Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Alâeddin Attarın mübarek annesi</label>

Büyük velî Alâeddin Attar hazretleri kendisi bizzat şöyle anlatır: Ben on altı yaşlarındayken Emîr Kulan Vâşî hazretlerine eriştim. Gizli zikir yolundaydılar. Beni de o yolda uğraşmaya davet ettiler ve bana gizli zikir esnasında hâlimi kapalı tutmamı, benimle yan yana ve diz dize oturanların bile halimden bir şey anlamamaları gerektiğin telkin ettiler. Bu telkinde o kadar mübalâğa gösterdiler ki, eğer halk benim hâlimden bir şey sezecek olursa, bir yastık edinip ona dayanmamı ve öylece zikre devam etmemi tenbihlediler...
Fevkalâde mesûd oldu...
Nice zaman bu şekilde zikirle uğraştım. Riyazet etmekte ve nefsimin gıdasını kesmekte o kadar ileriye vardım ki, yüzüm sararıp soldu. Bir gün bu halimi gören annem, bana, hasta olduğumu ve bunun sebebini kendisinden sağladığımı ihtar etti. Hasta olmadığım cevabını verdim. Göğsünü açarak, eğer bu hâlin gerçeğin kendisine bildirmeyecek olursam, verdiği sütü helâl etmeyeceğini söyledi. Ben de vaziyeti olduğu gibi anlattım ve bu hâlin tarîkat yoluna girmekten meydana geldiğini bildirdim. Annem fevkalâde mesûd oldu ve tarîkatin ilk şartlarını benden öğrenerek tevhid kelimesiyle meşgul olmaya başladı. Ben bu gizliyi açıklamak zaruretinde kalmış olmaktan büyük ıstıraba düştüm ve olanları Emîr Kulan hazretlerine arzettim. Gülümsediler ve anneme de bu yolda çalışmak izninin verilmiş olduğu karşılığında bulundular. Annem, bir müddet aynı zikirle uğraştı...

Kazanı temiz suyla doldur!
Bir gün, erkek kardeşimin sahraya çıkmış olduğu bir zaman, annem beni çağırdı ve;
-Oğlum, kazanı yıkayıp temiz suyla doldur. Bu benim vasiyetimdir, dedi.
Ben bu işi yaparken annem abdest alıp iki rekat namaz kıldı ve beni karşısına alıp zikre başlamamı teklif etti. Başladım. Kendisi de aynı uğraşma içindeydi. Bu vaziyette bir saat kadar geçmiş geçmemişti ki, annem, birdenbire yığılıp ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kûhistan Sultanı İskender bin Kâbus</label>

Kûhistan Hükümdarı İskender bin Kâbusun Kâbusnâmesi çok meşhurdur. Tarih boyunca pek çok padişah, sultan ve devlet adamı tarafından birçok dillere çevrilmiştir. Bu eser, birçok edebî, tarihî ve ahlâkî eserlere kaynak teşkil eder. İskender bin Kâbus Kâbusnâmede özetle diyor ki:
Ben artık kocadım!..
Ey oğul! Bilmiş ol ki, artık ben kocadım. Zayıf ve azıksız olarak yol ağzına kadar geldim. Ölüm mektubunu elime sundular. O mektup, sakalın ağarmasıdır. Adamın sakalı ağardığında Allah tarafından sanki bir nida gelir: Ey kulum, hazırlan, bu dünyayı bırakıp öbür dünyaya geçeceksin...
Şimdi ey ciğerköşem! Ölmeden önce seni iyilik yoluna ve iyi kimselerin izine yönlendirmek istiyorum. Tecrübelerle elde ettiğim birkaç öğüdü sana yadigâr olarak bırakıyorum. Bu öğütlere uyarak hareket edersen, her muradına erersin ve iyi isim kazanırsın, zamanın elinden sille yemezsin.
Ey oğul! Allahın emri gereğince şükredersen, az olan şükrün çok yerine geçer. Nitekim Allah din içinde beş türlü ibadet buyurdu. Eğer gece gündüz çalışsan, acizlikten başka bir şey elde edemezdin, ama o ölçüyle beş türlü ibadet buyurdu. Onun ikisini zenginlere, kalanını da bütün halka verdi.
Bunlardan biri Allahın birliğini ve Muhammed aleyhisselamın peygamberliğini dil ile söylemektir ve gönülle inanmaktır. Diğeri beş vakitte namazdır, öbürü de yılda bir ay oruç tutmaktadır.
Şehadet sözü, batıl şeylerden Allaha sığınmaktır. Namaz o kabullenişin hakikatini kulluğunda kaim olmaktır. Oruç tutmak da, o kabullenişin ve kulluğun hakikatini Allaha bildirmektir. Mademki Allaha Kulunum dedin, öyleyse o kullukta sağlam durmak gerek.

Namazın aslı tevazudur
Namaz ve oruç Allahın has nimetidir, onları has kullarına nasip kılmıştır. İkisini de yerine getirmekte kusur etme. Eğer bu ikisinde kusur edersen avamdan olursun, seçkinlerden olmazsın.
Ey oğul! Sakın bu söylediklerim hakkında gönlünden kötü düşünceler geçmesin. Yani Namaz kılmakta eksiklik olabilir deme. Din açısından gözetmezsen, bari akıl yoluyla bak, ne kadar faydalı olduğunu gör! Evvelâ, namaz kılanın bedeni ve elbisesi devamlı temizdir. Namaz kılan kişide büyüklenme olmaz, çünkü namazın aslı tevazudur. Sen kendini tevazuya alıştırırsan, bedenin de sana uyar, tevazu kazanır. Sen bu şekilde tevazuyu gözetince, Allah makamını yüceltir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir Allah adamını üzmenin acı sonu!</label>

Mutarrif bin Abdullah, Basrada yaşamış, zühd, verâ ve takvâ sâhibi ve velî bir zâttır. İlim ve amel bakımından zamânın bir tânesi idi. Zamânındaki insanların hepsinden hürmet ve saygı görürdü. Sözleriyle onların hak yola kavuşmasına, nefislerinin insanı dünyâ ve âhirette felâkete götüren fenalıklarından kurtulmalarına sebeb olmuştur. Peygamber efendimizin sağlığında doğmuştur. Haccâcın Irakın idâresini ele aldığı zaman zuhur eden vebâ salgını sırasında 713 (H.95) yılında Basrada vefât etmiştir.
Toprak olmayı tercih ederdim
Mutarrif bin Abdullah, Allahü teâlânın korkusundan ve Ona hesap verme endişesinden toprak olmayı ister ve;
Rabbim tarafından biri gelip Cennet veya Cehenneme girmek yâhut toprak olmak arasında bana tercih hakkı verseydi, toprak olmayı tercih ederdim buyurdu.
Mutarrif bin Abdullah, son derece sabırlı ve tevekkül sahibi bir zat idi. Bir oğlu vardı, öldü. Zâhirde hiç üzüntülü hâli görünmedi. Sakalını taradı, güzel elbiselerini giydi. Bâzıları buna hayret ettiler. Bu hareketlerinin sebebini sordular. Cevâbında buyurdu ki: Ölüm karşısında, rızâ göstermeyip feryâd etmemi mi bekliyorsunuz? Rabbime yemin ederim ki; eğer dünyâ ve içindekilerin hepsi benim olsaydı sonra, ahiretin bir yudum suyu (Kevser) karşılığı bunları almak isteselerdi hiç düşünmeden hemen verirdim. O bir yudum suyu, bu dünyâ ve içindekilerin hepsine tercih ederdim...
Mutarrif bin Abdullah, geceleri daha iyi ibâdet ve Allahü teâlânın kullarına hizmet edebilmek için uyur ve;
Gecemi uyuyarak geçiririm. Pişman olmuş olarak sabahlarım. Bu hâli, bütün geceyi ibâdetle geçirip, sabaha kendini beğenmiş olarak çıkanın hâlinden daha fazla severim derdi.

İşte benim gerçek kulum!
Bu mübarek, içi dışına, dışı içine uygun bir zât olup; Bir kulun içi dışı bir olunca; cenâb-ı Hak; (İşte benim gerçek kulum budur) buyurur derdi.
Mutarrif hazretlerini bir kimse bir meseleden dolayı yalancılıkla suçladı:
Sen yalancının birisin! Bu meselede ben haklıyım dedi. Fakat bir Allah adamını üzdüğü için bu, onun son sözleri oldu. O kimse orada cemâatin içinde can verdi. Bu hadise üzerine Müslümanların Mutarrif bin Abdullah hazretlerine sevgi ve muhabbetleri bir kat daha arttı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sürgündeki Şehzâde Cem Sultan</label>

Cem Sultan, 1459 yılında doğdu. Fâtih Sultan Mehmed vefât edince, babasının yerine tahta çıkan İkinci Bâyezîde muhâlefet etti ve ona karşı mücadeleye başladı. Fakat kaybedince önce Mısıra gitti ve tekrar Anadoluya döndü...
Cem Sultan, nihâyet Rodos Şövalyelerine mürâcaat etmeye karar verdi. 29 Temmuz 1482 günü, Rodos limanında karaya ayak bastı. Talihsiz şehzâde için, 12 yıl 7 ay sürecek ve sonu ölümle noktalanacak olan acı sürgün hayâtı başlamış oluyordu...
Papaya teslim edildi!..
Daha sonra Fransaya gönderilen Cem Sultan, sonra da Papaya teslim edildi. Cem Sultan ve maiyeti, Mart 1489da Romaya vardı. Burada büyük bir törenle karşılanarak Vatikan Sarayına yerleştirildi. Papa, sürgündeki Şehzade Cemi, Osmanlı tahtına geçirme karşılığında Hristiyanlığa davet etti. Cem Sultan bunu büyük bir hakaret sayarak ayağa kalktı ve görüşmeye son verdi. Değil Osmanlı saltanatı, dünya saltanatı için bile böyle bir denaâti (alçaklığı) irtikâp etmeyeceğini söyledi.
Cem Sultan böyle bir durumda bile dâimâ, Yâ Rabbî! Eğer bu kefereler beni bahâne edip Müslümanlar üzerine yürümeye kalkarlarsa, beni o günlere eriştirme, canımı al! diye duâ ediyordu. Papa, tofana denilen bir zehirle onu zehirletmişti. Bu zehir insana yavaş yavaş tesir edip, sonunda öldürüyordu.
Cem Sultan zehirlendiğini anlayınca hiç telaş göstermedi. Yanındakilere son olarak şunları söyledi:


Bayezid beni redditmesün!
Elbette benim meytim haberin intişar idesüz. Mâbâdâ ki küffar benim adıma Müslümanlar üzre huruc eyleye! Benden sonra karındaşım Sultan Bayezid hazretlerine varasuz, diyesüz ki, beni redditmesün, ne vechile olursa olsun tabutumu küffar memleketinde komasun. Ehl-i İslam memleketine çıkarsun ve cemi borçlarımı eda eylesün ve anamı ve kızımı ve sair teallukatumu ve benim üstümde hizmette sabıkasu olan huddamumu otarmayup hallü haline riayet eylesün!.. Bu vasiyetinden iki gün sonra Cem Sultanın başı, boynu ve eli yüzü şişmeye başladı. Çok dermansız kalmıştı. Ve 25 Şubat 1495 Çarşamba sabahı, Kelime-i şehâdeti söyleyerek 35 yaşında rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısırlı velî Hüseyin-i Meczub</label>

Hüseyin-i Meczub Mısırda yaşamıştır. Doğum tarihi bilinmemektedir. Hal tercümesi hakkında da, kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. Çok kerametleri görülürdü. Mesela, susadığı zaman bir kuyunun başına gider; Hüseyin susamış der, Allahü têâlânın izni ile kuyunun suyu bir anda yükselirdi. Hüseyin suyu içtikten sonra su, tekrar inerdi.
Sohbetlerinde buyurdular ki:
Zelîl ve sefîllik bukağısı!..
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan ve böylece Allahü teâlâya yakın olmak nîmetinden mahrûm olan tembel kimselerin ayaklarına, zelîl ve sefîl olmak bukağısı bağlanır. O kimse kurb, Allahü teâlâya yakınlık hâlinden çok uzak olur.
Dînin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır. Zîrâ gayret olmayınca, ilerlemek de olmaz. Bu yolda ilerlediğini söyleyen fakat dînin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan kimse, yalancıdır.
İnsanın kıymeti, kıymet, değer verdiği şeylerle ölçülür. Bir kimse neye değer vermiş ise, onu elde etmek için çalışır.
Büyüklerin huzûrundan kovulmayı icâb ettiren şey, edebi terk etmektir.
İnsanların giydiklerini giy, yediklerini ye, fakat kalben onlardan ayrı ol!
Allahü teâlâ, hayırlı, iyi şeylerden râzıdır, beğenir. Şer olanlardan yâni kötülüklerden râzı değildir, beğenmez. Hayırlı, iyi işleri yapmak, şer yani kötü olan işlerden kaçmak, ahlâkı güzelleştirir. İnsanı olgunlaştırır.
Kalbi kırık, hüzün sâhibi olanlar, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri, Allahü teâlâya giden yolu bir ayda katederler. Peygamber efendimiz; Allahü teâlâ, kalbi hüzün içinde olan bütün kullarını sever buyurdu.

Bir dilencinin attığı tokat!..
Hüseyin-i Meczub 1514 (H.920) senesinde vefat etti. Vefat ettiği gün yanındakilere; Benim ölümüm, Bâb-üz-Züveyle denilen yerdeki filan kimse tarafından olacak buyurdu ve hemen bir merkebe binip oraya doğru sürdü. Bâb-üz-Züveyleye geldiklerinde, orada dilencilik yapan birisini gördüler. Dilenci de onu görünce yanlarına gelip ona bir tokat attı. Hüseyin-i Meczub eşeğine binip geri dönmek üzere yola çıktı, fakat yolda vefat etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yahyâ bin Ahmed Münâvî</label>

Münâvî hazretleri, 1396 (H.799) senesinde Kâhirede doğdu. Küçük yaşta Kurân-ı kerîmi ezberledi. Ayrıca; Umde, Tenbîh, Milha, Elfiye, Minhâc ve başka eserleri iyice okuyup, zihnine nakşetti. Babası ile hacca gitti. Sonra da Veliyyüddîn el-Irâkî ile haccagitti ve orada İbn-i Selâme, İbn-ül-Cezerî ve başka âlimlerden hadîs dinledi. Kâhirede de Şafii fıkhını öğrendi ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerinden oldu.
Çok talebe yetiştirdi...
Münâvî hazretleri, ömrü boyunca ilim öğrenmek ve öğretmekle, ibâdet ile meşgûl oldu. İlim ve amelde, zamânındaki âlimlerin önde gelenlerindendi. Bilhassa fıkıhta üstün bir dereceye yükseldi. İlim tâliblerine; fıkıh, kırâat, Arab dili ve edebiyâtı, tefsîr, hadîs ve tasavvufu öğretti. Çok talebe yetiştirdi. Mısırda kâdılık vazifesinde bulundu, fetvâlar verdi.
Münâvî hazretleri, kuvvetli îmân sâhibi, sâlih, çok ibâdet eden, sünnet-i seniyyeye bağlı, tevâzu ve kerem, cömertlik sâhibi, herkese iyilik eden bir zâttı. Talebelerinin elbisesini verir, gönüllerini hoş ederdi. Müsâmahası çoktu. Dünyâ malına gönül bağlamadı. Vefât ettiğinde, cenâze namazı görülmemiş bir kalabalık tarafından kılındı...
Münâvî hazretleri, bir gün Kâdı Şerefüddîn Ensârînin ziyâretine gitmişti. Evin dışarı kısmında oturdular. Kâdı Şerefüddîn dedi ki:
-Efendim, burada çok kuş var. Kilimlerimizin ve kitaplarımızın üstünü kirletiyorlar. Biz ne yaptık ise çâresini bulamadık!
Yahyâ Münâvî hazretleri başını kaldırıp kuşlara baktı ve; Ey kuşlar! Buradan gidin ve bir daha buraya gelip kilim ve kitapların üzerini kirletmeyin dedi. Ondan sonra bir daha Kâdı Şerefüddînin evinin üstüne kuşlar gelip konmadılar ve kilimleri ile kitaplarının üzerini kirletmediler...

İmâm-ı Şâfiî hazretlerine komşu
Bu mübarek zat, vefâtına yakın şöyle buyurdu: İki cihânın efendisine kavuşmaktan başka arzum yoktur. Bütün emellerim buna bağlı olup, kurtuluşum bununladır...
Münâvî hazretleri 1467 (H.871) senesinde Kâhirede vefât etti. Cenâze namazında sultan da hazır bulundu. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin türbesi yakınına defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerâmetler menbaı Saltuk Türkî</label>

Büyük velî Saltuk Türkî hazretleri pek çok talebe yetiştirip, Allahü teâlânın dîninin yayılmasına faydalı hizmetlerde bulundu. Kıpçak memleketlerniden, Sabiha denilen yerde, 1297 (H.697) yılında vefât etti. Kendisini çok seven çevre halkı, mezarının üzerine güzel bir türbe yaptılar...
Saltuk Türkînin kerâmetleri pek meşhûr oldu. Bunlardan bâzıları Tuhfet-ül-Ervâh adlı eserde şöyle anlatılmaktadır:
Kardeşin yakında gelecek!
Bir gün Sabihadaki hemşehrileri, sevenleri, ona suları olmadığını bildirip, kendinden su istediler. Bunun üzerine Saltuk Türkî, eliyle bir kayaya vurdu ve kayadan hemen su fışkırdı...
Bir Hristiyan, SaltukTürkîye gelip; Efendim! Fransızlar, kardeşimi, elinde bulunan ticâret malı ile berâber esir aldılar, hâlbuki onlar da Hristiyandır dedi.
O zaman Saltuk Türkî, o Hristiyana; Eğer kardeşinin esirlikten kurtulmasını temin edersem Müslüman olur musun? dedi. Adam da; Evet olurum diye cevap verdi. Bunun üzerine SaltukTürkî, bir müddet olduğu yere çöktü. Kardeşin kurtuldu. Yakında gelecek! buyurdu...
Birkaç gün sonra esir, yanında malları ile geldi ve şöyle anlattı:
Biz falanca gün otururken, alaca bir doğan gelip; Ben Saltuk Türkîyim dedi ve beni esir alan şahsın başını kesti. Onlar bunu görünce, beni ve yanımdakileri serbest bıraktılar. Bu hâdise, üzerine iki Hristiyan kardeş, çoluk-çocukları ve daha pekçok kimse ile berâber Müslüman oldular...

Tesbihimi muhafaza ediniz!
Saltuk Türkînin iki yüz tâneli bir tesbihi vardı. Vefâtından önce yakınlarına; Onu muhâfaza ediniz. Benim vefâtımdan yedi sene sonra, ordusu ile birlikte falanca sultan gelir. Onun iki yüz emîri vardır. O tesbihi sizden isterse, ona; Eğer bu tesbihi alırsan, her tarafta karışıklıklar, pahalılık ve daha başka şeyler meydana gelir deyiniz. Vazgeçmezse, ona tesbihi veriniz dedi. Nihâyet Saltuk Türkînin vefâtından yedi sene sonra, sözü edilen sultan geldi. O tesbihi istedi. Önce vermeyip, Saltuk Türkînin yaptığı vasiyeti kendisine aynen anlattılar. Sultan, mutlaka o tesbihi kendilerinden alacağını söyledi. Tesbihi aldı. Kumandanları arasında onları taksîm etti. Bunun üzerine Saltuk Türkînin bildirdiği belâ ve musîbetlerin hepsi meydana çıktı. Sultan pişmân oldu. Fakat, pişmanlığı kendisine fayda vermedi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Muhammed bin Ahmed Salihi</label>

Muhammed bin Ahmed Salihi hazretleri, Suriyede yaşamış olan Hanbeli mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 1134 (H.528) senesinde dünyaya geldi. Tahsil hayatına Kurân-ı kerimi ezberleyerek başladı. Daha sonra Şama gelerek, burada fıkıh âlimlerinin derslerine devam etti. Daha sonra Mısıra gidip buradaki ulemadan da ilim öğrendi. Ayrıca nahiv ilmine çalıştı ve bu sahada da ileri gelen âlimlerden biri oldu.
Çok güzel yazı yazardı...
Bu mübarek zat, çok güzel ve süratli yazı yazardı. Bu sebeple birçok kitabı kendisi yazdı. Kurân-ı kerimi defalarca yazdı ve bunlara hiç ücret almadı. Bir de hadîs kitabı vardır.
Muhammed bin Ahmed Salihi hazretlerinin hadîs kitabında yer alan hadis-i şeriflerden bazıları:
Ebu Hureyrenin (radıyallahü anh) naklettiğine göre: Resulullah (sallallahü aleyhi ve selem) efendimiz Ramazan geldiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar da bağlanır buyurmuştur.
Abdullah ibn-i Ömer (radıyallahü anhüma) şöyle anlatır: Müslümanlar (muhacir olarak) Medineye geldikleri zaman toplanırlar ve namazların vakitlerini gözetlerlerdi. Namaz vakitlerini hiçbir kimse ilan etmezdi. Bir gün bu hususta konuştular. bazıları Hristiyanların çanı gibi bir çan edinin; diğer bazıları da Yahudilerin borusu gibi bir boru olsun dediler. Hazreti Ömer (radıyallahü anh); (Halkı) namaza çağırmak için niye bir adam göndermiyorsunuz? dedi. Resulullah (sallallahü aleyhi ve selem) efendimiz Ey Bilâl! Kalk namaz için çağrıda bulun buyurdu.


Bünyesi çok zayıf düşmüştü...
Muhammed bin Ahmed Salihi, ömrünün sonlarına doğru hastalandı ve bünyesi çok zayıf düştü. Buna rağmen günlerini hep oruçlu geçiriyordu. Vefat edeceği sırada yakınları yanına toplanmıştı. Kıbleye döndü. Onlara nasihat ettikten sonra Yâsin-i şerif okumaya başladı. Okumasını bitirdikten sonra;
Şüphe yok ki Allah, razı olduğu İslam dinini sizin için seçti. O halde, ancak Müslümanolarak can verin mealindeki Bakara suresi 132. ayetini okuyarak son nefesini verdi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Musul âlimlerinden Feth-i Musûlî</label>

Feth-i Musûlî, evliyânın büyüklerindendir. Bişr-i Hafînin arkadaşıdır. Musul âlimlerindendir. İlimdeki derecesi Bişr-i Hafî ile aynı idi. Bişr-i Hafîden yedi yıl önce 220 (m. 835) yılında vefât etmiştir. Haram ve şüphelilerden kaçması kuvvetli, nefsle mücâdelesi çok idi...
Feth-i Musûlî hazretleri, devamlı hüzün ve Allah korkusu içinde bulunurdu. Halktan devamlı kaçardı. Hattâ kendini tanımasınlar diye, tüccarmış gibi yanında bir deste anahtar taşırdı. Her gittiği yerde bunları seccadenin önüne koyardı. Bir âlim ona: Bu anahtarlarla heybet gösterme kapısına kilit vurmuş oluyorsun dedi.

Ona ilim olarak yetişir
Evliyâdan birine: Feth-i Musûlînin hiç ilmi var mı? diye sorduklarında, Dünyadan tamamiyle el etek çekmiş olması, ona ilim olarak yeterlidir dedi.
Bir gün Feth-i Musûlîyi gözlerinden oluk gibi yaş akarken gördüler:
-Ey Feth! Neden böyle ağlıyorsun, dediklerinde;
-Günahlarımı hatırladıkça, gözlerimden yaş akmakta, ağlamam ihlâssız ve riya ile olmasın diye de böyle ağlamaktayım, cevâbını verdi.
Buyurdu ki: Büyük evliyâdan otuzu ile sohbet ettim. Hepsi de bu yolun büyüklerinden idi. Hepsi halk ile sohbetten kaçın dediler ve hepsi az yemeği emir buyurdular.
Bir gün Feth-i Musûlîye elli altın getirmişlerdi. Buyurdu ki: Her kim dilenmeksizin kendisine verilen bir şeyi reddederse, onu Allahü teâlâya karşı reddetmiş olur! Bu yüzden bir altını alıp geri kalanları iade etti...

Bir Kurban Bayramı günü...
Feth-i Musûlî bir gün Kurban Bayramında mahalle arasında gidiyordu, insanların kurban kestiklerini görünce;
Yâ Rabbî! Senin için kurban edecek bir şeyimin olmadığını biliyorsun. Ancak bende bu vardır deyip, parmağını boğazına koydu ve yere düştü. Gelip baktılar. Vefât ettiğini gördüler. Boğazında yeşil bir çizgi vardı...
Vefâtından sonra Feth-i Musûlîyi rüyâda görenler, Allahü teâlâ sana ne muamele yaptı? dediler. Onlara dedi ki:
Allahü teâlâ, bana niçin o kadar ağladın? buyurdu. Günahlarımın ve kusurlarımın mahcubiyetinden ağlıyordum dedim. Ey Feth! Bu çok ağlaman sebebiyle, günahını yazan meleğe sana günah yazmamasını emretmiştim buyurdu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kadın velîlerden... Fâtıma-i Nişâbûriyye</label>

Fâtıma-i Nişâbûriyye, evliyânın büyüklerinden Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin medh ve iltifâtlarına kavuşan mübarek bir hanımdır. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri onun hakkında şöyle buyurdu:
Ömrümde velî bir hâtun tanıdım. O da Fâtıma-i Nişâbûriyyedir. Kendisine herhangi bir konuda haber vermek istesem, ona açıkça belli olur ve o şeyi kendisi bana bildirirdi.
Zünnûn-i Mısrî hazretleri de kendisini bilir ve çok hürmet ederdi. Ona birçok meselelerde haber göndererek suâl sormuş, danışmıştır. Hep nasihat ederdi...
Zünnûn-i Mısrî hazretleri onun hakkında şöyle buyurdu:
Mekke-i mükerremede bir hâtun vardır. Adı Fâtıma-i Nişâbûriyyedir. Bu velîyye hanım, Kurân-ı kerîmin mânâ ve esrârı ile inceliklerinden öyle şeyler söylerdi ki, bana hayret verirdi.
Fâtıma-i Nişâbûriyye pek çok hikmetli söz söylemiş ve nasîhatlerde bulunmuştur.
Kendisine; Nasıl zikir yapıp Rabbimizi analım? dediler. O; Allahü teâlâyı zikrettiğin, andığın zaman, Allahü teâlânın seni gördüğünü düşün ve zikre devâm et cevabını verdi.
İhlâs sâhibi kime denir? dedikleri zaman da; Kim, Allahü teâlâyı düşünerek amel ve ibâdet yaparsa, o kimse ihlâs sâhibidir buyurdu.

Nefsinizle mücâdele edin!
Fâtıma-i Nişâbûriyye bir ara Kudüse Beyt-i Makdise gelmişti. Kendisinden nasihat istediklerinde şöyle buyurdu: Doğruluğa sarılın. İşlerinizde nefsinizle mücâdele edin.
Kendisinden sıdk ve takvâ sâhiplerinin halleri soruldu. O zaman; Sıdk ve takvâ sâhipleri bu zamanda bir deryâ içindedirler. O deryânın dalgaları onlara çarpmaktadır. O deryâ içinde boğulmuşçasına Allahü teâlâya duâ ve feryâd ederler. Kâdir-i mutlak olan Hak teâlâdan saâdet, necât ve kurtuluş taleb ederler buyurdu.
Bu evliyâ hâtûn, Allahü teâlâya öylesine âşık ve Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) öyle sevgi beslerdi ki, bir sohbet esnasında onlardan bahsedilirken dayanamayıp vefât etti
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı Ebül Hasen Bağdadî</label>

Ebül Hasen hazretleri, Bağdadda yaşamış olan evliyadandır. İlim ve takva sahibi bir zat idi. Evinden dışarı çok az çıkardı. Ruzbehan-ı Baklî ile sık sık görüşürdü. Bu zat kimdir derseniz, kısaca bahsedelim. (Ruzbehan-ı Baklînin asıl adı Ebu Muhammed Şirazidir. Kübreviyye meşayıhındandır. Necmüddini Kübranın mürşididir. Ebu Necibi Sühreverdinin halifesi olan Ammar Yaserin halifesidir. 1209 tarihinde Şirazda vefat etti. Tefsiri arayis, Kitab-ül envar ve Şerh-ul-şathiyyat kitapları vardır.)
Bedbahtlığın alâmeti nedir?
Ebül Hasen Bağdadî, insanları riyâ ve şirkten sakındırır, ihlâsla amel etmeye teşvik ederdi. Kendisine bedbahtlık alâmetleri nedir? dediler. Bunun üzerine buyurdu ki: Şu beş husus şekâvet, bedbahtlık alâmetidir: Kalp katılığı, ağlamayan göz, hayânın azlığı (yokluğu), dünyâya rağbet etmek, ihtiras ve tûl-ü emel arzusu.
Fütüvvet nedir? dediler. O; Dostların kusurlarını hoş görmektir buyurdu.
İyilik ve ihsân husûsunda ise; İnsan, ihsân ve iyiliğin her şeklini yerine getirse, fakat sâdece kümesindeki tavuğa kötülük etse, yine de muhsin denilen iyi insanlardan olamaz buyurdu. (Muhsin; ihsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert. Allahü tealayı görür gibi Ona ibadet eden.)
Bu mübarek zat, kötü huylu kim olursa olsun, onun zararından sakındırır, iyi kimselerle görüşmeye teşvik için; Kötü huylu birinin bana arkadaş olmasından ziyâde, güzel huylu günahkâr birisinin arkadaş olmasını arzu ederim derdi.

Bir ah çekti ve...
Ebül Hasen Bağdadî hazretleri, Hicri 606 senesi Muharrem ayı sonlarında vefat etti. O gün kendisine:
Filanca, ben İsâ aleyhisselam gibiyim. O nasıl ölüleri diriltiyorsa, ben de gaflet ölülerini diriltirim diyor dediler.
Bu iddialı söz karşısında derin bir ah çeken Ebül Hasen;
Yâ Rabbi, bu kadar yaşadım, bu zamana geldim, böyle sözler işittikten sonra yaşamak istemiyorum dedi ve ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Endülüsten Kudüse... Ebû Abdullah el-Kureşî</label>

Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri, 1150 (H.544) senesinde Endülüste doğdu. 1202 (H.599) senesinde Kudüste vefât etti. Bu mübarek zat cüzzam hastası olduğu gibi, vefâtına yakın gözleri de görmez olmuştu. Ancak, hikmet-i Hüdâ, hanımının yanına girince cüzzam hastalığından kurtulduğu gibi, gözleri de açılıyordu...
? Afiyet ve hastalık elbisesi!..
Bir gün gözleri açılmış, vücûdu cüzzam hastalığından kurtulmuş bir hâlde, gümüş gibi bembeyaz bir tenle dostlarının yanına girdi. Onlar Abdullah el-Kureşînin bu hâline çok şaşırdılar. Sonra; Bu hâl ne? diye sormaktan kendilerini alamadılar. Bunun üzerine Abdullah el-Kureşî;
-Allahü teâlâ bana önce âfiyet, sonra da, beni imtihân için, hastalık elbisesini giydirdi. Şimdi ise gördüğünüz gibi, yine âfiyet elbisesini giymiş bulunuyorum, diye îzâh etti.
Başın darda kaldığı zaman
Ebû Abdullah el-Kureşî kendisi şöyle alatır: Bir gün Abdullah el-Muâvirîye gittim. Bana, Ey şerîf! Başın darda kaldığı zaman, yapacak olduğun bir duâ öğreteyim mi? diye sordu. Ben de Evet, öğret dedim. Bunun üzerine şu duâyı öğretti: Yâ Vâhid, yâ Ehad, yâ Vâcid, yâ Cevâd, İnfehnâ minke bi nefhati hayrin inneke alâ külli şeyin kadîr... Bu duayı öğrendikten sonra hiçbir zaman başım darda kalmadı...Ömrünü İslâm dîninin emir ve yasaklarını öğrenmek ve öğretmekle geçiren Ebû Abdullah el-Kureşî hazretleri 1202 (H.599) senesinde Kudüste vefât etti. Orada defnedildi. Eski Kudüste olan kabri hâlen sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir. Burada yapılan duâların kabûl olduğu çok tecrübe edilmiştir.

Dünkü işlerden ibret alın!
Bu mübarek zat, vefatı sırasında buyurdu ki:
Her nefis ölecek ve ahiretteki hesaba ulaşacaktır. Öyleyse sizler, nefsiniz için yine nefslerinizden faydalar temin etmeye ve bugününüzün selameti için dünkü işlerden ibret almaya çalışın. Ömrünüz sona erip de artık amelinizi artırmak imkânı kalmadığı zaman gelmeden önce, kötü hareketlerinizden vazgeçip iyiliklerinizi artırmaya gayret edin.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri