Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Abdullah bin Mürteiş</label>

Büyük mutasavvıf Abdullah bin Muhammed Mürteiş, aslen Nişâburun Hîre nâmıyla meşhûr mahallesinden olup Bağdâda yerleşmişti. Şunûziyye Mescidinde sohbetine devam edenlere Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatır, dünyanın zevk ve eğlencelerinin geçici, âhiretin ise ebedi olduğunu bildirirdi. Bu mübarek zat, Ebû Hafs-ı Haddâdın talebelerindendir. Ayrıca Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Osman Mağribî ve diğer büyük zâtlarla görüşüp sohbet etti. Kısa zamanda yetişip Irakta zamânının bir tânesi oldu. Dünyâya düşkün olmaması, haram ve şüphelilerden çok sakınması belli başlı vasıflarıydı.
Tasavvuf güzel ahlâktır
Hocası Ebû Hafs-ı Haddâd, Abdullah Mürteişe ilim öğrenmesi için seyâhat etmesini söylemişti. Hocasının bu emrine uyarak, ilim öğrenmek için her sene kilometrelerce yol yürür, uğradığı bir şehirde on günden fazla kalmazdı.
Bu büyük zat bir gün buyurdu ki:
Tasavvuf güzel ahlâktır. Bu da üç kısımdır: Birincisi, Hak ile beraber olmak yâni Allahü teâlânın emirlerine uymak ve bu hususta gösterişten uzak durmaktır.
İkincisi halk ile beraber olmak. Bu da büyüklere karşı saygı ve edeb, küçüklere karşı şefkat, emsallere ise insaflı ve âdil davranmakla olur.
Üçüncüsü nefse sâhib olmak. Bu ise nefsin boş isteklerine, hevâ, hevese ve şeytana uymamakla olur. Kim bu üç husûsu nefsinde doğru bir şekilde tatbik ederse güzel huylulardan olur...
Abdullah bin Muhammed Mürteiş, 939 (H. 328) senesinde Bağdâdda Şunûziyye Mescidinde vefât etti.
Hastalığı artıp vefâtı yaklaştığı sırada huzûrunda bulunan sevenlerine borcu olduğunu, elbisesini satmalarını ve borcunu ödemelerini söyledi. Sonra buyurdu ki:


Aranızda sevmediğim kimse yok
-Allahü teâlâya duâ edip bana üç şeyi nasîb etmesini istedim. Birincisi pekçok dost ve büyük zâtlarla görüşüp sohbet ettiğim Şunûziyye Câmiinde vefât etmek. İkincisi vefât edip, dünyadan ayrılırken dünyalık bir şeyimin olmamasını istedim. Şu altımda serili olan hırkamdan başka bir şeyim yok! Ben vefat edince onu da altımdan alıp satın. Parasıyla bir şeyler alın ve fakirlere verin...
Üçüncü isteğim de şu idi: Ben vefât ederken yanımda sevmediğim kimse bulunmasın. Burada bulunanların hepsini seviyorum. Şu anda aranızda sevmediğim kimse yok. Elhamdülillah bu arzumun üçü de oldu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanefi fıkıh âlimi Alâüddin Haskefî</label>

Alâüddin Haskefî, Suriyede yaşamış olan Hanefi fıkıh âlimidir. Hanefi mezhebi fıkıh kitaplarının en kıymetlilerinden olan Dürr-ül-Muhtar kitabının müellifidir. 1612 (H.1021) senesinde Diyarbakır vilayetine bağlı Hasankehf kazasında dünyaya geldi. ıÜü(Burada yeri gelmişken belirtelim ki, Dürrül-Muhtar Hanefi fıkıh kitabı olan Tenvîru-Ebsar kitabının şerhidir. Alâüddin Haskefî tarafından ed-Dürrül-Muhtâr fî Şerhi Tenvîrül-Ebsâr adıyla şerhedilmiş. Bu şerhe İbni Abidin hazretleri tarafından Reddül-Muhtâr aled-Dürrül-Muhtâr adıyla bir hâşiye yazılmıştı, ki bu hâşiye İbni Abidin adıyla medreselerde uzun süre okutulmuştu.
Seyyid Ahmet Tahtavî tarafından Hâşiye aled-Dürrül-Muhtar Şerhu Tenvîru-Ebsar adıyla dört cilt olarak genişletilmiş. Bu hâşiye Ayntablı Abdürrahim Efendi tarafından Türkçeye çevrilmiş. Dürrül-Muhtarın bir hâşiyesi de İbrahim Halebî tarafından Tuhfetul-Ahyâr aled-Dürrül-Muhtar adıyla yapılmıştır. Molla Miskin Şerhi de vardır.) İlk ilim tahsilini babasından aldı
Alâüddin Haskefî hazretleri, ilk ilim tahsilini babasından aldı. Daha sonra Şama giderek burada meşhur âlimlerden hadis dersleri aldı. Buradan Remle şehrine gitti ve fıkıh tahsil etti. Sonra Kudüse giderek burada tahsiline devam etti. Nihayet Medine-i Münevvereye gitti ve tahsilni orada tamamladı. Buradan tekrar Anadoluya geçti ve Osmanlı devlet adamlarının iltifatlarına kavuştu. Nihayet Şam Kadılığına tayin edildi. Bir ara İstanbula geldi ve Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa ile Girit Seferine katıldı. Sonra tekrar Şama döndü.


Benim maksadım şudur ki!..
Alâüddin Haskefî hazretleri, 1676 (H.1088) senesi Şevval ayının onikinci günü Şamda vefat etti. Vefat ettiği gün camide Buhari-i Şerif okuyor, burada şefaat ile ilgi hadis-i şerifleri mütalaa ediyorlardı. Ders tamamlandığında şöyle buyurdu:
Ey Allahın kulları, Allahdan korkunuz! Lâ ilâhe illallah kelime-i tayyibesini çok söyleyiniz. Ben bunu sizlerden istiyorum. Yoksa benim şan ve şöhretimi yaymanızı istemiyorum. Benim maksadım, bu mübarek kelimeyi söylemenizi teşvik etmektir...
Bunu söyledikten sonra evine gitti ve kısa bir müddet sonra ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Taif şehitlerinden Abdullah bin Ebî Bekr</label>

Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın oğludur. Babası Ebû Bekr-i Sıddîkin davetiyle, küçük yaşta Müslüman oldu. Peygamber efendimiz ile babası Mekkeden Medîneye hicretlerinde, Sevr Mağarasına geldiklerinde, habercilik vazifesini yaptı... Zekî ve kabiliyetli bir genç olduğundan, babasının emir ve direktiflerini harfiyen yerine getirirdi. Gündüzleri Mekkede Kureyşliler arasında bulunup, onların Peygamberimiz ve Hazreti Ebû Bekir hakkında söylediklerini, akşam vakti Sevr Mağarasına gelerek haber verirdi. Geceyi orada geçirip, tanyeri ağarmadan Mekkeye dönerdi. Bu şanlı hizmeti, onun adını İslâm tarihine geçirdi. Cenaze namazını babası kıldırdıHazreti Abdullah bin Ebî Bekr-i Sıddîk; hicret-i Nebevîden sonra, Mekkeden Medîneye geldi. Resûlullah ile hicretin 8. senesinde Mekkenin fethinde bulundu. Atike binti Zeyd bin Amr ile evliydi. Mekkenin fethinden sonra Huneyn Gazvesine katıldı. Huneynden kaçan Sakif ve Hevâzinlilerin toplanmalarına mâni olmak için, onların sığınıp, saklandıkları Tâif Kalesini muhâsara etti. Muhâsarada ok isâbet edip, yaralandı. Medîneye yaralı olarak döndü. Babasının hilafetinin başlangıcında, hicretin onbirinci yılının Şevval ayında; daha önce Taifte aldığı yaranın iyileşmemesi sebebiyle vefat etti. Cenaze namazını bizzat babası Hazreti Ebu Bekir kıldırdı. Kabrine ise Hazreti Ömer, Talha ve kardeşi Abdurrahman (radıyallahü anhüm) indirdiler. Taif şehidlerinden sayılmaktadır...


Resûlullah için hazırlanan kefen!
Hazreti Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Peygamber efendimiz için hazırlanan elbiseyi yedi altına satın almıştı. Sonra Resûlullahın tekfînine uygun görülmeyince, teberrüken kendine kefen için saklamıştı.
Rûhunu teslim edeceği sırada, Bunda, hayır ve bereket olsa idi, Resûlullah efendimiz tekfîn olunurdu deyip, kendisine bunu kefen yaptırmadı.
Vefat ederken son sözü; Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyiniz. Onlar diridir. Rableri katında rızıklandırılırlar âyet-i kerimesi oldu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kâmil ve mükemmil Muhammed Ma</label>

Muhammed Masûm Fârûkî hazretleri, evliyânın meşhûrlarından, büyük İslâm âlimidir. Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğludur. İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine; Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi dördüncüsüdür. 1599 (H. 1007) senesinde Hindistanın Serhend şehrine iki mil uzakta bulunan Mülk-i Haydarda doğdu. Dokuz yüz bin talebe!..Muhammed Masûm, ilminin çoğunu babasının huzûrunda öğrendi. Bu tahsîli sırasında İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir mektubunda onun hakkında şöyle yazmıştır:
Bugünlerde oğlum Muhammed Masûm, Şerh-i Mevâkıfı bitirdi. Bu arada Yunan felsefecilerinin kusur ve hatâlarını iyi anladı. Nice faydalara kavuştu. Allahü teâlâya bu ihsânından dolayı hamd ve senâlar olsun...
Muhammed Masûm, babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, vaaz ve irşâd makâmına geçip talebe yetiştirmeye başladı. İslâm târihinde rüşd ve hidâyeti onunki kadar yaygın olan bir âlim ve mürşid görülmemiştir. Dokuz yüz bin kişi ona talebe olup elinde tövbe etmiş, talebelerinden yüz kırk bini evliyâlık mertebelerine kavuşmuş, yedi bini de mürşid-i kâmil, tam ve olgun bir âlim olarak yetişip, irşâd ile emrolunmuştur.
Muhammed Masûm hazretlerinin vefât ettiği sene, Berât Gecesinde, talebelerine Bir kutbun ismini yaşayanlar defterinden sildiler buyurarak, vefât edeceğine işâret etti...


Burada her şey rahmet iledir
Yine vefâtına yakın bir zamanda bir yerde durup; Pek yakında kemâl sâhiplerinden birinin mezârı burası olur buyurdu. Vefât edince kabrinin orası olduğunu görenler bu sözdeki işâreti anladılar...
Yine o günlerde babası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin kabrini ziyâret ettiği sırada ondan âhiretin hâllerini sorduğunu ve babasının cevâbında; Burada her şey rahmet iledir buyurduğunu bildirdi ve ertesi gün vefât etti. (1668)
Cenâzesini, Ahund Sücâdil yıkadı. Mübârek ağzını yıkamaya sıra gelince;
Bu mübârek ağzı açmaya tâkat getiremiyorum dedi. Bunun üzerine Muhammed Masûm hazretleri kendisi, suyu ağzına aldı ve çalkaladı. Orada bulunanların hepsi bu hâle şaşkınlık içinde şahit oldular...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tefsîr ve kelâm âlimi Muhammed bin Eslem</label>

Muhammed bin Eslem Tûsî, Horasan taraflarında yaşayan büyük velîlerden, tefsîr, kelâm ve hadîs âlimidir. 856 (H.242) senesinde Nişâburda vefât etti.Zamânındaki hadîs âlimleri onun sikâ, güvenilir bir zât olduğu husûsunda görüş birliğine vardılar.
Ebû Abdullah isminde bir zât şöyle anlatıyor:
Vefâtından dört gün önce Muhammed bin Eslemin yanına girdim. Bana dedi ki:
Artık ölümüm yaklaştı!..
Ey Ebû Abdullah, Allahü teâlânın bana yaptığı iyiliği sana müjdeleyeyim mi? Artık ölümüm yaklaştı. Allahü teâlâ hesâba tahammül edemeyecek derecede zayıf olduğumu bildiği için, üzerimde hesâbını vereceğim bir şey bırakmadı. Vefât ettiğimde yıkayıp, kefenlendikten sonra, üstünde yattığım yaygıyı altıma serin. Seccâdemi üstüme örtün. Bunları, elbiselerimi ve abdest aldığım su kabını, namazını kılan bir fakire verin. Bu kesenin içinde otuz dirhem var, oğluma hediye ettim. Helâl paradır. Bunları verdikten sonra geride bir şeyim kalmıyor. Kapıyı kapat. Ben vefât edinceye kadar içeriye kimse girmesin. Yalnız olmak istiyorum. Ben babamın sülbünde, annemin karnında yalnızdım. Dünyâya yalnız başıma geldim. Rûhum yalnız olarak çıkacak.
Kabre yapayalnız konulacağım. Yalnız iken Münker ve Nekir gelip suâl soracaklar. Hayra da şerre de uğrasam, tek başımayım. Cennete veya Cehenneme de gönderilsem, tek başıma yollanacağım. Kimse yanımda olmayacak. Orada beni yalnız bırakacak olan bu insanlarla, burada berâber olmamın ne faydası var? buyurdu...


Dünyânın aldatamadığı zât!
Muhammed bin Eslem, bu sözleri söyledikten dört gün sonra Nişâbûrda vefât etti. Cenâzesi götürülürken insanlar birbirlerine; Ey insanlar! İşte bu, mirâsı yanında olarak dünyâdan çıkan âlimdir. Bu, karınlarının kölesi gibi olan diğer insanlar gibi değildir. Muhammed bin Eslem (rahmetullahi aleyh), dünyânın kendisini aldatamadığı, kandıramadığı çok yüksek bir zât idi dediler.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Silsile-i aliyyeden Muhammed Bâkî-Billah</label>

Muhammed Bâkî-Billah hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. İnsanları Hakka dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisidir. İkinci bin yılının müceddidi ve İslâm âlimlerinin gözbebeği olan İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin hocasıdır. 1563 (H.971) senesinde Kâbil şehrinde doğdu. Eğer ölmek bu ise!..Muhammed Bâkî-billah hazretleri 1603 (H.1012) senesinde bir hastalığa tutuldu ve şöyle buyurdu: Hâce Ubeydullah-ı Ahrârı rüyâda gördüm ve bana; Gömlek giyiniz buyurdu. Bu rüyâyı anlattıktan sonra, tebessüm etti ve; Eğer yaşarsam öyle yaparım, yaşamazsam, gömleğim kefenimdir buyurdu.
O günlerde sefere çıkmak isteyen muhlis talebelerinden birine de; Birkaç gün bir yere gitmeyiniz, son günlerimi yaşıyorum dedi. Sâdık talebelerinden birçokları gelmişlerdi. Zâfiyetinin, hastalığının çok olduğu zamanlar, derin ilimler beyân eyleyip, çok yüksek hakîkatlerden bahsetti. Bir gece, hastalık ve zâfiyet o hâle geldi ki, gören can vermekte olduğunu sanırdı. Bir müddet sonra kendine gelip; Eğer ölmek bu ise, ne büyük bir nîmettir. Bu hâlden kurtulmak istemiyorum buyurdu...
Cemâzilâhir ayının yirmi beşinde cumartesi günü, hazırlık ve ayrılık eserleri görünmeğe başladı. Bütün dostlarına bakışları ile vedâ ederken, talebeleri, eshâbı ve dostları ağlamağa başladılar.


Siz nasıl dervişlersiniz?
Muhammed Bâkî-Billah ise tebessüm buyurup onlara hayretle bakıyor ve sanki; Siz nasıl dervişlersiniz, kazâya rızâ dâiresinden çıkıp ağlarsınız diye söylemek istiyordu. Bu sırada talebelerinden biri: Yâ İlâh-el-âlemîn mübârek kelimesini söyledi. Süratle onun tarafına bakıp, mübârek yüzünü onun tarafına çevirdi. Orada olanlardan biri Onların bu hareket ve teveccühü hakîkî mahbûbun ismini duyma şevkindendir buyurunca, bu sözün tesiri ile mübârek gözleri yaş ile doldu...
İkindi vakti yaklaşmıştı. Sesli olarak Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgûl olup böylece; Allah, Allah... diye rûhunu teslim eyledi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlikî fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî</label>

Ebû Midyen Mağribî, Kuzey Afrikada yetişen büyük velîlerden ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. On ikinci asırda yaşadı. Bugün İspanyada bulunan Sevilla (İşbiliyye) şehri civârındaki Katniyon kasabasında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1197 (H.594) senesinde Cezâyir şehirlerinden Tlemsan yakınındaki Ribâtul-Ubbâd kasabasında vefât etti. Kabri orada olup ziyâret edilmektedir. Hiçbir engel dinlemedi
Küçük yaştan îtibâren zârûrî olan temel îmân ve ibâdet bilgilerini öğrenen ve Kurân-ı kerîmi ezberleyen Ebû Midyen Mağribî, dokumacılık sanatını öğrendi. Bir müddet bu sanat ile meşgul oldu. Fakat ilme ve âlimlere karşı aşırı sevgisinden, bu yola girmeyi arzu etti. Fakir bir âileye mensûb olması sebebiyle bâzı maddî engellerle karşılaştı. Fakat ilim yolunda hiçbir engeli dinlemeyen ve memleketini terk eden Ebû Midyen, adlarını ve şöhretlerini duyduğu müderrislerden ilim öğrenmek üzere Fasa gitti. Murâbıtlar Hânedânının sonunda veya Muvahhidler Hânedânının ilk zamanlarında Fasa giden Ebû Midyen Mağribî, buranın ileri gelen âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsîl etti.


Bizim sultanla işimiz yok!
Becâyede ikâmet eden, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâ ve âhirette kurtuluşa ermeleri için çırpınan Ebû Midyen Mağribîyi, fitneciler ve çekemeyenler rahat bırakmadılar. Şöhretinin her geçen gün biraz daha arttığını, talebeleri ile sevenlerinin çoğaldığını gören hasedciler, onu Merrâkeşte bulunan Muvahhidî Sultanı Ebû Yûsuf Yakub el-Mansûra şikâyet ettiler. Sultan, Ebû Midyen Mağribînin sorgulanmak üzere Merrâkeşe gönderilmesini emretti. Sultânın emri üzerine Merrâkeşe götürülürken, Tlemsan yakınındaki Ribâtül-Ubbâd denilen yere gelince; Bizim sultanla işimiz yok. Bu gece müminleri ziyâret etmek isteriz dedi. Bineğinden indi. Yanında bulunanlara, vefât edince, Ribâtül-Ubbâd denilen yere defnedilmesini vasiyet etti. Kıbleye döndü. Sonra Kelime-i şehâdet getirdi. İşte geldim, işte geldim dedi. Sonra da; Rabbim sana acele geldim, tâ ki râzı olasın meâlindeki Tâhâ sûresi seksen dördüncü âyet-i kerîmesini okudu. Sonra; Allah el-Hak deyip rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebül Mecd Hakîm Senâî</label>

Ebül Mecd Hakîm Senâî hazretleri büyük velîlerdendir. İsmi Mecdûd bin Âdem, künyesi Ebül-Mecd Hakîm Senâîdir. 1071 (H.464) senesi Gaznede doğdu. Başka târihlerde doğduğunu söyleyenler de vardır. 1140 (H.535) senesi Gaznede vefât etti. Kabri ziyâret mahallidir. Hakîm Senâî, memleketi olan Gaznede, iyi bir tahsil gördü. Zamânının âlimlerinden okuyup üstün bir dereceye yükseldi. Şâirlik kâbiliyeti sebebiyle çeşitli dillerde şiirler söyledi. Bir ara sultanın hizmetinde bulundu. Şöhreti kısa zamanda her yere yayıldı. Birçok yerler dolaştı. Neticede Gazneden Horasana geldiğinde evliyânın büyüklerinden Yûsuf-ı Hemedânî hazretlerinin sohbetlerine katılıp talebesi olmakla şereflendi. Mânevî olgunluklara ve velîlik makamlarına kavuştu. Senâînin izinde yürüdük
Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Sadî Şîrâzî ve Hâfız gibi kendisinden sonra gelenler şiirlerinden istifâde edip nazireler yazdılar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretleri kendini Senâînin tâbilerinden saydı ve; Attâr ruh, Senâî de onun iki gözü idi. Biz Attârın ve Senâînin izinde yürüdük demiştir.
Daha başka şâirler de Senâînin tesirinde kalmışlardır. Hâkânî, Nizâmî, Emir Hüsrev Dehlevî ve Mevlânâ Câmî hazretleri onun Hadîka ismindeki mesnevîsini okuyup şiirlerine nazîreler yazdılar.
Hikmet dolu şiirlerinin birinde; Ey tavır ve hareketleri güzel olan âşıklar. Durmadan ilâhî hakîkatleri arayın. Kalk! Zulüm ve haksızlıkla yoğrulmuş olan dünyânın toprak yığınından kalkan tozları gözyaşlarımızla bastıralım. Bu dönen künbedin insanların gözlerini aldatan yıldızların (Lâ) süpürgesiyle silip süpürelim. Mülk kimindir? Bir ve Kahhâr olan Allahü teâlânındır sözü kendiliğinden duyulsun buyurdu.
Vefat ederken şu şiiri söylüyordu;
Bu vakte kadar ne dedim ise hepsinden vazgeçtim.
Zira sözde mana ve manada söz yokmuş.
Sözü bir tarafa bıraktım ve Yaradana döndüm.
Ki ondan başka sözde mana ve manada söz yok.
Bunu duyan bir büyük de şöyle söyledi:
Ne gariptir ki, sözden vazgeçtiği halde yine de söz ile meşgul.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Tasavvufta ilk sofî Ebu Haşim Sofî</label>

Ebu Haşim hazretleri, tasavvufta ilk defa Sofî nâmıyla anılan meşhur velîdir. Ebû Hâşim Sofî künyesi ile tanınmış olup, doğum târihi bilinmemektedir. Aslen Kûfelidir. Bağdâtta ikâmet etmiştir. 777 (H.161) senesinde vefât etti. Ebû Hâşim hazretleri, evliyânın büyüklerinden Süfyân-ı Sevrînin hocasıdır. Remlde bir dergâhda ikâmet ederdi.Ebû Haşim Sofî, Suriyede Remle şehrinde ilk zaviyeyi kurmuştur. Nefehatın ifadesine göre zamanın emîri, bu taifeden iki kişinin birbirleriyle buluşup kaynaştıklarını, bir yere oturup, yanlarında mevcut yiyeceği birlikte yiyerek, kardeşçe ayrıldıklarını görüp hoşlanmış, birini çağırarak bu dostluklarının sebebini sormuş; o zat da bunun kendilerine has bir tarik olduğunu anlatmıştır. Bu sözlerden de ayrıca mütehassis olan emîr bunları bir araya getirecek bir mahallin olmadığını öğrenince, Reml şehrinde Ebû Haşim zaviyesini inşa ettirmiştir. Kibir ve gururu atmak
Ebû Haşim, kalbden kibir ve gururu atmanın, dağları delmekten daha zor olacağını söylerdi.
Ebû Haşim zamanın kadısı Yahya Halidi gördüğünde ağlar ve;
Ya Rabbi! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım derdi. Bu bize, o devirde dahi ilmi ile amil olmayan fukahanın mevcudiyetini ve tasavvufun zuhûru sebeblerinden birinin de bu olduğunu göstermektedir.
Mansûr Ammar Dımeşkî, Ebû Haşimin ölüm döşeğinde iken, belanın ve büyüklüğünün muhabbet nuruyla küçülüp kaybolacağını söylediğini rivayet eder.


Kendini nasıl buluyorsun
Mansûr İmâr-ı Dımaşkî onu şöyle anlatır: Ebû Hâşim Sofîye ölüm hastalığında, kendini nasıl buluyorsun? dedim. Muhabbet ve aşk, belâdan çoktur, yâni gerçi belâ büyüktür, fakat muhabbet yanında küçük kalır buyurdu.
Mânevî ilimlerde mütehassıs olan Ebû Hâşim Sofî hazretleri hep Yâ Rabbî! Faydası olmayan ilimden sana sığınırım buyururdu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve kırâat âlimi Yûsuf bin Esbât</label>

Yûsuf bin Esbât, hazretleri, Âmir bin Şüreyh, Süfyân-ı Sevrî, Yâsîn ez-Zeyyât gibi büyük zâtlardan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden; Ebül-Ahvas, Mahmûd bin Mûsâ, Müseyyib bin Vâhid ve Abdullah bin Habîb el-Antakî gibi âlimler rivâyette bulundular. Hadîs-i şerîf ilminde sika yani, güvenilir bir zât olup, zamânının en üstünlerindendir...Dünyâ çöplük gibidir!
Bu mübarek, haram ve şüphelilerden çok sakınır, çok ibâdet ederdi. Kendi hâlinde yaşar, hâlini belli etmezdi. Kalbinde dünyâ sevgisine yer yoktu. Nefsinin isteklerine hiç uymaz, her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Helâlden lokma bulabilirse yer, bulamazsa sabrederdi. Allahü teâlânın rızâsının onda dokuzu helâl rızıktadır buyururdu. Dokumacılık yaparak nafakasını temin etmeye çalışırdı. Dünyâ malına ve lezzetlerine hiç iltifat etmezdi. Kırk sene müddetle iki gömlekle idâre etti. Birini yıkar, diğerini giyerdi. Âhiretteki sonsuz nîmetleri terk edip de, dünyânın geçici, yalancı ve aldatıcı zevklerini tercih edenlerin zavallılıklarını, gafletlerini ve yakalandıkları bu hastalığın tehlikesini bildirmek için, hazret-i Alinin; Dünyâ çöplük gibidir. Kim ona tâlib olursa sıkıntılarına katlanmaya hazır olsun sözünü sık sık tekrâr ederdi...
Hastalandığında kendisinin haberi olmadan, sultanın doktorlarından birini çağırdılar. Doktor muâyene edip gideceği zaman, Yûsuf bin Esbât hazretleri oradakilere sordu: Doktor muâyene ettiği hastalardan, âdet olarak ne alır? Onlar da; Altın alır dediler. Bir kese çıkardı ve; Bunu ona veriniz diyerek yanındakilere uzattı. Baktılar, kesenin içinde on beş altın var. Bu çok fazladır dediler. Bunun üzerine, Olsun, ona verin. Böyle yapmaktaki maksadım, fakirlerin, sultandan daha mürüvvetli olduğunu bildirmektir buyurdu.


Şu sâlih adama bakın!
Yûsuf bin El-Esbât ölüm döşeğinde yattığı vakit, hazreti Huzeyfe ziyâretine gitti ve onu fazla ıstırap içinde gördü. Şimdi feryâdü figan zamanı mı dır? deyince, Yûsuf, Ne yapayım, vallahi yapmış olduğum amelleri sıdku ihlâs ile yapıp yapmadığımı bilemiyorum, ona ağlarım dedi. Hazreti Huzeyfe; Şu sâlih adama bakın, amelindeki ihlâsından korkuyor diyerek çok gözyaşı döktü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Beşinci İmam Muhammed Bâkır</label>

Muhammed Bâkır hazretleri 676 (H.57) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 731 (H.113) senesinde aynı yerde vefât etti. Cennetül-Bakî Kabristanında babasının yanına defnedildi.Bu mübarek zat, Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmını görenlerin zamanında yetişen en büyük velîlerdendir. Hazret-i Câbir ve hazret-i Enes bin Mâlik ile görüşüp onlardan ve Tâbiînden olan büyük zâtlardan ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet eden Muhammed Bâkır hazretleri Medînenin büyük fıkıh âlimlerinden oldu. Zamânında bütün dünyâdaki evliyânın feyz kaynağı oldu. Evliyâlık yolunda olanlara feyzler onun vâsıtasıyla geldi. İmâmlığı on dokuz sene sürdü. Medinenin en büyük âlimi
Muhammed Bâkır hazretleri Medinenin en büyük fıkıh âlimlerindendir. Eshabı Kiramdan Cabir ve Enes (radıyallahü anhüma) ile görüşüp onlardan hadis-i şerifler rivayet etti. Hazret-i Ebû Bekir ve hazret-i Ömeri çok severdi. Zamânında bâzı kimselerin bunlara düşmanlıkta bulunduklarını ve bunu da Ehl-i beyte olan sevgilerinden yaptıklarını iddiâ ettiklerini duyunca, çok üzüldü: -Ben hazret-i Ebû Bekirle hazret-i Ömere düşmanlık eden kimselerden uzağım. Onlar da benden uzaktır, buyurdu.
Zamanında, bütün dünyadaki evliyanın feyz kaynağı olup, evliyalık yolunda olanlara feyz, onun vasıtasıyla verildi. İmamlığı on dokuz sene sürdü. Bütün ilimlere vakıf olduğu için kendisine, ilimde ve fazilette üstün manasına Bâkır denildi.


Vasiyetlerini çabuk yap!
Oğlu İmam Cafer-i Sadık anlatır:
Babam beni yanına çağırıp vasiyetini söylemeye başladı. Ben, Aman efendim, bizi korkutmayınız. Allahü teâlâ gecinden versin, sıhhatiniz yerindendir deyince, buyurdu ki:
-Bir saat evvel babam Zeynel Âbidinin sesini işittim. Bana, Evladım, vasiyetlerini çabuk yap, çünkü bize kavuşmana çok az zaman kaldı buyurdu, dedi. Bunları söyledikten bir saat sonra da vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Zeynel Âbidin Ali bin Hüseyin</label>

Zeynel Âbidin Ali bin Hüseyin hazretleri, Hicretin otuzüçüncü senesinde Medînede doğdu. Annesi Şehr-i Bânû o devrin Acem Pâdişâhının kızıdır ve Nûş-i Revân-ı âdilin evlâdındandır. [Son Sâsânî hükümdârı Yezdecerdin kızıdır.] İmâm-ı Zeynel Âbidînin vefâtı, hicretin doksandördüncü senesinde Muharrem ayının onsekizindedir... Kimin huzûruna çıkıyorum?İmamlığı, yâni tasavvufta insanlara feyz vermesi, doğru yola kavuşturması otuz dört sene sürmüştür. Hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilminde âlimdi. Eshâb-ı kirâmdan çoğunu görmüştür. Hazret-i Abdullah ibni Abbâs, hazret-i Ebû Hüreyre, hazret-i Âişe, babası hazret-i Hüseyin, amcası hazret-i Hasan, hazret-i Ümmi Seleme ve diğerlerinden hadîs-i şerîfler işitip rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şerîfler, Kütüb-i Sitte adı verilen altı hadîs kitabında yazılıdır.
Hazret-i Ömerin hilâfeti zamanında Eshâb-ı kirâmın ordusu İrana gidip, Yezdicürdün memleketini fethettiler. Oradan çok ganimet ile köle getirdiler. Kölelerin arasında Pâdişâhın üç kızı da vardı. Medîne-i münevvereye geldiklerinde hepsini halîfe Ömere teslim ettiler. Hazret-i Ali bu kızlardan Şehr-i Bânû Gazeleyi oğlu hazret-i Hüseyine nikâh etti (Zeynel Âbidîn bundan oldu). Birisini hazret-i Abdullah bin Ömere, diğerini de hazret-i Muhammed bin Ebû Bekire nikâh ederek verdi.
Bu mübarek zat, her abdest aldığında benzi sararır, vücûdu titremeğe başlardı. Bu hâlin sebebini sorduklarında; Kimin huzûruna çıkacağımı biliyor musunuz? buyururdu...
Bir gün evinde namâz kılarken, evi yanmağa başladı. Secdede idi. Ey Resûlullahın torunu, yangın çıktı, yangın çıktı! diye bağrıştılar. Başını secdeden hiç kaldırmadı. Sonunda ateş söndü. Sizin bu ateşe aldırmamanızın sebebi ve onu size fark ettirmeyen şey nedir? diye sordular. Âhiret ateşini, Cehennem ateşini düşünmektir buyurdu.


Vefât edeceği gece...
Bu mübareğin sevenleri çok olduğu gibi, hasetçileri de çoktu. Medine valisinin emriyle zehirleyerek şehit ettiler.
İmâm-ı Zeynel Âbidîn vefât edeceği gece, oğlu Muhammed Bâkırdan abdest almak için su istedi. Suyu getirdiler.
Bu suyun içinde hayvan ölmüştür dedi. Mum ışığında dikkatle baktılar. Suyun içinde bir fâre ölüsü vardı. Tekrâr su getirdiler. Abdest aldı; Artık vefâtım yakındır buyurarak, vasiyetini yaptı ve şehâdet şerbetini içti...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri