Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Bekr Verrâk hazretlerinin oğlu</label>

Ebû Bekr Verrâk hazretleri evliyânın meşhurlarındandır. Doğum târihi bilinmemekte olup 893 (H.280) senesinden önce vefât ettiği tahmin edilmektedir. Aslen Tirmizli olup, Belh şehrine yerleşmiştir. Zamânının büyük âlimlerinden ve evliyânın meşhurlarından olan Ahmed bin Hadreveyh ve Muhammed bin Ali Hâkim Tirmizînin derslerinde ve sohbetlerinde bulunup kemâle ermiştir. Allahü teâlânın sevgili kuluydu. Dünyâya ve dünyâlığa aslâ düşkünlük göstermezdi. Devamlı ibâdet eder, günahlardan şiddetle sakınırdı. Velî yetiştiren mânâsında Müeddib-ül-Evliyâ lakabıyla anılmıştır. Sohbet etmek ister misin?Ebû Bekr Verrâk hazretleri ömrü boyunca Hızır aleyhisselâmla görüşmeyi murâd ederdi. Her gün kabristana gider gelir ve bu arada bir cüz Kurân-ı kerîm okurdu...
Bir gün yine bu maksatla evinden çıkarken, kapıda nûrânî yüzlü bir ihtiyar kendisine selâm verip;
Benimle sohbet etmek ister misin? diye sordu. O da İsterim deyince, berâberce konuşarak kabristana gidip geldiler. Evin kapısına gelince, o nûr yüzlü ihtiyar;
Bunca zamandır görmek istediğin Hızır benim. Benimle sohbet edeceğim derken bugün bir cüz Kurân-ı kerîm okumaktan mahrûm kaldın. Hızırla sohbet etmenin sonucu bu olunca, diğer insanlarla konuşmanın netîcesi ne olur? buyurdu...
Ebû Bekr Verrâk hazretlerinin çok akıllı ve ihlaslı bir oğlu vardı. Bu biricik oğlunu mektebe gönderdi. Bir gün çocuğun benzinin sararıp bedeninin titrediğini gördü. Sebebini sorduğunda:


Yoksa kalbin taş mı kesildi?..
-Hocam bana bir âyet-i kerîme öğretti. O âyette cenâb-ı Hak meâlen; Eğer siz (dünyâda) küfrederseniz, çocukları aksaçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günde (kıyâmet gününün şiddet ve azâbından) kendinizi nasıl koruyabilirsiniz? (Müzzemmil sûresi: 17) buyuruyordu. Bu âyetin şiddetinden böyle oldum, dedi.
Çocuk bu sebepten dolayı hastalandı, yataklara düştü. Bir müddet sonra da vefât etti. Babası Ebû Bekr el-Verrâk oğlunun mezarının başında ağlayarak kendi kendine şöyle dedi:
Ey Ebû Bekr! Çocuğun bir âyet-i kerîme işitmekle hastalanıp can verdi. Bunca yıldır Kurân-ı kerîm okur hatmedersin, sana bir şey olmuyor. Yoksa kalbin taş mıdır?..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buharalı Müderris Osman Efendi</label>

Seyyah olarak gelen Buharalı Osman Efendi, tabiî konumu ve insanlarının cana yakınlığı dışında güler yüz ve tatlı dilli olmalarına hayran kalıp Elbistana yerleşir... Osman Efendi âlimdir, velîdir. Kısa zamanda kendisini sevdirir. Müderrislik (Medrese hocalığı) vazifesine getirilir. Elbistan ve havalisi çocuklarının zeki olduğu bilinmektedir. Kısa zamanda çok talebe yetiştirir. Bu yaşı küçük, ilmi büyük talebelerin ünü Padişah Dördüncü Mehmed Hanın kulağına kadar gider... Talebeleri İstanbul yolunda...Padişah, Elbistan Medresesinden bu yıl mezun olan gençlere, vazife verilmesi düşünüldüğünden saraya gönderilmesi emrini verir. Osman Efendi, medreseyi o yıl başarı ile bitiren 72 öğrencinin İstanbula gönderilmelerini sağlar.
Elbistanlı gençler vakur ve disiplinli hareket ve çalışmaları ile saray kurmaylarının dikkatini çeker, hayranlıklarını kazanırlar. Bu durumun da Padişahın kulağına gitmesi üzerine; öğrencileri yetiştiren Osman Efendinin de İstanbula gelmesini ister.
Bu fermanı alan Osman Efendi; ... Artık ömrüm sona ermek üzere. Ben, emrini yerine getirdim. 72 tane, altından çok daha kıymetli, beyinlerinden zekâ fışkıran genç gönderdim. Onları devlet hizmetinde vazife verilirse, sultanımızın menfaatine olur cevabını verir...


Bana hakkınızı helâl edin!
Aradan birkaç hafta geçer. Osman Efendi, Ulu Camiden çıkan cemaate;
-Bir dakika beni dinleyiniz. Önce hakkınızı helâl edin. Ben Azrail aleyhisselamı karşılamaya gidiyorum. Ruhumu teslim ettiğim yerden cenazemi alıp getiriniz. Sizlerden isteğim, cenaze namazım kılındıktan sonra Ulu Caminin bahçesine defnediniz, deyip ayrılır.
Kuzey istikametine doğru yola çıkar. Söğütlü Köprüsünü geçtikten sonra az daha ilerlediği yerde ruhunu teslim eder.
Ertesi gün, camiye gelmeyince aranmaya başlanan Osman Efendinin naaşı, sözü geçen yerde bulunup getirilir. Vasiyeti üzere Ulu Camide namazı kılınıp tarif edilen yere defnedilir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ölmek için temiz bir yer arıyorum!</label>

Onuncu asırda Irakta yaşayan büyük velîlerden olan Mimşâd ed-Dîneverî, çok zengin bir zat idi. Allahü teâlânın sevgili kullarıyla tanıştıktan sonra, bütün varlığını fakirlere dağıttı. Sonra hac için yola çıktı. Oradan ayrılırken de; Yâ Rabbî! Âilem ve çocuklarımı sana emânet ettim diye duâ etti.
Ben ehl-i gâipten bir kişiyim!
Mimşâd ed-Dîneverî, Mekke-i mükerreme yolunda giderken çölde bir adam gördü. Başında bir tepsi yemek vardı. Mimşâd ed-Dîneverî bunu ne yapacağını sordu. Adam da;
Ben ehl-i gâipten bir kişiyim. Her gün senin evine böyle bir tepsi yemek götürürüm. Allahü teâlâ bana böyle emretti dedi.
Kendisi şöyle anlatır:
Bir zamanlar borcum vardı. Kalbim hep bu borç ile meşgûl olurdu. Bir gün rüyâmda birinin bana; Ey cimri! Yaptığın bu borç bize aittir. Bize güven, borcundan dolayı hiç korkma. Senin görevin, borcunu bize havâle etmek, bizim görevimiz ise borcunu ödemektir diye söylediğini gördüm. Bundan sonra hiçbir zaman, kasap, bakkal ve manav gibi yerlerdeki borçları düşünmedim. Zîrâ bunlar hep ödeniyordu...
Mimşâd ed-Dîneverîye;
Aç kalan velî ne yapar? diye sorduklarında;
Namaz kılar diye cevap verdi.
Peki onu yapacak gücü yoksa? diye sorduklarında;
Uyur cevâbını verdi.
Ya uyuyamazsa? diye sorduklarında;
Allahü teâlâ velî kuluna şu üç şeyi verir: Ya gıdâ, ya güç veya ecel! buyurdu.
Sufilerden biri anlatıyor:
Mimşad Dineverinin yanındaydım. Fakir, garip bir derviş gelip selam verdi. Selamına karşılık verdiler. Derviş;
-Burada insanın ruhunu teslim edebileceği temiz bir yer var mıdır? diye garip bir sual sordu.
Bir yer gösterdiler. Orada çeşme vardı. Derviş o çeşmeden abdestini tazeleyip, Allahın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra Gösterdikleri yere vardı ve edeple uzandı. Baktık ki ruhunu teslim etmişti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Halvetiyenin kurucusu Pir Ömer Halvetî</label>

Pir Ömer Halvetî, Maveraünnehirde yetişen evliyanın büyüklerindendir. Halvetiyenin kurucusu ve piridir. Lahcanda doğmuştur. Burada yetişerek Harezmde bulunan amcası Ahi Muhammed Nur-el Halvetinin yanına gitmiştir. Bu zat seyri sülukda halvet zikrini çok sever ve ömrünün çoğunu halvetle (tenhada, yalnız) geçirirdi. Bundan dolayı Halveti lakabını almıştır...

Etrafa nurlu ışıklar saçardı!
Ömer-el Halveti, değerli amcasının yanında manevi menzilleri aşmış, amcasının 717de vefatı üzerine yerine geçerek Halvetiye tarikatının kurucusu ve piri olmuştur. Bir müddet sonra Tebriz civarındaki Huya, bir aralık Mısıra, oradan Hicaza gidip hac farizasını yerine getirmiştir. Sonra da Sultan Üveysin daveti üzerine Herata gelmiş, 750 veya 800de Hakkın rahmetine kavuşmuştur...
Pir Ömer hazretleri, daima tevhid ve zikr üzerine olur, tevhide kalktığında, dağlardaki hoş sesli kuşlar ve diğer hayvanlar, ağaç kovuğu içinde oturan Pir Ömerin etrafını sarıp, halka oluşturarak, tevhidi sonuna kadar dinlerlerdi. Sabaha dek, mum gibi etrafa nurlu ışıklar saçardı.
Bir gün ıssız bir yerde, içi boş büyük bir çınar ağacı görüp bunun içinde halvete niyetle halkınbakışları arasından kaybolmuştur. Sevenleri, dostları, dervişleri, şeyhlerine duydukları sevgiden dolayı, araştırıp bu çınarın içinde bulmuşlardır. 40 erbainini birbiri ardınca tamamladığı, aşırı derecedeki zühd ve mücahedesi güvenilir rivayetlerle nakledilmiştir.
Pir Ömer-el Halveti hazretleri, vefatından önce çok sevdiği talebesi Ahi Emre Muhammed el-Halvetiyi kendi yerine vekil bırakmıştır. Vefat etmeden önce ona şunları söyledi:


Dervişin dört türlü ölümü vardır!
Evladım, ben bu fani âlemden beka âlemine göç ediyorum. Derviş olanın ise dört türlü ölümü vardır. Salik, ölümü görüp ondan ders almazsa, dervişlik ona haramdır! Kızıl ölüm (Mevti Ahmer) şudur; salik daima nefsine karşı çıkmalı ve bu hale devam üzere olup, arzularını gemlemelidir. Siyah ölüm (Mevt-i Esved) ise; gizli ve açık da olsa her türlü eza ve cefaya sabredip, tahammül göstermektir. Yeşil Ölüm (Mevt-i ahdar) ise; eski ve yamalı giysilerle iktifa edip bu eskidir dememelidir. Beyaz Ölüm (Mevt-i Ebyaz) ise açlığa ve riyazete devam etmesidir. Eğer salik, bu dört ölümü nefsinde yaşatamaz, aşamazsa asla Hüda-yı Lemyezele yol bulamaz...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Türbedar Ahmed Amiş Efendi</label>

Ahmed Amiş Efendi 1807 (H.1222) de Tuna vilâyetine bağlı Tırnovada doğdu. 1920 (H.1338)de İstanbulda vefât etti. Kabri Fâtih Câmii yanındaki kabristandadır...Doğum yeri olan Tırnovada ilk tahsîlini gören Ahmed Amiş Efendi medrese tahsîlini de orada tamamladı. On dört yaşında tasavvufa alâka duydu. Bir şeyhe bağlanmak arzusuyla Sâdık Efendi adlı bir zâta başvurdu. Sâdık Efendi onun bu konudaki yüksek arzusunu anlamasına rağmen, tasavvuf yoluna girme zamânının gelmediğini belirtti. Bu hususta; Yavrum! Sen şimdi git. Sonra seni soyu temiz birisi gelip bulacak ve irşad (rehberlik) edecektir dedi.
Tasavvuf yolunda ilerledi...
Bu söz üzerine ilim öğrenmeye devâm eden Ahmed Amiş Efendi yirmi yaşına geldiği zaman Şabâniyye yolunun İbrâhimiyye veya Kuşadaviyye kolunun kurucusu Kuşadalı İbrâhim Efendinin Tırnovaya nâib olarak gönderdiği Ömer Halvetîye intisâb edip, talebe oldu. Senelerce Ömer Halvetînin ilim meclislerinde ve sohbetinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi. 1846 senesinde irşâda yâni insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatıp, talebe yetiştirmeye mezun oldu. 1853 Osmanlı-Rus Harbine (Kırım Harbi) tabur imâmı olarak katıldı ve harpte üstün hizmetler gördü.
1877 senesinde Tuna vilâyetinin, Osmanlının elinden çıkması üzerine tekrar İstanbula geldi. Niğdeli Bekir Efendiden Fâtih Türbedarlığını devraldı ve Fâtih Türbedârı unvanıyla anıldı.
Gümüşhâneli Ahmed Ziyâeddîn Efendiden Nakşibendiyye yolundan icâzetli olan Ahmed Amiş Efendi, tasavvufta mücâhede yolunu değil de sohbet ve telkin yolunu tercih etti. Kendisine tâbi olanlardan İslâmiyetin emirlerine uyup yasaklarından kaçındıktan sonra sadece sohbet ve muhabbet yolunu seçmelerini istedi. Çile ve riyâzet yolunu tercih etmedi. Ömrünün sonuna kadar mensûb olduğu Şabâniyye yolunun şeyhliğini ve Fâtih Sultan Mehmed Hanın türbedârlığını yürüten Ahmed Amiş Efendi çok talebe yetiştirmiştir.


Dâmâdının evinde vefât etti
Ahmed Amiş Efendi, yaklaşık 113 yaşında iken dâmâdı Ahmed Naîm Beyin İstanbul Şehzâdebaşındaki evinde 9 Mayıs 1920 (H.1338) târihinde vefât etti.
Ahmed Amiş Efendinin son sözleri şunlar oldu:
Mücâhedâtın, tasavvufî perhizlerin bir kısmını Kuşadalı kaldırmıştı. Geri kalanını da ben kaldırdım...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hazreti Âdemin oğulları Hâbil ve Kâbil</label>

Yeryüzündeki ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselâmın ilk çocuğu Kâbil ve ikincisi onun ikiz kız kardeşi Aklimâ idi. Bunlardan sonra Hâbil ve sonra ikizi olan Lebûdâ doğdu. Büyüdükleri zaman, Allahü teâlâ, Hazreti Âdeme, Kâbili, Hâbilin; Hâbili de Kâbilin ikizi ile evlendirmesini emretti. (Âdem aleyhisselâm zamanında, insanların çoğalması için böyle evlenmek caiz idi. Ancak insanlar çoğalınca, buna lüzum kalmadı. Allahü teâlâ haram kıldı.) Kâbilin ikiz kız kardeşi, Hâbilinkinden daha güzel idi. Bu sebeple Kâbil, Hâbilin kendi ikizi ile evlendirilmesine razı olmadı. Hatta dedi ki:
Ben, kardeşim ile evlenmeye daha lâyıkım!
Bunun üzerine Hazreti Âdem, Kâbile,
Kız kardeşin sana helal değildir dedi.
Fakat Kâbil, babası Hazreti Âdemin sözünü kabul etmedi ve düşüncesinde ısrar etti. Bu durum karşısında Âdem aleyhisselâm, Kâbil ile Hâbil arasındaki ihtilafı hâlletmek için buyurdu ki:
Allahü teâlâ her şeyi bilendir. Bu işi hâlletmek için bir şey adayınız!
Hâbil çobanlık, Kâbil de çiftçilik yapardı. Hâbil koyunları arasından en güzel bir koç seçip getirdi. Kâbil ise buğdayları arasından en kötü kısımları toplayarak bir bağ buğday getirdi. Bu hususta da çok hasis davranmıştı.
Hâbil ve Kâbil, Âdem aleyhisselâmın tavsiyesi üzerine, adaklarını getirip, bir dağ üzerine koydular. Hâbilin koçu üzerine gökten beyaz bir ateş inip, yaktı. Böylece Hâbilin adağının kabul edildiği ve Kâbilin haksız olduğu anlaşıldı. O zamanlar, Allahü teâlâ, kabul buyurduğu adak üzerine bir ateş gönderir, ateş onu yakıp, yok ederdi. Kabul olunmayan adak ise, olduğu gibi kalırdı...
Kâbil kendi adağının kabul edilmediğini ve haksız olduğunu anladığı hâlde, ilâhi hükme karşı gelip, haksızlığa dalıyor, nefsine zulmediyordu. Kardeşi Hâbile karşı duyduğu derin bir kıskançlık ve nefret ile düşmanlık besliyordu. Hatta ona diyordu ki:
Yemin ederim ki, seni öldüreceğim!




Ben sana el kaldırmam!..
Hâbil ise gayet yumuşak davranıyor, karşılık vermiyor ve Kâbile nasihat ederek diyordu ki: Eğer sen, öldürmek için bana el uzatırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allahü tealadan korkarım.
Kâbil, kardeşini öldürmeye kararlı idi. Bir fırsatını bulup elinde bir taşla Hâbilin yanına gitti. Hâbil, sürülerinin başında bulunuyor ve o anda uyuyordu. Kâbil, kardeşi Hâbilin başına elindeki taş ile vurarak şehit etti. İnsanlık târihinde ilk suçlu Kâbildir..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Muînüddîn-i Çeştî</label>

Büyük mutasavvıf Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri bir gün aniden Dehlide bulunan talebesi Hâce Kutbüddînin Ecmîre gelmesini istedi. Bu haber Hâce Kutbüddîne ulaşır ulaşmaz hemen yola çıktı. Ecmîre geldi. Bir gün talebelerine; Ey dervişler! Biliniz ki ben bir müddet sonra bu dünyâdan ayrılırım buyurdu. Hâce Kutbüddîn hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: Bu emanetleri sana veriyorum
Hocamın huzûruna çıktım. Külâhını başıma koydu. Mübârek elleriyle sarığı sardı. Sonra, hocası Osman Hârûnînin âsâsını, kendi okuduğu Kurân-ı kerîmi, seccâdesini, nalınlarını verdi ve;
-Bunlar, bana hocam Hâce Osman Hârûnî tarafından emânet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları emânetlerdir. Şimdi bunları sana veriyorum. Bunlara lâyık olduğunu, senden önce bu emânetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbât etmelisin. Eğer bunlara lâyık olmazsan, ben, bu emânetleri lâyık olmayan birine teslim ettiğim için kıyâmet günü Allahü teâlânın, Resûlullahın ve bu emâneti bizlere ulaştıran mübârek büyüklerimizin huzûrunda mahcûb olurum, buyurdu.
Bundan sonra, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak;
-Kendimde bulunan bütün ilim ve hâlleri sana vererek, bulunduğum mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahü teâlâya emânet ediyorum, dedi. Sonra şöyle buyurdu:


Tasavvufun esâsları...
-Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esâslarındandır: 1- Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir sâlik, aç ve fakir olsa da, hâlinden şikâyetçi olmamalı, dışarıdan tok ve hâli vakti yerinde görünmelidir. 2- Fakirleri maddî ve mânevî olarak doyurmalıdır. 3- Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmetlere şükredemediği, Ona lâyık ibâdet yapamadığı ve âkıbetinin nasıl olacağını bilemediği için, dâimâ üzgün bir hâlde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir. 4- Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli; insanlara karşı lüzumlu olan nezâket ve sevgiyi her zaman göstermelidir...
Aradan yirmi gün geçmişti ki, Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri vefât etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ehl-i sünnetin reisi İmâm-ı azam</label>

Ehl-i sünnetin reisi olan İmâm-ı Azamın hocası Hammâd, fıkıh ilmini İbrâhim Nehaîden, bu da Alkameden, Alkame de Abdullah bin Mesûddan, bu da Peygamber efendimizden öğrenmiştir. Hammâdın derslerine yirmi sekiz yıl devam edip emsalsiz bir dereceye ulaştı, daha ders aldığı sırada fıkıhta tanınıp meşhur oldu...İmâm-ı azam Ebu Hanife hazretlerinin, düzgün itikâda sahip olmak için, ölüm hastalığında yaptığı vasiyetin özeti şöyledir:
1- Îmân, dil ile ikrâr, kalb ile de tasdîktir. Îmânda azalma, çoğalma olmaz. Ancak parlaklığında, kuvvetinde çoğalma olur. Amel, îmândan parça değildir. Günâh işleyene kâfir denmez. Îmân herkese lâzım iken, her amel herkese lâzım değildir. Meselâ nisâba ulaşmayan fakîr zekât vermez. Hayz ve nifâs hâlinde namaz kılınmaz. Fakat fakîre ve böyle kadına îmân lâzım değildir denemez.
2- Hayrın ve şerrin takdîri Allahtandır.
3- Eshâb-ı kirâmı seven mümin müttekî, onlara düşman olan, münâfık ve şakîdir.
4- Kul ve yaptığı işler mahlûktur.
5- Yaratıcı ve rızık verici yalnız Allahtır.
6- Cenâb-ı Hak, mümine ibâdeti, kâfire îmânı, münâfıka da ihlâsı farz kılmıştır.
7- Mest üzerine meshetmek câizdir.
8- Kabir suâli haktır. Cennet ve Cehennem ebedîdir.
9- Allahü teâlâ, bütün mahlûkâtı öldükten sonra diriltir. Cennettekiler, nasıl olduğu bilinmeden, bir şeye benzetilmeden ve cihetsiz olarak Allahü teâlâyı görecektir.
10- Şefâat haktır. Büyük günâhı olan müminlere Resûlullah şefâat edecektir.
Ehl-i sünnet olmak için lâzım olan itikâdlardan bazıları da şunlardır:
1- Mirâc rûh ve bedenle birlikte oldu.
2- Mucize ve kerâmet haktır.
3- Okunan Kurân-ı kerîmin ve verilen sadakanın sevâbını ölüye göndermek câizdir.4- Kabir azâbı rûh ve bedene olacaktır.
5- Sırât köprüsü, hesâb ve mîzân vardır.
6- Öldürülen ve intihâr eden kendi eceli ile ölmüştür.
7- Herkes kendi rızkını yer, kimse kimsenin rızkını yiyemez.
8- Allahü teâlâ, dilediğini hidâyete kavuşturur, dilediğini dalâlette bırakır.
9- Cennet ve Cehennem şu anda vardır.
10- Deccâl, Dâbbet-ül-arz, Hazreti Mehdî gelecektir. Hazreti Îsâ gökten inecek, Güneş batıdan doğacaktır...
Ehl-i sünnetin reisi olan bu mübarek zât, 80 (m. 699) senesinde Kufede doğdu ve bu vasiyetinden sonra 150 [6 Mayıs 767 tarihinde Bağdadda şehid edilmiştir...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebül-Abbâs İbn-i Atâ</label>

Büyük mutasavvıf İbn-i Atâ, zamânın büyük âlimlerinden ilim öğrenmiş ve hadîs-i şerîf dinlemiştir. Vaktini, ilim öğrenmek ve öğretmekle, ibâdet ve Kurân-ı kerîm okumakla geçiren İbn-i Atâ, 923 (H.311) veya 931 (H.319) yılında vefât etti.İbn-i Atâ, Yûsuf bin Mûsâ el-Kattân, Fadl bin Ziyâd, Cüneyd-i Bağdâdî, İbrâhim Mâristânî ve daha birçok âlimden ilim öğrenmiş, hadîs-i şerîf dinlemiştir. Kendisinden ise, Muhammed bin Ali bin Atabiş en-Nâkid, İbn-i Hafîf ve daha birçok âlim ilim öğrenmiş, hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Tasavvuf, güzel ahlâktır
İbn-i Atâ için, Ebû Saîd Harrâz şöyle buyurmuştur: Tasavvuf, güzel ahlâktır. Ben bunun ehli olarak, Cüneyd-i Bağdâdî ve İbn-i Atâdan başkasını görmedim...
Ebül-Hüseyin Muhammed bin Îsâ bin Hâkan da O, gece ve gündüz iki saat uyurdu buyurmuştur.
Abdullah bin Muhammed es-Seczî ise onu; Ben evliyâ arasında ondan daha idrâk ve anlayış sâhibi birini görmedim diye methetmiştir...
İbn-i Atânın, çok güzel on erkek evlâdı vardı. Bir gün onlarla berâber sefere çıkmıştı.Yolda eşkıyâlar çevirdi. Eşkıyâların reisi, İbn-i Atânın gözü önünde çocuklarını sırayla öldürdü. Çocuklarının her birinin öldürülüşünde gülümsüyordu. Sıra sonuncu çocuğa geldiğinde, çocuk babasına dönerek: Sen ne kadar şefkatsiz bir babasın. Dokuz yavrunu öldürdükleri hâlde, hiç sesini çıkarmıyorsun ve gülüyorsun dedi.
İbn-i Atâ oğluna dönerek: Babasının ciğerpâresi! Bunu yapan zâta bir şey söylenmez ki! Aslında O, biliyor ve görüyor. Dilerse hepsini korumaya da kâdirdir dedi.
Bunun üzerine eşkıyâ reisinde bir hâl hâsıl oldu ve İbn-i Atâya: Şâyet bu sözlerini önceden söyleseydin, çocuklardan hiçbirini öldürmezdik dedi ve oğlunu serbest bıraktı.
İbn-i Atâ bunun üzerine: Takdir böyle imiş, söyleseydim bile bir şey değişmezdi dedi.




Sen evliyâ ile uğraşma!
İbn-i Atânın vefâtı şöyle anlatılır:
Hallâc-ı Mansûru öldüren vezir, İbn-i Atâya Hallâc-ı Mansûr hakkında ne dersin? diye sordu. İbn-i Atâ bu soru üzerine; Sen kendi işlerine bak, evliyâ ile uğraşma dedi.
Vezir, Hallâc-ı Mansûr hakkında kötü sözler söylemeye başlayınca, İbn-i Atâ ona, Sâkin ol! Doğru konuş! dedi. Buna sinirlenen vezir, İbn-i Atânın dişlerinin sökülmesini ve bunların, başına çakılması için emir verdi. İbn-i Atâ, bu eziyetin tesiriyle vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Duâ etseniz de gözlerim açılsa!</label>

Pîr Muhammed Gencevî hazretleri, Karabağın Gence şehrinden olup, evliyânın büyüklerinden Şems-i Tebrîzînin torunlarındandır. On altıncı asırda yaşamıştır. Tasavvufta zamânının meşhûr velîlerinden Abdülgaffâr hazretlerinin ders ve sohbetlerinde yetişip kemâle erdi. Pek çok kerameti görülmüştür...Bir gün, anadan doğma âmâ bir kimse, Pîr Muhammed hazretlerine gelip yalvararak; Dünyâyı aslâ görmemişim! Bana bir duâ etseniz de gözlerim açılsa, dünyâyı seyretsem dedi. Benim ölümüm yakındır...
Bu mübarek zat da, âmânın bu yalvarışı üzerine; İnşâallahü teâlâ ölümün yaklaştığı sıralarda gözlerin açılır diye dua etti. Daha sonra Pîr Muhammed hazretleri vefât etti. Duâ alan âmâ kimse, o haliyle epey bir müddet daha yaşadı. Bir gün âniden gözleri açılıverdi. Dostları onun gözlerinin açılmasına çok sevindiler. Bunun üzerine gözleri açılan kimse; Gözlerim açıldı ama ölümüm de yaklaştı! Zîrâ Pîr Muhammed hazretleri hayatta iken gözlerimin açılması için ondan duâ istedim. Bana duâ edip vefâtım yaklaştığı sırada gözlerimin açılacağını söylemişti. Elhamdülillah o mübârek zâtın duâsı kabûl olunup gözlerim açıldı. Allahü teâlâ bilir, ölümüm de yakındır dedi ve birkaç gün sonra da vefât etti...


Kara Kethudâ adlı bir kimse...
Kara Kethudâ adında bir kimse vardı. Pîr Muhammed Gencevî hazretlerini sevenlerden idi. Bu zat da bir gün Pîr Muhammed Gencevî hazretlerine;
-Efendim bir kimse ne zaman öleceğini bilip, helalleşse ve gücü yettiği kadar ölüme hazırlansa iyi olmaz mı? diye arz etti. Bu suâl üzerine; İyidir buyurunca;
-Benim ne zaman vefât edeceğimi lutfedip bildirir misiniz, dedi.
Bunun üzerine;
-Molla Âdil Paşa ile Molla Pürkademden hangisi önce vefât ederse sen ölüm hazırlığını yap! Senin ölümün bu iki ilim ehlinin ölümleri arasındadır, buyurdu.


Herkesle tek tek helalleşti!..
Bu kimse Pîr Muhammed hazretlerinin vefâtından sonra yirmi beş sene daha yaşadı. Nihâyet işâret edilen âlimlerden Molla Âdil Paşa vefât etti. Halk toplanıp cenâze namazını kıldılar. Kara Kethudâ cemâat dağılmadan hepsiyle tek tek helalleşti ve ağladı. Neden ağladığını sorduklarında;
-Şeyh Pîr Muhammed Gencevî hazretleri bana buyurmuştu ki; Senin ölümün, Molla Âdil Paşa ile Molla Pürkademin vefâtlarının arasında olur! Âdil Paşa vefât etti. Benim ölümüm de yaklaşmış olmalı dedi ve bu sözlerden birkaç gün sonra da vefât etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ferîdüddîn-i Attâr ve bir garip derviş!..</label>

Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri, 1119 (H.513) senesinde Nişâbûrda doğdu. 1229 (H.627) senesinde Cengizin istilâsında bir Moğol askerinin eline esir düştü. Çok para vererek kurtarılmak istendi. Ancak, kurtulamayıp, şehîd edildi. Şehîd edildiğinde 114 yaşındaydı. Kabri Şadbah kasabasına yakın olup, ziyâretgâhdır...Büyük mutasavvıf Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri, küçüklüğünde Şadbah kasabasında bir yandan babasının yanında attârlık mesleğini öğreniyor, bir yandan da Kutbüddîn Haydar isimli büyük bir zâtın sohbetlerine devâm ediyordu. Babasının vefâtı üzerine onun yerine geçip, attârlık mesleğini bir süre devâm ettirdi.
Ben yükü hafif bir adamım!
Ferîdüddîn-i Attâr hazretleri, attârlıkla uğraşırken, bir taraftan da kıymetli dînî kitapları, velîlerin hayatlarını ve menkıbelerini okuyordu...
Bir gün bir garip derviş dükkânının önüne gelip, kapıdan içeriye bakmaya başladı. Gözleri dolarak bir âh çekti. Ferîdüddîn Attâr ona;
-Neden öyle saf saf bakınıp duruyorsun? Yürü git işine senin için hayırlısı budur, dedi.
Derviş;
-Ben yükü hafif bir adamım. Dünyâda bu hırkadan başka bir şeyim yok. Böyle olunca, bu dünyâ pazarından çabuk ve kolaylıkla geçip giderim. Fakat sen bu ağır yükleri derleyip topla kendi başının çâresine bak! deyince, Ferîdüddîn-i Attâr;
-Sen bu dünyâdan nasıl geçip gidersin? dedi. O zât da;


Canımı Hakka teslim ederim
-Bu hırkayı sırtımdan çıkarır, başımın altına yastık yapar, canımı Hakka teslim ederim, dedi ve hırkasını başının altına koyarak; Allah deyip rûhunu teslim etti...
Bu durum karşısında Ferîdüddîn-i Attâr hazretlerinin evliyâya olan bağlılığı, dînini öğrenme istek ve arzusu dayanılmaz hâle gelince, attârlığı terk etti. Dükkanında bulunan eşyâyı Allah yolunda sadaka olarak dağıttı. Rükneddîn-i Ekaf isminde büyük bir zâtın dergâhına gitti ve kısa zamanda tasavvufta yüksek makamlara kavuştu...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Ebû Yâkûb Nehrecûrî</label>

Evliyanın büyüklerinden olan Ebû Yâkûb Nehrecûrî hazretleri, Hicaza yerleşmiş ve uzun seneler Harem-i şerîfe komşu olarak yaşamıştır. Cüneyd-i Bağdâdî, Yâkûb es-Sûsî ve Amr bin Osman el-Mekkî gibi büyük zâtlarla görüşüp, sohbet etmiştir.Ebû Yâkûb Nehrecûrî, fazîlet sâhibi bir zâttı. Tasavvufun yüksek makamlarına kavuştu. Lütfu ve ikrâmı bol, edebi pek çoktu. Arkadaşları kendisini çok severdi. Yüzünde herkesin fark ettiği bir nûrânîlik vardı. Çok ibâdet ederdi. Gönlü bir gün bile rahat olmamıştı. Nitekim; Ey Yâkûb! Sen kulsun. Kul rahat olmaz diye bir ses işitti.
Allahü teâlâyı en iyi tanıyan!..
Ebû Yâkûb Nehrecûrî buyurdu ki:
Doğruluk, açıkta ve gizlide hakka uymak ve uygun olmaktır. Doğruluğun hakîkati, darlık ve kıtlık zamanlarında da hakkı söyleyebilmektir.
Allahü teâlâyı en iyi tanıyan, Onun eserlerini, kâinattaki nizâm ve intizâmı, ondaki ince ve eşsiz sanatı görüp, Allahü teâlânın büyüklüğü ve yüceliği karşısında hayran olup, hayrette kalan kimsedir.
Dünyâ bir deryâ, insanlar bu denizde yolcu, gemi takvâ, âhiret ise sâhildir.
Doyması yemekle olan kimse, dâimâ açtır. Zenginliği mal ile olan fakirdir. Çünkü o mal, her zaman elde kalmaz. Allahü teâlâdan yardım istemeyen, başarısızlığa mahkûmdur. İhtiyâcını insanlara arz eden mahrum kalır. Gerçekte bütün ihtiyaçları gideren Allahü teâlâdır. Kullar birbirinin ihtiyaçlarını gidermekte vâsıtadır. Allahü teâlâ, insanlara, birbirinin ihtiyâcını gidermek için güç ve kuvvet vermezse, kimsenin kimseye yardımcı olmaya gücü yetmezdi. Bu bakımdan ihtiyaçları, her şeyin sâhibi ve mâliki Allahü teâlâya arz etmeli. Allahü teâlâ bir işin olmasını dilerse, onun meydana gelmesini temin edecek sebepleri de yaratır.
İnsan kendisine verilen nîmete şükrederse, Allahü teâlâ, o nîmeti insanın elinden almaz. Eğer nîmete şükretmeyip, kıymetini bilmezse, o nîmet devâm etmez, elden gider.


La ilahe illallah de!..
Ebul Hasan Müzeyyin anlatıyor:
Vefat ederken Ebû Yâkûb Nehrecûrîye La ilahe illallah de dedim.Tebessüm ederek, Beni mi istiyorsun? Ölümün zevkini tatmayan, ölümü ve hayatı yaratan Zatın izzetine yemin ederim ki, şimdi benimle Onun arasında izzet hicabından başka bir şey yoktur dedi ve o anda ruhunu teslim etti...
Ebul Hasan Müzeyyin bu olayı her hatırladığında Benim gibi biri nasıl olur da Allahın evliyasına Kelime-i şehadet telkin eder der ve ağlardı...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri