Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Doğu Türkistanlı lider İsa Yusuf Alptekin</label>

İsa Yusuf Alptekin, 1901 yılında Doğu Türkistanın Kaşgar vilayetine bağlı Yenihisar kazasında dünyaya geldi. Öğrenimini Doğu Türkistanda tamamladıktan sonra çeşitli memuriyet görevlerinde bulundu. 1926 yılında Batı Türkistana geçerek burada milli mücadele taraftarlarıyla irtibata geçti. 1931de Hoca Niyaz tarafından başlatılan ayaklanma sırasında Doğu Türkistandaki valilerin halka yaptıkları zulmü Çin hükümetine anlatarak, bu durumun önlenmesini, aksi takdirde ayaklanmanın yayılacağını, Rusyanın işgalinin sözkonusu olacağını anlattı... Türkiyeye uzanan yolculuk...
Ayaklanma sırasında ve sonrasında milliyetçilik faaliyetlerini sürdürdü. 1936 yılında Çin Meclisi üyeliğine de seçildi. Mücadelesini daha çok siyasi alanda yoğunlaştırmıştı. 1944te İlide başlayan ayaklanma neticesi kurulan hükümete girmesini İlililer istemedi. Ancak 3 yıl sonra Doğu Türkistan Hükümetinin başkanlığı Türklere verildiğinde hükümetin Genel Sekreterliğine getirildi. Bir yıldan fazla kaldığı bu görev esnasında, milliyetçi, anti-emperyalist ve anti-komünist politikalar sebebiyle, Rusyanın ve Çinin tepkilerini üzerine çekti. 1949da Çinin Doğu Türkistanı işgali ile birlikte o günkü Hindistanın Keşmir eyaletine iltica etti.
1954te Türkiyeye gelen Alptekin, Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyetini kurarak, bundan sonraki faaliyetlerini Doğu Türkistan davasının dünya kamuoyuna anlatılmasında yoğunlaştırdı. Yabancı ülke yöneticileri nezdinde olduğu kadar Türkiye hükümetleri nezdinde de Doğu Türkistan davasının anlatılması için mücadele verdi. Parti liderleriyle, başbakan ve cumhurbaşkanlarıyla görüştü. O, diğer Türkistanlı liderlerden farklı olarak diplomat yönü ağır basan bir şahsiyet idi. Meselelerin şiddetten ziyade aklıselim ve uzun vadeli çalışmalarla halledileceğine inanırdı.

Davayı sizlere emanet ediyorum...
O, her zaman şunu söylerdi: Gönül arzu eder ki, Türkistan meselesinin halledilmesi davasında öncülük şerefi, Türkiyenin olsun...
İsa Yusuf Alptekinin bütün ömrü; mahrumiyetler içerisinde, esir Türkistanın hürriyet ve bekası için inanç ve azimle mücadele içinde geçti. Ve o koca çınar, 17 Aralık 1995te 95 yaşında vefat etti. Vefat etmeden biraz önceki son sözleri şunlar oldu:
Doğu Türkistan davasını sizlere emanet ediyorum...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden İsmâil Ankaravî Rusûhî</label>

İsmâil Ankaravî Rusûhî hazretleri, ilk tahsîlini doğum yeri olan Ankarada yaptı. Aklî ve naklî ilimleri, zamânının âlimlerinden okudu. Arapça ve Farsça öğrendi. Din ve fen ilimlerini öğrendikten sonra tasavvufa yöneldi. Bayrâmiyye yoluna girip feyz aldı. Tasavvuf derecelerinde yükseldi. Hocası tarafından insanlara Allahü teâlânın dînini ve sevgili Peygamberimizin güzel ahlâkını anlatmakla vazîfelendirildi. Halvetiyye yolunda da icâzet alıp, insanlara ilim öğretti... Sohbeti tercih ederdi...
İsmâil Ankaravî, ilmiyle âmil, fazîlet sâhibi bir zât idi. Allahü teâlânın emirlerine uyar ve yasaklarından titizlikle sakınırdı. Allahü teâlâya çok ibâdet eder, dünyâ malına kıymet vermezdi. Zamanındaki devlet adamları kendisini sever, ilmini takdir eder, hürmette kusûr etmezlerdi. İlim ehli ve sevenleri ile sohbetlerde bulunur, sohbeti, yalnızlığa tercih ederdi. İnsanlar arasına karışıp, Allahü teâlânın dînini anlatmayı, bir köşeye çekilip ibâdet ve tâatle meşgûl olmaktan üstün tutardı.
Zamânın sultânı Dördüncü Murâd Hana, tarîkat erbâbı kötülenmiş, onların bâzı işlerinin yasaklanması istenmişti. Sultan yalnız böyle söyleyenlerin sözleriyle hareket etmeyip, zamânın tasavvuf ehli âlim ve fazîletli kimselere de tarikatla ilgili hususları sorup cevap istemişti. Bunlar arasında İsmâil Ankaravî de vardı. O da üç gün içinde yirmi sayfalık bir risâle yazıp arz etti. Cevaplar, Şeyhülislâm Yahyâ Efendi ve diğer zamânın önde gelen âlimleri tarafından incelenip uygun görüldü ve pâdişâh tarafından da kabûl edildi. Böylece onların vesîlesi ile tasavvuf ehli, sıkıntıdan kurtuldu. Azîz Mahmûd Hüdâî onun bu cevaplarını beğenip onu medhetti.

Bizim işimiz tamamlandı...
Vefâtına yakın İsmâil Ankaravî şöyle dedi:
Yazdığımız eserlerle yaptığımız hizmetler, bu yolda kalpleri zayıf olanların îtikâdlarını kuvvetlendirmiş ve muhâliflere karşı bir müdâfaa olmuştur. İşimiz tamamlandı...
Bu sözleri ile vefâtlarının yakın oluşunu işâret etti. 1630 (H.1040) senesinde İstanbulda vefât etti. Vasiyeti üzerine Galata Mevlevîhânesi bahçesine defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ermeninin imanına sebep olan zat</label>

Ramazan-ı Şerîfte vaz u nasîhat için Erzurumun bir köyüne davet edilen İbrahim Hakkı hazretlerini alıp köye getirmek üzere; kendisine hep böyle görevler verilen Ermeni bir hizmetçi ile bir at gönderilmişti. Adam, İbrahim Hakkı hazretlerine gitti ve durumu anlattı. Hemen yola çıktılar. Fakat binek hayvanı bir tane olduğundan İbrahim Hakkı hazretleri, Ömer radıyallâhü anhın Kudüse giderken kölesiyle beraber nöbetleşe deveye binmesi hususundaki ahlâk-ı hamîdeyi tatbik etti. Ermeni hizmetçi buna her ne kadar;

Büyük hesaptan korkuyorum!
-Aman efendim, köylüler bu durumu işitirlerse, beni azarlarlar; ücretimi de vermezler! diye itiraz etti ise de, İbrahim Hakkı hazretleri;
-Evladım, son nefeste hâlimizin ne olacağı meçhul! Sen köylülerin seni azarlamasından endişelisin, ben ise Allahü tealanın huzurunda verilecek olan büyük hesaptan korkuyorum, buyurup ata binme işini sıraya koydu.
Hikmet-i ilâhî tam köye girecekleri esnada aynen Hazret-i Ömer radıyallâhü anhın misâlinde olduğu gibi sıra Ermeni hizmetçiye geldi. Köylülerden korkan adamcağız, hakkından feragat ettiğini, ata kendisinin binmesini ısrarla istediyse de İbrahim Hakkı hazretleri;
-Sıra senindir, dedi ve atın önünde yürüyerek köye girdi.
Halk bu hâli görünce, hemen Ermeni hizmetçinin etrafını sardı ve;
-Vay densiz! Gençliğine bakmadan ata kurulmuş, ak sakallı şu ihtiyar üstadı yürütmektesin ha! Bu mu senin sadakatin? Biz böyle mi tembih ettik sana?!. şeklinde muhtelif ifadelerle azarlamaya başladılar.

Hangi dîne davet ediyorsunuz?!.
Durum bu minvâldeyken İbrahim Hakkı hazretlerinin meseleyi îzâh etmesi üzerine azardan vazgeçtiler. Bu esnada köylülerden biri Ermeni hizmetçiye seslendi:
-Be adam! Bu kadar fazileti gördün ve yaşadın! Bari Müslüman ol! dedi.
Ermeni hizmetçi, birkaç dakikalık sükuttan sonra oradakilere şu ibretli cümleyi söyledi:
-Eğer sizin yaşadığınız dîne davet ediyorsanız, aslâ! Ama şu mübârek zâtın dînine dâvet ediyorsanız, o dîne daha yoldayken îmân ettim bile!..
Bu sözleri söyledikten hemen sonra da Kelime-i şehadeti söyledi. Daha başka bir şey konuşmadı. Kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük müctehid İmâm-ı Ebû Yûsuf</label>

İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri, 731 (H.113) senesinde Kûfede doğdu. 798 (H.182) senesi Bağdâtta vefât etti... Ebû Yûsuf hazretleri yetim olup fakir bir âilenin çocuğu olmasına rağmen, İmâm-ı Azamın derslerine büyük bir gayretle devâm etti. İmâm-ı Azam hazretleri, onun keskin zekâsını görüp derslere devâm etmesi için fakir olan âilesinin geçimini de kendi üzerine aldı. Ailesini rahatlıkla geçindirip ilme yönelmesi için ona devamlı yardımda bulundu. İctihâd makamına yükseldi...
Ebû Yûsuf, İmâm-ı Azamın derslerine on yedi sene aralıksız devâm edip, ilimde yüksek dereceye ulaştı ve müctehid oldu. İmâm-ı Azamın fıkhını ve mezhebini yayan talebelerinin başında geldi. Bu hususta ilk kitap yazan da odur...
Talhâ bin Muhammed bin Câfer der ki: İmâm-ı Azam hazretlerinin ilmini yeryüzüne yayan Ebû Yûsuftur.
Ebû Yûsuf, hakkında âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf (nass), bulunmayan bir meseleyi hükme bağlarken önce hocası İmâm-ı Azamın ictihâdına bakar, bulursa ona göre hüküm verirdi, bulamazsa kıyas ve kendi reyi ile hareket ederdi. Bu hususta da hocasının koyduğu usûl ve kâidelere bakarak meseleyi hükme bağlardı.
Bir gün İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri çok hasta olmuştu. Birisi gelip İmâm-ı Azama Ebû Yûsufun öldüğünü söyledi. İmâm-ı Azam; O ölmedi buyurdu. Ölmediğini nereden bildiniz? dediklerinde; İlme çok hizmet etti, meyvelerini toplamadan ölmez buyurdu. Hakîkaten ölüm haberinin doğru olmadığı anlaşıldı. İlmi, üstünlüğü ve talebeleri her tarafa yayılıp, meyvelerini topladı...

Haram yemediğimi sen bilirsin...
Muhammed bin Cemâe anlatır: Ebû Yûsuf hazretleri vefât etmezden az önce şöyle dua etti:
Yâ Rabbî! Kullarının arasında bile bile hükümde zulüm ve adâletsizlik etmediğimi sen bilirsin? Senin kitâbına ve Resûlünün (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uygun ve muvafık olmak üzere ictihad hüküm eyledim (verdim). Bulamadığım şeyde seninle benim aramda vâsıta, vesîle Ebû Hanîfe hazretlerini kıldım. Çünkü o şeyi o meseleyi ondan daha iyi bilen olmadığını biliyorum...
Yâ Rabbî! Nâmahremle, yabancı kadınlarla bir arada bulunmadığımı ve bir gümüş bile olsa haram yemediğimi sen bilirsin...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Muhammed Pârisâ</label>

Muhammed Pârisâ hazretlerinin tasavvufta hocası, evliyânın en büyüklerinden olan meşhûr İslâm âlimi Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârîdir. Ona talebe olduktan sonra, sohbetlerine devâm edip, himmet ve teveccühüne kavuştu. Böylece tasavvufta yüksek derecelere ulaştı. Zâhir ve bâtın ilimlerinde zamânının bir tânesi oldu. Bizim varlığımızdan murâd
Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin sohbetine devâm ettiği ilk sıralarda, bir gün gelip, hocasının kapısının önünde edeble beklerken, hizmetçilerden biri içeri girer. Behâeddîn Buhârî ona kapıda kim var? diye sorunca, o da; Pârisâ bir genç vardır der. Bunun üzerine dışarı çıkıp bakar ve; Sen Pârisâ bir genç misin? buyurur. Bundan sonra ismi; dünyâya düşkün olmayan, dindar, ârif, âlim, müttekî mânâlarına gelen Pârisâ olarak söylenmiştir...
Hocası Behâeddîn-i Buhârî hazretleri; Bizim varlığımızdan murâd, Muhammed Pârisânın yetişip ortaya çıkmasıdır sözleriyle çok iltifatlar buyurmuştur...
Muhammed Pârisâ hazretleri, 1419 (H.822) senesi Muharrem ayında, hacca gitmek üzere Buhârâdan yola çıktı. Talebelerinden biri vedâ sırasında; Siz daha önce hacca gittiniz demişti. Bu talebesine; Gittik ve gittik buyurarak cevap verdi. Böylece, bu seferinde vefât edeceğine işâret etmişti...

Hazret-i Abbâsın yanında...
Hac kafilesi, yolda Câm şehrine de uğradılar Câm şehrinden hareket edip Nişâbura ulaştı. Bundan sonra Mekke-i mükerremeye gitmek üzere Nişâbûrdan yola çıktılar. Sohbet ederek selâmetle ve âfiyet içinde Mekkeye ulaştılar. Hac ibâdetini yaptılar. Bu sırada Muhammed Pârisâ hazretleri hastalandı. Vedâ tavâfını sedye üzerinde yaptı. Sonra Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret etmek için Medîne-i Münevvereye doğru yola çıktılar. Yolda, uyku ile uyanıklık arasında Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerini gördüğünü ve kendisine çok müjdeler verdiğini anlatmıştır. 1419 (H.822) senesinde 12 Aralık Çarşamba günü Medîneye vardılar. Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret edip, müjdelere kavuştu. Ertesi günü vefât etti. Bu sırada meşhûr Osmanlı âlimi Molla Fenârî Medînede bulunuyordu. Cenâze namazını o kıldırdı. Cumâ gecesi Bakî kabristanında, hazret-i Abbâsın kabrinin yanına defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Arabzade ve Kânûnînin duası</label>

İtikadı bozuk bir âlim olan Arabzade, Kanuninin Başveziri Rüstem Paşaya tesir ederek Mısır Başmüderrisliğine tayinini çıkarttırır. Bu durumu öğrenen zamanın âlimleri Padişaha başvurarak Arabzadenin itikadının bozuk olduğunu, bu haliyle de bir medreseye Başmüderris olarak tayin edilmesinin tehlikesini dile getirirler... Ancak Kanuni Sultan Süleyman Han, Mısır ulemasının ileri geri konuşmasına mahal vermemek için Arabzadenin Mısır Başmüderrisliğine tayinini uygun bulduğunu söyler. Fakat onu Mısıra gönderirken de şöyle dua eder: Allahtan dilerim ki, Arabzade Mısıra ulaşamasın da bizi din büyüklerinin ithamından mahfuz kılsın!.. Mısırın yolunu tutarlar...
Arabzade, yanında birçok yardımcıları da olduğu halde gemiye binerek Mısırın yolunu tutar... Gemi Girit adasına varır. Yolculara Giritte bir müddet kalınacağı duyurularak zaruri ihtiyaçlarını temin edebilecekleri söylenir. Geminin yolcuları daha evvel ismini duydukları Giritli velî bir zatı ziyaret edip, hayır duasını almak için gemiden çıkarlar. Yolcuların o mübarek zatı ziyarete gittiklerini anlayan Arabzade, yanında bulunan hizmetçilerden birinin eline bir altın verir ve şöyle der:
-Git bunu o dedikleri zata ver, bizim için dua etsin de Mısıra sağ salim varalım...
Hizmetçi parayı alır ve diğer yolcularla birlikte o velinin yanına varır. Herkes çıktıktan sonra Arabzadenin verdiği altını minderin bir kenarına bırakarak, onun, Mısıra sağsalim varabilmek için duada bulunmasını istediğini söyler.
Elinin tersiyle parayı geri iten veli; Arabzadenin ruhuna fatiha! der.

Gönderdiğim parayı az gördü!
Neye uğradığını anlayamayan hizmetçi gemiye döndüğü zaman durumu Arabzadeye aynen nakleder. Bu duruma bıyık altından gülen Arabzade; Gönderdiğim parayı az gördü de ruhumuza Fatiha okuyor der.
Ve bu sözler, Arabzadenin son sözleri olur. Hikmet-i hüda, o anda gökyüzünü bir bulut kaplar. Her taraf karanlık içinde kalır. Gökten boşanırcasına sağanak halinde bir yağmur başlar. O şiddetli fırtına ve karanlık hava bir müddet sonra açılır. Bir de bakarlar ki, Arabzade kayıplara karışmış!..
Herkes hayretler içinde gemiden başka bir kimsenin kayıp olup olmadığını araştırır. Fakat gemidekilerden Arabzadeden başka kimseye bir şey olmamıştır..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi İmâm-ı Nesâî</label>

İmâm-ı Nesâî hazretleri, Hadîs ilminde imâmdı. Yanî; üçyüzbinden fazla hadîs-i şerîfi râvileriyle birlikte ezbere bilirdi. Yazdığı Sünen-i sagîri, Kütüb-i sitte adı verilen altı büyük hadîs kitabından biridir.
İlim tahsiline Horasanda başlayan İmâm-ı Nesâî, Irak, Şam, Mısır, Hicaz (Mekke ve Medine) ve Cezîredeki (Mezopotamya, Fırat ve Dicle havzasının kuzeyi) âlimlerden ders aldı. Mısırda yerleşti. Hadîs ilminde zamanının bir tanesi, Mısır âlimlerinin en fakîhi idi. Haramlardan sakınmada ve ibâdetlere düşkünlükte eşi yoktu. Her yaptığı iş, her söylediği söz, Allahü teâlânın rızâsı içindi. İmâm-ı Nesâînin hadîs-i şerîf rivâyetinde râvilere koyduğu şartlar, Buhârî ve Müslimden daha sıkıydı. Cerh ve tadîline (hadîs râvilerinin güvenilir olup olmamasındaki tesbitlerine) bütün âlimler itibâr ederlerdi.
Müslümanların baş tacı...
Kütüb-i Sitteden olan Sünen-i sagîri yazdı. Bu kıymetli eser, altı meşhûr hadîs kitabından biri olarak Müslümanlara baş tacı oldu. Daha sonraları baskısı yapılarak istifâdesi kolaylaştırıldı...
İmâm-ı Nesâî hazretleri, ömrünün sonuna doğru Şama gitti. Orada Hz. Aliyi kötüleyen Haricîlerden bazı kimseler gördü. Bunun üzerine Hz. Ali ve Ehl-i beyt-i Nebevîyi övdüğü kitabını yazdı. Kitâbül-hasâis fî fadl-i Ali bin Ebî Tâlib ve ehl-i beyt adını verdiği bu eserinde hadîs-i şerîflerin çoğunu Ahmed bin Hanbel hazretlerinin rivâyetlerinden aldı. Bu kitabını niçin yazdığını bilmeyen bazı kimseler, Şeyhaynın (Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer; üstünlüklerini niçin yazmadın? dediler. O mübârek zât da bunun üzerine Fedâil-üs-Sahâbe adlı Eshâb-ı kirâmın üstünlük ve fazîletlerini anlatan kitabını yazdı. Müsned-i Ali, Müsned-i Mâlik ve Duâfâ vel-metrûkîn onun pek kıymetli eserleri arasındadır...

Beni Mekkeye götürün!
Eserlerini tamamlamak için çok seyahat etmek zorunda kalan İmâm-ı Nesâî, Hz. Ali ve Ehl-i beyt-i Nebevîyi övdüğü Kitâbül-hasâis fî fadl-i Ali bin Ebî Tâlib ve ehl-i beyt kitabı sebebiyle Haricilerin eziyetlerine maruz kaldığında öleceğini anlamış ve şöyle vasiyet etmiştir:
Beni Mekkeye götürün ve orada defnedin!
Rivayet olunur ki, İmâm-ı Nesainin bu vasiyeti yerine getirilmiş ve naaşı Mekkeye nakledilerek Safa ve Merve arasına defnedilmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Vali oğlu vali Tahir bin Hüseyin</label>

Abbasiler devrinde Horasan Valisi olan Tahir bin Hüseyin, yine kendisi gibi vali olan oğlu Abdullah bin Tahire son vasiyetini şöyle yapmıştır:
Ey oğul! Allahü teâlâdan kork. Daima Onun korkusu içinde bulun. Her an Onu murakabe eyle! Hep Onu düşün. Onun gadabından sakın.
Şunu iyi bil ki, Allahü teâlâ emrettiği şeylerden seni hesaba çekecek ve yaptığın işlerin; mükâfat veya ceza olarak, karşılığını verecektir. O halde aklınla, zihninle, basiretinle, her şeyinle, Hak teâlâya vereceğin hesaba hazırlanmaya yönel. Hiçbir meşguliyet bu mühim farzı terk etmene ve gevşeklik göstermene sebep olmasın. Çünkü bu, her şeyin başıdır. En mühim ibâdet!..
Üzerinde en fazla dikkat ve hassâsiyet göstereceğin, önemle duracağın en mühim şey; Allahü teâlânın sana farz kıldığı beş vakit namaza devam etmektir. Ayrıca, namazlarını, Hak teâlâyı hatırlayarak, güzel abdest alarak, müstehap olan vakitlerinde, bütün âdâb ve erkanına riayet ederek cemaatle kılmaktır. Bundan başka, namazda okuduğun âyet-i kerimeleri, acele etmeden, edeple oku. Namazın rüku, secde ve diğer erkanını, tam bir samimiyet, ihlas ve teslimiyet ile ifa et. Yapılan bütün iyi işlerin, hatta diğer bütün ibadetlerin; namazı güzel ve düzgün kılabilmek için olduğunu unutma. Bu hususta en ufak bir gevşeklik, tembellik gösterme ve asla ihmalkâr davranma. Bil ki, bütün işlerin düzenli olması namaza bağlıdır. Namaza bu şekilde devam eden, her kötülükten uzaklaşır. Çünkü Allahü teâlâ mealen; (Doğru kılınan namaz, insanı fahşadan ve münkerden muhakkak uzaklaştırır) buyurdu. (Ankebut 45) Beraber olduğun kimseleri de namaza teşvik et!

Namaz vakti gelince...
Ey oğul! Âlimler buyuruyor ki, beş şeyi yapmayan, beş şeyden mahrûm olur: Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz. Sadaka vermeyenin, vücûdunda sıhhat kalmaz. Duâ etmeyen, arzûsuna kavuşamaz. Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste Kelime-i şehâdet getiremez.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nasipli amca Ebû Talib</label>

Kureyşin ileri gelenleri, hasta olan Ebû Talibe ziyarete gelmişlerdir... Müşrikler adına her zaman olduğu gibi küfrün yaman aktörü Ebû Cehil konuşmaktadır:
-Geçmiş olsun ya Eba Talib! Sen bizim ulumuzsun. Ölüm döşeğinde bulunman cümlemizi korkulara sevk ediyor. İstikbalden ürküyoruz. Yeğeninle aramızdaki ihtilaf malum. Ölmeden evvel bu meseleyi çözmelisin. Onu da buraya çağır; hakem ol; aramızı bul! Putlardan vazgeçeceksiniz!
Ebû Talib, Sevgili Peygamberimizi çağırttı. Resûlullah efendimiz, içeri girip amcasının yanıbaşına oturdu ve barış şartı olan tek maddeyi açıkladı:
-La ilahe illallah, diyerek; Allaha ibadet edecek, putlardan vazgeçeceksiniz...
Müşriklerin başından kaynar sular dökülmüş gibi oldu:
-Ey Muhammed! Sen şu kadar tanrıyı bir tek ilah mı yapacaksın? Şaşılacak şey, dediler.
Ebu Talib, bir süre sustu ve sonra Peygamberimize hitap etti:
-Şartın hak ve hakikate uygun. Kabulü mümkün şeyler söyledin...
Amcasının bu konuşması Peygamber aleyhisselamı sevindirdi.
-Amcacığım öyleyse sen La ilahe illallah Muhammedün Resulullah de!
-Eğer Yaşlandı da bunayarak Müslüman oldu veya Ölümden korktuğu için Müslüman oldu demeseler dinine girerdim!
Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebu Umeyye telaşlandılar:
-Ey Ebû Talib! Yoksa milletinin dininden vaz mı geçeceksin?
Ebu Talib yeğeni ile müşrikleri bir el hareketi ile susturdu ve nihai kararını açıkladı:
-Boşuna yorulmayın! Ben eski dinim üzre öleceğim. Kureyş kadınlarının elinde büyüttüğü birine tabi oldu diye arkamdan gülmelerinden korkarım!.. Şu var ki seni ne kadar sevdiğimi bilirsin. Bunlar, benden sonra sana eziyeti arttırabilirler. Taife, dayın Neccaroğullarına git!
-Ey amca! Şunu iyi bil ki, Allah tarafından men olununcaya kadar affın için dua edeceğim...

Resulullaha ikram olarak!..
Az sonra Ebu Talib, bir şeyler mırıldanarak öldü. O, mırıldanırken Abbas kulağını kardeşinin ağzına götürmüş ve Sevgili Peygamberimize dediğin kelimeyi söyledi haberini vermişti... Ancak, Resulullah bunu ben işitmedim diyerek reddetti. Üstelik Abbas henüz Müslüman olmadığı için şahitliği makbul değildi...
(Evet, Ebu Talib iman etmeden öldü, ancak, Allahü teala, Resulullaha bir ikram olarak, o mahzun olmasın diye, kendisini hep gözeten ve koruyan amcasını daha sonra diriltti ve iman ederek tekrar vefat etti.)
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Harputlu İshak Efendi</label>

Harputlu İshak Efendi, ilk tahsîlini Harputta yaptıktan sonra, ilim öğrenmek için İstanbula gitti. Fâtih Câmii etrâfındaki Sahn-ı Semân Medreselerinde ders gördü. İstanbulda uzun bir tahsîl hayâtından sonra icâzet, diploma aldı ve Harputa döndü. Harput Meydan Câmii Medresesinde ders verdi ve çok sayıda talebe yetiştirdi. Talebeleri üzerine çok titreyen Harputlu İshak Efendi; Talebe, solmayan güle ve konuşan bülbüle benzer buyururdu... Sultanın huzur hocasıydı...
Harputlu İshak Efendi, Harputta iki sene kaldıktan sonra İstanbula giderek ilim öğrendiği medresede ders vermeye başladı. Sohbetlerinin tatlılığı ve ilminin yüksekliği ile kısa zamanda meşhur oldu. Zamânın Sultânı Abdülazîz Han tarafından saraya dâvet edildi. Sultan ona huzur hocalığını verdi. Sultan Abdülhamîd Han zamânında İstanbul pâyeliği rütbesi verildi ve Evkaf Nezâretinde büyük bir komisyona üye oldu. 1855te ise Dârülmaârif hocalığına getirildi.
Diyâ-ül-Kulûb isimli eserinde, Hristiyanların; İslâmiyet kılıç zoruyla yayıldı ve kabûl ettirildi iddiâlarını değişik delillerle çürüten Harputlu İshak Efendi; Bu yüce din, saldırmakla, öldürmekle yayılmadı. Bu devletleri ayakta tutan, yaşatan büyük ve başlıca kuvvet; îmân, adâlet, doğruluk ve fedakârlık kudretiydi. Ruslar, yüz yıldan beri istilâ ettikleri Özbekistan, Kırım, Dağıstan ve Türkistanda bulunan Müslümanların küçük çocuklarından, en ihtiyarına kadar her ferd için senede birer altın almışlardır. Ayrıca askerlik yapmak, mekteplerde Türkçe konuşturmayıp, zorla Rusça öğretmek gibi çeşitli işkence ve zorlamalara rağmen bu kadar senedir Rusyadaki Müslümanlardan kaç kişi Hristiyan olmuştur buyurdu.

Ölüm mümine hediyedir
Harputlu İshak Efendi, hastalanıp yatağa düşünce, talebeleri ve ziyâretine gelenler çok üzüldüler. Onlara;
-Neden üzülüyorsunuz dostlarım? Gören de sizi hiçbir şey bilmez sanır. Ölüm mümine hediyedir. Ölüm Hakka kavuşmaktır. Ölüm, fânî âlemden göç etmektir. Ölüm yok olmak değildir. Bırakınız üzülmeyi ve ağlamayı. Ben seviniyorum, çünkü asıl vatanıma gidiyorum buyurdu.
Bu mübarek zat, 1891 (H.1309) senesinde İstanbulda vefât etti. Fâtih Câmiinin kıble tarafındaki bahçeye defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Filistinli velî Muhammed Cisr</label>

Muhammed Cisr, Trablusta yetişen büyük velîlerdendir. 1792 (H.1207) senesinde Trablusşamda doğdu. Babasının terbiyesinde yetişen Muhammed Cisr, küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ve yazı yazmayı öğrendi. Babası ile birlikte evliyânın büyüklerinden Şeyh Abdullah Debbânın sohbetlerinde bulundu. On sekiz yaşına gelince, ilim tahsîline devâm etmek için Mısıra gitti. Mısırda iken babası vefât etti. Burada Şeyh Muhammed Ketbî ve Şeyh Ahmed Savîden icâzet, diploma aldı. Sonra memleketine döndü. İnsanlara, Allahü teâlâya kavuşturan doğru yolu anlatmaya çalıştı...
Takvâ sâhibi bir zâttı...
Muhammed Cisr, ilmiyle âmil, zühd, verâ, takvâ sâhibi bir zâttı. Doğruyu söylemekten hiç çekinmezdi. Vakitlerini, devamlı Allahü teâlâya ibâdet veya talebe yetiştirmekle geçirirdi.
Muhammed Cisr bir ara İstanbula geldi. İstanbuldayken Mekke Şerîfi Abdülmuttalib kendisini üzmüştü. O gece rüyasında Şerîf Abdülmuttalib Peygamber efendimizi Muhammed Cisrin elinden tutmuş olarak gördü. Bu esnâda Şerîf Abdülmuttalib onlara doğru yöneldi. Fakat Peygamber efendimiz mübârek yüzünü ondan çevirdi. Şerîf Abdülmuttalib;
-Yâ Resûlallah! Mübârek yüzünü benden niçin çeviriyorsunuz? diye arz etti. Peygamber efendimiz, Muhammed Cisri işâret ederek;
-Bunu niçin üzüyorsun? Sen benim evlâdım isen, bu da benim evlâdımdır, buyurdu.
Şerîf Abdülmuttalib korku ile rüyâdan uyandı. Sabah olunca, hemen Muhammed Cisrin yanına gitti ve ona gördüğü rüyâyı anlattı. Ondan af diledi. (Peygamber efendimizin mübârek soyundan olduğu katî belli olmamakla berâber bu hâdise Muhammed Cisrin Peygamber efendimizin neslinden olduğuna delil gösterilir.)

Vefâtı yaklaştığında...
Muhammed Cisr hazretleri, vefâtı yaklaştığında defnedileceği yeri bildirdi. Bir gün talebelerinden birine;
-Benim falanca yerde bir evim var, dedi. O talebe kendi kendine; Acabâ hocam bununla ne demek istiyor diye düşündü. Muhammed Cisr kısa bir süre sonra vefât etti ve söylediği yere defnedilince, o talebe vefâtından önce hocasının söylediği sözün hikmetini o zaman anladı. 1846 (H.1262) senesinde Filistinde Led köyünde vefât etti ve buraya defnedildi. Kabri meşhur olup bereketlenmek için ziyâret edilir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mutasavvıf ve müfessir İsmail Hakkı Bursevî</label>

İsmail Hakkı Bursevî, Hicri 1060 senesi Zilkade başlarında Miladi 14 Eylül 1652 yılında İstanbulda dünyaya geldi. Daha sonra göç ederek, otuz seneden fazla ikamet ettiği Bursada yaşadığı için ve aynı zaman da Mesnevi şarihlerinden İsmail Ankaraviden ayırmak maksadıyla Bursevî nisbesiyle anılmıştır. İslami ilimlerde derin bilgiye sahip bulunması ve çok sayıda eser vermiş olması yanında tasavvuf sahasında şöhret bulmuş Celvetiye tarikati meşayıhındandır. Ruhül-Beyan Tefsiri müellifi olarak İslam âleminde tanınmıştır. Âlim, mutasavvıf, şair, hafız ve hattat olarak birçok vasfıyla ilim camiasında bilinir...
Muradına nail olmuştur...
İsmail Hakkı Bursevî, Celveti meşayıhından Atpazarlı Osman Efendi diye şöhret bulan Şumnulu Osman Efendiye intisab etmiştir. Önce Osman Efendinin Halifelerinden Abdülbaki Efendiden okumağa başlamış, tahsili bir hayli ilerlemiş, İstanbula gitmesinden sonra dayanamayarak o da bir müddet sonra arkasından gelmiş, huzura dahil ve muradına nail olmuştur...
İsmail Hakkı, Osman Fazlı hazretlerinin terbiyesi altında, tasavvuf yolunda sürat ile feyiz ve kemal kazanmış ve birçok faziletli insanlar yetiştirmiştir...

Artık irtihal vaktimiz geldi!
Bu mübarek zatın hanımı hep, Acaba hangimiz daha evvel âhirete irtihal edeceğiz? diye merak edermiş. Bir gece; Aman efendim! Bu kadar kitaplar yazıyorsunuz bir kelam-ı kadim yazıp da bu cariyenize inayet buyursanız diye ricada bulunmuş. Bir müddet çilehanemize girme de, yazalım buyurmuşlar. İki gece sonra kadıncağız merak edip gizlice gelir kapıyı açar. Görür ki kırk kadar İsmail Hakkı aynı anda yazı yazıyor. Hayrette kalır. Bunun üzerine İsmail Hakkı hazretleri,
Artık sırrımız ortaya çıktı, irtihal etme vaktimiz geldi buyurur ve kısa bir müddet sonra, 75 yaşlarında 14 Zilkade 1137 tarihinde vefat eder ve inşa ettirdikleri Mescid ve Dergah-ı Şerifin mihrabı önünde defnedilir. Türbe Bursanın tarihî bölgesinin ortasında Tuzpazarı civarındadır.

]
besmel.gif


besmel.gif
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri