Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hünkâr Şeyhi Vânî Mehmed Efendi</label>

Vânî Seyyid Mehmed Efendi Vanda doğmuş olup, doğum târihi bilinmemektedir. Babasından dolayı Vânîzâde, kendisi Vanda doğduğu için de Vânî nisbetleri ile meşhûr oldu... 1685 (H.1096) târihinde Bursa yakınlarında Kestelde vefât etti...Vânî Seyyid Mehmed Efendi, ilk tahsîline Vanda başladı. Doğunun belli başlı ilim merkezlerini dolaştı. Gence, Karabağ ve Tebriz gibi bâzı beldelerde ilim tahsîl etti. Bilgisi ve hitâbetiyle, herkesin hayranlığına mazhar olan Mehmed Efendi, Erzurum beylerbeyi Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa ile sohbet edip, nasîhatlerde bulundu. Fâzıl Ahmed Paşanın babasının vefâtı üzerine sadrâzam tâyin olunarak İstanbula çağrılmasından sonra, Mehmed Efendinin nâmı İstanbulda da duyulmaya başladı. Pâdişâh Dördüncü Mehmed Hanın emriyle İstanbula çağrıldı. Pâdişâh hocası Hünkâr şeyhi ve Yeni Câmide ilk kürsü vâizi oldu. Şehzâde Mustafanın da hocalığını yaptı. Yeni Câmi kürsüsünden ettiği vaaz ve nasîhatleri pek tesirli idi... Viyana Seferine katıldı...
Vânî Mehmed Efendi 1683 senesinde Sadrâzam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki İkinci Viyana Seferine Ordu Şeyhi olarak katıldı. Seferden sonra Bursa yakınlarındaki Kestel köyüne gönderildi. İstanbulda Boğazda kendi adıyla anılan Vânîköyde bir câmi ve medrese yaptırdığı gibi, Kestelde de büyük bir câmi ve mektep yaptırdı. Ömrünü orada tamamladı.
Vânî Mehmed Efendinin vefat etmeden önceki vasiyeti özetle şöyledir:
Hamdü senâ Allahü teâlâya mahsustur. Onun Resûlüne salât ve selâm ederim. Cenâb-ı Hak insanı şu fânî dünyâda, bâkî ve ebedî olan âhirete azık toplamak için yarattı. Dünyâda yarattığı cevher ve mâdenleri ve mallarını da, Cennetin yüksek makamlarını onlarla elde etmek için bu hikmetle yarattı. Dünyânın yokluğa gidişi ve âhiretin bâkî ve ebediyete mazhâr olduğu, Kurân-ı kerîmde bildirildi. Sonra âhiret için azık tedârik etmek ve muhtâc olanlara yardım husûsunda teşvikte bulunuldu.
Ey Rabbim! Kulunu bu mübârek binâların inşâsına muvaffak kıldığın gibi, bunların güzelce kabûlünü ve bereketini de ihsân eyle. Rızâna yakın olarak dîninin ihyâsına sebep kıl.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Türklerin Hakanı Oğuz Kağan</label>

Nuh aleyhisselâmın oğlu Yâfesin büyük oğlu Türk, doğuda yerleşmişti. Bunun ülkesine Türkistan denildi. Türklerin ilk atası olan Türkün oğullarından büyüğü Kara Han, doğan oğluna bir yaşında iken ad koyacağı sırada, bu çocuk; Benim adım Oğuz olsun deyince, herkes şaşırmıştı. Allahın varlığına ve birliğine inanan Oğuz, putperest annesinin sütünü emmedi. Babası, Oğuzu evlenme çağına gelince, o zamandaki hak dine inanan bir kız ile evlendirdi. Bundan, Gün-Han, Ay-Han, Yıldız-Han isimli oğulları oldu. Diğer bir hanımından da Gök-Han, Dağ-Han, Deniz-Han isimli oğulları dünyaya geldi... Savaşmadan itâat ettiler...
Oğuz Han, Türklerin başına geçince, dünyânın dört yönüne ferman yazdı. Elçilere verip gönderdi. Bu fermanlarda şöyle deniyordu:
Ben Türklerin kağanıyım. Sizlerden itâatinizi istiyorum. Kim benim buyruğuma baş eğerse, kendisini dost sayarım. Her kim de baş eğmezse, onu hemen yok ederim!..
Fermanı alan Çin Kağanı, elçisini gönderip, itâatini bildirdi. Urum Kağan, itâat etmedi ancak Oğuz Han, onu kılıcıyla itaat altına aldı. Afgan ve Hind ülkelerini fetheden Oğuz Han, sonra, İran üzerine Horasana yürüdü. Dağıstandaki Tarku ve Derbend bölgelerini fethederek oradan Şirvan, Aran, Mugan ve Gürcistan ülkeleri üzerine gelip buraları da feth eyledi...
Oğuz Türkleri, (Hicretten bin üç yüz sene önce) Oğuz Hanın kumandasında, Anadolu ve Irak üzerine yürüdü. Buraların uluları, savaşmadan itâat ettiler...


Ok, yaya tabidir!..
Elli yılda bütün dünyâyı hakimiyeti altına alan Oğuz Han bir gün, oğullarını toplayıp, onlardan avlanmalarını istedi. Büyükler doğuya, küçükler batıya doğru ava çıktılar. Gün, Ay, Yıldız yolda bir Altın-Yay; Gök, Dağ, Deniz de yolları üzerinde üç Gümüş-Ok bularak dönüp babalarına getirdiler. Buna çok sevinen Oğuz Han, okların her birini küçük oğullarının birisine verdi: Ok, yaya tabidir, onu atarken de öyle olunuz dedi. Sonra dönüp, Altın-Yayı üçe bölerek, her parçasını büyük oğullarından birisine verdi: Bunlara, Boz-Oklar dedi. Sonra Oğuz Han oğullarını tekrar çağırdı ve:
Ben artık ömrümü tamamladım. Hak dinden ayrılmayasınız ve adalet üzere bulunasınız. Şimdi memleketi aranızda pay ediyorum. Aranıza düşmanlık girmesin, birlik ve beraberlikten ayrılmayın dedi ve ülkesini altı oğlu arasında bölüştürdü. Sonra da rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tabiînin büyüklerinden Bekr bin Abdullah</label>

Bekr bin Abdullah el-Müzenî; Enes bin Mâlik, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer, Mugîre bin Şûbe, Ebû Râfî es-Sâığ, Hasan el-Basrî, Hamza, Urve bin Mugîre bin Şûbe, Ebû Temîme el-Huceymî ve diğer Eshâb-ı kirâmın sohbetlerinde yetişti. Dünyâya düşkün olmayan, haram ve şüphelilerden çok sakınan bu mübarek zat, yaşlı birini görünce, Bu benden daha hayırlı, daha iyidir. Çünkü o, yaşça benden büyüktür. Bu sebeple, daha fazla ibâdet yapmıştır derdi. Bir genci gördüğü zaman ise, Ben ondan daha fazla günâh işledim. O ise, yaşı küçük olması sebebiyle, daha az günâh işlemiştir derdi... Ben hâkimlik yapamam!İlminin çokluğundan dolayı Bekr bin Abdullah el-Müzenî; kadılık, hâkimlik makâmına getirilmek istendi. O zaman şöyle buyurdu:
Ben size bir şey söyleyeyim. Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben hâkimlik yapamam. Eğer, bu sözüm doğru ise, sizin beni bu iş için görevlendirmeniz, uygun değildir. Eğer sözüm yalan ise, yalancı birisini bu vazîfeye tâyin etmeniz doğru olmaz!..
Bir Cumâ günü vaaza gittiği câmide cemâat oldukça kalabalıktı. Bekr bin Abdullah el-Müzenî, vaazında bir ara buyurdu ki:
-Bana, câmide bulunanların en hayırlısı ve iyisi sorulsaydı, insanlara en çok nasîhat eden, emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil münker yapan, iyiliği emredip, kötülükten nehyedeni, alıkoyanı arar bulur ve onu gösterirdim. Yine, bana; insanların en şerlisi, kötüsü kimdir? diye sorulsaydı, insanları en çok aldatanı bulur, onu gösterirdim...


Bize temiz rızk ihsan et!
Sonra da şöyle dua etti: Ya Rabbi! Bize rahmet hazinelerinden birini aç! Rahmetinden sonra bize dünyada ve ahirette hiç azab etme! O geniş ihsanlarından bize helal ve temiz rızk ihsan et! Rızk verdikten sonra bizi, senden başkasına muhtaç eyleme! Ya Rabbi! Merhametine ve ihsan ettiğin helal rızka, ihsanına karşı şükrümüzü arttır! Biz sana muhtacız. Başkasından, ancak senin yardımın ve ihsanın ile müstağni oluruz...
Daha sonra ruhunu teslim etti. Vefatı anında yanındakilere buyurdu ki: Nefsini Allahü teâlâya taat için çalıştırana, isyan etmemesi için onu zorlayana Allah merhamet etsin!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhârâlı velî Hâce Dehkân-ı Kılletî</label>

Hâce Dehkân-ı Kılletî hazretleri, aslen Buhârâlıdır. On üçüncü asrın ortalarında vefât etmiş olup, kabri Buhârâ yakınlarında Hakrîz Hisârında Ayyâr Burcu yakınındadır.Hace Evliyânın önceki hocası, onu Abdülhâlık-ı Goncdüvânînin sohbetlerinden vazgeçirmeye, bu yolda ilerlemesine mâni olmaya çalıştı ise de başaramadı. Bunun için her gördüğü yerde kendisine hakâret ediyor, ayıplıyor, dil uzatıyor ve ağır sözler söylüyordu. Hâce Evliyâ ise hiç cevap vermeyip sabrediyordu... Eski hocası tövbe etti!..
Bu mübarek zat bir gece, kendisine hakâretlerde bulunan bu eski hocasının, çirkin bir günâh işlediğini, keşif yoluyla gördü. Ertesi gün karşılaştıklarında, o hoca yine ağır sözler söylemeye başladı. Bunun üzerine Hâce Evliyâ, o hocaya hitâben;
-Ey üstâd! Utanmaz mısın ki, gece şu çirkin günâhı işlersin, gündüz olunca da bizi hak yolundan döndürmeye çalışırsın! dedi.
O kimse, mahcûb oldu, utandı, kızardı, hiçbir şey söyleyemedi. Hâce Evliyânın, Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin sohbetinde bulunmakla, bu keşif ve kerâmet hâline kavuştuğunu, kendisinin, buna mâni olmaya çalışmakla çok büyük hatâ ettiğini anladı. Hâline tövbe etti ve hemen, Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerinin sohbetlerine koştu. Eski hâline pişmân olup, gayretle, sohbet ve hizmete devâm ederek evliyâlık hallerine kavuştu.
Hâce Evliyâ-i Kebîr, Hâce Abdülhâlık-ı Goncdüvânî hazretlerinin huzûrunda, sohbet ve hizmetinde bulunmakla çok yüksek derecelere kavuştu. Onun, Ahmed Sıddîktan sonra ikinci halîfesi oldu. Pekçok talebe yetiştirdi.


Dört güzîde talebeden biri...
Vefâtına yakın, kendisine halîfe olarak talebelerinden dört tânesini seçerek bildirdi. Bunların isimleri; Hâce Dehkân-ı Kılletî, Hâce Zekî Hudâbâdî, Hâce Sukümânî ve Hâce Garîbdir
Hâce Dehkân-ı Kılletî ölüm halinde bulunduğu için Hâce Evliyâ-i Kebîr hazretleri kendisini ziyarete ve hatırını sormaya gittiler. Hâce Dehkân-ı Kılletî Buyurdu ki:
-Allahü tealadan dilemiştim ki, ölümüme ya?kın, dostlarından birini bana göndersin ve o dost göçeceğim zaman elimden tutsun...
Bu mübarek zat, bunları söyledikten sonra vefat etti..

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Allahü teala, Kiflin günahlarını affetti!..</label>

Zengin bir adam olan Kifl, ahlâkî değerlere önem vermeyen biriydi. Bütün servetini de faizden elde etmişti. Dara düşen kimse kendisine geliyor, o da yüksek bir faizle onlara para veriyordu...Bir gün, bu Kiflin kapısına borç için bir kadıncağız geldi. Bu kadın yakın zamanda kocasını kaybetmiş, namuslu, kendisini çocuklarına adamış bir anneydi. Bir süre, kocasından kalan şeylerle evini idare etmeye çalışmıştı. Ancak artık evde para kalmamıştı. O gün aklına evde dokuma yapıp onları yakın bir arkadaşı vasıtasıyla satmak geldi. Ancak bunun için bir dokuma tezgâhına ihtiyacı olacaktı. Tezgâhı alabilmek için de borç arayışına girdi. Yakın dost ve akrabalarından istedi; ama kimsede para yoktu. Çaresiz kalınca mecburen Kifle gitmeye karar verdi... Çocuklar açlıktan ağlıyordu!..
Kadıncağız, Kiflden borç para istedi. Kifl, kadının dul olduğunu da anlayınca ona ahlâksız bir teklifte bulundu. Aksi halde kendisine para vermeyeceğini söyledi. Bu teklifi kadın şiddetle reddetti ve geri döndü...
Aradan birkaç gün daha geçmişti. Evde hiçbir şey kalmamıştı. Çocuklar açlıktan ağlıyordu. Zavallı kadın kendisini, Kiflin iğrenç teklifini kabul etmeye mecbur hissetti ve doğru onun yanına gitti. Kiflin yüzü gülüyordu. Ancak kadın hem hıçkıra hıçkıra ağlıyor, hem de tir tir titriyordu. Kifl, kadına bu halinin sebebini sordu. Kadın;
- Daha önce böyle bir günah işlemedim. Onun için Allahtan çok utanıyorum ve korkuyorum. Beni bu günaha sürükleyen fakirliğimdir, dedi.
Kifl, duyduklarına çok şaşırmıştı. O kaskatı kalbi bir anda yumuşayıverdi. O anda ağzından şu ifadeler döküldü:


Yazıklar olsun bana!..
- Sen fakirliğin sebebiyle mecbur kaldığın bir günah işleyeceğinden dolayı ağlıyorsun. Halbuki Allah bana bu kadar servet vermişken, ben günah işlemekten çekinmiyorum. Yazıklar olsun bana!..
Kifl, pişmanlık hisleri içinde, yapacağı iğrenç işten vazgeçti ve kadına da ihtiyacı olan parayı verip gönderdi...
Kifl, o güne kadar yapmış olduğu bütün günahlar için tövbe ediyordu. Sabaha kadar Rabbine dua edip affını diledi ve o gece vefat etti...
Sabah olmuştu. Evinden çıkmadığını gören yakınları kapıyı açtıklarında Kifli ölü olarak buldular. Bu sırada kapısında herkesin okuyabileceği şekilde şöyle bir yazı vardı: Allahü teala, Kiflin günahlarını affetti!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbelî fıkıh âlimi Abdülazîz Hallâl</label>

Abdülazîz bin Cafer hazretleri; Muhammed bin Osman bin Ebî Şeybe, Mûsâ bin Hârûn, Muhammed bin Fadl el-Vâati, Saîd bin Aceb el-Enbârî, Ebû Halîfe Fadl bin Hab-bâb, Ali bin Taygûr, Cafer el-Feryâbî, Ahmed bin Muhammed Cad, İbrâhîm bin Muhammed bin Heysem, Kâsım bin Zekeriyyâ el-Mutnz, Hüseyn bin Abdullah, Ebül-Kâsım el-Begâvî, Abdullah bin Ahmed, Ebû Bekr bin Ebû Dâvûd gibi pek çok değerli âlimden hadîs-i şerîf öğrenmiş, rivâyetlerde bulunmuştur.Kuvvetli bir zekâya sahip olan Abdülazîz Hallâl; çok güç, anlaşılması zor olan meseleleri hemen anlardı. Hadîs âlimleri, onun sağlam, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Müttekî bir zât idi...
O, son derece ibâdete düşkün, Allahü teâlânın emirlerine uyan, dünyâya kıymet vermeyen, harâm ve şüpheli olan şeyleri terk etmekle beraber, mubahların çoğunu da terk etmiş, arif, âlim ve müttekî bir zât idi.
Hanbelî mezhebindeki fıkhî beyânları pek çoktur. Bununla beraber, Ehl-i sünnet vel-cemâat itikâdına hizmetleri de büyük oldu. Zamanının sultanı ve devlet adamları yanında da büyük bir kıymeti vardı.
Ehl-i sünnet olmayan kimselerle konuşur, onlara doğruyu anlatırdı. Çok zekî ve büyük âlim olduğundan, onların delillerinin hepsini çürütür, söyleyecek bir şey bulamazlardı...


Cuma gününe kadar aranızdayım
Ebû Bekr Abdülazîz Hallâl son hastalığında buyurdu, ki: Ben cuma gününe kadar aranızdayım.
Bunun üzerine Allahü teâlâ sana afiyet versin dediler. Bu sözü söyleyenlere:
Ebû Bekr Mervezînin şöyle dediğini işittim: Ahmed bin Hanbel yetmiş sekiz sene yaşadı ve cuma günü vefât etti. Cuma namazından sonra defnedildi.
Ebû Bekr Hallâl da yetmiş sekiz sene yaşadı. 363 (m. 974) Şevval ayının yirmiüçüncü cuma günü vefât etti ve aynı gün defnedildi. Bu, onun kerâmetlerinden birisidir. Cenâzesinde o güne kadar hiç görülmemiş kalabalık bir cemâat bulundu.
Onun kabri geceleri nûr ile dolup, bu nurun, kabrinden semâya doğru yükseldiği herkes tarafından görülürdü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbelî fıkıh âlimi Abdülazîz Hallâl</label>

Abdülazîz bin Cafer hazretleri; Muhammed bin Osman bin Ebî Şeybe, Mûsâ bin Hârûn, Muhammed bin Fadl el-Vâati, Saîd bin Aceb el-Enbârî, Ebû Halîfe Fadl bin Hab-bâb, Ali bin Taygûr, Cafer el-Feryâbî, Ahmed bin Muhammed Cad, İbrâhîm bin Muhammed bin Heysem, Kâsım bin Zekeriyyâ el-Mutnz, Hüseyn bin Abdullah, Ebül-Kâsım el-Begâvî, Abdullah bin Ahmed, Ebû Bekr bin Ebû Dâvûd gibi pek çok değerli âlimden hadîs-i şerîf öğrenmiş, rivâyetlerde bulunmuştur.Kuvvetli bir zekâya sahip olan Abdülazîz Hallâl; çok güç, anlaşılması zor olan meseleleri hemen anlardı. Hadîs âlimleri, onun sağlam, güvenilir bir râvi olduğunu bildirmişlerdir. Müttekî bir zât idi...
O, son derece ibâdete düşkün, Allahü teâlânın emirlerine uyan, dünyâya kıymet vermeyen, harâm ve şüpheli olan şeyleri terk etmekle beraber, mubahların çoğunu da terk etmiş, arif, âlim ve müttekî bir zât idi.
Hanbelî mezhebindeki fıkhî beyânları pek çoktur. Bununla beraber, Ehl-i sünnet vel-cemâat itikâdına hizmetleri de büyük oldu. Zamanının sultanı ve devlet adamları yanında da büyük bir kıymeti vardı.
Ehl-i sünnet olmayan kimselerle konuşur, onlara doğruyu anlatırdı. Çok zekî ve büyük âlim olduğundan, onların delillerinin hepsini çürütür, söyleyecek bir şey bulamazlardı...


Cuma gününe kadar aranızdayım
Ebû Bekr Abdülazîz Hallâl son hastalığında buyurdu, ki: Ben cuma gününe kadar aranızdayım.
Bunun üzerine Allahü teâlâ sana afiyet versin dediler. Bu sözü söyleyenlere:
Ebû Bekr Mervezînin şöyle dediğini işittim: Ahmed bin Hanbel yetmiş sekiz sene yaşadı ve cuma günü vefât etti. Cuma namazından sonra defnedildi.
Ebû Bekr Hallâl da yetmiş sekiz sene yaşadı. 363 (m. 974) Şevval ayının yirmiüçüncü cuma günü vefât etti ve aynı gün defnedildi. Bu, onun kerâmetlerinden birisidir. Cenâzesinde o güne kadar hiç görülmemiş kalabalık bir cemâat bulundu.
Onun kabri geceleri nûr ile dolup, bu nurun, kabrinden semâya doğru yükseldiği herkes tarafından görülürdü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Adnan Menderes</label>

Adnan Menderes... 1899da Aydının Koçarlı ilçesi Çakırbeyli köyünde doğdu... Ankara Hukuk Fakültesini bitiren Adnan Menderes, Birinci Dünya Savaşı sırasında yedeksubay olarak askerliğini yaptı. Sökede Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. Savaştan sonra İstiklal Madalyası aldı. Ali Fethi Okyar tarafından 1930 senesinde kurulan ancak kısa sürede kapatılan Serbest Fırkanın Aydın teşkilatını kurarak başkanı oldu. Bu parti kapatılınca CHPye girdi ve 1931 yılında bu partiden Aydın milletvekili seçildi... Demokrat Partiyi kurdu...CHPden ayrılan Adnan Menderes ve arkadaşları 7 Ocak 1946da Yeter, Söz Milletin diyerek Demokrat Partiyi kurdular. 1946 seçimlerinde Kütahya milletvekili olarak meclise girdi. Celal Bayardan sonra ikinci adam durumuna geldi. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53.5ini alarak iktidar oldu. On senelik DP iktidarının tek başbakanı oldu ve o döneme damgasını vurdu. Bu on senelik zaman içinde Türkiyenin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı. Türkiye kalkınma kavramıyla tanıştı...
... Ve 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan askerî darbeyle iktidardan indirildi. DP üyeleri Yassıadada yargılandılar. Dava sonunda Anayasayı ihlal suçundan; Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idama mahkum edildiler. Celal Bayarın cezası yaş haddi nedeniyle mühebbed hapse çevrildi. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961, Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961de İmralı Adasında idam edildi...


Son anlarında bile...
Menderesin de, Zorlu ve Polatkan gibi darağacına götürülürken, bilekleri arkadan bağlanmıştı. O anda bile vatanını ve milletini düşünüyordu. Son sözleri şunlar oldu:
Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın...
Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve Adnan Menderesin mezarı, 17 Eylül 1990da Devlet töreni ile İstanbulda yaptırılan Anıtmezara nakledildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yûnus Emre</label>

Yûnus Emrenin, Eskişehirin Mihalıççık kazâsına bağlı Yûnus Emre köyünde, 1320 (H.720) senesinde 80 yaşında vefât ettiği ve buraya defnedildiği kaynakların tetkikinden anlaşılmaktadır. (Vefâtı için başka târihler ve başka yerler de bildirilmektedir...)Çocukluğu hakkında bilgi olmayan Yûnus Emre, bir işâret üzerine genç yaşta büyük mutasavvıf Tapduk Emrenin dergahına gitti. Otuz seneden fazla onun hizmetinde bulundu ve ondan feyz aldı. Hattâ bâzı kaynaklar, Tapduk Emrenin kızını Yûnus Emreye verdiğini, hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydetmektedir... Üzüntüsünden dağlara çıktı!
Hazreti Yunus, Tapduk Emrenin hizmetinde bulunurken, mânevî âleminde bir ilerleme olmadığını zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara düştü. Yolculuğunda bir gün iki kimseye rastladı. Onlarla arkadaş oldu. Her öğün bunlardan biri duâ eder, duâlarının bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. Duâ sırası Yûnus Emreye geldi. O da duâ etti. Duâda, Yâ Rabbî benim yüzümü kara çıkarma! Arkadaşlarım kimin hürmetine duâ ettiyse, onun hürmetine duâmı kabûl et! dedi. Duâ bitince, iki sofra yemek geldi. Arkadaşları; Kimin yüzü suyu hürmetine duâ ettin? diye sordular. Yûnus Emre; Önce siz söyleyin dedi. Arkadaşları da; Biz, Tapduk Emrenin kapısında hizmet eden Yûnusun hürmetine diye duâ ettik dediler. Bunun üzerine Yûnus Emre durumunu anlayıp, tekrar Tapduk Emrenin dergahına döndü...


Bir garip ölmüş diyeler...
Hazreti Yunus, Tapduk Emrenin kapısının önüne yattı. Tapduk Emrenin gözleri görmüyordu. Kapının önüne varıp, ayağı bir şeye takılınca; Bu bizim Yûnus değil mi? diye sordu ve onu kabûl etti. O andan îtibâren Yûnus Emre, halkın dillerinden düşüremediği ilâhileri söylemeye başladı. Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar ip gibi düzgün idi. Hocası; Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun getirmiyormuşsun buyurunca; Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz cevâbını verdi.
Ölümü hiçbir zaman unutmayan bu mübarek zat, vefatından önce şu mısraları söyledi:
Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garip bencileyin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âdem Askalânî</label>

Tebe-i tâbiînden olan Âdem Askalânî (Âdem bin Ebî İyâs) hazretleri, 132 (m. 749)de Horasanda Merv şehrinde doğup 221 (m. 835)de, Abbasî halifelerinden Mutasım Billâhın halifeliği zamanında Askalânda vefât etti...

Âdem Askalânî, Bağdâdda yetişmiştir. Orada birçok zâttan ilim tahsil etti. Daha sonra, seyahate çıkıp, her birisi birer ilim ve irfan merkezi olan, Kûfe, Basra, Hicaz, Mısır ve Şama gitti. Buralarda büyük âlimler ile görüşüp onlardan ilim öğrendi ve birçok hadîs-i şerîf rivâyet etti. Daha sonra Askalâna dönüp orada yerleşti. Bu sebeble kendisine Âdem-i Askalânî denir...


Emin ve muteber bir zâttı


Hadîs kitaplarında, bu zâttan başka Âdem bin Ebî İyâs nâmında başka kimse yoktur. Kendisi, Şube bin Haccâc, İbn-i Yûnus, İbn-i Ebî Zib, Hammâd bin Seleme, Leys bin Sad gibi âlimlerden rivâyetlerde bulundu. Kendisinden de, İmâm-ı Buhârî, İmâm-ı Nesâî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce, Taberânî, Dârimî, Ebû Zûra, Ebû Hatim gibi zâtlar rivâyetlerde bulunmuşlardır.


Ebû Hatim diyor ki:


Âdem bin Ebî İyâs, Allahü teâlânın hayırlı kullarından biri olup, sika (güvenilir) emin ve muteber bir zâttı.


İmâm-ı Ahmed bin Hanbel buyuruyor ki:


Şube bin Haccâcın huzurunda, dâima hadîs-i şerîf zabtı (dinlediği hadîs-i şerîfleri yazmak) ile meşgul olan altı zâttan birisi de Âdem bir Ebî İyâstır.


Kendisine Verrâk denirdi


Âdem bin Ebî İyâs öğrendiği hadîs-i şerîfleri yazmak suretiyle toplar, buna çok itinâ gösterirdi. Ve bunun için de kendisine (Verrâk) denirdi. Kendisi şöyle diyor:


Ben Seri-ul-Hat idim. Yanî çok süratli yazı yazardım. Şube Bin Haccâcdan işittiklerimi hemen yazardım ve insanlar da benim yazdıklarımdan alırlardı.


Bu mübarek zatın, vefat etmeden önceki son sözleri şunlar oldu:


Mülk ve Melekûtun sahibiyle güzelleştim. İzzet ve Azamet sahibiyle terbiye oldum. Uyumayan, gafil olmayan bir Diriye tevekkül ettim. Öleceğim için gayet mesudum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Süfyân-ı Sevrî</label>

Süfyân-ı Sevrî hazretleri, zamânındaki büyük âlimlerden ilim ve edeb öğrendi. Hadîs ve fıkıh ilminde müctehîd oldu. Mekke-i mükerremeye gittiği zaman halk başına toplanır, bilmedikleri ve anlayamadıkları hususları sorarlardı. Hepsine teker teker cevap verir, müşkillerini hallederdi. Hâfızası çok kuvvetli ve fevkalâde idi. Hâfızam, kendisine tevdi ettiğim hiçbir şeyde bana ihânet etmedi buyurdu. Yâni öğrendiğim hiçbir şeyi unutmadım demek istedi. Yirmi yıl geceleri uyumadı ve hiç abdestsiz gezmedi... Ölüm gelmeden ona hazırlan!Bu mübarek zat, ölümü hatırladığında kendinden geçerdi. Kime rastlasa; Ölüm gelmeden önce ona hazırlan! derdi...
Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin genç yaşta beli bükülmüştü. Sebebini soranlara;
-Kendisinden ilim tahsil ettiğim bir hocam vardı. Vefatı esnâsında ona telkînde bulunduğum hâlde Kelîme-i tevhîdi getiremedi. Bu hâli görmek, benim belimi büktü, cevabını vermiştir.
Süfyân-ı Sevrî hazretleri, vefâtı yaklaştığında Abdullah bin Mehdîye;
-Beni yatağımdan indirip, yüzümü yere koyunuz. Çünkü vakit tamam oldu, buyurdu.
Abdullah bin Mehdî, mübareğin yüzünü toprağa koyup, dostlara haber vereyim, diye dışarı çıktığında, herkesi hazırlanmış olarak gördü.
-Size kim haber verdi? diye sorunca, hepsi de;
-Rüyâda Haydi kalkın, Süfyânın cenâze namazına hazırlanın diye bir nidâ işittik, dediler...
Bâzıları içeri girdiler. Süfyân hazretleri son anlarını yaşıyordu. Yastığının altından içinde bin altın bulunan bir kese çıkardı.
-Bunu sadaka olarak dağıtın, buyurdu.
Orada bulunanlar hayret edip, Allah Allah! Bu zât, dünyâ malına kıymet vermez, yanında dünyâlık bulundurmaz, hattâ dünyâlık olan hediyeleri de kabûl etmezdi. Bu kadar para biriktirmesinin hikmeti nedir? diye birbirlerine sordular. Konuşulanları duyunca, buyurdu ki:


Bu para ile dînimi korudum!
-Bu para ile dînimi ve bedenimi korudum. Şeytan Elbisen ve yiyecek şeylerin yok, bunlar için dünyâlık kazan diye ne kadar vesvese vermiş ise de, her defâsında İşte altın diyerek bu altınları göstererek onu başımdan kovdum. Bu altınları ona karşı silâh olarak kullandım...
Bundan sonra Kelime-i şehâdeti söyledi ve rûhunu teslim etti. Vefât ettiği gece;
Verâ ve dinde hassasiyet sâhibi olan Süfyân vefât etti diye bir nidâ duyuldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hayrünnessâc</label>

Hayrünnessâc hazretleri, Sırrî-yi Sekâtînin talebesi, Cüneyd-i Bağdâdî ve Ebül-Hüseyin Nûrînin akrânı idi. Ebû Hamza Bağdâdî ve başka zâtlarla görüşüp sohbet etti. Ebül-Abbâs ibni Atâ, Ebû Muhammed Cerîrî ve başka zâtlar kendisinden ilim öğrendiler. İbrâhim-i Havvâs, Ebû Bekr Şiblî ve başka birçok zâtlar, bunun meclisinde tövbe etti. Ebû Bekr Şiblîyi; lüzumlu ilimleri öğretmesi için Cüneyd-i Bağdâdîye gönderdi, o yetiştirdi... Güler yüzlü ve tatlı sözlü idi...Hayrünnessâc, insanlara vaaz ve nasîhat ederdi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatırdı. Güler yüzlü ve tatlı sözlü idi. Güzel ahlâkı ile herkesin kalbine tesir ederdi. Hilmi, yumuşaklığı, haram ve şüphelilerden sakınması, nefsinin arzularına muhâlefet etmesi, âlimlere ve evliyâya olan muhabbet ve bağlılığı, hep onlardan anlatması mükemmeldi. Sözleri çok tesirliydi. Kerâmetleri, nasîhatleri, hikmetli sözleri meşhûrdur.
Nafakasını temin etmek için bâzan dokumacılık yapardı. Sık sık da Dicle Nehri sâhiline gidip, sâkin bir yerde ibâdet ve tâatle meşgûl olurdu. Orada kendisine bez dokutanlardan bir kadın şöyle sordu:
-Bunun ücretini getirdiğimde, sizi bulamazsam ne yapayım?
O da, kadına şöyle cevap verdi:
-Dicleye atıver?


120 yaşında vefât etti...
Kadın bildirdiği günde borcu olan parayı getirdi, kendisini orada bulamadı, önceki emir üzerine, getirdiği parayı nehre attı. Bir müddet sonra Hayrünnessâc hazretleri geldiğinde, balıklar ağızlarında kadının attığı paralarla çıkıp kendisine teslim ettiler...
Bu mübarek zat, 933 (H.322) senesinde 120 yaşında vefât etti. Vefat edeceği gün, akşam namazını kılmak için kalktığında Azrail aleyhisselam gelerek, selam verdi. Ona şöyle dedi:
Ey Azrail! Ya Rabbimin emrini yerine getir, ya da ben onun emrini yerine getireyim. Hak teâlâ sana; Hayrünnessâcın canını al buyurdu. Bana da Namazını kıl diye emretti!..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri