Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Sadreddîn-i Konevî</label>

Büyük mutasavvıf Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Sadreddîn-i Konevînin terbiyesi ile çok yakından meşgûl oldu. Yetişmesine husûsî ihtimâm gösterdi. Muhyiddîn-i Arabîden Konyada ilim ve feyz alan ve çok istifâde eden Sadreddîn-i Konevî, hocası ile Halep ve Şama gitti. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevîye nefsini terbiye yollarını öğretti... Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu.
Hac dönüşü Konyaya yerleşti
Sadreddîn-i Konevî, hocası Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin vefatından sonra büyük âlim ve mutasavvıf Evhadüdin-i Kirmaniden feyz aldı. Daha sonra Mısıra ve hacca gitti. Hac dönüşü Konyaya yerleşti ve Muharrem ayının 16. Pazar günü orada vefât etti (1274). Kabr-i şerîfi Konyada kendi adı ile anılan câminin bahçesindedir.
Bu büyük velî, ömrünün sonlarına doğru şöyle vasiyette bulundu:
Rabbime hamd, Resûlullah efendimize salât ü selâm ederim.
Ben yakînen inanıyorum ki, Cennet ve Cehennem haktır. Amellerin tartılacağı mîzân haktır, doğrudur. Ben bu inançla yaşadım ve bu îmânla vefât ediyorum. Sevdiklerim ve talebelerim vefâtımın ilk gecesinde Allahü teâlânın beni her türlü azâbdan bağışlaması ve kabûl etmesi niyetiyle, yetmiş bin Kelîme-i tevhîd yâni Lâ ilâhe illallah diyerek tevhîd okusunlar. Defnedildiğim gün kadın, erkek, fakir, kimsesiz ve düşkünlere kör ve kötürüm olanlara bin dirhem sadaka dağıtılmasını vasiyet ediyorum.

Birtakım fitneler zuhûr edecek!
Bekâr olanlarınız Şama hicret etmeye çalışsın. Çünkü yakında buralarda birtakım fitneler zuhûr edecek ve çoğunuzun rahatı kaçacak ve size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben işimi cenâb-ı Hakka havâle ediyor ve Ona bırakıyorum. Dostlarım duâlarında beni hatırlasın ve bana her türlü haklarını helâl etsinler. Benim bıraktığım bilgiler de onlara helâl olsun.

Allahü teâlâdan kendim ve sizin için mağfiret diliyorum. Yâ Rabbî bizi mağfiret eyle. Şüphesiz sen merhâmet edicisin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlı Sultanı II. Murad Han</label>

Sultan II. Murad, 1421-1451 yılları arasında Osmanlı Devletini idare etti. Anadoluda Timur Han ile yapılan savaşlar sırasında ülke topraklarından çıkmış olan Balkanlar bölgesindeki önemli bölgeleri tekrar ülkesine kazandırdı. Selânik şehrini de geri aldı. Orta Avrupaya doğru Macaristan ve Arnavutluk bölgesine defalarca seferler yaptı. Varnada Haçlılara karşı Türk târihinin en muhteşem zaferlerinden birini kazandı...
Kendi arzusuyla tahtı bıraktı!
Sultan II. Murad Hanın çok sakin bir kişiliği vardı. Ve kendi arzusu ile tahtını oğluna bırakarak dinlenmeye çekildi. Bunu fırsat bilen düşmanın Balkanlar bölgesinde ülke topraklarını tekrar almak istemeleri üzerine iktidarı yeniden ele aldı. Özellikle II. Kosova Meydan Muharebesini kazanması, devletin Balkanlar bölgesinde güçlenmesini sağladı. Düşmanlarla yaptığı savaşlarda başarı sağladıktan sonra iktidarı tekrar oğlu II. Mehmed Hana (Fatih) bıraktı.
İkinci Murad Han, ince ruhlu, hassas lütufkâr, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muharebe hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murad Han İslamiyetin yayılması için her şeyini fedaya hazırdı.
Murad Han, ilmî sohbetleri sever, âlimleri himaye eder ve onların ihtiyaçlarını karşılardı. Haftanın iki gününü ilim meclisinde sohbetle geçirirdi. Kendisinin de ilmi ve ibadeti çok; zühd, vera ve takvası pek fazlaydı. Oğlunu ve kızlarını evlendirdikten sonra, bir gün veziri Çandarlı İbrahim Paşaya dönmüş;

Geriye iman ile gitmek kaldı!
- Koca Çandarlı! Bu dünyada arzulanan nedir ki? Oğul evermek, kız çıkarmak mı?!... Bunları Allahü tealanın izniyle yerine getirdik. Geriye iman ile gitmek kaldı, demişti.
Vefat ederken, veziri Halil Paşaya şunları söyledi:
Tahtın vârisi Mehmeddir. Onun vazifesi Kostantiniyyeyi almaktır. Bütün malım, parmağımdaki yüzüktür. Helal malımdır. Satıla ve parası bitinceye kadar başucumda Kuran-ı kerim okuna!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbrâhim bin Mûsâ Ebnâsî</label>

İbn-i Hacer-i Askalânînin hocalarından olan İbrâhim bin Mûsâ (Ebnâsî) hazretleri 1325 (H. 725) senesinde Mısırda sâhil şeridinde bulunan Ebnâs isimli küçük bir köyde doğdu. 1400 (H.802) senesi Muharrem ayında, hacdan dönerken yolda vefât etti. Uyûn-ül-Kasb denilen yerde defnedildi.
Genç yaşında Kahireye gelen Ebnâsî hazretleri, burada ilim tahsîline başladı. Önce Kurân-ı kerîmi ezberledi. Ayrıca diğer bâzı mühim eserleri de ezberleyince, ilim öğrenmeye çok hevesli ve bu hususta çok gayretli olduğu anlaşıldı.
Tefsîr, hadîs ve fıkıh...
Ebnâsî hazretleri, Mısırdaki Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden olan Veliyyüddîn el-Menfelûtî ve Esnevîden fıkıh okudu. Bunlardan başka; Vâdiyâşî, Meydûmî, Muhammed bin İsmâil Eyyûbî, Ebû Nuaym Siridî, Ahmed bin Kâsım Harrârî ve daha birçok âlimden ilim öğrendi. Hocalarının çoğundan icâzet aldı. Tefsîr, hadîs, fıkıh ve Arabî ilimlerde derin âlim oldu.
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra ders vermeye başlayan Ebnâsî, Sultan Hasan Medresesi, Âsâr-in-Nebeviyye Medresesi ve daha başka medreselerde ders verdi. Câmiül-Maksîde hatîblik yaptı. Aynı zamanda ders okuttu. Bir müddet Saîd-üs-Süadâ Medresesinin meşîhat makâmında bulundu. Oranın idâreciliğini yaptı. Sonra buradan ayrılıp, Kâhire dışında bulunan bir hânekâha yerleşti.
İbrâhim bin Mûsâ hazretleri, bir sene, hacdan sonra memleketine dönmeyip, Mekke-i mükerremede mücâvir olarak kaldı. Orada hadîs-i şerîf, kırâat ve başka ilimler okuttu. Sonra memleketine dönerken 1400 (H. 802) senesi Muharrem ayının sekizine rastlayan Pazartesi günü, yolda, Kefâfe denilen konaklama yerinde vefât etti.

Ben seninle güzelleştim
Ebnâsî hazretlerinin cenazesi yıkanıp, kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra, Uyûn-ül-Kasb denilen yere kadar taşındı ve orada defnedildi. Kabri orada bilinmekte ve tanınmaktadır. Hacılar, oradan geçerken kabrini ziyâret edip, rûhâniyetinden istifâde etmektedirler. Aynı yerde, hac emîri Bahâdır Cemâleddîn en-Nâsırînin kabri de vardır ve her iki kabir aynı türbededir.
Ebnâsî hazretlerinin son sözleri şunlar oldu:
Ya Rabbi! Kötülüklerim bana aittir. Ben ancak seninle güzelleştim. Sen Şekûrsun, Halîmsin. Gaybı da, şehadeti de hakkıyla bilirsin. Aziz ve Hakimsin.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed Kudsî Bozkırî Efendi</label>

Muhammed Kudsî Bozkırî, halk arasında Memiş Efendi lakabıyla tanınırdı. Bu keramet ehli zat, 1852 (H.1269) senesi Muharrem ayının on üçünde, salı günü, yetmiş bir yaşında iken Seydişehir yakınlarında Çavuş köyünde vefât etti. Aynı yerde defnedildi...
Muhammed Kudsî Bozkırî Efendi, uzun süre Karacahisarda feyz saçtı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. O belde insanlarının kendisine çok ilgi göstermesi, bâzı kimselerin hasedine yol açtı. Hattâ kendisini tüfekle öldürmeye kalkıştılar. Ama Allahü teâlânın izniyle, bir kerâmet olarak kendisine doğru tutulan tüfek yana çevrildi. Bu kerâmeti meşhûr olunca, Karacahisarda duramaz oldu. O zaman Üçpınar kasabasına hicret etti... Bir güneş gibi doğdu!..
Üçpınarda on yedi sene kalan ve tâliblerine ilim ve feyz saçan bu mübarek zat, orada da fitneye maruz kalınca Seydişehire hicret etti. Seyyid Hârun Velî hazretlerinin şehri olan Seydişehirde, âdetâ bir güneş gibi doğdu. Çevreye ışık saçtıklarını iddiâ eden bâzı kimselerin yıldızları söndü. Hattâ kendi talebelerinden Abdullah Efendi adında birisi bile, onun bu ihtişâmına dayanamayıp hased etti. Muhammed Kudsî Efendi, bu hâle çok üzüldü. Onların affedilmeleri ve hidâyete kavuşmaları için duâ etti.
Bu arada Üçpınarlılar, hatâlarını anlayıp, içlerinden beş yüz kimseyi seçerek, özür dilemek ve Muhammed Kudsî Efendiyi tekrar memleketlerine dâvet etmek üzere Seydişehire göndermişlerdi. Muhammed Kudsî Efendi, Seydişehir yakınlarında Çavuş köyünde bulunduğu bir sırada, Üçpınarlılar geldiler. Hemşehrilerinin dâvetini kendisine bildirdiler. Ancak Muhammed Kudsî Efendinin büyüklüğünü ve kıymetini takdir ve tasdik eden Çavuş köyü ahâlisi, onun Üçpınara gitmesine rızâ göstermediler. Her iki taraf da gece yarılarına kadar çok yalvardılar. Hangi tarafa meyletse öbür taraf kırılacaktı...

Zor durumda kalmıştı!..
Muhammed Kudsî Efendi, zor durumda kaldı. Teheccüd namazını kılıp, Allahü teâlâya el açtı. Allahü teâlânın rızâsı için kendisini dâvet eden bu Müslümanların hiçbirini kırmak istemiyordu. Duâ edip, bu dünyâdan göçmenin, zorluktan kurtulmanın en kısa yol olduğunu gördü. Allahü teâlâya duâ etti. Biliniz ki, Allahü teâlânın evliyâsı için azâb korkusu, nîmetlere kavuşmamak üzüntüsü yoktur meâlindeki Yûnus sûresi altmış ikinci âyet-i kerîmesini okuyup gözlerini yumdu. Bu sıkıntılı dünyâdan ebedî güzellikler âlemine göçüp gitti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İhlaslı vaiz İbn-i Semun</label>

Büyük âlim İbn-i Semun hazretleri, 912 (H.300) senesinde Bağdadda doğdu. 997 (H.387)de orada vefat etti. Bütün ömrü insanlara vaaz ve nasihatle geçti. Hikmetli sözleriyle meşhurdur. Buyurdu ki:
Yüce Allahı seviyor musun? diye sana sorsalar, sükût et. Zîrâ eğer, hayır, dersen imanın gider. Evet, dersen, hareketlerin Onu sevenlerin hareketlerine benzememektedir. Onun için sahtekâr olursun!
Allahın öyle kulları vardır ki, Allahın azametinden kalpleri parça parça olur, sonra biter; yine pârelenip tekrar biter. Ve bu hâl yaşadıkları müddetçe devam eder. Kulun, azâmet-i ilâhiye karşısındaki korku ve saygısı, ilâhî mârifetten nasîbi miktarında olur!

Kim kin beslerse!..
Kim, din kardeşi için diliyle sevgi ve hulûs gösterir de içinden ona düşmanlık ve kin beslerse, Allah ona lânet eder, dilsiz yapar ve kalp gözünü köreltir.
Hakka boyun eğ, hakkı tâkib et, kim söylerse söylesin hakkı kabûl et.
Her şeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı da uzun uzadıya hüzünlenmek ve derin derin düşünmektir. Bu yüzdendir ki, Resûlullah efendimizin hüznü aralıksız ve kesintisizdi.
Amellerin en iyisi, en gizli yapılanıdır.
Allah korkusu, dilin lüzumsuz şey söylemesine mâni olur. Allahü teâlâdan korkanın dili söylemez olur.
Allahü teâlâdan korkandan, her şey korkar olur. Allahtan korkmayan, her şeyden korkar.
Tevekkül, Allahü teâlâdan başkasına güvenmemek ve Ondan başkasından korkmamaktır.
Akıllılarla kavga etmek, akılsızlarla oturup tatlı yemekten kolaydır.
Bir kimsenin kalbine Allah korkusu yerleşti mi, dilinde işe yaramaz bir söz bulunmaz. Bu korku dünyâ sevgisini ve arzusunu yakar, dünyâya rağbet etme hâlini gönülden dışarı atar.

Üç defa defnedildi!..
İbn-i Semun hazretleri vefat etmeden önce Ben defnolunurum, sonra kabrimden çıkarılıp tekrar defnolunurum buyurdu. Sonra da vefat etti. Hakikaten, vefat edince hemen oracıkta gasl edildi ve cenaze namazı kılınarak evine defnedildi. Fakat halk onun vefatını duyunca evine toplandı. Cenaze namazının kılınıp defnedildiğini duyunca eve girdiler ve cenazesini kabirden çıkarıp camiye götürdüler. Burada büyük bir kalabalıkla tekrar namazı kılındı ve aynı yere defnedildi. Fakat 40 sene sonra tekrar çıkarılıp Makbere-i Ahmed Kabristanına defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük fıkıh âlimi İmâm-ı Begavî</label>

İmâm-ı Begavî hazretleri, ilim öğrenmek için bütün Maveraünnehir illerini gezdi. Fıkıh, hadis, tefsir, kıraat ve edebiyat öğrendi. Birçok âlimden ders aldı ve kendisi de çok âlim yetiştirdi. Haram ve şüphelilerden çok sakınır, talebe yetiştirmekten kalan zamanını ibadetle geçirirdi...
Ceyş-i Usretten murâd
Muhyissünne İmâm-ı Begavî hazretleri (Meâlim üt-tenzîl) kitâbında, sûre-i Bekaranın sonunda meâl-i şerîfi (Mallarını Allah yolunda infâk edenler, dağıtanlar...) olan 262nci âyet-i kerîmesinin tefsîrinde Kelebîden nakil buyurmuşlar ki; bu âyet-i kerîme, hazret-i Osmân bin Affân ve hazret-i Abdürrahmân bin Avf hakkında nâzil olmuştur. Abdürrahmân bin Avf, Resûlullahın efendimizin huzûruna dört bin dirhem getirdi, koydu. Dedi ki: Yanımda sekizbin dirhem var idi. Dört bin dirhemi kendime ve âileme alıkoydum. Dört bindirhemi Rabbime ödünç verdim. Resûl-i ekrem efendimiz ona buyurdu ki: (Evinde bıraktığına ve borç verdiğine, Allahü teâlâ bereket versin!) Ammâ Osmân radıyallahü teâlâ anh Müslümânları Tebûk Gazâsında techîz etti. Ticâret develerini, hevedleri ve çulları ile berâber verdi. O iki serverin hakkında bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Abdürrahmân bin Sümre radıyallahü teâlâ anh dedi ki: Ceyş-i Usrete hazret-i Osmân, bin dinâr ile geldi. Ceyş-i Usretten murâd, Tebük Gazâsıdır. Resûlullahın kucağına altınları döktü. Ben gördüm. Resûlullah mübârek elini altınlar arasına daldırıp, karıştırdı. Buyurdu ki: (Osmâna bundan sonra yaptıkları zarar vermez.) Allahü teâlâ hazretleri meâl-i şerîfi, (Allah yolunda mallarını sarf eden kimseler, dağıttıkları şeyler ile karşısındakileri ezâda ve minnette bırakmazlar. Onların ecrini onların Rabbi verir. Onlar için korku ve üzüntü yoktur) olan âyet-i kerîmeyi gönderdi.

Size üç vasiyetim var
İmâm-ı Begavî hazretleri, 1117 (H. 516) senesinde Mervde vefat etti. Hocası Kâdı Hüseyinin yanına defnedildi. Vefatı sırasında buyurdu ki:
Size üç şey vasiyet ediyorum ki; âlim olmanın sebeplerindendir: Birincisi, nefsinizi temizlemektir. Bunun için selef-i salihinin yolundan ayrılmayın. İkincisi, Resulullah efendimizin sünnetini ihya edin. Üçüncüsü, gizli veya aşikâr, zahirde veya batında asla Allahü teâlâya şirk koşmayın. Efendimiz buyurdular ki: Şefaatim, ümmetimden Allaha hiçbir şeyi ortak koşmadan ölenleredir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah</label>

Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah hazretleri, 1743 (H. 1156) senesinde Hindistanda doğdu. Bu mübarek zatın, daha çocukluğunda kerametleri görülmeye başladı. Önce babasının tedrisinde yetişti. Onun vefatından sonra ağabeyi Şah Gulam Muhammed onu yetiştirip icazet verdi. Kırk yaşında iken Kâbile gitti. Oradaki insanları irşad etti. Daha sonra tekrar Delhiye döndü.
Babamın feyzlerine kavuştum
Kayyûm-i Cihân Muhammed Seyfullah hazretleri, önce babası Gulâm Muhammed Masûm-i Sânînin teveccüh ve feyzleriyle yetişti. Bunu kendisi şöyle anlatmıştır:
Hakîkati arayanların rehberi olan babam hayattayken, ben her ne kadar küçüksem de babamın feyzlerine kavuştum. Çünkü, babamın feyzleri ve bereketli teveccühleri, büyük-küçük, genç-ihtiyâr, diri-ölü herkese ulaşıyordu. Benimle daha başka bir şefkat ve dikkat ile ilgilendi. Çok teveccühte bulundu. Bana yüksek müjdeler ve işâretler verdi. Hakkımda müjdelediği ve işâret ettiği şeylerin hepsine kavuştum. Babamın benim hakkımda verdiği müjdeleri işiten ahbâbı ve seçilmiş eshâbı yıllar sonra zamânı geldikçe benim o nîmetlere kavuştuğumu görünce şaşırdılar.
Kayyûm-i Cihân hazretleri, ömrünün son günlerinde, Peygamber efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret arzusuyla yandı. Gençliğinde hacca gidip, ziyâret etmişti. Hayâtının son zamanlarında Kâbile gitti. Son günlerinde ibâdet ve tâatlerini pek ziyâde artırmıştı. Bu hâlini görüp ibâdetleri çok ziyâdeleştirdiniz denilince, tebessüm ederek; Artık ömür sona erdi, elden ne gelirse yapmak lâzım buyurdu.

Âhiret şifâsı hâsıl olacak!
Son günlerinde Kayyûm-i Cihân hazretlerinin sohbetleri kalabalıktan taşmaya başladı. Pekçok kimse onun sohbetini bulunmaz bir ganîmet bilerek feyzlerine kavuşuyordu. Vefâtından önce sıtma hastalığına tutulup, hastalığı yedi gün şiddetle devâm etti. Hastalığı sırasında alnından terlerin aktığı görülerek, şifâya kavuşacağınıza alâmet denilince, tebessüm edip; Ümit ediyorum ki, âhiret şifâsı hâsıl olacak! buyurdu.
Son nefeslerini verdiği sıralarda başında bulunanlar yüzündeki nûrun arttığını görerek hayret ettiler. Bu hâldeyken başında Yâsîn-i şerîf sûresinin okunmasını emretti ve okundu. Kendisi de hep zikir ile meşgûl oluyordu. Bu hâldeyken tebessüm ederek 1797 (H.1212) senesinde vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Kutbüddîn Behâeddîn Zekeriyyâ</label>

Behâeddîn Zekeriyyâ, (Muhammed bin Kutbüddîn) çocuk yaşta ilim tahsiline başladı. On iki yaşında Kurân-ı kerîmi ezberledi. Bağdâta gelip o zamânın büyük velîlerinden Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin talebelerinden oldu. Evliyâlık yolunu, insanlara anlatmak için hocası tarafından icâzet verilerek memleketi olan Mültâna gönderildi.
Behâeddîn Zekeriyyâ, büyük velîlerden Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker ve Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkî hazretleri ile aynı zamanda yaşamışlardır. Birbirlerini çok severlerdi ve birbirlerine çok bağlı idiler.
Çok faydalı hizmetler yaptı...
Hâce Behâeddîn, bulunduğu beldede talebe yetiştirmekle kalmayıp, maddî bakımdan da insanların birçok hizmetlerinde bulunup, onlara faydalı oldu. Bulunduğu beldenin civârında, sırf ormanlık bölgelerde yaşayan, acı ve sıkıntı çeken insanlara yardım etti. Maddî bakımdan zengin bir kimse idi. Fakat bütün varlığını insanların faydasına ve Allahü teâlânın dînine hizmet etmeye harcadı.
Behâeddîn Zekeriyyâ hazretleri vefat edeceği zaman talebelerine şu vasiyette bulundu:
Kulların, Allahü teâlâya sıdk ve ihlâs ile ibâdet etmeleri gerekir. Bu ise, ibâdetlerde ve zikirlerde Allahü teâlâdan başkasına âit düşünceleri atmak, yok etmek, bunları sırf Allahü teâlâ için yapmakla mümkün olur. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için hâllerinizi güzelleştirip düzeltmekten, sözlerinizde ve işlerinizde nefsinizi hesâba çekmekten başka yol yoktur. İhtiyacınız kadar konuşun ve iş yapın. Bir şey yapacağınız ve bir şey söyleyeceğiniz zaman önce Allahü teâlâya sığının. Yapacağınız ve söyleyeceğinizin hayırlı bir şey olması için Ondan yardım dileyin. İhtiyâcınızdan fazlasını istemeyiniz...

Kurtuluşa ermek için...
Zikre, Allahü teâlâyı hatırlamaya devâm ediniz. Zikir; tâlibi, bu yolda ilerlemek isteyeni, mahbûba, Allahü teâlâya kavuşturur. Muhabbet, her türlü kir ve lekeyi yakıp temizleyen bir ateştir. Bu hakîkî muhabbet hâsıl olunca, artık zikreden, zikrolunanı müşâhede ile, görür gibi zikreder. İşte böyle yapılan zikir, felâha, kurtuluşa ereceklere vadolunanların yaptığı zikirdir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Osman el-Yuneynî Abdullah bin Abdülazîz</label>

Abdullah bin Abdülazîz, (Ebû Osman el-Yuneynî) Şamda zamânının âlim ve velîlerinden ilim ve feyz alarak yetişti. Zühd sâhibi, dünyâya düşkün olmayan, hep iyiliği emreden, kötülükten sakındıran, Allahü teâlâyı bir an unutmayan, kerâmetler sâhibi bir zât idi. Balbek vâlisi kendisini ziyâret ettiğinde, ona adâletle davranmasını nasîhat ederdi.
Taşlar parça parça oldu!..
Melîk Emced bir imârethâne yaptırıyordu. Binânın inşâsında büyük taşlar kullanmak istedi. Beldesinde bulunan büyük taşların kırılıp yontulmasını emretti. Ancak bu işle uğraşanlar taşları parçalamaya güç yetiremediler. Ne kadar uğraştılarsa da âletleri bu iş için kâfi gelmedi ve çaresiz kaldılar. Abdullah bin Abdülazîz hazretlerine gidip durumu anlattılar ve yardım istediler. O da yardıma geldi. Taşlar onun himmetiyle ve Allahü teâlânın izniyle gözleri önünde istenildiği gibi parça parça ayrıldı...
Bu mübarek zatın vefâtı şöyle anlatılır:
Bir cumâ günü yıkanmak üzere hamama gitti. Cumâ namazı için gusül abdesti aldı. Sonra câmiye gelip, cumâ namazını kıldı. Sonra Dâvûd ismindeki müezzine;
-Ey Dâvûd! Sen cenâze yıkar mısın? Yarın sabah bak neler olacak! dedi.
Müezzin bir şey anlamayıp;
-Efendim biz sizin emrinizdeyiz, diyebildi.
Oradan ayrılıp dergâhına geldi. Talebelerini, her zaman altında oturduğu ağacın yanına çağırdı ve;
-Beni, buraya defnedin! diye vasiyet etti. O gece bütün talebeleriyle sohbet etti ve onlara ayrı ayrı duâ etti. Sabah namazını cemâatle kıldıktan sonra, her zaman oturduğu minderin üzerine çıkıp, kıbleye doğru bağdaş kurdu. Tesbihini elinde idi. O hâlde hiç kimse ile konuşmadı. Herkes onun uyuduğunu zannedip yavaşça oradan ayrıldı. Bu kadar geç kalmazdı!
Bir ara hizmetçisi bir şey sormak için yanına girdi. Uyuyor zannederek geri çıktı. Bir süre sonra; Hocamız bu kadar geç kalmazdı! diye düşünerek, tekrar odaya girdi ve;
-Yâ Seyyidî, ey efendim! diye seslendi. Ebû Osman el-Yuneynî hiç ses vermedi. Yanına gidip baktığında, vefât ettiğini gördü. Hemen Melik Emcede haber verdiler. Derhal dergâha geldi. Ebû Osman Abdullahın hiç renginin değişmediğini ve bağdaş kurmuş bir hâlde vefât etmiş olduğunu gördü. Cenâze işlerine başladıklarında Müezzin Dâvûd gelip, Ebû Osman Abdullahı yıkadı. O zaman Müezzin Dâvûda; Yarın sabah bak neler olacak demesinin, vefâtına işâret olduğunu anladılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İlk Derya Beyi Kara Mürsel Gazi</label>

Osmanlı Devletinin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzi, Alâeddin Paşayı vezir tâyin etti. Devlet Merkezi Yenişehirden Bursaya nakledildi. Anadolu içlerinde ve Batıda yıldırım süratiyle fetih hareketlerine girişildi. Askerî, idârî faâliyetlere ağırlık verilip, iktisâdî müesseseler kuruldu. Aşîret kuvvetlerine ilâveten yaya denilen piyâde sınıfı orduya dâhil edildi. Orhan Gâzi, 1327de Bursada gümüş akçesini bastırdı. Tâyinlerde bulunup, Akça Kocaya Kandıra, Kara Mürsele İzmit Körfeziningüneyi ve Abdurrahmân Gâziye de yeni fethedilen Aydos ve Samandıranın idâresi verildi. Bu kumandanlar, bulundukları mevkilerde fetihlerle de vazîfeliydiler.
Karamürsel onun adını taşır
Osman Gazi ve Orhan Gazinin komutanlarından olan Kara Mürsel Gazi, Osmanlı Devletinin ilk Kaptan-ı Deryasıdır. Denizcilik bilgisi, kahramanlığı ve denizlerdeki çatışmalarda göstermiş olduğu üstün başarılar nedeni ile Osmanlı Beyliği içerisinde haklı bir şöhrete sahip olmuş; kendisine, cesaret ve atılganlığı nedeniyle, Kara Mürsel unvanı verilmiştir. Osmanlı Beyliği, Doğu Marmarada kesin bir hakimiyet sağlayınca, deniz gücünün kurumsallaşması için çalışmalar başlatılmıştır. Karamürselde 1327 yılında ilk Osmanlı Tersanesi kurulmuş; burada ilk Osmanlı savaş gemisi inşa edilmiştir. Donanma hiyerarşik bir sistemle teşkilatlandırılarak, Donanma Komutanına, Derya Beyi unvanı verilmiştir. Kara Mürsel Bey, Osmanlı Devletindeki ilk Derya Beyi olarak Türk Deniz Tarihinin öncüleri arasında yerini almış, ölümünden sonra isminin verildiği şimdiki Karamürsel ilçemizdeki kabrine defnedilmiştir. Karamürsel ilçemiz, onun adını taşır.

Daima donanma göreyim...
Kara Mürsel Beyin doğum ve ölüm tarihleri bilinmemektedir. Ömrü hep denizlerde cihatla geçen bu derya âşığı büyük denizcimizin son sözleri şunlar olmuştur:
Ölünce beni öyle bir yere defnedin ki, sırtım dağlara dayansın, kucağıma denizi verin, daima donanma göreyim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırlı velî Ebussuud Carihi</label>

Ebussuud Carihi, Mısırda yaşamış olan evliyanın büyüklerindendir. Doğum tarihi bilinmiyor. Mısırda birçok âlimden ders alarak ilim ve tasavvufta yüksek derecelere erişti. Halktan ve devlet adamlarından çok hürmet gördü. Herkes onun duasını almak ve himmetine kavuşabilmek için dergahına gelir, tamirat işleriyle uğraşırdı...
Ebussuud Carihi hazretleri, yer altına bir sığınak yapmıştı. Ramazan ayının başında oraya girer ve ibadetle meşgul olurdu. Yalnızca Kadir Gecesi bir tas su içerdi. Çok kerametleri görülmüştü. Bazen kendisini bir hal kaplar ve uzun zaman kendine gelemezdi.
Fadlınla günahlarımızı affet!
Vaaz ve nasîhatlerinde günahlardan çok bahsederdi. Bir gün şöyle dua etti: Yâ Rabbî! Biz amel defterimizi günahla siyah ettik. Sen, saç ve sakalımızı günlerle beyaz ettin. Ey beyazın ve siyahın yaratıcısı olan Allahım! Lütfun ve fadlınla günahlarımızı affeyle!
Hikmetli sözleri çoktur. Buyurdu ki:
Cehennem korkusu veya Cennet arzusu ile tövbe etmek mümkün değildir. Allahü teâlâ, Bekara sûresi 222. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Muhakkak ki Allahü teâlâ tövbe edenleri sever) buyuruyor. Burada bildirilen sevgiye kavuşmak için, tövbe etmelidir.

Hakîkî âşık nasıl olur?
Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamazsa, hakîkî âşık değildir.
İhlâs, insanların teveccüh, alâka göstermelerinden sakınıp, ameli yalnız Allah için yapmaktır. Sıdk ise; nefsi, yaptığı ameli beğenmekten temizlemektir. Bunun için ihlâs sâhibi muhlislerde riyâ, gösteriş, sıdk sâhibi olan sâdıklarda da ucub (amelini güzel görmek) hâli bulunmaz.
Sıdk; insanlara karşı olduğun gibi görünmen veya onlara karşı göründüğün gibi olmandır.

İnsanlardan uzak dur!
Ebussuud Carihi hazretleri, 1523 (H.930) senesinde vefat etti. Vefatından önce yanındaki bir talebesine şunları söyledi:
Müridin olmasın. Şeyhlik yoluna tevessül etme. İmkân nisbetinde insanlardan uzak dur. Çünkü bu zaman, kaçmak zamanıdır.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yeter ki mübarek yüzünüzü göreyim!</label>

Mısırda Tanta şehrinde yaşamış olan evliyanın büyüklerinden Seyyid Ahmed Bedevî hazretleri uzun boylu, buğday tenli idi. Her an Allahü teâlâyı düşünür, Onun muhabbetinin ve heybetinin tesiri ile kendinden geçerdi. Kırk gün ve daha ziyâde bir şey yiyip içmez ve uyumazdı. Gözlerinin karası, bir ateş koru halindeydi. Yüzünde çiçek hastalığından kalma bir eser olarak üç nokta bulunuyordu. Biri sağ, biri de sol yanağında olup, diğeri de burnunun yukarı kısmındaydı. Küçüklüğünden beri başına şal sarar, yüzünü de iki nikapla örter, böyle gezerdi. Zaten yüzünü bu şekilde Afrika bedevîleri gibi örttüğü için kendisine Bedevî deniyordu.
Evimizde yumurta yoktur
Bir gün Ahmed-i Bedevînin gözlerinde bir şişkinlik hâsıl oldu. Tedâvi için oradaki bir çocuktan yumurta istedi. Çocuk; Elinizdeki yeşil değneği verir misiniz? deyince, Seyyid Ahmed-i Bedevî de verdi. Çocuk, annesine giderek; Dışarıda bir kimse var, gözü ağrıyor, tedâvi için benden bir yumurta istedi ve bu değneği verdi dedi. Annesi; Şimdi, evimizde yumurta yoktur dedi. Çocuk gidip durumu Ahmed-i Bedevîye bildirdi. O da; Git, falan yerde vardır buyurdu. Çocuk oraya gidince, orasını yumurta ile dolu buldu. İçinden bir tek yumurta alıp getirdi. Çocuk o günden sonra Ahmed-i Bedevîye talebe oldu. Yanından ayrılmadı ve büyük evliyâdan oldu. Bu zât Abdülâl idi...
Ahmed Bedevî hazretleri, talebelerinden işte bu Abdülâl ve Abdülmecîde çok ilgi ve ihtimam gösterirdi. Bunlardan Abdülmecîd bir gün dayanamayıp hocasının yüzünü görmek istedi ve mübarek cemalini hiç göremediğini, artık tahammülü kalmadığını, bu duruma dayanamayacağını, bu sebeple yüzünden örtüsünü açmasını talep etti. Seyyid Ahmed Bedevî hazretleri de:

Sonunda ölüm de olsa!..
-Ey Abdülmecîd! Beni görmeye dayanamazsın. Senin, benim yüzüme bakman belki de canına mal olur. Bir bakış, bir can mukabilindedir, buyurdu. Fakat o yine ısrar ederek:
-Ey efendim! Yeter ki mübarek yüzünüzü göreyim. Sonunda ölüm de olsa razıyım! Çünkü artık dayanamıyorum, dedi.
Bunun üzerine Seyyid Hazretleri yüzündeki örtüsünü kaldırdı. Abdülmecîd, Ahmed Bedevînin cemalini görür görmez yere düştü. Ruhunu teslim etti..
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri