Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Hakîm-i Şehîd</label>

Hakîm-i Şehîd Maveraünnehirde Merv şehrinde dünyaya geldi. Hadîs ve Hanefi mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Tam ismi, Muhammed bin Muhammed bin Ahmed bin Abdullah bin Abdülmecîd bin İsmâil bin Hâkim el-Mervezî el-Belhîdir. Künyesi, Ebül-Fadl olup, Hakîm-i Şehîd lakabıyla meşhûr olmuştur...

İlim için yollara düştü...
Hakîm-i Şehîd hazretleri, ilim öğrenmek için Horasan, Nişâbûr, Rey, Bağdâd, Kûfe ve daha başka yerlere seyahatler yaptı ve çeşitli kitaplar telif etti. Buhara kadılığında ve daha sonra Horasan Emîrinin vezirliğinde bulundu. Bir Rebî-ül-âhır ayında şehîd edildi.
Hakîm-i Şehîd, hadis ilminde sika (güvenilir), sadık (itimad edilir) idi. Altmışbinden ziyade hadîsi şerifi ezbere bilirdi. Çok ibadet eder, halkın sevgisini kazanır, vera ve takvada ileri derecede idi.
Hakîm-i Şehîd, Mervde Muhammed bin Ussâm bin Süheyl, Muhammed bin Hamdeveyh, Reyde İbrâhim bin Yûsuf, Bağdâdda Haysem bin Halef, Kûfede Ali bin Ebî Abbâs Becilî, Mekkede Mufaddal bin Muhammed, Mısırda Ahmed bin Süleymân el-Mısrî, Buhârâda Muhammed bin Saîd en-Nevhâbâzî ve daha başka âlimlerden ilim öğrendi ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu. Kendisinden de Ebû Abdullah el-Hâkim, Horasan emîri ve daha nice âlimler ilim öğrenip, hadîs-i şerîf rivâyet ettiler...


Yâ Rabbi, beni affeyle
Hakîm hazretleri, 946 senesinde şehid edildi. Semânî anlatır:
Hakîm-i Şehid, şehid olduğu günün sabahına kadar namaz kıldı ve Yâ Rabbi, bana şehidlik nasib eyle diye dua etti. Bu sırada dışarıdan gürültüler geldi. Neler oluyor dedi. Asker toplanmış, erzakın eksik verildiğini söyleyerek sizi suçluyorlar dediler.
Bu mübarek, bu sözler üzerine başını tıraş ettirdi ve gusül abdesti aldı. Sonra da Yâ Rabbi, beni affeyle diye dua etti. Bu sırada Sultanın askerleri de isyancıları dağıtmak üzere oraya gelmişlerdi. Fakat âsiler Hakîm hazretlerini hemen oracıkta şehid ettiler
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük devlet adamı Turgut Özal</label>

Turgut Özal, 1927 yılında Malatyada doğdu. 1950 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1952 yılında ABDye giderek ekonomi tahsili gördü. Türkiyeye döndükten sonra Elektrik İşleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcısı oldu ve Türkiyenin elektrifikasyonu ile ilgili projelerde çalıştı... Üniversitede ders verdi...
Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasına da katkıda bulundu. Bu sırada, Orta Doğu Teknik Üniversitesinde ders de verdi.
Rahmetli Turgut Özal bir süre Başbakanlık Teknik Uzmanlar Kurulu Üyesi olarak çalıştı ve 1967-71 yılları arasında da Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini yürüttü. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve (O zamanki adıyla) AET Koordinasyon Kurulu Başkanlıklarında bulundu.
1971-1973 tarihleri arasında Dünya Bankasında danışman olarak görev alan rahmetli Turgut Özal, Türkiyeye döndükten sonra çeşitli sınai kuruluşlarda çalıştı ve 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atandı. Aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürüttü.
12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra kurulan hükûmete ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı. 1982 yılında bu görevinden istifa etti. 1983 yılında Anavatan Partisini kurdu ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde partisinin başarılı olması üzerine hükûmeti kurmakla görevlendirildi ve böylece Türkiyenin 19. Başbakanı oldu. 1987 yılında yapılan seçimler sonrasında tekrar hükûmet kurdu ve başbakan olarak görev yaptı.


Beni İstanbula defnedin!
31 Ekim 1989da TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyetinin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçildi ve 9 Kasım 1989 tarihinde bu görevine başladı. Türkiyenin bölgesinde etkin rol oynamasını isteyen Özal, Balkanlara ve hemen peşinden Orta Asyaya yaptığı uzun ve yorucu seyahatlerden sonra döndü, ancak o çok sevdiği vatanında 17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle vefat etti. Vefatından önce yakınlarına şöyle vasiyet etti:
Öldükten sonra beni İstanbula defnedin, kıyamete kadar Fatih Sultan Mehmedin manevi ruhaniyeti altında bulunmak istiyorum...
Vasiyeti üzerine rahmetli Adnan Menderesin de bulunduğu yere defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gözükızıl Velî Mehmed Baba</label>

Gözükızıl Velî (Mehmed Baba), on dokuzuncu asırda Gaziantepte yaşamış Allah adamlarındandır. Onunla ilgili şöyle bir menkıbe anlatırlar:Hacca gitmek için yanıp tutuşan bir kimse vardı. Bu zat, bir gün arkadaşları ile konuşurken hacca gideceğini söyledi. Arkadaşı ise gidemeyeceğini ileri sürdü. Bunun üzerine ağzından birden; Gitmezsem karım benden boş olsun sözü çıkıverdi. Ancak, hac zamânı bâzı sebeplerden dolayı o zât yola çıkamadı...
Ne yapacağını şaşırmıştı!
Arefe gününe bir gün kala hanımı; Aramızda artık nikah kalmadı diye adamı eve almadı. Ne yapacağını şaşıran adamcağız, bir dostuna danıştı. O da; Gözükızıl Mehmed Babaya git. O, derdine bir çâre bulur dedi.
Bunun üzerine, gidip hâlini Gözükızıl Mehmed Babaya anlattı. O da yüzünü kıbleye çevirip; Seni Şamda bir demirciye yollayacağım, o seni Mekkeye götürür. Bana oradan ne hediye verirlerse onu da birlikte getir dedi. Adam gözünü kapattı. Gözükızıl eliyle itti. Gözünü açtığında kendini Şamda târif edilen demircinin dükkanında buldu. Durumu demirciye anlattı. Demirci de; Seni Medînede bir fırıncıya yollayacağım. O seni Arafata götürür dedi. Gözünü yummasını söyleyip eli ile itince, adam kendini Medînede buldu. Fırıncının yardımı ile Arafata çıktı. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra fırıncının târifi üzerine Zemzem kuyusunun yanındaki zâtı buldu. Bu zât; Gözükızıla söyle neden doğrudan doğruya göndermiyor da vâsıtalı yolluyor dedikten sonra Gözükızıla verilmek üzere bir kefen ve bir kap zemzem verdi. Hacıya gözlerini kapa deyince, o zât kendini Gaziantepte buldu...


Artık bize âhiret göründü!
Hacı hediyeleri Gözükızıl Mehmed Babaya verince; Demek artık bize âhiret yolculuğu göründü. Kısa zaman sonra beni defnedersiniz dedi. Hacı eve gidince hanımı yine içeri almadı. Durumu Gözükızıla anlatınca; Kâdıya git. O senin meseleni çözer dedi. O da hanımı ile kâdıya gitti. Durumu anlattılar. Bunları dinleyen Kâdı nikahlarının devâm ettiğine dâir bir karar verdi. Ertesi gün Gözükızıl Mehmed Dedenin yanına gittiklerinde vefât ettiğini gördüler ve bulunduğu yere defnettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Firavunun hanımı Âsiye Hâtun</label>

Firavunun hanımı olan Âsiye Hâtun kocasından gizli olarak iman etmiş ve bu imanını saklıyordu. Ancak, Firavun sonunda durumu öğrenince, ona işkence edilmesini emretmiş, çeşit çeşit işkencelerden geçirildikten sonra Firavun ona İmanından dön diye teklif etmiş, fakat Âsiye Hâtun dönmemişti. Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla Âsiye Hâtunun vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar sonra da Firavun ona bir daha dininden dön diye teklif etmiş, Âsiye Hâtun ona şöyle cevap vermişti: Kıymık kıymık doğrasan da!..Senin zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, kalbim ise Allahın himayesindedir. Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allaha karşı duyduğum sevginin artmasına sebep olabilirsin!..
Musa aleyhisselam, bu halde iken Âsiye Hâtunun yanına varmış, mübarek kadın onu görünce;
Ey Musa! Söyle bana, Rabbim benden hoşnud mu, yoksa bana kızgın mı? diye seslenmiş. Hazreti Musa da ona şu cevabı vermişti:
Ey Âsiye! Göklerin melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor, yüce Allah seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine getirilecektir.
Bunun üzerine Asiye Hâtun dua etmişti. (Hz. Asiyenin bu duası Kuran-ı kerimde Allahü teâlâ tarafından bize nakledilmektedir.) Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
Ey Rabbim! Bana Cennette bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler güruhundan kurtar. (Tahrim süresi, ayet: 11)


Bu nasıl bir işkence?!..
Firavun, Âsiye Hâtun için yere dört kazık çakmış, kadını bunların üzerine yatırmış, göğsünün üstüne de bir değirmen taşı bindirerek bu durumda onu kızgın güneşe doğru çevirip yanmaya bırakmıştı. Âsiye Hâtun bu halde iken az önce naklettiğimiz dua ile, yani Ey Rabbim bana Cennette bir ev yap... diyerek son nefesini vermiştir.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: Dört hâtunun fazîletleri bütün dünyâ hâtunlarının fazîletlerinden üstündür: Meryem binti İmrân, Firavunun îmân etmiş hanımı Âsiye, Hadîce binti Hüveylid ve Fâtıma binti Muhammed.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Anadolu velîlerinden Hüseyin Basretî</label>

Büyük velî Şeyh Hüseyin Basretînin kabri, Eruhun Hâlidiyye köyündedir... Babası vefât ettiğinde o altı yaşında idi ve sarf ilminden İzzi kitabını okuyordu. Babası vefât ederken onun yetiştirilmesi için halîfelerinden Şeyh Ömer Zenkânîye vasiyet etti. Bütün ilimleri öğretmelerini, tasavvufta yetiştirip mürşid-i kâmil olmasını sağlamalarını vasiyet etti. Ömer Zenkânî de ona bütün ilimleri okuttu. Sarf, nahiv, mantık, beyan, fıkıh, tefsir, hadîs ilimlerini öğretti. Bu talebeliği on beş sene sürdü. Neticede seçkin bir âlim oldu. Çok talebe yetiştirdi...
Şeyh Hüseyin Basretî, ayrıca Molla Abdülhamîd Raşînîden de ilim öğrendi. Hocası Şeyh Ömer Zenkânî ona ilimde icâzet verdi. Ancak tasavvufta vermedi. Tasavvufta da, asrın büyük âlimi ve meşhur velîsi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîden naklen aldı.
Şeyh Hüseyin Basretî hazretleri insanları irşâd edip çok talebe yetiştirdi. 1901 (H.1317) senesinde Diyarbakıra gitti. Bir müddet sonra oradan Haleb yoluyla Şama ulaştı. Tam dokuz sene memleketinden ayrı kaldı. Aslî vatanı Buhtana dönmeyi çok arzu etti. O civardaki insanları irşâd etmek istiyordu. 1913 (H.1329) senesinde memleketine dönüp, Basret köyüne gitti. O havâlide insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatıp, emr-i mâruf yapmak için Basret köyünden diğer köylere de gitti.


Her ilimde mâhir idi...
Şeyh Hüseyin Basretî, yüksek derecede âlim, her ilimde mâhir olup, sünnet-i seniyyeye tam uyardı. Güzel yüzlü tatlı sözlüydü. Son derece yumuşak huylu, din ve dünyâ işlerinde yüksek derecede basîret sâhibi idi. İnsanlara dâimâ yumuşak olmalarını İslâmiyete uymalarını tavsiye ederdi. Dünyâya hiç meyletmez, hep hüzünlü bir hâlde olurdu.
Bu mübarek zat vefâtı sırasında devamlı; Sübhâneke innî küntü minezzâlimîn... derdi. Hastalığı şiddetlenince, gözlerinden yaş geldi. Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah deyip dudaklarını kapatarak vefât etti. 1914 (H.1333)Vefâtı bölge ahâlisini çok üzdü. Hâlidiyye köyünde defnedildi. Edep ve ilim ehli olan temiz nesli devâm etmektedir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İbn-i Acîl Ahmed bin Mûsâ</label>

Ahmed bin Mûsâ İbn-i Acîl küçüklüğünde çocukların oyunlarına hiç karışmazdı. O yaşta kendisinde büyüklük alâmetleri görüldü... Yemenli olan büyük velî Ahmed bin Mûsâ el-Acil hazretleri, 1291 (H.690) senesi Rebîulevvel ayının yirmi beşinci günü Beyt-i fakih denilen yerde vefât etti. Cenâzesi yıkanırken çok parlak bir nûr görüldü. Kabri ziyâret mahallidir.Herkes ondan dua alırdı
Bu mübarek zat, önce amcası Fakîh İbrâhimden, sonra başka âlimlerden ilim ve edeb öğrendi. Fıkıh, hadîs, nahiv, gramer ferâiz (mîrâs bilgileri) ilimleri yanında tasavvuf kalb bilgilerinde de yükselip evliyânın büyükleri arasına girdi. Zamânının büyükleri onu peygamberler içinde Yahyâ aleyhisselâma benzetmişlerdir.
Ahmed bin Mûsâ hazretleri insanlardan çok hürmet ve îtibâr gördü. Devlet adamları gelir ziyâret eder meselelerini sorup duâsını alırlardı. Lâkin o makam sâhiplerinin yanına gitmez mühim bir iş çıkınca mektup yazarak, yapacakları işleri bildirir, hayırlı ve doğru işlere teşvik ederdi.
İbn-i Acîl hazretleri her sene hacca giderdi. Hac yolculuğunda, hiçbir eşkıyâ ve düşman, kendisinin bulunduğu kâfileye hücûm edip zarar vermezdi. Eğer zarar vermek istese, cezâlarını çok çabuk görürlerdi.


Dünyâya hiç rağbet etmedi...
Bu mübarek zat ömrü boyunca dünyâ malına hiç rağbet etmedi. İbâdetle meşgûl olur, bunun yanında ilim öğretip talebe yetiştirmekten geri durmazdı. Vefâtına kadar bu hâl üzere yaşadı. Vefâtından az önce öğle namazını ayakta kıldı. Sevdiklerinden bâzılarına âhirette şefâat edeceğine dâir bir şeyler yazmak için kâğıt-kalem istedi. İstedikleri getirildiğinde Besmeleyi yazdı. Sonra Kelime-i şehâdet getirip son nefesi Allah oldu. Ahmed bin Mûsâ hazretleri gasl edileceği sırada her tarafı kaplayan bir nûr görüldü.
Ahmed bin Mûsâ hazretlerinin yedi oğlu vardı. Bunlar; Muhammed, İbrâhim, Mûsâ, Ebû Bekr, İsmâil, Îsâ ve Yahyâ olup hepsi sâlih kimselerdi. Hepsi Allahü teâlâya ibâdetle meşgûl olup, insanlara faydalı olmaya çalıştılar...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nurlu Seyyid Muhammed Sâlih</label>

Seyyid Sâlih, Osmanlılar zamânında Anadoluda yetişen evliyânın en büyüklerindendir. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete, mutluluğa kavuşmalarına vesîle olan ve kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlim ve evliyâların otuz ikincisidir. İsmi Muhammed Sâlihtir. Babasının ismi Molla Ahmeddir. Büyük velî Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin on birinci torunu ve Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin kardeşidir. Seyyiddir. 1865 (H.1281) senesinde Nehrîde vefât etti. Kabri, ağabeyi ve hocası Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin ayak ucundadır...Edep timsali bir zat idi
Seyyid Sâlih hazretleri, muhabbet ve edep sâhibi bir zat idi. Verâsı ve takvâsı çoktu. Haramlardan şiddetle kaçar, şüpheli korkusuyla mubâhların fazlasını terk ederdi. Ekserî günleri oruçlu geçerdi. Gecelerini ibâdetle ihyâ eder, uykusunu öğleye yakın kaylûle yaparak alır, hem de sünnet-i şerîfe uyardı. Çok merhâmetli olup, hiç kimseyi incitmezdi. İnsanların Cehennemde yanmamaları için elinden gelen gayreti gösterir, Allahü teâlânın emirlerini bildirir, yasaklarından kaçınmalarını sağlardı. Gayr-i müslimlere dahi iyilik yapardı. Bu sebeple herkes tarafından sevilirdi...
Bu mübarek zat, 1865 (H.1281) senesinde hastalandı. Talebelerini toplayarak her biriyle vedâlaştı, helâlleşti. Vasiyetini bildirdi. Kabriyle ilgili olarak da; Kabrimi ağabeyim Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabr-i şerîfinin ayak ucuna kazınız. Edebi gözetip kabirde de mübârek ayakları başımın üstüne gelecek şekilde olmasını sağlayın. Bizden sonra Seyyid Fehîme tâbi olun buyurdu. Sonra talebelerinin Kurân-ı kerîm tilâvetleri arasında vefât edip, sevdiklerine kavuştu. Vasiyetini aynen yaptılar. Kabrini hocasının ayak ucuna kazdılar. Şimdi bu iki kabrin üç taşı vardır. Yâni Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrinin ayak ucundaki taş, Seyyid Sâlih hazretlerinin baş taşıdır


Giritten Brezilyaya kadar...
Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin vefâtından sonra yerine Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleri geçip vazîfesini devâm ettirdi. Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin halîfelerinden Şeyh Azrâil, Girite oradan da Brezilyaya hicret edip orada İslâmiyetin yayılması için çalıştı. Şeyh Azrâilin kızı, Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretlerinin zevcesi ve Seyyid Reşîd Efendinin annesiydi..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Seydişehirin kurucusu Seyyid Hârun Velî</label>

Seyyid Hârun Velî, Horasanda doğmuştur. Zamânının âlimlerinin sohbetlerinde ilim öğrendi. Amcasının vefâtı üzerine Horasan bölgesinin emirliğine getirildi. Bu görev sırasında büyük babası hazret-i Hârûn-ı Kerâmetin ve amcasının kabrini sık sık ziyâret ederdi. Bu ziyâretlerin birinde gâibden bir ses; Yâ Hârûn, Rûma çık! Karaman ilinde Küpe Dağının doğu eteklerinde bir şehir kur! O şehrin halkı sâlih ola... Şakî olanın âkıbeti hayır olmaya diyordu. Bu sesi daha sonra da duymaya başladı... Ne olur bizi terk etmeyin!
Bunun üzerine Hârun Velî, ileri gelenleri topladı ve onlara; Ey yârenlerim! Büyük dedem ile amcamın kabirlerini ziyâretim sırasında fevkalâde bir hâl oldu deyince, onlar ısrarla ne olduğunu anlatmasını istediler. Bunun üzerine duyduklarını anlatarak onlardan izin istedi. Dünyâ tâc ve tahtını terk edip, kendisini tamâmen Allah yoluna verdi...
Seyyid Hârun Velîyi sevenler ve talebeleri huzûrunda toplanıp; Ey efendimiz! Siz şimdiye kadar dünyâ sultânı iken, sizin hizmetinizdeydik, şimdi ise âhiret sultânı oldunuz. Ne olur bizi terk etmeyiniz diye yalvardılar. Onlara; O halde siz de fâni dünyâda nefsinizin arzularını terk edin. Allahü teâlâya kalbden sıdk ile bağlanın. Dünyâ malını bırakın. Ondan sonra benim ile doğru yolda yürüyün. Bu yolda ancak sâdık kimseler gidebilir buyurdu.
Seyyid Hârun Velî hastalanmıştı... Bir gün talebelerine; Ey yârenlerim! Artık biz âhirete gidiyoruz. Öldüğümüz zaman beni ibâdet yerim olan buraya defnediniz. Üzerime bir türbe yapınız. Hepiniz haklarınızı helâl ediniz deyince, herkes gözyaşı dökmeye başladı.


Siz niçin ağlıyorsunuz?
Hârun Velî onları îkâz etmek için; Siz niçin ağlıyorsunuz. Ben hayâtım boyunca, sevdiğim ve rızâsını almaya uğraştığım dostuma gidiyorum. Sizleri de Ona emânet ediyorum dedikten sonra Kelime-i şehâdet getirerek 1320 (H.720) senesinde rûhunu teslim etti.
Hârun Velînin vefâtını kimse fark edemedi. Görenler ölmemiş zannediyordu. Yüzünde hiç vefât nişânesi yoktu. Sanki tatlı bir tebessümle etrâfını seyir ve temâşâ ediyordu. Sonra Haydar Baba ile Gök Tîmûr Baba gelip, Hârun Velînin mübârek naaşı yanında gece sabaha kadar beklediler. Öldüğüne kanâat getirdiler. Sabah gasil işleri tamamlandı ve kalabalık bir cemâat tarafından kılınan namazdan sonra defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Silsile-i aliyyeden Seyyid Emîr Külâl</label>

Seyyid Emîr Külâl, Hazret-i Hüseyinin soyundan olup, seyyiddir. Evliyânın meşhûrlarından olan Muhammed Bâbâ Semmâsînin talebesi ve Behâeddîn-i Buhârî Nakşibend hazretlerinin hocasıdır. Pehlivan idi. Gençliğinde güreş yapardı. Daha sonra çömlekçilik yaptığı için Külâl veya (Gilâl) ismiyle meşhûr olmuştur. Buhârânın Sûhârî kasabasında doğdu. 1370 (H. 772) sensinde Sûhârîde vefât etti. Kabri oradadır...


Bir Buhârâ yolculuğu...
Seyyid Emîr Külâl, büyük bir âlim ve mürşid-i kâmil olup, her ânını İslâmiyete uygun olarak geçirdi. Pekçok kimse onun sohbet ve derslerinde kemâle gelmiştir. Onun üstün hâllerini gösteren çok menkıbesi vardır...
Emîr Külâl bir defâsında, Buhârâda Cumâ namazı kılmak için talebeleriyle Buhârâya gidiyordu. Buhârâya vardıklarında, dedi ki: Ey dostlarım, Şeyh Muhammed Agâî Bâzergân, şu anda Belh şehrinde vefât etti...
Bu söze şaşanlar oldu. Çünkü kendisi Buhârâ şehrinde olduğu hâlde, Belh şehrindeki bir hâdiseyi haber veriyordu. Bu söze hayret edenlere buyurdu ki: Biliniz ki, Allahü teâlâ, resûlü Muhammed aleyhisselâma tam tâbi olan kullarına öyle dereceler ihsân eder ki, her zaman doğuda ve batıda ne vukû bulursa, gözlerinin önünde görüp bilirler. Belh şehrinin uzaklığı nedir ki?!.
Bunun üzerine talebeleri, o günün târihini yazdılar. Daha sonra gördüler ki, Emîr Külâl hazretlerinin işâret ettiği gün, o zât vefât etmişti...




Üç gün dışarı çıkmadı!..
Vefatına yakın Emîr Külâl talebelerinden ayrılıp, husûsî odasına geçti. Üç gün, üç gece dışarı çıkmadı. Sonra dışarı çıktı. Meclisinde toplananlar, neden üç gündür dışarı çıkmadığını sordular. Buyurdu ki:
Üç geceden beri, benim ve talebelerimin hâli nasıl olur? diye düşünüyordum. Gaybden kulağıma bir nidâ geldi. Şöyle deniliyordu: (Ey Emîr Külâl! Kıyâmet gününde seni, senin talebelerini, dostlarını, sizin mutfağınızdan uçan bir sineğin üzerine konduğu kimseleri bileaffettim.) Allahü teâlâ, fadlından ve kereminden ihsân etti buyurdu...
Bu mübarek zat, bunları söylediği perşembe günü sabaha doğru vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kastamonu velîlerinden Seyyid Ahmed Hicâbî</label>

Kastamonuda 1826 (H.1242) senesinde dünyâya gelen Ahmed Hicâbî hazretleri, sözleri pek tatlı, ifâdesi çok açık bir zat idi. En ince bir ilmî meseleyi, en mühim bir fennî faydayı hiç hoca görmemiş bir ümmîye bile anlatmakta güçlük çekmezdi. Bu mübarek zat 1889 senesinde hastalandı. Geceleri uyumaz, namaz ve zikir ile meşgul olurdu. Kendilerinde yirmi senedir bulunan kalp hastalığına müptelâ oldukları halde, aslâ hastalıklarından bahsetmez ve soranlara; Rabbimizin keremine şükür, âfiyetteyim cevâbıyla mukâbele ederlerdi.
Benim için müteessir olma!
Hastalığı çok şiddetlendiği halde bile Allahü teâlâya şükür ve senâ etmekten ve yanına girenlere nasihatte bulunmaktan geri durmazlardı.
Seyyid Hicâbî hazretleri o günlerde, Tosyada bulunan ulemâdan Mâhir Efendinin gelmesi için haber gönderdi. Haberi alan Mâhir Efendi on iki saatlik mesâfeyi kısa zamanda alarak huzur-ı saâdetlerine ulaştı. Seyyid hazretleri ona bakarak; Molla Mâhir görüyorsun. Biz pazarlığı ilerlettik. Cenâb-ı Hakkın emrini bekliyorum. Vasiyetlerimin yerine getirilmesine dergâh ve medresenin memuriyetine ve talebelerin yetiştirilmesine gayret ve himmet et. Benim için müteessir olma. Aradığım bugün idi. Hemen ölüm hâlimizin güzel ve kolay olması için duâ edin buyurdu. Sonra dâmâdı Keskinzâdeye kütüphânedeki emânetler içerisinde bulunan ve muhterem pederlerine Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri tarafından ihsân edilen Yeşil tâcın tabutları üzerine konulmasını, kabirlerinin pederlerinin kabrinden küçük yapılıp süslü olmamasını ve dergâha hizmeti terk etmemesini vasiyet etti.


Çok dikkatli hareket edin!
Cumâ günü öğleden sonra yanlarına girmekte olan hanımlarına, kızlarına ve hizmetçilerine hitâben; Bizim etrafımız artık mukaddes ruhlar ile doldu. Çok dikkatli hareket edin ve çok seyrek olarak girip çıkın buyurdu. İkindiye yakın abdest alarak ağızlarına bundan böyle dünyâ nîmetlerinden bir şey almayacaklarını ve Rabbi teâlâ ile meşgûl bulunacaklarını beyân buyurdular. O gece beş-altı senedir dergâhın imâmlık vazîfesini gören Hâfız Emin Efendi ile Hâfız Sûzî Efendi sabaha kadar Kurân-ı kerîm okudular. Ahmed Hicâbî hazretleri seher vakti âhirete irtihâl eyledi. Pederinin türbesine defnolundu.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İmâm-ı Rabbânînin torunu Muhammed Ubeydullah</label>

Muhammed Ubeydullah Serhendî, Hindistanda yetişen büyük İslâm âlimlerinden ve evliyânın en üstünlerindendir. İsmi, Muhammed Ubeydullah Serhendî olup, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu ve İmâm-ı Muhammed Masûmun üçüncü oğludur. Güzel ahlâkı, kıymetli vasıfları, üstünlüğü, yazı ile anlatılamaz. 1628 (H.1038) senesinde dünyâya geldi. Muhammed Saîdin yeğeni
Rahmetler hazînesi olan amcası Muhammed Saîd, yeğeni Muhammed Ubeydullahın doğumuyla ilgili olarak şöyle buyurdu:
Muhammed Ubeydullahın doğum zamânına yakın, bir meleğin; Doğduğu gün, öldüğü gün ve tekrar diriltildiği gün, Allahü teâlânın selâmı onun üzerine olsun. (Meryem sûresi: 15) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuduğunu duydum.
İmâm-ı Muhammed Masûm hazretleri gibi, zamânın en büyük velîsinin kıymetli cevher misâli olan bu oğlu, yüksek babasının teveccüh ve himmetleriyle çok güzel edeb ve terbiye ile yetişti. Aklı, zekâsı, edebi ve anlayışının fevkalâde olması, asâlet ve yaradılışının yüksekliği sebebiyle kısa zamanda zâhirî ve bâtınî olarak yükseldi.
Muhammed Ubeydullahın büyük ağabeyi Muhammed Sıbgatullah, bu kardeşi hakkında; Kardeşim; hâfız, fâdıl, hâcı, ârif, cömert, velî, müttekî, takvâ sâhibi, babamın makbûlü ve yüksek dedem İmâm-ı Rabbânînin âşıkıdır buyurmuştur.
Muhammed Ubeydullah Serhendî hazretleri, bambaşka bir keşf sâhibi idi. Öyle ki, dünyâda olmuş bütün işleri keşf ederdi. Hattâ bu keşflerinin çokluğundan müştekî olup, bunlardan kurtulması için yüksek babasına yalvardı. Onun bütün vücûdu göz hükmünde idi. Yâni Allahü teâlâ ona bütün vücûdu ile görmek nîmeti ihsân etmişti. Hayâtının sonuna kadar böyle devâm etti...


Secdede iken vefât etti!
Muhammed Ubeydullah hazretleri, vefâtlarından az bir müddet evvel, bulundukları Serhend şehrinden Delhiye gitti. 1672 (H.1083) senesinde bir Cuma günü Delhiden dönüyorlardı. Öğleden sonra ikindi vaktiydi. Bir ara; Namaz vakti oldu mu? diye sordu. Yanında bulunan Âhund Sücâdil vaktin geldiğini arz etti. Tekbir için ellerini kaldırdı ve; Esselâmü aleyküm yâ Resûlallah! (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi. Sonra niyet edip namaza başladı ve secdede iken mübârek rûhunu cenâb-ı Hakka teslim eyledi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ahmed Rıfâînin dayısı Mansûr el-Betâih</label>

Mansûr el-Betâihî hazretleri Rıfâî yolunun büyüğü olan Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin dayısı ve hocası idi. Çok âlim ve velî yetiştirdi. Mansûr Betâihî hazretleri hikmetli sözleriyle meşhûr oldu. Kendisine dünyâ sevgisi hakkında soruldu. Buyurdu ki: Dünyâyı tanıyan, fânî olduğunu anlayan, ona düşkün olmaz. Allahü teâlâyı tanıyan her şeyi bırakıp, Onun rızâsını kazanmaya bakar. Nefsini tanımayan, bilmeyen büyük aldanış içindedir.
Dünyâlık olan her şey, senin dünyâyı terk etmen husûsunda aleyhindedir. Sana yardımcı olmaz. Şu üç sıfat velîlerin sıfatındandır. Sen bunlara iyi yapış:
1- Her hususta Allahü teâlâya dayanmak, tevekkül etmek.
2- Allaha dayanıp, hiçbir şeye düşkün olmamak.
3- Her hâlükârda Allahü teâlâya yönelmek...
Tevekkül, bütün işleri Allahü teâlâya havâle etmektir buyurdu.
Yine buyurdu ki: Yeryüzü Allah aşkını tatsaydı, bu aşk ve muhabbet sebebiyle bir ateş parçası hâline gelen meyveleriyle, yeryüzündeki ağaçlar alev alev tutuşur, dalları yapraksız kupkuru bir çubuk hâline gelirdi. Bu aşk ateşine, demir ve sarp kayalar, insandan daha dayanıklı ve tahammüllü değildir.
Bu mübarek zat, insanları gaflete düşmekten çok sakındırırdı. Bu hususta; İnsanın müptelâ kılındığı en çetin şey gaflettir. Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu gafletten korur buyurdu...


Oğlunu yerine vekil bırak!
Mansûr el-Betâihî hazretlerinin vefâtı yaklaşınca hanımı; Oğluna vasiyet et, onu yerine vekil bırak dedi. Hayır, kızkardeşimin oğlu Ahmed Rıfâîyi vekil bırakacağım buyurdu. Hanımı bu hususta ısrâr edince, oğlunu ve kız kardeşinin oğlu Ahmedi yanına çağırıp; Gidin bana biraz çiçek toplayıp getirin dedi. Gittiler, sonra oğlu bir demet çiçek getirdi. Kız kardeşinin oğlu Ahmed Rıfâî ise eli boş döndü. Neden toplamadın? diye sorunca; Elimi uzattığım her çiçek Allahü teâlâyı tesbih ediyordu. Koparmaya kıyamadım dedi.
Hanımı bu hâli görünce, onun kerâmetini ve Ahmed Rıfâînin üstünlüğünü anlayıp ısrarından vazgeçti.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri