Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük fıkıh âlimi Ebû Abdullah el-Mehâî</label>

Büyük velî Ebû Abdullah el-Mehâî hazretleriyle ilgili şu ibretli hadise anlatılır: Ebû Abdullah hazretlerinin bulunduğu köye bir gün düşman askerleri saldırdı. Köylüleri öldürmek için evlerine hücûm ettiler. Kime kılıçla vursalar, ona hiçbir şey olmuyor ve kan bile akmıyordu. Köy halkı ve Ebû Abdullahın talebeleri bu duruma çok şaşırdı. Bu sırada talebelerinden biri kendi kendine; Burada harb var. Ben kaçıp memleketime gideyim, harb bitince geri dönerim diye düşündü. İzinsiz yola çıkmanın sonu!..
Bu talebe, hocasından izin almadan memleketine gitmek için yola çıktı. Köyden biraz uzaklaştıktan sonra, düşman askerleri onu yakalayıp öldürdüler. Düşman askerleri, buna kılıç darbelerinin nasıl işlediğini, köyde bulunanlara ise neden işlemediğini merak ettiler. Bunun sebebini araştırmaya başladılar. Köylülere, bunun sebebini sorduklarında, onlar; Burada şöyle büyük bir zât vardır. İsmi, Câfer bin Abdürrahîm el-Mehâîdir. Onun yüzü suyu hürmetine Allahü teâlânın izni ile kılıç darbeleriniz bize tesir etmez dediler.
Bunun üzerine düşman askerleri, Ebû Abdullah hazretlerinin evine gittiler. Onu yakalayarak, kılıçla vurmaya başladılar. Ebû Abdullah hazretleri darbelerle yere düştü. Düşman askerleri onu öldü zannederek, öylece bırakıp evi terk ettiler...
Onların arkasından Ebû Abdullahın talebeleri, hocalarının evine girdiklerinde, onu namaz kılarken buldular. Namazı bitince talebeleri ona; Hocam! Size bu kadar kılıç darbesi vurdukları halde hiçbir şey olmadı ve vücûdunuzdan bir damla bile kan akmadı. Bu nasıl oldu? diye sordular. Ebû Abdullah; Allahü teâlâ her şeye kâdirdir. Ben onların bana vurduklarının farkında bile değildim deyince, talebeleri; Hocam! O anda ne ile meşgûl idiniz? diye suâl ettiler.


Yâsîn sûresini okuyordum!
Ebû Abdullah bunun üzerine; Ben o anda Yâsîn sûresini okuyordum. Onlar gittikten sonra namaz kılmaya başladım dedi.
Düşman askerleri, bir şey yapamayacaklarını anlayınca çekilip gittiler. Ebû Abdullah, talebelerine ilim öğretmeye ve insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmaya, feyz vermeye devâm etti...
Bu mübarek zat, vefatından önce Yasin suresini okudu. Sonra da; Sevgiliye kavuşmak ne tatlı! Sevgiliye kavuşana ne mutlu! diyerek ruhunu teslim etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir merhamet deryası Ebû Abdullah el-Basrî</label>

Ebû Abdullah el-Basrî, büyük velî Sehl bin Abdullah-ı Tüsterînin talebesidir. Uzun müddet o büyük zatın hizmetinde ve sohbetinde bulundu. Tasavvuf yolunda ilerleyip yüksek mânevî derecelere kavuştu. Sehl bin Abdullah-ı Tüsterîden sonra da başka bir zâta talebe olmadı...
Hocasının tasavvuftaki yolunu devâm ettiren Ebû Abdullah el-Basrî, Sehl bin Abdullah-ı Tüsterînin söz ve hallerini talebelerine anlattı. İctihâd derecesinde idi...
Pek çok kimse Ebû Abdullah el-Basrî hazretlerinin sohbetlerinde bulunup, istifâde etti. Zâhirî ilimlerde ictihâd derecesinde olan Ebû Abdullah el-Basrî, insanların müşkillerini ve meselelerini halletmeye çalıştı.
Her işinde tevekkül sâhibi olan, Allahü teâlâya güvenen Ebû Abdullah el-Basrî rahmetullahi aleyh, her işini Allahü teâlâya havâle eder, yalnız Ona güvenir, her şeyi Ondan beklerdi. O tevekkülü, bâzı câhillerin söylediği gibi hiçbir sebebe yapışmadan, her şeyi Allahü teâlâdan beklemek olarak değil, sebeplere en güzel şekilde yapışıp, sebepleri yaratanın Allahü teâlâ olduğunu bilmek ve Ona tam güvenmek olarak kabûl ederdi.
Bu mübarek zat bir gün buyurdu ki:
Bir kimse, ayıplarının örtülmesini ve gizlilik perdesinin yırtılmamasını isterse; kendisine âsî ve kaba davranana hilm ve yumuşaklık göstersin. Elinde olan şeylerle insanlara ihsân ve ikrâmda bulunsun...


Tatlı sözlü bir zat idi...
Ebû Abdullah el-Basrî hazretleri gayet yumuşak huylu ve tatlı sözlü bir zat idi. Herkesin özrünü kabul eder, kimseyi kırmazdı. En küçük mahluklara bile merhamet eder, yolda yürürken bir karıncayı bile ezmemeye çok dikkat ederdi. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şeyin dünya olduğunu beyan buyururdu.
Ebû Abdullah el-Basrî, hicri dördüncü asrın başlarında Basrada vefat etti. Vefat etmeden evvel şunları söyledi:
Allahü teâlâyı severek yaşadım ve bu sevgide ona kimseyi ortak etmeden inşaallah ona kavuşuyorum.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Abdullah bin Muhammed</label>

Büyük velî Abdullah bin Muhammed bin Abdurrahmân el-Eska, Mekke-i mükerremede yetişen âlimlerdendir. 1567 (H.974) senesinde, Cemâzil-evvel ayının on sekizinci günü orada vefât etti. Şebîke Kabristanında bulunan meşhûr türbesindedir...Abdullah bin Muhammed, ilk temel bilgileri babasından okudu... Sonra zamânında bulunan büyük İslâm âlimlerinin derslerinde bulunarak yetişti. Bir taraftan da tasavvuf yolunda ilerledi. Babasından ve Abdullah bin Hakem bin Sehl Kuşeyrden tasavvuf yolunda icâzet aldı... Çok kerâmetleri görüldü...
Abdullah bin Muhammed, zâhirî ve bâtınî ilimlerde asrının imâmı, tasavvuf yolunda bulunanların da üstâdı oldu. Hocalarından Abdullah bin Ahmed bin Fadl ile birlikte Resûlullah efendimizi ziyâret için Medîneye gitti. Medînede bulunan birçok veliden icâzet aldı. Bunlardan biri de Ali Müttekîdir...
Şeyhi Muhammed bin Irakın emriyle Zebîde gitti ve orada evlendi. Daha sonra Hadramut ve Terime gitti. İlim öğrendi ve öğretti. Sonra Mekkeye döndü. Mekke-i mükerremede veya Medîne-i münevverede bulunurdu. Çok kerâmetleri görüldü ve pek çok talebe yetiştirdi. Nice kimse ondan istifâde etti.
Allahü teâlânın izni ile, yanına gelenlerin gönüllerindeki düşünceleri anlar ve haber verirdi. Kimi zaman dostlarına ve sevdiklerine, ileride başlarına gelecek bâzı şeyleri haber verir, bâzân da çok uzak beldelerde meydana gelen hâdiseleri bildirirdi.


O da aynı gün vefât eder
Rivayete göre; Abdullah bin Muhammed, talebelerinden bâzısına;
-Ben vefât ettikten uzun zaman sonra, kabrimin üzerine bir türbe yapılıp tamamlandığında, oğlum Alinin yakınlarına tâziyede, başsağlığı dileğinde bulununuz. Çünkü o da aynı günde vefât eder, dedi...
Nihâyet Abdullah bin Muhammed hazretleri 1567 (H.974) senesinde vefât etti. Yarım asra yakın bir zaman sonra, kabri üzerine türbe yapıldı. Bu türbenin tamamlandığı gün, Abdullah bin Muhammed bin Abdürrahmânın Ali ismindeki oğlu vefât etti.
O büyük zâtın yukarıdaki sözünü işitenler, Ali isimli bu zâtın vefâtının, babası tarafından kerâmet olarak kırk yedi sene evvel târihi ile birlikte bildirildiğini böylece anlamış oldular.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Abbasi halifesi El-Muktefi Billah</label>

Abbasiler, Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbasın soyundan gelen ve Emevilerin yerini alan halifeler sülalesidir. Bu hanedana ilk atalarına nisbetle Haşimiler de denilmektedir. Ebu Muhammed Ali el-Muktefi Billah, Abbasi halifelerinin otuzbeşincisidir. 902 senesinde halife oldu ve 907de vefat etti. Abbasi hakimiyetindeki geniş topraklarda parçalanmalar başlamış ve eyalet valileri birer birer bağımsızlıklarını ilan etmeğe başlamışlardı. El-Muktefi, bu parçalanmayı durdurdu ve Abbasi hakimiyetini yeniden tesis etti... Ordusu Türklerden oluşuyordu...Onun devrinde Anadoluya arka arkaya yapılan seferlerle bütün güneydoğu şehirleri ele geçirilmişti. Bu devirde, Türklerin büyük bir kısmı Müslüman olmuş ve devlet hizmetlerinde mühim vazifeler almışlardı. Bilhassa ordu tamamen Türklerden meydana geliyordu.
El-Muktefi Billah, vefatına yakın ağır bir hastalığa yakalandı. Hasta yatağında kağıt kalem isteyip şu satırları yazdı:
Korktuğumuz günlerde Allahı hatırlarız. Rahata kavuşunca ahdimizi bozarız. Bizim hangi amelimiz Allah içindir? Döşekte hasta yatıp ateşler içinde kıvranırken, birçok hayırlar yapmayı adarız. Şifa bulunca her şeyi unuturuz. Doktor kendini gösterince ne bilgi kalır, ne de ilacın değeri. İlahi emri redde kimin gücü yeter? Ne tabib, ne de hazık, geçmişte şifa sunduğu ilaçlarla ölüm hastalığına bir çare bulamaz. Evet, tedavi eden de, edilen de, ilacı imal eden de, onu alıp satan da ölüme teslim oldular...


Bu zayıf kuluna merhamet et!
Sonra kendisi için hazırlanan kabrin yanına oturmalarını istedi. Orada gözyaşları ile şunları söyledi:
Ey, mülk ve saltanatı hiçbir zaman zeval bulmayan Rabbim! Elinden mülk ve saltanatı giden bu zayıf kuluna merhamet et! Yâ Rabbi! Resulullah efendimizin huzuruna hangi yüzle çıkabilirim? Ondan utanıyorum.
Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Nizâmeddîn Hâmûş</label>

Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş, tasavvuf yolunda ilerlemeye çalışırdı. Riyâzet ve mücâhede ile nefsini terbiye etmek için çok gayret ederdi. O günlerde Şâh-ı Nakşibend Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin en yüksek talebesi ve halîfesi olan Hâce Alâüddîn-i Attâr, Buhârâya gelmişti. Bunu haber alan Nizâmeddîn-i Hâmûş, onun sohbetlerinde bulunmak üzere huzûruna gitti. Zâten büyük bir arzu ve istekle gelen Nizâmeddîn, o mübareği görür görmez çok sevdi...

Kendini bir hiç kabûl ederdi!
Nizâmeddîn-i Hâmûş, o büyük zâtın sohbetlerinde bulunmakla duyduğu lezzeti, başka şeylerde bulamıyordu. Bu sevgi ve teslîmiyetinin meyvelerini kısa zamanda toplayıp, Hâce hazretlerinin en yüksek talebelerinden oldu. Zamânın en büyük âlim ve velîlerinden biri olarak yetişti.
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri şöyle anlatır: Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş, güzellik ve letâfette kemâl derecesindeydi. İnsanların hâllerinden, ahlâklarından çok müteessir olurdu. Sâde olmayı tercih eder, süslenmekten hoşlanmazdı. Kendini bir hiç kabûl ederdi. Kendisinden meydana gelen kerâmetlerin de, hocalarının ve diğer büyüklerimizin latîfe ve sıfatları olduğunu söylerdi. Çünkü bu büyüklerin âdetleri, gönüllerini benlik dâvâsından uzak tutmaktı.
Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklerinden olan Seyyîd Şerîf Cürcânî hazretleri, Hâce Alâüddîn-i Attârın sohbetlerinde bulunurdu. Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin sohbetine kavuşunca Rabbimi tanıyabildim buyurmuştur. Seyyîd Şerîf Cürcânî hazretleri, bir gün Hâce Alâüddîne; Efendim, bendenizi talebelerinizden birine havâle edin. Sizden sonra onun sohbetlerine devâm edeyim diye arz etti. Bunun üzerine onu, Nizâmeddîn Hâmûşa havâle ettiler. Seyyîd Şerîf Cürcânî, bundan sonra Mevlânâ Nizâmeddînin sohbetlerine devâm etti...


Beni bu işte müflis bıraktılar!
Mevlânâ Nizameddin hazretleri son hastalıkları esnasında pek çok ağlayıp buyurdular ki:
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr bizim ihtiyarlığımıza rastladılar ve ne hâsıl ettikse elimizden alıp götürdüler ve beni bu işte müflis bıraktılar. Gençliğimde, Hace Alâeddin hazretleri kemâl hâlindeki tasarruflarına rağmen bu fakiri tasarrufları altına alamamışlardı...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Osmanlının ikinci kurucusu Çelebi Sultan Mehmet</label>

Çelebi Sultan Mehmet, Osmanlı Devletinin beşinci pâdişâhıdır. Doğum senesini ekseri târihçiler 1386 olarak kaydetmektedirler. Babası Yıldırım Bâyezid Handır... Birinci Mehmet Han, Ankara Savaşından sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için Fetret Devrinde (1402-1413) kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti... Edirnede tahta çıktı...
Çelebi Sultan Mehmet, nihayet 1413te Çamurlu mevkiinde, Musa Çelebi kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra, Edirnede tahta çıktı. Böylece Osmanlı Devletini karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmet, ilk olarak elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı. Tarihçiler kendisini Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu olarak kabul eder.
Çelebi Mehmed, İstanbulu resmen ziyâret ederek İmparator tarafından karşılanmış ve Üsküdarda İmparatora vedâ edip, İzmit üzerinden Bursaya gelmiş, bir müddet sonra da Gelibolu yoluyla Edirneye dönmüştür. Pâdişah Edirnedeyken, çıkmış olduğu avda rahatsızlandı. Nüzul (inme, felç) illetinden kurtulamayacağını anlayan Çelebi Mehmed, vezirleri Bâyezid, İbrâhim ve Hacı İvaz Paşaları dâvet ederek, gizlice görüşüp, büyük oğlu Amasya Vâlisi Muradın hemen dâvet edilmesini istedi. Kısa süren hastalıktan sonra Haziran 1421 (Cemazil-ahir 824)de vefât etti.
Kardeş kavgasının devleti ne hale getirdiğini bildiği için, vefat ederken veziri Bayezid Paşayı yanına çağırdı ve şunları söyledi:
Tiz ulu oğlum Muradı getürün! Ben hod bu döşekten kurtulamazam. Murad gelmeden ben ölürüm. Memleket birbirine tokuşur. Tedarik edin, vefatım duyulmasun!


Onlara ne mutlu!..
Çelebi Sultan Mehmet, vefatı sırasında meâli şunlar olan ayetleri söyledi:
O, gaybı bilen, çok yüce ve pek büyüktür. Onlar için, Ondan başka bir veli ve dost yoktur. İman edip salih ameller işleyenler var ya, onlara ne mutlu!
Çelebi Sultan Mehmet, cengâver bir padişahtı. Savaşlarda toplam 42 adet kılıç, ok ve mızrak yarası almıştır. Bursadaki Yeşil Türbede medfundur. Yerine oğlu II. Murat Han geçmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebû Kılâbe Abdullah bin Zeyd</label>

Ali bin Fudayl, hadîs âlimidir. Büyük velilerden Fudayl bin İyadın oğludur. Vera ve takvası çok fazlaydı... Bir gün ağlıyordu. Babası Fudayl bin İyad; -Yavrucuğum, niçin ağlıyorsun? diye sordu. Şöyle cevap verdi:
-Ey babacığım! Eğer kıyâmet günü bir araya gelemezsek, hâlimiz nice olur? Onun için ağlıyorum!..
Bunun üzerine Fudayl hazretleri oğluna buyurdu ki:
-Yavrucuğum Abdullah bin Mübârek buyuruyor ki; Allahü teâlâ için dünyâdan kesilen kimsenin hali ne güzeldir...
Ali bin Fudayl bu sözleri duyunca düşüp bayıldı. Seni ağlatan nedir?
Süfyân bin Uyeyne buyuruyor ki: Fudayl bin İyâd ve oğlu kadar Allah korkusu olan kimse görmedim.
Fudayl bin İyâd buyuruyor ki:
-Kûfede bir keçimiz vardı. Bir gün başkalarının arpalarından yemişti. Bundan sonra o keçinin sütünden içmedik.
İbn-i Mübârek buyuruyor ki:
-Zamanımızda insanların en üstünü, Fudayl ve oğlu Alidir.
Bu mübarek baba ile oğulun havf (Allahü teâlânın azabından korkmak) ve reca (Allahü teâlânın rahmetinden ümidli olmak) ve fazîletleri hakkında anlatılan kıssalar çoktur.
Bir gün Ali bin Fudayl bir kimsenin, O gün insanlar, âlemlerin Rabbi için (Ona hesab vermek için kabirlerinden) kalkacaklar (Mutaffifîn sûresi-6) âyet-i kerîmesini okumakta olduğunu duydu. Bunun tesiri ile bayıldı ve yere düştü. Bir gün de, Ali bin Fudayl ağlıyordu.
-Seni ağlatan nedir? diye sordular.
-Bana zulmedene, yârın Allahü teâlânın huzuruna çıkıp da, hiçbir sebep yokken niçin zulm ettiği kendisine sorulunca, hiçbir cevap veremeyecek olan kimseye acıyorum da onun için ağlıyorum, buyurdu.
Fudayl bin İyâd hazretlerine, oğlu Alinin Yalnız başıma öyle bir yerde olsam ki, ben insanları görsem, ama insanlar görmeseler dediğini söylediler. Fudayl hazretleri de Keşke oğlum Ali sözünü tamamlasaydı ve; Öyle bir yerde olsam ki, insanlar beni, ben de insanları görmesem deseydi.


El-Kâria sûresi okunurken...
Bu nurlu oğul, babasından bir müddet önce vefât etti.
Vefât etmesine sebep şu idi ki, Ali bin Fudayl Kurân-ı kerîmden bir sûreyi sonuna kadar dinlemeye tahammül edemez düşüp bayılırdı. Bir defasında, birisi El-Kâria sûresini okuyordu. Ali bin Fudayl bunu dinlerken düşüp bayıldı. Baktılar ruhunu teslim etmiş.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Ali bin Fudayl</label>

Ali bin Fudayl, hadîs âlimidir. Büyük velilerden Fudayl bin İyadın oğludur. Vera ve takvası çok fazlaydı... Bir gün ağlıyordu. Babası Fudayl bin İyad; -Yavrucuğum, niçin ağlıyorsun? diye sordu. Şöyle cevap verdi:
-Ey babacığım! Eğer kıyâmet günü bir araya gelemezsek, hâlimiz nice olur? Onun için ağlıyorum!..
Bunun üzerine Fudayl hazretleri oğluna buyurdu ki:
-Yavrucuğum Abdullah bin Mübârek buyuruyor ki; Allahü teâlâ için dünyâdan kesilen kimsenin hali ne güzeldir...
Ali bin Fudayl bu sözleri duyunca düşüp bayıldı. Seni ağlatan nedir?
Süfyân bin Uyeyne buyuruyor ki: Fudayl bin İyâd ve oğlu kadar Allah korkusu olan kimse görmedim.
Fudayl bin İyâd buyuruyor ki:
-Kûfede bir keçimiz vardı. Bir gün başkalarının arpalarından yemişti. Bundan sonra o keçinin sütünden içmedik.
İbn-i Mübârek buyuruyor ki:
-Zamanımızda insanların en üstünü, Fudayl ve oğlu Alidir.
Bu mübarek baba ile oğulun havf (Allahü teâlânın azabından korkmak) ve reca (Allahü teâlânın rahmetinden ümidli olmak) ve fazîletleri hakkında anlatılan kıssalar çoktur.
Bir gün Ali bin Fudayl bir kimsenin, O gün insanlar, âlemlerin Rabbi için (Ona hesab vermek için kabirlerinden) kalkacaklar (Mutaffifîn sûresi-6) âyet-i kerîmesini okumakta olduğunu duydu. Bunun tesiri ile bayıldı ve yere düştü. Bir gün de, Ali bin Fudayl ağlıyordu.
-Seni ağlatan nedir? diye sordular.
-Bana zulmedene, yârın Allahü teâlânın huzuruna çıkıp da, hiçbir sebep yokken niçin zulm ettiği kendisine sorulunca, hiçbir cevap veremeyecek olan kimseye acıyorum da onun için ağlıyorum, buyurdu.
Fudayl bin İyâd hazretlerine, oğlu Alinin Yalnız başıma öyle bir yerde olsam ki, ben insanları görsem, ama insanlar görmeseler dediğini söylediler. Fudayl hazretleri de Keşke oğlum Ali sözünü tamamlasaydı ve; Öyle bir yerde olsam ki, insanlar beni, ben de insanları görmesem deseydi.


El-Kâria sûresi okunurken...
Bu nurlu oğul, babasından bir müddet önce vefât etti.
Vefât etmesine sebep şu idi ki, Ali bin Fudayl Kurân-ı kerîmden bir sûreyi sonuna kadar dinlemeye tahammül edemez düşüp bayılırdı. Bir defasında, birisi El-Kâria sûresini okuyordu. Ali bin Fudayl bunu dinlerken düşüp bayıldı. Baktılar ruhunu teslim etmiş.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs âlimi Er-Riyâşî</label>

Abbas bin Ferec er-Riyâşî, hadîs âlimlerindendir. O, Esmâî ve Ebû Mamer el-Mekad ile buluşup onlardan ilim aldı. Esmâî, Ebû Dâvûd, Tayâlisî, Ubeydullah bin Muhammed, Amr bin Merzûk, Âlâ bin Fadl, Ebû Osmân-ı Mâzinî, Vehb bin Cerîr ve daha pek çok âlimden ilim alıp, hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden de, Ebû Dâvûd, oğlu Muhammed bin Abbâs, Ebül-Abbâs el-Müberred, Abdullah bin Müslim ve daha birçok âlim ilim aldı ve hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Güvenilir bir râvi idiOnun hadîs-i şerîf rivâyeti çoktur ve sika (güvenilir sağlam) bir râvidir. İbn-i Hibbân, Kitâb-üssikâsında:
O, Esmâîden çok hadîs-i şerîf rivâyet etti dedi. Ebû Saîd-i Sayrafî:
O, lügat ilminde büyük bir âlimdi. Ebül-Abbâs Saleb Onunla buluştu. Onun fazîletini, üstünlüğünü takdir edip, Onu herkese tercih etti dedi. Hatîb-i Bağdâdî de dedi ki:
O, Bağdâda geldi ve orada hadîs-i şerîf rivâyet edip ilim öğretti. Hadîste sika bir râvi idi. Edebiyat ve nahiv ilminde üstün bir yeri vardı. Ebû Zeydin ve Esmaînin kitaplarının hepsini ezbere biliyordu.
Nahiv âlimi Ebû Osmân-ı Mâzinînin huzurunda, büyük nahivci Sibeveyhin el-Kitâb adlı eserini okudu. Mâzinî der ki:
Ben, Sibeveyhin bu eserini büyük âlim er-Riyâşînin yanında okudum. Çünkü O, bu eseri benden daha iyi biliyordu.
Nahiv âlimi Müberridin Kâmil adındaki eserinde birçok rivâyetleri vardır. O, Arap edebiyatını ve Arap târihini çok iyi biliyordu. Şiirleri meşhûrdur...


Vefâtı çok acıklı oldu!..
Bu mübarek zatın vefâtı çok acıklı oldu. Bunu Ali bin Ebî Ümeyye şöyle anlatıyor:
Basra, dışarıdan gelen yabancı askerler tarafından işgal edilmiş ve birçok Müslüman şehîd edilmişti. Bu sırada onlar, mescidde bulunan Riyâşînin yanına kılıçları ile birlikte girdiler. O, kuşluk namazı kılıyordu. Kılıçları ile ona vurup Malını getir! dediler. O da, Hangi maldan bahsediyorsunuz? dedi. Bunlar onun son sözleri oldu. Nihayet Onu da şehîd ettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
İhlaslı gence kurulan tuzak!</label>


Pazartesi, 28 Mayıs 2007
Hazreti Ömerin halifeliği zamanında ibadet ehli, son derece takva sahibi, ihlaslı ve yakışıklı bir genç vardı. Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü...
Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu... Hemen gerçeği görürler
Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün kurnazlığını kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahü tealayı hatırladı ve korkuyla dilinden şu âyet-i kerîme döküldü:
Takvaya erenler (var ya); onlara şeytandan herhangi bir vesvese iliştiği zaman (Allahın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler. (Araf/201)
Genç, hemen ardından da bayılarak düştü. Kadın, hizmetçisini çağırdı. Genci tutarak evinin önüne getirip koydular. Sonra da kapıyı çalarak babasına haber verdiler. Babası dışarı çıkınca, oğlunu baygın bir vaziyette kapının önünde buldu. Komşularının yardımıyla genci tutup eve taşıdılar. Uzun bir müddet baygın kalan genç kendine gelince, babası;
-Evladım neyin var ne oldu? diye sordu. Oğlu;
-Bir şeyim yok dedi. Babası;
-Allah aşkına söyle! deyince, oğlu başından geçenleri anlattı. Babası;
-Hangi âyeti okumuştun? diye sordu. Genç, âyeti okudu ve tekrar kendinden geçti. Bir de baktılar ki genç ruhunu teslim etmiş. Bunun üzerine genci yıkadılar ve gece vakti götürüp gözyaşlarıyla defnettiler...

Niçin haber vermedin?
Sabah olunca olay Hazreti Ömere bildirildi. Hazreti Ömer, gencin babasına gelerek başsağlığı diledi ve;
-Bana niye haber vermedin? diye sordu. Gencin babası;
-Ey Müminlerin Emiri, vakit geceydi, dedi. Hazreti Ömer;
-Bizi onun kabrine götürün, dedi. Hz. Ömer ve beraberindekiler gencin kabrine geldiler. Hazreti Ömer;
-Ey filan kişi! Rabbin makamında durmaktan korkanlara iki cennet var. (Rahman/46) dedi.
Kabirdeki genç;
-Ya Ömer! Rabbim Cennette bana onları iki defa verdi, diye cevap verdi
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlik bin Dînâr bu kuluna kefildir</label>

Mâlik bin Dînâr, gençliğinde mal mülk sâhibi bir zengin idi. Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve parasını, fakir talebelere harcadı. Derecesi çok yüksek bir velî oldu...Bu büyük zat bir gün şunları anlattı: Hacca gitmek üzere yola çıktım. Çölde giderken ağzında bir parça ekmek olan bir karga gördüm. Bunda bir iş var, deyip takip ettim. Bir mağara önünde durdu. İçeri girdi. Ben de öyle yaptım. İçeride elleri ayakları bağlı sırt üzerine yatmış birisi vardı. Karga getirdiği ekmekten parça parça gagasıyla onun ağzına veriyordu. Daha sonra uçup gitti. Bir daha da dönmedi. Adama bu ne hal, dedim. O da; İpe ve kovaya muhtacız
-Hacca gidiyordum. Hırsızlar yolumuzu kesti ve bütün malımızı aldılar sonra gördüğünüz gibi bağladılar ve bu mağaraya attılar. Beş gün aç susuz bu halde kaldım. Sonra Rabbime duâ ettim. Bana bu kargayı gönderdi. Her gün yedirip içiriyordu dedi.
Sonra adamcağızın bağlarını çözdüm. Yola koyulduk. Yolda çok susadık. Yanımızda su yoktu. Çölde bir kuyu gördük. Orada ceylanlar vardı. Allahü teâlâya hamd ettik ve işte bir kuyu bulduk diye sevindik. Yaklaşınca, bu sırada kuyunun suyu dibe çöktü. Ceylanlar da uzaklaştılar. Yanımızda ip ve kova yoktu. Biz; Yâ Rabbî! Ceylanlara ihsan ettin. Biz yüz zira uzunluğunda ipe ve kovaya muhtacız dedik. O zaman bir ses duyuldu: Ey Mâlik! Ceylanlar bize tevekkül etmiştir. Biz onları sularız. Siz ise ipe ve kovaya tevekkül etmişsiniz. Siz de onunla su içersiniz!..
***
Câfer bin Süleymân anlatır: Bir zaman Mâlik bin Dînâr hazretleri ile Basrada dolaşırken, yeni yapılan bir köşk gördük. Köşkün mîmârı güler yüzlü bir gençti. Yanına varıp selâm verdik. O da selâmımıza cevap verdi. Mâlik bin Dînâr hazretleri ona;
-Ey genç! Bu köşkü Allah için versen de Allahü teâlâ da sana Cennette bundan daha iyisini ihsân etse, dedi.
Genç kabûl edip;
-Kefil olur musun? deyince, Mâlik hazretleri; Evet buyurdu ve bir kâğıda;




Cennette bir köşk ihsân eyle!
Yâ Rabbî! Bu gence senin için verdiği bu köşke karşılık Cennette bir köşk ihsân eyle. Mâlik bin Dînâr bu kuluna kefildir şeklinde yazdı ve mektubu gence verdi. Ondan aldığı malı da fakirlere dağıttı. Kısa bir zaman sonra genç vefât etti. Mâlik bin Dînâr hazretleri gencin vefât ettiği gece mihrabına konulmuş mânevî bir mektup buldu. Ona baktığında;
Bu Mâlik bin Dînâra bir berâttır. Senin söylediğinden yetmiş kat fazlasıyla gencin köşkünü kendisine teslim ettik. diye yazılı olduğunu gördü..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fatihin oğlu Sultan Bayezid</label>

Sultan II. Bayezid Han, sekizinci padişah olarak Osmanlı tahtına çıktı. (1481-1512) yılları arasında Osmanlı Devletini idare etti. Babası Fatih Sultan Mehmed Han 1481 tarihinde sefere giderken Gebze yakınlarında vefatı üzerine devlet ileri gelenleri tarafından iktidara getirilmiştir. Ancak, bu olay kardeşi Konya Valisi Cemin Saltanat iddiasına sebep olmuştur...

Sade giyinmeyi severdi...
Saltanatının ilk yıllarında kardeşi Şehzade Cem ile uğraşmak zorunda kaldığından bu konunun halledilmesinden sonra ülke topraklarının genişletilmesi için o da ataları gibi savaşmak zorunda kalmıştır. Komşularıyla iyi ilişkiler kurulmaya çalışırken, ülkenin denizlerde de büyümesini sağlayacak denizcilik ile ilgili düzenlemeleri yapmıştır.
İkinci Bayezid Han, sakin ve kararlı bir kişiliğe sahipti. Etrafındakilere yardım yapmayı sever ve hayır işlerine zaman ayırmayı bilirdi. Davranışları zarif, göğsü geniş, kolu güçlü idi. Sade giyinmeyi severdi. Gelirinin bir kısmını da halka ve özellikle fakirlere dağıtmaktan zevk alırdı...
Bayezid Hanın âlimliği, şairliği, hat sanatkârlığı, ilim ve şiir erbabına gösterdiği saygı ve sevgi, Fatih Sultan Mehmedin oğluna yakışır derecedeydi. Adlî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler de yazmıştır...


Bu tozları kabrime koyun!
Sultan II. Bayezid Han, her seferden dönüşünde elbisesine bulaşan tozları toplar ve bir kavanozda biriktirirdi. Bu tozların mezarına konulmasını vasiyet etti. Vefat edeceği zaman yanındakilere bu vasiyetini hatırlattı ve:
-Allahü teala, ayakları hak yolda tozlananları cehennem ateşinden koruyacağını buyurmaktadır. İşte Hak yolunda küffarla savaşırken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiyetimizdir; öldüğümüzde bu tozları kabrime koysunlar...
Bayezid Han, Dimetokadaki saraya giderken, Abalar köyü mevkiinde hastalanarak 26 Mayıs 1512 günü vefat etti. Kabri İstanbulda, Bayezid Camiinin yanındaki türbededir...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri