Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seyyid-i Sırdân Burhâneddîn-i Tirmizî</label>

Seyyid Burhâneddîn-i Tirmizî, Behâeddin Veledin talebelerindendir. Bu büyük velîye intisap ettikten sonra bir müddet kırlara düşüp, tecelli nurlarının çokluğundan kararsız olmuştu. Riyâzeti pek sever, nadiren de yemek yerdi. Kalplerdeki sırları söylediği için Horasan, Buhara, Tirmiz ve civarında Seyyid-i Sırdân diye tanınırdı. Behâeddin Veledin Horasandan göç edişinden sonra Tirmize gitmiş ve orada inzivaya çekilmişti...Konya yolunu tuttu...
Mevlâna Celâleddin yedi sene boyunca oturdukları Lârendeye (Karaman) bir seyahat yapmıştı. Hüdâvendigârı bulamayan Seyyid-i Sırdan bir mektup yazarak dönmesini rica etti. Mevlâna mektubu alınca öpüp, gözlerine sürdü ve derhâl Konya yolunu tuttu.
Kavuşma çok heyecanlı oldu; her ikisi de kendilerinden geçtiler. Seyyid Burhaneddin, delikanlı Celâleddinin (Mevlana) bilgide eşi olmadığını görmüş; bâtınında da işlenmemiş cevherler bulunduğunu keşfetmişti. Sevgiyle yürüyen hocalık-talebelik devresi tam dokuz yıl sürdü.
Seyyid Burhâneddîn hazretleri Kayseriyi seviyordu. Oraya yerleşecek, inzivaya çekilecek, köşesinde gece gündüz Hakla bir olacaktı. Nihayet Mevlânanın müsaadesiyle, o zaman Darül-Feth denilen Kayseriye yollandı.


Garip Seyyid göçtü!..
Hayatının geri kalan günlerini Kayseride geçiren Burhâneddîn-i Tirmizî hazretleri, 1220 senesinde bir gün, hizmetine bakan talebelerinden bir testi sıcak su getirmesini istedi. Su gelince, talebeye;
-Kapıyı kapa ve garip Seyyid göçtü diye dışarıya haber ver, buyurdu.
Suyu getiren talebe, çıkar çıkmaz, efendisi ne yapacak diye, içerisini gözetlemeye başladı. Mübarek Seyyid abdest almış, elbisesini giymiş, odanın bir köşesine yatıvermişti.
Ey, bana bir emanet veren hâzır ve nâzır Allah! Lûtf edip bu emaneti al! İnşaallah beni sabredicilerden bulursun âyetini okuyarak ruhunu Hakka teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fakîh bir devlet adamı Celâlzâde Sâlih Çelebi</label>

Büyük âlim ve devlet adamı Celâlzâde Sâlih Çelebi, medrese tahsîlini tamamladıktan sonra, İstanbulda İbn-i Kemâl Paşanın derslerine devâm etti. Meşhûr hattât Şeyh Hamdullahtan hat sanatını öğrendi. Yazısı çok güzeldi. Bir taraftan ders okuyup, bir yandan da hocası İbn-i Kemâlin bâzı eserlerini temize çekerdi. 1520 senesinde Kânûnî Sultan Süleymânın tahta çıkmasından sonra Celâlzâde, İbn-i Kemâlin yanından ayrılarak, pâdişâhın hocası Hayreddîn Efendiye talebe oldu. Ondan icâzet, diploma aldıktan sonra, Edirnedeki Sirâciyye Medresesine müderris tâyin edildi. Sonra çeşitli vilayetlerde kadılık yaptı...
Çok cömert bir zat idi
Sâlih Çelebi, yumuşak huylu, temiz kalbli, vefakâr ve birâderi Mustafa Çelebi gibi çok cömert idi. Gerek kâdılığı zamânında ve gerek emekli bulunduğu zamanda, fakirlere, akrabâsına ve civârındaki muhtaçlara yedirir, içirir, elbise ve para vermek sûretiyle yardım ederdi. Sanki fakirler babası gibiydi. Her gece sofrasında dostları ve talebelerinden misâfirleri bulunurdu.
Sâlih Çelebi, elli yaşını geçtiği hâlde, dînî çalışmalarına mâni olur diye evlenmedi. Daha sonra Mısır Kâdılığı esnâsında, annesi tarafından verilen bir câriye ile evlenerek, bundan İshak adında bir oğlu oldu. Bu çocuğun on yaşlarında vefât etmesi, Celâlzâdeyi çok müteessir etmiş ve bu üzüntüsü sebebiyle, manzûm olarak kısa bir zamanda Leylâ ve Mecnûn hikâyesini kaleme almıştır.


Dünyâ denen ülke!..
1563 yılında vefât eden Sâlih Çelebi Eyüp Sultan Nişancasında birâderi Mustafa Çelebinin yaptırdığı câminin bahçesinde yol kenarında defnedildi. Vefat etmeden önce söylediği bir şiirinde, günümüz diliyle şöyle diyor:
Dünyâ denen ülkenin durağı geçici imiş./ Emir, vezîr ve pâdişâhların hepsi buradan geçer./ Ölümsüz ve hayy olan Allahü teâlânın takdiri erince toprağa izzet ve mevkî sahiplerinin tohum gibi düştüğünü görürsün./ Allahü teâlânın yardımı ile bu eşsiz kardeşe fazîlet, irfan ve ilim asker olmuştu./ Bu zamanda o, âhiret tarafına yöneldi, ona Hakkın rahmetinden lütuf dile...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hanbeli fıkıh âlimi Ebu Abdullah el-Takî</label>

Ebu Abdullah el-Takî hazretleri, çok heybetli olduğu halde yumuşak huylu bir zat idi. Çok kerameti görülmüştü. Şeyhülislam Abdullah-ı Ensârînin hocasıdır. Ayrıca birçok evliya yetiştirmiştir. Kendi zamanındaki bütün âlimlerle görüşürdü.Zâlime yardım eden...
Bu mübarek zat buyurdu ki:
Zulüm yapan, zâlime yardım eden ve bu zulme râzı olan, bu zulme ortaktır. Zâlimin adâletle geçen günü, kendisine, mazlumun zulüm gördüğü günden daha ağır gelir.
Câhiller çoğaldığı için, âlimler garib oldu.
İhtiyaç sâhiplerine iyilik ve yardım yapanlar bu iyiliğe ihtiyaç sâhiplerinden daha çok muhtaçtırlar. Çünkü iyilikleri sebebiyle sevâba ve övgüye kavuşurlar. Her kim iyilik yaparsa başta kendine iyilik yapmış olur.
Kim Allahü teâlâya güvenir ve sığınırsa, insanlar kendisine muhtaç olur. Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınan kimseyi Allahü teâlâ insanlara sevdirir.
Dilde güzellik, tatlılık ve akılda olgunluk olmalıdır.
İffetli olmak fakirliğin, şükür belânın, fesâhat sözün, hıfz rivâyetin, tevâzu ilmin, edep ve mâlâyânîyi terk etmek verânın, güler yüzlülük de kanâatin zîneti, süsüdür.


İnsanın şerefi ve mertliği...
İnsanın şerefi ve mertliği kimseyi hoşlanmadığı bir şeyle karşılamaması; ahlâkının güzelliği başkasına eziyet veren şeyi terk etmesi; cömertliği, üzerinde hakkı olan kimselere iyilik etmesi, insaflı olması; hak ortaya çıktığı zaman hakkı kabul etmesidir.
Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allahü teâlâ ondan râzı olur. Çok istigfâr etmek, yumuşaklık ve sadâkat çokluğu.
Üç şey kimde bulunursa, pişman olmaz. Bunlar acele etmemek, meşveret ve tevekküldür.


İnşaallah dedi ve...
Ebu Abdullah el-Takî hazretleri, 1025 (H.416) senesi Safer ayında vefat etti. Vefatından önce üç defa İnşaallah dedikten sonra; İsra suresinin 52. ayetini okudu ki meâli şerîfi şöyledir: Allahü teâlâ sizi çağırdığı gün, Ona hamd ederek, Onun emrine icabet edersiniz. Ve kabirde çok az bir zaman kaldığınızı zannedeceksiniz...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Lapsekili Halil ve İbrahim Onbaşı...</label>

Çanakkale Savaşının en kanlı sahneleri yaşanıyordu... Kocadere Köyüne büyük bir Sargı evi kuruldu. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Sivaslı, kimi Halepli, kimi Antepli, kimi Muşlu çok sayıda yaralı buraya getiriliyor ve burada tedavi ediliyordu. Yaralı kahraman erlerden biri de Lapsekinin Beypaş Köyünden Halildi. Halilin yarası oldukça ağırdı. Zor nefes alıp vermekteydi. Alçalıp yükselen göğsüyle hayata biraz daha tutunabilmek için komutanının elbisesine sıkı sıkıya yapıştı. Nefes alıp vermesi gittikçe zorlaşıyordu. Dudaklarından tane tane ve kesik kesik dökülen kelimelerle komutanına şunları söyledi: Bana hakkını helâl etsin!
-Komutanım! Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım. Alın, bunu arkadaşıma ulaştırın!..
Tekrar derin derin nefes alıp defalarca yutkunan Halil, devam etti:
-Ben... ben köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşıdan bir Mecidiye borç aldıydım. Kendisini bir daha göremedim. Belki ölebilirim... Borçlu ölürsem söyleyin hakkını bana helâl etsin...
Komutan çok duygulandı. Halilin kırmızıya boyanmış alnını eliyle silip saçını okşarken:
-Sen onu merak etme evlâdım, dedi.
Halil, son nefeste bir kez daha mırıldandı.
-Komutanım... ben ölürsem söyleyin hakkını helâl etsin!..
Ve... Kahraman er Halil, biraz sonra komutanının kolları arasında kan kaybından şehit oldu...
***
Sargı yerine sürekli yaralılar getiriliyordu. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaşmadan şehit düşüyordu. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyordu.


Ona hakkımı helâl ettim!
Fazla zaman geçmedi. Komutana yeni bir künye ve yanında bir pusula ulaştı.
Komutan gözyaşlarını silmeye fırsat bulamamıştı. İçinde bir not bulunan pusulayı açıp okuyunca, olduğu yere yığılıp kaldı. Ellerini yüzüne kapattı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Pusuladaki not şöyleydi:
Ben Beypaş Köyünden arkadaşım Halile bir Mecidiye borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin. Ben hakkımı helâl ettim...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çanakkale şehidi Hasan Ethem Bey</label>

Çanakkale muharebelerinde 250 bin vatan evladı şehid düştü. İşte bu muharebelerde kahramanca savaşarak şehid düşen vatan evladlarından biri de Muallim Hasan Ethem Beydir. İşte onun da, vefat etmeden önce annesine yazdığı mektup: Şanlı Türk annesi!..
Valideciğim! Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihatâmiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım... Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Davudî sesli yiğit bir er, ezan okuyordu. Dünyanın bütün dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi açtım ve; Ey yerlerin ve göklerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halıkı!.. Sen bütün bunları bizlere verdin. Yine bizlerde bırak! Böyle güzel yerler ve şu nimetler, senin yüceliğini tasdik eden bizlere ait olsun.
Allahım! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, Senin ism-i celalini İngiliz ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde Sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını (zaten kahrettin ya) bütün bütün mahveyle! diyerek dua ettim ve kalktım.
Anneciğim, diğer oğlun Halid de benim gibi güzel yerlerdedir. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor! İnşaallah düşman askerlerini kahreder de zaferle yanına döner ve düğünümü yaparız olmaz mı?
Valideciğim, bizleri dualarından unutma! Allah senden razı olsun...
Oğlun Hasan Ethem...


Hikmet Recep
Hikmet Recep isimli gönül ehli bir erdir. Bir muharebede ağır yaralandı ve artık kurtulamayacağını anlayınca, köyündeki hanımınaverilmek üzere bir şiir söyledi ve yanındaki arkadaşı da yazdı. Sonra da ruhunu teslim etti. İşte o şiir:
Sevdiğim, okurken yazımı sakın,/Gözünden şimşekler çakmasın e mi?/Dördüncü yaram pek kalbime yakın,/Kirpiğin elmaslar takmasın e mi?/Cerrahlar şaşıyor derin yarama,/Tarlada, gayri hiç beni arama,/Saçını düzeltip nolur tarama, /Yıldızlar boyuna bakmasın e mi?..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bombacı Mehmet Çavuşun şehadeti</label>

Çanakkale muharebelerinde Seddülbahir ve Conkbayırının büyük kahramanlarından biri de Bombacı Mehmet Çavuştu. Bu kahraman Anadolu çocuğu, İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve zararını kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamışlar ve bombaları, pimini çektikten biraz sonra fırlatarak Mehmet Çavuşun bombaları tekrar kendilerine atmasını önlemeye çalışmışlardı... Sağ eli bileğinden kopmuştu!..
İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuşun elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasına sebep olmuştu. Bu yiğit delikanlı vazife şuuruyla hastaneden tabur kumandanına şöyle diyordu:
Sağ kolumu kaybettim, zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yine kıtama iltihak edip düşmanla çarpışmama mani olan şey yaramın henüz kapanmamış olmasıdır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanım...
Mehmet Çavuş, bu sözleri söyledikten hemen sonra kan kaybından şehid oldu...


Yüzbaşı Dursunun emir eri
Çanakkale muharebelerinde bir kolunu kaybetmiş olan emekli Yüzbaşı Dursun Bayraktaroğlu da bir hatırasını şöyle nakleder: Harbiye son sınıf talebesi iken Çanakkale Savaşı başlayınca 19 yaşında bir asteğmen olarak kendimi bu muharebelerin içinde buldum. Seddülbahir cephesinde bir çarpışma sırasında kolumdan yaralandım. Emir eri olarak hizmetime verilen İbrahim, beni hemen sırtlayarak sıhhiye çadırına götürdü. Orada ilk yardım yapıldıktan sonra da çadırlı hastaneye sevk ettiler, fakat kolumu kurtaramadılar. Er İbrahim kükremiş bir aslan gibi;
-Bana müsaade edin kumandanım, cepheye döneyim de intikamınızı alayım, diyordu.
-Benim ve benim gibilerin intikamını alacak binlerce asker var cephede, dediysem de dinletemedim.
-Kumandamın, seni bu halde görmek çok müşkil, hele cephedeki arkadaşlara, İbrahim kaçtı dedirtmem, mutlaka gitmeliyim, dedi.
-Öyleyse Allah yardımcın olsun evladım, dedim.
İbrahim hemen arkadaşlarının yanına döndü. Fakat onu fark eden bir düşman askerinin kurşunu ile yolda şehid düştü...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cideli Şehid Mahmud Çavuş</label>

İngiliz ve Fransız donanması, irili ufaklı 407 parça gemi ile, Çanakkale Boğazına 18 Mart 1915 günü sabah 08:30da girmeye başladılar. Bir gün önceden mayın tarama filolarından aldıkları raporlara göre Boğaz suları mayınlardan temizlenmişti. Ama bir şeyi unuttular... O da Türkün (Vatan sevgisi imandandır) inancı idi. Nusret Mayın Gemisi, gece sabaha kadar, karanlık koya modası geçmiş ve elinde kalabilen son 26 mayını sessizce döküvermişti... Modern zırhlılarını kaybettiler!Her zaman mayınlar, Çanakkale Boğazına, akıntıya dik istikamette döşendiği halde, bu sefer akıntıya paralel bir hat meydana getirilmişti. İşte bu sistem Batı kuvvetlerini hezimete uğratmaya yetmişti. Birbiri ardına en modern zırhlılarını kaybetmeye başladılar. Sedd-ül Bahir ve Kilid-ül Bahir tabyalarındaki eski model toplarımız, bu mağrurları birer birer Boğazın dibine göndermişti...
Bir tabyada top başındaki Cideli Mahmud Çavuş, attığı tek gülle ile Fransız Bouvet zırhlısını vurmuştu. Akabinde aynı tabyaya düşen bir mermi, Mahmud Çavuşun iki ayağını birden koparmıştı. Çok kan kaybediyordu. Hemen geriye, ilk yardım yerine çekerlerken, tabyadan bir nefer Keferenin gemisi batıyor diye bağırınca, Mahmud Çavuş kendisini taşıtan kumandanına döndü ve Allah için beni yukarı çıkartın diye yalvardı. Durumu çok ağırdı. Son arzusunu yaptılar. Sanki Mahmud Çavuş yaralı değil gibi tatlı tatlı tebessüm ederek Bouvetnin batışını seyretti ve Kelime-i şehadet getirerek orada ruhunu teslim etti...
***


Yüzbaşı Hasan Bey
Cephenin her yerinde enteresan hadiseler yaşanıyordu... Bu hatıra da Yüzbaşı Hasan Beyle alakalı...
18 Mart 1915 Deniz Harekâtında üstün başarılar gösteren Hasan-Mevkuf Batarya Kumandanı Yüzbaşı Hasan Beyin kızı dünyaya gelmişti. İstanbuldan Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığına telgraf çekildi. Bu telgrafı alan Cevat Paşa atı ile bataryaya geldi ve Yüzbaşı Hasan Beye: Evlâdım Hasan, bir kızın dünyaya geldi, izinlisin dedi.
Hasan Beyin verdiği cevap erinden kumandanına kadar Çanakkale gazilerinin gönül dünyalarını aksettirmeye kâfî bir fedakârlık ve feragat ile doluydu: Kumandanım! Cepheden ayrılıp da gidemem. Bildirebilirseniz, ismini Dîdar koysunlar!..
O gece bütün batarya ile birlikte Yüzbaşı Hasan Bey de şehid olanlar arasındaydı..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kolumu kesiver kumandanım!..</label>

Çanakkale muharebelerinde kumandanlık etmiş, yaralanmış emekli bir subay hatırarında şöyle anlatıyor: Çanakkale Harbinin devam ettiği günlerden birindeyiz... O gün akşama kadar devam eden savaş, üstünlüklerine rağmen yine zaferimiz ile neticelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muharebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin Allah Allah... nidaları ufku titretiyor, top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi. Dehşetle ürpermiştim!..Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isabetle hemen hemen tamamen kopacak hale gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıstırabını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:
-Şunu kesiver kumandanım! dedi.
Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayri ihtiyari çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürperten vazifeyi yaparken de;
Üzülme Ali Çavuş, Allah sağlık versin! diye moral vermeye çalışıyordum. Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fani vücudunu da feda etti. Gözlerini hayata yumarken de;


İlahi yardıma nail olduk...
Vatan sağ olsun! Allah imandan ayırmasın!.. Canım vatana feda olsun!.. cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü haline gelmişti...
Çanakkale Harbi nasıl bir iman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirak etmiş bulunan kahraman yiğitler, bizlere zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyorlardı:
Gönüllerimiz Allaha niyaz halindeydi. Onun yardım ve istianesine (yardımına) sığınmıştık. Kumandanlarımız da sürekli olarak bize Salat-ı Nariyyeyi okutturuyorlardı... Böylece İlahi yardıma nail olduk...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir garip derviş Hacı Mesud</label>

Çanakkale Savaşındayız... Mülazım Emin, çiçeği burnunda bir Harbiyeli. Mektebi bitirmiş, cepheye sürülmüş. Gönderildiği alay, ateş hattında kırılıyor. Gençler yiğitler biçiliyor... Bir zaman, geriden ikmal getirerek işi idare etmek istiyorlarsa da gün oluyor, ikmal de yetmiyor. Alaydan arta kalanları derleyip, toplayıp İzmirin Alipınar köyüne getiriyorlar. Acemiler gelecek, alay tamamlanacak, talim görecek ve yine cepheye sevk edilecek...
Esmer tenli bir garip!
Eli silah tutan herkes toplanmış Alipınarda... Gelenlerin içinde Hacı Mesud da var. Kim mi bu Hacı Mesud? Bir derviş... Yaşlıca, sessiz, sedasız, kendi halinde bir esmer tenli garip. Trablusluymuş. Mülazım Eminin Konyalı Aziz Çavuş diye bir çavuşu var, nedense bu Hacı Mesudu hiç sevmiyor. Her sabah Emin Efendiye tekmil verirken sayıyor, döküyor, sözün sonunu Bir de, hiçbir işe yaramayan şu esmer adam var diye bitiriyor...
Böylece günler geçip giderken, bir gün Mülazım hastalanıyor. Ama durumu çok ağır. Akşama doğru Emin Efendi kendini kaybediyor. Yapılacak bir şey yok, sadece dua ediyorlar... Bir ara, Hacı Mesud, Aziz Çavuşun yanına gelerek: Ben de dua edeyim diyor. Mülazımın işi bitmiş ama, etsin bakalım ne olacak? diyor.
Hacı Mesud, Emin Efendinin yanında durmuştur. Saatler geçiyor. Bekleşenlerde artık takat kalmamış, kendilerini tutamasalar, yeninden yakasından tutup tartaklayacaklar zavallıyı. Sonunda, Hacı Mesud gözlerini Aziz Çavuşa çevirip fısıldıyor:
-Tamam, kurtuldu, ne isterse verin, yesin!.. Yemek mi? Mülazım ölü gibi serilmiş, gülesi geliyor Aziz Çavuşun. Tam o sırada yataktan bir inilti duyuluyor: Su!
Artık onu kimse hakir göremez. Mesudda bir başkalık sezmekte olan birkaç kişinin gözleri iyice açılıyor. Onun peşinden ayrılmıyorlar. Şu kadarını anlıyorlar ki, Hacı Mesud, Abdüsselâm Esmerînin kıymetlilerindendir. Allah indinde itibarı büyüktür, ama o işi oluruna bağlamış, kendini açığa vurmamıştır... Ve sonunda düşman Çanakkaleyi geçememiş zafer bizim olmuştur...


Benim görevim burada bitti
Bir gün, Hacı Mesud Aziz Çavuş çocukları topla, bir diyeceğim var diyor. Akşam karavanasından sonra etrafında toplanıyorlar. Hacı Mesud şöyle diyor: Benim görevim burada bitti. Trablustan sizin alayı uyarmak, yüzünüzü Hakka çevirmek için gönderilmiştim. Hepiniz Hocam Abdüsselâm Esmerînin himayesindesiniz. Beni duâdan unutmayasınız... Ya Allah!
Evet! Hacı Mesud Ya Allah diyor ve son nefesini veriyor oracıkta...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî fıkıh âlimi Ebû Bekr eş-Şelî</label>

Ebû Bekr eş-Şelî, Yemende bulunan büyük İslâm âlimlerinin en önde gelenlerindendir. Hazret-i Hüseyinin neslinden olup, seyyiddir. Hazret-i Alinin soyuna mensûb olanlar mânâsına kullanılan Benî Alevî ve Hazret-i Hüseyinin soyuna mensûb olanlar için kullanılan Benî Hüseyin nisbeleriyle anıldı. 1582 (H.990) senesinde Yemenin Terîm beldesinde doğdu. 1643 (H.1053) senesinde aynı yerde vefât etti.Hâfızası çok kuvvetliydi...
Ebû Bekr eş-Şelî hazretleri, aklı, zekâsı, hâfızası kuvvetli, dikkatli ve çok uyanık bir zât idi. Sîmâ olarak yüksek dedelerine benzerdi. Gayet nûrlu, çok güzel bir zât olup, kendisini görenin kalbinde ona karşı muhabbet hâsıl olurdu. Her hâlinde istikâmet üzere olup, Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem sünnet-i seniyyesine tam bağlı idi. Selef-i sâlihîn denilen ilk iki asrın âlimleri ile halef-i sâdıkîn denilen sonra gelen âlimlere tâbi olmak esas olduğu için, onların ve onlardan sonra gelen büyük âlimlerin hallerini çok anlatırdı.
Bu mübarek seyyidin oğlu şöyle anlatır:
Bir zaman Hindistana gitmek için babamdan izin istedim. Babam; Öyle anlıyorum ki, müddet tamam oldu. Vefâtım yaklaştı. Vefâtımda yanımda bulunmanı isterdim dedi. Yâni Hindistana gitmemi istemiyor musunuz? dedim. Bir nevî gitmekte ısrar etmiş gibi oldum. Bunun üzerine; Sefere git! Allahü teâlânın emânında (emniyeti altında, korumasında) ol. Allahü teâlâ ne dilerse o olur dedi. Ben sefere gitmekten vazgeçtim. Hakîkaten de dediği gibi oldu. Bundan az bir zaman sonra 1643 (H.1053) senesi Safer ayının yirmi beşinde ikindi vaktine yakın bir sırada vefât etti.


Herhangi bir rahatsızlığı yoktu
Babamın, vefâtı sırasında herhangi bir rahatsızlığı görülmedi. Terîmdeki Bâlevî Mescidinin yakınındaki evinde gece-gündüz kavuşmayı arzu ettiği Rabbine kavuştu...
O gece defin için gerekli hazırlıklar yapıldı, kefenlendi. Talebeleri ve sevenleri o gün sabaha kadar rûhu için Kurân-ı kerîm ve hatm-i tehlîl okudular. Ertesi günü sabah namazından sonra cenâze namazı kılınıp, seyyidlerin, şerîflerin ve pekçok mübârek velînin medfûn bulunduğu Zenbel Kabristanına defnedildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Azdavaylı Hasan Hilmi Efendi</label>

Hasan Hilmi Efendi, Kurân-ı kerîm okumayı, sarf, nahiv ve temel dînî bilgileri memleketi olan Kastamonu âlimlerinden öğrendi. Ümmî Abdullah Efendi, oğlunu daha fazla ilim tahsîl etmesi için İstanbula gönderdi. Mahmûd Paşa Medresesine yerleşen Hasan Hilmi Efendi, fıkıh, tefsîr, hadîs ve diğer ilimleri Nevşehirli Büyük Ahmed Hâzım Efendi ile Küçük Ahmed Hâzım Efendilerden okudu. Her iki hocası da ona icâzet verdiler. Bu sırada Ahmed bin Süleymân Ervâdînin İstanbula gelip Ayasofya Câmiinde iki sene okuttuğu hadîs derslerine Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî ile birlikte devâm etti. Fakat bu zatın manevi üstünlüğünü anlayarak ona teslim oldu ve kısa zamanda yükseldi. Gümüşhânevî hazretleri onu kendilerinden sonra tedrise mezun ettiler. Ömrünün son günlerinde...Hasan Hilmi Efendi, 1893 (H.1311) senesinde Ahmed
Ziyâüddîn Gümüşhânevînin vefâtı üzerine bu vazîfeyi asil olarak yürütmeye başladı. Hocasının vefâtından sonra on sekiz yıl fiilen ders okutan Hasan Hilmi Efendi, çevresindekilere İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlattı...
Hasan Hilmi Efendi, ömrünün son günlerinde dergâha gelemez oldu. Hastalanıp yatağa düştüğü zaman hiçbir şey yiyip içemez oldu. Bu hastalığı sırasında talebelerine yazdığı vasiyetini bildiren ve onların Safranbolulu Necâti Efendiye tâbi olmalarını isteyen kâğıdı verdi. Vefâtından bir gün önce saat 10.00 civârında hastalığın şiddetinden kapanan gözlerini açarak, hanımına abdest almak ve giyinmek istediğini işâret etti. Abdest aldıktan sonra, hırkasını giyindi. Sonra seccâdesine kapanarak, artık bu fâni âlemde Allahü teâlâdan ayrılığın ateşine dayanamadığını bildirerek duâ ve niyâzda bulundu. Bir saat öylece seccâdede kaldı. Daha sonra yatağına yatırdılar...


İstanbulda vefât etti...
Hasan Hilmi Efendi, bütün gece süren Rabbine kavuşma isteği zevkinin verdiği vecd ve dalgınlık hâlinin ardından sabaha doğru gözlerini açtı. Yanında bulunanların mahzûn bakışları arasında; Benim Rahmet-i Rahmâna kavuşma vaktim geldi. Bu rûh artık Rabb-i Mecîdîne kavuşmayı diler dedikten sonra derinden bir Allah dedi. Miladi 1911 yılı (H.24Safer 1329) Perşembe günü İstanbulda vefât etti.

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük devlet adamı Nizamülmülk</label>

Nizamülmülkün asıl adı, Ebû Ali Hasandır. Doğu tarihinin yazdığı en büyük devlet adamlarından biridir. O, âdil bir Vezir-i âzam olmakla kalmamış, üniversiteler kurmak suretiyle bilimin yayılmasına çalışmıştır. Büyük sanatkâr ve bilginleri korumuş, değerli eserler yazmış ve hükümdarlara en doğru yolu göstermiştir. Bütün bu büyük özelliklerinden dolayı ona Memleketin nizamlarının kurucusu anlamına gelen Nizamülmülk adı verildi.Herkes onu tavsiye ediyordu...
Nizamülmülk 1017 tarihinde doğdu ve zamanının ünlü hocalarından ders alarak yetişti. Aklı, bilgisi ve büyük insanlık meziyetleri ile önce Belh Hâkimi Ali Bin Şadanın emrine girdi. Daha sonra yeni kurulmakta olan Selçuklu Devletinin hizmetine girerek Davut Bin Mikâilin, Alparslanın, Melikşahın baş vezirliğini ve danışmanlığını yaptı. Onun üstün yeteneklerinden dolayı her hükümdar kendisini daha sonraki hükümdara tavsiye ediyordu...
Nizamülmülkün yazdığı Siyasetname adlı değerli eser Batı dillerine de çevrildi. Bu eser memleketimizde de yayınlandı. Nizamülmülk bu eserinde, hükümdarlara ve devlet adamlarına birçok örnekler vererek yol göstermekte ve devlet yönetiminin çeşitli yönlerini incelemektedir
Nizamülmülk, 1096 yılında bir Bâtinî tarafından hançerlenerek şehid edildi. Son nefesini vermeden önce şunları söyledi:


Zulüm mevkiindekilerin en hayırlısı
Bir gün, ulemayı topladım ve yaptığım iyilik ve ibadetlerin, benim hayırlı bir kul olduğuma dair fetva vermelerini istedim. Hepsi de bu yaptıklarımın, benim Cennete girmeme vesile olduğunu söylediler. Fakat kalbim mutmain olmadı. Şeyh Ebu İshak Şiraziden de fetva istedim. O da benim için; Nizamülmülk zulüm mevkiinde bulunan insanların en hayırlısıdır diye yazarak bana göndermişti. Bu fetvayı kefenime iliştirin de münker ve nekir meleklerine vesika olarak göstereyim dedikten sonra ruhunu teslim etti.
Bir müddet sonra Nizamülmülkü rüyada gördüler. Dedi ki: Allahü Teâlâ bütün günahlarımı affetti ve; Bu ihsanımız, senin hakkında Ebu İshakın yazdıklarından dolayıdır buyurdu...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri