Foruma hoşgeldin 👋, Ziyaretçi

Forum içeriğine ve tüm hizmetlerimize erişim sağlamak için foruma kayıt olmalı ya da giriş yapmalısınız. Foruma üye olmak tamamen ücretsizdir.

Meşhurların Son Sözlerinden

Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Ebül-Abbâs ve ihlaslı bir hanım</label>

Ebül-Abbâs Dîneverî büyük velîlerdendir. 951 (H.340) senesinde Semerkandda vefât etti. Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmuş ve muhabbet deryâsına gark olmuştu. Her türlü ilimde üstâd, fazîletler sâhibi, gâyet fasîh, güzel ve düzgün konuşan, hikmetli sözler söyleyen, İslâmiyete son derece bağlı mübârek bir zât idi. O, zamânındaki câhil kimselerden sakınır, ilimden haberi olmayan câhil tarîkatçılardan da son derece müşteki idi. Onların yaptıkları şeylerin din ile bir ilgisi olmadığını, şu sözleriyle beyân etmiştir: Evliyânın yolu bu mudur?Bu kimseler tasavvuf yolunu değiştirdiler, büyüklerin doğru yolunu bozdular. Kendilerine göre bâzı isimler uydurup, bunlara da yanlış mânâlar vererek tasavvufun asıl mânâsını bozdular. Meselâ: Tamah kelimesine ziyâde, edepsizliğe ihlâs, boş arzular peşinde koşmaya selâmet, kötü (kerih) işlerle meşgûl olmaya lezzet, dünyâya dalmaya vuslat ismini verdiler. Allahü teâlânın râzı olduğu yoldan ayrılıp, sapık yollara dalmak, onlara göre şenliktir. Kötü huylar, onlar için kuvvettir. Evliyânın yolu bu mudur? Halbuki bu büyüklerin yolu; edepli olmak ve dünyâya ehemmiyet vermemek üzerine kurulmuştur. Allahü teâlâ o büyüklerden râzı olsun...


Sözleri çok tesirli idi...
Ebül-Abbâs Dîneverî, sözü özüne, ilmi ameline uygun bir zât olup, sözleri ve hâlleri hep doğru idi. O, Allahü teâlâya muhabbetten, Allahü teâlâyı sevmekten bahsetmeye başlayınca kendinden geçer, Onu tefekkür etmeğe başladığı zaman ise kendini bir hâl kaplardı.
Ebû Abdurrahmân Sülemî şöyle anlatır:
Bir gün Allah sevgisinden bahsediyordu. Anlatılanlar o kadar tesirli idi ki, oradan geçmekte olan bir ihtiyar kadıncağız bu sözleri duyarak kendinden geçti. Allah diye feryâd etti. Dîneverî; Eğer bu hâlinde sâdık isen kendini göster buyurdu.
Kadıncağız ayağa kalktı, birkaç adım attı, dönüp Dîneverî hazretlerine baktı ve orada canını sevdiğine (Allahü teâlâya) teslim etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Sen Darim oğlu Madarsın!..</label>

Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından 10 gün sonra yüzü örtülü bir köylü mescide gelip selamdan sonra dedi ki: - Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) yakını kimdir?
Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü anh) Hazret-i Aliyi gösterdi.
Hazret-i Ali şöyle buyurdu:
  • Söyle ey Madar! Ey kuyu sahibi!
  • İsmimi ve kuyu sahibi olduğumu nereden bildin? Bir kuyunun içine attılar!..
  • Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi. Sen Arabi köyündensin. Adın Madardır. Babanın adı Darimdir. 360 yaşındasın. Sen 100 yaşındayken şöyle söyledin: Bir Peygamber çıkar, yüzü güneşten nurlu, sözü şekerden tatlı, kokusu miskten güzel, yetimlerin ve miskinlerin babası, adam öldürmekten ve faizden men eder, Peygamberlerin sonuncusudur. Ümmeti 5 vakit namaz kılar, Ramazanda oruç tutar. Ey kavmim, ben ona iman ettim. Sen böyle söyleyince üzerine yürüyüp seni dövdüler. Bir kuyunun içine bıraktılar. Bu zamana kadar orada mahpus idin. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ahirete intikal edince, Allahü teala bir sel gönderip kavmini helak etti. Sana bildirdi ki:
-Ey madar! Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve selem vefat etti. Git kabrini ziyaret et! Sen de geceyi gündüze katıp buraya geldin.


Resulullah haber verdi
  • Bunları da kim söyledi sana ?
  • Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdi. Madar, vefatımdan sonra gelir, ona selamımı söyle! buyurdu.
Madar bunu duyunca mesrur oldu. Hazret-i Ali, yüzündeki örtüyü kaldırmasını rica etti. Kaldırınca mescidin içi nurla doldu. Madar dedi ki:
- Ey Ali! Beni Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) kabrine götür! Hazret-i Ali onu götürdü. Madar Resulullahın kabrine göğsünü dayayıp yüzünü sürdü. Az sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Bir gönül sultanı... Abdullah el-Harrâz</label>

Abdullah el-Harrâz, evliyânın büyüklerindendir. Rey şehrinde doğup büyüdü. Doğum târihi bilinmemektedir. Hicrî 922 (H.310) târihinde vefât etti. Rey ve Bağdâdda ilim tahsîl etti. Çok hadîs-i şerîf ezberledi. Mâlik bin Enesden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden de Ebû Züra Ahmed bin Hanbel ve oğlu ile İmâm-ı Begavî ve Müslîm hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundular... Abdullah el-Harrâz hazretleri evliyânın büyüklerinden Ebû İmrân Kebirin sohbetlerinde mânevî olgunluğa kavuşup, kemâle geldi. Ebû Hafs Haddad ile görüştü. İlim ve irfanı ziyâdeleşti. Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin talebeleri ona çok hürmet ederlerdi... Bir hac yolculuğunda...
Abdullah el-Harrâz harâm ve şüphelilerden çok sakınan bir zât idi. Kimseden çekinmez dâimâ hakkı söylerdi. Bir defâsında talebelerinden yirmi sekiz kişi ile birlikte hac yolculuğuna çıkmıştı. Mekkeye yakın bir yerde konakladılar. Orada; Yavrularım şimdi sizi Allahü teâlâya emânet ediyorum buyurdu. Talebeleri; Efendim! siz nereye gidiyorsunuz? diye sordular. O; Ben Reyden buraya kadar sizinle sohbet ederek ve sizi gözeterek geldim. Gönlümü size vermiştim. Şimdi ise tekrar Reyden tarafa gidiyorum. Hac niyetimi oradan yapacağım. İnşallah yine sizlere kavuşurum buyurdu ve geri döndü. Nasihatlerinden bazıları şunlardır:
Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir.
Sabrın alâmeti şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir.
Açlık zâhidlerin, dünyaya düşkün olmayanların; zikir âriflerin gıdâsıdır.
Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir.


Herkesi gözeten bir zât idi...
Yûsuf bin Hüseyin der ki:
Abdullah el-Harrâz gibi bir kimse görmedim. O da kendisi gibi kimse görmedi. Çok mürüvvet sâhibi, herkesi görüp gözeten bir zât idi.
Muhammed bin Dâvûd Dîneverî anlatır:
Abdullah el-Harrâz Mekke-i mükerremede iken bir defâsında sohbetine gittim. Dört gündür bir şey yememiştim. Sohbete başladığında; içimizden biri dört gündür aç. Açlıktan feryâd ediyor. Yâni ben açım der gibi bir hâli var dedi. Sonra da; Dünyâya gelen bir canlı Allahü teâlâdan ümid ettiği şeye kavuşunca hayâtını vermiş ne ehemmiyeti var? buyurdu. Bunları söyledikten kısa bir zaman sonra da vefat etti...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mâlikî fıkıh âlimi Abdullah MenûfîMâlikî fıkıh âlimi Abdullah Menûfî</label>

Abdullah Menûfî, usûl, tefsîr, nahiv ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. 1287 (H.686) senesinde Mısırın Buhayra şehrinde doğdu. Sonra Menûfa yerleşti. 1347 (H.748)de Mısırda vefât etti. Abdullah Menûfî hazretleri, Süleymân Şâzilînin sohbetlerinde yetişip, vilâyet derecelerinde yükseldi. Mâlikî mezhebi fıkıh bilgilerinde, tefsîr ve Arabî ilimlerde âlim oldu. Birçok talebe yetiştirdi. Mısırda onun ilminden istifâde etmeyen yok gibiydi...
Yakışıklı ve edepli talebe...
Talebeleri arasında yüzü ve hâlinin güzelliği ile meşhûr olan bir genç vardı. Bir kadın, ona âşık oldu. Hîle ile, o talebenin kaldığı eve girdi. Kadını görür görmez hocası Abdullah Menûfîden imdâd istedi. O anda duvar yarılıp, Abdullah Menûfî hazretleri içeri girdi. Kadın korkup bayıldı. Ayılınca tövbe edip, güzel ahlâk sâhibi hanımlardan oldu...
Bir gün hırsızlar, Abdullah Menûfî hazretlerinin talebelerinin kaldığı yere gidip, ambardan buğdayları yükleyip gittiler. Hırsızlara haber gönderip; O, fakîrlerin hakkıdır, aldığınız gibi geri getirin! dedi.
Onlar çaldıklarını inkâr ettiler. Aynı gün, hırsızların bütün merkepleri öldü. Bunun, o büyük zâtı üzmelerinin cezâsı olduğunu anlayıp, günahlarına tövbe ettiler. Ellerindekini getirip sâhiplerine geri verdiler...


Etrafa güzel kokular yayıldı...
Bu mübareğin evinden, sultanların bile âciz kalacağı derecede yiyecek dağıtılırdı. Bâzan elini sarığına uzatıp altın ve gümüş alır fakirlere verirdi. Ellerini yıkayıp dışarı çıktığı zaman parmakları arasından su damlaları ile birlikte gümüş çıkardı. Bu gümüşleri ilk karşılaştığı kimseye verirdi. Bir örtünün üzerine oturduğu zaman örtünün altında hiçbir şey olmadığı halde elini örtünün altına sokar, altın ve gümüş çıkarırdı. Kısa zamanda bir yerden bir yere gitmesi meşhurdur. Hocası Süleymân Tenûhî Şâzilînin Menûfde vefâtında, oraya gidip cenâzesinde bulundu. Cenâze namazını kıldı. Aynı gün tekrar Kâhireye döndü.
Abdullah Menûfî hazretleri vefât ederken bedeninden etrafa güzel kokular yayıldı ve orada bulunanların hepsi bunu hissettiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Firavun ve sihirbazlar</label>

Musa aleyhisselam, Allahın dinini tebliğe başlamıştı. Firavun, Hazreti Mûsanın tevhid mücadelesinden, saltanatını kaybetme endişesi ile korktu, ürktü ve şaşkınlık içinde Mısırın en meşhur sihirbazlarını topladı. Musa aleyhisselam ile sihirbazları müsabakaya çıkardı... Sihirbazlar, elinde asası ile gelen Musa aleyhisselama, hürmet ve nezaket göstererek sordular:-Ya Mûsa, sen mi önce asanı atarsın, yoksa biz mi atalım?
Mûsa aleyhisselam ise onlara;
-Siz atacağınızı atın! dedi. (Araf, 115-116) Asa, ejderha olmuştu!..
Sihirbazlar, Firavun ve Mısır halkının önünde yere birkaç değnek ve ip attılar. Onlar da kıvrılıp yılan gibi görülmeye başladılar. Sonra emr-i ilahi ile Mûsa aleyhisselam asasını attı. Asa, kocaman bir ejderha olup meydandaki bütün sihir aletlerini yuttu.
Sihirbazlar, bu halin beşeri bir sanat ve marifet değil, bir mucize olduğunu anladılar. Çünkü sihir olsaydı atılan değnek ve ipler, sihir bozulduğunda yerinde kalırdı. Halbuki, sihirbazların sihirleri bozulup iptal edildiği gibi, aynı zamanda değnek ve ipler de tamamen ortadan kaldırılmıştı. İşte bu mucizeyi gören sihirbazlar;
-Biz, Mûsa ve Harûnun Rabbine iman ettik! diyerek secdeye kapandılar ve şöyle dua ettiler:
-Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve Müslüman olarak bizim canımızı al!


İşkence bize zarar vermez!
Firavun buna çok öfkelendi ve;
-Benden izin almadan nasıl iman edersiniz? Demek ki, Mûsa sizin üstadınız imiş! Siz bu işi ondan öğrenmişsiniz! O halde el ve ayaklarınızı çapraz kestirerek sizi ölüme mahkum ediyorum! dedi.
Sihirbazlar da Firavuna tavır koyarak:
-Seni, bize gelen apaçık bir mucizeyi tercih edemeyiz!.. Sen fiilinde serbestsin. Dilediğin zulmü yapabilirisin! İşkencen bize zarar vermez! Hükmünse, yalnız bu dünya hayatında geçerlidir. Oysa biz, Allaha döndürüleceğiz, dediler.
Bunlar, iman eden sihirbazların son sözleri oldu. Firavun, hepsini de idam ettirdi.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Saray vaizlerinden Ünsî Hasan Efendi</label>

Ünsî Hasan Efendi, İstanbulda yetişen büyük velîlerden. İsmi Hasan bin Recep bin Şehîd Muhammed, lakabı Ünsîdir. 1645 (H.1055) senesi Taşköprüde doğdu. 1723 (H.1136) senesi İstanbulda Bâbıâli yakınında Salkım Söğüdde Aydınoğlu Dergâhında vefât etti. Örtülü taş türbede medfûndur...Ünsî Hasan Efendi önce Bayramiyye yolu büyüklerinden olan babası Recep Efendiden okudu. İlim ve edeb üzere yetişti. Henüz yirmi yaşlarında iken Ayasofya Câmiinde ders okutmaya başladı. Tefsîr-i Beydâvî ve Mesnevî okur, kendisine mahsus odasında ikâmet eder, ilimle meşgûl olurdu. O, hakîkatlere âşinâdır
Ünsî Hasan Efendi, hazret-i Şeyh Karabaş Ali Efendinin dergâhında mücâhede ile, nefse zor gelen ve nefsin istemediği şeyleri yapmakla meşgûl oldu. Şeyh Karabaş Ali Efendi onun bu husustaki gayretini görünce; Otuz iki bin kişi bizim elimizde tövbe edip yolumuza girdi. Altı yüz seksen beş halîfem, önde gelen talebem var. Lâkin Hasan Efendi gibisi yok. O, Allahü teâlâyı bilir ve hakîkatlere âşinâdır buyurdu...
Ünsî Hasan Efendi iki sene sarayda vaaz etti. Sarayda kim varsa, Enderûn ağaları dâhil hepsi Hasan Efendinin talebesi oldular. Sonraları bunların da birçok talebe ve vekilleri oldu.
Ünsî Hasan Efendinin pek çok kerâmeti görüldü. Sâdık talebelerini çok sever, sıkıntılı anlarında onların imdatlarına, yardımlarına koşardı...


İki elim yakanızda olur!
Ünsî Hasan Efendi hazretleri vefâtına yakın talebelerini toplayıp onlarla helalleşti ve birtakım nasîhatlerde bulundu. Sizler yolumuza aykırı hareket eder, İslâmiyetin emirlerinin dışına çıkar, haram ve mekruhlara meylederseniz, âhiret gününde iki elim yakanızdadır. Bu Halvetiyye yolu cümlemize Allahü teâlânın bir emânetidir. Bunu koruyun. Bu sebeple peygamberler ve evliyâ sizlerden hoşnud olur buyurdular.
Techiz ve tekfinleri için gerekli siparişleri verip aldırdı. Sonra yerine vekil bıraktığı Mehmed Efendi, Kurân-ı kerîm okurken vefât etti. Talebelerinden Seyyid Mustafa Efendi gasledip yıkadı. Arkasından hemen yetmiş bin kelime-i tevhîd okunup mübârek rûhuna gönderildi. Ayasofya Câmiinde Kara Mustafa Paşa Dergâhı şeyhi olan Şeyh Seyyid Nûreddîn Efendi namazını kıldırdı. Cenâzesinde âlimler, sâlihler hazır olmuşlardı.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerîmüddîn Bâbâ Hasan Ebdâlî</label>

Kerîmüddîn Bâbâ Hasan Ebdâlî, Hindistanın büyük velîlerindendir. Müceddid-i elf-i sâni İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebesidir. Bu mübarek zattan icâzet ile şereflendikten sonra memleketine dönen Kerîmüddîn Bâbâ Hasan, o memleketin halkından nice kimselerin dünya ve âhiret saadetlerine vesîle olmuştur... Enteresan bir rüya gördü!..Kerîmüddîn Bâbâ Hasan Ebdâlî, Kâbil ile Lâhor arasında, Keşmîre ayrılan yol üzerinde bulunan, Bâbâ Hasan Ebdâl kasabasına yakın Osman-pûr beldesindendir. Bâbâ Hasan Ebdâl kasabasına nisbetle Bâbâ Hasan Ebdâlî diye nisbet edilmiştir. Doğum târihi belli olmayan bu zat, 1640 (H.1050) senesinde vefât etti...
Kerîmüddîn Bâbâ Hasan Ebdâlînin talebelerinden biri hastaydı. Durumunu bildirdiler. Bunun üzerine Kerîmüddîn hazretleri gelip o hasta talebenin yanında başka bir yatakta yattı. Allahü teâlâya yalvardı. Rüyâsında o talebesinin yaşayıp yaşamayacağını göstermesini diledi. Uykuya vardı ve rüyâsında siyahlar giyinmiş düşman askerleri ile kendi talebelerinin muhârebe ettiklerini, hasta olan talebenin ise, diğer askerlerden önde at koşturduğunu, kahramanca çarpışarak düşmana çok zâyiat verdirdiğini, yaralanıp attan düştüğünü ve atının onu bırakıp kalabalığa karıştığını gördü...
Uykudan uyandığında o talebesinin vefâtının yaklaştığını haber verip, eshâbına techiz, tekfin ve defin için hazırlık yapılmasını söyledi. Talebenin hastalığı ise ölüm şiddetinde görünmüyordu. Orada bulunan talebelerin hepsi hayret ettiler.


Hastanın durumu ağırlaşmıştı!
Az bir zaman geçince, hastanın durumu ağırlaştı. Nefesi sıklaştı. Bu sırada orada bulunan ve tasavvuf ehlinin hâlini inkâr eden bâzı kimseler kendi kendilerine; Hocalığın ve talebeliğin şu anda (ölüm ânında) ne işe yaradığını görelim dediler. Onların bu düşüncelerini kalb yoluyla anlayan Kerîmüddîn hazretleri, açıktan;
Ey Allahım! Vefât etmek üzere olan bu hastanın hakîkî tasavvuf büyüklerine bağlanması hürmetine, seni zikrettiğini bunlara da duyur! diye duâ etti.
Bu sözü daha bitmeden, o ölüm hastasının açıktan açığa Allah! Allah!.. demeye başladığı duyuldu. Rûhunu teslim edinceye kadar böyle devâm etti. Bu apaçık kerâmete şâhid olan yabancılar inkârlarından vazgeçip, Kerîmüddîn hazretlerine bağlanıp talebelerinden oldular.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Kerâmetler menbâı Ebül-Abbâs Seyyârî</label>

Ebül-Abbâs Seyyârî, evliyânın büyüklerindendir. Fıkıh ve hadîs ilimlerinde büyük bir âlim, fazîletler ve kerâmetler sahibi olup, Ebû Bekr-i Vasıtînin en büyük talebesi idi. 340 (m. 951) senesinde Merv şehrinde vefât etti. Kabri orada olup, herkes tarafından ziyâret edilmektedir. Kabrini ziyâret edip, bu zât hürmetine Allahü teâlâya duâ edip isteklerini arz edenlerin, murâdlarına kavuştukları görülmüştür... Sakal-ı şerîf uğruna!..Ebül-Abbâs Seyyârî, tövbe etmeden önce zengin idi. Babasından kendisine çok mîrâs kalmıştı. Servetinin hepsini vererek, Resûlullah efendimizin iki tel mübârek Sakal-ı şerîfini satın aldı. Allahü teâlâ, Sakal-i şerîflerin bereketi ile ona tövbeyi nasîb eyledi. Ebû Bekr-i Vasıtînin sohbetiyle şereflendi. Yüksek derecelere kavuştu.
Ebül-Abbâs Seyyârî, harâm ve şüpheli şeylerden çok sakınır, dünyâya kıymet vermezdi. Allahü teâlâya isyân için, bir defa dahi ayaklarına adım attırmamıştır. Kendisine bir gün şöyle sordular: Allah yolunda yürüyen bir kimse hangi ameli işlemelidir ki, onun gönlü Cennet bahçesi misali çok güzel olsun? Cevâbında buyurdu ki: Allahü teâlânın emirlerini yapmaya ve yasaklarından sakınmaya sabırla devam etmek, sâlihlerle beraber olup, sohbetlerinde bulunmak ve dostlarına hizmet etmekle...
Yine bir gün, Bu yolda ilerlemek nasıl mümkün ve kolay olur? diye sorulunca,Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet etmek ve sâlihlerin sohbetine devâm etmekle buyurdu.


Vasiyeti yerine getirdiler...
Ebül-Abbâs Seyyârî buyurdu ki: Bir kimse, hayatında İslâmiyete uymakta ne kadar hassas dikkatli ve ince davranır, İslâmiyete uygun olmayan bir iş yapmamak için ne kadar gayret ederse, âhirette, sırat köprüsünden geçerken, sırat köprüsü ona, dünyada İslâmiyete uymak için olan gayreti nisbetinde geniş, ferah ve rahat olur. Yine bir kimse, dünyâda emirlere uymakta gâyet gevşek ve geniş davranır, İslâmiyete tam uymak için çalışanlara, O kadar da çok inceleme derse, âhirette sırât köprüsünden geçerken, sırât köprüsü o kimse için, dünyâda İslâmiyete uymaktaki gevşekliği nisbetinde daralır.
Ebül-Abbâs Seyyârî vefât edeceği zaman, Bir zaman bütün servetimi verip satın aldığım mübârek Sakal-i şerîfleri kabrime koyun buyurdu. Bu vasiyetini yerine getirdiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Şeyh-ül-Fukaha Ahmed bin Muhammed</label>

Ahmed bin Muhammed el-Berkânî, fıkıh ve hadis âlimlerinin büyüklerindendir. 944 (H.333) senesinde Harezmin Berkan köyünde dünyaya geldi. İlim öğrenmeye, önce fıkıh ilmi ile başladı. Şafii fıkhında zamanının en âlimi oldu. Bu sebeple ona Şeyh-ül-Fukaha (fakihlerin şeyhi) unvanı verildi. Çok talebe yetiştirdi...Ahmed bin Muhammed el-Berkânî hazretleri, memleketinden çıkarak hadis öğrenmek için çok memleket gezdi. Harezm, Nişapur, Cürcan gibi Maveraünnehir şehirlerinden sonra Bağdada geldi. Burada birçok âlimden hadis-i şerif öğrendi. Sonra da Mısıra giderek oradaki âlimlerden ders aldı. Tekrar Bağdada döndü ve ömrünün sonuna kadar orada talebe yetiştirdi. Kitabında naklettiği hadis-i şeriflerden biri şöyledir:
Selmân-ı Fârisî radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Çarşı-pazara ilk giren ve oradan en son çıkan sen olma! Şeytan orada yumurtlar ve orada yavru çıkarır.
Resulullah efendimiz başka bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurdu:
Allah teâlânın bir beldede en beğendiği yer oranın mescitleri, bir beldede en sevmediği yer de oranın çarşı-pazarıdır.
Allahü teâlânın en fazla sevdiği yerlerin mescidler olmasının sebebi, bu mübarek yerlerin sırf Onun rızâsını kazanmak için ihlasla yapılan binalar olmasıdır. Çarşı-pazarların Cenâb-ı Hakkın beğenmediği yerler olmasının en önemli sebebi ise oraların birtakım insanlara hep dünyayı hatırlatması, dünyayı ön plana çıkarması ve âhireti unutturmasıdır...


Bağdadda vefat etti...
Ahmed bin Muhammed el-Berkânî 894 (H. 280) senesi receb ayında Bağdadda vefat etti. Kabri, Cami-i Mensurdadır. Vefat ederken buyurdu ki:
Allahü teâlânın sırrı Güneş, insanın sırrı da Aydır. Nasıl ki Ay, ışığını Güneşten alıp nurlanırsa, insanın sırrı da Allahü teâlânın sırrından hayat ve bereket nurlarını alır. Allahü teâlâ dilediğini yapandır. Sonunda dönülecek olan Odur.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Buhârâlı velî Ârif-i Dikgerânî</label>

Ârif-i Dikgerânî, on dördüncü yüzyılda, Buhârâda yetişen velîlerdendir. Kendilerine Silsile-i aliyye adı verilen büyük âlim ve velîlerden Seyyid Emir Külâl (Gilâl) hazretlerinin dört halîfesinden ikincisidir. İsmi, Âriftir. Buhârâ civârındaki Dikgerân köyünde doğduğu için Dikgerânî nisbesiyle meşhûr oldu. Doğum ve vefât târihleri bilinmemektedir. Dikgerânda vefât etti... Âhirete göçmek üzereyiz!Ârif-i Dikgerânî, ömrünün son günlerinde, hac dönüşünde Mervde kalan ve insanları irşâd edip, doğru yolu gösteren Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî hazretlerine haberci göndererek; Çabucak yetişiniz. Âhirete göç etmemiz yakınlaştı. Size vasiyetlerim var buyurdu.
Şâh-ı Nakşibend hazretleri haberi alır almaz, Mervden süratle ayrılıp Buhârâ yollarına düştü. Dikgerân köyüne geldiğinde, Ârif-i Dikgerânînin yanında yakınlarından ve talebelerinden bir topluluk bulunuyordu. Mevlânâ Ârif, Şâh-ı Nakşibend hazretlerini saygıyla karşıladı. Yanındaki topluluğa kendilerini baş başa bırakmalarını istedi ve; Hace Behâeddîn ile aramızda bir sır var. Bu sırrı görüşmek için ikimiz tenhâ bir yere gideceğiz, yoksa siz buradan çekilmeği tercih eder misiniz? buyurdu.
Topluluk uzaklaşınca, Şâh-ı Nakşibend Buhârî hazretlerine dönerekşöyle buyurdu:


İşte vakit sona erişti!
Aramızda mânâda büyük birlik ve berâberlik hâsıl oldu. Şimdi de bu birlik ve berâberlik üzereyiz. İşte vakit sona erişti. Kendi yakınlarıma ve sizinkilere nazar ettim. Bu tarîkatte ehliyeti ve yokluk sıfatını en ziyâde Hâce Muhammed Pârisâda buldum. Tarîkatte elime geçen her lütfu ihsânı ve mânâyı ona havâle ettim. Yakınlarıma ona bağlanmalarını emrettim. Sizin de bu hususta yardımınızı esirgemeyeceğinizden emin olmak isterim. Zâten Muhammed Pârisâ sizin de bağlılarınızdandır. Şimdi sizden isteğim; kendi elinizle su kaplarını yıkayın, iki diziniz üzerine oturup elinizle ateş yakın ve suyumu ısıtın. Techiz ve tekfin için lâzım olan şeyleri yerine getirin. Vefâtımdan üç gün sonra da yerinize dönün!
Yakınları ve talebeleriyle görüşüp helâlleştikten sonra Dikgerânda vefât eden Ârif-i Dikgerânî hazretlerinin cenâzesini Şâh-ı Nakşibend Buhârî yıkadı ve namazını kıldırdı. Onu defnettikten sonra tekrar Merve döndü.
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Mısır evliyâsından Ali bin Şihâb</label>

Ali bin Şihâb Mısır evliyâsındandır. Doğum târihi belli değildir. 1486 (H.891) senesinde vefât etti. Nesebi dördüncü dedede Tilmsan Sultânı Ebû Abdullaha, sonra da Seyyid Muhammed bin Hanefiyyeye ulaşır. Büyük âlim İmâm-ı Şarânî hazretlerinin dedesidir. Seyyid idi ancak, Resûlullah efendimizin soyundan olduğunu açıklamazdı. Neseble öğünmek doğru değildir. Kişi, iyi amel sâhibi olmalıdır. Önceleri bir köle olan Selmân-ı Fârisî ve Bilâl-i Habeşî (radıyallahü anhümâ) Resûlullahın emrine girince, Onun sohbetinde şanları ne kadar üstün oldu buyurdu... Bizden yana helâl olsunAli bin Şihâb hazretleri, birine bir şey satıp da alacağı parada şüpheye düştüğünde, o parayı almaz, müşterinin istediği şeyi ona verir, ihtiyâcını karşılar; Al, dilediğin gibi kullan, bizden yana helâl olsun derdi. Müşteri malı alır, bunu kendisini sevdiği için yapıyor zannederdi.
Ali bin Şihâb buyururdu ki: Ben, birinin çok ibâdetine değil, Allahü teâlâdan korkusunun çokluğuna ve bir de nefsi ile olan mücâdelede onu hesâba çekişine bakarım.
Ali bin Şihâb, verâ sâhibi idi. Şüphelilerden çok sakınırdı. Değirmene gittiğinde, kendisinden önce un öğütülmüş ise, taşı kaldırır, başkalarının un kalıntılarını temizler, bunları toplayıp hamur yapar, sonra hayvanlara verirdi.
Bu mübarek zat, zâlimlere yardımcı olduklarını tahmîn ettiği kimselerin hiçbir şeyini alıp yemezdi. Bir gün kendisine, birisi yemek getirdi. Getirilen yemeği yemedi. Getiren kişi; Efendim bu helâldir. Alnımın teri ile kazandım deyince; Ben terâzisini tutanın, hangi tarafın ağır bastığını ihlâsla gözetmeyenin yemeğini yemem buyurdu.


Vasiyetini yerine getirdiler
Ali bin Şihâb hazretleri, vefâtı yaklaştığında Abdülazîz ed-Dîrînînin Tehâret-ül-Kulûb kitabında yazılı zâtların vefât ediş hâllerinin okunmasını istedi. Bir müddet dinledikten sonra derin ve hüzünlü nefes aldı ve; Onlar, kâfileler hâlinde atlarla geçip gittiler. Biz ise, topal bir merkep ile onları tâkibe çalışıyoruz buyurdu.
Vefâtından az önce; Kabrimi belli etmek için bir nişan koymayınız. Beni, şu kubbeli yerin arkasına defnediniz diye vasiyette bulundu. Vefat edince vasiyetini yerine getirdiler...
 
Lütfen, bu kullanıcıyla bir anlaşma yapmak istiyorsanız, engellendiğini unutmayın.
Gözü yaşlı mutasavvıf Ahmed bin Abdurrahmân</label>

Ahmed bin Abdurrahmân, İslâm âlimlerinin ve evliyânın büyüklerindendir. Evliyânın büyüklerinden Abdurrahmân es-Sekkaf hazretlerinin oğludur. Doğum târihi tesbit edilememiştir. 1425 (H.829) senesinde vefât etti. Zamânında bulunan büyük velîlerin sohbetlerine devâm ederek ve çok gayret ederek, tasavvuf yolunda ilerledi. Kısa zamanda yetişerek, büyük âlimlerden ve evliyâdan oldu. Dünyâya düşkün olmayan, gönlünü Allahü tealâya vermiş bir velîydi. Fazîletler, kerâmetler sâhibi bir zât olup, pek çok üstünlükler kendinde toplanmış idi... İş budur bundan başkası hiçtirAhmed bin Abdurrahmân hazretleri, gündüz oruç tutar, gecenin son üçte birinde uyanık olurdu. Allah korkusundan çok ağlardı. Çok zikredip devamlı Allah der ve buyururdu ki: İş budur bundan başkası hiçtir.
Bu mübarek zat, dünyâya hiç değer vermez eline geçen malı fakirlere dağıtırdı. Fazla bir geliri de yoktu. Birkaç hurma ağacı vardı. O ağaçların hurmalarını satıp, parası ile çocuklarına giyecek alır, kalanı ile de geçimini temin ederdi. Görünüş itibâri ile bu az para, hiç yetmeyecek zannedilirdi. Fakat o paranın bereketi çok olurdu ve o para, bir sene boyunca yeterdi.
Bir sene âfet oldu. Meyvelerin büyük bir kısmı telef oldu. Çok az kısmı kaldı. Ahmed bin Abdurrahmânın amcasının oğullarından biri; O, zâten az meyve alıyordu. Parası zor yetiyordu. Bu sene âfet oldu. Bu seneki aldığı ona hiç yetmez diye düşünüp, onun için başkalarından yardım toplamayı istedi ve bu hâli ona bildirdi. O da; Lüzum yok, kalan bize kafi gelir buyurdu. Hakîkaten o az gelir, o sene de yetti.


Sağ yanı üzerine yattı ve...
Vefâtına yakın hastalanan Ahmed bin Abdurrahmân hazretlerine, hâlinin nasıl olduğu sual edildiğinde; Dünyâya düşkün olanlar, dünyâ nîmetlerinden lezzet aldıkları gibi, sâlihler de, Allahü teâlâdan gelen belâ ve musîbetlerden öyle lezzet alırlar buyurdu.
Bundan sonra abdest aldı. Öğle namazını kıldı. Namazdan sonra kıbleye karşı sağ yanı üzerine yattı. Allahü teâlâyı zikir ve tesbîh etmeye başladı. Rûhunu teslim edinceye kadar böyle devâm etti...
Ahmed bin Abdurrahmânın bu hâline şâhid olanlar, ona ziyâdesiyle gıpta ettiler. Kendi ölümlerinin de böyle hayırlı ve kolay olması için Allahü teâlâya duâ ettiler...
 

Tema özelleştirme sistemi

Bu menüden forum temasının bazı alanlarını kendinize özel olarak düzenleye bilirsiniz

  • Geniş / Dar görünüm

    Temanızı geniş yada dar olarak kullanmak için kullanabileceğiniz bir yapıyı kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Izgara görünümlü forum listesi

    Forum listesindeki düzeni ızgara yada sıradan listeleme tarzındaki yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Resimli ızgara modu

    Izgara forum listesinde resimleri açıp/kapatabileceğiniz yapının kontrolünü sağlayabilirsiniz.

    Kenar çubuğunu kapat

    Kenar çubuğunu kapatarak forumdaki kalabalık görünümde kurtulabilirsiniz.

    Sabit kenar çubuğu

    Kenar çubuğunu sabitleyerek daha kullanışlı ve erişiminizi kolaylaştırabilirsiniz.

    Köşe kıvrımlarını kapat

    Blokların köşelerinde bulunan kıvrımları kapatıp/açarak zevkinize göre kullanabilirsiniz.

  • Zevkini yansıtan renk kombinasyonunu seç
    Arkaplan resimleri
    Renk geçişli arkaplanlar
Geri