Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük fıkıh âlimi Abdullah-ı Ensârî</label>

Abdullah-ı Ensârî, evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerindendir. İsmi Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevîdir. Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi; İstanbulda medfun bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârîye dayanır. Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır. 1005 (H.396)te Heratta doğdu. 1088 (H.481) senesinde Heratta vefât etti. Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir... Bidatlerin kötülüğünü anlattı...Abdullah-ı Ensârî, hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi. Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir. Ayrıca tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi. Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi. Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi. Hiçbiri bidat sâhibi değildi. Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârîden öğrendi. Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebül-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrenip kemâle erdi.
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları, yasakladıklarından sakınmaları için gayret eden Abdullah-ı Ensârî, ömrünü insanların saâdete kavuşmaları, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı. Dünyâya düşkünlük göstermedi.
Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi. Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek bir velî idi. Kerâmetleri pek çoktur. Vaazlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve bidatlerin kötülüğünü anlatırdı.


Asıl vatanına kavuşuyorsun!
Abdullah-ı Ensârî hazretleri, vefat edeceği zaman yanındakilere buyurdu ki:
-Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıymetli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük bayrama vâsıl oluyorsun. Bu cihan bir konaktır. Bu konak müminin zindanıdır. Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir. Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır. Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur der. O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hat üstâdı Hâfız Osman</label>

Hâfız Osman Efendi, Osmanlı Devletinde yetişen âlim, velî ve büyük hattatlardandır. 1642 (H.1052) senesinde İstanbulda doğdu. Zamânının hat üstâdı olması sebebiyle, ilmî yönden çok hattatlığı ile meşhûr oldu. Osmanlı Devletinin en meşhûr hattâdı Şeyh Hamdullah Efendiden yüz sene sonra gelip, onun gibi yeni bir çığır açtığı için; Şeyh-i sânî (İkinci şeyh) nâmıyla anıldı... Genç yaşta icâzet aldıOsman Efendi, küçük yaşta, Allahü teâlânın yüce kitabı Kurân-ı kerîmi ezberledi ve Hâfız Osman nâmıyla anılmaya başlandı. Suyolcuzade Eyyubi Mustafa Efendiden, aklâm-ı sitte adı verilen; sülüs, nesih, muhakkak, reyhânî, tevkî ve rika adındaki altı çeşit yazı şeklini öğrendiğine dâir icâzet aldı. Bu sırada on sekiz yaşındaydı. 1659 (H.1070) senesinde Şeyh Hamdullahın yazı stilini zamânında en iyi bilen hattat Nefeszâde İsmâil Efendiye talebe oldu. Yeniden Elif-beden başladı. Şeyh Hamdullahın yazı üslûbunun bütün inceliklerine vâkıf oldu...
Sünbül Efendi dergâhı şeyhlerinden Seyyid Alâeddîn Efendiden aldığı ilim ve feyzle, kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye eden Hâfız Osman Efendi, ilim ve ibâdette zühd ve takvâda çok ilerlemişti...
Zamânında hattan bahsedilen her yerde Hâfız Osman akla gelirdi. Devrin pâdişâhı Sultan İkinci Mustafa Hana hat dersleri verdi. Hâfız Osman Efendi yazı yazarken, pâdişâh, hokkasını tutardı. Sultan Üçüncü Ahmed Han da, hat dersi verdiği talebeleri arasındaydı.
Hâfız Osman Efendi, 1698 (H.1110) senesinde İstanbulda vefât edip, müdâvimi olduğu Kocamustafapaşadaki Sünbül Efendi Dergâhı bahçesinde defnedildi.


Son dersini verdi ve...
Vefât etmeden önce, en son dersini Yedikuleli Emîr Efendiye verdi. Emîr Efendinin İmâm-ı Zeynelâbidîn hazretlerinin bir şiirinden; Ve eykane ennehû yevm-el-firâk (O, onun ayrılık günü olduğunu katî olarak bildi) mısraı üzerindeki hat çalışmasını tashîh edip, düzeltti. İki saat sonra vefât eyledi.
Sünbül Efendi Dergâhı bahçesinde defnine müteâkib imâm efendi telkîn vermek için kalkınca, orada bulunan zamânın evliyâsından Sipâhi Mehmed Dede, hemen müdâhale edip; Hacı Efendi, zahmet çekme! Merhûmun işi çoktan tamam oldu. Rûhu illiyyîne yükseldi. Hak teâlâ şefâatini müyesser eyleye! dedi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Taşköprülüzade Ahmed Efendi</label>

Taşköprülüzade Ahmed Efendi, Osmanlı âlimlerinin büyüklerindendir. Kendi asrının bir tanesi idi. 1495 (H.901) senesinde Bursada dünyaya geldi. İlk tahsilini babasından aldıktan sonra Bursada, o zamanın büyük medreselerine devam etti. İlk önce Arabi ilimlerini öğrendi. Daha sonra mantık, akaid, kelam okudu. Haşiye-i Tecrid ve Mevakıf Şerhini büyük âlimlerden bizzat öğrendi. Sonra hadis ilmine başladı... Mezun olduktan sonra...Taşköprülüzade Ahmed Efendi, Medreseden mezun olduktan sonra Dimetoka Medresesine müderris oldu. Daha sonra İstanbulda, Üsküpte, tekrar İstanbulda, Edirnede çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Bursa kadılığına tayin edildi. Buradan İstanbul kadılığına getirildi. 1554 senesinde gözleri zayıfladığı ve kitap yazmaktan halsiz düştüğü için emekliye ayrıldı.
Taşköprülüzâde; Kanuni Sultan Süleyman devri ulemasından olduğu halde, Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren her padişahın dönemini bir tabaka olarak ele alarak, Osmanlı uleması ve eserleri ile ilgili ulaşıp kaydedebildiği bütün bilgileri derlemeyi başarmıştır. Yazdığı Şakayık-ı Numâniyye, Miftâh-üs-Seâde gibi eserler, Osmanlı devrinin en büyük ilmi kitapları sayılmaktadır...


Vefat edeceğini anlayınca...
Taşköprülüzade Ahmed Efendi, 1561 (H.968) senesinde İstanbuldaki evinde hastalandı. Vefat edeceğini anlayınca, evlatlarını yanına çağırdı ve onların yanında duaya başladı;
Âlemlerin Rabbine hamd ve Onun Resûlüne ve âline ve eshabına salât ve selam olsun. Müctehid din imamlarımıza, tefsir ve hadis âlimlerimize, zahidlere, evliya-i kirama, ulema-i amiline, ağniya-i şakirine, fukara-i sabirine kıyamete kadar iyilikler ve hayırlar dilerim...
Yâ Rabbi! İslam dini ve Ehl-i Sünnet üzere yaşadığımı ve bidatlerden sakındığımı sen biliyorsun...
Yüce Rabbim, evladım ve akrabam, üzerlerinde bulunan hakkım olduğunu söyleyip, benden helallik isterler. Üzerlerinde bulunan haklarımı onlara helal ettim. Vesselamü alâ Seyyid-il-enâm ve Sâhib-il-Kiram dedikten sonra ruhunu teslim etti.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Fıkıh ve hadîs âlimi Takıyyüddîn Sübkî</label>

Takıyyüddîn Sübkî hazretleri, daha küçük yaşta, babasının yanından ayrılmadan âlim oldu. Bir ara, Kâhireye giden bu mübarek zat, ezberlediği Tenbîh ile diğer kitapları, oradaki meşhûr âlim İbn-i bint-il-Eaza ve diğer âlimlere okudu. Zamanın meşhur âlimlerinden fıkıh, hadîs, usûl, mantık, tefsîr, ferâiz, nahiv ilimlerini ve tasavvuf yolunu öğrendi... İlim ve vekâr sâhibiydi...Takıyyüddîn Sübkî, dînin emir ve yasaklarına uyan, tevâzu sâhibi, seçkin bir zât idi. İlim ve vekâr sâhibiydi. Fıkıh ve hadîs ilimlerini çok iyi bilir ve ders olarak okuturdu. Usûl ve Arabî ilimlerde derin âlimdi. Şamda kadılık yaptı. Verdiği hükümlerden herkes memnun olurdu. Dört mezhep içinde huccet, hepsinin müftîsi, hadîs âlimlerinin rehberi, kıymetli eserler sâhibi bir âlim idi.
Takıyyüddîn Sübkî, kıyısı olmayan bir deniz, kibir bulunmayan gönül sâhibi, ölçüye sığmayan geniş bir ufuktu. Bozuk îtikâd sâhiblerine karşı, Resûl-i ekremin ve Eshâb-ı kirâmın mübârek yolunu müdâfaa etti. Tevessül, istigâse ve Resûlullah efendimizin kabr-i şerîflerinin ziyâretini kabûl etmeyen İbn-i Teymiyyenin karşısına çıkarak, ona delîl ve vesîkalarla cevap verdi ve;
Heyhât! Mescid-i Nebî ziyâret edilir de, o mescidin sâhibi nasıl ziyâret edilmez? Zâten Resûlullah efendimiz olmasaydı, bu mescidin fazîleti bilinmezdi. Eğer Resûlullah efendimiz olmasaydı, o yer mukaddes olmazdı. Orada takvâ üzere yapılmış bir mescid bulunmazdı buyurdu.
Takıyyüddîn Sübkî hazretleri, oğluna şöyle nasîhat etti: Ey oğul! Vaktini boş yere geçirsen bile, seher vaktinde uyanık olup, ibâdet ve tâatle meşgûl olmayı kendine âdet edin. Seher vaktinde uyuyan kimseye yazık, çok yazık!..


Ben Mısırda vefât ederim
Takıyyüddîn Sübkî, 1354 (H.755) senesinde zâfiyete yakalandı. Vefât edinceye kadar bu hastalık devâm etti. Kendisi dâimâ;
Ben Mısırda vefât ederim derdi.
Mısıra gidince, orada birkaç gün hasta kaldı. 1355 (H.756) senesinde Kâhirenin dışında bir yerde vefât etti..
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir garip velî Şâh Haydar...</label>

İstanbulun büyük velîlerinden olan Muhammed Nasûhî Efendi, Halvetiyye yoluna mensuptur. Kastamonulu Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin torunlarındandır. 1718 (H.1130) senesinde İstanbulda vefât etti. Kabri Üsküdar, Doğancılarda Nasûhî Dergâhı bahçesindedir. Sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir... Bize gitmek göründü!..Nasûhî Efendi, bir ara üç gün müddetle sevenlerinden birinin dâveti üzerine hava değişikliği için Çamlıca civârındaki Bulgurluya gitti. Bulgurluya gelişlerinin ilk gecesi, gece yarısından sonra teheccüd namazını kıldıktan sonra yanında bulunanlara;
-Bize bugün Üsküdara gitmek göründü... Hizmeti yerine getirdikten sonra inşâallah yine geliriz. Arzu eden bizimle gelebilir, buyurdu.
Sabah namazını kıldıktan sonra Üsküdara gitmek üzere yola çıktı. Yolda karşısından derviş kıyâfetli biri geldi ve;
-Ben duâcınız da efendime (size) gidiyordum. Dergâhınıza vardım. Sizin Bulgurluda olduğunuzu söylediler. Çok şükür size burada kavuştum...
Gelişimin sebebi şudur ki; Üsküdarda Bülbülderesi denilen yerdeki bir mağarada, Şâh Haydar adında bir mübarek zât vardı. Bu zât kimsenin işine karışmayan, haram işlememek için insanlardan uzak yaşamaya gayret eden biriydi. Ömrünün sonuna doğru bana;


Bu gece vefât etti!..
Artık dünyâ hayâtım bitmek üzeredir. Vefât ettiğimde cenâzemi yıkamak, namazımı kılmak, kabre koymak ve telkînimi vermek üzere Nasûhî hazretlerinin vekil olmasını istirhâm ediyorum. Bu vasiyetimi unutma ve başkaları yapmak isterlerse mâni ol. Vefâtımı ve vasiyetimi ona bildirmene lüzum yok. Ona Allahü teâlâ bildirir buyurdu. Lâkin duâcınız işgüzârlık yapıp kendiliğimden geldim. Bu gecenin son üçte birinde vefât etti, dedi.
Nasûhî hazretlerinin yanında bulunan talebeleri, onun bir kerâmetini daha gördüler. Vefât eden zâtın dediği gibi oldu. Nasûhî hazretleri talebeleriyle birlikte Bülbülderesine geldi. Kabrini kazdırdı. Cenâzesini yıkadı. Namazını kılıp, kabre koydu ve telkînini verdi...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Yenilikçi Sultan Abdülmecid Han</label>

Abdülmecid Han, Osmanlı sultanlarının otuz birincisi ve İslam halifelerinin doksan altıncısıdır. Sultan İkinci Mahmud Hanın oğludur. Şehzadeliğinde iyi bir tahsil gördü. Avrupada yayınlanan neşriyatı yakından takip eden Abdülmecid Han, yenilik taraftarıydı. Babasının
1 Temmuz 1839da vefatı üzerine on yedi yaşında tahta çıktı.
Abdülmecid Hanın devlet idaresinde yeterli tecrübesi yoktu. Devlet adamı boşluğu vardı ve uzun yıllar devam eden savaşlar sonunda çok toprak kaybedilmişti. Tanzimat Fermanını yayınladı...
Sultan Abdülmecid Han, devleti bu zor durumdan kurtarmak için çareler aradı. Bu sırada Avrupadan yeni dönen Mustafa Reşid Paşa Sultana Avrupanın yardımını sağlamak gibi bir bahaneyle Gülhane Hatt-ı Hümayunu adı ile meşhur olan Tanzimat Fermanını yayınlatmaya muvaffak oldu.
Kutsal yerler meselesi ve Romanyanın işgali dolayısıyla Rusyaya savaş açan Osmanlı Devleti, batılı devletlerin yardımını temin etti. Böylece Rusya ile vuku bulan 1853-55 Kırım Harbi görünüşte parlak bir zaferle neticelendi. Ancak cephedeki zafer, içeride Osmanlı Devletine pek pahalıya mal oldu! Batılı devletler yaptıkları yardımların karşılığı olarak Osmanlı ülkesinde Hristiyanlara yeni haklar verilmesi için 1856 Islahat Fermanını yayınlattılar.
Abdülmecid Hanın genç yaşta tahta çıkışı ile saf ve temiz kalpli olması onun, saltanatının hemen başında büyük bir hata yapmasına sebep oldu. Bu hata, Osmanlı tarihinde korkunç bir dönüm noktası olmuş ve bu muhteşem devlette bir yok olma devrinin başlamasına yol açmıştır. Bu hata; azılı ve sinsi Türk ve İslam düşmanı olan İngilizlerin tatlı dillerine aldanarak, İskoç masonlarının yetiştirdikleri cahilleri iş başına getirmesidir.


Padişah verem olmuştu!..
Devletin başına gelen gaileler ve sinsi düşmanların tuzaklarına düşmesi neticesinde Sultan hastalandı. Hastalığı veremdi!.. 1861 Kurban Bayramını pek halsiz idrak etti. Bayram merasiminde (muayede) ayakta zor duruyordu. Herkese Son muayedemizdir ve vedadır dedi.
Saraya dönünce, komaya girdi. Yahya Efendi türbedarı meşhur Hacı Nuri Efendi getirildi. Kuran-ı kerim okundu ve Kelime-i şehadet telkin ederken ruhunu teslim etti. (25 Haziran 1861). Kabri, Yavuz Selim Camii bahçesindedir
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Hadîs ve fıkıh âlimi Cübeyr bin Nüfeyr</label>

Cübeyr bin Nüfeyr, Tâbiînin büyüklerindendir. Hadîs âlimi idi. Künyesi Ebû Abdurrahmân Hadramîdir. Doğum târihi bilinmemektedir. 699 (H. 80) senesinde vefât etti. Bâzı kaynaklar, Emevî Halîfesi Abdülmelik bin Mervan zamânında hayatta olduğunu kaydederler. Buna göre hicrî 80 târihinden daha sonra vefât ettiği de anlaşılmaktadır. Humus ve Şamda yaşamıştır. Fıkıh ilminde de âlim idi...Cübeyr bin Nüfeyr, Peygamber efendimiz hayatta iken henüz Müslüman olmamıştı. Hazret-i Ebû Bekirin halîfeliği sırasında Müslüman olmakla şereflendi. Eshâb-ı kirâmı görüp onlardan ilim öğrendi. Hazret-i Ebû Bekirden, hazret-i Ömerden, Ebû Zer Gıfârîden, Ebüdderdâdan, Muaz bin Cebel, Ubâde bin Sâmit, Avf bin Mâlik, Kab bin İyad, Sevbân, Abdullah bin Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer, Ukbe bin Âmir, Ebû Hüreyre, Enes bin Mâlik (radıyallahü anhüm) ve diğer Eshâb-ı kirâmdan hadîs-i şerîf dinleyip, rivâyet etmiştir. Kendisinden ise, oğlu Abdurrahmân bin Cübeyr, Hâlid bin Maden, Ebû Osman, Selîm bin Âmir ve diğer hadîs âlimleri, hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Bu mübarak zatın, Taberî tarafından fıkıh ilminde de âlim olduğu bildirilmiştir. Hadîs ilminde sika, (sağlam, güvenilir) bir âlim olduğu bildirilmiştir.
Cübeyr bin Nüfeyrin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, Sahîh-i Müslimde ve meşhur dört Sünen kitabında kayd edilmiştir.


Ben Rabbime dönüyorum
Cübeyr bin Nüfeyr, Muâz bin Cebelden rivâyetle Resûlullah efendimiz şöyle buyurdu:
Bir kimseyi severseniz onunla münâkaşa etmeyiniz, birbirinize kızmayınız ve zulmetmeyiniz ve ondan bir şey istemeyiniz. Belki onun bir düşmanına rastlarsınız da, o; sana onda olmayan bir şey söyler ve seninle o dostunun arası açılabilir.
Cübeyr bin Nüfeyr hazretlerinin pek çok hikmetli sözü vardır. Bir gün kendisine; Kibirler içerisinde en kötüsü hangisidir? diye sordular. Cevabında şöyle buyurdu: İbâdet edenlerin kibri.
Vefatı sırasında son olarak şunları söyledi:
Müminlerden yumuşacık ruh çıkaran, Mevlanın taat ve ibadetinde yüzen, hayır ve sevabda birbirleri ile yarışan, Allahın emri ile işleri tedvir eden melekler hakkı için, ben Rabbime dönüyorum.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Cemâl Halvetî" Çelebi Halîfe</label>

Amasyada doğan büyük velî Cemâl Halvetî, halk arasında Çelebi Halîfe diye meşhûr olmuştur. Dedelerinin memleketi olan Aksaraya nisbetle Aksarâyî, dedesi Cemâleddîn Aksarâyîye nisbetle Cemâlî denildi. Çelebi Halîfenin doğum târihi bilinmemektedir. 1493 (H. 899) senesinde hac yolculuğu esnâsında vefât etti. Kabri, Hisa veya Tebük korusu denilen, hacıların uğrak yeri olan bir yerdedir... Büyük zelzeleden sonra...
Sultan İkinci Bâyezîd Hanın pâdişâhlığı sırasında İstanbulda büyük bir zelzele olmuş, yüzlerce kişi ölmüş, vebâ salgını baş göstermişti...
Çelebi Halîfenin büyüklüğünü kabûl eden Sultan İkinci Bâyezîd Han onu sık sık ziyâret ederek, duâsını almaya çalışırdı. Ona ve talebelerine iltifât ve ihsânlarda bulunurdu. Hattâ ilim ve fazîleti ile duâsının kabûl olduğuna inandığı Çelebi Halîfeyi kırk talebesi ile birlikte Medîne-i münevvereye gönderdi. Onların yola çıkmasından hemen sonra İstanbuldaki vebâ salgını son buldu. Vebâ salgınının Allahü teâlânın izniyle âniden durması başta pâdişâh olmak üzere bütün devlet adamlarında ve halkta büyük sevince yol açtı.
Sultan İkinci Bâyezîd Han, Çelebi Halîfeye haber gönderip; Gitmenize lüzûm kalmamıştır. İsterseniz geri dönebilirsiniz dedi. Fakat gönlü mukaddes topraklara ulaşmak aşkıyla dolu olan Çelebî Halîfe; Mâdemki bu hayırlı yolculuğa niyet ettik. Hac vazîfemizi ifâ ile, iki cihânın efendisini ziyâret edip, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyenin selâmeti için duâ ve niyazda bulunalım. Allahü teâlânın sultanımıza hayırlı uzun ömürler ihsân etmesi için yalvaralım dedi.


Büyük âlimlerin sünneti...
Sultandan müsaade alarak yoluna devâm etti. Mekke-i mükerremeye varmadan Şamdan sonra dokuz konak mesâfede bulunan Hisa veya Tebük Korusu denilen yerde vefât etti. Yanındaki talebelerine son olarak şunları söyledi:
Ey oğul, bilmediğin şeyler hakkında bilenler gibi söz söylemekten kaçınmak bir nevi ilimdir ki, büyük âlimlerin sünnetidir.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Nüktedan velî Nasreddin Hoca</label>

Nasreddin Hoca, Eskişehirin Sivrihisar ilçesinin Hortu köyünde 1208 yılında doğdu. 1284 yılında Akşehirde öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi aynı köyden Sıdıka Hatundur... Önce Sivrihisarda medrese öğrenimi gören hoca, babasının ölümü üzerine Hortuya dönerek köy imamı oldu. 1237de Akşehire yerleşerek, Seyyid Mahmud Hayrani ve Seyyid Hacı İbrahimin derslerini dinledi, medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır... Kendine has bir yol tutmuştu...Nasreddin Hoca, ömrünü insanlara doğru yolu göstermeye hasreden, iyilikleri bildiren, doğruya sevk eden ve kötülüklerden sakındıran bir velî idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslub ile, gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Latifeleri hikmet ve ibret dolu birer darb-ı mesel gibidir. Bu bakımdan adına uydurulan edep dışı ve nükteden uzak birtakım fıkraların onunla ilgisi yoktur.
Yapılan ilmi çalışmalar, onun ilim ve edeb sahibi bir veli olması, söz konusu sıradan basit fıkraları söylemediğini açıkça göstermektedir. Ayrıca, Nasreddin Hocanın efsanevi bir kişi değil, on üçüncü asırda Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih bir mümin olduğu anlaşılmıştır. Çünkü onun nükteleri, bir insanın başından geçen gülünç hadiselerin ifadesi değil, görünüşte güldürücü aslında ince hikmetleri dile getiren, düşündürücü latifelerdir. Ayrıca Türk milletinin zekâ inceliğini, nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan bu nüktelerin belirli vasfı; Allahü tealanın emir ve yasaklarını bir latife üslubu ile bildirmesidir...


Bize bir vasiyetin var mıdır?
Nasreddin Hoca ömrünün sonunda hastalandı. Hastalık günden güne daha da ağırlaştı. Durumu haber alan sevenleri, dostları ziyarete koştular. Lakin onu çok fazla, sevmiş olduklarından, bir türlü kalkmasını bilemezler. Ama bu hal hocanın pek de hoşuna gitmez, lakin üzüldüğünü yine de belli etmez. Nihayet geç vakitte kalkarlar. Utanıp sıkılarak hocaya şöyle derler:
-Hocam, Hak teala uzun ömürler versin. Olur ya, bir emr-i Hak vaki olursa, bize bir vasiyetin var mıdır?
Hoca merhum, evet, var der: Hasta ziyaretine gittiğiniz zaman yanında pek fazla oturmayın!

]
besmel.gif


besmel.gif
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Çanakkale kahramanı Yüzbaşı Kemal Bey</label>

Savaş yıllarındayız... Bir Kurmay Yüzbaşı olan Kemal Bey, Çanakkale cephesinde ağır yaralanmıştır... Doktorlar

derhal ameliyat edilmesini isterler. Kemal Bey, askerlerinin kollarında ameliyat mahalline götürülürken kendine


gelir ve hemen şu emri verir:
-Beni hemen tümen karargâhına götürünüz!
O sırada karargâh çadırında şiddetli bir tartışma yaşanıyordu. Yüzbaşı Kemal Bey çadıra getirildiği sedye içerisinde


âdeta yaralarının acısını unutmuş, bu şiddetli tartışmanın sonucuna kulak kesilmişti... Aman geri çekilmeyin!
Derken subaylardan biri ilk hattaki siperlerin boşaltılmasını teklif etti. Bu teklif çadırda yankılanır yankılanmaz


yaralarından oluk gibi kan akan ve bunun tesiriyle yüzü gözü sararmış ve solmuş olan ve adım adım ölüme yaklaşan


Kemal Bey başını sedyeden kaldırdı ve şöyle haykırdı:
-Aman geri çekilmeyin!
Tartışma devam ediyordu. Yanında bulunan neferlerden birine;
-Bir ezan okur musun, dedi.
Kemal Beyin bu emri üzerine asker yüksek sesle ezan okumaya başladı. O anda çadırın içindeki hava daha bir


ulvileşiyor ve çadırdakilerin gözlerinin kenarlarında damlacıklar birikiyordu. Arkadaşlarına döndü ve;
-Bu ezanların susmasını ister misiniz? Ey aziz kardeşlerim, diye sordu.
-Hayır elbette hayır, diye cevap verilince;
-Öyleyse hazırlanın ve sakın cepheyi geriye çekmeyin, dedi.
Karargâh çadırında karar verilmişti. Hiçbir siperde geri çekilme harekâtına girişilmeyecek, eldeki topraklar son


askerimize kadar savunulacaktı. Yüzbaşı Kemal Bey, bu karar sonrasında başını huzur içinde yeniden sedyesine


indirdi. Az önce vatan müdafaası ve buraları düşmana kaptırma endişesi ile iri iri açılan gözler şimdi yeniden


kapanmıştı. Çevresindeki askerler telaşla sedyeyi sırtlandılar ve sargı yerine doğru yollandılar...


Salihler arasına dahil eyle
Yüzbaşı Kemal Bey çok kan kaybetmişti. Her geçen saniye sanki bu dünyadan biraz daha kopuyordu. Soğanlı Derenin


üstünden Behramlı köyüne gelmişlerdi ki Kemal Bey işaretle bir yudum su istedi. Az önce ezan ve vatan sevgisiyle


haykıran bu mübarek dudaklardan şimdi son sözler dökülüyordu;
Ey Rabbim beni Müslüman olarak öldür ve salih insanların arasına dahil eyle...
Bunları söyledikten sonra ruhunu teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Büyük mutasavvıf Câfer-i Huldî</label>

Büyük velî Câfer-i Huldî hazretleri, 867 (H.253) senesinde Bağdâtta doğdu. 959 (H.348)de aynı yerde vefât etti. Kabri Şünûziyyede, Sırrî-yi Sekatî ve Cüneyd-i Bağdâdînin kabirlerinin yanındadır. Cüneyd-i Bağdâdînin talebelerinin en büyüklerindendir. Bu mübarek zat, haram ve şüpheli şeylerden çok sakınır, dünyâya meyletmezdi. Hasır dokuyarak geçimini temin ederdi. Tasavvuf büyükleri arasında zamânın en önde gelenlerinden (en büyüklerinden) olup, kerâmetler ve fazîletler sâhibi, emîn, sâdık ve sika, güvenilir bir zât idi. Tasavvufun inceliklerine vâkıftı
Câfer-i Huldî hazretleri, tasavvufun inceliklerini ve bu yolun büyüklerinin hayat ve menkıbelerini çok iyi bilirdi. Bu yolun büyüklerinden birçoğunu hâfızasında tutar; Yanımda, tasavvufu ve tasavvuf büyüklerini anlatan yüz otuz tane kitap var buyururdu.
Diğer bütün ilimlerde de söz sâhibi olan Câfer-i Huldî hazretleri, ince hakîkatlere vâkıf idi. Çok ibâdet ederdi. Altmış defâ hacca gittiği rivâyet edilmektedir.
Câfer-i Huldî hazretleri, hâlini gizler, husûsî hâllerini, başkalarına nisbet ederek, menkıbe şeklinde herhangi bir zâtın başından geçmiş bir hâdise gibi anlatırdı. Bir gün şöyle anlattı: Evliyâdan birisi Harem-i şerîfte bulunuyordu. Bir ara çok acıktı. Hicr-i İsmâil denilen yere gelip duâ etti. Allahü teâlânın bir ihsânı olarak, o anda, yemek hazır oldu. O yemeği yeyip, Allahü teâlâya şükretti... Bu birisi diye, menkıbe gibi anlattığı hâdise, aslında kendi başından geçmişti. O ise kendini gizliyordu.


Lüzumlu ilimleri öğren!
Bu mübarek zatın hikmetli sözleri pek çoktur. Bir gün şöyle buyurdu:
Kendine lâzım olan ilimleri öğrenmeli ve bu ilimlerle amel etmeyi de ihmal etmemelidir.
Câfer-i Huldî hazretleri, 959 (H.348) senesinde Bağdadda vefat etti. Sırrî Sekati ve Cüneyd-i Bağdadinin yanına defnedildi. Vefatından önce hocası Cüneyd-i Bağdadinin şu sözünü tekrar etti:
Bir kimse ibadetleri ihlas ile yaparsa, Allahü teâlâ o kimseye, boş hallerden, lüzumsuz heveslerden halas olmak nimetini, rahatını ihsan eder.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bizanslı General Yorgi'nin imânı!</label>

Halid bin Velid kumandasındaki Müslümanlar, güçlü bir Hristiyan merkezi olan Şamı kuşatmışlardır... Aylar süren kuşatmadan bir netice alınamayınca Halid bin Velid saldırıları seyrekleştirir, havayı soğutmaya bakar. O günlerde Patriğin bir oğlu olur ve büyük şenlik yaparlar. Papazlar Şamın elden çıkmasını hazmedemez, Diyar-ı Ruma (Anadoluya) geçer, kapı kapı dolanırlar. Tam 240 bin asker ve gönüllüyle Yermükte toplanırlar...
Vaziyet gerçekten vahimdir! Halid bin Velid bugüne kadar komuta ettiği en büyük ordunun önüne geçer lakin yine de 6 Hristiyana bir Müslüman düşer. Sayı dengesini kuramadıklarına göre yapılacak tek şey vardır, daha iyi savaşmalıdırlar... Bunlar fevkalbeşer olmalılar!
Muharebe öncesi Rumlar bir bedeviyi İslam ordusu içine sokarlar. Geri dönen casus Bunlar, gündüz talim yapıyor, geceleri ibadet ediyorlar. Uykudan filan haberleri yok, fevkalbeşer olmalılar der...
Saflar dizilirken Bizans ordusunun komutanlarından General Corce (Yorgi) öne çıkar, Halid bin Velidin yanına yaklaşıp sorar:
-Ey Halid! Allahın, Peygamberinize bir kılıç indirdiği, onun da bu kılıcı sana verdiği doğru mu?
-Hayır öyle bir kılıç yok.
-Peki bu Seyfullah (Allahın kılıcı) adı nereden geliyor?
-Bu bir lakaptır o kadar; ama şu var ki Allahın resulü bize dua buyurdular.
-Peki sizin Peygamberiniz insanları neye davet ediyor?
Hazret-i Halid ona kısaca Efendimizi ve tebliğ ettiği dini anlatır. General çok hislenir ve öyleyse der, benim de sizin saflarınızda bulunmam gerekiyor! Bunlar onun son sözleri olur.
General bir çadırda gusledip iki rekat namaz kılar ve ak sarıkla meydana çıkar. Hâlid bin Velid ordusunu biner biner ayırır, her bölüğe bir kumandan tâyin edip onları yetkilerle donatır...

Şehadet şerbetini içer...
Çarpışma o kadar sert ve kanlıdır ki öğle ve ikindi namazlarını îmâ ile kılarlar. Bu arada Bizanslılar Yorgiye çok kızar, hakaretler ederek üstüne çullanırlar. Nitekim onu sıkıştırmaya muvaffak olur ve hiç acımazlar!..
Kısmete bakın... Böyle bir orduda şehadete kavuşmak herkese nasip olmaz.
Halid bin Velid 240 bin kişiyi karşısına almaz, usta manevralarla merkeze yüklenip komuta kademesini dağıtmaya bakar. Düzensiz kalabalıklar ipi kopmuş gerdanlık gibi dağılırlar. Bu savaşta 100 binden ziyade Haçlı öldürülür, 3 bin Müslüman şehadet şerbetini yudumlar...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri