Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sultânüş Şuara Necip Fazıl Kısakürek</label>

Şair, romancı, hikâyeci, piyes yazarı ve fikir adamı Üstâd Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904te, İstanbulda büyük bir konakta doğdu. Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan Dülkadiroğullarına bağlı Kısakürekler soyuna mensuptur... Amerikan Kolejinde okuduÇeşitli okullarda, bu arada Amerikan Kolejinde okudu ve orta öğrenimini Bahriye Mektebinde yaptı. Bu askeri okulda, din derslerini, Aksekili Ahmed Hamdi, tarih derslerini Yahya Kemalden görmüş, ama asıl anlamda edebiyat ve felsefeden riyaziyeye ve fiziğe kadar iç ve dış birçok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş dediği İbrahim Aşkînin etkisinde kalmıştır. Bahriye Mektebinin namzet ve harp sınıflarını bitirdikten sonra Darülfünun Felsefe Bölümüne girmiş ve oradan mezun olmuştur.
Necip Fazıl Kısakürekin felsefedeki en yakın arkadaşlarından biri Hasan Ali Yüceldir. Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile bir yıl Parise gitmiştir. Yurda döndükten sonra Hollanda, Osmanlı ve İş Bankalarında memurluk ve müfettişlik gibi görevlerde bulunmuş, Ankarada Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, Devlet Konservatuvarı ile İstanbulda Güzel Sanatlar Akademisinde dersler vermiştir. Daha gençlik yıllarında basınla ilişkiye geçen Kısakürek, bu tarihten sonra memurlukla ilişkisini kesmiş, hayatını yazarlık ve dergicilikten kazanmaya başlamıştır.
Necip Fazılın ilk gençlik yılları bohem bir yaşayış içinde geçer. O, hep bir arayış içindedir. İşte tam o günlerde, son devir âlimlerinden Abdülhakîm Arvâsîyle tanışır. Bu tanışma onun hayatında dönüm noktası olur ve hayatı değişir...
O, hep gençlik için çırpınır ve yüze yakın eser verir... Anadoluda verdiği konferansları büyük ilgi görür...


Demek böyle ölünürmüş!
Şâirler Sultanı Necip Fazıl artık yaşlanmıştır... Onun için daima sırlarla dolu mayıs ayında bir gece, yatağında doğrulup, elâ gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa diker. Ne görür bilinmez; pembeden daha kırmızı dudakları son defa kıpırdar:
Demek böyle ölünürmüş!..
79 yıllık hayatı ve eserleriyle her dem, hayal kanatları kan içinde tek başına uçar gibi yaşadı. 25 Mayıs 1983te, Eyüpsultan Kabristanında toprağa verildi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük hadîs âlimi Misar bin Kedâm</label>

Misar bin Kedâm, büyük hadîs âlimlerindendir. Künyesi Ebû Selemedir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde çok güvenilir olduğu için kendisine mushaf da denir. 155 (m. 772)de Mekke-i mükerremede vefât etti...
Rivâyetlerinde çok güvenilir olan Misar bin Kedâm, bin kadar hadîs-i şerîf rivâyet etti. İslâm âlimlerince senet kabul edilen ve Kütüb-i sitte adı verilen meşhûr hadîs kitabları onun rivâyetlerini almışlardır. Onu rüyâda gördüler...
Misar hazretlerini rüyâda gördüler, en faydalı amel olarak neyi buldun? dediler. Allahü teâlâyı hatırlayıp, anmayı cevâbını verdi.
Misar hazretleri, hem hakkı ve doğruyu anlatır ve nasîhatte bulunur ve hem de Allahü teâlâya ibâdet hususunda da gayretli ve ısrarlı hareket ederdi. Namazdan sonra insanın nefsi, şöyle şöyledir diye onun kötülüklerini şiirle dile getirirdi...
Bu mübarek zat, her gece, Kurân-ı kerîmin yarısını okumadan uyumazdı. Bitirince hafifçe uyur, sonra değerli bir şeyini kaybedip, onu arayan kimse gibi korkarak yerinden kalkar, dişlerini misvaklar, abdestini alır, fecr doğuncaya (sabah oluncaya) kadar, kıbleye doğru dönüp tefekkür ederdi. Yaptığı işleri gizlemekte çok itina gösterirdi. Kıyâmet günü hatırına geldiği zaman ağlar, hattâ, orada bulunanlar onu teselli ederdi.
Misar bin Kedâm hazretleri, annesine hizmet ederdi. Hatta buyurdu ki: Eğer annem olmasaydı, zaruret olan ihtiyaçlar dışında mescidden ayrılmazdım...
Bu mübarek zat, namaz kıldığında, oturduğunda, kısaca, her zaman ağlardı.


Niçin ağlıyorsun ey Misar?
Süfyân-ı Sevrî hazretleri onun ölüm hastalığı zamanında yanına girdiği zaman, o yine ağlıyordu.
-Ey Misar niçin ağlıyorsun? Vallahi ben şu anda ölmek isterdim, deyince Misar hazretleri;
-O zaman sen ameline güveniyorsun. Fakat ben, sanki bir dağın tepesindeyim, nereye düşeceğimi bilmiyorum, dedi.
Bu söz üzerine, Süfyân-ı Sevrî hazretleri çok ağladı ve;
-Senin, Allahü teâlâdan korkman, benden daha fazla, ey kardeşim, dedi.
Süfyân-ı Servî hazretleri ondan bahsederken künyesiyle Ebû Seleme der, ismiyle (Misar) demekten hayâ ederdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Üç üstâdım imansız gitti!</label>

Salihlerden birisi şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor: Bir seher vakti zemzem kuyusunun yanında oturuyordum. Bir kimse geldi. Kuyudan bir kova doldurup çekti, içti. Kalanını bırakıp gitti. Yüzünde örtü olduğu için kim olduğunu da anlayamadım. Kovada kalan artığını içtim. Tadı bâdem ezmesi gibiydi. O âna kadar o lezzette bir şey içmemiştim... Ben Süfyân-ı SevrîyimBir seher vakti yine aynı yerde oturuyordum. O zat yine geldi, kovayı doldurup kuyudan çekti ve içip gitti. Artığını içtim. Tadı bal şerbeti gibiydi... Başka bir sefer yine böyle oldu. Bu sefer tadı şekerli süt gibiydi. Elbisesinden sıkıca tuttum; Allah için söyle kimsin? dedim. O; Ben hayatta olduğum müddetçe kimseye söylemeyeceğine söz ver dedi. Ben de kabûl ettim. Ben Süfyân-ı Sevrîyim dedi.
Evet, Süfyân-ı Sevrî, işte böyle büyük bir velîdir. Bu mübarek zat, Kûfede doğdu. Basrada vefât etti. Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. Zamânındaki büyük âlimlerden ilim ve edeb öğrendi. Hadîs ve fıkıh ilminde müctehîd oldu. Meşhûr âlim ve velîlerden Cüneyd-i Bağdâdî, Hamdun Kassâr bunun mezhebinde idiler. Mezhebi zamanla unutuldu...
Süfyân-ı Sevrinin gözleri daima yaşlı idi. Günahlarınıza mı ağlıyorsunuz? diye soranlara Evet günahlarım da çoktur lâkin ben imansız gitmekten çok korkuyorum buyururdu.
Bu mübarek zat son nefeste imansız gitmekten çok korkardı. Daha genç iken beli kamburlaşmıştı. Sebebini sordular. Sebebini şöyle açıkladı:
-Üç üstâda talebelik yaptım. Hepsi de zamânının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyâdan îmânsız gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi. Hele üstâdımın birine uzun seneler hizmet ettim, talebelik yaptım. Hiçbir edebi terk ettiğini görmedim. Dünyâdan âhirete göçeceği zaman başucunda idim. Gözünü açıp;
-Ey Süfyân! Bana ne olduğunu görüyor musun? dedi. Ben de;
-Ey üstâdım, kendinizi nasıl buluyorsunuz? dedim. O da;
-Beni dergâhından kovuyorlar, kabûl etmiyorlar. Sen buradan git, bize lâyık değilsin diyorlar, dedi.
Sonra Süfyân hazretleri yanındakilerden Kurân-ı kerîm istedi. Mushafı eline aldı ve şöyle buyurdu:
-Şâhid olunuz ki o, bu mushaftan ve içinde bulunanlardan nasipsiz öldü. Yahûdî dînini seçti ve can verdi. Allahü teâlâ dilediğini yapar!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Âlim bir hükümdar Sultan Keykâvus</label>

Sultan Keykâvus Ziyaroğulları denilen devletin hükümdarıydı. İran taraflarında hüküm süren bu devletten bugünlere önemli hiçbir şeyin kalmamasına rağmen, Keykâvus hiç unutulmadı. İsmi siyaset bilimciler tarafından her zaman saygıyla anıldı. Hükümdar Keykâvus, aynı zamanda büyük bir âlim idi. Vefat edeceği zaman oğlu Giylanşaha yaptığı vasiyetleri İranda meşhur olmuştur: İhtiyarlar gibi akıllı ol!
Ey oğul! Gerçi gençsin ama ihtiyarlar gibi akıllı ve temkinli ol. Ama birdenbire gençliği bırak demiyorum; tembel gençlerden olma. Neşeli ol, çünkü gençler neşeli olursa hoş olur. Ama cahil gençlerden olma, bela cahillerden kopar.
Ey oğul! Gençlikte ne olursa olsun Allahı unutma ve ölümden emin olma. Çünkü ölüm gelince genç ya da ihtiyar dinlemez.
Daima gençlerle olmayasın; yaşlılarla da oturmak gerek. Ne zaman ki gençler akıldan uzak bir söz söyleseler, yaşlılar uyarır. Gençler kendi bilgilerini herkesin bilgisinden üstün sanırlar. Sakın ey oğul, sen kendini böyle sanan gençlerden olma! Yaşlılara çok hürmet et. Onlarla kolayına nasıl gelirse öyle konuşma. Yaşlılar bir söz söylerlerse hemen cevap verme; ne kadar çok düşünürsen, onların sözüne o kadar iyi cevap verirsin...
Ey oğul! Gençliği gelişigüzel geçirme ki yaşlılıkta bilgisiz kalmayasın. Çünkü marifetli gençler pîr sıfatlıdır, marifetsiz ihtiyarlar ise çocuk sıfatlıdır.
Ey oğul! Ne zaman ki gençlik çağı geçip ihtiyarlık çağı gelse, artık gençlikteki dinçliği gözleme. Yani ter ü taze yürüyüp zevk ve şehvet gözleme. Çünkü yaşlılar yiğitlenip zevk ve şehvet gözleyince, halk arasında rezil olurlar.


İşinin olduğu yeri vatan edin!
Ey oğul! Yaşlandığında bir yerde yerleşmeye çalış. Çünkü pîrlikte sefer etmek akıllıların işi değildir; hele yoksul olursa. Ama çaresiz olursa çık. Yüce Allah o yolculukta sana yardım eder ve nimet eline gelirse evine dönmeyi arzu etme ki, yine yolculuk zahmeti çekmeyesin. Çünkü kişinin geçimine sebep nerede iyiyse, evi orada yaraşır. Öyleyse işin nerede ise orayı vatan edin. Çünkü demişlerdir ki, kazancı nerede ise o yerde olmak bahtlılık nişanıdır. Bahtsızlar nişanı da odur ki, aç ve dinç otursun, kıtlık çeksin, bu vatanımdır terk etmem desin!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Yakûb Germiyânî</label>

Büyük velî Yakûb Germiyânînin baba ve dedeleri Osmanlı ordusunda yüksek rütbe sâhibi kimselerdi. Yakûb Efendi ilk zamanlarından îtibâren, ilim öğrenmek husûsundaki gayretleri sebebiyle zamânında bulunan yüksek âlimlerin, sohbet meclislerinde ve derslerinde yetişerek kemâle geldi, olgunlaştı. Fazîlet ve irfân sâhibi olmakta ve tasavvuf yolunda ilerlemekte yüksek istidât ve kâbiliyet sâhibiydi. İstanbula gelerek, Kocamustafapaşa Dergâhında bulunan, Sünbül Sinân hazretlerinin talebeleri arasına girdi... Talebe onun gibi olur!Sünbül Sinân Efendi, Yakûb Germiyânîyi çok sever; Talebe olunca, Germiyânlı Yâkub Efendi gibi olmak lâzımdır buyururdu.
Sünbül Sinân Efendinin vefâtından sonra, o dergâhta kimin vazîfe yapacağı, talebeleri kimin okutacağı tam belli olmamıştı. Yakûb Germiyânî o günlerde bir rüyâ gördü. Geniş bir mecliste, büyük bir cemâat toplanmıştı. Meclisin baş tarafında, Peygamber efendimiz oturmuşlar, orada bulunanlara merhâmet nazarı ile bakıyorlardı. Peygamber efendimizin huzûr-i şerîflerinde hazırlanmış olan vaaz ve nasîhat kürsüsü üzerinde, Merkez Efendi oturmuş, onların işâret ve emirleri ile, Tâhâ sûresini tefsir ediyordu. Merkez Efendinin üzerinde bir bulut bulunuyor, bulut; bâzan gece karanlığı, bâzan da gök mâvisi renklere bürünerek, onun üzerinde duruyordu...
Bu rüyânın tesiriyle uyanan Yakûb Germiyânî, rüyâsının Merkez Efendinin Muhammed aleyhisselâmın yoluna tam uyduğuna, onun yanında kemâle geldiğine, Sünbül Sinân Efendinin yerine geçmeye lâyık olduğunu işâret ettiğini anladı. Rüyası aynen gerçekleşti. Hocasının yerine Merkez Efendi geçti...


Dili söylemez oldu!..
Yakûb Germiyânî hazretlerinin ölüm hastalığı sırasında, hastalığın elem ve şiddetinin fazlalığı sebebiyle, gözleri kapalı ve lisânı söylemez oldu. İhtiyaç gidermek için kaldırdıklarında, mecbûriyet karşısında, kıbleye karşı durdurdular. O, hastalığın şiddetiyle kendisinde değildi. Fakat o hâldeyken; Helâda, kırda abdest bozarken, kıbleyi öne ve arkaya getirmemelidir buyurarak kıbleye karşı abdest bozmadı. Daha sonra da vefat edinceye kadar konuşmadı. Bu hâlin, onun bir kerâmeti olduğu anlaşıldı. Bu şiddetli ve sıkıntılı hâlde bile, sünnete aykırı bir harekette bulunmadı.
Yakûb Germiyânî hazretleri 1571 senesi Cemâziyelevvel ayında bir akşam üzeri güneş batarken rûhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Genç Osman İkinci Osman Han</label>

İkinci Osman Han, 1604 senesinde İstanbulda doğdu. Annesi onun yetişmesi için çok titiz davrandı. İyi bir terbiye ve tahsil yaptırdı. Zeki ve enerjik bir padişahtı. Bıyıkları henüz terlememiş olan İkinci Osman Han, sima itibarı ile çok güzeldi. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa Hanın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultanı oldu. Atılgan, cesur ve gözü pek olan bu padişah yaşasaydı İkinci bir Fatih olurdu diyenler vardır... Yenilikçi bir padişahtı...
Sultan Genç Osman, Fatih Sultan Mehmed devrine kadar yapıldığı gibi saray dışından, Şeyhülislam Esad Efendinin ve Pertev Paşanın kızları ile evlendi. Yavuz Sultan Selim devrinden itibaren padişah saray dışından evlenmediği için bu davranış önemli bir değişiklik oldu.
Tahta çıkar çıkmaz devlet erkanı içindeki üst düzey yetkilileri değiştiren, müderris ve kadıların atanma yetkilerini şeyhülislamdan alan Sultan Genç Osman çok yenilikçi bir padişahtı. Ancak kendisine planlarını uygulayacak bir sadrazam bulamadı...
İkinci Osman Han, aynı zamanda hattat ve şair bir padişahtı. Bir beyti de şudur:
Niyetim hizmet idi saltanat ve devletime,
Çalışır hasıd ü bedhah aceb nekbetime.
Lehistan üzerine yaptığı seferde Yeniçerilerin disiplinsiz hareketleri sebebiyle, yeni bir askeri teşkilat kurmayı planladı. Fakat bu fikrini güvediği adamlarına söylemekte acele edince, bunlardan haber alan Yeniçeriler isyan ettiler. İsyan sırasında Sultan Osman Hanı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Camiye götürerek orada hapsettiler.


> Boğarak şehid ettiler...
Genç Padişahın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı;
Dün sabah Padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın; dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları (emrindeki hizmetkârları) padişahlarına bu ihaneti ettiler... dedi ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı. Onu oracıkta boğarak şehid ettiler. Babası Sultan Birinci Ahmedin Sultanahmed Camiinin yanındaki türbesine defnedildi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şâfiî ve Şâzili Alvân Hamevî</label>

Büyük velî Alvân Hamevî hazretleri 1468 (H.873) senesinde doğdu. Doğum yeri belli değildir. 1530 (H.936) senesi Cemâzilevvel ayında Hamada vefât etti. Vaaz ettiği yerin civârında defnedildi. Şâfiî mezhebinden ve Şâziliyye tarîkatındandır. Âlimlerin methettiği zat...Alvân Hamevî, Buhârî ve Müslimdeki hadîs-i şerîfleri Şemsüddîn Muhammed bin Dâvûd Bâzilîden okudu. Hama şehrinde Nûreddîn Ali bin Zühre Hımsîden Buhârînin bâzı bölümlerini dinledi. Kutb-ül-Haydarî, Burhâneddîn Nâcî, Bedreddîn Hasan bin Şihâbüddîn Dımeşkî, İbn-üs-Selâmî Halebî, İbn-ün-Nâsih Trablusî, Fahreddîn Osman Deymî Mısrî, Mahmûd bin Hasan bin Ali Bezûrî ve başkalarından ilim öğrendi. Tasavvuf yolunu, Seyyid Ali bin Meymûn Magribîden öğrendi.
Alvân Hamevî, 1518 senesi Şevvâl ayında, Mekke-i mükerremede Temîm Medresesinde Şeyh Tâcüddînden ilim ve edeb öğrenip, icâzet aldı. Âlimler onu methettiler. Bu mübarek zat, ilim ile amelin berâberce yapılmasını bildirir, amelsiz ilmin insanlara yük olacağını anlatırdı. Çok kimse ondan ve eserlerinden istifâde etti. Alvân Hamevî, Şeyh Zeynüddîn bin Şemmaın hadîs-i şerîf derslerinde de bulundu ve üstün bir dereceye yükseldi.
Alvân Hamevî, Şam civârında yetişen evliyânın büyüklerinden ilim, amel ve irşâd, insanlara doğru yolu gösterme bakımından zamânının en meşhurlarından oldu. Çok kerâmetleri görüldü. Bu kerâmetleri oğlu Muhammed Şemsüddîn, Tuhfet-ül-Habîb adlı kitâbında yazıp istifâdeye sundu...


Hırsızlar tövbe etti...
Bir gün hırsızlar gece karanlığında Alvân Hamevînin bulunduğu dergâha girdiler. O mübareği namaz kılar halde buldular. Etrâfında göz kamaştıran bir nûr parlıyordu. Ortalıkta kandil ve lâmba gibi bir aydınlatıcı yoktu. Bunu gören hırsızlar, yanlış bir iş yaptıklarını anlayıp tövbe ettiler...
Alvân Hamevî ölüm hastalığına tutulmazdan önce vefât edeceğini, sonra talebeleri ile bir kısım insanların yapacakları işleri haber verdi. Zamânı gelince dediği ortaya çıktı. Vefâtından az önce de teyemmüm etti. Sonra namaza başladı. Fâtiha-i şerîfeyi okurken; İyyâke nabüdü ve iyyâke-nesteîn âyet-i kerîmesini okurken vefât etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hat üstâdı Hamid Aytaç</label>

Hattat Hamid Aytaç, 1893te Diyarbakırda doğmuştur. Hattat Amidî yani Diyarbakırlı Seyyid Adem Efendi torunlarından Zülfikar Ağanın oğludur. İlk öğrenimini sibyan mektebinde Diyarbakır mebusu hoca Mustafa Akif Efendiden yapmıştır. Yazı aşkı da bu hocanın eğitiminden doğmuştur. Rüşdiye mektebinde Hoca Vahid Efendiden rika ve jandarma kolağalarından (ön yüzbaşı) Ahmed Hilmi Efendiden sülüs yazıyı öğrenmiştir. Ayrıca Kavas-ı Sagîr imamı Said Efendiden ve akrabasından hüsn-i hat hocası Abdüs-selam efendilerden de öğrenimini sürdürmüştür... Hattat Hamid Yazı EviÖnce Harb Okulu matbaası hattatlığına, sonra da Erkân-ı Harbiye Serhattatı (hattatların başı) hocası Mehmed Nazif Efendinin ölümü üzerine bu matbaaya geçmiştir. Bu görevi yedi yıl sürmüştür. Bu görevi sırasında l. Dünya Savaşına rastlayan yıllarda Yıldırım Orduları Grubu emrinde Almanyada Berlinde Harita Dairesinde bir yıl çalışmış, sonra İstanbula dönmüştür. Mütarekeden sonra istifa etmiş ve Hattat Hamid Yazı Evi diye bir iş yeri açarak o tarihten sonra hep serbest çalışmıştır.
Hattat Hamid Bey Türk matbaacılığına çinkografi, çelik üzerine resim ve yazı hakketme yani gravür, kabartma ve lüks baskı tekniğini de ilk getirenlerdendir. İstanbulda en yeni camilerden olan Şişli Camiinin eşsiz yazıları ile birçok evlerde, salonlarda ve iş yerlerinde Mısır ve Irakta, hatta dünyanın her yerinde onun binlerce nefis yazısı vardır...
Uzun ve verimli bir ömür süren üstad Hamid Bey, çok öğrenci yetiştirmiş, hat sanatımızda celî sülüs, sülüs, nesih ve talîkte zirvedeki yüce bir hattattır.


Artık rahat ölebilirim
Hattat Hamid Bey artık son günlerini yaşadığını fark etmiş ve hattan ayrı düşmek istemediği için ölümden tedirginlik duymaktadır. Bu ruh haliyle bir gece rüyasında genç yaşta vefat eden talebesi Hattat Halim (Özyazıcı) Efendiyi görür. Halim Efendi yemyeşil bahçeler içinde habire yazmaktadır. Tıpkı hayatında olduğu gibi hızlı hızlı yazmakta her yan yazıyla dolmuş durumdadır. Halim Efendi; Hocam kabrimde de habire yazıyorum der.
Ertesi gün Hattat Hamid, neşeli bir vaziyette öğrencilerine rüyasını anlatır ve Çocuklar artık rahatça ölebilirim der.
Hattat Hamid Bey 18 Mayıs 1982de vefat etmiş, vasiyeti üzerine Karacaahmet Mezarlığında Şeyhül-hattâtîn Şeyh Hamdullahın yakınında bir yerde toprağa verilmiştir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hârûn Reşîdin kâtibi Bilâl-i Maribî</label>

Bilâl-i Maribî, Halîfe Hârûn Reşîdin kâtibi idi. Bu görevde iken, sara hastalığına yakalandı. Sık sık düşüp bayılıyordu. Bu hâl ile uzun zaman dolaştı. Şeyh Muhammed Dîneverî Bağdâta geldiğinde bir gün yolda kendinden geçmiş hâlde olan Bilâl Maribîyi gördü. Hemen paramağını ağzına götürdü ve ıslattığı parmağını ilâç niyetiyle Bilâl-i Maribînin ağzına sürünce, ayılıp iyileşti. Bilâl-i Maribî talebeliğe kabûl edilmesi için Muhammed Dîneverîye yalvardı. Talebeliğe kabûl edilince, Vâdı-ül-Kurâya gidip yerleşti. Hizmetten hiç ayrılmadıBilâl-i Maribî, o günden sonra hocasının hizmetinden bir an olsun ayrılmadı. Yetişip, kemâle geldikten sonra, hocası onu, insanlara doğru yolu göstermesi için memleketine gönderdi...
Bir gün Bilâl-i Maribî, Trablusgarba gitmek için bir gemiye bindi. Bir ara fırtına çıktı ve gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Yolcular boğulma korkusu ve heyecânı içinde ağlamaya başladılar. Bilâl-i Maribî denize atlayıp, yürüyerek sâhile çıktı. Gemideki yolcular; Sultânım, bize de bir çâre bul! diye seslendiler. Bunun üzerine onlara; İçinizden Allahü teâlâdan gayri her şeyi çıkarıp onun yerine Allah sevgisini koyanlar yanıma gelsin! dedi. Bu izinden sonra birkaç kişi denize atlayıp, su üzerinde yürüyerek kıyıya ulaştı. Daha sonra Bilâl-i Maribî, fırtınanın durması için Allahü teâlâya duâ etti. O anda fırtına dindi ve gemidekiler selâmete kavuştu. Yanına deniz üzerinde yürüyerek gelenler talebesi olmakla şereflendiler.


Şiddetli yağmur yağacak!..
Bilâl-i Maribî vefâtı sırasında dostlarına vasiyetini bildirdikten sonra; Ben vefât ettiğimde, siz cenâzemi kabre götürürken, şiddetli bir yağmur yağacak ve sizleri rahatsız edip, inletecektir. O zaman cenâzemi yere koyup yüzümü açın. Allahü teâlânın inâyetiyle, yağmur hemen kesilecek ve siz râhat bulacaksınız dedi.
Vefâtından sonra cenâze namazı kılınıp, tabutu kabire götürülürken, şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Cenâzeyi taşıyanlar yürüyemez hâle geldi. İçlerinden bâzıları defin işini tehir etmeyi bile teklif ettiler. O anda Bilâl-i Maribînin vasiyeti akıllarına geldi, hemen tabutu yere koyup, yüzünü açtılar. Yüzü görünür görünmez, Allahü teâlânın izniyle yağmur dindi. Sular çekildi ve güneş bütün parlaklığı ile göründü. Cemâat de cenâzeyi önceden hazırladıkları kabre defnetti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeytana secde eden âbid: Bersesisa</label>

İsrailoğullarından Âbid Bersesisa, halk arasında sevilen ve sayılan bir kimse idi. Şeytan onu saptırmanın yollarını arıyordu. İblis, bir gün bütün avanesini topladı ve sordu:-Bu âbidi kim yoldan çıkarabilir? O sizi artık aciz bıraktı!
Şeytanlardan bir ifrit dedi ki:
-Onu ben fitneye düşürebilirim!
Bunun üzerine İblis:
-Haydi hemen işe başla, dedi. O ifrit şeytan yola çıktı. İsrailoğulları hükümdarlarından birinin konağına girdi. Sultanın güzel bir kızı vardı. O kızı çıldırttı. Tabibler çaresiz kaldılar. Günün birinde o ifrit, insan süretinde geldi. Onlara şöyle dedi:
-Eğer o kızın iyileşmesini istiyorsanız, Âbid Bersesisaya götürün. Ona duâ eder, böylece iyileşir...
Alıp Bersesisaya götürdüler. Gerçekten genç kız hastalığından kurtuldu. Dönüp geldiler. Ancak bir süre sonra kız yine hastalandı. Bu defa insan kılığındaki ifrit onlara şöyle dedi:
-Eğer onun tamamen iyileşmesini istiyorsanız, bırakın Bersesisanın yanında birkaç gün kalsın!
Kızı, Bersesisanın yanına bırakıp döndüler...
Bersesisa bir gün yemeğe oturduğu sırada, ifrit kızın cinnetini tazeledi. Her yanını açtırttı; ama Bersesisa ondan yüz çevirdi. Bu iş böylece uzayıp gitti... Ancak, günün birinde Âbid Bersesisa onun vücuduna baktı. Dayanamadı ve onunla zina etti.
Bunun üzerine ifrit ona geldi; şöyle dedi:
-Sen, bu yaptığın işten ötürü sultanın cezasından kurtulamayacaksın. Onu öldürmeli ve ibadethanene gömmelisin. Onu, sana sordukları zaman da Eceli geldi, öldü! dersin.
Bersesisa, kızı öldürdü ve gömdü. Gelip kızlarını sordukları zaman, onlara kızın öldüğünü haber verince, inandılar, dönüp gittiler.
Bu arada ifrit onlara geldi ve şöyle dedi:
-Bersesisa onunla zina etti. Duyulacağından korkunca da öldürdü!


İmanını kurtaramadı!..
Bunun üzerine sultan adamları ile rahibin yanına geldi. Kızın mezarını açtılar, boğazlanmış olduğunu gördüler. Âbidi yakalayıp idam yerine götürdüler. Bersesisa asılacağı sırada, ifrit geldi ve şöyle dedi:
-Sana bunları ben yaptım. Onu başkasının boğazladığını haber verip seni kurtaracağım. Onlar benim bu sözüme inanırlar. Eğer bana secde edersen bunu yaparım. Bersesisa:
-Bu haldeyken sana nasıl secde edeyim? deyince, ifrit şöyle dedi:
-Başınla bana imalı secde et, ona da razıyım!
Âbid Bersesisa, böylece şeytana secde etti ve imansız gitti...
Allahü teala sonumuzu hayreylesin!..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cepheden cepheye... Abdülezel Paşa</label>

Abdülezel Paşa, askerlik mesleğine âşık bir insandı. Çok gayretli ve çalışkan olduğu için; otuz yaşlarında subaylığa geçirildi. 1853-56 Kırım Harbinde, baştan sona bulundu. 1868 Girit İsyanının bastırılmasında görev aldı. 1872de Sırbistan ayaklanmalarının bastırılmasında dillere destan kahramanlıklar gösterdi. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbinde, Plevne Muharebelerindeki hizmetlerinden dolayı, Tuğgeneralliğe yükseltildi. Zalimler korkak olur!..
Abdülezel Paşa, son muharebesi olan 1897, Yunan Harbinde büyük yararlıklar gösterdi. Tugay komutanı olduğu halde, cephenin en ön saflarında çarpışmaya katılıyordu. Türk birliği bastırdıkça, Zalim Yunan dayanamıyordu. Yer yer çekilmeye çalışıyordu. Top gülleleri yakınlarına kadar düşmeye başlamıştı. İşte tam bu sırada Paşa, Tugay personeline bir konuşma yaptı. Paşa şöyle diyordu:
Askerlerim, yiğitlerim, bize, namusumuza göz diken düşmana haddini bildirmenin şimdi zamanıdır. Bilirsiniz ki zalimler ve hainler korkak olur. Biz üzerlerine yürüyünce kaçacaklardır. Şu gördüğünüz, Papaliva, Tırpan ve Misvaki tepelerinin zaptı, bizim için çok mühimdir. Siz Milona Geçidi gibi zor bir engeli aştınız. Bu tepeler size dayanamaz. Cenab-ı Hakkın yardımı ile hain düşmanı yenip, sancağı oraya dikmenizi istiyorum. Türkün ve Osmanlının şanını yüceltme zamanıdır. Ben de sizinle beraber en önde savaşacağım. Sizden son arzum budur ki, eğer bu tepe alınmadan şehid olursam, benim cesedimi şehid olduğum yerde defnetmeyin. Bu tepeyi mutlaka ele geçirin ve benim için o tepe üzerinde bir kabir kazıp oraya defnedin. Sizin dağları aşan hücumlarınıza, böyle tepeler dayanamaz. Allahın yardımı Peygamberimizin imdadı bizimledir. Haydi aslanlarım Allah utandırmasın!..




Yunan askeri kaçıyordu!..
Bu konuşma ile artık asker zaptedilemez şekilde coşku seline kapılmıştır. Şiddetli bir akın başladı. Yunan askeri kaçıyordu. Atı üstündeki Abdülezel Paşa tam alnına, bir kurşun isabeti ile vuruldu. Atından aşağıya yuvarlanarak mertebelerin en yücesine kavuştu. Vasiyet ettiği tepe henüz düşmemişti. Askerler gözyaşı ile bu vaziyeti yerine getirmeye can atıyordu. Nihayet beklenen oldu ve Pürnatepe, Türk kuvvetlerinin eline geçti. Paşalarını büyük bir saygı ve itina ile tepeye defnettiler..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerem sâhibi olan Allaha kavuştum!..</label>

Ebû Ali Dekkâk hazretleri, ilmi âlimden öğrenmeyi teşvik ederdi. Bir gün buyurdu ki: Kendiliğinden yetişen ağaç, yaprak verir. Fakat meyve vermez. Verse de tatsız olur. İnsan da böyledir. Hocası olmayan kimseden hiçbir şey hâsıl olmaz. Ben söylediklerimi kendiliğimden söylemiyorum. Bu anlattıklarımı hocam Nasrabâdîden öğrendim. O, Şiblîden, o da Cüneyd-i Bağdâdîden öğrendi. Bizim büyüklerimize olan hürmet ve tâzimimiz o kadar fazlaydı ki, hocamın huzûruna gideceğim zaman, mutlaka gusül abdesti alıp, ondan sonra giderdim. Hakîkî tövbe üç kısımdır!Bu mübarek zat tövbe hakkında şöyle buyurdu:
Hakîkî tövbe; tövbe, inâbe ve evbe olmak üzere üç kısımdır. Cehennemde azâb görmek korkusu ile, günâha pişman olmak tövbedir. Cennet nîmetlerine kavuşmak ümidi ile günaha pişman olmak inâbedir. Bunlarla alâkalı olmaksızın, tövbe etmek, Allahü teâlânın emri olduğu için, emre uyarak günaha pişman olmak ise evbedir...
Evliyanın büyüklerinden olan Ebû Amr-ı Bikendî hazretleri bir mahalleden geçiyordu. Mahalle halkı, gencin birisini tutmuşlar, kendilerini rahatsız ediyor diye mahalleden dışarı atmaya çalışıyorlardı. Gencin annesi olduğu anlaşılan bir kadın ise ağlıyordu. Ebû Amr-ı Bikendî hazretleri, kadıncağıza acıdığı için mahalle halkına ricâda bulunup, kendi hatırı için, bir defâya mahsus olmak üzere genci affetmelerini tekrar rahatsız etmesi hâlinde, hemen çıkarmalarını istedi.
Ebû Amr-ı Bikendî hazretlerinin hatırı için, halk genci serbest bıraktı. Bir zaman sonra, Ebû Amr-ı Bikendî hazretleri yine o yerden geçerken, o kadının yine ağladığını gördü. Sebebini sorunca, gencin vefât ettiğini öğrendi. Peki, hâlinde düzelme olmuş muydu? diye sordu. Kadın şöyle anlattı:




Anneciğim! Benim için üzülme!
-Vefâtı yaklaştığında beni yanına çağırdı ve; Öldüğüm zaman, ölüm haberimi kimseye duyurma. Onları rahatsız etmiştim. Cenâzeme gelmedikleri gibi, beddua da ederler. Ben yaptıklarıma pişman oldum. Çok gözyaşı döktüm. İnşâallah Rabbim beni affeder. Sen de benim için Allahü teâlâya duâ et. Beni defnederken, senden başka kimse bulunmasın. Defin işi bittikten sonra da, beni affetmesi ve hesâbımın kolay geçmesi için Allahü teâlâya duâ et. Zîrâ, ana duâsı kabûl olunur dedi ve biraz sonra vefât etti. Ben vasiyetini aynen yerine getirdim. Kabrin başından ayrılacağım sırada, kabirden oğlumun sesini işittim. Anneciğim! Eve dönebilirsin. Rahat ol. Benim için üzülme. Artık ben, kerem sâhibi olan Allahü teâlâya kavuştum diyordu.
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri