdurrahmân Buceyremî hazretleri vefatına yakın buyurdu ki:
Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşamaz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bid'at ehli ile oturmayınız!


</label>

Abdurrahmân Rûmî hazretleri Bursada yaşamış olan evliyânın büyüklerindendir. 1469 (H.874) senesinde dünyâya geldi. Meşhur matematik ve astronomi âlimi Kâdızâdenin torunudur. 1547(H.954) senesinde Bursada vefât edip, Zeyniye Zâviyesinin bahçesinde defnedildi...

EDEB, KENDİNİ TANIMAKTIR



Abdurrahmân Rûmî, küçük yaştan îtibâren ilim tahsîl etti. Zekâ ve firâseti sebebiyle talebeliği herkes tarafından örnek olarak bilindi. Bütün tarikat ilimlerinde ilerledi. Bursada Çermik Medresesinde müderrislik yaptı. Ancak bir müddet sonra Allahü teâlânın aşkı ve zevki ile kendinden geçme hâlleri görüldüğünden ders veremez hâle geldi ve evine çekilerek devamlı ibâdet ve zikirle meşgûl oldu...
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Âlimler edeb hakkında çok şeyler söylediler. Bize göre edeb, insanın kendini tanımasıdır.
Ölümden sonrası için ölmeden önce hazırlık yap.
Kişi için en güzel süs; sükût, doğruluk ve vakârdır.
Bir kimsenin çoluğu-çocuğu, olup, onların ihtiyâcı için çalışsa, geceleri kalkıp üzerleri açık olarak gördüğü evlâdının üzerlerini yorganları ile örtse, onun bu çeşit işleri gazâ ve cihaddân daha üstündür.
Nice küçük amel, niyetle büyür, nice büyük amel ise niyetle küçülür.
Kim ilmi ararsa öğrenir. İlmi öğrenen, günah işlemekten korkar. Günahtan korkan ondan kaçar. Ondan kaçan ise kıyâmet günü hesaptan kurtulur.
Şüpheli bir kuruşu geri vermeyi, binlerce lira sadaka dağıtmaktan daha fazla severim.
Din kardeşimin bir ihtiyâcını görmem, bir sene nâfile ibâdet etmemden daha önemlidir.

İNSANLARIN EN ALÇAĞI KİMDİR




İnsanların en alçağı kimdir? diye sorulunca; Din kisvesi altında dünyâ menfaati sağlayandır buyurdu.
İlimde cimrilik yapan kişiye Allahü teâlâ üç belâ verir: Ya ölür, ilmi gider. Yâhud unutur veya kendine ilmi unutturacak kimse ile dostluk kurar, öylece ilmi gider.
Ben, peygamberlikten sonra ilimden daha üstün bir rütbe olduğunu zannetmiyorum. Âlimlerden biri, bir ihtiyaçla karşılaşınca, onun ile meşgûl olur, okuyamaz. Onun ihtiyâcını giderip, okumasını sağlamak daha makbûldür.
Abdurrahmân Rûmî hazretleri, vefatında önce talebelerine şu nasihatte bulundu:
Bidat ehli ile oturmayınız. Onlarla sohbet etmeyiniz. Zira sizi dalâlete düşürebilir veya bilmediğiniz kötülüklere bulaştırabilirler
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kûfe Kadısı Ebû Bürde


</label>

Ebû Bürde hazretleri, Tâbiînden meşhûr hadîs ve fıkıh âlimidir. Babası Eshâb-ı kirâmdan Ebî Mûsâ el-Eşarîdir. Gençliği sırasında kendisine Ebû Şeyh İbn-ül-Gark tarafından iki hırka giydirilmesi sebebiyle künyesine Ebû Bürde denildi ve böylece meşhûr oldu. Doğum târihi bilinmemektedir. 103 (m. 721) senesinde vefât etti...


ŞEYTANIN ATTIĞI DÜĞÜM!..


Ebû Bürde Kûfede kadılık yapmıştır. İlmî faaliyeti ve kadılığı sırasında üstün meziyetleriyle ve hizmetleriyle tanınmıştır. Onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler Kütüb-i sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almıştır.
Ebû Bürde hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Şeytan, insanların kalbine düğümler atar. Birbirlerine selâm verirlerse, bu düğüm çözülür, yok olup, gider. Selâm vermezlerse, o düğüm olduğu gibi kalır.
Âhiretle ilgili amel (iş) insanın gönlüne rahatlık ve huzûr verir. Allah için olmayıp, âhirette fâide temin etmeyen dünyâ işi ise, insana gam ve keder verir, huzûrsuz eder.
Hastanın sahibi, hastasını o halde görmeyi istemediği gibi, Allahü teâlâ da kulunu günah üzere görmekten hoşnud olmaz.
Birisi, sâlih kimselerle oturup kalkar, onlarla beraber olurdu. Daha sonra onlarla oturup kalkmayı terk edip, onlardan ayrıldı. Gece rüyasında ona: Bak! Sen onları terk ettin. Fakat senden sonra onlar yetmiş defa magfiret olundu (bağışlandı) dendi.
Babanın hayatta iken görüştüğü kimse ile görüş ve ziyâretine git. Çünkü, babanın dostunu ziyâret etmen, babanı kabrinde ziyâret yapman gibidir.
Din kardeşlerinden bir cefa görürsen, bil ki bu, yaptığın bir hatâdan dolayıdır. Derhal Allahü teâlâya dön ve tövbe et. Ayrıca, bir sevgi görecek olursan, Allahü teâlâya olan tâatından (Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmaktan) hasıl olduğunu bil ve şükr et.

AZAP TUZAĞINA DÜŞENLER



Bir kimsenin, sanki o işe memurmuş gibi, durmadan halkın ayıbını sağa sola aktardığını görürseniz, bu hâliyle azap tuzağına tutulduğunu biliniz.
İsâbet edip, doğru konuştuğunda sana bir ecir ve sevâb getirmeyen, hatâ ettiğinde de seni günâha götüren bir sözü söylemekten sakın. Bu söz, Müslüman kardeşine kötü zanda bulunmandır.
Ebû Bürde hazretleri, vefat etmesine yakın günlerde buyurdu ki:
İyi amellerim arasında en değerlisini, sâlih bir zâta olan sevgimi buluyorum.


]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yemenli velî Ahmed bin Alevî


</label>

Ahmed bin Alevî, Yemen evliyâsının büyüklerindendir. Evlad-ı Resul olanlara Anadoluda seyyid denildiği gibi, Yemende de alevî denir. Doğum târihi belli değildir. 1565 (H.973)te Yemenin Terîm şehrinde vefât etti. Kabri Zenbil Kabristanındadır..


. YEMENİN YEDİ MERTEBESİ...


Ahmed bin Alevî, az yer az içerdi. Gıdâsı çoğunlukla sütten ibâretti. Bâzan birkaç gün yalnız bir hurma kâfi gelirdi. Helâl lokma yemeye çok dikkat ederdi.
Talebelerinden biri; Efendim sizden yemek yeme arzusu nasıl gitti? Siz gençliğinizde yerdiniz diye sordu. O da; Gençliğimden sonra zamanla öyle bir hâl meydana geldi. Nasıl şu gördüğün duvarın bir şeye arzusu yok, bende de tıpkı onun gibi yemek arzusu kalmadı dedi ve şöyle buyurdu:
Âlimler buyurdular ki: Yemenin yedi mertebesi vardır. Birincisi yaşayacak kadar yemek; ikincisi, farz namazı kılacak ve farz olan orucu tutacak kadar yemek. Bu iki mertebe yemek farzdır. Üçüncüsü, nâfile olan namazı ve nafile orucu tutabilecek kadar yemek. Bu kadar yemek müstehabdır... Dördüncüsü, çalışıp kazanmaya kuvvet sağlamak için yemek. Bu dînin beğendiği tokluktur. Beşincisi, midenin üçte birini dolduracak kadar yemek. Altıncısı, midenin üçte birinden fazlasına doldurulan yemek olup, mekruhtur. Çok yiyince insanda ağırlık ve uyku meydana gelir. Yedincisi, zarar verecek derecede çok yemek aşırı doymak. Resûlullah efendimiz buyurdu ki: (Her hastalığın aslı çok yemek yemedir) Bu haramdır.
Ahmed bin Alevî, vefat etmeden evvel talebelerine yaptığı vasiyetinde buyurdu ki:

EN TEHLİKELİ GÜNAH!..



En güzel hasletlere kavuşmak için; Allahü teâlâya, onun ve nefsin şerrinden koruması için devamlı yalvarmalıdır. En tehlikeli günah, kişinin Allahü teâlâ ve Resûlünün bildirdiği şekilde değil de, kendi kafasına göre, böyle yaparsam, Allahü teâlâ benden râzı olur deyip, Allah ve Resûlünün emirlerine muhalif olan bir işi yapmasıdır. Bu bakımdan Resûlullahın bildirdiği şekilde ibâdet ve tâatte bulunmak lâzımdır. Bu da İslâmiyeti öğrenmekle mümkündür. Dînini lâzım olduğu kadar öğrenmeyen kimse, dînî vazîfelerini yaparken kendi kafasına göre dînini yaşamaktan kurtulamaz. Bu ise, insanı, huzûr-ı ilâhide mesûl olmaya götürür.
Nefsin kötülüklerine, mâni olmak, onun arzu ve isteklerini yerine getirmeme ve bunlarla mücâdele husûsunda Allahü teâlâdan yardım istemeli, azâbından korkarak, sevâbını ve mükâfatını umarak, muhtaç olduğunu düşünerek, Onu hatırlamalıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Söz taşıyan, kâtil gibidir!


</label>

Ahmed Abdülhak Radulevî, Hindistanın büyük velîlerindendir. Radul şehrinde doğdu. 1433 (H.837) senesinde aynı yerde vefât etti... Celâleddîn Pâni-pütî hazretlerinin sohbet ve hizmetinde bulunması, bu mübarek zatın kalbine ilhâm edildi. Onun sohbetinde yüksek derecelere kavuştu...

TÂAT EHLİNİN HÂLLERİ...



Ahmed Abdülhak Radulevî hazretleri, sohbetlerinde buyurdu ki:
Tâat ehli, üzerlerinden bir gün bir gece geçtiği zaman, tâat üzere geçip geçmediği husûsunda kendilerini kontrol ederler. Eğer, Allahü teâlânın rızâsına uygun geçmiş ise, sevinirler. Âzâlarını, sâlih ameller yapmaları için zorlarlar. Dünyâ düşüncesini kalblerinden boşaltırlar. Uzun emel sâhibi olmazlar. Ecellerini yakın görürler. Dünyâ hırsını kalplerinden uzaklaştırırlar. Âhiret düşüncesi onların gönüllerini kaplamıştır. Âhirete, basîretli, gerçekten gören bir gözle bakarlar. Sanki, âhireti görmüş gibi hazırlanırlar. Temiz, hâlis ve sâlih amellerle, Allahü teâlâya yaklaşmaya çalışırlar. Yaşayışlarında Allahü teâlâ ve Resûlünün emrettiği istikâmet (doğruluk) üzere olurlar. Takvâları arttıkça dünyâda yaptıkları ibâdet ve tâatlerin tadını daha fazla duyarlar. Allah korkusundan gözyaşları dökerler. İbâdetlerini kırık ve mahzûn bir kalp ile yaparlar. Onlar, âhiret gamıyla gamlanmışlardır...
İnsanın en kötü işlerinden birisi gıybet etmesidir. Bu yüzden, dünyâ ve âhirette zarara uğrar. Hattâ o yüzden ona buğzedilir. Melekler ondan uzaklaşır. Şeytanlar sevinir. Gıybet, amelleri boşa çıkarır. Herkes yanında sevgisini kaybeder. Değeri kalmaz. Gıybet ile nemime (söz taşımak), birbirine yakındır. İkisi de aynı şeyden doğar. İkisi de taşkınlık ve azgınlıktır. Azgın olmayan kimse bunlarla uğraşmaz. Söz taşıyan, kâtil gibidir. Gıybet eden ise, leş yiyen gibidir. Azgın kimse kibirlidir. İnsan nefsini bu hastalıklara kaptırınca, iftirâ günahına da girer. Böylece gıybet, kişinin nefsini temize çıkarmak istemesinden ve kendisini beğenmesinden doğar. Gıybetten, en büyük belâdan kaçar gibi kaçmak lazımdır. Çünkü o Kurân-ı kerîmde haram kılınmıştır.

BURASI AZİZİN KABRİ!



Azîz isminde bir çocuğu dünyâya geldi. Onda çok hârikalar görüldü. İnsanlar, hep bu çocuktan konuşmaya başladılar. Ahmed Abdülhak kabristana gitti. Bir yerde durdu ve; Burası Azîzin kabri olur dedi. Sonra çocuk hastalandı ve iki-üç gün içinde vefât etti. Söylediği yere defnedildi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri