Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çırağ-ı Dehli Nasîruddîn Mahmud</label>

Çırağ-ı Dehli Hindistanda yetişen Çeştiyye yolunun büyüklerindendir. Asıl adı Nasîruddîn Mahmuddur... Kendisine Çırağ lakabının verilmesi şöyle anlatılır: Nizâmüddîn Evliyânın dergâhının su ihtiyâcını karşılayacak bir sarnıç inşâ edilmekte idi. Gece yapılan bu işi aksatmak için, Sultan Gıyâsüddîn Tuğluk, yağ gönderilmesini durdurdu. Bunun üzerine Nizâmüddîn Evliyânın emri ile Nasîruddîn Mahmûd dereden su getirip, kandillere koydu. Su, yağ gibi yandı. Bundan sonra ona Çırağ lakabı verildi...Hep fakirlik içinde yaşardı...
Nasîruddîn Mahmûd, fakirlik içinde yaşardı. Üst üste hiçbir şey yemeden, iki gün oruç tuttuğu olurdu. Kendisini ziyârete gelen olursa; hocasının kıymetli cübbesini giyer, onları öyle karşılardı. Onlar gidince cübbeyi çıkarır, eski elbiselerini tekrar giyerdi. Hâli vakti iyi olduğu zamanlarda, kendisi her gün oruçlu olur, müsâfirleri ile talebelerine lezzetli yemekler ikrâm ederdi. Müsâfirlerine bizzât hizmet etmekten zevk duyar ve onlar yerken tatlı tatlı anlatırdı...
Bu mübarek zatın vefâtı yaklaştığı sırada, en sevdiği talebesi Mevlânâ Zeynüddîn Ali, hocasının yerine mânevî bir halef tâyin edilmesi zarûretini hissederek, hocasına şu şekilde arz etti:
-Efendim! Talebeleriniz arasında kıymetliler vardır. Onlardan birini mânevî halîfeniz olarak tâyin ederseniz, bu yolun eski âdet ve gelenekleri, şimdiye kadar olduğu gibi, devâm etmiş olur...


Emâneti kimseye vermedi!
Bu teklif üzerine Nasîruddîn Mahmûd, Mevlânâ Zeynüddînden bu vazîfe için uygun bulduğu talebelerin listesini kendisine getirmesini söyledi. Mevlânâ Zeynüddîn Ali, talebeleri birinci, ikinci ve üçüncü derece olarak üç sınıf hâlinde seçerek hazırladığı listeyi hocasına arz etti. Bu isimleri gözden geçirdikten sonra, Nasîrüddîn Mahmûd;
-Şüphesiz bunlar, dînini sevenlerdir. Fakat korkarım ki, hiçbirisi diğerinin yükünü omuzlarında taşıyamazlar, buyurdu.
Bu açıkça, verilen listeye hayır mânâsında bir cevaptı. Gerçekten de öyle oldu. Hocasından kendisine geçen bu yolun emânetlerini kimseye vermedi ve kendisinde götürdü...
Nasîruddîn Mahmûd Çırağ, 1356 (H.757) senesi Ramazan-ı şerîf ayının on sekizinde vefât etti. Büyük bir kalabalık tarafından kılınan cenâze namazından sonra Dehli dışına defnedildi. Kabri üzerine türbe yapıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dertlilerin sığınağı Bennân el Hammâl</label>

Bennân-ı Hammâl hazretleri, Mısırda yaşamış olan velilerdendir. Ebu İmran-ı Kebirin talebesidir. Cüneyd-i Bağdâdî ile sohbetleri oldu. İbrahim Havvas ile görüşürdü. Ebül-Hüseyn Nurinin hocasıdır. Birkaç defa yürüyerek hacca gitti. Kerametleri bütün Mısıra yayıldı. Birçok kimse onun duasını almak ve derdine deva aramak için ona koştular. Bilhassa hastalar, onun mübarek nefesinden şifa bulurlardı. Ona ibâdet ve itâat ederlerBennân-ı Hammâl hazretleri buyurdu ki:
Allahü teâlâ semâyı yedi kat yarattı. Her katta mahlûklar ve melekler yarattı. Bunlar Ona ibâdet ve itâat ederler. Birinci kat, yâni dünyâ semâsında bulunanların ibâdeti korku ve ümid üzere bulunmaktır. İkinci semâda bulunanların ibâdeti, muhabbet ve hüzün üzere bulunmaktır. Üçüncü semâda bulunanların ibâdeti, minnet ve hayâ üzere bulunmaktır. Dördüncü semâda bulunanların ibâdeti, şevk ve heybet üzere bulunmaktır. Beşinci semâda bulunanların ibâdeti, münâcaat ve iclâl, saygı üzere bulunmaktır. Altıncı semâda bulunanların ibâdeti, inâbet, tövbe ve tâzim, saygı gösterme üzere bulunmaktır. Yedinci semâda bulunanların ibâdeti ise, mürüvvet, cömertlik ve kurb, yakınlık üzere bulunmaktır.
Tövbe iki çeşittir. Biri avâmın tövbesi, biri de seçilmişlerin tövbesidir. Avâmın tövbesi günâhlardan tövbedir. Seçilmişlerin tövbesi gafletten tövbedir. Avâm ile havâsın, seçilmişlerin tövbelerinde fark vardır. Avâm, günahlardan ve kötülüklerden tövbe eder. Havâs ise bunları zâten işlemez. Fakat onların tövbesi yanılmaktan, gaflete düşmekten ve yaptığı ibâdet ve tâatı sebebiyle kendini beğenme korkusundan tövbedir.


Bütün günahlarımla geliyorum
Bennân-ı Hammâl hazretleri 928 (H. 316) senesi ramazan ayında vefat etti. O sırada Kurân-ı kerim okuyordu. Ruhunu teslim edeceği sırada buyurdu ki:
Allahım! Bütün günahlarımla sana geliyorum. Bütün rahmetinle bana geldiğini de yaşıyorum. Beni Resulullah efendimize bağışla!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırın fakihi Abdullah ibni Vehb</label>

Abdullah ibni Vehb, küçük yaşta ilim tahsîline başladı. İlim öğrendiği hocalarının sayısı üç yüz yetmiş civarındadır. Bunların en meşhurları İmâm-ı Mâlik, Havye bin Şüreyh, Saîd bin Ebî Eyyûb, Leys bin Sad, Süleymân bin Bilâl, İbn-i Cüreyc, Süfyân-ı Sevrî ve Süfyân bin Uyeyne hazretleri gibi büyüklerdir. İmâm-ı Mâlik hazretlerinin derslerinde kemâle gelip olgunlaştı. İmâm-ı Mâlik hazretleri, Abdullah bin Vehbe yazdığı mektuplarda; Mısırın fakihi (fıkıh âlimi) Ebû Muhammed Müftî diye hitâb ederdi. Niçin kabûl etmiyorsunuz?Hazret-i Abdullah bin Vehb, fıkıh ilminde de çok yüksek idi. Bu yüzden, kendisi için; Hadîs ilmi ile fıkıh ilmini cem eden zat buyuruldu. Bir defâsında, İmâm-ı Mâlikin huzurunda, İbn-i Kâsım ile İbn-i Vehbden bahsediliyordu. İmâm-ı Mâlik hazretleri; İbn-i Vehb bütün ilimlerde âlimdir. İbn-i Kâsım ise sadece fakîhdir buyurdu. Medîne ahâlisi bir meselede ihtilaf ettikleri vakit, İbn-i Vehbin gelmesini beklerler, geldiği zaman ihtilaf ettikleri meseleyi kendisine arz edip verdiği fetvâyı kabûl ederlerdi.
Zamanın halîfesi, kendisine mektup yazıp, kâdı olması için teklifte bulundu ise de, mesûliyetinin çok ağır olması sebebiyle kabûl etmedi. Niçin kabûl etmiyorsunuz? Allahü teâlânın kitâbı, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünneti ile hüküm verirsiniz diyenlere; Bilmiyor musunuz? Kıyâmet günü âlimler peygamberler ile ve kâdılar sultanlar ile berâber haşr olunacaklar, berâber diriltilecekler buyurdu.


Kıyâmet halleri okunurken...
Bir gün huzurunda kendisinin telif ettiği Kitabu Ahvâl-il Kıyâme isimli eserinden, kıyâmet hallerine ait mevzular okunuyordu. Kitap bittiğinde, benzi sararmış, yüzünün kanı çekilmişti. Bundan sonra hiç konuşamadı ve birkaç gün sonra vefât etti.
Abdullah ibni Vehbin son sohbetindeki nasîhati şöyle oldu:
Kişinin beğendiği şeyi başkası için de beğenmesi güzel olur. Kendisine faydası olmayanın başkasına faydası olmaz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve hadîs âlimi Mesrûk bin el-Ecdâ</label>

Mesrûk bin Ecda el-Kûfî hazretleri, aslen Yemenlidir. Hazret-i Ebû Bekir zamânında Medîne-i münevvereye geldi. Daha sonra Kûfeye yerleşti. Kadisiye Savaşına katıldı. Geçimini Fırat Nehrinden su getirip satmakla temin ederdi. Hazret-i Ömer ona İsmin nedir? diye sordu. Mesrûk bin el-Ecdâ diye cevap verdi. Hazret-i Ömer; Ecdâ şeytandır. Sen Mesrûk bin Abdurrahmânsın buyurdu. Bundan sonra bu isimle tanındı. Ecdâ lügatta, çekişip, kötü söz söyleyen mânâsına gelmektedir. O, Kûfe ehlinin en âbidiMesrûk bin Abdurrahmân, Ebu Bekirin arkasında namaz kıldı. Hazreti Ömer ve Hazreti Osmanı gördü. Üç kardeşiyle beraber Kadisiyede bulundu, onlar şehid oldular. Kendisi yaralanarak çolak kaldı. Kadı oldu. Çoluk çocuk sahibiydi, ihtiyacı olduğu halde kadılıktan ücret almıyordu. Kanaatkârdı, zahiddi. Bir gün hanımı gelerek Bugün çocukların yiyeceği yoktur dedi. Tebessüm ederek Allah onların rızkını muhakkak verecektir dedi. Çok geçmeden bol rızka kavuştular.
Rivâyet etmiş olduğu hadîs-i şerîfler sahîh olup, Kütüb-i Sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yer almıştır. İbn-i Hibbân, onun sika (güvenilir, sağlam) râvilerden olduğunu zikredip; Mesrûk, Kûfe ehlinin en çok ibâdet edenlerindendi demiştir. Hanımı diyor ki: O kadar uzun namaz kılardı ki, ayakları şişerdi. Allahü teâlâya yemin ederim ki, fırsat bulup onun arkasına oturduğum zaman hâline acır ve ağlardım.


Size dünyayı göstereyim mi?
Ramazanda imâm olduğunda bir rekatta Ankebût sûresini baştan sona okurdu. Hacca gittiği zaman secdeden başka bir şey için başını yere koymamış, hiç uyumamış hep ibâdetle meşgûl olmuştur.
Bir gün talebelerinden bir kısmıyla çıkıp, onları Kufenin çöplüğüne götürerek Size dünyayı göstereyim mi? İşte bu çöplük dünyadır, onu yediler yok ettiler, onu giydiler eskittiler, ona bindiler zayıflattılar, orada birbirlerinin kanlarını döktüler, orada haramları helal saydılar, orada akrabalar birbirleriyle akrabalık bağlarını kestiler dedi.
Vefatında son sözü şu oldu:
Ne altınım ne gümüşüm var. Kılıcımdakiler hariç. Onu satarak beni kefenleyin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mütevazı şair Yenişehirli Avni</label>

Avni, on dokuzuncu yüzyıl divan şairidir. 1826da, bugün Yunanistan sınırlarında kalan Yenişehirde (Larissa) doğdu. Asıl adı Hüseyindir. Fenarlı Sıdkı Ebu Bekr Paşanın oğludur. Arabi, Farisi ve Rumcayı çok iyi biliyordu. Vidin Valiliği sırasında Abdurrahman Sami Paşaya katiplik yaptı (1853). Daha sonra İstanbula geldi. Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhi Nazif Dedeye damad oldu. Mustafa Nuri Paşanın Bağdat Valiliği ve Irak Müşirliği sırasında onunla birlikteydi... İstanbulda vefat etti...
Avni, İstanbula döndükten sonra, bir ara Geliboluya gitti. Tekrar İstanbula döndü. Ömrünün son zamanlarını Üsküdar Bidayet Mahkemesi azası olarak geçirdi. Eşi ve oğlunun arka arkaya ölmeleri üzerine maddi ve manevi yönden çok sarsıldı ve ömrünün son zamanlarını sıkıntı içinde geçirdi. 7 Ekim 1883te İstanbulda vefat etti. Vasiyeti üzerine Eyüpte defnedildi.
Mevlevi yolunda olan Avni, derviş bir hayat yaşayıp şöhretten kaçmıştır. Bu sebepten eserlerini sağlığında yayınlamamıştır.
Avni Beyin kıymetli bir şair olduğu çeşitli yazarlar tarafından bildirilmiştir. Türkçe şiirleri yanında Farisi şiirleri de başarılıdır. Ancak mütevazı bir hayat yaşadığından şairler arasında layık olduğu yeri alamamıştır. On dokuzuncu asırda batı şiirine özenen şairler, divan şiirine ve divan şairlerine gereken önemi vermemişler ve cephe almışlardır. Bu kutuplaşma içinde Yenişehirli Avni eski şiirimizi devam ettirenler grubunda olup, Encümen-i Şuara arasında yer almıştır.


Mecbur gelip cihana...
Avni Beyin son günlerde söylediği bir rubai:
Bu deyr-i fenadan ki mükedder gitdim
Dil-haste vü dil-figar u muğber gitdim
Bu amed ü şüdde ihtiyarım yokdur
Mecbur gelip cihana muztar gitdim
(Bu geçici dünyadan kederli, gönlü hasta ve yaralı gittim. Bu geliş-gidiş benim elimde olmadığından, cihana gelişim mecburi olduğu gibi, ayrılışım da sıkıntı iledir.)
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nurlu Dede Ömer Rûşenî</label>

Güzelhisarda doğup yetişen Ömer Rûşenî, ilim tahsîli için Bursaya geldi. Yeşil Câmi imâretinde bulunan medreseye yerleşti. Orada bir müddet zâhirî ilimleri tahsîl ettikten sonra, içinde tasavvuf yoluna girme arzusu çoğalıp, Bursadan ayrılarak Karaman beldesine gitti. Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretlerinin büyük kardeşi Alâeddîn Ali Aydınînin talebeleri arasına girdi. Daha sonra Baküye giderek, Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretlerinin sohbet ve hizmetine girdi. Kısa zamanda yükselerek hocasının önde gelen talebelerinden ve halîfelerinden oldu... İlim ve feyz kaynağı olduÖmer Rûşenî, hocasının vefâtından sonra onun yerine irşâd, insanlara doğru yolu anlatma vazîfesi yaptı. Bir müddet Karabağ, Gence ve Tebriz civârında insanlara rehberlik yaptı. Akkoyunlu sultanlarının dâveti üzerine Tebrize gitti. Orada kendisi için yaptırılan zâviyeye yerleşti. Vefâtına kadar orada hizmet etti. İlim ve feyz kaynağı oldu. Talebelerinin en yükseklerinden birisi, Halvetiyye yolunun kollarından olan Gülşeniyye kolunun kurucusu olan ve Gülşenî diye tanınan İbrâhim bin Muhammed hazretleridir...
Dede Ömer Rûşenî, vefâtından on beş gün önce, Sultan Hasan onu dâvet etti. Meşhur âlimleri ve velîleri de çağırmıştı. Sultan bir ara âlimleri göstererek, şikâyette bulundu. Bunun üzerine Dede Ömer Rûşenî sultana şöyle nasihat etti:
Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Dînin direkleridir. Onların kalplerinde Allahü teâlânın kelâmı Kurân-ı kerîm, Onun mübârek isimleri ve ilmi vardır. Onların bereketli nefeslerini koklayıp, Cennet kokularına kavuşasın.


Âlimlerin etleri zehirlidir!
Âlimlere hürmet husûsunda âyet-i kerîmeler vardır. Bu hususta hadîs-i şerîfler de çoktur. Dolayısıyla âlimlere hürmet mutlaka lâzımdır. Âlimleri kim zemmedip kötülerse, onların etlerini yemiş gibi olur. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; Âlimlerin etleri zehirlidir. Kim koklarsa hastalanır. Kim yerse ölür! buyurdu.
Sonra müsâfeha edip vedâlaştı. Bu vedâdan sonra artık sohbet etmedi. Vefâtına kadar talebesi İbrâhim Gülşenî hizmetinde bulundu.
Kabri, Tebrizde kendi adına Selçuk Hâtun tarafından yapılan dergâhdadır..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmâm Efendi Osman Bedreddin</label>

Osman Bedreddin (İmâm Efendi), Mahmud-ı Saminî hazretlerinin talebesidir. Onun huzurunda kısa zamanda kemâle erdi ve on sekiz gün gibi kısa bir zamanda icâzet aldı. Bu mübarek zat da hocası gibi, hayâtı boyunca dâimâ insanları saâdete kavuşturmak için çalıştı. Vaaz ve nasîhat etti...Osman Bedreddin hazretleri vefâtından birkaç gün evvel vasiyetini yazdı. Vefât ettiğinde, halk arasında çok sevildiğinden, cenâzesinde büyük bir kalabalık toplandı. Harputta Meteris Kabristanına defnedildi... Şâhitlik etmenizi istiyorum
Osman Bedreddin hazretleri, âilesine, akrabâlarına ve sevenlerine şöyle vasiyet etti:
Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım! İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Lütuf ve ihsânına karşı Allahü teâlâya hamd ederim. Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü teâlânın emri üzerine âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son nefesimde düşmanımız olan nefis ve şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem. Ancak, İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde Müslümanlığıma şâhitlik etmenizi istiyorum.
Allahü teâlânın birliğine inanıyorum, elhamdülillah. Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm Onun kulu ve resûlüdür. Yalnız Allahü teâlâ vardır. Onun ortağı yoktur. Mülk Onundur. Hamd Ona mahsustur. O, her şeye kâdirdir...
Ben âciz ve günahkâr bir kulum. Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allahü teâlâ (Şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder. (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-i kerîmesini kendime delil edinip tövbe ederek, Rabbimin rahmetine sığınıyor, Peygamber efendimizin şefâatine kavuşmayı ümid ederek gidiyorum...


Hüsn-i hatîme nasîb eylesin!
Evliyâullahın, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ve Nakşibendiyye büyüklerinin bu günahkâr kula mânevî yardımlarını ümid ederim. Bilhassa Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, Muhammed Behâeddîn Buhârî, pîrim Mevlânâ Hâlid, Şeyh Ali Sebtî, hocam Mahmûd Sâminî ve babamın mânevî yardımlarını ve Allahü teâlânın katında bu fakîre şefâatçi olmalarını ihsân ve ikrâmlarından ümîd ederim...
Vefât ettiğimde üzerime Kurân-ı kerîm okuyunuz. Allahü teâlâ bu âcize ve bütün din kardeşlerime îmân ve hüsn-i hatîme nasîb eylesin! Âmin...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İstanbul velîlerinden Sünbül Sinân Efendi</label>

Sünbül Sinân Efendi, bülûğ çağına kadar Ispartanın Borlu kasabasında ilim tahsîl etti. Oradan İstanbula geldi. Fâtih Sultan Mehmed Hân ve Sultan İkinci Bâyezîd Hân devrinin meşhûr âlim ve velîlerinden olan Efdalzâde Hamîdüddîn Efendiden ders aldı. Ayrıca Çelebi Halîfe ismi ile şöhret bulan Muhammed Cemâleddîn Efendinin de derslerine katıldı. Çelebi Halîfe onu sık sık odasına çağırır, baş başa sohbetlerde bulunurdu. Sünbül Sinâna bol bol teveccüh eder, kalbinde bulunan feyzleri, onun kalbine akıtırdı...

Hocası Mısıra gönderdi...
Çelebi Halîfe, zâhirî ilimlerde de bildiği ne varsa, hepsini Sünbül Sinâna öğreterek, halîfesi olacak şekilde yetiştirdi ve bu bilgileri pekiştirmesi için onu Mısıra gönderdi...
Sünbül Sinân Efendi, Mısır halkına Ehl-i Sünnet îtikâdını bildirmek, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmek üzere emredilen yere gitti. Daha sonra hocasının vasiyeti üzerine tekrar İstanbula geldi. Daha önce giden hacılar tarafından, Çelebi Halîfenin vefât ettiği ve Sünbül Sinân Efendiyi yerine halîfe bıraktığı haberi İstanbula gelmişti...
İstanbullular, Sünbül Sinân Efendiyi büyük bir kalabalık hâlinde karşıladılar. Kocamustafapaşadaki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sünbül Sinân hazretlerine büyük bir hürmetle bağlandılar. Osmanlı Devletinin en büyük Şeyhül-islâmlarından Ahmed ibni Kemâlpaşa, Sünbül Sinâna büyük bir hürmet gösterir, geldiği zaman, kendisini en üst tarafa oturturdu...


Taşradan ilk gelen dost!..
Sünbül Sinân hazretleri 1529 (H. 936) da hastalandı. Vefâtından önce talebeleri;
-Efendim! Sizden sonra kime tâbi olalım? diye sordular. Onlara;
-Taşradan ilk gelecek dostumuz yerimize geçecek, buyurdu.
Sünbül Sinân Efendinin vefâtından sonra, talebeler, merakla taşradan gelecek olan dostu beklediler. Bu sırada Manisada bulunan talebesi ve damadı Merkez Efendinin gönlüne bir kor düşüp yollara düştü. Hocasının vefâtından on gün sonra İstanbula geldi. Beklenen dostun kim olduğu o zaman anlaşıldı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebu Said Harraz ve güzel yüzlü genç...</label>

Bağdâtın büyük velîlerinden Ebu Said Harraz, dokuzuncu asırda yaşadı. İsmi Ahmed, babasının adı Îsâdır. Künyesi Ebû Saîd olup, Harrâz lakabıyla meşhûr olmuştur. Tasavvufta ona tâbi olanların mensûb olduğu yola Harrâziye denmiştir. Bu mübarek zat Bağdatta doğmuş ve 890 (H. 277) senesinde orada vefât etmiştir...Zamânında yaşayan evliyânın imâmı sayılan Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri; Zünnûn-i Mısrî, Sırrî-i Sekatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Nebâcî, Ebû Ubeyd Busrî gibi büyük velîlerin sohbetinde bulunup tasavvuf yolunda yetişti. Yüksek derecelere kavuştu...
Tasavvuf yolunda yüksek dereceye kavuşmuş bir velî olan Ebû Saîd-i Harrâz, verâ yâni haram ve şüphelilerden sakınmak ve riyâzette yâni nefsin isteklerini yapmamakta gâyet ileriydi. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çok çalışırdı. Allahü tealâya yönelen ve Ondan başka her şeyi unutan bir kula, sen neredensin, murâdın nedir diye sorulsa, şüphe yok ki, Allah der ve bundan daha güzel vereceği hiçbir cevap yoktur buyururdu.
Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri Allahü teâlânın ismini çok anar, Onun rızâsına kavuşmak için çok zikretmek gerektiğini bildirirdi. Bu hususta; Kulun bu yolda gıdâsı, Allahü teâlânın zikri, yatağı da toprak olmadıkça şeref sâhibi olamaz buyururdu.
Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri ihlâs sâhibi olup, yaptığı her işi Allahü teâlânın rızâsına uygun yapardı. Başkalarına da ihlâslı olmayı tavsiye ederdi.
Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: Eğer Allahü teâlâ bizden Ebû Saîd-i Harrâzın yaptığının hakîkatini taleb etse, muhakkak ki hepimiz helâk olurduk.
Başka bir âlim ise Ebû Saîd-i Harrâz ömrü boyunca ayakkabı dikiciliği yaptı. Fakat iki dikiş arasında aslâ Allahü teâlâyı unutmadı dedi.


Âşıklar ölseler de diridirler!..
Ebû Saîd-i Harrâz anlatıyor: Mekkede Beni Şeybe kapısında güzel yüzlü bir gencin vefat ettiğini gördüm. Yüzüne bakınca bana tebessüm etti ve Ey Ebû Saîd! Bilir misin ki âşıklar ölmez, ölseler bile diridirler, sadece bir yerden öbür yere intikal ederler, işte o kadar! dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Ebû Bekrin torunu Abdülkâdir Sıddîkî</label>

Hazreti Ebû Bekirin torunlarından ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimi olan Abdülkâdir Sıddîkînnin doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. Nisbetinden Bağdadlı olduğu anlaşılmaktadır. Abdülkâdir Sıddîkî, devrinin büyük âlimlerinin ders ve sohbetlerinde bulunarak yetişti. Zamânındaki âlim ve velîlerin önde gelenlerinden oldu. Fazîletler sahibi, âlim, ârif, âbid ve velî bir zât idi. İnsanlara İslamiyeti doğru şekilde öğretmek için çırpınırdı. Keşf ve kerâmet sahibi idi. Kudüse yerleşti.
Talebesi Seyyid Muhamed bin Îsâ içinden çıkılmaz bir mesele ile karşılaşınca, Abdülkâdir Sıddîkî hazretlerine sual ederdi. O da başını eğer, bir müddet düşündükten sonra; Niçin kesin söylemiyorsunuz!
-Ümid olunur ki bu suâlin cevâbı şöyledir, diyerek talebesinin kalbini rahatlatırdı.
-Efendim! Mademki bu suâlin cevâbı böyledir. O halde niçin katî, kesin olarak değil de, ümid olunur ki diye tahminî bir ifâde kullanıyorsunuz? diye sorunca talebesine;
-Allahü teala kibirlenmekten muhafaza buyursun. Çok biliyorum durumuna düşmemek, böbürlenmemek için öyle söylüyorum, cevâbını verirdi...
Bu mübarek zatın, Şeyh Abdülganî Nablüsî hazretlerinin kasîdesine şerhi, vahdet-i vücûd hakkında bir risâlesi ve başka risâleleri de vardır...
Bir gün Abülkâdir Sıddîkî, talebesi Seyyid Muhammed bin Îsâya;
-Bana amcamın oğlu Seyyid Mustafa Sıddîkîyi çağır! dedi. Seyyid Mustafa gelince, orada bulunan bir sandığın anahtarını ona vererek buyurdu ki;


Vasiyeti yerine getirildi...
-Ey amcamoğlu! Allahü teâlâ bilir ama benim âhirete gitme vaktim yaklaştı. Vefâtımdan sonra beni en güzel şekilde techiz et. Seyyid Îsânın (talebesinin babası) yanına defnet. Çünkü onun rûhâniyeti şu anda burada bulunuyor ve benim kabrimin onun kabrine yakın olacağını haber veriyor. Vefâtımı bugünün akşamında bekleyin, dedi.
Bildirdiği gibi o gün akşam vefât etti. Vefât tarihi 1735 (H.1148)dir. Amcasının oğlu da vasiyetlerini aynen yerine getirdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavv1f Bedîuddîn Sehârenpûrî</label>

Hindistanda yetişen velîlerden Bedîuddîn Sehârenpûrî hazretleri, akli ve nakli ilimlerde âlim idi. Dünyaya hiç meyletmez, haramlara düşmek korkusuyla şüphelilerden sakınırdı. İmam-ı Rabbânî hazretlerin hizmet ve sohbetinde uzun zaman bulundu ve çok hallere ve yüksek derecelere kavuştu. Hilafet-i mutlaka ile tedrise mezun olup, çok talebesini tasavvufta yüksek derecelere eriştirdi... Talebe olmadan önce...
Bedîuddîn Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine talebe olmadan önce memurluk yapıyordu. Zaman zaman hazret-i İmâmın yâni İmâm-ı Rabbânînin sohbetlerini dinlemeye giderdi. Bedîuddîn Sehârenpûrî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine memuriyeti bırakıp, hep hizmetinizle şerefleneyim diye arz ettiğinde;
-Bu sefer bırakma, buyurdu. Ne kadar ayrılmayı söylediyse râzı olmadılar...
Bir ara senelik izne ayrılmıştı. Saltanat merkezi Ekberâbâddan ayrıldığı ilk gün, Burhânpûra gidinceye kadar, her gün sabahtan akşama kadar, hocası hazret-i İmâmı yanında görürdü... Gelirler, insanlar arasında onun elini tutup kenara çekerler ve terbiye ederlerdi. Bu günlerde hiçbir gün ve hiçbir zaman ondan ayrılmadılar...
Bedîuddîn Sehârenpûrî, bir gün Allahü teâlânın ismini anarken bir anda kendini Resûl-i ekremin sohbetinde gördü. Birisi; Yâ Resûlallah! Siz kuşluk namazını kılar mısınız, yoksa, kılmaz mısınız? diye suâl etti. Resûlullah efendimiz cevap vermediler. Bedîuddîn Sehârenpûrî arz etti ki: Yâ Resûlallah! Hocam İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu namazı kılıyor. Onun hâli öyledir ki, sizin yapmış olduğunuz her ameli yapar...
Resûl-i ekrem efendimiz biraz murâkabeden sonra, mübârek başlarını kaldırıp; Senin hocanın yaptığı her amel haktır, doğrudur ve bizim amelimizin aynıdır. Biz de bu namazı kılıyoruz buyurdular.


(Dünya ne güzel binektir)
Her fânî gibi bu mübarek zat da, Hicri onbirinci asrın sonlarında vefat etti. Vefatı sırasında buyurdu ki:
-Kardeşlerim, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapmak, dünya ve ahiret kazançlarının toplamıdır. Dünyayı binek yapın, âhireti baş tacı. Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurdular ki: (Dünya ne güzel binektir. Ona binin, sizi ahirete ulaştırır.)
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hasan-ı Basrî ve Mecûsî komşusu</label>

Hasan-ı Basrî hazretlerinin Şemûn adlı mecûsi komşusu hastalanmıştı. Onun, bu hastalıktan kurtulamayacağını anlayan Hasan-ı Basrî hazretleri yanına gitti ve ona Kelime-i tevhîdi telkîn ederek buyurdu ki:-Ey Şemûn! Uzun yıllar ateşe taptın, gece ve gündüz yaratıcı sanarak ona secde eyledin. Bu sebeple yerin ateş olacaktır. Ancak şimdi ölmeden Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah deyip, Hakkın dergâhına vardığında kendine Cenneti mekân bulasın!.. Azâba uğramak istemiyorsan!
Mecûsî bâzı bahâneler ileri sürerek îmân etmek istemedi. Hasan-ı Basrî hazretleri buyurdu ki:
-Îmânla şereflenenler Cehennem ateşine girseler bile elîm azâba uğramazlar. Hattâ Cehennem ateşi bile îmânı kuvvetli bu kişilere pek tesir etmez. Cehennem müminlere şöyle hitâb eder: Günâha müptelâ olanlara günâhları kadar azâb olursa da sonra çok sevaplara kavuşurlar. Ama kâfirler ebedî, sonsuz azâb içinde nice bin türlü eziyete düçar olacaklardır.
-Ey Şemûn, Hak teâlâ müminleri dünyâda da kerâmet ehli kılıp, hakîkati göstermek için peygamberlerin vârisleri olarak onları kuvvetlendirmiştir. Eğer diğer ateşe tapanlar gibi acıklı bir azâba uğramak istemiyorsan, gel ikimiz elbiselerimizi çıkarıp yanan fırına girelim. Bakalım hangimizin bedenini ateşin alevleri yakmayacak!..
Hasan-ı Basrî orada yanan bir ateşin içine kollarını sıvayıp soktu ve;
-Ey Şemûn! Ateş dünyâ ve âhiret mahlûkudur ve Hakkın emriyle yakar. Allahın emriyle ateşin mizâcı su gibi, suyun mizâcı ateş gibi olur buyurarak kor hâlindeki ateşten kollarını çekti. Fakat ellerinde en ufak bir yanma alâmeti görülmedi.


Affa lâyık olur muyum?..
Bu hal karşısında kalbi yumuşayan mecûsî, İslâma meyletti ve;
-Ey Hasan! Bu kadar telef edilmiş ömürden ve işlediğim kötülüklerden sonra, Kelîme-i tevhîdi söylemekle affa ve merhâmete lâyık olur muyum? dedi. Hasan-ı Basrî hazretleri; Evet buyurdu. Mecûsî;
-Eğer bir ahitnâme yazıp bana kefil olursan, îmâna gelirim. Yoksa korkarım, dedi.
Hasan-ı Basrî gereken teminâtı vererek onun Kelîme-i tevhîd ile îmân etmesine vesîle oldu. Şemûn Hakkın affına kavuştu. Sonra da vefât etti. İsteği üzerine ahidnâme ile birlikte mezârına koyup defnettiler.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri