Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İran Fatihi: Sa'd bin Ebî Vakkâs


</label>

Sad bin Ebî Vakkâs (radıyallahü anh) hazretleri, Cennetle müjdelenen on sahâbeden biridir. Ömer (radıyallahü anh) onu İran üzerine sefere tayin etti. Arka arkaya yaptığı bütün savaşları kazanarak İranı fethetti. Başkentleri olan Medâyini zaptetti..

KÛFE ŞEHRİNİ O KURDU!..

Kadsiye zaferinden sonra bir müddet Medâyinde kalan Hazreti Sad, şehrin havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini görünce, Kûfe şehrini kurdu ve şehre ilk vâli tayin edildi...
Abdülmelik bin Umeyr, Câbir bin Semûreden (radıyallahü anh) şöyle rivâyet etmektedir:
Kûfe ahâlisi Hazreti Ömere, Hazreti Sad bin Ebî Vakkası (radıyallahü anhüma) şikâyet ettiler. Bunun üzerine Hazreti Ömer onu vazîfeden aldı ve yerine Ammâr bin Yâseri (radıyallahü anh) tayin etti. Kûfeliler şikâyeti o kadar ileri götürmüşlerdi ki, namaz kılmasını bile bilmiyor, demişlerdi. Hazreti Ömer, Hazreti Sada bir haberci gönderip onu yanına davet etti. Geldiğinde Yâ Ebâ İshâk, bu adamlar senin namaz kılmayı bilmediğini iddia ediyorlar. Sen bu husûsta ne dersin? diye sordu. Hazreti Sad cevabında; Vallahi ben onlara Resûlullah Efendimizin namazına benzer namaz kıldırıp ondan hiçbir şey eksiltmiyorum. Yatsı namazını kıldırırken ilk iki rekâtte daha çok kıyamda dururum. Son iki rekâtta da az dururum buyurdu. Hazreti Ömer, Bizim de zâten senin hakkındaki zannımız böyle idi buyurdu...
Hazreti Ömer, bu meseleyi tahkîk için müfettişler gönderdi. Bunlar kime sordularsa hep onun hakkında hayırlı şeyler söylediler. Nihâyet Benû Abse ait bir mescide girip yine aynı şeyleri sordular, doğru söylemeleri için de yemin verdirdiler.

DUASI BANA İSABET ETTİ



Bunun üzerine Ebû Sade künyesiyle bilinen Üsâme bin Katade ayağa kalktı ve;
Mademki bize yemin verdin, Sad, İslâm askerinin başına geçip harb etmez, ganimet taksiminde eşit davranmaz. Hüküm verirken adâletli davranmaz dedi. Bunun üzerine Hazreti Sad;
Vallahi ben de üç şeyle duâ edeceğim: Yâ Rabbî senin bu kulun yalancı ise; riya ile halk görsün ve duysun diye söylediyse, ömrünü uzat, fakirliğini çoğalt ve onu fitnelere uğrat!..
Daha sonraları o adama hâlinden sorulduğu zaman İhtiyarlamış, fitneye düşmüş bir pîr-i fânîyim, Hazreti Sadin duâsı bana isâbet etti derdi.
Abdülmelik bin Umeyr Sonraları onu ben de gördüm. Yaşlanmaktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu hâlde yolda kızlara sataşırdı ve bu halde iken öldü diye haber vermiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kâdılkudât Ebü'l-Behterî


</label>

Ebül-Behterî Vehb bin Vehb hazretleri, Tebe-i tâbiînden meşhûr fıkıh ve hadîs âlimidir. Arab ailelerinin şeceresini çıkarmada ve onların önemli târihî günleri hakkında derin bilgi sahibi idi. Arab edebiyatı ve dili ile uğraştı. Şiirler yazdı...

ÇOK CÖMERT BİR ZAT İDİ

Ebül-Behterî, Medenîde doğdu. Orada ilim tahsil etti. Annesi dul kalınca, İmâm-ı Cafer-i Sâdık hazretleri ile evlendi. Bu vesîleyle, ondan daha çok istifâde etmek imkânı buldu. Daha sonra Şama gitti. Halife Hârun Reşîdin hilâfeti esnasında Bağdâda gitti. Halife, onu mükâfatlandırıp, Bağdâdın batısındaki Askeril Mehdî bölgesine kadı tayin etti. Bir müddet sonra Bekâr bin Abdullahın yerine Medîne-i münevvere kadısı ve muhafızı olarak gönderildi. Daha sonra Medineden (Bağdâda) alındı. Vefâtına kadar orada kaldı. Kâdılkudât (kadılar kadısı) İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretlerinin 182 (m. 798) yılında vefâtından sonra yerine Kâdılkudât tayin edildi. 200 (m. 815) senesinde Bağdâdta vefât etti...
Bir şâirin Fâhiroğullarının bize bıraktığı miras diye tavsif ettiği Ebül Behterî, çok cömertti. İhtiyâcı olanın hacetini geri çevirdiği hiç görülmemişti. Birisi benden bir şey istese de onun hacetini (ihtiyâcını) yerine getirip sevâb kazanayım derdi. Kendisine hacet gelmediği zaman rahatsız olurdu...
Kendisi hakkında Ebû Saîd el-Ukaylî, Ebül-Behterî, insanların en zariflerinden ve şairlerindendir demektedir. Ebül Behterînin ilme düşkünlüğü hakkında şu sözü nakledilir.
Her zaman benden daha bilgili olan kişilerin bulunduğu bir topluluk içinde olmayı, böyle olmayan bir toplulukta olmamaya tercih ederim. Çünkü ilmi az olanlar benden istifâde etse de, ben onlardan istifâde edemem.

KÖTÜLERLE ARKADAŞ OLMA!



Bu mübarek zat, talebelerine buyurdu ki:
Dünyâyı sevenler, dünyâlıkları için âhiretlerini terk ediyorlar. Sen, Allahü teâlânın emirlerini yapabilmek için dünyâyı terk et.
Senin ayıplarını araştıran, kötü insanlarla arkadaş olma.
Hayatımda, gece ibâdet edenlerden başka hiç kimseye imrenmedim.
Selâmet istersen dünyâya kıymet verme, kerâmet istersen, sonsuz olanı yüce tut.
Allahü teâlâ bir kavim için kötülük dilerse, onlara mücâdele kapısını açar, onları iş yapmaktan alıkoyar.
Ebül-Behterî hazretleri, vefat etmeden evvel buyudu ki:
Nefsimin hiçbir amelini güzel bilmedim ve karşılığında sevâb ummadım.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir değirmendir bu dünyâ!..


</label>

Ahmed Câhidî Efendi, Halvetiyye tarîkatından Câhidiyye kolunun kurucusudur. Edirnede doğdu. 1659 (H.1070)da Çanakkalenin Kilidül-Bahr köyünde vefât etti...

MÂRİFET EHLİNDEN OLMAK...

Ahmed Câhidînin gençliği Edirnede geçti. Cemâliye ve Uşşakiye tekkelerinde dersler alarak şeyhlik makâmına yükseldi. Kısa sürede din ve fen ilimlerinde yetişti. Daha sonra Çanakkalenin Kilidül-Bahr köyüne geldi. Burada talebe yetiştirmeye başladı...
Talebelerinden birisinin sohbet esnâsında kalbin ne şekilde terbiye edileceğine dâir sorduğu suâle Ahmed Câhidî hazretleri şu cevâbı verdi:
Tarîkatlarda asıl olan kalbin çeşitli hastalıklarından temizlenerek şifâ bulmasını temin etmek, onu güzel sıfatlarla süslemektir. Allahü teâlâya yaklaşmanın yolları tövbe, nefsini hesâba çekme, yaptığı işlerden gurura kapılmama ve ümitli olmak gibi kalbî makamlarla, doğruluk, samîmiyet, ihlâs, sabır gibi güzel hasletlerdir. Tasavvuf yolunda yürüyen kimse bu vasıflarıyla cenâb-ı Hakka yaklaşırsa, mârifet ehlinden olur ve bu sûretle en yüksek derecelere kavuşur.
Ahmed Cahidî hazretleri Lâ ilâhe illallah, diyerek kalbinizin pasını siliniz dedikten sonra, sık sık şu şiiri söylerdi:
Her kelâmın âlâsı, Lâ ilâhe illallah
Cümle varın Mevlâsı, Lâ ilahe illallah
Cümle?derdin?dermânı,?koma?dilinden anı
Müminlerin îmânı, Lâ ilâhe illallah
Tâliblerin şükrüdür, kalplerinin fikridir
Dillerinin zikridir, Lâ ilâhe illallah.
Devrin Osmanlı Sultanı Dördüncü Mehmed Han rüyâsında Ahmed Câhidî hazretlerini gördü. Bunun üzerine derhâl Kilidül-Bahre gelerek onu ziyâret etti. Sohbeti ile şereflenerek duâsına mazhar oldu.
Câhidî Sultan, vefâtının üzerinden üç asırdan fazla bir zaman geçmesine rağmen hâlâ gönüllerde yaşamakta kabri ziyâret olunarak mânevî istifâdelere kavuşulmaktadır.
Ahmed Câhidî hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce şu şiiri söyledi:
Bir teferrüç eyledim bakdım cihânın
yüzüne
Her neye baktım ise ibret göründü
gözüme
Âkil isen can kulağın aç, nazar kıl
sözüme
Bir değirmendir bu dünyâ, öğütür bir
gün bizi
***
Câhidî geç bu hayâlden, bakma dünyâ
mâlına
Zehr olur her kim sunarsa elin anın
balına
Âkil isen kıl seyâhat, git Resûlün yoluna
Bir değirmendir bu dünyâ, öğütür bir
gün bizi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seneler beni eskitti!..


</label>

Ebû Bekir bin Iyaş, Tâbiînden hadîs ve kırâat âlimidir. 97 (m. 715) senesinde Süleymân bin Abdülmelik zamanında doğup, 193 (m. 808)de Kûfede vefât etmiştir...


ŞİRK KOŞMADAN ÖLEN...

Ebû Bekir bin Iyaş, meşhûr kırâat âlimi İmâm-ı Âsımın râvilerinden ve hadîs ilmi âlimlerindendir. Fıkıh ilmiyle de meşgûl olup, bu sahada geniş bilgiye sahiptir. O, sâlih, fazîletli ve çok ibâdet eden bir zât idi...
Ebû Bekir bin Iyaş hazretlerinin bildirdiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Kim, şirk koşmadan ölürse, Cennete girer.
Allahü teâlâ refîktir. Yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri, başka hiçbir şeye vermediğini yumuşak davranana ihsân eder.
Fakirler, zenginlerden, dünyâ seneleriyle beş yüz yıl, âhiret günüyle yarım gün, önce Cennete girer.
Ebû Bekir bin Iyaş hazretlerinin hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Varlıklar dört kısımdır, birincisi mazûr olanlar; bunlar hayvanlardır. Akılları olmadığı için, emir ve yasaklarla mükellef değildirler. İkincisi, imtihana tâbi olanlar: Onlar, insanlardır. Bu dünyâda yaptıklarından âhirette hesap verecekler, amellerinin karşılığını orada göreceklerdir. Üçüncüsü, hep ibâdet ve tâat (Allahü teâlânın beğendiği iyi işler) üzere olanlardır ki, bunlar meleklerdir. Onlar, hiç günah işlemezler. Devamlı, Allahü teâlâya kulluk edip, noksansız devam ederler. Dördüncüsü, İblîstir ki, Allahü teâlânın lanetine uğrayıp, helak olmuştur.
Ebû Bekir bin Iyaş bir gün ağlayarak, şu beyti söyledi:
Yaşım sekseni aştı, artık neyi arzu edeyim, neyi bekleyeyim... Seneler, peşi peşine gelip geçti. Beni yıprattı ve eskitti... Kemiklerimi inceltip, gözlerimi küçülttü... Zaiflikten eski bir elbise gibi oldum...
Bu mübarek zat, çok Kurân-ı kerîm okurdu. Bir defasında Hasta olduğum zaman bile hiçbir gece yoktur ki, ben o gecede Kurân-ı kerîm okumamış olayım demiştir.

NİÇİN AĞLIYORSUN EVLÂDIM



Ebû Bekir hazretlerinin oğlu şöyle anlatır:
Babamın ölümüne yakın yanında bulunuyordum. Onun durumu bana tesîr edip, ağlamıştım. Ağladığımı görünce,
-Niçin ağlıyorsun, evlâdım? Baban, bildiğin gibi, hayatı boyunca kötülüklerden ve günahlardan uzak kalmaya çalışmıştır, dedi.
Vefâtından evvel yine yanında ağlayan oğlu İbrâhime;
-Yavrucuğum. Bu kadar ömrümü hep Kurân-ı kerîm okumakla geçirdim. Üzülme, Allahü teâlâ benim için, böyle bir ömrü boşa çıkarmayacak, onun karşılığını verecek, demiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fukahâ-i seb'adan: Ebû Seleme


</label>

Ebû Seleme bin Abdurrahmân, Tâbiînin büyüklerinden olup, Aşere-i mübeşşereden Abdurrahmân bin Avfın (radıyallahü anh) oğludur 22 (m. 644) yılında Medinede doğdu ve 94 (m. 713)de 72 yaşında, iken orada vefât etti...

YEDİ BÜYÜK ÂLİMDEN BİRİ...

Ebû Seleme, Medinede yetişen ve kendilerine fukahâ-i seba adı verilen yedi büyük âlimden biridir. Medîne-i münevverenin bu yedi büyük âlimi, Saîd bin Müseyyeb, Kâsım bin Muhammed bin Ebî Bekr-i Sıddîk, Urve-tebni-Zübeyr, Hârice-tebni-Zeyd, Ebû Seleme-tebni-Abdurrahmân bin Avf, Ubeydullah İbn-i Utbe ve Ebû Eyyûb Süleymândır (radıyallahü anhüm).
Hadîs ilminde büyük bir âlim olup, çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Aynı zamanda büyük bir fıkıh âlimi idi. Bazı fıkıh meselelerindeki ictihâdları, Abdullah İbn-i Abbâsın ictihâdları ile ayrılıyordu. İbn-i Abbâs, kendisiyle ilmî münâzaralarda bulunur ve bazı meselelerde ona müracaat ederdi. Saîd bin Âs Medineye vâli olunca, Onu kadı olarak tayin etmek istedi, fakat o kabûl etmedi...
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Peygamber efendimizi rüyâda görme husûsunda şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti:
Her kim beni rüyâda görürse, uyanıkken de görecektir. Yahut beni uyanıkken görmüş gibidir. Şeytan benim şeklime giremez.

SALİH RÜYÂ ALLAHTANDIR



Rüyâ hakkında şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti: Sâlih rüya Allahtan, kötü rüya ise şeytandandır. Şimdi, her kim bir rüya görür de onun bir şeyinden hoşlanmazsa sol tarafına tükürsün ve şeytandan Allaha sığınsın! Bu rüya ona zarar vermez. Onu kimseye söylemesin. Şayet iyi görürse sevinsin, sevdiği kimselerden başka kimseye söylemesin.
Ben size neyi yasak edersem, ondan sakının ve neyi emredersem, gücünüz yettiği kadar onu yapın! Sizden öncekileri ancak çok suâlleri ve Peygamberleri üzerinde ihtilâfları helak etmiştir.
Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları Hristiyan, Yahûdi ve dinsiz yapar.
Her kim Allaha ve kıyâmet gününe imân ediyorsa, ya hayır söylesin yahut sussun! Her kim Allaha ve son güne (kıyâmet gününe) imân ediyorsa komşusuna ikrâm etsin! Her kim Allaha ve son güne imân ediyorsa, misâfirine ikrâm etsin!
Bu mübarek zat, daima secdede iken vefat etmek isterdi. Vefatına yakın yine böyle dua ederek namaza durdu ve secdede vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
At hırsızının tövbesi!..


</label>

Abdullah-ı İlâhî, Şah-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yolunu Buhârâda Ubeydullah-i Ahrârdan alarak Anadoluya ilk olarak getirip yayan velîdir... Selanik yakınlarındaki Vardar Yenicesinde 1491 yılında vefat etti. ...

ONUN HÂLİ NASIL OLDU?

Abdullah-ı İlâhînin sohbetleri çok tesirli ve faydalı olurdu. Yaşının ilerlediği ve vefatının yaklaştığı senede, bir gün sohbette söz, çalışmak ve gayretten açılmıştı ve; İnsan çalışıp, gayret göstermedikçe olgunlaşamaz ve bir mertebeye ulaşamaz buyurmuştu. Bu sırada sohbetinde bulunan bir âlim, bu sözleri işitince, at hırsızı kıssası diye bilinen bir hâdiseyi hatırladı. Peki onun hâli nasıl oldu? diye düşündü. Abdullah-ı İlâhî, o âlimin kalbinden geçen düşünceleri kerâmetiyle anlayıp, ona doğru dönerek hâdiseyi şöyle anlattı:
Bir hırsız geceleri at çalıp satardı. Ömrünü böyle hebâ ederdi. Bir defâsında da, bulunduğu şehrin en büyük âlimi ve evliyâsının atını çalmak için ahırına girmişti. Tam atı çözüp götüreceği sırada, ahırın duvarı yarılıp, içeriye bir nûr yayıldı. Bu nûr içinde, iki nûr yüzlü zât gözüktü. Hırsız bu hâli görünce, kendini hemen at gübrelerinin arasına atıp gizlendi. Korku ve telaş içinde boğazına kadar gübre içine gömüldü. Bu sırada yarılan ahırın diğer duvarından daha parlak bir nûr gözüktü. Bu nûr arasında da, o zamânın kutbu, en büyük velîsi olan ev sâhibi çıktı. Öncekiler onu görünce hürmet göstererek selâm verdiler. Ev sâhibi diğerlerine niçin geldiklerini sorunca; Falan evliyâ arkadaşımız vefât etti. Onun yerine kimi tâyin edeceğiz? Size arz etmek istedik dediler... Atların sâhibi olan zât; Onun yerine, at hırsızını tayin ettik dedi. Soran iki zât da evliyâ olup ricâl-ül-gayb denilen velîlerden idiler. At hırsızlığı yapmaya gelen kimsenin, gübreler arasına gömülüp saklandığını biliyorlardı. Hemen yanına varıp, onu gübreler arasından çıkardılar, gönlünü alıp, tebrik ederek kucakladılar. Atların sâhibi ve zamânın kutbu evliyâ zâtın da yanına gelip, elini öptüler. Sonra hep birlikte vefât eden arkadaşlarının cenâzesini kaldırmaya gittiler... Abdullah-ı İlâhî, sohbetinde bulunanlara bunu anlattıktan sonra şöyle dedi:

ÖYLE PİŞMAN OLDU Kİ!..



At hırsızı, kurtuluş yolu kalmadığını kesinlikle anlayınca, at çalmak üzere harama yönelişinden dolayı bütün kalbiyle pişmân olup, o zamana kadar yaptığı işlere öyle bir tövbe etti ki, işlediği kötü işlerden gönlü temizleniverdi. Allahü teâlâya yönelip riyâzet çeken kimseler, onun o anda yaptığı tövbeyi nice seneler yapamaz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kalbin katılaşırsa!..


</label>

Ahmed Diyobendî hazretleri, Hindistanda yetişen velîlerdendir. Doğum ve vefât târihleri belli değildir. Sehârenpûra yakın Diyobend şehrinde doğdu. Serhend şehrine giderek İmâm-ı Rabbânî hazretlerine talebe oldu. İhlâsı sebebiyle İmâm-ı Rabbânînin iltifat ve merhametine kavuştu. İcâzet alarak halîfesi oldu.


TALEBESİNİN?TALEBELERİ...



Ahmed Diyobendî, insanlara doğru yolu anlatmak için hilâfet aldığı ilk zamanlarda hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerine şöyle bir mektup yazdı: Bendeniz kendimde hiçbir mânevî hâl ve kemâl bulmuyorum. İki kişiye zikir ile ilgili bir vazîfe vermiştik. Onlarda birçok hâller görüldü...
Bunun üzerine İmâm-ı Rabbânî şu cevabı yazdı:
Mektûbunuzda; kendimde bu yolun büyüklerine âit hâller, ilimler ve mârifetlerden bir şey bulamıyorum. Bununla berâber iki kişiye bu yolu öğrettim. Onlarda bunun tesirleri, garip hâller görüldü. Bunun sebebi nedir? diye yazıyorsunuz. Bil ki, o iki kişide görülen hâller, sizin hâllerinizin aksetmesiyle meydana gelmiştir. Sizin hâlleriniz onların istidâd aynasında görülmüştür. İlim sâhipleri oldukları için kendi hâllerini bilmişlerdir. Maksat bu hâllerin hâsıl olmasıdır. Bu hâlleri bilmek de ayrı bir devlet ve nîmettir. Bâzısına bu ilmi verirler, bâzısına vermezler. Bununla berâber her ikisi de evliyâlık hâlidir. Allahü teâlâya yakın olmakta eşittirler...
Ahmed Diyobendî hazretleri, sohbetlerinde buyurdu ki:
İlim tahsîl etmek, sırf Allahü teâlâya itâatı ve âdâbı öğrenmek içindir.
Dünyâyı tanıyan ondan soğur, âhireti tanıyan ona ısınır. Hak teâlâyı tanıyan. Onun rızâsını tercih eder.
Çok günah ve dünyâ sevgisiyle hastalanan kalblerinizi, dünyâdan soğuyarak ve günahları terk ederek tedâvî ediniz.

AĞLAMANIN EN GÜZELİ!..



Ağlamanın en güzeli ve iyisi, İslâma uygun olmayan amellerle geçirilen ömür için kulun ağlamasıdır.
Allahü teâlâdan korkanların gıdâsı, Allahü teâlâdan ümidini kesmemektir.
Ağzıma lüzumsuz bir lokma koyduğum zaman, oradan lüzumsuz bir söz çıkar.
Kalbinde bir katılaşma gördüğünde, sâlihlerle sohbet et, onlarla bulun, yemeği azalt, nefsinin isteklerini yapma ve onu sıkıntılara alıştır.
Ahmed Diyobendî hazretleri vefat etmeden bir müddet önce buyurdu ki:
Dünyâya sevgi ve arzuyla bakanın kalbinden, Allahü teâlâ zühd ve yakîn nûrunu söküp atar.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yetmiş çeşit özür kapısı!..


</label>

Ebû Amr bin Alâ, meşhûr yedi kırâat imâmından üçüncüsüdür. Tâbiînden olup, Basra dil mektebinin kurucusudur. Kurân-ı kerîm ve Arabî ilimlerde zamanının en âlimi idi. Dünyâya hiç kıymet vermezdi. 70 (m. 689) senesinde Mekkede doğdu. Basrada yaşadı. 154 (m. 770) senesinde Şama giderken Kûfede vefât etti...

HAKİKİ DOST NASIL OLUR

Ebû Amr bin Alâ, Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân hazretlerinden bazılarından ve Tâbiînin büyüklerinden ders almıştır. Kırâat, nahv ve edebiyat ilimlerinde birçok âlim yetiştirdi. Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
İlmin evvelinde susmak, sonra güzel suâl sormak, sonra güzel anlatmak, sonra da öğrendiklerini ehli arasında yaymak ne güzeldir.
Sen bir kişi ile arkadaş olduğun zaman bazı husûsları yerine getirmen gerekir. Beraber olduğunuzda, şayet onun nalınlarının ipi kopar ve o bunları düzeltip bağlayıncaya kadar sen onu beklemezsen, sen arkadaşlık hukukuna riâyet etmemiş olursun ki, sen, bu hâlinle dost olamazsın. Yine, senin arkadaşın bir ihtiyâç için bir yerde oturduğunda, o işini bitirinceye kadar onu beklemezsen sen yine hakiki dost sayılmazsın.
Allahü teâlâ, mümin kulunun işinin sonunun hayır olmasını murad ettiği zaman, ona biraz acı ve sıkıntı tattırır.
Günâhı çok yapıyorsunuz. Halbuki istigfarı çok yapmalısınız. Çünkü, insan, âhirette, amel defterinde iki satır arasında istigfar görünce çok sevinir.
Beş kimsenin sohbetinden, yanî beş kimse ile beraber bulunmaktan sakın: Birincisi, yalan söyleyenden sakın. Çünkü ona dâima aldanırsın. Çünkü sana iyilik yapayım derken, kötülük yapar. İkincisi, cimriden sakın. Üçüncüsü, ahmaktan yanî aklı az olandan sakın. Çünkü en çok işine yarayacağı zaman, seni bırakır. Dördüncüsü, kötü kalbli kimseden sakın. Çünkü işi bozulunca (düşünce) seni harcar. Beşincisi fâsıktan yanî günâh işlemekten utanmayan kimseden sakın! Çünkü, seni bir lokma ekmeğe satar.

GÜLEREK GÜNAH İŞLEYEN!..



Bir hatâ işlediğiniz zaman istigfar edin, hatâda ısrar helak olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istigfara devam etsin.
Bir mümin kardeşine ait hoş olmayan bir iş duyarsan, birden yetmişe kadar özür kapısını araştır. Bulamazsan belki benim anlamadığım bir özür kapısı vardır de ve kapa!..
Ebû Amr bin Alâ, vefatına yakın buyurdu ki:
Kim gülerek günâh işlerse, ağlayarak Cehenneme girer.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Uzun emelli kul olmak!..


</label>

Muâfî bin İmrân hazretleri, büyük bir hadîs âlimidir. 185 (m. 701) târihinde vefât etti. Hadîs öğrenmek için uzak memleketlere yolculuk yaptı. Süfyân-ı Sevrînin yanında kaldı. Ondan ilim aldı. Onun terbiyesinde yetişti...

BENİ MESCİDE ALMADILAR!

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri anlatıyor: Sırrî-yi Sekatîden duydum. Buyurdu ki:
Bişr bin Haris denen bir zât, cuma günü gelip mescide girmişti. Kapıcılar onu dilenci zannederek, içeri almadılar. Kovdular. Bunun üzerine Bişr bin Haris, kenarda, bir kubbenin altında oturup ağlamaya başladı. Bu sırada yanına Muâfî bin İmrân geldi.
-Sana ne oldu da ağlıyorsun, dedi.
-Mescide girecektim, beni içeri almadılar, deyince,
-Üzüldün, değil mi? dedi. O da;
-Evet, diye cevap verdi. Muâfî bin İmrân;
-Süfyân-ı Sevrî hazretlerinden duydum: Mümin, her taraftan ona belâ ve musîbet gelinceye kadar, imânın hakîkatine eremez buyurdu, dedi...
Muâfî bin İmrân hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ikisi:
Evzâîden, o da Katâde bin Enesten rivâyet etti. Resûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
Bidat sahipleri yaratılmışların en şerlilerindendir.
İbn-i Umâreden rivâyet etti. Resûlullah Efendimiz Siz aranızdaki zaîflerinizin duâ ve ihlâslarıyla, Allahü teâlânın yardımına kavuşuyorsunuz buyurdu.
Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Uzun emele dalan bir kul, üzerindeki kul borçlarını unutur ve tövbe etmeyi sonraya bırakır. Siz böyle yapmayınız.

DİN KARDEŞİNİN DEĞERİ...



Bir din kardeşiyle karşılaşmak, maldan ve çoluk çocuktan daha hayırlıdır (iyidir).
Her an kusur ve günahları çoğalan, kabahatleri yenilenen bir kul, nasıl olur da üzülmez.
Kul, dünyâdaki her ânından kıyâmette hesaba (sorguya) çekilecek. Hem de gün gün, saat saat. Bu durumda, Allahü teâlâyı anmadığı bir an karşısına çıkınca, pişman olur ve kendini parçalamak ister.
Bizim, hayatlarına yetiştiğimiz insanlar şöyleydi: Gece uykusundan en erken uyanırlar, sabah namazını vaktinde kılarlar, sonra bir müddet âhiret işlerini, âkıbetlerinin (sonlarının) ne olacağını düşünürlerdi. Bundan sonra kendilerini fıkıh (dînî bilgileri) öğrenmeye ve Kurân-ı kerîm okumaya verirlerdi.
Halkın bize verdiği her şeyi kabûl etseydik kıymetimiz kalmazdı.
Muâfî bin İmrân hazretleri, vefatından bir müddet evvel buyurdu ki:
Her nefs, dünyâdan susuz olarak gidecektir. Ancak Allahü teâlâyı zikreden kullar bundan müstesnadır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlim taleb etmek!..


</label>

Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, İranda yetişen evliyânın büyüklerinden ve meşhûrlarındandır. Ebül-Abbâs-ı Mürsînin üç büyük talebesinden biridir. 1321 (H.721) vefât etmiştir. Şama ve başka yerlere gidip oralarda bulunan âlimlerden ilim öğrendi. Kendisinden de birçok kimse istifâde etti...


ÎMÂNI KORUMAK İÇİN...

Abdullah-ı İsfehânî, Mısıra giderek Ebül-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin sohbet ve hizmeti ile şereflenerek, tasavvufta yetişti. Hocasının vefâtından sonra oralarda duramayıp, Mekke-i mükerremeye giderek orada yerleşti ve vefâtına kadar orada ikâmet etti...
Abdullah-ı İsfehânî hazretleri, vefatına yakın kendisinden nasîhat isteyenlere buyurdu ki:
İlmi, ibâdete zarar gelmemesi için taleb ediniz. İbâdeti de, ilme zarar gelmemesi için isteyiniz. Kulun hakkı, ancak bu ikisiyle meşgûl olmasıdır. Akıllı kimse, îmânını korumak için, Allahü teâlânın emir ve yasaklarında gevşeklik göstermez ve sâlih amellerde kusûr etmez. Allahü teâlânın, müminlerin kalblerine verdiği îmân, tabîat ve hevâ zulmetiyle perdelenmiştir. Bunun açılması için perdeleri ortadan kaldıracak şeye ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, sâlih amellerle îmânı kuvvetlendirmek için, emir ve yasak, vad ve vaîdlerde bulunmuştur. Kökü, yakîn toprağında bitmeyen, dalları amellerle meydana gelmeyen her îmân, Azrail aleyhisselâm can almaya geldiği zamandaki şiddetli korkular karşısında sâbit kalamaz. Böyle kişinin, sonunda îmânsız ölmesinden korkulur. Bu da ancak son nefeste ve ölüm korkuları zuhûr ettiği zaman belli olan bir durumdur. Bu hâl meydana geldiğinde, çok az insan îmânında sebât eder. Onun için akıllı kimsenin, sâlih amellerin faydasına kavuşması, Ehl-i sünnet îtikâdında olması lâzımdır. Güzel ahlâk sâhibi olmalıdır. Farzlar, sünnetleri ile birlikte yapılmalıdır. Farzların yardımcısı ve tamamlayıcısı, sünnetlerdir. Kim Kitâb ve sünnet ilmiyle, Selef-i sâlihîn ve Ehl-i sünnet yoluna göre îtikâdını düzeltmezse, çalışmaları zâyi olur. Gayreti boşa gider...

İLM-İ HÂL BİLGİSİ...



Bir iş, ancak emrolunduğu şekilde yapılırsa, ibâdet olur. Bu da ancak ilimle bilinir. Peygamber efendimiz; (İlim öğrenmek, her kadın ve erkek Müslümana farzdır) buyurdu. Bu, sâhibinin îmânını, tevhîdini, amelini sahîh kılan, mutlaka bilmesi lâzım olan ilim, ilm-i hâl bilgisidir. İnsanı tevhîde ulaştırmayan her ilim bâtıldır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mârifetin hakîkati!..


</label>

Ahmed bin Ebû Verd, evliyânın büyüklerindendir. Bağdâtta doğup büyümüş ve orada yetişmiştir. Mîlâdî dokuzuncu asrın ikinci yarısında vefât ettiği tahmin edilmektedir. Muhammed bin Ebû Verdin kardeşi olup, ikisi de zamanlarının meşhûr velîlerindendir. Cüneyd-i Bağdâdînin yakınlarından olup, onun, Sırrî-yi Sekatînin, Hâris-i Muhâsibînin, Bişr-i Hafînin ve Ebül-Feth el-Hammâlın sohbetinde bulunmuş, tasavvufta yetişip, yükselmiştir.

ÜÇ ŞEY VARDIR Kİ...



Bu mübarek zat, sohbetlerinde buyurdu ki:
Üç şey vardır ki, bunlar bir velî kulda arttıkça, güzel hâlleri artar:
1. Makâmı yükseldikçe, tevâzusu artar. 2. Malı çoğaldıkça, cömertliği artar. 3. Ömrü uzadıkça, hizmeti artar.
Velîler, şunlara riâyet sebebiyle Allahü teâlânın rızâsına kavuştu. Din büyüklerinin kapısından ayrılmamak, muhâlefeti, karşı gelmeyi terk etmek, hizmetlerde mâhir ve gayretli olmak, musibetlere sabretmek.
Gaflet uykusundan daha ağır uyku yoktur. Şehvetten kuvvetli esaret yoktur. Gaflet ağırlığı olmasaydı. Şehvet gâlip gelmezdi.
Yoksullara hizmet eden, şu üç şeyle mükâfatlandırılır. Tevâzu, edep güzelliği, cömertlik.
İnsanların Allahü teâlâya en yakın olanı, güzel huylara en çok sâhip olanıdır.
Fakirliğindeki izzeti ve dervişliğindeki şerefi gizli tut. Yâni halka ben fakirim diyerek sırrını açığa vurma. Çünkü fakirlik Allahü teâlânın iyi bir ihsânı ve ikrâmıdır.
Kalp, birtakım kaplardan ibârettir. Allahü teâlânın sevgisiyle dolduğu zaman, nûrun fazlası diğer uzuvlara yansır. Bâtılla dolduğu zaman da, ondaki karanlık diğer organlara geçer.

GERÇEK ARKADAŞ!..



İstediklerini vermediğiniz zaman kızan, kırılan veya küsen arkadaş, gerçek arkadaş değildir.
İlim, insanlara, ekmek ve su kadar lâzımdır. İlim, rivâyet, kuru mâlûmât ve bilgi çokluğu değildir. İlim, faydalı olan ve kendisiyle amel edilen şeydir.
Kulun kalbini ıslâh etmesi, düzeltmesi için, iyilerle berâber olması kadar faydalı bir şey yoktur. Yine kulun fasıklarla berâber olup, onların işlerine dikkat ve nazar etmesi kadar zararlı bir şey yoktur.
Sizde olmayan meziyetlerle sizi metheden kimsenin, sizde olmayan kötülüklerle de bir gün kötüleyeceğini unutmayınız.
Mârifetin hakîkati, Allahü teâlâyı kalb ile sevmek, dil ile anmak ve Allahü teâlâdan başka her şeyden ümidini kesmektir.
Ahmed bin Ebû Verd, vefat etmeden kısa bir zaman önce buyurdu ki:
Kibir taşıyan kafada akıla rastlayamazsınız.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anka kuşuna tuzak kurulmaz!


</label>

Büyük velî Ahmed Cüzeyrî (Cezerî) hazretleri, ilk tahsîlini Cizrede tamamlayarak Diyarbakırda medrese tahsili yaptı ve icâzet (diploma) aldı. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebelerinden feyz alarak tasavvufta kemâle erdi.

MAKSADA KAVUŞMAK İÇİN...

Ahmed Cüzeyrî hazretleri ilâhî bir aşk ateşiyle yanmış ve Kürtçe yazdığı şiirlerinde bunu dile getirmiştir. Vefatına yakın yazdığı bir şiirinde, bir rehbere tâbi olmayanın hâlini şöyle anlatmıştır:
Biz sıradan kimse değiliz, zamânın müftülerindeniz. Buna rağmen bir mürşid-i kâmilin elimizden tutması lâzım (buna ihtiyacımız var)...
İki gözü kördür yine de bir rehbere tâbi olmuyor. Kör rehbersiz olarak Kâbeyi her ne kadar tavâf etse de Hacer-ül-esvedi göremez (maksadına kavuşamaz).
Câhil kimse her ne kadar iyilere özense bile rehbersiz olduğu için, merkebin gül ile kangal dikenini fark etmediği gibi fark etmez.
Anka kuşu görülmez ki ona tuzak kuruyorsun. Ona kurduğun bütün tuzaklar boşa gidecek. Seher vaktinde herkes bir şeyler taleb ederek geldi. Bâzıları gül, bâzıları sümbül, bâzıları da zülüfler için gelmiştiler. Seher vaktinde elimizi tutup mahbûbun seyrine götürürler. Rakip hasetten derhal titredi ve sıtmaya tutuldu. Tuzakların arkasındaki keklik, öterek diğer keklikleri tuzağa düşürmek isterken, şahin onu gâfil avladı ve kaptı.
Üstadımız, rehberimiz bize sabrın meyvesinin tatlı olduğunu haber verdi. Biz meyveye kavuşmak için sabrın acılığına, kalbimizdeki dertlere katlandık. Mahbûbumuzun vurduğu her neşter ve dikenin her birini derdimize şifâ olarak kabûl ettik.
Altın ve gümüş insanların çoğunun kalbini çeker! Bizim kalbimiz ise Allahü teâlânın muhabbetine çekilir. Altın, gümüş bizim kalbimize ne yapabilir.

CEVHER İYİ DEĞİLSE!



Dünyânın denî (alçak) dinarına (parasına) kendini ucuza satma! Yûsuf aleyhisselâmı ucuza satanlar zarar ettiler!
Eğer mürid (talebe) sabırlı olursa himmetten mahrum kalmaz. Zîrâ rehberi onun hallerini bilmekte ve görmektedir.
Bir eserin meydana gelmesi için onu yapacak birine ihtiyaç vardır. Demirci olmazsa körük neye yarar. Maksadın hâsıl olması için bir imkânın bulunması lazımdır. Her şeyin bir erbabı var. Altını ehli çıkarır. Eğer kâbiliyet olmazsa üstadın hikmeti ne yapabilir. Eğer cevher iyi değilse işleyen ne yapabilir...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri