Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dârendeli Ömer Rızâî Efendi</label>

Dârendeli Ömer Rızâî Efendi, Bursada mürşid-i kâmil Seyyid Münzevî Abdullah Nasreddîn hazretlerine talebe oldu. Tasavvufta ilerledi ve çok kısa zamanda kâmil ve mükemmil büyük bir velî oldu. Osmanlı devlet adamlarından İzzet Paşa ona talebe oldu. İzzet Paşanın daha sonraki senelerde Sadrazam olmasıyla İstanbula geldi ve orada talebe yetiştirmeye başladı...
Kâfile çölde ilerliyordu ki...
Ömer Rızâî Efendi, 1824 yılı olduğunda, o senenin Surre-i hümâyûn emîni Veliyyüddîn Paşa ile birlikte Mekke-i mükerremeye doğru yola çıktı. Üç yüz civârında olan hacı tâifesi dört kâfile hâlinde hareket ediyordu. Ömer Rızâî Efendinin kâfile başısı bedevî şeyhlerinden Şeyh Hasan nâmında birisi idi. Şeyh hazretlerine derin bir muhabbet ve saygı duyuyor ve itâatta kusur etmiyordu. Dört kâfile çölde ilerlerken bir dağ arasına geldiklerinde burada durmak hiç âdet olmadığı halde Şeyh hazretlerinin emri üzerine mola verdiler. O gece Hâfız Ali şiddetli bir hastalığa yakalandı. Şeyh hazretlerine; Perişan bir haldeyim korkarım sizden ayrılacağım dedi. Şeyh hazretleri ise; Korkmayın siz sâlimen haccedip İstanbulda evlâd-ı ıyâlinize kavuşursunuz. Lâkin benim kendimden ümidim yoktur. Gelin vasiyet edeyim dedikten sonra, vefât ettiğinde kendisini çölde bırakmayıp Medîne-i münevvereye götürmelerini istedi.
Nitekim tekrar yola koyulduklarından bir müddet sonra Şeyh hazretleri hastalandılar. Güçlükle yola devâm ediyorlardı. Yine bir konak yerinde Hâfız Ali Efendiye; Bizim vaktimiz tamamdır. Heybedeki emânetleri al İstanbulda evlatlarımdan kalan kimseye götür diye ricâ etti. Sonra Şeyh Hasanı yanına çağırıp, mutâd üzere saat sekizde yola çıkmak gerekirken öğle sırası hareket etmesini söylediler. Şeyh Hasan bütün ısrarlara rağmen o sabah kâfileyi hareket ettirmedi. Hattâ kâfilenin biri kendisini dinlemeyip hareket etti.

Söz dinlemeyenlerin hâli!..
Şeyh Hasan birkaç saat sonra hareket emrini verdi. Bir müddet gittikten sonra Ömer Rızâî hazretlerinin; Allah! diyen sesi duyuldu ve Ömer Rızâî hazretleri, (1824 H.1240) yılında Hakkın rahmetine kavuştu. Az daha gittikten sonra Şeyhin hareketi tehir ettirmekteki gâyesi ortaya çıkmıştı. Söz dinlemeyip hareket eden hacı kâfilesi ise, eşkıyânın hücûmuna uğramış, içlerinden on bir kişi öldürülmüş ve hepsinin malları gasbedilmişti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir garip mümin Nalıncı Baba</label>

Sultan III. Murad Han bir gece garip bir rüya görür. Veziriazam Siyavuş Paşa ile birlikte tebdil-i kıyafet ederek çıkarlar yola... Padişah gideceği yeri iyi bilir. Seri ve kararlı adımlarla Beyazıda çıkar, döner Vefaya. Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarlarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatli bakınır. İşte tam o sıra, orta yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Kimdir bu? diye sorarlar. Ahaliden biri şöyle anlatır: Aslında iyi sanatkârdı. Azaplar Çarşısında çalışır, nalının hasını yapardı. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcardı. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerede namlı mimli kadın varsa takardı peşine...
Bir nur aydınlanır alnında!..
Padişah gördüğü rüyada kendisine verilen vazifeyi yapmaya niyetlidir. Cenazeyi alırlar ve gelirler camiye. Siyavuş Paşa sağa sola koşturur kefen, tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez. Hem mânâlı bir tebessüm okunur dudaklarında...
Vezir sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Biliyor musun oğlum? diye dertli dertli söylenir, Bizim efendi bir âlemdi vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar, ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra Ümmet-i Muhammed içmesin diye getirip dökerdi helaya... Sonra kötü yola düşmüş kadınların ücretini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı, aldım derdi. Öyleyse şimdi bizim hanımı dinleyin der, çeker giderdi. Ben de menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı İlmihal, Hüccet-ül İslâm okurdum. Uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kabeyi görmeli!..

Hem, padişahın işi ne?..
Bir gün Bakasın Efendi! dedim, Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada. Kimseye zahmetim olmasın! deyip mezarını kazdı bahçeye. Vefat edince seni kim yıkasın, cenazeni kim kaldırsın? dedim.
Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi, Hem padişahın işi ne?..
İşte benim adam böyle garip biriydi, deyince gelenler kendilerini tanıttılar. Evet, bu sefer şaşkınlık sırası mübareğin hanımındaydı...
III. Murad Han bu garip mümine bir türbe yaptırdı. Türbesi Unkapanında, Haraçzade Camii karşısındadır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çanakkale şehidi Üsteğmen Zahid</label>

Şiran ilçesinden Yetimoğlu Mustafanın oğlu Üsteğmen Zahid, (Mülâzim-i Sani Zahit Efendi) Çanakkalede şehit olan kahramanlarımızdan biridir. Vefatından önce hanımına yazdığı mektubu ibretle okuyalım:

Eşim Hanife Hanıma...
Aziziye (Pınarbaşı) ilçesinin Kılıç Mehmet Bey Köyünden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanıma...
Bugünlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Sevgili vatanımızı savunmaya gidiyoruz. Gidip de gelememek, gelip de bıraktıklarımı bulamakak var. Böyle olmakla beraber her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme... Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasib etti ise, benden şehitlik rütbesini esirgemediği takdirde elbette ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var:
Birincisi benim için katiyyen ağlama...
İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan mehr-i muaccel ve mehr-i müeccelini al, üst tarafı ile bana bir mevlid-i şerif okut. Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma...

Zarftan çıkan bir demet saç!..
Ayrıca mektubun içinden kırmızı kurdeleye bağlı bir de saç demeti çıkar. Saçın tazeliğibunun mini mini bir yavrunun başından kesilmiş olduğunu göstermektedir.
İşte o zaman herkes Zahidin evli olduğunu ve Nadide isminde de bir yavrusunun varlığını öğrenir. Çünkü Zahid Üsteğmen cepheye gelirken arkasında çoluk çocuk düşüncesini de bırakmıştır. Ve savaş boyunca ne izin isteyerek evine gitmeyi düşünmüş ne de o konuda iki çift laf etmiştir.
Zahid Üsteğmen, 9 Ocak 1916da şehit olur. Bu kahraman, Çanakkale Savaşının son şehitlerindendir. Üsteğmen Zahidin mezarının yeri bilinmemektedir. Ancak o da; Çanakkale Savaşında can veren binlerce yiğit Türk evladıyla beraber gönüllerde yaşamaktadır...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadis âlimi Ali bin Harb</label>

Ali bin Harb hazretleri, hadis âlimlerinin büyüklerindendir. 791 (H.175) senesinde Azerbaycanda dünyaya geldi. İlk tahsilini babasından aldı. Daha sonra ilim tahsil etmek için Hicaz, Bağdad, Kûfe ve Basraya gitti. Buralarda birçok meşhur âlimden ders aldı ve Hadis-i şerif öğrendi. Son olarak Bağdad ulemasından ilim öğrenmek için uzun seneler burada kaldı...
Abbasi halifesi Ali bin Harb hazretlerine çok kıymet verir ve zaman zaman sarayına davet ederek kendisinden nasihat ister, hadis-i şerif dinlerdi...
Devlet adamlarına nasîhat...
İlmi ile âmil olan bu mübarek zat, günahlardan kaçar, Allahtan çok korkar ve harâma düşerim korkusuyla mubahların birçoğunu terk eder ve dünyâya hiç ehemmiyet vermezdi. Allah rızâsı için devlet adamlarına, kırmadan nasîhat eder, insanların huzur ve rahatı için çalışırdı.
Ali bin Harbin zamanında yaşayan âlimler, Onun hadîs ilminde sika (güvenilir) olduğunu bildirmişlerdir. Bunlardan Ebül Hasen Dâre-kutnî Ali bin Harb, sikadır el-Hasib bin Abdullah O, sâlihtir, Ebû Zekeriyyâ Yezîd bin Muhammed bin İyâs el-Ezdî, Ali bin Harb babasıyla seyahatte bulundu ve hadîs-i şerîf işitti, hadîsleri tasnif etti. Müsnedini meydana getirdi. Nesâî O, sadıktır, İbn-i Ebî Hâtem Babamla ondan yazdık ve babam onun sadık olduğunu söyledi. Müslime bin Kâsım el-Hatîb ve İbn-i Semânî, O, sika ve sadıktır demişlerdir.

Çok talebe yetiştirdi...
Ali bin Harb hazretleri ömrünün sonlarına doğru Musula giderek burada talebe yetiştirdi ve 878 (H.265) senesinde Musulda vefat etti. Cenaze namazını Muaviye bin Harb kıldırdı. Bu mübarek zatın son sözleri şunlar oldu:
Yâ Rabbi! Resulullah efendimiz; Allahü teâlâ, benim için birbirini sevenlere, benim için birbirini ziyaret edenlere sevgim haktır buyuruyor. Sen de biliyorsun ki, bu her şeyden aciz kulun, Seni ve Resulünü ve Onu sevenleri ve Resulüne inananları her şeyden çok seviyorum. Beni bu sevgime bağışla!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nasipli talebe Bedreddîn Serhendî</label>

Bedreddîn Serhendî hazretleri, 1593 (H.1002) senesinde Serhendde dünyaya geldi. Hocası İmam-ı Rabbânî hazretlerinin kendisine yazdığı mektuplar, Mektûbat kitabında yer almaktadır...
Bu mübarek zat, zekî ve çok akıllı idi. Kısa zamanda keşf ve kerâmetler sâhibi oldu. Hocasının daha ilk teveccühlerinde, kalbi zikretmeye başladı. Kelâmda en büyük kitâb olan Şerh-i Mevâkıfı, Beydâvî Tefsîrini ve Mîr Hâşiyesi ile berâber, Akâid-i Adudiyyeyi, İmâm-ı Rabbânînin huzûrunda okudu. On beş yaşında iken İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûrunda tasavvuf yoluna girdi.
Niyetinin sevâbını alırsın...
İmâm-ı Rabbânî, Mektûbâtın üçüncü cildini tamamlayıp, dostlara birkaç tâne daha mektûb yazınca, Bedreddîn Serhendî içinden; Dördüncü cildin toplayıcısı bu fakîr olsa... diye niyetlendi. (Nitekim birinci cildi Mevlânâ Yâr Muhammed Cedîd, ikinci cildi Mevlânâ Abdülhay, üçüncü cildi Hâce Hâşim-i Keşmî toplamışlar idi.) Bir gün yalnızken hazret-i İmâma bu niyetini arz etti. Bir an sustular, sonra buyurdular ki:
-Vakit nerde, fırsat kime? Yakînen bilinmelidir ki, ömrümüz senelerden çıktı, günlere kaldı. Sen niyetinin sevâbını alırsın...
Bu konuşmadan birkaç gün sonra o, dünyâyı aydınlatan güneş, vefât etti.
Bedreddîn Serhendî tasavvuf yoluna girdikten sonra, İmâm-ı Rabbânîye gönderdiği bir mektûbda şu hâllerini yazdı:
Ne zaman bir kabre uğrasam, kabirdekinin hâli bildiriliyor. Azâb veya sıkıntıda, yâhut nîmetler içinde olduğunu görüyorum. Bâzan da kabri karanlık veya aydınlık görüyorum. Bir büyüğün mezarının başına gidersem, Cennette nîmetler içinde olduğu mâlûm oluyor. O azîzin bana merhamet ve lütuflarını müşâhede ediyorum. Bâzan yüz çevirdikleri ve teveccüh etmedikleri de oluyor. Uzun yalvarmalardan sonra, ne için böyle davrandıklarını soruyorum ve öğreniyorum...

Allahü teâlâ beni seviyor
İşte, böyle hallere vakıf olan bu mübarek zat, 1688 (H. 1099) senesinde Serhendde vefat etti. Vefatı sırasında buyurdu ki:
İmam-ı Rabbânî hazretlerinin teveccühü ile Resûl-i Ekrem efendimizin teveccühüne mazhar oldum. Bu mübarek teveccüh sayesinde Allahü teâlânın teveccühüne mazhar olacağımdan asla şüphem yoktur. Allahü teâlâ beni sevmeseydi, İmam-ı Rabbânî hazretlerine talebe yapmazdı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Üveysî bir zat Rüstem Halîfe</label>

Rüstem Halîfe Bursevî hazretleri ticâretle meşgûl olurdu. Kastamonulu Şeyh Hacı Halîfeyi tanıyınca ona talebe olup, tasavvuf yoluna girdi. Dâimâ riyâzet hâlindeydi. 1511 (H.917) senesinde Bursada vefât etti. Kabri, Hisar içinde, Orta Pazarda Nakkâş Ali Mescidi civârında, Osman Çelebinin kabri yanında bulunmaktadır.
Rüstem Halîfe Bursevî, kerâmet ehli bir zât olup, kendisini gizleyenlerden, haramlardan sakınan müttekîlerden, çok ibâdet edenlerden ve cömertlerden idi. Fakir ve zengin herkese ikrâm ve ihsân ederdi. Her kim kendisine bir hediye getirse, o daha fazlasını hediye ederek mukâbelede bulunurdu.
Zamânını ilimle geçirirdi...
Bu mübarek zat, zamânının çoğunu, talebelere ilim öğretmekle ve ibâdetle geçirirdi. Başlangıçta, Zeyniyye tarîkatından Şeyh Hacı Halîfenin hizmetinde bulunup, ondan çok istifâde etti. Dünyâdan elini eteğini çekip, hocasının yoluna tam uydu. Fakat hâlinden üveysî meşrepli olduğu anlaşılıyordu. Yüksek velîlerin rûhlarından feyz alarak, çok mârifetlere kavuşmuştu.
Lâmii Çelebi, şöyle anlatır:
Bir ara gözümde bir ağrı peyda olmuştu. Bir gün bana; Gençliğimde ben de gözlerimden çok çektim. Kullandığım ilaçların hiçbiri fayda vermedi. Sonunda, bir gün yolda giderken, bir gençle karşılaştım. Bana; Gözlerinin iyi olmasını dilersen, sünnet-i müekkede olan namazların son iki rekatında Muavvizeteyn (Felak ve Nâs) sûrelerini oku. Cenâb-ı Hakkın izniyle şifâ bulursun inşaallah! dedi. Onun tavsiyesine uyup dediklerini yaptım. Gözümün ağrısı geçti. Siz de böyle yapın! deyince, ben biraz haddi aşarak; O genç kimdi? diye sordum. Rüstem Halîfe de: Şânı yüce bir kişidir diye cevap verdi. Anladım ki, Hızır aleyhisselâm imiş. Târif edilen şeyi ben de yaptım ve Allahü teâlânın izniyle, gözlerim tam sıhhate kavuştu...

Hâlini hep gizlemiştir...
Rüstem Halîfe Bursevî, gâyet edebli bir kimseydi. Hâlini her zaman gizlerdi. Sâdece gerektiği zamanlarda konuşurdu. Bana Evlâd diye seslenirdi. Bu sebeple şöyle vasiyet etti: Evlâd! Beni Müslümanların omuzlarına yük etme. Yakın bir yere defnedesin! Bunun çindir ki, onu, Hisar içinde ceddimize mensup bulunan babam merhum Osman Çelebinin yanında toprağa verdim. Allahü teâlâ şefâatine nâil eylesin!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhtaçların sığınağı Şerîf Tlemsânî</label>

Şerîf Tlemsânî, Mâlikî mezhebinde, fıkıh ve kelâm ilimlerinde mütehassıs olan büyük âlimlerden, velî bir zattır. İsmi, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmeddir. Nesebi Hazret-i Aliye dayanır. 1310 (H.710) senesinde Tlemsân şehrinde doğdu. Aklî ve naklî ilimlerde, âlimlerin söz birliği ile zamânının en büyük âlimi olduğu bildirildi. 1370 (H.771) senesinde vefât etti...
Tunusa tahsîle gitti...
Şerîf Tlemsânî, 1339 senesinde Tunusa tahsîle gitti. Orada İbn-i Abdüsselâmdan tasavvuf, Ebû Zeyd bin Yâkubdan Kurân-ı kerîm dersleri aldı. Yine büyük âlimlerden İbilî hazretlerinin de derslerine devâm etti. İlim öğrenmedeki gayreti çok fazla idi. Hocaları onun bu gayretine hayran kalırlardı. Ders çalışırken kendinden geçer, zihnini derslerine verirdi. Bir defâsında elbisesindeki yırtığı, dört ay hiç görmedi. Gecesini gündüzüne katarak, üstâdı İbilî hazretleriyle berâber olmaya gayret ederdi...
Yetiştirdiği talebelerinin içinde en meşhûrlarından biri, oğlu Ebû Muhammed, kırâatâlimlerinden Şâtıbî ve meşhûr tarihçi, İbn-i Haldûndur. Talebelerinin her biri, ilimde, ahlâkta ve fazîlette diğer insanlara örnek olmuşlardır.
Şerîf Tlemsânî, çok halîm selîm bir zât olup, işlerinde hep orta yolu gözetirdi. Sözlerinin karşıdaki kimseye tesir etmesi gâyet fazla idi. Mürüvvet, iyilik, ikrâm ve ihsân sâhibi, şefkatli ve merhametli bir zât idi. İnsanlara doğru yolu göstermek, onların ebedî saâdete kavuşmalarına vesîle olmak için çok gayret ederdi. İnsanların ihtiyâçlarını giderirdi. Âile efrâdının nafakalarını gâyet geniş tutar, onlardan bir şeyi kısmazdı...

Beni âhirette de azîz eyle!
Ebû Abdullah Şerîf Tlemsânî, Kurân-ı kerîmde Âl-i İmrân sûresi yüz yetmiş birinci; Onlar Allahü teâlâdan gelen bir nîmet ve daha üstün bir ihsân sebebiyle sevinirler ve müminlerin mükâfâtını cenâb-ı Hakkın zâyi etmediğini yakînen bilirler meâlindeki âyet-i kerîmesini tefsîr ederken, hastalandı. Bu rahatsızlığı on sekiz gün sürdü.
Oğlu Ebû Yahyâ anlatır: Babam hastalandığında, Kurân-ı kerîmi öpüp, yüzüne gözüne sürdü. Sonra; Allahım! Beni bu mübârek Kurân-ı kerîminle dünyâda azîz eylediğin gibi, âhirette de azîz eyle! diye duâ etti. Sonra da 1370 (H.771) senesi Zilhicce ayının dördüncü gününe rastlayan pazar günü vefât etti...

]
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Necmeddîn-i Kübrâ</label>

Orta Türkistanda, Aral Gölü civarındaki Harezm bölgesinde 1145te doğan Necmeddîn-i Kübrâ, doğduğu bölgedeki eğitiminden sonra, önce Mısır, daha sonra da Tebriz ve Nişaburda hadis, fıkıh, tefsir ilimlerini tahsil etti. Tebrizde iken tamamen tasavvufa yöneldi ve nihayet doğduğu topraklarda irşad ile görevlendirilerek Harezmde irşad ve tebliğe başladı. Çok talebe yetiştirdi...
Moğollarla cenk ederken...
Moğollarla cenk ederken şehid olan Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin şehadetini anlatan eserde şöyle yazıyor:
... Küffar Harezme geldiğinde Şeyh beraberlerindekini bir araya topladı, 600 kişi kadardılar. Bu sırada Şeyhin bedduasına uğramış olan Harezm Sultanı şehri terk eylemişti. Küffar sultanı yakalamak üzere Harezmi kuşattığında Şeyh önde gelen müridlerini çıkardı ve;
-Tez kalkınız ve beldelerinize gidiniz, doğudan çıkan bu yalın ateş batıya kadar yaklaşmıştır ve bu bir büyük fitnedir ki ümmet içre onun misli görülmemiştir, buyurdu. Buna karşılık bazı talebeleri dedi ki:
-Ne ola ki, Hazret-i Şeyh bir dua eylese de bu fitne Müslüman yurtlarından defolsa... Onlara buyurdu ki:
-Bu bir hükm-ü kazadır ki defi mümkün değildir...
Bunun üzerine hep beraber Horasan taraflarına çekilmeyi teklif ettiler. Onlara da şöyle buyurdu:
-Ben burada şehid olmak dilerim ve bana başka yere gitmeye izin yoktur...

Savaş alanında şehid oldu...
Talebelerinin bir kısmı Horasan taraflarına doğru yöneldiler. Şeyh orada kalan sevenlerini çağırarak:
-Geliniz, Allah yolunda Onun ismini yüceltmek için savaşalım, dedi ve hanesine girip sağlamca kuşandı, önü açık bir hırka giydi ve her iki koltuğunu taş ile doldurdu; eline bir sapan alarak dışarı Moğolların karşısına çıktı hiçbir taşı kalmayana kadar onlarla savaştı...
Bu sırada Moğol askerleri de kendisini ok yağmuruna tutmuştu. Bir ok mübarek kalbine saplanmıştı. Çekip çıkardı ve onun üzerine düşerek vefat eyledi. (1221) Derler ki, şehid olduğu vakitte bir düşman askerinin saçlarını tutmuş idi. Kimse o askeri kurtaramadı, ancak Moğolun saçlarını kestiler de elinden kurtardılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Ahmed Aysâvî</label>

Ahmed Aysâvî 1534 (H.941)de Şamda doğdu. Aslen Şama bağlı olan Aysâ nâhiyesindendir. Buraya nisbetle Aysâvî denilmiş ve bu isimle meşhûr olmuştur. Babası Aysâdan gelip, Şamda yerleşmiş idi...
Aysâvî hazretleri, Şamdaki meşhûr Emeviyye Câmiinde imâmlık, Câmi-i Muallak diye tanınan Cedîd Câmiinde ve Dımeşkın hâricinde bulunan Kabr-i Âtike mahallesindeki Tevrîziyye Câmiinde hatîblik yaptı. Ömeriyye, Azîziyye, Zâhiriyye, Şâmiyye, Berrâniyye gibi medreselerde ders okuttu. Emeviyye ve Sultan Süleymân Câmiilerinde vaaz verdi. İlim öğrenmek ve öğretmek maksadıyla çeşitli yerlere seferler yaptı.. Hürmet ve ikrâmda bulundular...
Ahmed Aysâvî, akrabâlarını ziyâret için iki defâ Trablusşâma gitti. Halebe de gitti. Oranın ahâlisi kendisini çok iyi karşıladı. Çok hürmet ve ikrâmda bulundular...
Aysâvî hazretleri, fıkıh ilminde ve bu ilme uygun fetvâ vermekte diğer âlimlerden önde idi. Bütün zamânı ders ve fetvâ vermekle, insanlara faydalı olmakla geçerdi. Her hâli dînimizin emirlerine tam uygun idi. Haramlar ile birlikte şüpheli olan şeylerden de son derece kaçınırdı. Herkes tarafından sevilip hürmet edilen pek yüksek bir zât olup, büyüklüğü, üstünlük ve asâleti her tarafta konuşulurdu. Gâyet yumuşak huylu, İslâmın güzel ahlâkı ile süslü idi. Ayıb ve çirkin hâllerden, kin ve düşmanlık gibi bozuk düşüncelerden uzak idi. Güzel huylar ve iyi sıfatlar onda, meleke, alışkanlık hâline gelmişti. Konuşmasında bir şeyi anlatmasında öyle hoş, yumuşak, nâzik ve mülâyim idi ki, dinleyenler onun bu güzel hâline hayrân kalırlardı.

El-Hubeb Şâfiî ilmihalidir...
Ahmed Aysâvî, El-Hubeb isminde, Şâfiî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan bir eser yazdı. Daha sonra bu eserini çok güzel bir şekilde şerhetti. Bunlardan başka, minâre yapılmasına dâir bir risâlesi ve başka risâleleri de vardır.
Bu mübarek zat, 1617 (H.1026) senesinde, ocak ayının üçünde salı günü Şamda vefât etti. Bâb-üs-sagîr Kabristanında defnolundu. Vefâtı sırasında Yâ Rabbî! Kulun Ahmed Aysâvîye rahmet et mânâsında bir Arabî mısra söyledi ve rahmet-i Rahmana kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mübarek bir torun Hâce Hasan Attâr</label>

Büyük velî Hâce Hasan Attârın anne tarafından dedesi, Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî hazretleridir. Dedesi Şâh-ı Nakşibend hazretleri küçük Hasanı çok severdi. Bir gün Hasan Attâr, çocuklarla birlikte oynarken, dedesi Behâeddîn-i Buhârî oradan geçiyordu. Hasan Attâr bir buzağıya binmeye çalışıyor, diğer çocuklar da onun etrâfında koşup, böylece eğlenmekteydiler. Behâeddîn-i Buhârî hazretleri durup küçük Hasana teveccüh etti ve; Yakın bir zamanda, bu çocuk bir bineğe biner, şevketli hükümdarlar, atının üzengisini tutarak yanında yürür buyurdu...
Mirzâ Şâhruhu ziyâret...
Aradan zaman geçti. Hace Hasan Attâr, evliyânın büyüklerinden oldu. Herkes tarafından sevilir, hürmet edilirdi...
Bir zaman Bağ-ı zâgân taraflarına gitmişti. Orada Mirzâ Şâhruhu ziyâret etti. Mirzâ, Hâce hazretlerine çok ikrâmlarda bulundu ve bir at hediye etti. Bizzat kendisi onu ata bindirdi. Sonra üzengisinden tutarak biraz yürüdü ve uğurladı. Bu halde giderken, Hâce Hasan Attâr durup, dedesine duâ etti. Sonra Sultana, dedesi Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin senelerce önce söylediği sözü anlattı...
Güzel ahlâkın bütün kemâlâtını kendisinde toplamış olan Hâce Hasan Attâr, herkese hüsn-i muâmelede bulunur, hiç kimseyi gücendirmezdi. Talebelerinin mânevî terbiye ve yetişmeleri yükünü aldığı gibi, onların maddî ihtiyaçlarını da kendisi karşılardı. Başkalarının, hele talebe ve sevdiklerinin sıkıntıda olmaları, ona daha çok sıkıntı verirdi. Bu sebeple talebelerinden birisi rahatsızlanıp hasta olduğunda, onun sıhhate kavuşması için duâ eder, hatta Senin yerine ben hasta olaydım derdi...

Mübarek babasının yanında...
Bir defâsında, hacca giderken Şîrâza uğramıştı. Şîrâzın ileri gelenlerinden bir zât da Hâce Hasanın talebelerindendi ve o günlerde çok ağır hastaydı. Hazret-i Hâce bu talebesini ziyâret etti. Onun, hastalığın tesiri ve elemi ile hâlsiz olduğunu görüp çok üzüldü ve;
Yâ Rabbi, bu hastalığı talebemden alıp bana ver diye dua etti. O ânda, hastada iyileşme ve sıhhat alâmetleri görülmeye başladı, sonra büsbütün iyileşti. Diğer taraftan Hâce Hasan hazretleri hastalanıp yataklara düştü ve biraz sonra da vefat etti. Cenazesi daha sonra Buhârânın Cağanyân nâhiyesine nakledilerek, mübârek babası Alâeddîn-i Attârın yanına defnolundu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Dokuzuncu 0mam Muhammed Cevâd Takî</label>

Muhammed Cevâd Takî hazretleri, Resûlullah efendimizin torunu olup, hazret-i Ali ile hazret-i Fâtımanın (radıyallahü anhümâ) evlâdlarındandır. Hazret-i Hüseyinin torunlarından olduğu için Seyyiddir... Muhammed Cevâd daha küçük yaşta, büyük ve derin bir âlim olmuştur. İmâmlığı on altı sene iki ay on dört gündür. Halîfe Memûn, kızı Ümmü Fadlı Muhammed Cevâd ile evlendirmiş, Medîneye göndermiştir. Ali Nakî ve Mûsâ isminde iki oğlu, Fâtıma ve Emmâme isminde iki de kızı vardı...
İmâm-ı Ali Rızânın oğluyum
Şöyle anlatılır: Bir gün Halîfe Memûn ava çıkarken, çocukların oynadığı sokaktan geçti. O esnada, bütün çocuklar sokaktan kaçtı. Muhammed Cevâd da orada çocukların yanında duruyordu. Yalnız o olduğu yerden ayrılmadı. Bunun üzerine Halîfe Memûn ona yaklaşarak:-Ey çocuk! Bütün çocuklar kaçtığı halde, sen neden kaçmadın? diye sorunca, Muhammed Cevâd;
-Ey Emîr-ül-Müminîn, yol dar değil ki, kenara çekilip genişleteyim. Suçum yok ki, senden korkup kaçayım. Senin suçsuz kişileri incitmeyeceğine inanıyorum, diye cevap verdi. Bu güzel yüzün ve tatlı sözlerin sâhibi olan çocuk halifenin hoşuna gitti. Ona;
-Sen kimin oğlusun? diye sorunca,
-İmâm-ı Ali Rızânın oğluyum, cevâbını verdi. Halîfe, İmâm-ı Ali Rızâyı rahmetle andı. Muhammed Cevad o sırada dokuz yaşındaydı.
İmâm-ı Takî, Halîfe Memûn vefât edince; Bizim kurtuluşumuz otuz ay sonradır buyurdu. Halîfe Memûnun vefâtından otuz ay sonra zevcesinin amcası Halîfe Mutasım ile görüşmek için Bağdâta gittiği sırada vefât etti.

Yemeğine zehir kattılar!..
Halife Mutasım, İmâm Muhammed Cevâda çok hürmet eder ve sık sık görüşürdü. Fakat bir defasında Halifeye, hazret-i İmamın kendisine karşı olanlarla münasebet kurduğunu ve ona karşı ayaklanma hazırlığı içinde olduklarını söylediler. Halbuki bunların aslı yoktu. Halife, Muhammed Cevad hazretlerini sarayına yemeğe davet etti. Hz. İmâm Muhammedül Cevâd, yemeği yediler ve zehirli olduğunu anladılar; hemen kalktılar. Oturmasını dileyen Mutasıma, Hazret-i İmâm;
-Senin yanından çıkıp gitmem, sana daha hayırlıdır, buyurdular. Kaldıkları yere gittiler ve Muhammed Cevâd hazretleri o gece vefat etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mütefekkir Seyyid Ahmed Arvasi</label>

Seyyid Ahmed Arvasi, son devrin milliyetçi yazar ve mütefekkir, yani fikir adamlarındandır. 1932 yılında dünyaya geldi. Babası Gümrük Müdürlüğünden emekli Seyyid Abdülhakim Efendi, annesi Cevahir Hanımdır. Ailece Vanın Müküs (Bahçesaray) kasabasına bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Arvasî Hoca, çeşitli eğitim enstitülerinde öğretmenlik yaptı... Derin fikir çileleri çeken Arvasi Hocanın anlatacak çok şeyi vardır dağarcığında ve onları temiz Anadolu gençliğine aktarmak için çırpınır yıllarca...
Seminerler, konferanslar, kitaplar...
Büyük mütefekkir emeklilik yıllarında çalışma dozunu artırır. Seminerler, konferanslar... Gazetemizde de günlük makaleler yazar, peş peşe kitap çıkarır. Evi gençlerle dolup taşar, onlara asr-ı saadet yıllarını, alperenleri, derviş gazileri anlatır...
Ve bir gün, hizmet aşkıyla yanan bu kalp duruverir... 31 Aralık 1988de Erenköydeki evinde ruhunu teslim etti ve Edirnekapı Kabristanına defnedildi.
Seyyid Ahmed Arvasi vefatına yakın günlerden birinde, gözleri uzaklara daldı ve ağzından şu sözler döküldü:
Ey Kâinatın Efendisi! (sallallahü aleyhi ve selem) Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz.
Sen dünyamıza doğmadan önce, kızgın kumlara gömülen bebeklerin çığlıkları, vicdanları yakmıyordu. Burnu halkalı ve alnı damgalı köleler ümitsizdi. Kadınlar kocalarına, kocalar putlara tapınıyordu. Mazlumlar ve şerefli insanlar yerlerde sürünüyorlardı.

Seni pek çok özledik!..
Sen geldin, çığlıklar bitti, gözyaşları dindi... Güçsüzler senin meclisinde güçlendiler, kendilerinde güç vehmedenler Hakkın karşısında el bağladılar. Tebessümün, kimsesizlere cesaret verirken, mübarek alnında kabaran damarlar zalimlerin ödünü koparıyordu. Sen, irtihalimden (vefatımdan) sonra, bana selam gönderin, onu bana ulaştırırlar diye buyurmuştun. Sana yağmur taneleri sayısınca, ağaçlardaki yapraklar miktarınca, denizlerdeki su damlaları kadar selam sunuyoruz.
Sana, ne kadar muhtaç olduğumuzu biliyorsun. Sen alemlere rahmet olarak gönderilensin, bizi terk etme!
Sevgili Peygamberimiz, seni, çok, hem pek çok özledik!..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri