Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir hikmet ehli Abdullah bin Muhammed</label>

Abdullah bin Muhammed el-Osmânî, Mısırda yaşayan evliyanın büyüklerindendir. Hazret-i Osmanın soyundan geldiği söylenir. Bu sebeple kendisine Osmânî nisbesi verilmiştir. Doğum tarihi hakkında bir bilgi yoktur. Kahirede yaşamış ve orada vefat etmiştir.
Bu mübarek zat, haramlardan son derece sakınırdı. Bu sebeple Kahiredeki el-Hakim Camiinde itikaf ederdi. Abdullah bin Muhammed el-Osmânî, hikmetli sözleriyle ve nasihatleriyle meşhurdur. İşte size o güzel sözlerden bir demet:
Üç şey zulümdür
Şu üç şey zulümdür: Kendisinden yukarıdakilere karşı gelip, emirlerini yerine getirmemek. Kendinden aşağıdakilere güç ve kuvvet kullanarak haksızlık yapmak. Zâlimlere yardım etmek.
Münâfığın alâmeti üçtür: Yalnız olduğu zaman tembeldir. Yanında birisi olduğu zaman, çalışkandır. Bütün işlerinde övülmeyi çok sever.
Hasetçinin yâni başkalarını çekememenin alâmeti de üçtür. Haset ettiği kimse, yanında yoksa, gıybetini eder. Yanında bulunduğu zaman dalkavukluk yapar. Onun başına bir belâ geldiği zaman sevinir.

Tembelin alâmeti!..
Tembelin alâmeti üçtür: Gevşektir... İhmâlkârdır... Vakitlerini zâyi eder. Hattâ günaha bile girer.
Bir kitapta okudum: İstişâre etmeyen pişman olur. Kendisini başkalarına muhtaç görmeyen, kendi bildiği gibi hareket eder.
İnsanların en zâhidi yâni şüpheli olmak korkusuyla mubahların çoğunu terk eden kimse, temiz ve helâl kazanç peşinde koşandır. Bu kimse, dünyâ işleriyle ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu, zühdüne engel değildir.

Gözleri görmez oldu...
Abdullah bin Muhammed el-Osmânînin son zamanlar gözleri görmez oldu. 1375 (H.777) senesinde vefat etti. Vefat anında şu ayet-i kerimeleri okudu:
Görenle görmeyen, salih ameller işleyen müminle kötülük eden bir olmaz. Fakat çoğu insan bunu bilmez.
O ezeli hayatla münferiddir. Ondan gayri ilah yoktur. Dinde ihlas ile Ona ibadet, dua ve hamd edin ki, O, Rabbül-Âlemindir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fakîh hükümdar İkinci Hakem</label>

Endülüs Emevi Devleti 765-1031 yılları arasında İspanyada hakimiyet kurdu. İspanyaya ilk olarak 711 tarihinde Tarık bin Ziyad kumandasında çıkan Müslümanlar, kısa zamanda bütün yarımadayı fethettiler. Burası Şamdaki Emevi halifeliğine bağlı bir eyalet olarak idare edildi. Abbasi hanedanı halifeliği ele alınca, Emevi ailesinden Abdurrahman bin Muaviye Kurtubaya giderek emirliğini ilan etti (756). Sonra da Halife olarak tanındı. Kuvvetli bir ordu kurdu
l. Abdurrahmanın hükümdarlığı otuz üç yıldan fazla sürdü. Bu devrede SultanAbdurrahman kurduğu yeni devleti sağlamlaştırmak için bölgesindeki Müslümanları etrafında topladı. Kuvvetli bir ordu kurdu. Tarım ve sanayi gelişti. Büyük bir ticaret filosu kurularak İstanbula kadar ticari münasebetler tesis edildi. Bu arada camiler, yollar, şehir etrafındaki surlar yaptırıldı.
Sultan Abdurrahmanın vefatından sonra, 7 halife daha iş başına geçti. Nihayet Üçüncü Abdurrahman bin Muhammed yirmi üç yaşında iken halife oldu. Üçüncü Abdurrahman ve bundan sonraki devrelerde, tarihinde bir daha erişemeyeceği siyasi, iktisadi ve fikrî üstünlüğün doruğuna ulaşan Endülüs, siyasi güç ve medeniyet bakımından parlak devrini yaşadı.
Üçüncü Abdurrahman elli yıl süren saltanatının ilk seneleri iç huzuru sağlamakla geçti. Sultan Abdurrahman donanmasını kuvvetlendirdi. Sebteyi fethederek, Mağribe el attı. Fasa yayılmış olan bidat ehli çeteleri bu ülkeden çıkartarak Nakur ve Mağraveleri kendine bağladı.

Endülüsün en parlak devri...
Sultan Abdurrahman 73 yaşında ölünce, yerine 961 senesinde oğlu İkinci Hakem geçti. Fıkıh ve tarih konularında bilginler arasında yer alan İkinci Hakemin halifeliği, Endülüsün en parlak devri sayılır. Zenginlik ve refah seviyesi bakımından Endülüs, onun zamanında dünyada birinciydi. 50 sene süren hükümdarlıktan sonra vefat ederken şunları söyledi:
Elli seneden fazla saltanat sürdüm. Zenginlik ve şeref, iktidar ve haz, benim kölelerimdi, çağırdığım yere geliyorlardı. Benim talihimde, beşeri hiçbir saadet unsuru eksik değildi. Bu durumda olmama rağmen ben, hayatımın tamamen mesud günlerinin sayısını araştırdım. Ancak ondört günümü böyle buldum.
Ey insan! Bu dünyaya güvenme ve o kadar fazla ehemmiyet verme!
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Ahmed bin Ömer</label>

Ahmed bin Ömer, (Ebül-Abbâs) büyük velîlerdendir. Ömrü Ehl-i sünnete hizmetle geçmiştir. Bilhassa Münazara ve Cedel ilminde(muhalif tarafın fikirlerini çürütüp kendi fikirlerini benimsetmek üzere geliştirilen ilim) onun karşısına çıkanlar mağlup olurlardı. Ayrıca, uzakta olan Ehl-i sünnet muhaliflerine de reddiyeler yazıp gönderirdi. Kendisine Elbâz-ül-eşheb denilirdi. 249 (m. 863) yılında doğdu. 306 (m. 918) senesinde vefât etti. Kabri Bağdâddadır.

Sen zahir ile söylüyorsun!
Ebül-Abbâsın, Ebû Bekir Muhammed bin Dâvûd ez-Zâhiri ile münazaraları meşhûrdur. Şöyle anlatılır:
Bir gün Ebül-Abbâs, Dâvûd-i Zâhirîye: Sen zahir ile söylüyorsun. Âyet-i kerîmede Allahü teâlâ Bir kimse, bir miskal bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek. Kim de bir miskal bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir (Zilzal: 7-8) buyuruyor. Peki bir kimse yarım miskal işlerse? diye sordu. Dâvûd-i Zahirî uzun süre durdu. Ebül-Abbâs, Niçin cevap vermiyorsun? diye sorunca, Dâvûd-i Zâhirî cevap veremedi.
Ebül-Velîd Nişâbûrî, Ebül-Abbasa İhlâs sûresi Kurân-ı kerîmin üçte birine denktir hadîs-i şerîfinin manasını sordu. Ebül-Abbâs şöyle cevap verdi: Kurân-ı kerîmin üçte biri ahkâm, üçte biri vad ile vaîd, üçte biri de isimler ve sıfatlar olmak üzere indirildi. İhlâs sûresinde Allahü teâlânın isimleri ve sıfatları bir arada olduğu için, Kurân-ı kerîmin üçte biri olmaktadır...
Birçok talebesinin bildirdiğine göre, Ebül-Abbâs vefâtına yakın bir gece gördüğü rüyâyı şöyle anlatır:

Hesap vakti yaklaştı!
Kıyâmet kopmuş, insanlar mahşer yerine toplanmıştı. Bir ses, Peygamberlerin davetine ne ile icâbet ettiniz? diye sordu. Ben de İmân ve tasdîk ile dedim. Sonra Siz sözlerden ziyâde, amellerden sorumlusunuz diye söyleyince ben de, Büyük günahlardan sakındık, küçük günahlardan da Allahü teâlânın af ve rahmetine sığındık dedim. Bunun üzerine yanında bulunan talebeleri;
Efendim bu rüyâ ölümün yaklaştığını gerektirmez mi? diye sorunca, Ebül-Abbâs şu âyet-i kerîmeyi okudu
İnsanların hesap vakti (kıyâmet günü) yaklaştı. Onlar ise, hâlâ bundan gaflette, yan çizip aldırmıyorlar (Enbiyâ-1).
Bu rüyâdan onsekiz gün sonra vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Endülüs Emevi Halifesi Hakem bin Abdülmelik</label>

Hakem bin Abdülmelik, Endülüs Emevi halifelerindendir. İspanya, 711 tarihinde Tarık bin Ziyad kumandasındaki Müslümanlar tarafından fethedildi. Önce Şamdaki Emevi devletine bağlı bir eyalet idi. Sonra 765-1031 yılları arasında Endülüs Emevi Halifeleri Endülüste hakimiyet kurmuştur. İlk hükümdar I. Abdurrahmandan itibaren Üçüncü Hişamla sona eren bu devlet, 275 sene yaşadı. Üçüncü Abdurrahmana kadar Kurtuba Emirliği diye adlandırılan devlete bu hükümdar zamanında Endülüs Emevi Hilafeti namı verildi. Hükümdar, Emir-ül Müminin unvanını aldı.
Kurtubaya akın var!..
Devletin kurucusu Abdurrahman bin Muaviye, Suriye Emevi Devletinin yıkılması üzerine Fırat Irmağını geçerek Filistine kaçtı. Abbasi Devletinin kurulmasıyla Şamdan ayrılıp, Endülüse yerleşen Emevilerin varlığını haber alan Abdurrahman, onlara mektup yazarak, kendilerini karşılamalarını ve yardım etmelerini söyledi. Onların davetiyle Kurtubaya giderek emirliğini ilan etti (756). Bu haberi duyan Emevi taraftarları akın akın bu ülkeye gelmeye ve onun devlet kurmasında yardımcı olmaya başladılar.
Abdurrahmanın hükümdarlığı otuz üç yıldan fazla sürdü. Bu devrede Abdurrahman kurduğu yeni devleti sağlamlaştırmak için bölgesindeki Müslümanları etrafında topladı. Kuvvetli bir ordu kurdu. Tarım ve sanayi gelişti. Büyük bir ticaret filosu kurularak İstanbula kadar ticari münasebetler tesis edildi. Bu arada camiler, yollar, şehir etrafındaki surlar yaptırıldı.

O duâyı yapan kimdi?
Abdurrahmanın 787 senesinde vefatından sonra, yerine oğlu Hişam geçti. Fakat 39 yaşında öldü. Yerine Hakem bin Abdülmelik geçti. Hakem zamanında iç karışıklıklar başgösterdi. Hakem bin Abdülmelik bu karışıklıkları bastırmak için çaba gösterdi. Onun hükümdarlığı da fazla uzun sürmedi. Hakem bin Abdülmelik, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak yatağa düştü.
Mutemir diyor ki: Hakem bin Abdülmelikin ölüm esnasında yanında bulunanlardan biri idim. Allahım, bu iyi bir insan idi. Sen bunun ölüm acısını kolaylaştır diye duâ ettim. Bir müddet sonra ayıldı ve: O duâyı yapan kimdi? diye sordu. Ben de: O duâyı ben yaptım dedim. Bunun üzerine dedi ki: Hazreti Azrâil bana, Ben her cömerde karşı rıfk ile davranırım dedi ve bir müddet sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Ali Râmitenî</label>

Ali Râmitenî hazretleri, İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerindendir. Buhârâ yakınlarındaki Râmiten kasabasında doğdu. Doğum târihi belli değildir. 1328 (H.728) yılında Harezm şehrinde vefât etti...
Ali Râmitenî hazretleri, memleketi olan Râmitende küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı. Akıl ve zekâsının parlaklığı, kavrayış kâbiliyetinin yüksekliği dolayısıyla kısa zamanda ilim yolunda yükseldi. Sonunda herkese ilim saçan, yol gösteren, kalbinden nûr ve hikmet kaynakları fışkıran hazret-i Şeyh Mahmûd-i İncirfagnevîye kavuştu...
Şaşırmışların sığınağı oldu...
Ali Râmitenî, Mahmûd-i İncirfagnevî hazretlerinden mânevî yönden çok üstün makamlar elde etti. Ardı arkası gelmeyen vilâyet, evliyâlık derecelerine kavuştu. Mânevî ve maddî ilimlerde kemâl buldu. Öyle ki, şaşırmışların sığınağı, doğru yoldan ayrılanların rehberi, hakka dâvet edenlerin büyüklerinden oldu. Böylece, silsile-i aliyye denilen büyüklerin teşkil ettiği, altın halkalar diye isimlendirilen Hak yolu zincirinin on ikinci halkası olma şerefine kavuştu. Hâce Mahmûd-ı İncirfagnevî hazretleri, vefâtı yaklaşınca, hilâfeti Ali Râmitenî hazretlerine verdi ve bütün talebelerini ona ısmarlayıp, emânet etti.
Ali Râmitenî hazretleri Pîr-i Nessâc ve Azîzan isimleri ile şöhret bulmuştur. Kendisi ibâdet ve derslerden sonra boş zamanlarda helâl lokma kazanmak için dokumacılık yapardı. Bu sebeple kendisine dokumacıların şeyhi mânâsına Pîr-i Nessâc derlerdi.Kısa zamanda bize kavuşur
Şeyhi Ali Râmîtenî vefatı sırasında müridlerine; İlim ve marifet deryası olan büyük oğlum bizden sonra fazla yaşamaz. Kısa zamanda bize kavuşur dedikten sonra Muhammed Bâbâ Semmasi hazretlerini işaret buyurarak Buna bağlanın, emrini tutun, sağ olduğu sürece onun yanından ve yolundan ayrılmayın diye vasiyette bulundu. Gerçekten onun vefâtından on dokuz gün sonra büyük oğlu da babasına kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Hüseyin bin Ahmed</label>

Halebde dünyâya gelen Hüseyin bin Ahmed el Mûsulî hazretleri, küçük yaştan îtibârenilim tahsîl etti. Zamânındaki âlim ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Mûsula gelip orada yerleşti. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek bir âlim ve tasavvuf yolunda olgun bir velî oldu. Bilhassa Şâfiî fıkhında âlim idi. İnsanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Onların dünyâ ve âhirette saâdet ve mutluluğa kavuşmaları için gayret etti. Pekçok kerâmetleri görüldü...
Mekke-i mükerremede...
Bu mübarek zat, ömrünün sonuna doğru hac ibâdetini yerine getirmek üzere Hicaza gitti. Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîflerini ziyâretle, feyizlerinden istifâde etti. Mekke-i mükerremeye gidip hac vazîfesini yerine getirdi. 1506 (H.912) senesinde Mekke-i mükerremede vefât edip orada defnedildi.
İbn-i Hanbelî onun vefâtını şöyle anlatır:
Ben, Hüseyin bin Ahmed ile birlikte hacca gitmiştim. Mekke-i mükerremeye vardıktan sonra, Arafatta vakfeye durmuştuk. Beni yanına çağırıp; Ben ömrümün sonuna geldim. Bu mübârek topraklardan gitmek istemiyorum. Sana vasiyetlerimi bildireyim buyurdu. Az zaman sonra da vefât etti. Lâkin o sene Mekke-i mükerremede çok su sıkıntısı vardı. Onun cenâzesini yıkamak için suyu nereden bulurum diye düşünürken, yanıma yüksek sesle konuşan birisi geldi ve; Hüseyin bin Ahmed vefât mı etti? dedi. Ben; Evet deyince; Neden bu kadar düşünceli duruyorsun? diye sordu. Ben; Yalnızım ve su sıkıntısı da var. Onun techîz ve tekfînini yalnız nasıl yaparım ve gasli için suyu nereden bulurum? dedim. O zaman bana; Sen burada bekle ve ayrılma deyip gitti...

Kim olduklarını anlayamadım!
Aradan biraz zaman geçince, bir de baktım, o kimse, ellerinde birer testi su ve kefen bulunan bir toplulukla berâber geldi. Yanıma gelir gelmez hazretin cenâzesini yıkamaya başladılar. Yakın bir kabristana kabrini kazıp, berâberce defnettik. Bana hepsi tâziyede bulunup yanımdan ayrıldılar. Onların kim olduklarını ve nereden geldiklerini anlayamadım.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gariplerin sığınağı Ebû Bekr Ayderûs</label>

Ebû Bekr Ayderûs hazretleri, Peygamber efendimizin soyundan olup, seyyiddir. Zamânın meşhur ve benzeri az görülen kıymetli âlim ve velîlerinden idi. Babasına o doğmadan önce rüyâsında kıymetli bir evlâdı olacağı müjdelenmiştir...
Bu mübarek zat, küçük yaşta babasından ilim öğrenmeye başladı. İlk temel bilgileri babasından öğrendikten sonra beldesinde bulunan âlimlerden ilim öğrendi. Çok kitap okurdu...
Seyyid Muhammed bin Ali bin Hacdebden kırâat dersleri alıp, Kurân-ı kerîmi ezberledi. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra babasından tasavvuf ilmini öğrendi. Fıkıh ilmini öğrendi. Bidâyet-ül-Hidâye, Minhâc-ül-Âbidîn, Mihâd-üt-Tâlibîn, Hülâsât ve Umdetü İbn-i Nâkıb gibi kıymetli kitapları çok okurdu. Talebelerine de bu kitapları okumalarını tavsiye ederdi. Bilhassa büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâu Ulûmiddîn kitabından her gün belli mikdâr okur ve okutup dinlerdi. Evliyânın meşhurlarından Muhyiddîn-i ibni Arabî hazretlerinin kitaplarını da çok okurdu...

Bâzıları onu kötülediler!..
Ebû Bekr Ayderûs, fakirlere yardım etmek ve ihtiyaçlarını görmek için çok borç para isterdi. Hattâ borçları iki yüz bin dinârı geçti. Bununla birlikte o, zâhiren ödeyememe korkusu içinde görünmüyordu. Sonunda bâzıları onu kötülediler. O, şöyle buyurdu:
-Rabbimle benim arama girmeyiniz. Ben bu şekilde aldığım parayı, Onun rızâsından başka yere sarf etmedim. Rabbim, benim borcumu ödemeden, beni bu dünyâdan çıkarmayacağını bana vadetti!..

Söylediği gibi oldu...
Ve, söylediği gibi oldu. Allahü teâlâ, kendi nezdinde ihsânı bol birinin vâsıtasıyla, ölmeden önce onun borcunun ödenmesini kolaylaştırdı.
Emîr Nâsıruddîn bin Abdullah, Ayderûs hazretlerinin oğluyla parayı gönderdi. Sonra çarşıda;
-Kimin Ebû Bekr Ayderûsta alacağı varsa gelsin! diye nidâ edildi ve bütün borçları ödendi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şems-i Tebrîzî Konya yollarında</label>

Büyük velî Şems-i Tebrîzî hazretleri Şamdan Konyaya geliyordu... Yol üzerinde bulunan bir hana uğrayarak burada yatmak istedi. Fakat uğradığı bütün hanların dolu olduğunu, hiç kalacak yerlerinin olmadığını öğrenince, bir câmiye gitti. Orada yYatsı namazını cemâatle kıldı. Cemâat dağıldığında, o hâlâ duâya devâm ediyordu. Duâsını bitirdiğinde, câmide kimse kalmamıştı. Cübbesini çıkarıp başının altına koyarak uzandı. Günlerce süren yolculuğun verdiği yorgunlukla hemen kendinden geçti...

Uzaklardan geliyorum, garibim!
Bir müddet sonra câminin kapılarını kilitlemek üzere gelen görevli, camide birinin yattığını görünce, yanına yaklaşarak:
-Burada yatılmaz kalk! dedi. Şems-i Tebrîzî hazretleri doğrularak;
-Benim kimseye bir zararım dokunmaz. Garibim, uzak yoldan geliyorum. Hanlarda da yatacak yer yokmuş, başka kalacak bir yerim de yok. Bırak da burada sabahlıyayım, dedi. Câmiyi kilitlemek için gelen kişi;
-Beni uğraştırma, sana kalk dışarı çık dedim, yoksa yaka paça seni dışarı atmasını bilirim, diye karşılık verdi. Şems-i Tebrîzî hazretleri, bu son sözler üzerine bir tuhaf oldu. Hemen ayağa kalktı. Cübbesini toplayarak sessizce kapıdan dışarı çıktı. Câmiden çıkmasını isteyen görevli, onun arkasından bakarken, âniden boğuluyormuş gibi oldu. Bunun üzerine;

Ne olur onu affedin!
-İmdât boğuluyorum! diye bağırmaya başladı. Bu sesi işiten imâm efendi koşarak geldi veona;
-Ne oldu, niye bağırıyorsun? diye sordu. Kayyum durumu anlatınca, imâm efendi hemen câmiden çıkıp koşarak,
Şems-i Tebrîzî hazretlerine yetişti. Kendisine;
-Efendim, o câhildir, bir terbiyesizlik etmiş. Ne olur onu affedin! dedi.
Şems-i Tebrîzî hazretleri imâm efendiye baktı. Üzüntülü bir şekilde;
-Onun işi bizden çıktı. Benim yapabileceğim birşey yoktur. Ancak îmânla ölmesi için duâ edebilirim, buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs hâfızı ve tarihçi Abdül-alâ el Gassani</label>

Abd-ül alâ bin Müshir el-Gassânî, Şamın meşhûr hadîs hâfızı (rivâyet edenleriyle birlikte yüzbin hadîs-i şerîfi ezbere bilen hadîs âlimi). Künyesi Ebû Müshirdir. 140 (m. 757) senesinde doğup, 218 (m. 833) senesinde Bağdâdda vefât edip, Tibn kapısında defnedilmiştir. Ona İbn-i Ebî Dârime de denir. Şamın hadîs, megâzî (muharebeler ve muharebe târihi) âlimi idi. Aynı zamanda Şamlıların târihlerini, neseplerini (soylarını) çok iyi bilirdi... Fazîlet ve vera sahibiydi...
Bu mübarek zat; Saîd bin Abdülazîz, Sadaka bin Hâlid, Yahyâ irin Hamza el-Hadramî, Mâlik bin Enes, Muhammed bin Harb el-Havlânî gibi âlimlerden (rahmetullahi aleyhim) ilim alıp, rivâyetlerde bulunmuştur. Ondan da Yahyâ bin Maîn, Muhammed bin Abdülmelik bin Zenceveyh daha birçok büyük âlim ilim alıp, rivâyette bulunmuştur. Fazîlet ve vera sahibi bir zat olup, İslâm âlimleri arasında yeri büyüktür.
Ebû Züra buyurdu ki;
-Ahmed bin Hanbel bana Sizin yanınızda üç hadîs âlimi var; Mervan, Velîd ve Ebû Müshir.
Yine Ebû Hatim onun için buyurdu ki;
-Ebû Müshir, fesahati (açık ve düzgün konuşması) yüksek bir âlimdir. Memleketimizde ondan daha fazla kıymet verilen bir kimseyi görmedim. O, mescide çıktığı zaman, herkes, geçeceği yere dizilirler, sevgi ve hürmetlerini arz ederler, elini öperlerdi.
Yahyâ bin Maîn de şöyle buyurdu:
-Gördüklerim arasında Ebû Mushîr gibi bir âlime rastlamadım...

Hapiste vefât etti...
Şamdan Bağdada giden Ebû Mushîr hazretleri, orada da çok talebe yetiştirdi. Ancak, Halife Memun, kendisine Ehl-i Sünnet itikâdına ters düşen Kurân-ı kerîm mahlûktur diye söylemesi için baskı yaptı. O, bu sözü söylemedi. Söyletmek için kılıç getirildi, kınından çıkarıldı. Boynu vurulacağı söylendiği halde yine o sözü söylememekte ısrar etti. Söyletemeyeceklerine kanaat getirince hapsettiler. Hapiste vefât etti.
Abdül-alâ el Gassani hazretleri, vefat anında yanındakilere; Akıl, din, ilim, hilm, cömertlik, iyilik etmek, akrabaya yardım, sabır, şükür ve halka yumuşak muamele, insanı şeref ve izzet sahibi yapar. İşte size dünya ve ahiret saadetini temin edecek usulleri bildirdim... buyurdu ve sonra sessizce ağlayarak ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh âlimi Arabî Feştâlî</label>

Zamânının usûlüne göre ilim tahsîlinde bulunan Arabî Feştâlî el-Mağribî hazretleri, fıkıh ilminde yüksek âlim oldu. Pek çok âlim ve evliyânın ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu. Kendisini zâhirî ilimler yanında tasavvuf ilminde de yetiştirdi. İlim ve tasavvufta yüksek dereceye ulaşan Arabî Feştâlî hazretleri, ders okutup talebe yetiştirdi. Birçok âlim ve velî onun meclisinde yetişti. Ebû Mesûd ed-Debbağ ondan ilim öğrenen kimselerdendir...
Kerâmetler sâhibi bir zat...
Arabî Feştâlî hazretleri yüksek ilim, güzel ahlâk ve kerâmet sâhibi idi. Gizli hallerini ve kerâmetlerini kimseye bildirmek istemezdi. Bir gün bir cemâatle otururken buyurdu ki;
-Siz keşf sâhibi olmayı çok büyüklük mü zannediyorsunuz. Eğer bundan şüphe ediyorsanız bana bakınız. Beni ve hallerimi biliyorsunuz. Benim velî olmadığımı da biliyorsunuz. Topluluk da;
-Evet biz seni ve senin velî olmadığını biliyoruz, dediler.
Arabî Feştâlî orada bulunanlardan birine göz işâretiyle;
-Sen filân zamanda şöyle şöyle yapmak istemiyor musun? buyurdu. O kimse;
-Evet o işi yapmak istiyorum dedi. Ona cevâben;
-Keşf sâhibi olmanın büyük bir iş olmadığını anladın mı? buyurdu...

Vebâ salgınında hastalandı...
Arabî Feştâlî, yeğeninin Abdülazîz ismindeki çocuğunun doğumunu görmeyi çok isterdi. Fakat, meydana gelen bir vebâ salgınında hastalandı. Vefât edeceği sırada talebesi Ebû Mesûda haber gönderip yanına getirtti. Ebû Mesûda buyurdu ki;
-Zevcen nerededir? Onu da benim yanıma getir!
Ebû Mesûd zevcesiyle birlikte Arabî Feştâlînin yanına geldi. İkisine birden hitâb ederek ve yanındaki emânetlere işâret ederek;
-Bunlar, Allahü teâlânın size emânetidir. Sizin Abdülazîz isminde bir oğlunuz dünyâya geldiği zaman bu emânetleri ona veriniz! buyurdu. Bir sarık, bir nalin, bir de kitab emânet bıraktı. Bu emânetleri yeğeni aldıktan sonra, helalleşti ve 1679 (H.1090)da vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Abdülgaffâr Gencevî</label>

Büyük mutasavvıf Abdülgaffâr Gencevî hazretleri, Azerbaycanlı velîlerdendir. Kâmil ve mükemmîl bir zat idi. En büyük talebelerinden biri, Şems-i Tebrîzînin torunlarından olan Pîr Muhammed Gencevîdir...
Şeyh Abdülgaffâr hazretlerinin âilesi bir gece yarısı; Sizden sonra yerinizi hangi oğlunuza bırakacaksınız? dediler. Oğullarımızın bizim yerimize geçme hakları yoktur. Yerime Pîr Muhammed geçecek, ona bırakacağım deyince, râzı olmadılar. Oğullarından birini elbette yerine bırakmalısın dediler ve bu hususta ısrar ettiler...
Uykudan hangisi uyanırsa!..
Bunun üzerine; Üç oğlumuz var. Üçü de yanımızda uyuyorlar. Pîr Muhammedin evi Çerkîs Nehrinin kenarında yarım günlük uzak yerdedir. Oğullarımın her birini üçer kere ismiyle çağırayım. Hangisi uykudan uyanırsa yerimi ona bırakayım. Eğer oğullarımdan hiçbiri uykudan uyanmazsa üç defâ da Pîr Muhammedi çağırayım. Eğer üçüncü çağırışımda yarım günlük yoldan kalkıp gelirse ve kapıdan içeri girip; Buyurun! der ise yerime, insanlara rehber olarak Pîr Muhammedi bırakacağım. Bu hakkın onun olduğundan senin de şüphen kalmasın dedi. Buna hanımı da râzı oldu...
Bundan sonra oğullarının her birini üçer defâ isimleriyle çağırdı. Hiçbiri uykudan uyanmadı. Daha sonra talebesi Pîr Muhammedi iki defâ çağırdı, üçüncü çağırışında kapıdan içeri girdi. Niçin geç geldin? deyince; Efendim birinci çağırışınızda çarığımı giydim. İkinci çağırışınızda yolu katettim. Üçüncü çağırışınızda huzûrunuza girdim dedi. Bundan sonra hanımına; Bunu kuluna Allahü teâlâ verir. Senin benim gayretimle olmaz. Bu iş nasîb meselesidir dedi.

Bizden sonra yerimiz senindir
Pir Muhammed Gencevi, Şeyh Abdülgaffâr hazretlerinin hasta yatağında huzûrunda bulunup, hizmetlerini görür iken, vefâtının yaklaştığı bir sırada;
Sizden sonra kimin hizmetine girelim? diye sorunca, hocası;
Bizden sonra seccâdemiz, yerimiz senindir. İnsanları irşâda, hak yolu anlatmaya sen müstehaksın. Kimseye ihtiyâcın yoktur. İnsanları Allahın emirlerine çevir, onlara dîn-i İslâmı anlatıp rehberlik yap. Sen o derecede kâmil biri olursun ki, ben kendi talebem için üzülmem. Fakat senin Cennete giren talebenin derecesinin daha yüksek olmamasına üzülürüm dedi ve kısa bir zaman sonra ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âlim manifaturacı Demir Hoca</label>

Demir Hoca, tahsil çağı gelince Köse Vâiz Medresesinde ilim öğrenmeye başladı. Hocası Hacı Hamdi Efendiden icâzet, diploma aldı. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra manifaturacılık yaparken, en çok Nevşehirin Tavukçu Camiinde ve daha sonra da diğer bütün câmilerinde ücretsiz imâm-hatiplik yaptı. Bir süre sonra ticâreti tamâmen bırakıp insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeye çalıştı. Kendisi için tutulan han odalarında çok talebe yetiştirdi...


Ben ilmi parayla satmam

Bir ara Konyaya giden Demir Hoca, burada bir ay boyunca vaaz ve ders verdi. Ramazanın sonunda Demir Hocaya bir mikdâr para verdiler. O bunu kabûl etmedi. Paranın az olduğunu sanarak iki katına çıkardılar. Yine kabûl etmeyip; Ben ilmi parayla satmam buyurdu...
Üçhisarlı emekli müftü Ali Efendi bir gece rüyâsında, Demir Hocayı Resûlullah efendimizin bahçesine girmiş, ağaçtan bir nar koparmak isterken gördü. Bahçenin bekçisi ona; Burada nar hissen var. Narı alman için biraz daha beklemen lâzım dedi. Demir Hocanın huzûrunda rüyâsını anlatınca, talebelerinden biri; Âhirete yolculuk var diye tâbir etti. Orada bulunan arkadaşlarının; Bunu nasıl söylersin? demeleri üzerine, Demir Hoca; Dokunmayın! Bu talebemiz doğru tâbir etti dedi...

Sizlerle gitmeye izin yok!
Bu hâdiseden bir süre sonra Demir Hocayı vaaz için götürmeye gelen köylülere; Sizlerle gitmeye izin yok. Ancak Nar köyüne gitmeye izin var diyerek onlarla helalleşti. Daha sonra Nar köyüne gitti. Buradaki câmide bir müddet vaaz etti. Vefâtından önceki gece yanında bulunanlara; Eğer vefât ederken şuurunuz yerinde olursa, Peygamber efendimizin son nefesinde okuduğu duâyı okursunuz dedi ve yanındakiler gidince, onlara bu duâyı okumalarını söyledi. Bu halde iken 1952 (H.1372) senesinde vefât etti. Cenâzesi Nevşehire getirilerek Dâmâd İbrâhim Paşanın yaptırdığı Kurşunlu Câmiinde kalabalık bir cemâatle namazı kılındı. Nevşehir mezarlığına defnedildi.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri